Stephen King Sis



Yüklə 1,35 Mb.
səhifə17/27
tarix04.11.2017
ölçüsü1,35 Mb.
#30621
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   27

Ama şimdi trabzanda iz falan yoktu.

Richard yukarıya çıkıp, Seth'in odasına girdi. İçerisi derli toplu ve temizdi. Bu odada kimse yaşamamıştı sanki. Kişiliği de

— 199 —

yoktu. Kapının tokmağına «Misafir Yatak Odası» yazılı bir levh asabilirlerdi.



Richard alt kata indi. Ve uzun süre oturma odasında kaldı O karmakarışık teller, amplifikatörler, mikrofonlar da ortadan yok olmuştu. Seth'in her zaman «onaracağını» söylediği teybin parçaları da. (Seth, Jon kadar usta değildi. Ayrıca kendisini uzun süre bir işe de veremezdi.) Şimdi odada Lina'nın pek de hoş 0|. mayan kişiliğinin izleri vardı. Ağır, çok parlak renkli eşya|ar atardamardan akan kan kadar göz alıcı bir halı. Ve iç bayıltıcı duvar halıları. Bunlardan birinde Son Yemek vardı, isa burada Wayne Newton'a benziyordu. İkincisinde ise bir Alaska manzarası görülüyordu. Batan güneşin önünde duran bir geyik. Bu odada bir zamanlar Seth Hagstrom adında bir çocuğun oturduğunu gösterecek en ufak bir iz bile kalmamıştı. Burası da evin öbür odalarından farksızdı.

Richard merdivenin yakınında durmuş çevresie bakınırken, bahçe yoluna bir arabanın girdiğini duydu. «Una,» diye düşündü ve birden suçluluk duygusuna kapıldı. «Lina, tombaladan döndü. Seth'in burada olmadığını anlayınca ne diyecek?»

Richard, Lina'nın haykırdığını duyar gibi oldu. «Katil! Oğlumu öldürdün!»

Ama o Seth'i öldürmemişti ki.

Richard, «Ben onu SİLDİM.» diye mırıldanarak karısını karşılamak üzere yukarıya, mutfağa çıktı.

Lina daha şişmandı şimdi.

Richard tombala partisine seksen sekiz, doksan kilo bir kadın yollamıştı. Ama şimdi karşısındaki kadın yüz elli kilo vardı. Belki de daha fazla. Olgun yeşil zeytin rengi polyester pantolonun içinde, bir file yakışacak kalçaları ve bacakları deniz gibi dalgalanıyordu. Üç saat önce cildi sadece solgunken, şimdi has-talarınki gibi kara sarı bir renk almıştı. Richard doktor değildi, ama karısının cildine bakarken, «Karaciğeri ciddi biçimde hastalanmış,» diye düşündü. «Ya da yakında kalp krizi geçirecek.» Kadın şiş kapaklı gözleriyle Richard'ı dikkatle, küçümsercesine süzüyordu.

— 200 —


Etli avuçlarında dev gibi bir hindinin donmuş cesedi vardı. Kindi selofan kâğıdın içinde sağa sola dönüyordu. Canına kıymak amacıyla kendini torbaya sokmuş biri gibi.

Lina, «Neye bakıyorsun, Richard?» diye sordu. ¦

Richard kendi kendine, «Sana bakıyorum, Una,» dedi. «Ço" Cuğumuz olmadığı bir dünyada, sen bu hale girmişsin. Çünkü seveceğin kimse yok. Tabii seninki zehirli bir sevgiydi, o da baş-10, Her şeyin geldiği, ama hiçbir şeyin gitmediği bir dünyada, bak ne hale gelmişsin? Sana Lina. Sana bakıyorum ben. Sana.»

Richard sonunda, «O kuşa bakıyordum, Lina,» demeyi başar di. «Şimdiye kadar gördüğüm hindilerin en irisi.»

«Orada durup şaşkın şaşkın bakmasana, ahmak! Bana yardım et!»

Richard hindiyi alarak tezgâha koydu. Hindiden kasvetli bir soğukluk yayılıyordu. Richard onu tezgâha bırakırken, sanki tah-taymış gibi bir ses çıkmıştı.

