Stephen King ve Peter Straub Cilt2 Kara Ev



Yüklə 2,7 Mb.
səhifə57/58
tarix28.10.2017
ölçüsü2,7 Mb.
#19278
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   58

“Kes şunu!” dedi Beezer sertçe. “Hemen şimdi kes yoksa kıçına tekmeyi basacağım.”

Jack ona döndü ve Beezer, gözlerindeki vahşi ışıltıyı görünce bir adım geriledi. Jack Sawyer’ın bu haline bakmak, Din-tah’ın kendisine bakmak gibi bir şeydi.

“Tyler.”


Tyler’ın dudakları titredi. Kirli, kanlı yanaklarından yaşlar süzülüyordu “Yeter. Eve gitmek istiyorum!”

“Önce Büyük Kombinasyon’u durdur. Sonra eve gidebilirsin. Daha önce olmaz.”

“Yapamam!”

“Evet, Tyler. Yapabilirsin.”

Tyler Büyük Kombinasyon’a baktı ve Jack, çocuğun çok zayıf, kısa sürede yok olan bir çaba gösterdiğini fark etti. Hiçbir şey olmadı. Dişliler dönmeye, kırbaçlar şaklamaya, binanın güneyinden ara sıra küçük şekiller düşmeye (ya da atlamaya) devam ediyordu.

Ty tekrar Jack’e baktı. Jack, çocuğun gözlerindeki boş ifadeden nefret ediyor, tahammül edemiyordu. “Yapamıyoruum,” diye mızıldandı Tyler. Jack bu çocuğun orada nasıl hayatta kalmış olabileceğini merak etti. Tüm yeteneğini tek bir çılgın kaçış için mi harcamıştı? Olan bu muydu yani? Bunu kabul edemezdi. İçi öfkeyle doldu ve Tyler’a bir tokat attı. Sert bir tokat. Dale yutkundu. Ty’ın başı yana savruldu. Gözleri şaşkınlıkla irileşti.

Ve şapka başından uçup yere düştü.

Jack, çocuğun önünde diz çökmüş duruyordu. Şimdiyse geriye savrulmuş, Conger Yolu’nun ortasında kıçının üzerinde oturuyordu. Çocuk ona... ne yapmıştı?

Beni itti. Beyniyle beni itti.

Evet. Ve Jack birdenbire bu çorak, donuk yeri saran enerjiyi, Richie Sexson sopasının saçtığı ışığa rakip olabilecek bembeyaz parlaklığı fark etti.

‘Vay canına, neydi o öyle?” diye bağırdı Doc.

Arılar da hissediyordu, belki adamlardan da fazla. Tekdüze vızıltıları aniden arttı ve birbirlerine yaklaşmalarıyla, oluşturdukları bulutun rengi koyulaştı. Şimdi alçak, gri bulutların altında sallanan dev bir yumruğa benziyordu.

“Sana neden vurdun?” diye bağırdı Ty, Jack’e. Ve Jack istemiş olsaydı çocuğun bir darbede onu öldürebileceğini anladı. Bu güç, Wisconsin’de anlaşılmıyordu (sadece onu görmek için eğitilmiş gözler tarafından fark ediliyordu) Ama burada... burada...

“Seni uyandırmak için!” diye bağırdı Jack de ona. Ayağa kalktı. “Onun yüzünden miydi?” Şapkayı gösteriyordu.

Ty yere baktı ve başını salladı. Evet. Şapka yüzünden. Ama biri çıkarana dek şapkanın seni ne kadar engellediğini bilmiyordun, bilemezdin. Ya da biri unutkan kafandan düşürene dek. Tekrar Jack’e baktı. Gözleri hafifçe irileşmiş ve pırıl pırıl parlıyordu. Artık içlerinde şok ifadesi, donukluk yoktu. Ty tam anlamıyla ışık saçmıyordu ama içinden yükselen, herkesin hissettiği, Lord Malshun’un gücünden daha üstün bir güçle, hafifçe parlıyordu.

“Ne yapmamı istiyorsun?” diye sordu. Tyler Marshall: dişi aslanın yavrusu.

Jack bir kez daha Büyük Kombinasyon’u işaret etti. “Tüm bunlar seni çok ilgilendiriyor, Ty. Sen bir Kırıcı’sın.” Derin bir nefes aldı ve küçük çocuğun pembe kulağına fısıldadı.

“Kır onu.”

Tyler Marshall ona döndü ve gözlerinin içine baktı. “Kırayım mı?”

Jack başını salladı ve Ty tekrar Büyük Kombinasyon’a döndü.

“Pekâlâ,” dedi. Jack’e değil, kendine söylüyordu. Gözlerini kırpıştırdı, duruşunu sağlamlaştırdı ve ellerini önünde birleştirdi. Kaşlarının arasında ince bir çizgi belirdi ve dudaklarının kenarları çok hafif bir gülümsemeyle kıvrıldı. “Tamam,” diye fısıldadı.

Bir saniyeliğine hiçbir şey olmadı.

Sonra Büyük Kombinasyon’un derinliklerinden bir gürültü yükseldi. Üst bölümleri, sıcak asfalt yolun üzerinde dalgalanan görüntüler gibi titremeye başladı. Gözetmenler kararsızca duraksadılar ve yırtılan metalin çığlıkları havayı sardı. Aklı karışan çocuklar oldukları yerde kalarak etraflarına bakmaya başladılar. Mekanik çığlıkların yoğunluğu arttı ve işkenceye dönüştü. Dişliler ters yöne dönmeye başladı. Kayışlar durdu ve zorlanan makinelerden dumanlar çıkmaya başladı. Çarklar yuvalarından koparak yukarı kaydı. Büyük Kombinasyon’un her yeri titreyip sarsılmaya başladı. Toprağın derinliklerinde kazanlar patladı, alev ve buhar sütunları, yüzlerce yıldır çalışan, milyarlarca kanayan ayakla işletilen kayışları durdurarak, bazılarını parçalara ayırarak gökyüzüne yükseldi.

Devasa bir metal kâse, aynı anda yüzlerce noktadan delinmiş gibiydi. Jack, alçak katmanlardaki çocukların birer birer yere atlayıp uzun bir sıra oluşturarak dev yapıdan kaçmaya başladıklarını gördü. Sarsılan metal yığınından düzinelerce çocuk iniyor, kesintisiz akıntılar oluşturuyordu.

Yeşil derili, kırbaçlı gözetmenler kölelerin kaçmasını engellemek için düzenli bir girişim yapamadan arılar çirkin metal yığının çevresini sardılar. Gözetmenler çocukları geri çevirmeye çalıştıkça arılar öfkeyle yükselen bir vızıltıyla kanat çırparak, keskin iğneleriyle saldırıya geçiyorlardı. Ty’ın güçlerinin bir bölümü onlara geçmişti ve iğneleri ölümcüldü. Gözetmenler, duran kayışların ve titreyen makinelerin üzerinden tepe taklak düşüyorlardı. Diğerleri çıldırmış gibi birbirlerine dönmüşler, karanlıkta kaybolana dek kırbaçlıyorlar, kırbaç yiyorlardı.

Sawyer Çetesi katliamın sonunu seyrederek oyalanmadı. Kraliçe arı, giderek artan karmaşanın arasından sıyrılıp yanlarına gelmişti. Başlarının’üzerinde uçuyor, Kara Ev’e dönen yolu gösteriyordu.

Bütün dünyalarda -sonsuzluk içinde birçok boyutta birbirine bağlı olan dünyalarda- kötü ruhlular oldukları yerde büzüşüp dağıldılar, despotlar, boğazlarında kalan çocuk kemikleri yüzünden boğuldular; tiranlar, suikastçıların kurşunlarıyla vurulup devrildiler, ihanet eden metreslerinin hazırladıkları zehirli yemeklerle oldukları yere yığılıp kaldılar; kukuletalı işkenceciler, kanla kaplı taş zeminler üzerinde kıvranarak öldüler. Ty’ın yaptığı, sayısız evrenden oluşan bir zincir üzerinde yankılandı ve ilerledikçe kötülükten öcünü aldı. Bizim dünyamızdan üç dünya yukarıda, Londinorium adıyla bilinen şehirde, yirmi yıldır Parlamento’nun saygın bir üyesi, otuz yıldır da sadist bir sübyancı olan Turner Topham, Pick-a-Derry adıyla bilinen kalabalık caddede yürürken aniden alev aldı. iki dünya aşağıda, İrse Adası’nda, kaynakçılık yapan, hoş görünümlü, Topham kabilesinin etkisi nispeten az bir üyesi olan Freddy Garver adındaki genç, kaynak alevini sol eline doğru tutarak kemiklerinin üzerindeki etleri son zerrelerine kadar yakıp kül etti.

Çok yükseklerde ve uzaktaki hapishanesinde olan Kızıl Kral, karnında keskin bir sancı hissetti ve yüzünü buruşturarak kendini bir sandalyenin üzerine bıraktı. Kasvetli krallığında bir şeyin, çok temel bir şeyin değiştiğini anlamışta

Kraliçe arının ardından yürüyen Jack’in omuzlarında oturan Tyler Marshall, korkusuz yüzü ve parlak gözleriyle küçük bir krala benziyordu. Jack ve arkadaşlarının arkasında çökmekte olan, Büyük Kombinasyon adındaki dev metal yığınından kaçan yüzlerce çocuk, Conger Yolu ve etrafındaki ıssız, çorak araziye doluşmuştu. Bu çocuklardan bazıları bizim dünyamızdandı. Çoğu başka dünyalardandı. Yırtık pırtık giysiler içindeki çocuklar karanlık, boş düzelerde kendi evrenlerine açılan kapılara doğru hızla yürüyorlardı. Topallayan çocuk taburları, sarhoş bir karınca sürüsü gibi yalpalayarak ilerliyordu.

Sawyer Çetesi’ni takip eden çocukların hali de en az diğerleri kadar perişandı. Yarısı çıplaktı ya da neredeyse çıplak sayılırdı. Bu çocukların yüzlerini tüt kutularının, KAYİP ilanlarının üzerinde, kayıp çocukları bulmak amacıyla hazırlanmış internet sitelerinde görmüştük. Kalbi paramparça olmuş annelerin, çaresiz, yalnız babaların rüyalarında bu yüzler vardı. Bazıları gülüyor, bazıları ağlıyor, bazıları ikisini birden yapıyordu. Daha kuvvetli olanlar, kendilerinden zayıf olanlara yardım ediyordu. Nereye gittiklerini bilmiyorlardı ama umurlarında da değildi. Gidiyor olmaları onlara yetiyordu. Tek bildikleri, artık özgür olduklarıydı. Enerjilerini, neşelerini ve umutlarını çalan büyük makineyi arkalarında bırakmışlardı, üzerlerinde koruyucu, ipek bir ağa benzeyen arı sürüsü vardı ve özgürdüler.

Sawyer Çetesi, Kara Ev’in ön kapısından dışarı çıktığında saat tam 16:16’ ydı. Tyler, şimdi Beezer’ın geniş omuzlarında oturuyordu. Basamaklardan indiler ve Dale Gilbertson’un arabasının önünde durdular (kaputunun üzerinde ve sileceklerin olduğu olukta ölü arılar vardı).

“Eve bak, Hollywood,” diye mırıldandı Doc.

Jack baktı. Artık sadece bir evdi, yapıldığı vakitlerde iyi görünümlü olan ama aradan geçen yıllarda bakımsızlıkla çökmüş, üç katlı bir ev. Görünüşünü daha da beter eden, pencerelerden çatıya kadar evin görünen her santimetre-karesinin siyaha boyanmış olmasıydı. Bakanların üzerinde üzüntü ve tuhaflık hissi uyandırıyordu, ama kötü ve günahkâr göründüğü söylenemezdi. Ev artık sürekli şekil değiştirmiyordu, hatları sabitlenmişti ve abbalahın uğursuzluğu üzerinden kalkınca geriye sadece yaşlı, deli ve fazlasıyla tehlikeli bir adamın terk edilmiş evinin yıkıntıları kalmıştı. Dahmer, Haarman ve Albert Fish gibi canavarlarla aynı sınıfa girecek yaşlı, deli bir adam. Evi bir zamanlar sarmış olan açgözlü, azgın kötülük geri çekilmiş, uçup gitmişti ve ardında kalan, Ölüm Sırası’nda bir hücrede yatan yaşlı bir adamın mırıltıları kadar sıradandı. Jack’in bu berbat yere yapması gereken bir şey vardı... ölüm döşeğindeki Mouse’un ona yapacağına dair söz verdirdiği bir şey.

“Doc,” dedi Beezer. “Şuraya bak.”

İri bir köpek -iri ama canavar gibi değil- 35. karayoluna doğru topallayarak yavaşça ilerliyordu. Bir Boxer ile Danua kırmasına benziyordu. Başının yan tarafı ve arka ayaklarından biri ağır yaralıydı.

“Bu sizin iblis köpeğiniz,” dedi Beez.

Doc, inanmazca bakıyordu. “Ne, o mu?”

“Evet, o,” dedi Beezer. Hayvanın ıstırabına bir son vermek için tabancasını doğrultmuştu ki köpek yana devrildi, titrek, derin bir nefes aldı ve hareketsiz kaldı. Beezer, Jack ve Dale’e döndü. “Makine kapatıldığında çok daha küçük görünüyor, değil mi?”

“Annemi görmek istiyorum,” dedi Ty usulca. “Görebilir miyim?”

“Evet,” dedi Jack. “Evinize uğrayıp babanı da almamızın bir sakıncası var mı? Bence o da gelmek isteyecektir.”

Ty yorgunca sırıttı. “Evet,” dedi. “Onu da alalım.”

“Olmuş bil,” dedi Jack.

Ty seslendiğinde Dale arabayı dikkatle geri çevirmiş, 35. karayoluna varan yola henüz girmişti. “Bakın! Hey, bakın! Geliyorlar!”

Dale frene bastı, dikiz aynasına baktı ve fısıldadı. “Oh, Jack. Kutsal Meryem Ana.” Arabayı durdurarak indi. Hepsi çıkıp Kara Ev’e baktılar. Şekli çok sıradandı ama anlaşılan hâlâ biraz büyüye sahipti. Bir yerde bir kapı -muhtemelen bodrumda, yatak odasında ya da kirli ve bakımsız olması haricinde son derece alelade bir mutfakta- açık kalmıştı. Kapının bu tarafında Coulee Bölgesi; diğer tarafındaysa Conger Yolu, artık faaliyeti tamamen durmuş olan Büyük Kombinasyon ve Din-tah vardı.

Arılar, Kara Ev’in verandasını doldurdu. Arılar ve yol gösterdikleri çocuklar. Gülerek, ağlayarak, el ele tutuşarak evden çıkıyorlardı. Jack Sawyer, bir an için, tufandan sonra Nuh’un gemisinden ayrılan hayvanları düşündü.

“Ulu Tanrım. Kutsal Meryem Ana,” diye tekrar fısıldadı Dale. Köhne evin bakımsız avlusu gülen, ağlayan, mırıldanan çocuklarla dolmuştu.

Jack yüzünde parlak bir gülümsemeyle ona bakan Beezer’ın yanına yürüdü.

“Bütün çocuklar çıktıktan sonra kapıyı kapatmalıyız,” dedi. “Herkesin iyiliği için.”

“Biliyorum,” dedi Beezer. “Bak ne diyeceğim. Bana garip sorular sormayacağına ve bu konuyu daha sonra hiç açmayacağına söz verirsen -ve bu son derece ciddi bir söz olacak- bu gece yarısından önce elime çok etkili bir madde geçirebilirim.”

“Ne? Dinamit mi?”

“Lütfen,” dedi Beezer. “Sana etkili dedim, değil mi?”

“Yani?...”

Beezer gülümsedi ve gözleri kısıldı.

“Aynı tarafta olduğumuza çok memnunum,” dedi Jack. “Seninle gece yarısından önce yolda görüşürüz. Gizlice girmemiz gerekecek, ama bu konuda bir sorun yaşayacağımızı sanmıyorum.”

“Çıkarken sorun yaşamayacağımız kesin.”

Doc, Dale’in omzuna dostça vurdu. “Umarım bu taraflarda muhtaç çocuklarla ilgilenen kuruluşlar vardır, şef. Görünüşe bakılırsa onlara ihtiyacın olacak.”

“Tanrım...” Dale, çaresizce Jack’e baktı. “Ne yapacağım?”

Jack sırıttı. “Sanırım şu ahmakları aramalısın. Sarah onlara ne isim takmıştı? Renk Takımı mı?”

Dale Gilbertson’un gözlerinde küçük bir umut ışığı belirdi. Ya da zafer ışıltısıydı. FBI’dan John P. Redding ve Wisconsin Eyalet Polisi’nden memurlar Perry Brown ile Jeffrey Black. Hayalinde, bu üçlüyü batı Wisconsin’de aniden ortaya çıkan ortaçağ çocuklarının haçlı seferiyle karşı karşıya kalmış bir halde canlandırabiliyordu. Böyle duyulmamış bir olayın yaratacağı kâğıt işlerinin yükünü tahmin edebiliyordu. Onları aylarca, hatta yıllarca meşgul edecekti. Sinir krizlerine yol açabilirdi. Ve elbette French Landing Polis Şefi Dale Gilberson’ı düşünmeye pek fırsatları olmayacaktı.

“Jack,” dedi. “Önerdiğin tam olarak nedir?’

“Bence,” dedi Jack. “Tüm alkışı sen toplamalısın, onlar da işin hamallığını yapmalı. Kulağa nasıl geliyor?”

Dale biraz düşündü. “Gayet adil,” dedi. “Haydi bu çocuğu babasına götürelim ve sonra baba oğlu Arden’a götürüp çocuğu annesine kavuşturalım.”

“Evet,” dedi Jack. “Keşke Henry de burada olsaydı.”

“Bunu ben de en az senin kadar isterdim,” dedi Dale ve direksiyonun arkasına geçti. Bir dakika sonra dar yolda, 35. karayoluna doğru ilerliyorlardı.

“Ya çocuklara ne olacak?” diye sordu Ty, arka camdan bakarak. “Onları öylece bırakacak mısınız?”

“Karayolu üzerine çıkar çıkmaz eyalet polislerini arayacağım,” dedi Dale. “Bence bir an önce bu durumla ilgilenmeliler, değil mi çocuklar? Ve FBI da işe koyulmalı, elbette.”

“Doğru,” dedi Beezer.

“Bence de,” dedi Doc.

“Çok haklısın,” dedi Jack ve Ty’ı kucağına oturttu. “O zamana dek çocuklar iyi olacaktır,” dedi Tyler’ın kulağına. “Wisconsin’den çok daha kötü yerler gördüler.”

Sürücü tarafındaki açık camdan bir esinti gibi dışarı süzüldük ve uzaklaşmalarını izledik, dört cesur adam ve bir daha asla bu kadar genç (veya masum) olmayacak cesur bir çocuk. Arkalarında, artık zararsız ve büyüsüz olan Kara Ev’in avlusunda kirli yüzleri, irileşmiş gözleriyle çocuklar merakla etraflarına bakıyorlardı. İngilizce konuşanların sayısı çok azdı ve konuşulan dillerin bazıları, dünyanın en iyi dilbilimcilerini şaşkınlığa düşürerek yıllarca uğraştıracaktı. Bu, tüm dünyayı sarsacak bir sansasyonun (bir sonraki hafta Time dergisinin kapağında şu başlık olacaktı: “Hiçlikten Gelen Mucize Çocuklar”) ve Dale’in de altını çizdiği gibi, bürokratik bir kâbusun başlangıcıydı.

Artık hepsi güvendeydi. Bizimkiler de öyle. Tümü diğer taraftan tek parça halinde dönmeyi başardı ve doğrusu, bunu ummuyorduk; bu tür maceralar genellikle en az bir kurban isterler (örneğin, nispeten daha önemsiz bir karakter olan Doc gibi). Herkes iyiydi ve her şey yolundaydı. Ve isterseniz, sizin için son bu olabilir; sizi bu noktaya kadar getiren yazarların ikisi de buna itiraz etmez. Ama okumaya devam etmeyi seçerseniz, uyarılmadım demeyin: bundan sonra olacaklar pek hoşunuza gitmeyecek.
XXXXX DRUDGE BÜLTENİ XXXXX

FRENCH LANDING POLİS TEŞKİLATI ŞEFİ, BASIN TOPLANTISINI İPTAL ETMEYİ REDDEDİYOR; KASABA YÖNETİMİ ONU DESTEKLİYOR; KAYNAKLAR, LOS AN-GELES’TAN GELEN ÜNLÜ POLİSİN DE TOPLANTIYA KATILACAĞINI DOĞRULUYOR; FBI VE YVİSCONSİN EYALET POLİSİ YETKİLİLERİ, TOPLANTIYI KESİNLİKLE ONAYLAMADIKLARINI BELİRTTİ.


***Özel Haber***

İçlerinden biri, Tyler Marshall, French Landing’den. Bir diğeri, Josella Rakine. Güney İngiltere’nin küçük bir köyü olan Bating’den. Bir çocuk, Bağdat’tan. Batı Wisconsin’in kırsal kesiminde bir karayolu (35) üzerinde yürürken bulunan Mucize Çocuklar’ın 17’sinin kimlikleri de bulunmalarını takip eden hafta tespit edildi.


Ama bu 17 çocuk, buzdağının sadece görünen ucu.
FBI/WEP (ve şimdi CIA?) ortak soruşturmasına yakın olan kaynaklar Drudge Bülteni’ne, çocukların sayısının basına açıklanandan çok daha fazla, en az 750 olduğunu bildirdi. Kim bu çocuklar? Onları kim kaçırdı ve nereye götürdü? Son haftalarda bir seri katilin (öldüğü bildirildi) lanetine uğrayan French Landing Kasabası’na nasıl geldiler? Sadece 31 yaşındayken emekli olmakla ünlü olan Los Angeles Dedektifi Jack Sawyer’ın olaylardaki rolü neydi? Ve ormanlık alanda. Balıkçı davasının merkezi olduğu söylentilerine Konu olan gizemli evi havaya uçuran büyük patlamanın sorumlusu kimdi?
Bu soruların bazılarına, Polis Şefi Dale Gilbertson’un yarın French Landing La Follette Park’ta yapacağı basın toplantısında yanıt bulabilirsiniz. Dale Gilbertson podyuma çıktığında yanında uzun zamandır arkadaşı olan Jack Sawyer -Balıkçı davasını tek başına aydınlattığı söyleniyor- da bulunacak. Ayrıca şefin yetki verdiği ve geçen hafta gerçekleşen kurtarma operasyonunda bulunan iki yardımcısı, Reginald Amberson ve Armand St. Pierre’in de basın toplantısında bulunmaları bekleniyor.
Basın toplantısı, FBI ajanı John P. Redding ve Wisconsin Eyalet Polisi Dedektifi Jeffrey Black’in yönetimi altındaki FBI/WEP görev biriminin şiddetli -neredeyse ısrarlı- itirazlarına rağmen yapılacak. Bir kaynak, “[Görev biriminin başındaki yetkililer] bunun. Dale Gilbertson’un işini kurtarmak için düzenlenmiş olduğuna inanıyor,” diye belirtiyor. “Her şeyi yüzüne gözüne bulaştırdı ama şansına, halkla ilişkilerden iyi anlayan bir arkadaşı var.”
French Landing Kasabası yönetimi ise farklı bir telden çalıyor. “Bu yaz, French Landing halkı için bir kâbus gibiydi,” dedi Belediye Meclisi Üyesi Beth Warren. “Şef Gilbertson, halkımıza kâbusun artık sona erdiğine dair güvence verip geceleri rahat uyumalarını sağlamak istiyor. Bu arada bize Mucize Çocuklar’la ilgili bilgi verebilirse kesinlikle çok iyi olur.”
Tüm ilgi. Şef Gilbertson ve French Landing Kasabasını, Fahişe Katili olduğu söylenen Thornberg Kinderling soruşturması sırasında tanımış olan Jack “Hollywood” Sawyer üzerinde toplanmış bulunuyor. Sawyer’ın, Balıkçı davasına Gilbertson’un ısrarlarıyla girdiği ve sonraki olaylarda çok önemli bir rol oynadığı söyleniyor.
Sonraki olaylar tam olarak neydi? Cevabını tüm dünyanın merakla beklediği soru bu. Beklenen cevaplar yarın, Mississippi Nehri boyundaki La Follette Park’ta yapılacak basın toplantısında ortaya çıkabilir.
Gelişmeler sürüyor...

29

ARKADAŞLAR HAZIR MISINIZ?” diye sordu Dale.



“Of, dostum, bilmiyorum,” dedi Doc. Bunu ne beşinci, ne on beşinci söyleyişiydi. Teni çok solgundu, nefesi daralıyordu. Dört adam, La Follette Park’ın kenarına kurulmuş bir çeşit odadaydı. Hemen yakınlarında, biraz sonra çıkıp (Doc ayakları üzerinde durabilirse tabii) özenle hazırlanmış cevaplarını verecekleri podyum vardı. Podyumla nehir arasında uzanan geniş, eğimli, yeşil arazide neredeyse dört yüz basın mensubu birikmişti. Dört ulusal televizyon kanalının kameraları podyuma çevrilmiş, hazır bekliyordu. Yabancı haber ajanslarının sayısını ise ancak Tanrı bilirdi. Basın mensupları hallerinden pek memnun değillerdi, çünkü podyuma en yakın sandalyeleri French Landing sakinleri (çekilişle orada oturmaya hak kazanmışlardı) işgal ediyordu. Dale’in basın toplantısı için ısrarla öne sürdüğü şartlardan en önemlisi buydu.

Basın toplantısı fikri, Jack Sawyer’dan çıkmıştı.

“Sakinleş, Doc,” dedi Beezer. Gri, keten pantolonu ve yakası açık beyaz gömleği içinde her zamankinden iri görünüyordu- smokin giymiş bir aya benziyordu. Uzun saçlarını bile taramıştı. “Ve üç yasak hareketten birini yapacaksan- altını ıslatmak, kusmak veya bayılmak -burada kalman çok daha iyi olur.”

“Hayır,” dedi Doc mutsuz bir ifadeyle. “Bu işe birlikte girdik, birlikte çıkacağız. En azından denemem gerekiyor.”

Üniforması içinde göz kamaştırıcı görünen Dale, Jack’e baktı. Gri, yazlık takımı ve lacivert, ipek kravatıyla Jack, en az onun kadar göz kamaştırıcıydı. Ceketinin göğüs cebinde, kravatıyla uyumlu bir mendil vardı. “Bunun doğru bir iş, olduğuna emin misin?”

Jack kesinlikle emindi. Mesele, Sarah Gilbertson’un Renk Takımı’nın takdir toplamasına engel olmak değil, eski dostunun hak ettiği takdiri almasını ve dil uzatılamayacak bir konumda olmasını sağlamaktı. Bunu, diğer üç adamın destekleyeceği çok basit bir hikâye anlatarak yapabilirdi. Jack bu konuda Ty’ın da arkalarında duracağından emindi. Hikâye şuydu: Jack’in diğer eski dostu, rahmetli Henry Leyden, 911 kasetini dinleyerek Balıkçı’nın kimliğini belirlemişti. Bu kaseti ona yeğeni, Dale vermişti. Balıkçı, Henry’yi öldürmüştü ama bir kahraman gibi davranan Bay Leyden, ölmeden önce katili ağır yaralamayı ve ismini polise bildirmeyi başarmıştı (Jack’in bu basın toplantısını düzenlemekteki bir diğer amacı da -Dale bu konuda onu çok iyi anlıyor ve yüzde yüz hak veriyordu- Henry’nin hak ettiği takdiri alabilmesini sağlamaktı). French Landing gayrimenkul kayıtlarında yapılan bir inceleme sonucunda Charles Burnside’ın, kasabanın yakınında, 35. karayolunda bir evinin olduğu ortaya çıkmıştı. Dale, Jack’e ve o sırada tesadüfen orada bulunan iki iriyarı adama (bunlar Bay Amberson ve Bay St. Pierre’di) yetki vermiş ve birlikte Burnside’ın evine gitmişlerdi.

“Bundan sonra,” demişti Jack dostlarına, basın toplantısını yapacakları güne dek defalarca. “Birçok davanın beraat ile sonuçlanmasını sağlayan o kelimeyi unutmamanız hayati önem taşıyor. Bu kelime neydi?”

“Hatırlayamıyorum,” demişti Dale.

Jack başını sallamıştı. “Doğru. Hatırladığınız bir hikâye yoksa çakallar üzerinize gelemezler. Evin içindeki havada bir şey vardı...”

“Eh, bu yalan değil,” diye mırıldanan Beezer yüzünü buruşturmuştu.

“...ve bizi etkileyerek kafamızı karıştırdı. Hatırladığımız sadece şu: Ty Marshall evin arka bahçesinde, çamaşır ipinin direğine kelepçelenmiş bir halde duruyordu.” Beezer St. Pierre ve Jack Sawyer polis barikatını atlatıp plastik patlayıcıyla Kara Ev’i havaya uçurmadan önce bir gazeteci gidip birçok fotoğraf çekmişti. Bu gazetecinin kim olduğunu biliyorduk elbette; Wendell Green sonunda şöhret ve servet hayallerini gerçeğe dönüştürmüştü.

“Ve Burnside hemen yanı başında, yerde ölü yatıyordu,” demişti Beezer.

“Doğru. Kelepçenin anahtarı da cebindeydi. Dale sen anahtarı buldun ve çocuğu kelepçeden kurtardın. Arka bahçede birkaç çocuk daha vardı ama sayılarını...”

“Hatırlamıyoruz,” demişti Doc.

“Cinsiyetlerine gelince...”

“Birkaç kız, birkaç oğlan,” demişti Dale. “Kaç tane olduğunu hatırlamıyoruz.”

“Ve Ty, nasıl kaçırıldı, sonra başına neler geldi...”

“Hatırlamadığını söyledi,” demişti Dale gülümseyerek.

“Oradan ayrıldık. Diğer çocuklara seslendiğimizi sanıyoruz...”

“Ama tam olarak hatırlamıyoruz...” diye araya girmişti Beez.

“Evet o sırada bulundukları yerde yeterince güvende görünüyorlardı. Ty’ı arabaya bindirirken dışarı çıktıklarını gördük.”

“Ve destek istemek için Wisconsin Eyalet Polisi’ni aradık,” demişti Dale “Bunu çok iyi hatırlıyorum.”

“Elbette hatırlıyorsun,” demişti Jack, yardımsever bir edayla.

“Ama o kahrolası evin nasıl havaya uçtuğu ve kimin yaptığı hakkında hiçbir fikrimiz yok.”

“Birileri,” dedi Jack. “Adaleti kendi elleriyle sağlamaya pek hevesliymiş.”

“Kendilerini de havaya uçurmadıkları için şanslılar,” demişti Dale.

“Pekâlâ,” dedi Jack diğer üç adama. Kapıda duruyorlardı. Doc yarım bir esrarlı sigara çıkarmış ve dört derin nefesten sonra gözle görülür bir şekilde sakinleşmişti. “Bunu neden yaptığımızı unutmayın. Oraya önce biz gittik, Ty’ı bulduk, sadece birkaç çocuk gördük, aynı zamanda Güney Canavarı ve Carl Bierstone olarak da bilinen Charles Burnside, yani Balıkçı ölmüş olduğu için durumun tehlikeli olmadığına karar verdik. Vermek istediğimiz mesaj, Dale’in -hepimizin- doğru bir şekilde hareket ettiği ve soruşturmayı şu an yürütmekte olan FBI ve WEP’ne devretmiş olduğu. Anlatmak istediğimiz şu; felaket, French Landing’i terk etti. Ve anlatmak istediğimiz en önemli noktalardan biri de Henry Leyden’ın gerçek bir kahraman olduğu. Bu kör kahraman, Balıkçı’nın kimliğini teşhis etti, canavarı ağır yaraladı ve bunları yaparken hayatını kaybetti.”

“Tanrı günahlarını affetsin,” dedi Dale. “Sevgili Henry Enişte.”

Kapının ardından, yüzlerce insanın uğultusu duyuluyordu. Belki bin kişi vardı. Dale, rock yıldızlarının sahneye çıkmadan önce duydukları ses böyle olmalı, diye düşündü. Boğazında aniden koca bir yumru oluştu ve yutkunup onu geri göndermesi için büyük çaba göstermesi gerekti. Henry Enişte’yi düşünmeye devam ederse soğukkanlılığını yitirmeyeceğini biliyordu.


Yüklə 2,7 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   58




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin