Vft,
(parti)
Niye parti gelmişti aklına? Birdenbire düşünmüştü bunu. Overlo-ok'ta asansör boşluğundan geîen sesler dışında öylesine mutlak bir sessizlik vardı ki. (esaslı bir parti olmuş olmalı) (NE PARTİSİ)
Bir an gözünün önünde öyle bir sahne canlandı ki, VVendy bunun ancak bir anı olabileceğini düşündü... hem öyle sıradan bir anı değil, Hazine gibi saklanacak, söz edilmeyecek ve pek ender olarak akla getirilebilecek bir ans. İşıklar... yüzlerce, hatta belki binlerce. Işık ve renk, Şampanya tıpalarının patlaması, kırk kişilik bir orkestranın «İn the Mood»u çalışı. Ama Glenn Miller, VVendy doğmadan uçak kazasında ölmüştü. Glenn Miller i hatıriayamazdı ki? 0C3
Danny'ye bakınca, çocuğun başını yana eğmiş, sanki kendisini duyamadığı bir şeyi
dinlercesine durduğunu gördü. Yüzü bembeyazdı
Aşağı kapı kapanmıştı. Asansör yükselirken bir uğultu.
Çat!
Baklava biçimi camda önce asansörün üstündeki motoru gördü sonra asansörün içini. San ışığı yanıyordu. Boştu. Boştu ama...
(partinin verildiği gece çok kalabalık olmalıydı, belki de taşıyamayacağı kadar dolu, ama o zaman daha yeniydi ve herkesin yüzünde maskeler vardı) (Ne MASKESİ?)
Asansör bir üstlerinde, üçüncü katta durmuştu. Danny'ye baktı Yüzü tüm göz kesilmişti sanki. Ağzı korkudan büzülmüştü bir çizgi gibi. Demir kapı çekildi başları üstünde. Asansörün iç kapıları açıldı. Açıldı çünkü (iyi geceler... çok güzeldi... ne yazık ki maskelerin çıkarılmasını bekleyemem... erken yatıp erken kalkmalı... ne ded<" Shpiif»'' keşiş mi?., demek Sheila keşiş giysileri iyinde galdi... çok hoş... :y; geceler...) deme zamanı gelmişti artık.
Asansörün motoru yine çalıştı. Aşağı inmeye başladı.
«Jack, ne oluyor?» diye fısıldadı Wendy. «Nq nînwor . lort?»
«Kısa devre.» Tahta gibiydi Jack'ın yüzü. «Sana kısa devre olduğunu söyledim ya.»
«iyi ama ben kafamın içinde sesler duyuyorum. Nedir bunlar? Aklımı mı kaçınyorum
yoksa?»
«Ne sesleri?»
Wendy, Danny'ye döndü. «Sen de...»
Danny başını salladı. «Evet. Müzik de. Çok eski zamaniardaymış gibi. Kafamın içinde.»
Asansör durmuştu. Otel yine sessiz, boş ve terk edilmişti. Dışarda rüzgâr uğulduyordu.
«Siz ikiniz de kaçırmışsınız,» dedi Jack. «Ben asansörün elektriksel bir hıçkırığa tutulmuş olmasından başka bir şey işitmiyorum. Siz paniğe kapılmak istiyorsanız serbestsiniz, ama lütfen beni aranıza almayın.» Asansör yine aşağı iniyordu.
Jack duvarda göğüs hizasına yerleştirilmiş camlı küçük dolabın ; önüne gitti. Çıplak yumruğunu indirdi cama. Cam kırıldı. Jack'ın eli kanı-
I yordu. Uzanıp içerden ince uzun bir anahtar aldı. «Yapma, Jack.» «Ben görevimi yapıyorum, beni rahatsız etme, VVendy.» Wendy kocasının kolunu tutmaya çalıştı. Jack onu itti. VVendy'nin i ayağı geceliğine takıldı, halının üzerine düştü. Danny korkuyla bağırarak annesinin üzerine eğildi. Jack asansöre dönüp anahtarı deliğine |: soktu.
I Kablolar gözden kaybolmuş, asansörün altı camın önüne gelmişti şimdi. Jack bir an sonra anahtarı çevirdi. Asansör gıcırtıyla durdu. Bod-I rumdaki devreden
çıkmış motor biraz daha gürültüyle çalıştı, sonra t sigortası patladı ve Overiook sessizliğe gömüldü. Jack aptal aptal bakı-lyordu demir kapıya. Anahtar deliğinin altında eünden akmış üç damia I kan İ7i vardı.
I VVendy'yle Danny'y'e döndü. VVendy oturmuş, oğlunu kucakiamış-|tt. İkisi de kendisine ilk defa nnrHnkferi bir yabancsymış gibi bakıyorlardı. Hem de tehlikeli bir yabancı. Ne söyleyeceğini düşünmeden açtı pğzını. I •MMMirn N; banim.» I «Görevinin içine sıçayım!»
, . Jack döndü, demir kapının arasına parmaklarını soktu, kapıyı biraz Iraladı, sonra omzuyiâ yüklenerek ardına kadar açîı. [. Asansör katın
ortasında durmuştu, zemini Jack'm göğsüne geliyor-ju. Altındaki yağlı karanlıkla tam karşıtı sıcak sarı bir ışık dökülüyordu finden. Uzun süre baktı Jack.
I «Boş,» dedi sonra. «Dediğim gibi kısa devrA olmuş. Parmağını kili-e sokup kapıyı kapatmak için yana çekmeye başladı... birden VVendy mzundan tutup çekti Jack'ı. «VVendy!» Ama VVendy asansörün zeminini tutup kendini yukarı çekmeye baş-
lamışt! bile. Ayakları boşlukta sallanıyordu. Pembe terliklerinden biri boşluktan aşağı düştü. «Anne!» diye bağırdı Danny.
Wendy doğruimuştu, alnı bembeyaz ve pırıl pırıldı. «Ya bu nedir, Jack?» diye sordu. «Kısa devre midir bu?» Bir şey fırlattı elinden. Koridor birden sarı, yeşii, mavi, kırmızı konfetiyle doldu. «Yoksa bu mu?» Yılların rengini soldurduğu yeşil bir kâğıt uzattı. «Buna ne dersin?»
Halının üzerinde kara bir kedi maskesi vardı. Kenarları yaldızlı. «Bunlar kısa devre mi sence, üack?» diye bağırdı.
Jack başını sallayarak uzaklaştı oradan. Kedi maskesi konfetiyle kaplı halıdan tavana bakıyordu. 37
balo salonu
Aralık ayının ilk günüydü.
Danny sağ kanattaki balo salonunda yüksek arkalıklı ür koltuğun üzerine çıkmış, cam fanus altındaki saate bakıyordu. Saat salonun yüksek şöminesinin ortasında, iki büyük fildişinden yapılmış fil heykelinin arasındaydı. Danny orada dururken fillerin birden canlanıp dişleriyle kendisini parçalamalarını bekler gibiydi, ama filler hareketsiz duruyorlardı. «Güvenleydiler. Asansör olayından sonra Överlook'taki her şeyi iki sınıfa ayınyordu. Asansör, bodrum, çocuk bahçesi, 217 numaralı oda, Başkan Dairesi «tehlikeliydi. Oturdukları daire, giriş salonu ve ön bahçe «güven!i»ydi. Balo salonu da öyle gibi görünüyordu. (Hiç olmazsa filler.)
Diğer yerlerden pek emin olmadığı için oralardan kaçınıyordu.
Cam fanus içindeki saate baktı. Saatin bütün yayları ve çarkiarı açıkta olduğu için fanus içine koymuşlardı. Saatin akreple yelkovanı Xî'i çeyrek geçe durmuştu. Danny romen rakamlarını bilmediği halde duruş açısından saati söyleyebiliyordu. Saat bir kadife üstündeydi. Ön tarafında gümüşten işlemeli bir anahtar vardı
Saate el sürmemesi gerektiğini biliyordu. Tıpkı giriş salonunda şöminenin yanındaki camlı dolapta duran süslü masaya falan dokunmaması gerektiği gibi.
/
Birden içinden bir haksızlık duygusu ve isyan dalgası yükseldi.
Elini uzatıp cam fanusu kaldırdı, kenara koydu. Parmağını çarkların, yayların üzerinde gezdirdi. Gümüş anahtarı aldı. Yetişkinin eiine çok küçük gelebilecek olan anahtar onun küçük eline tam uymuştu. Saatin yüzündeki kurma deliğine soktu ve sağa doğru çevirdi.
Artık dönmeyene kadar çevirdi, sonra çıkardı. Saat işlemeye başladı. Çarklar döndü. Büyük bir rakkas Her! geri sallanmaya başladı. Başını hiç kımıldatmaz ve gözlerini yelkovandan ayırmazsa kırk beş dakika sonra akrepie birleşeceği noktaya ağır ağır ilerlediğini görebiliyordun. | TamXU'de. I (Kızil Ölüm hepsinin üzerindeydi.)
I Danny kaşlarını çattı, aklına gelen düşünceyi kovdu. Onun için hiç-
I; bir anlamı olmayan bir şeydi bu.
Parmağını uzatıp yelkovanı tam saatin üstüne getirdi, ne olacağını ' merak ediyordu. Guguklu bir saat değildi kuşkusuz, ama önündeki çelik yay parçasının bir anlamı olmalıydı.
Birtakım çatırtılar oldu, saat Sîrauss'un «Mavi Tuna» valsini çalmaya başladı. Küçük bakır tokmaklar inip kalktılar. Saatin arkasından çelik yay üstüne iki dansöz kayarak çıktılar. Solda beyaz çoraplı kabarık etekli bir kız, sağda bale ayakkabıları ve siyah eşofman giymiş bir erkek. Elleri başian üzerindeydi. Tam ortaya, Vi'nin önüne geldiler.
Danny şekillerin kollarının hemen altında küçük menteşeler gördü.
âBir mil bu menteşelere girdi ve milin iki ucundaki çarklar dönmeye başladılar. «Mavi Tuna» hâiâ çalıyordu. Kızla erkeğin kolları birbirlerinin beline sarılacak biçimde indi, erkek kızı başı üzerine kaldırdı ve çevirdi. Şimdi erkeğin başı kızın kısacık bale eteğine, kızın başı da erkeğin pantolonunun önüne yapışmıştı. Mekanik bir ateşle kıvranıyorlardı.
Danny burnunu kıvırdı. Birbirlerinin şeylerini öpüyorlardı. Midesi bulanmıştı. Bir an sonra her şey tersine olarak tekrarlandı. Erkek kalktı, kızın başının üzerinden havaya dikti. Elleri yine başian üzerine kalkarken birbirlerini selamladılar ve geldikleri gibi gittiler. «Mavi Tuna»da bitmişti. Saat çalmaya başladı. (Gece yansı!) (Maskeler)
Danny iskemlenin üstünde arkasına hızla dönerken az daha düşüyordu. Balo salonu bomboştu. Büyük pencereden dışarda yeniden kar yağmaya başladığı görülüyordu. Rulo halinde sarılmış olan büyük halı (dans etmek için herhalde) bir kenarda duruyordu. Dans pistinin çevresinde iki kişilik küçük masalar ye, ayakları tavana bakacak biçimde üst üste yerleştirilmiş iskemleler vardı. Bomboştu salon.
Ama boş değildi aslında. Overlooklta her şey hiç durmaksızın devam ederdi. 1945 Ağustosunda hiç sonu gelmeyen içki ve kahkaha dolu bir gece vardı. Işıltıya sahip birkaç seçilmiş kişi durmadan asansörle inip çıkıyorlardı. Bundan yirmi yıl sonra bir haziran gecesi sabaha karşı Mafya katilleri üç kişiyi öldürmüşlerdi, ikinci katta bir kadın, banyosunda ziyaretçilerini bekliyordu. Overiook!ta her şeyin bir yaşamı vardı. Sanki gümüş bir anahtarla kuruimuş gibi. Saat işliyordu. Saat işliyordu.
İşte ben bu anahtarım, diye düşündü Danny. Tony kendisini uyardığı halde her şeyi oluruna bırakmıştı.
(Beş yaşındayım daha!) diye bağırdı odada varlıklarını belli belirsiz hissettiği kimselere.
(beş yaşında olmamın önemi yok mu?) Cevap yoktu.
İstemeye istemeye saate döndü yine.
Tony'yi çağırmasını önleyecek bir şeyin çıkmasını beklemişti. Belki korucu gelirdi ya da helikopter, hatta bir grup kurtarıcı. Bunlar televizyon programlannda hep tam zamanında gelirler, tehlikedeki insanları kurtarırlardı. İnsanların başı derde girince kurtarılırlardı. Kendilerini kurtarmak zorunda kalmazlardı. (Ne olur?) Cevap yoktu.
Cevap yoktu ve şimdi Tsny gelse yine aynı korkunç rüyaları mı görecekti? Aynı
kükreyen, yalvaran kısık ses, mavili karalı halının üstünde yılanlar? Litak?
Başka ne olabilirdi?
(Ne olur, yalvarırım, ne olur?)
Cevap yoktu.
Titreyerek içini çekti ve saatin yüzüne baktı. Çarklar birbirlerini döndürüyorlardı. Rakkas ipnotize eder gibi ileri geri sallanıyordu. Başını hiç kımıldatmazsan yelkovanın hareket ettiğini görebilirdin. Hiç kımıldatmazsan... Saatin yüzü yok olmuştu. Yerinde kara bir delik vardı şimdi. Sonu olmayan bir delik. Delik büyümeye başladı. Saat gitmişti, oda da. Danny saatin arkasında saklanmış bekleyen karanlığa yuvarlandı.
Küçük çocuk koltuğun üzerine yığıldı, başı geri düştü, gözleri tavana dikildi.
Aşağı daha aşağı daha aşağı daha... a§ağı, koridora, yanlış köşeyi döndü, merdivene gitmeye çalıştı, ama yine yanlış yerden dönmüştü. VE ŞİMDİ... Şimdi Başkan Dairesine giden ucu kapalı küçük koridordaydı ve o güm-küröeme oa.ha çok yaklaşıyordu kendisine, rok îokmağî havada ıslıklar A,'yor, duvara çarpıyor, kâğıtlar parçalıyor, sıvalar yere dökülüyordu. (Gaı ulan buraya gel ds)
AmE. koridorda biri daha vardı. Tariyırkasınd?.ki duvara umursamakla dayanmış duruyordu. Hayalet gibi. '"
Hayalet dağiL ama beyazlar giymiş tepeden tırnağa, (seri bulacağım, görürsün bak. seni küçük) - ?RQ
Danny sesi duyunca irkiidi. üçüncü katın ana koridorundaydı şjA. di. Az sonra o
sesin sahibi köşeyi dönecekti.
(Gel ulan buraya! Şuraya gel eşşoğiu!)
Beyaziar içindeki adam doğruldu, ağzından sigarasını çıkardı, Hal-lorann'dı bu. Kapanış günü giydiği mavi takım yerine aşçı önlüğü vardı üzerinde. «Başın derde girerse beni çağır,» dedi Hallorann. «Az önce yaptığın gibi. Seni tâ Fiorida'dan duyabilirim. Duyarsam koşa koşa gelirim buraya. Koşa koşa...» (Şimdi gel öyleyse! Hemen gel! Dick, GEL! Sana ihtiyacım var, hepimizin ihtiyacı)
«... kusura bakma ama gitmem gerek, Danny, aslan doktor, gitmem gerek. İyi zamanlar geçirdik ama gitmeliyim artık.» (Hayır!)
Dick Hailorann sigarasını ağzına yerieştirdi ve duvarın içine girdi. Yapayalnız kalmıştı.
Tam o anda o gölge köşeyi döndü. Yalnız gözlerindeki kırmızı parıltı belirliydi. (Yakaladım seni! Şimdi görürsün gününü!)
Tokmak aşağı yukarı sallanıyordu. Danny çığlık atarak geriledi. Birden duvardan geçmiş, başaşağı karanlıkta düşüyordu. Düşüyordu. Tony de altında, o da düşüyordu.
(Artık gelemem Danny.. beni bırakmıyor... hiçbiri bırakmıyor yanma gelmemi... Dick'i çağır... Dick'i çağır...) «Tony!» diye bağırdı.
Ama Tony gitmişti ve kendisi karanlık bir odadaydı. Tam karan ı değil ama. Bir yerden loş bir ışık geliyordu. Annesiyle babasının ya odası. Babasının çalışma masasını görebiliyordu. Darmadağınıktı A nin içi. Daha önce de gelmişti
buraya. Annesinin pikabı ters dpn yerde. Plakları yere saçılmıştı. Şiltenin yansı yatağın üzerinde kav Duvarlardaki resimler parçalanmış. Kendi yatağı bir kütük gibi Sc muş. Mor Volksvvagen parça parça. £(.
Işık banyodan geliyordu. Yarı aralık kapısı. Hemen ötesinde . - 270 -
[Taklarının ucundan kanlar damlayan bir e! asalı. İlaç dolabınım önündeki aynada LİTAK sözcüğü yanıp sönüyor.
Birden önünde büyük bir fanus içinde dev bir saat belirdi. Yüzünde akreple yelkovanı, rakamları yoktu. ARALIK 2 yazıyordu yalnızca. Sonra birden dehşetle iriieşen gözleri LİTAK sözcüğünün |fanus üzerinde yansıdığını gördü. İki kere yansıyordu şimddi ve KATİL olarak okuyordu.
Danny Torrance dehşetle geri çekildi. Saatin yüzünd en tarih kaybolmuştu, saatin yüzü de kaybolmuş, yerine giderek büyüyen kara bir delik gelmişti. Her şey birden kayboldu ve DAanny öne eğilip düşmeye başladı, düşüyor, düşüyor... ... koltuktan düşüyordu.
Bir an balo salonunun yerinde soluk solu ğa kaldı.
LİTAK.
KATİL
LİTAK.
KATİL
(Kızı! ölüm hepsinin üzerindeydi!) ı
(Maskeler! Maskeler çıksın!)
Her maskenin altında kendisini koridorlarda kovalayan, kırmızı göz-Jeri iriieşen ve henüz yüzünü göremediği insa n. ; Maskelerin çıkma zamanı geldiği 2aman, o maskenin altında göreceği yüzden korkuyordu.
(DİCK!) diye bağırdı olanca gücüyle. Sesinin gücünden titremişti. {DİCK GEL NE OLUR NE OLUR GEL CSİCK NE OLUR GEL!)
Gümüş anahtarla kurduğu saat başı üzerinde saniyeleri, dakikaları Ve saatleri
işaretlemeye devam ediyordu.
beşinci bolum
ölüm kalım sorunu
38 Florida
Bayan Haiiorann'm üçüncü oğlu Dick, üstünde beyaz aşçı önlüğü, ağzının kenarında bir Lucky Strike, Cadillac abasını One-A Toptan Sebze Pazannın park yerinden çıkarmış, ağır ağır ç.--,- vn önüne doğru sürüyordu. Pazann sahiplerinden olan Masterton büyün vt Karanlık binaya el arabasıyla saiataiık taşımaktaydı.
Haüorann arabanın camını indiren otomatik düğmesine basıp başını dışan çıkardı. «Salatalıklar çok pahalı, soyguncu!»
Masterton omzu üzerinden arkasına baktı, üç altın dişini ortaya çıkarıp gülümsedi. «Beğenmiyorsan nerene sokabileceğini biliyorsun dostum.» «Böyle sözlerin sonunu boş çıkarmam ama.»
«Yann ps' de sarA cyie bir patates vereceğim ki, ai!"- bir karış havaya fınayecaK.»
«Çccuou yollarım, Bu gece gel'yor musun?» «İçküar senden mi?»
«£* ' t, ' . . - V'dî »
«Ctîüi..- g'tti öyleyse.--'
iallorann camı kaldırıp yoluna devam etti. Keyifliydi. Son yarın, î3aftir burnuna portakal kokusu geliyordu ama pek garipsenecek bir cjyjyoktu bunda. Yarım saattir sebze ve meyve pazartndaydı. îiAralık ayının biriydi. Doğu saatiyle öğleden sonra dört buçuk. Kış ye yerleşiyordu ama burada erkekler yakası açık, kısa kollu gömlek-cadınlar da ince yaz elbiseleri ve şortlar giyiyorlardı. Yaşasın Flori-ifiye düşündü Haüorann. Vermont Sokağının başındaki kırmızı ışıkta u, yeşil ok yanınca arabayı 219 numaralı anayol" soktu ve kent irŞ$sında kalana kadar hızını hep yetmişte tuttu. Bugünkü alışverişi Baedecker'i gönderebilirdi kendi geleceği yerde. Ancak Baedec-
3unu neden böyle düşünmeye başladığını bilemiyordu. Ama bu k alışverişi kendisinin yapmasının bir nedeni de Frank'in Barının ıdeki küçük yazıhaneye uğrama fırsatı çıkması içindi. Şimdi bir avu-3Î|fardı orada (geçen yıl oturan dişçi iflas etmiş olmalıydı), Mclver i 3a bir zenci. Haüorann,'Mclver e gidip bir vasiyetname yaptırmak iğini söylemişti. Mclver vasiyetnameyi ne zamana istediğini sor-Dün demişti Hallorann ve kahkahayı basmıştı. Aklınızda karma-r şey mi var, diye sormuştu sonra Mclver. Böyle bir durum yoktu, irann'ın bir Cadiliac'ı, bankada dokuz bin dolar kadar parası, bi: dolabı da eşyası vardı. Hepsini kızkardeşine bırakıyordu. Ya kız-'öfeşin senden önce ölürse, demişti Mclver. Boş ver, o zaman yenisi-Şparım demişti Haüorann. Vasiyetname üç saatte hazırlanmış, imzalanmış, üzerinde VASİYETNAME yazan sert mavi bir zarfa yerleştirilmiş olup şimdi cebindeydi.
Yıllarca yapmadığı bir şeyi neden bu güneşli günde yaptığını bilemiyordu. İçinden öyle gelmiş, buna da karşı koymamıştı. İçgüdülerini dinlemeye alışmıştı. Kentten epey uzaklaşmıştı artık. Gaza basarak göstergeyi yasadışı doksanın üstüne getirdi ve orada tuttu. Deneylerinden arabanın yüz yirmi, hatta yüz elli bile yapıp bana mısın demeyeceğini biliyordu ama artık o hızlı günleri geride kalmıştı. Yaşlanıyordu.
(Arkadaki portakallar da amma kokuyorlar. Çürümüşlerini mi aidim acaba?) Böcekler yapışıyordu ön cama. Radyoyu açtı. Al Green'in yumuşak, ağlamaklı sesi. Ne güzel günler geçirdik birlikte, Şimdi çok geç artık, ayrılma günü geldi...
Camı indirip sigarasını attı, sonra portakal kokusunun çıkması için sonuna kadar açtı. Parmaklarıyla direksiyonda tempo tutuyor, şarkıyı mırıldanıyordu. Birden portakal kokusu kuvvetlenince bir şeylerin geldiğini anladı. Dikiz aynasında gözleri irileşmişti. Sonra bir anda duvar gibi çarptı yüzüne, müziği, yolu, insan olarak varlığını unuttu, hepsi silindi birden. Sanki biri başına ruhsal bîr tabanca dayamış ve 45'!ik bir çığlık mermisi sıkmıştı. (DİCK GEL NE OLUR GEL DİCK NE OLUR?)
Cadillac tam o anda işçi giysili bir adamın sürdüğü bir kamyonetin yanından geçiyordu. Adam koca arabanın kendi şeridine kaydığını görünce kornaya bastı. Cadillac'in umursamadan yola devam ettiğini görünce adam başını kaldırıp bakınca direksiyon başında dimdik oturan ve bakışları havaya çevrilmiş iri bir zenci gördü. Sonradan adam karısına zencinin başında bir peruka olduğundan emin bulunduğunA anlattı. Ancak o İlk gördüğü anda adamın bütün saçlarının tek tek havaya dikilmiş olduğuna yemin edebilirdi. Zencinin kalp krizi geçirdiği sanmıştı.
İşçi frene bastı ve sağa kaçtı. Cadillac'ın kuyruğu arabasının ön
"onunun bir santim kadar yakınından geçti. Cadillac sağ şeride
işçi hâlâ kornaya basıp şimdi sağa sola savrulan Cadillac'a küfür jıe küfür
yağdırıyordu. Önce Cadillac sürücüsüne kendi kendiyle :3İ birleşmede bulunmasını
söyledi. Sonra çeşitli kuyruklu hayvanlar uslarla. Sonra zenci kanı taşıyan
herkesin kendi memleketlerine glt-ısrini salık verdi. Zenci sürücünün ruhunun
öldükten sonra nereye jceği konusunda adamı aydınlattı. Sözünü zencinin anasını
bir New şans genelevinde gördüğünü söyleyerek bitirdi. Sonra gaza basıp öne
geçti ve tehlikeden sıyrıldı. Ancak o zaman 'iına işediğini fark etmişti.
Hallorann'ın kafasında bir tek düşünce dolanıp duruyordu. (NE OLUR GEL DİCK NE
OLUR)
Ama tıpkı bir radyo istasyonundan uzaklaşınca olduğu gibi zayıfla-ifa başlamıştı ses. Hallorann arabasının seksen kilometre hızla ban-îe gittiğini fark etti. Arabayı yola çıkardı.
İlerde bir dondurmacı vardi. İşaret verip dondurmacının önüne çek-arabayt. Yüzü griieşm.işti, kalbi gümtüyordu göğsünde. Cebinden bilini çıkarıp alnını kuruladı. (Tannml) «Size yardım edebilir miyim?»
Şes, Tanrının değil açık camın önünde duran küçük garson kızın 4di ama yine de bir an ürktü. «Evet, yavrum, bir vanilyalı lütfen.» [«Başüstüne, efendim.» Kız kırmızı naylon üniformasının altında kal-
!mı çalkalayarak uzaklaştı. Haliorann deri koltuğa yaslanıp gözlerini kapattı. Ama yakalayacak olmamıştı. Park edip garsona siparişini verirken son ses de kay- 5'Muştu. Şimdi başağrısı vardı yalnızca, sanki beyni bükülmüş, sıkıl-'Şve kurumak için asılmış gibi. O Danny adındaki çocuktan otelde ;fı ilsine ışıltısını kanıtlamasını istediği günkü başağrısı gibi bir ağrı. İAma bu ondan daha yüksek sesliydi. O zaman çocuk oyun oynu-|U. Şimdiyse yalın korkuydu, her sözcük beyninde bir çığlıktı, it -275 -
Kollarına baktı. Sıcak güneş altında bile tüyleri diken dikendi. Çoci-ğa yardıma gerek duyarsa kendisini çağırmasını söylemişti, anımsıyp. du bunu. Ve şimdi de çocuk ona sesleniyordu işte. '
Çocuğu orada nasıl bıraktığına şaştı'birden. Başına kötü şeyle hem de çok kötü şeyler gelebilirdi.
Ansızın motoru çalıştırdı, geri vitese taktı ve son hızla.anayola çıkt Garson kız dondurma elinde kalakalmjşt! arkasında.
«Ne o, yangın mı var?» diye bağırdı ama Hallorann çoktan gitmişt; Lokantanın müdürü Queems adında bir adamdı. Hallorann içeri girince bir gece öncesinden kalmış kanlı gözlerle baktı. «Hayrola, bir sıkıntın mı var, Dick?» «Evet, Bay Oueems. Üç gün izin isteyeceğim.»
Oueems'in sapsarı gömleğinin üst cebinde bir paket Kent vardı Paketi çekmeden parmağıyla bir sigara çıkarıp dişlerinin arasına yerleştirdi. Masası üzerindeki çakmakla yaktı sigarasıni.
«Benim de üç gün izine ihtiyacım var ona bakarsan. Neden?» «Üç gün, efendim,» diye tekrar etti Hallorann. «Oğlum.» Oueems'in bakışı Haiiorann'm yüzüksüz sol eline çevrildi. «1964'te boşadım,» dedi Hallorann.
«Dick, hafta sonu kalabalığını biliyorsun. Şimdiden doluyuz. Pazar gecesi Fiorida Salonu bile doldu. Saatimi al/cüzdanımı al, sigorta paramı al, hatta dayanabil irsen karımı al ama benden izin isteme. Hasta falan mı?» «Evet, efendim. Vurulmuş.»
«Vurulmuş hal» Oueems sigarasını küllüğe bastırdı «Evet, efendim.» «Avlanırken falan mı?»
«Hayır, efendim.» Haiiorann'm sesi daha da yumuşamış, alçalır şimdi. «Jana şimdi bir kamyon sürücüsüyle yaşıyor. Beyaz bir adam Oğlumu tabancayla vurmuş. Colorado'da hastanede. Durumu ayır' mış.» takiru.klan ilgi belirtisiydi bu.
3it öyleyse,» dedi Queems. «Baedecker üç gün idare eder sanırım. : ocuk da yardım eder kendisine.»
3u haftalık avansımı geri vermek istiyorum,» dedi Hallorann. «Sizi nasıl cir sıkıntıya soktuğumu biliyorum. Bay Oueems.»
Gueems'in yüzündeki ifade kasıldı, boğazına kılçık kaçmış gibi oldu ;
«Pekâlâ. Umarım sonu iyi gelir, Dick. Bir haber alınca bana bildir, olmaz mı?» «Olur efendim.» Eî sıkıştılar.
Hallorann bodrum katına, hizmetçiler bölümüne gidince koy/erdi 'uttuğu kahkahasını. Portakal kokusunu duyduğu zaman hâlâ gülüyor, anından akan terleri silmeye çalışıyordu. Birden kafasına yıldırım çarpış gibi oldu, sendeleyerek duvara çarptı.
(NE OLUR GEL DİCK NE OLUR GEL NE OLUR)
Sonra yavaş yavaş kendine geldi ve dairesine gidecek kadar güç '°Pariayabiîdi. Anahtarı paspasın altındaydı, almak için eğilirken iç binden bir şey düştü. Aklı hâlâ o seste olduğu için yerdeki mavi zarfa Aamadan baktı.
Sonra alıp çevirdi. VASİYETNAME. Kara örümcek gibi harflerle (Tanrım, demek böyle ha?)
Bilemezdi. Ama olabilirdi de. Bütün hafta boyunca kendi sonun (haydi söyle) bir önsezi gibi hissetmişti.
Ölüm mü? Bir an için tüm yaşamı gözlerinin önünden oeç Bayan Haüorann'ın üçüncü oğlu Dick'in inişii çıkışlı hayat hikâyesi dei de, şimdiki yaşamı. Martin Luther King öldürülmeden az önce da: çıkabildiğini söylemişti. Dick kendisi için bunu iddia edemezdi. Daı değil ama yıllar süren bir çabalamadan sonra güneşti bir yaylaya ç; mıştı. iyi dostları vardı. İstediği yerde iş bulabilmesi için onun hakkını iyi sözler söyleyecek insanlar vardı. Karalığıyla mutlu bir uzlaşmaya va mıştı. Altmışını geçmişti ve hâlâ ayaktaydı.
Dostları ilə paylaş: |