Lina sabırsızca, «Orası olmaz!» diye haykırarak,kileri işaret etti. «O buzdolabına sığmaz. Derin soğutucuya koyalım.»

Richard mırıldandı. «Bağışla.» Daha önce derin soğutucuları yoktu. Seth'in yaşadığı dünyada hiçbir zaman olmamıştı.

Richard hindiyi kilere götürdü. Buradaki soğuk beyaz flore-san tüplerinin aydınlattığı uzun soğutucu, soğuk beyaz bir tabuta benziyordu. Richard hindiyi öbür hayvan cesetlerinin yanına koydu. Sonra yeniden mutfağa döndü. Lina dolaptan çikolata dolu kavanozu indirmişti, içleri yer fıstığı yağıyla dolu çikolataları arka arkaya ağzına atıyordu.

Kadın, «Bu tombala partisi Şükran Günö için düzenlendi,» diye açıkladı. Gelecek hafta değil de, bugün yaptık. Çünkü Peder Phillip gelecek hafta hastaneye yatacak. Safra kesesini alacaklar. Hindiyi ben kazandım.» Gülümsedi. Kahverengi çikolata ve fıstık yağı karışımı dişlerinden damlıyordu.

Richard, «Lina,» dedi. «Hiç çocuğumuz olmadığı için üzüldün mü?»

Kadın adama sanki onun çıldırdığını sanıyormuş gibi baktı. ¦Maymun suratlı bir bebeği ne yapacaktım?» Yarıya kadar boşalmış olan kavanozu dolaba koydu. «Ben gidip yatacağım. Sen de

— 201

geliyor musun? Yoksa oraya gidip daktilonun başında bir Sür daha aylak aylak oturacak mısın?» ö



«Biraz daha çalışmayı deneyeceğim...» Richard'ın sesi ş~ şılacak kadar sakindi. «Gecikmem.»

«O nesne çalışıyor mu?»

«Ne...» Richard sonra durumu anladı ve yine kendisini suçlu hissetti. Lina da bilgisayarı biliyordu. Tabii biliyordu. Seth'in SİLİNMESİ Roger'ı da, karısıyla çocuğunu da etkilememişti. Onların yaşadıkları boyutu yani. «Hayır... Hiç çalışmıyor.»

Lina memnun memnun başını salladı. «Şu yeğeninin aklı bir karış havadaydı. Tıpkı senin gibi Richard. Ürkek bir tavşana benzemeseydin, on beş yıl önce onun anasıyla yatmış olduğundan kuşkulanırdım.» Şaşılacak kadar gürültülü ve bayağı bir kahkaha attı. Bu yaşlanmaya başlayan alaycı ve aşağılık bir kadının gülüşüydü. Richard az kalsın karısına saldıracaktı. Ama sonra dudaklarının bir gülümsemeyle aralandığını hissetti. Yeni boyutta Seth'in yerini alan derin dondurucu kadar soğuk ve anlamsız bir gülümsemeydi bu.

Richard, «Fazla gecikmem,» dedi. «Bir iki şeyi not etmek istiyorum.»

Lina kayıtsızca, «Neden Nobel ödülünü kazanacak kısa bir hikâye yazmıyorsun?» diye sordu. «Ya da öyle bir şey?» Dev anası kadın yalpalayarak merdivene giderken, holün tahtaları gıcırdayıp homurdandı. «Aldığım numaralı gözlüğün parasını hâlâ vermedim. Videonun taksidini de geciktirdik. Kahretsin! Neden biraz para kazanmıyorsun?»

Richard, «Şey,» dedi. «Bilmiyorum, Lina. Ama bu gece par lak fikirlerim var. Gerçekten.»

Kadın dönüp ona baktı. Yine alaylı bir şey söyleyecekti. «Parlak fikirlerin bizi hiçbir zaman zengin etmedi, ama yine seni bırakmadım,» gibi bir şey. Sonra bundan vazgeçti. Belki de Richard'ın gülüşü onu engellemişti. Lina merdivenden çıktı. Richard orada durmuş, karısının gök gürültüsünü andıran ayak seslerini dinliyordu. Alnında ter taneciklerinin belirdiğinin farkındaydı. Hem midesi bulanıyordu, hem de çok sevinçliydi.

Sonra dönerek çalışma odasına gitti.

Richard bilgisayarı açtığında, bu kez aygıt ne mırıltıya ben-

— 202 —

ter bir ses çıkardı, ne de gök gürlemesine. Bilgisayardan alçalıp tizleşen ulumaya benzer bir ses yükseldi. Ekranın hemen gerisindeki oyuncak tren transformatörü hemen kokmaya başladı. Richard Uygulama düğmesine bastı, «Doğum günün kutlu olsun, Richard amca! Jon» cümlesi silindi ve makineden dumanlar çıktı.



Richard, «Fazla vaktim yok...» diye düşündü. «Hayır... Bu doğru değil. Hiç vaktim yok. Jon bunu biliyordu. Şimdi ben de eliyorum.»

Richard'ın iki seçeneği vardı yalnızca. Ya Ekleme düğmesine basarak Seth'i geri getirecek ya da başladığı işi bitirecekti. Richard Seth'i kolaylıkla geri getirebileceğinden emindi. Altın paraları yaratmak kadar kolay olacaktı bu.

Koku gitgide artıyor, keskinleşiyordu. Birkaç dakika sonra ekranda, «Fazla Yükleme» sözcükleri belirecekti. Sadece birkaç dakikası vardı.

Richard parmaklarını tuşlarda dolaştırdı ve «Karım Adelina Mabel Warren Hagstrom'dur.» diye yazdı.

Sonra Silme düğmesine bastı.

Yine tuşlara vurarak, bu sefer şu cümleyi yazdı. «Ben yalnız yaşayan bir adamım.»

Şimdi iki sözcük ekranın yukarı sağ köşesinde belirip kaybolmaya başlamıştı. «Fazla Yükleme.» «Fazla Yükleme.» «Fazla Yükleme.»

«Lütfen... Lütfen bitirmeme izin ver. Lütfen. Lütfen...»

Videodan çıkan duman artık iyice yoğunlaşmış ve kurşuni-leşmişti. Richard hâlâ uluyan bilgisayara baktı. Deliklerinden de dumanlar çıkıyordu... Ve dipte, dumanların arasında somurtkan, kırmızı bir kıvılcım vardı.

Büyülü top, sağlıklı mı, zengin mi yoksa akıllı mı olacağım? Yoksa yalnız yaşayacak ve üzüntümden kendimi mi öldüreceğim? Zamanım var mı?

Şimdi sonucu göremiyorum. Daha sonra tekrar dene.

Ama Richard için, «daha sonra» diye bir şey yoktu.

Böylece Ekleme düğmesine dokundu ve ekran karardı. Ama o «Fazla Yükleme» sözcükleri hâlâ göz kırpıyordu.

Richard tuşlara basarak, «Tabii karım Belinda ve oğlum Jonathan da yanımdalar,» diye yazdı.

— 203 —

«Lütfen... Lütfen...» J



Richard, Uygulama düğmesine bastı. *

Ekranda hiçbir şey belirmedi. Genç adama yüzyıllar kadar uzun gelen bir süre bomboş kaldı. Sadece yine «Fazla Yükleme, sözcükleri gözüküyordu. Artık öyle hızlı göz kırpıyorlardı ki, bu iki sözcük sanki ekrandan hiç silinmiyormuş gibi geliyordu insana. Aygıtın içinde bir şey patlayarak cızırdadı. Richard inledi.

Sonra ekranda yeşil harfler belirdi. Sanki simsiyah bir denizde yüzüyordu bunlar.

«Ben yalnız yaşayan bir adamım. Tabii karım Belinda ve oğlum Jonathan da yanımdalar.»

Richard, Uygulama düğmesine iki kez vurdu.

«Şimdi,» diye düşündü. «Şimdi, 'Bilgisayarın bütün kusurları Bay Nordhoff onu buraya getirmeden önce giderilmişti,' diye yazacağım. Ya da, 'Kafamda en aşağı yirmi beş çok-satan kitaba yetecek kadar fikir var.' Ya da, 'Ailemle birlikte sonsuza kadar mutlu bir yaşam süreceğim.' Ya da...»

Ama Richard hiçbir şey yazmadı. Ellerini aptal aptal tuşlar da dolaştırdı. Kafasının karmakarışık olduğunun farkındaydı. Otomobil icat edileli beri Manhattan'da görülen en büyük trafik keşmekeşinden farksızdı bu.

Birdenbire ekranda arka arkaya aynı sözcükler belirdi.

«Fazlayüklemefazlayüklemefazlayüklemefazlayükleme.»

Yine bir patlama oldu. Aygıttan alevler fışkırdı. Sonra bunlar kayboldu. Richard koltuğunda arkasına yaslandı. Ekranın patlayacağından korktuğu için, yüzünü elleriyle korumaya çalışıyordu.

«Baba?»

Richard koltuğunda döndü. Yüreği öyle çarpıyordu ki, sanki göğsünü delip dışarı fırlayacaktı.



Kapıda Jon duruyordu. Jon Hagstrom. Yüzü eskisi gibiydi, ama yine de bir fark vardı. Belli belirsiz, ama yine de fark edilecek bir başkalık. Richard, «Belki de bu iki kardeş arasındaki far ka bağlı bir şey,» diye düşündü, «ikimizin babalığı arasındaki far ka. Ya da çocuğun gözlerindeki o ihtiyatlı, dikkatli ifadenin kay bolmuş olması böyle düşünmeme neden oldu. Richard, Jon'un gözlüğünün ince madeni bir çerçevesi olduğunu gördü. Roger'ın

— 204 —


çocuğa on beş dolar daha ucuz olduğu için aldığı o çirkin, bağa kenarlı göziük kaybolmuştu.

Belki neden daha da basitti. Jon'da şanssız, ümitsiz bir çocuk hali yoktu artık.

Richard boğuk boğuk, «Jon?» dedi. Kendi kendine bundan tjaha fazlasını gerçekten isteyip istemediğini soruyordu. Gerçekten istemiş miydi? Bu Richard'a gülünç geliyordu, ama genç adam .«Belki de istedim,» diye düşündü. «İnsanlar böyle işte.» Sonra ekledi. «Jon, sensin değil mi?»

«Başka kim olacaktı?» Jon başıyla bilgisayarı işaret etti. «Bilgisayarlar cennetine uçtuğun sırada yaralanmadın ya?»

Richard güldü. «Hayır hayır. Bir şeyim yok.»

Jon başını salladı. «Çalışmadığı için üzgünüm. Bilmem neden o İşe yaramaz parçaları kullandım... Bunu gerçekten bilmiyorum.» Tekrar kafasını sallayarak ekledi. «Sanki zorunluymu-şum gibi. Çocukça bir şey bu.»

Richard oğlunun yanına giderek kolunu onun omzuna attı. «Eh, belki bir dahaki sefere daha başarılı olursun.»

«Belki. Ya da başka bir şeyi denerim.»

«O da olur.»

«Annem kakaonun hazır olduğunu söyledi. Tabii istiyorsan.»

Richard, «İstiyorum,» dedi.

Baba oğul çalışma odasından çıkıp eve gittiler. Bu eve hiçbir zaman tombalada kazanılmış, donmuş bir hindi girmemişti. «Şu anda bir fincan kakao çok hoşuma gidecek.»

Jon, «Yarın o nesnenin içindeki işe yarayacak birkaç şeyi alırım,» dedi. «Gerisini çöpe atarım.»

Richard, «Onu yaşamımızdan sil,» diye karşılık verdi. Birlikte gülerek sıcak kakao kokan eve girdiler.

-------——o

— 205 —


Maymun

Hal Shelbum, oğlu Dennis'in tavan arasının bir kösesine atılmış küflü karton kutudan çıkardığı şeyi görünce, müthiş bir çaresizlik ve dehşete kapıldı. Az kalsın bağıracaktı. Çığlığı geri tıkmak istiyormuş gibi yumruğunu ağzına dayadı... Sonra da yumruğuna doğru öksürdü. Terry de Dennis de bunu fark etmediler. Sadece Petey bir an merakla çevresine bakındı.

Dennis saygıyla, «Hey,» dedi. «Çok güzel.» Artık babası onunla konuşurken, sesinde bu ifade belirmiyordu. Dennis on iki yaşındaydı.

Petey, «Nedir o?» diye sordu. Babasına bir göz attı. Sonra da bakışları tekrar ağabeyinin bulduğu şeye kaydı. «Nedir o, baba?»

Dennis. «Bu bir maymun, geri zekâlı,» dedi. «Şimdiye kadar hiç maymun görmedin mi?»

Terry dalgın dalgın, «Kardeşine geri zekâlı deme,» diye söylendi. Sonra da içinde perdeler olan bir kutuyu inceledi. Perdeler küften yapış yapış olmuştu. Genç kadın onları çabucak elinden bıraktı, «ööö...»

Petey, «Maymunu ben alabilir miyim, baba?» dedi. Henüz dokuz yaşındaydı.

Dennis haykırdı. «Ne demek istiyorsun? Onu ben buldum.» Terry, «Çocuklar, lütfen,» dedi. «Başım ağrımaya başladı.» Hal bu konuşmayı hayal meyal duydu. Maymun büyük onlunun elinden parlak gözleriyle ona bakıyordu. Suratında o bil-

— 206 —

jile gülümseme vardı. Çocukken Hal'in karabasanlarında gördüğü 0 gülümseme. Hal sonunda...



Dışarıda soğuk bir rüzgâr esmeye başladı. Yıpranmış, paslı yağmur oluğundan bir ıslık sesi yükseldi. Petey babasına sokuldu. Çiviler çakılı tahta tavana endişeyle bakıyordu.

Islık gırtlaktan gelen bir mırıltı halini alırken de, «O neydi, babacığım?» diye sordu.

Hal hâlâ maymuna bakıyordu. «Sadece rüzgâr.» Maymunun elindeki pirinç ziller, çıplak tek ampulün ölgün ışığında yarım-aylar gibi gözüküyordu. Birbirlerinden otuz santim kadar uzaktaydılar ve kımıldamıyorlardı. Genç adam dalgın dalgın ekledi. «Rüzgâr ıslık çalabilir, ama şarkı söyleyemez.» Sonra bunun Will Amcasının sık sık yinelediği bir söz olduğunu anımsadı ve tüyleri diken diken oldu.

Yine o ıslık sesi duyuldu. Rüzgâr uğuldayarak Kristal gölden esiyor, sonra oluklara dalıyordu. Hal'in yüzüne soğuk hava dalgacıkları çarptı. Genç adam, «Tanrım,» diye düşündü. «Burası Hart-ford'daki evin arka tarafındaki dolaptan farksız. Sanki hepimiz birden zamanda yolculuk yaptık ve otuz yıl öncesine döndük.»

Hayır, bunu düşünmeyeceğim!

Ama tabii, şimdi bundan başka bir şey düşünemiyordu.

Bu lanet olasıca maymunu aynı kutuda bulduğum o arka dolap...

Terry ıvır zıvır dolu bir sandığa bakmak için uzaklaştı. Tavan alçak olduğu için, ördek gibi sağa sola yalpalıyordu.

Petey, «Ondan hoşlanmadım,» diyerek Hal'in elini tuttu. «Dennis istiyorsa maymunu alsın. Artık gidelim mi. babacığım?»

Dennis, «Ne o, hayalet göreceğini mi sanıyorsun, korkak?» diye alay etti.

Terry dalgın dalgın, «Sus, Dennis,» dedi. Üzerinde Çin desenleri olan, incecik porselen bir fincanı aldı. «Bu çok güzel. Bu...»

Hal, Dennis'in maymunu sırtından kurmak için gerekli olan anahtarı bulduğunu fark etti. Dehşet, kara kanatlarını açarak içinde dolaştı. «Yapma!»

Sesi gereğinden fazla sert çıkmıştı. Ne yaptığını bilmeden, maymunu Dennis'in elinden kaptı. Dennis dönüp şaşkın şaşkın

— 207 —


baktı. Terry de omzunu üzerinden Hal'e bir göz attı. Petey başı^ kaldırdı. Bir an hiçbiri konuşmadılar. Rüzgâr yine ıslık çaldı. gü sefer sesi çok pesti. Çirkin bir davete benziyordu.

Hal, «Şey,» dedi. «Herhalde içindeki yay kırıktır.» Eskiden de kırıktı... Ama bazen kırık değilmiş gibi çalışı», di... İstediği zaman...

«Maymunu elimden kapmana gerek yoktu ki.» «Dennis, kes sesini.»

Dennis gözlerini kırpıştırdı. Bir an endişelendi de. Babası uzun süredir onunla bu kadar sert konuşmamıştı. California'da National Aerodyne Şirketindeki işini kaybettiği ve Texas'a yerleştiklerinden beri böyle öfkelenmemişti. Dennis diretmemeye karar verdi. Ama şimdilik. Tekrar karton kutuya dönerek bunu karıştırmaya başladı. Kutuda işe yarayacak bir şey yoktu. Kan yerine samanları ve yayları akan, kırık oyuncaklar... #i

Rüzgârın sesi yükselmişti artık. Islık çalmıyor, uluyordu.»! «Baba, lütfen...» Petey bunu ancak Hal'in duyabileceği mt sesle söylemişti. M]

Hal, «Evet,» dedi. «Terry artık gidelim.» m\

«Ama daha birçok şeye bakmadım...» il

«Gidelim, dedim.» I

Bu sefer de Terry şaşırdı. "

Bir motelde yanyana iki oda tutmuşlardı. O gece saat onda, iki çocuk odalarında mışıl mışıl uyuyorlardı, Terry de öbür odada. Genç kadın Casco kentindeki evden dönerlerken, migreninin tutmaması için iki Valium hapı almıştı. Terry son zamanlarda fazla Valium içiyordu. İlaca National Aerodyne Şirketi Hal'in işine son verdiği zaman başlamıştı. Genç adam son iki yıldır Texas Instruments şirketinde çalışıyordu. Yılda eskisinden dört bin dolar daha az kazanıyordu. Ama iş işti. Şanslı sayılırlardı. Pek çok bilgisayar programlama uzmanı işsiz geziyordu. Şirketin Amette'de verdiği ev de Fresno'daki kadar güzeldi. Karısına bunları söylediğinde, Terry, «Haklısın,» diyordu. Ama Hal karısının yalan söylediğini düşünüyordu.

Dennis'i de kaybetmeye başlamıştı. Oğlunun kendisinden

— 208 —


uzaklaştığını hissediyordu. Çocuk zamanı gelmeden kaçacaktı besbelli. «Güle güle Dennis, hoşçakal yabancı. Seninle tren yolculuğu yapmak hoşuma gitti.» Terry, «Bu çocuk esrar içiyor,» diyordu. «Bazen kokusunu fark ediyorum. Onunla konuşmalısın. Hal.» Genç adam da bunu yapacağını söylüyordu. Ama henüz konuşmamıştı.

Çocuklar uyuyorlardı. Terry de öyle. Hal banyoya girip kapıyı çekti. Klozetin kapağını kapayarak, üzerine oturdu. Ve maymuna baktı.

Maymuna dokunmaktan bile nefret ediyordu. Yer yer dökülmüş, o yumuşak kahverengi kürke dokunmaktan. Maymunun sırıtışı da sinirlerine dokunuyordu. Will Amca bir keresinde, «Bu maymun zenciler gibi gülüyor,» demişti. Ama aslında maymun ne zenciler gibi gülüyordu, ne de öbür insanlar gibi. Yaratığın bütün dişleri ortadaydı. Oyuncak kurulunca dudakları oynuyor, sanki dişleri irileşip vampir dişlerine dönüşüyordu. Maymun dudaklarını oynatarak zilleri birbirine vuruyordu. «Ahmak maymun, ahmak kurgulu maymun, ahmak, ahmak...»

Hal maymunu düşürdü. Elleri öyle titriyordu ki, oyuncağı yere düşürdü.

Anahtar fayanslara çarparak şıkırdadı. O sessizlikte bu şıkırtı, Hal'de gök gürültüsü etkisi yaptı. Şimdi maymun genç adama bulanık, kehribar gözleriyle bakıyordu. Ahmakça bir neşe dolu bebek gözleriyle. Zilleri cehennemden gelecek bir bandoya katılmayı bekliyormuş gibi hazırdı. Altta «Hong Kong Malı» yazılıydı.

Hal, «Sen burada olamazsın,» diye fısıldadı. «Ben seni dokuz yaşımdayken kuyuya attım.»

Maymun ona sırıttı.

Dışarıdaki karanlık gecede, uğursuz bir rüzgâr moteli sar sıyordu.

Hal'in ağabeyi Bili ve onun karısı Colette, ertesi gün onlarla Will Amcayla İda Yengenin evinde buluştular.

Bili gülerek Hal'e, «Aile bağlarını pekiştirmek için birinin ölümünden yararlanmanın, çok kötü bir yol olduğunu hiç düşün-

— 209 —

Sis —F. 14



dön mü?» diye sordu. Ona Will Amcanın adını koymuşla^ Will Amca bazen, «Rodeo şampiyonları Will'le Bil,» diyerek ç/ cuğun saçlarını karıştırırdı. Sık sık yinelediği bir sözdü bu. Tipu «Rüzgâr ıslık çalabilir, ama şarkı söyleyemez,» sözü gibi...

Will Amca altı yıl önce ölmüş, İda Yenge bu evde yalm2 başına yaşamayı sürdürmüştü. Bir hafta önce de kriz geçirmi» ve son nefesini vermişti. Bili, Hal'e haber vermek için şehirlerarası telefonla kardeşini aradığı zaman, «Çok ani oldu,» demişti. Sanki bilebilirmiş gibi. Bir insanın ne zaman öleceğini kim bilebilirdi? İda Yenge yalnız başına ölmüştü.

Hal, «Evet,» dedi. «Düşündüm.»

İki kardeş evi dolaştılar, Büyüdükleri bu yuvayr. Gemilerde çalışan babaları, onlar küçükken ortadan kaybolmuştu. Bili babasını hayal meyal anımsadığını iddia ediyordu. Ama Hal'in babasıyla ilgili hiçbir anısı yoktu. Anneleri de Bill on, Hal de sekiz yaşındayken ölmüştü. İda Yenge onları bir otobüse bindirip Hartford'dan buraya getirmişti, iki kardeş burada büyümüş, bu evden üniversiteye gitmişlerdi. «Evi özledim,» dedikleri zaman, bu evi kastetmişlerdi. Bili, Maine'de kalmıştı. Şimdi Portland'da avukatlık yapıyordu, işinde oldukça başarılıydı.

Hal, Petey'in evin doğu tarafındaki birbirine karışmış böğürtlenlere doğru gittiğini fark ederek, «Oraya yaklaşma,» diye seslendi.

Petey soru sorar gibi ona baktı. Hal oğluna duyduğu sevgiyle sarsıldı. Ve birden aklına yine maymun geldi.

Petey, «Ama neden, baba?» diye sordu.

Bili, «Eski kuyu oralarda bir yerde olacak,» dedi. «Açıkçası, tam yerini unuttum. Baban haklı, Petey, oraya yaklaşmamalısın. Dikenler her yanınl çizer, öyle değil mi, Hal?»

Hal dalgın dalgın, «Öyle,« diye mırıldandı. Petey uzaklaştı. Arkasına hiç bakmıyordu. Sonra Dennis'in suda taş sektirdiği, çakıllı dar kıyıya indi. Hal göğsünde bir şeyin biraz gevşediğin^ hissetti.

Belki Bili eski kuyunun nerede olduğunu unutmuştu. Ama Hal o gün akşama doğru, kuyuyu eliyle koymuş gibi buldu. Ora-

— 210 —

va varmak için aralarından geçtiği dikenler eski flanel ceketini yırttılar- gözlerini oymaya kalkıştılar. Hal kuyunun yanında du-Lp, üzerine kapatılmış çürük tahtalara baktı. Bir an düşündü ve yere diz çöktü. Dişleri arka arkaya iki el ateş edilmiş gibi çatlıydılar. Hal tahtalardan ikisini yana çekti.



Boğulmakta olan biri, taş kuyunun dibinden Hal'e baktı. Ağzı çarpılmış, gözleri büyümüştü. Hal inledi. Sesi yüksek değNdi. ^rna yüreğinde çok şiddetli bir yankı yapmıştı bu ses. .Kara sudaki kendi yüzüydü.

O maymunun suratı değil. Hal bir an onun maymunun suratı olduğunu sanmıştı.

Titriyordu adam. Bütün vücudu sarsılıyordu.

Onu kuyuya atmıştım. Onu kuyuya atmıştım. Tanrım, yalvarırım aklımı kaçırmış olmayayım. Onu kuyuya atmıştım.

Kuyu Johnny McCabe'in öldüğü yaz kurumuştu. Bill'le Hal' in, Will Amcayla İda Yengenin yanına yerleşmelerinden bir yıl sonra. Will Amca artezyen kuyusu açtırmak için bankadan borç almıştı. Eski kuyunun çevresini de böğürtlenler sarmıştı. Kurumuş olan kuyunun.

Ama şimdi kuyunun dibinde su vardı. Su geri gelmişti." Maymun gibi...

Hal bu sefer o anıyı kafasından kovamazdı. Orada çaresizlikle oturup, anıların canlanmasına izin verdi. Onlarla birlikte sürüklenmeye çalıştı. Dev bir dalganın üzerinde kayan bir sörf-çü gibi: Sörfçü düşerse, dalga onu ezecekti.

Hal o yazın sonlarına doğru, elinde maymunla usulca buraya gelmişti. Böğürtlenler olmuştu artık. Kokuları keskin ve iç bayıltıcıydı. Kimse buraya gelip onları toplayamazdı. Ancak İda Yenge bazen önlüğünün eteğine birkaç avuç böğürtlen doldururdu. Hal o gün böğürtlenlerin fazla olgunlaşmış ve geçmeye başlamış olduklarını fark etmişti. Bazıları çürümüştü. Bunlardan irine benzeyen, yoğun, beyaz bir su akıyordu. Yerdeki uzun otların arasında ağustosböcekleri, insanı çıldırtacak bir şarkı tutturmuşlardı. «Riii-riii...» Sonu gelmiyordu bunun.

Hal'in yüzünü dikenler çizmiş, yanaklarında kan damlaları be-

— 211 —


lirmişti. Çıplak kollarında da. Kendisini korumaya çalışmıyorrt. Duyduğu dehşet yüzünden körleşmişti. Hem öylesine körleşrmv ti ki, az kalsın kuyuyu örten çürümüş tahtaların üzerine devrilecekti. Belki de dokuz metre derinliğindeki kuyunun çamurlu dj-bine yuvarlanacaktı. Dengesini yitirmemek için kollarını açınca dikenler yine derisini dağlamıştı. Hal işte bu olayı anımsadığı' için, Petey'i öyle sert bir sesle geri çağırmıştı.

Johnny McCabe'in öldüğü gündü bu. Hal'in en yakın arkadaşının. Johnny evlerinin arka bahçesindeki bir ağacın tepesine bir kulübecik yapmıştı. Hal'le o yaz ağacın tepesinde uzun saatler geçirmişlerdi. Korsancılık oynuyor, gölde hayali kalyonlar görüyor, topları ateşliyor, cunda yelkenini açıyor (Bu da neyse?), ge. miye bordalamaya hazırlanıyorlardı. O gün Johnny ağaca dayalı el merdiveninden çıkıyordu. Daha önce belki bin kez yaptığı gibi. Kulübeciğin hemen altındaki basamak çocuğun ellerinin arasında çatırdamış ve dokuz metreden aşağı yuvarlanan Johnny'nin boynu kırılmıştı. Maymunun suçuydu bu. Maymunun. O kahrola-sıca iğrenç maymunun. Evde telefon çaldığı zaman, ida Yenge koşmuştu. Yolun aşağısında oturan arkadaşı Milly'den kötü haberi duyunca, ağzı dehşetle bir karış açılmıştı. İda Yenge, «Gel verandaya çıkalım, Hal,» demişti. «Sana kötü bir haber vermek zorundayım...» Kapıldığı dehşet yüzünden midesi bulanmaya başlayan Hal, «Maymun,» diye düşünmüştü. «Maymun yine ne yaptı?»


Yüklə 1,35 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin