Stephen King Sadist



Yüklə 1,27 Mb.
səhifə13/25
tarix01.11.2017
ölçüsü1,27 Mb.
#25704
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   25

190


Sadist

güm fış" diye bir ses çıkarıyordu. Güm-fış güm-fış, güm-fış." Saçları yüzüne düşmüştü. Gözleri bulanıktı.

"Al." Annie kapsülleri ona uzattı. Elleri de yapışkan bir şeyle kaplıydı. Kırmızı, kahverengi, yapışkan beyaz bir şeylerle. Paul bunun ne olduğunu anlayamadı. Bilmek istediğinden de pek emin değildi. Annie'nin attığı kapsüller göğsüne çarparak kucağına düştü. Kadın gitmek için döndü. "Güm-fış, güm-fış, güm-fış."

"Annie?"


Kadın durakladı ama dönmedi. Şimdi daha iriyan duruyordu. Omuzlan pembe sabahlığı germişti, saçlan ezilmiş bir miğfere benziyordu. Mağaranın kapısından bakan bir mağara kadını.

"Annie, iyi misin?"

Kadın kayıtsızca, "Hayır," dedi. Sonra da döndü. Baş ve işaret parmağının arasında alt dudağını sıkıştırarak yazara baktı. Yüzünde o ahmakça ifade belirmişti. Dudağını çekti, sonra da büktü. Aynı anda çimdikleyerek içeriye doğru itti. Dudağıyla diş etlerinin arasında kan belirdi. Sonra da çenesinden aktı. Kadın dönerek hiçbir şey söylemeden odadan çıktı. Paul'ün şaşkın kafası gördüklerine neden sonra inanabildi. Annie kapıyı kapattı... ve kilitledi. Paul onun "güm-fış, güm-fış" sesleri arasında oturma odasına gittiğini duydu. Otururken sevgili koltuğu gıcırdadı. İşte o kadar. Ne televizyon. Ne bir şarkı. Ne tabak çanak ya da gümüş şıkırtısı. Hayır, orada hareketsiz oturuyordu ve kriz başlamıştı.

Sonra Paul bir ses duydu. Bir daha tekrarlanmadı ama çok belirgindi. İşittiği bir tokat şakırtısı. Şiddetle indirilen bir şamann sesi. Paul burada, kilitli kapının bu yanındaydı. Kadın da diğer tarafta. Annie'nin kendi kendini tokatladığını anlamak için Sherlock Holmes olmaya gerek yoktu. Çıkan sesten tokatı fena indirmiş olduğu

191

Stephen King



anlaşılıyordu. Paul, Annie'nin dudağını çekiştirerek tırnağını pembe, hassas içine batırdığını görür gibi oldu.

Birdenbire ilk Misery romanı için aldığı notlan anımsadı. Akıl hastalıklarıyla ilgiliydi bunlar. O kitapta hikâyenin önemli bir bölümü Londra'daki tımarhanede geçiyordu. (Misery'yi oraya onu deli gibi kıskanan bir kadın kapattırmıştı.) "Manik-depresif bir kişilik bir depresyon döneminin derinliklerine doğru kaydığı zaman," diye yazmıştı. "Gösterdiği belirtilerden biri de kendi kendini cezalandırmaktı. Tokatlamak, yumruklamak, çimdiklemek, sigarayla yakmak vb."

Paul birdenbire müthiş bir korkuya kapıldı.

14

Paul, Edmund Wilson'un bir yazısını hatırlıyordu. Wilson, "Worsworth'un güzel şiir yazma konusunda bir ölçüsü vardı," diyordu. '"Sakin bir zamanda anımsanan güçlü duygular.' Bu ölçü dramatik romanlara da uygulanabilir." Belki de doğruydu bu. Paul karısıyla tartıştıktan sonra bir kelime bile yazmayan yazarlar tanımıştı. O da sinirlendiği zaman çalışamazdı. Ama bazen bunun tersi de olmuştu. Zaman zaman sarsılmış olmasına rağmen yazı yazabil-mişti. Romanın zamanında yetişmesi gerektiğinden değil, böylece onu sinirlendiren şeyden kaçabilmek için. Bu durum onu sinirlendiren şeyi düzeltmesine imkân bulamadığı zaman olurdu.



192

Sadist


Şimdi de durum aynıydı. Annie'nin gelip onu sandalyeye oturtması için on bire kadar bekledi. Kadın gözükmeyince de sandalyeye kendi başına geçmeye karar verdi. Yazı makinesini şöminenin rafından alamayacaktı. Ama romana el yazısıyla devam edebilirdi. Sandalyeye kayabileceğinden emindi tabii. Ama Annie'nin bunu öğrenmesinin doğru olamayacağını seziyordu. Ancak yazmak denen diğer uyuşturucusuna da ihtiyacı vardı. Yatakta yatarak yazı yazamazdı ki.

Yatağın kenarına kaydı. Sandalyenin freninin çekilmiş olup olmadığını kontrol etti. Sonra kol dayanılacak yerleri kavrayarak ağır ağır sandalyeye oturdu. Canı sadece bacaklarını teker teker öndeki çubuklara dayarken yandı. Pencereye giderek dosyasını aldı.

Aynı anda anahtar kilitle sakırdadı. Annie içeri girerek ona baktı. Alev alev yanan gözleri birer kara deliğe benziyordu. Sağ yanağı şişmeye başlamıştı. Gözünün de sabaha kadar çürüyeceği belliydi. Ağzının kenarına ve çenesine kırmızı bir şeyler bulaşmıştı. Paul dudağındaki yangın tekrar kanamış olduğunu sandı. Ama sonra bu kırmızı sıvıdaki tohumlan fark etti. Bu kan değil, ahududu reçeliydi. Annie, Paul'e baktı. Paul da ona. İkisi de bir süre bir şey söylemediler. Dışanda yağan yağmurun iki damlası cama çarptı.

Annie sonunda, "Madem sandalyeye kendi başına oturabili-yorsun, Paul," dedi. "O zaman o kahrolasıca N'leri de kendin doldurabilirsin."

Sonra kapıyı kapatarak yine kilitledi. Paul uzun bir süre gözleri kapıda öylece oturdu. Sanki kanatta görecek bir şey varmış gibi. Başka bir şey yapamayacak kadar şaşırmıştı.

193


F: 13

Stephen King

15

Annie'yi ondan sonra ancak akşama doğru gördü. Kadının o gelişinden sonra da çalışamadı. Bir süre çabaladı, kâğıtları buruşturdu, sonunda çalışamaktan vazgeçti. İmkânsızdı çünkü. Tekerlekli sandalyeyle odada ilerledi. Tekrar yatağa gireceği sırada bir eli kaydı. Az kalsın yere yuvarlanıyordu. Sol ayağını yere basmak zorunda kaldı. Canı çok yandı ama dengesini bularak düşmekten kurtuldu. Ama şimdi kemiğine birdenbire on çivi saplanmış gibi geliyordu. Bağırarak karyolanın boş tarafını yakaladı. Kendini yatağa çekti. Zonklayan sol bacağını arkasından sürüyordu.



Sersem sersem, Annie herhalde gelir, diye düşündü. Shel-don'un gerçekten tenor Luciano Pavoretti'ye dönüşüp dönüşmediğini anlamak ister. Ya da sesimin rastlantı sonucu böyle çıkıp çıkmadığını...

Ama Annie gelmedi. Paul'ün sol bacağındaki sancıya dayanması imkânsızdı. Beceriksizce yüzüstü döndü. Bir elini yatağın altına sokarak Novril eşantiyonlanndan birini çıkardı. İki kapsülü kuru kuru yuttu. Ve bir süre daldı.

Kendine geldiği zaman rüya gördüğünü sandı önce. Gerçeküstü bir sahneydi. Annie'nin mangalı getirdiği zamanki gibi. Kadın yatağın kenanna ilişmişti. komidin üzerine içi Novril dolu bir su bardağı koymuştu. Bir elinde bir fare kapanı vardı. Üstelik buna bir fare de yakalanmıştı. Lekeli, grimsi kahverengi tüylü iri bir hayvan. Kapan farenin belkemiğini kırmıştı. Hayvanın arka ayaklan kapanın iki yanından sarkıyor, zaman zaman titriyordu. Bıyıklannda kan damlalan pınldıyordu.

194


Sadist

Hayır, bir rüya değildi bu. Sadece Annie'yle birlikte kapatıldığı eğlenceli evde geçirilen sıradan bir gündü.

Kadının nefesi çürük yiyeceklerin ortasında yatan bir ceset gibi kokuyordu.

"Annie?" Paul doğruldu. Bir kadına bakıyordu, bir fareye. Dı-şanda hava kararmıştı. Yağmurlu, garip bir mavi karanlıktı bu. Cama yayılmıştı. Şiddetli rüzgâr evi sarsıyor; tahtalan gıcırdatıyordu. Kadının sabahki derdi neyse, akşama doğru daha da şiddetlenmişti. Durum çok daha kötüydü. Paul onun bütün maskelerini çıka-np atmış olduğunu anladı. Şimdi gerçek Annie'yi olanca açıklığıyla görüyordu. İçteki Annie'yi. Yüzünün daha önce korkunç bir biçimde ,solmuş gibi gözüken etleri şimdi cansızca sarkmıştı. Hamurdan yapılmış gibi. Gözleri boş boş bakıyordu. Eteğini ters giymişti. Cildinde daha da çok kırmızılıklar vardı. Üzeri yiyecek lekeleri içindeydi. Kımıldandığı zaman vücudundan Paul'ün sayamayacağı kadar çok değişik kokular yayılıyordu. Hırkasının bir kolu salça gibi kokan bir sıvı yüzünden tümüyle ıslanmıştı.

Annie kapanı havaya kaldırdı. "Yağmur yağdığı zaman mahzene giriyorlar." Kapana yakalanmış olan fare hafifçe bağırdı. Ağ-zjnı hızla açıp kapattı. Onu yakalayan kadmınkinden çok daha canlı olan siyah gözlerini sağa sola oynattı. "Mahzene kapanlar kuruyorum. Bunu yapmak zorundayım. Kapanlara pambon yağı sürüyorum. Her zaman sekiz, dokuz fare yakalıyorum. Bazen başkalannı da bulduğum oluyor..."

Kadının gözleri yeniden camlaşmıştı. Üç dakika öyle oturdu. Fareyi hâlâ havada tutuyordu. Yüzü balmumu gibiydi. Tam bir ka-tatoni halindeydi. Paul ona bakakaldı. Sonra da gözleri çırpınıp bağıran fareye kaydı. Ve aslında o güne kadar durumun daha kötü ola-

195

Stepnen King



mayacağına inandığını anladı. Yanılmıştı. Kahretsin! Çok yanılmıştı hem de.

Sonunda kadının sessizce kendini kaybettiğini ve bir daha dü-zelemeyeceğini düşünürken, Annie kapanı indirdi. Hiç susmamış gibi konuşmasını sürdürdü.

"Onlar köşelerde, suda boğuluyorlar. Zavallıcıklar." Fareye baktı ve hayvanın yapışık tüylerinin üzerine bir damla gözyaşı düştü. "Zavallılar... Zavallıcıklar."

Güçlü ellerinden biriyle fareyi yakalarken, diğeriyle kapanın yayını açtı. Hayvan kadının avucunda çırpınmaya başladı. Başını sağa sola çeviriyor, Annie'nin elini ısırmaya çalışıyordu. Çığlıklar tizleşmiş, korkunç bir hal almıştı. Paul yüzünü buruşturarak avucu-nu ağzına bastırdı.

"Kalbi nasıl da çarpıyor! Kaçmak için nasıl da çırpınıyor! Bizim de yaptığımız gibi, Paul. Bizim de yaptığımız gibi. Çok şey bildiğimizi sanıyoruz. Ama aslında bildiğimiz kapana kısılmış bir fa-reninki kadar. Hâlâ yaşamak istediğini sanan belkemiği kmlmış bir fareninki kadar."

Kadının fareyi tutan eli bir yumruk halini aldı. Gözleri hâlâ ilerdeki bir noktaya boş boş bakıyordu. Paul ona bakmamak istiyor ama yapamıyordu. Annie'nin kolunun kasları kabarmaya başladı. Birdenbire farenin ağzından ince bir kan fışkırdı. Paul hayvanın kemiklerinin çatırdayarak kırıldığını duydu. Sonra Annie kalın parmaklarının uçlarını farenin gövdesine batırdı. Parmaklar eklemlerine kadar hayvana battı. Yere kanlar saçıldı. Hayvanın bulanıklaşmış gözleri yerlerinden uğradı.

Annie farenin leşini bir köşeye fırlatarak, elini kayıtsızca çarşafa sildi. Çarşafın üzerinde uzun kırmızı lekeler kaldı.

Sadist


"İşte fare artık huzur içinde." Annie omzunu silkti, sonra da güldü. "Tüfeğimi getireceğim, Paul. Bunu yapayım mı? Belki de öbür dünya daha iyi bir yer. Hem fareler, hem de insanlar için. Tabii insanlarla fareler arasında fazla bir fark yok."

Paul, "Romanımı bitirinceye kadar olmaz," dedi. Her kelimeyi dikkatle söylemeye çalışmıştı. Ama çok zordu. Biri ağzına bol bol Novakain iğnesi yapmış gibi geliyordu ona. Annie'yi daha önce kötü durumda görmüştü. Ama böylesini değil. Acaba daha önce hiç böyle oldu mu, diye düşündü. Depresifler ailelerinin bütün üyelerini vurmadan önce bu duruma girerler. En son da kendilerini öldürürler. Psikotik bir kadın çaresizlik içinde çocuklarına en güzel elbiselerini giydirir. Onlan dondurma yemeye götürür. Çocuklarla birlikte en yakındaki köprüye gider. Ve onlan kucağına alarak aşağıya atlar. Depresifler kendilerini öldürürler. Psikotikler zehirli ego-lannı doyurmak peşindedirler. Herkese bir iyilik etmek ve onlan da birlikte öbür dünyaya götürmek isterler.

Paul kendi kendine, hayatım boyunca ölüme hiç bu kadar yaklaşmadım, dedi. Çünkü Annie ciddi. Ciddi bu dişi köpek!

Kadın, "Misery?" diye sordu. Sanki bu adı hiç duymamıştı. Ama gözlerinde bir an bir pınltı belirip kaybolmuştu. Paul bundan emindi.

'^Evet, Misery." Çaresizce nasıl konuşması gerektiğini düşünüyordu. Her yolda mayın varmış gibi geliyordu ona. "Ben de seninle aynı fikirdeyim. Dünya çoğu zaman berbat bir yer." Sonra da aptal aptal ekledi. "Özellikle yağmur yağarken."

"Ah, budala, saçmalamayı bırak!"

"Yani şu son haftalar boyunca çok acı çektim. Ve..."

197


Stephen King

"Acı mı?" Kadın soluk yüzünde çukura kaçmış gözleriyle onu aşağı görüyormuş gibi baktı. "Sen acının ne olduğunu bilmiyorsun. Bu konuda en ufak bir fikrin yok. Paul."

"Evet... Herhalde öyle. Yani sana kıyasla."

"Doğru."


"Ama... romanı bitirmek istiyorum. Bakalım sonu nasıl gelecek?" Paul bir an durdu. "Seninde yanımda olmanı ve romanın tamamlandığını görmeni istiyorum. Okuyacak bir kimse olmadıktan sonra kitap yazmaya değmez ki. Beni anlıyor musun?"

Paul yattığı yerden o korkunç, taştan oyulmuş surata baktı. Kalbi gürültüyle çarpıyordu.

"Annie? Beni anlıyor musun?"

"Evet..." Kadın içini çekti. "Romanın nasıl sona ereceğini merak ediyorum. Galiba dünyada istediğim bir tek bu kaldı." Ağır ağır parmaklanndaki farenin kanını emmeye başladı. Ne yaptığının farkında değilmiş gibiydi. Paul dişlerini sıkarak kendi kendine, kusmayacağım, diye tekrarladı. Kusmayacağım. Kusmayacağım.

Kadın ekledi. "O bölüm bölüm gösterilen filmlerden birinin sonunu beklemeye benziyor." Birdenbire etrafına bakındı. Ağzındaki kanlar dudak boyasına benziyordu.

"Sana tekrar teklif edeceğim, Paul. Tüfeğimi alabilirim. İkimiz için de bütün bunları sona erdirebilirim. Sen aptal bir adam değilsin. Buradan gitmene hiçbir zaman izin vermeyeceğimi biliyorsun. Bunu bir süre önce anladın. Öyle değil mi?"

Paul, bakışlarını ondan kaçırma, diye uyardı kendini. Bakışlarını kaçırdığını gördüğü an seni hemen öldürür.

Sonra, "Evet, dedi. "Ama her şey sona eriyor, öyle değil mi, Annie? Sonunda hepimiz de toz oluyoruz."

198

Sadist


Kadının dudakları pek hafif bir gülümsemeyle aralandı. Pa-ul'ün yüzüne dokundu bir an. Biraz sevgiyle, "Herhalde kaçmayı düşünüyorsun. Kapana kısılan bir fare de öyle sanırım. Ama kaçamayacaksın, Paul. Romanlanndan biri olsaydı, kaçmayı başarırdın. Buradan gitmene izin veremem... Ama ben de seninle gelebilirim."

Paul birdenbire, "Pekâlâ, Annie," demek istedi. "Haydi, vur bakalım. Şu işi bitirelim." Ama anlık bir istekti bu. Sonra yaşama ihtiyacı ve isteği canlandı ve o anlık zayıflığını yendi. Paul'ün içinde hâlâ güçlü bir yaşama isteği ve ihtiyacı vardı. Kafasından geçen bu düşünce de zayıflıktan başka bir şey değildi. Zayıflık ve korkaklık. O, ne yazık ki ya da ne iyi ki, deliliğin arkasına saklanamazdı. "Teşekkür ederim," dedi. "Ama başladığımı bitirmek istiyorum."

Annie içini çekerek ayağa kalktı. "Pekâlâ. Herhalde böyle isteyeceğini biliyordum. Çünkü sana kapsül getirmiştim. Ama bunu ne zaman yaptığımı hatırlamıyorum." Güldü. Bu hafif, çılgınca kahkaha gevşek yüzünden değil de karnından gelmişti. "Bir süre için buradan gitmem gerekiyor. Gitmezsem, senin ya da benim isteklerimin önemi kalmayacak. Çünkü böyle zamanlarda bazı şeyler yapıyorum. Kendimi böyle hissettiğim zamanlarda gittiğim bir yer var. Tepelerde bir yer. Sen hiç çocukluğunda Remus Amca hikâyelerini okudun mu, Paul?"

Yazar, "Evet," der gibi.başını salladı.

"Tavşan Kardeşin, Tilki Kardeşe Gülme Yerinden söz edişini hatırlıyor musun?"

"Evet."


"Ben de tepelerdeki yerime o adı taktım. Gülme Yerim adını. Seni Sidewinder'dan gelirken bulduğumu söylemiştim, hatırlıyor musun?"

199


Stephen King

Paul yine başını salladı'.

"Şey... Aslında yalandı. Seni o sırada iyi tanımıyordum. O yüzden yalan söyledim. Aslında 'Gülme Yerimden dönüyordum. Kapının üzerindeki levhada şöyle yazıyor: 'ANNIE'NİN GÜLME YERİ'. Bazen oraya gittiğim zaman gerçekten gülüyorum... Ama çoğu zaman avaz avaz bağınyorum."

"Orada ne kadar kalacaksın, Annie?"

Kadın dalgın dalgın kapıya doğru gidiyordu. "Bunu bilemem. Sana kapsüllerini getirdim. Sancın tutmaz. Altı saatte iki kapsül al. Ya da dört saatte altı kapsül. Ya da hepsini birden yut."

Paul, "Ama ne yiyeceğim?" diye sormak istediyse de sormadı. Kadının dikkatini ona vermesini istemiyordu. Hiç istemiyordu. Annie'nin çıkıp gitmesi çok işine gelecekti. Onunla olmak Ölüm Meleğiyle konuşmaya benziyordu.

Uzun bir süre yatağında hiç kımıldamadan yattı. Kadının çıkardığı gürültüleri dinliyordu. Önce yukarı çıktı, sonra aşağıya indi. Mutfağa gitti. Paul, Annie'nin fikrini değiştireceğinden emindi. Kadın elinde tüfekle gelecekti. Yan kapı çarpılarak kapatıldığı ve kilitlendiği zaman da gevşemedi. Annie çamurda erimiş karları şıpırda-tarak uzaklaşırken de. Ne de olsa çifte cipte olabilirdi.

İhtiyar Bessie'nin motoru homurdandı, sonra düzenli olarak çalışmaya başladı. Annie gaza bastı. Farlar yağmurun oluşturduğu parlak gümüş perdeyi aydınlattı. Işıklar döndü, sönükleşti. Ve sonra Annie uzaklaştı. Kadın bu kez yamaçtan Sidewinder'a doğru inmiyordu. Yokuşu tırmanmaya başlamıştı.

Paul karganınkini andıran bir sesle, "Gülme Yerine gidiyormuş," dedi ve gülmeye başladı. Annie'nin bir gülme yeri vardı. Pa-ul'ün da öyle. Bu oda. Paul'ün gözü farenin köşedeki parçalanmış ölüsüne iliştiği zaman kahkahaları kesildi.

200


Sadist

Sonra aklına bir şey geldi.

"Bana yiyecek bırakmadığını da nereden çıkardım?" dedi ve büsbütün, sarsıla sarsıla gülmeye başladı. Boş evde, Paul Shel-don'un Gülme Yeri bir delinin duvarları kapitone kaplı hücresine benziyordu.

16

Paul iki saat sonra yatak odasının kilidini tekrar zorlayarak açtı. Tekerlekli sandalyeyi biraz dar olan o kapıdan ikinci kez zorla geçirdi. Bunu son kez yaptığını umuyordu. Kucağında iki battaniye vardı. Yatağın altına sakladığı kapsülleri bir kâğıt mendile sararak külotunun içine sokmuştu. Yağmur yağsın yağmasın oradan kaçmak niyetindeydi. Eline bir fırsat geçmişti, bu kez bundan yararlanacaktı. Sidewinder yamacın aşağısındaydı ve herhalde yol da yağmurdan kayganlaşmıştı. Etraf zifiri karanlıktı. Ama Paul yine de şansını deneyecekti. Bir kahraman ya da aziz gibi yaşamamıştı. Ama bir hayvanat bahçesindeki ender bulunan bir kuş gibi ölmek de istemiyordu.



Greenwich Village'deki Aslan Kafası'nda Berstein adlı iç sıkıcı bir oyun yazanyla viski içtiği geceyi anımsadı. (Yaşayıp Villa-ge'i tekrar görebilirse, Christopher Sokağında dizlerinin kalıntıları üzerine çökecek ve kirli kaldırımı öpecekti.) Konuşmanın bir yerinde söz Werhmacht, Polonya'ya girmeden ve eğlence olanca heyecanıyla başlamadan önceki o endişeli yıllarda Almanya'da yaşayan Musevilerden açılmıştı. O kıyamet sırasında büyükbabasıyla bir

201


Stephen King

teyzesini kaybetmişti Bernstein. Paul ona, "Neden Almanya'daki... kahretsin... bütün Avrupa'daki Museviler zaman varken kaçmadılar," dediğini hâlâ hatırlıyordu. "Ne de olsa aptal değillerdi. Çoğu bu tür cezayla daha önce de karşılaşmıştı. Herhalde olacaklan anladılar. O halde neden kaçmadılar?"

Bernstein'ın cevabı ona alaycı, zalimce ve anlaşılmaz gelmişti. "Çoğunun piyanosu vardı. Biz Yahudiler piyanoyu çok severiz. Bir piyanon varsa taşınmayı düşünmek sana zor gelir."

Paul durumu şimdi anlıyordu. Evet. Önce parçalanan bacakla-nm ve ezilen kalçam. Sonra, Tann yardımcı olsun, romanın başa-nyla gelişmesi. Delice bir biçimde bana zevk veriyor bu. Her şeyden kmk bacaklanmı sorumlu tutmak kolay. Çok kolay. Ya da uyuşturucuyu. Ama asıl neden romandı. Roman ve düzenli günlerin sakin sakin geçmesi. Bunlar... ama daha çok o lanet olasıca aptalca kitap. O roman benim piyanomdu. Annie Gülme Yerinden döndüğü zaman beni bulamazsa ne yapar? Romanı mı yakar?

Bana vız gelir... Hemen hemen doğruydu bu. Yaşadığı takdirde yeni bir roman daha yazabilirdi. Hatta isterse bu kitabı yeniden yaratırdı. Ama bir ölünün yeni bir piyano alması ne kadar imkansızsa, roman yazması da o kadar imkânsızdı.

Paul oturma odasına gitti. İlk geldiğinde derli topluydu burası. Ama şimdi her tarafa kirli tabakalar yığılmıştı. Evdeki bütün ta-baklann buraya getirilmiş olduğunu düşündü. Annie'nin depresyona girdiği zaman sadece kendini tokatlayıp çimdiklemekle kalmadığı anlaşılıyordu. Durmadan tıkındığı, bulaşıklara da aldırmadığı belliydi. Paul o kurşuni bulutun içindeyken boğazından ciğerlerine doğru inen o pis kokulu havayı hatırlayınca midesi büzüldü. Tabaklardaki bulaşıklar daha çok tatlı şeylerden kalmıştı. Pek çok kâse ve çorba tabağında dondurmalar kurumuştu ya da kuruyordu. Tabak-

202

Sadist


larda kek kırıntıları ve pasta izleri vardı. Üzerindeki kreması kuruyup çatlamış bir pelte yığını televizyonun üstünde, iki litrelik plastik bir gazoz şişesiyle bir salça kabının yanında duruyordu. Şişe, Titan II Roketinin burun konisi kadar büyük gözüküyordu. Üzerine yiyecekler bulaşmış, plastik buzlu cama dönmüştü. Paul, Annie'nin gazozu doğrudan doğruya şişeden içmiş olduğunu tahmin etti. Ve herhalde o sırada parmakları salçalı ya da dondurmalıydı. Çatal ve bıçaklann şakırtısını duymamıştı. Bu da şaşılacak bir şey değildi. Tabaklar, çanaklar, kâseler vardı. Ama çatal bıçak, hayır. Halıya ve kanepeye akan dondurmalar kurumuştu.

Sabahlığındaki de dondurma lekesiydi demek. Bol bol dondurma yemiş. Soluğu da dondurma kokuyordu. Annie'yi mağara devrinde yaşamış bir kadına benzetişini anımsadı.. Sonra hayalinde bu odadaki sahne belirdi. Annie burada oturmuş, dondurmaları ağzına tıkıyordu. Belki de tavuk suyuyla yapılmış, yan donmuş salçayı elleriyle yiyor, üzerine de gazoz içiyordu. Depresyona girmiş, sersemlemişti. Yalnızca yiyor ve içiyordu.

Bir buz parçasının üzerinde oturan penguen hâlâ küçük masadaydı. Ama kadın diğer birçok seramik bibloyu köşeye fırlatmış, parçalan etrafa saçılmıştı. Sivri parçaları.

Şimdi Paul'ün gözlerinin önünde Annie'nin farenin gövdesine batan parmaklan vardı. Bu görüntüyü kafasından atamıyordu. Annie'nin parmaklannın çarşafta bıraktığı kırmızı izler. Parmaklann-daki kanlan yalaması. Dalgın dalgın hem de. Sanki dondurma, pelte ve reçelli kek yemiş gibi. Dehşet verici görüntülerdi bunlar. Ama Paul'ü acele etmeye de zorluyordu.

Sigara masasındaki kuru çiçek dolu vazo devrilmişti. Masanın altında tatlı dolu bir tabak ve büyük bir albüm vardı. Üzerinde "Anılar Yolu" yazılıydı.

203


Stephen King

Depresyona girdiğin zaman Anılar Yolunda dolaşmak hiç de iyi bir fikir değildir, Annie! Ama herhalde bunu artık sen de biliyorsun.

Paul odada ilerledi. Mutfak tam karşıdaydı. Sağda geniş ve kısa bir koridor sokak kapısına doğru giriyordu. Yukarı kata çıkan merdiven bunun yanındaydı. Paul merdivene bir göz attı. Basamak-lardaki halıya dondurma damlamış, trabzana yağlar bulaşmıştı. Ön kapıya doğru gitti. Sandalyesiz bir yere gitmem imkânsız, diye düşünüyordu. Onun için en iyisi arka kapıdan çıkmak. Annie'nin hayvanlara yem vermek için çıktığı kapıdan. Bay Zengin Çiftçi geldiği zaman fırladı kapıdan. Ama ön kapıyı da bir kontrol etmeliyim. Beni şaşırtacak bir şeyle karşılaşabilirim...

Ama karşılaşmadı.

Verandanın basamakları korktuğu kadar dikti. Tekerlekli sandalye için bir rampa bile olsaydı, yine de kullanamazdı. (Paul böyle bir şeyi heyecanlı bir "Bunu Yapabilir misin?" oyununda bile kabul edemezdi. Bir arkadaşı önermiş olsa bile.) Kapıda üç kilit vardı. Kol demirini kaldırabilirdi. Ama kapıya Kreig kilitleri takılmıştı. Eski polis arkadaşı Tom Twyford'un söylediğine göre dünyanın en iyi kilitleriydi bunlar. Ve anahtarlar neredeydi?.. Hım... Düşünelim bakalım? Belki de Annie'yle birlikte Gülme Yerine doğru gidiyorlar. Evet, efendimmm! Bu soruyu bildi. Ona ödül olarak bir sigar ve yakması için de bir kaynak makinesi verin.

Paul paniğe kapılmamaya çalışarak koridordan döndü. Kendi kendine, zaten ön kapıdan kaçabileceğimi hiç sanmıyordum, diye hatırlatıyordu. Sandalyeyi döndürdü ve mutfağa girdi. Eski tarz bir yerdi burası. Yere parlak renkli bir muşamba serilmişti. Tavan baskılı tenekedendi. Buzdolabı eskiydi ama gürültüsüz çalışıyordu. Ka-

204

Sadist


pağına o mıknatıslı süslerden takılmıştı. Paul bunlann tatlı şeyler biçiminde olmalarına da hiç şaşmadı. Bir şeker, bir çikolata, bir çiklet. Dolaplardan birinin kapağı açıktı. Raflara düzgünce muşambalar serilmiş olduğunu gördü. Musluğun yukarısında büyük pencereler vardı. Herhalde hava kapalıyken bile oradan içeriye bolca ışık giriyordu. Mutfağın neşeli görünüşlü bir yer olması gerekirdi ama değildi. Devrilmiş olan tenekeden etrafa çöpler saçılmıştı. Tenekeden çürümekte olan yiyeceklere özgü o pis, sıcak koku yükseliyordu. Ama tek kötü şey bu değildi. Ya da feci koku. Bir şey daha vardı. Sanki bu daha çok Paul'ün kafasındaydı. Ama bu yüzden gerçeklik duygusunu yitirmiyordu.

Mutfağa üç kapı açılıyordu. Bunlardan ikisi yanda, biri de tam karşıdaydı, buzdolabıyla kiler bölmesinin arasında.

Önce soldaki kapılardan birine gitti. Bunlardan biri dolaptı aslında. Daha paltoları, şapkaları, eşarpları ve çizmeleri görmeden böyle olduğunu anlamıştı. Kapağın o garip gıcırtısı bunu ona açıkladı. Diğer Annie'nin dışarı çıkmak için kullandığı kapıydı. Ve oraya da kol demiri vurulmuş ve iki Kreig kilit takılmıştı.

"Rodyman'lar içeri giremezsiniz! Paul, dışarı çıkamazsın!"

Paul'e kadın kahkahalar atıyormuş gibi geldi.

"Seni aşağılık dişi köpek!" Paul yumruğunu kapının yanına indirdi. Canı yandığından elinin yanına götürdü. Yaşlardan gözlerinin yanması onu sinirlendirdi. Kirpiklerini kırpıştırdığı zaman her şeyi çift görmesi de. Ama yaşlara engel olmak elinde değildi. Kapıldığı panik gitgide artıyordu. Bir ses ama, ne yapacaksın, diye soruyordu. Tanrı aşkına! Ne yapacaksın? Bu son şansın olabilir...


Yüklə 1,27 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin