Stephen King ve Peter Straub Cilt2 Kara Ev



Yüklə 2,7 Mb.
səhifə37/58
tarix28.10.2017
ölçüsü2,7 Mb.
#19278
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   58

“Kesinlikle,” dedi Mouse.

Beezer dikkatini Jack’e yöneltti. “Sen de bu evi Balıkçı’nın; şu Burnside denen adamın inşa ettiğini söylüyorsun.”

Jack başını salladı.

“Yani bu durumda orada yaşıyor olabilir. İnsanları kaçırmak için de etrafı zımbırtılarla donatmıştır.”

“Bu mümkün.”

“O halde sanırım yapılacak ilk iş, Mouse ile birlikte 35. karayoluna çıkıp o gittiğin yolu bulup bulamayacağını görmek. Sen de bizimle geliyor musun?”

“Gelemem,” dedi Jack. “Önce Arden’a gidip birini görmem gerek. Bize yardım edebileceğini düşünüyorum. Bulmacanın bir parçası da bu kadının elinde, ama onunla konuşmadan bunu size açıklayamam.”

“Bu kadının bir bildiği mi var?”

“Evet,” dedi Jack. “Kesinlikle var.”

“Pekâlâ,” diyen Beezer, taburesinden kalktı. “Karar senin. Seninle daha sonra konuşuruz.”

“Beezer, Kara Ev’e girerken yanınızda olmak istiyorum. Orada ne yapmamız gerekecekse, ne göreceksek...” Jack, doğru kelimeleri bulmaya çalışarak duraksadı. Beezer, topukları üzerinde yaylanıyordu. Balıkçı’nın inini bulmak için sabırsızlandığı açıkça görülüyordu. “Orada bana ihtiyacınız olacak. Bu işin içinde hayal edebileceklerinden çok.daha fazlası var, Beezer. Kısa bir süre sonra neden bahsettiğimi öğreneceksin ve bence bununla baş edebileceksin -hepiniz baş edebileceksiniz- ama size şimdi açıklamaya çalışsam bana inanmayacağınızı biliyorum. Vakti geldiğinde ilerlemek için bana ihtiyacınız olacak. Başarabilirsek orada olduğuma sevineceksiniz. Şu an çok tehlikeli bir noktadayız ve hiçbirimiz işleri mahvetmek istemeyiz.”

“Sana mahvedebileceğimi düşündüren nedir?” diye sordu Beezer aldatıcı bir sükûnetle.

“Bulmacanın son parçasına sahip olmayan herkes mahvedebilir. Haydi gidin. Mouse’un iki yıl önce gördüğü evi bulup bulamayacağına bakın. Etrafı kolaçan edin. Ama sakın içeri girmeyin, bunun için bana ihtiyacınız olacak. Daha sonra buraya dönün, ben de elimden gelen en kısa zamanda buraya dönüp sizinle konuşacağım. Saat iki buçuk, en geç üç gibi burada olurum.”

“Arden’da nereye gidiyorsun? Belki seni aramamız gerekir.”

“Lutheran Hastanesi. D Koğuşu. Bana ulaşamayacak olursanız Dr. Spiegleman’a not bırakın.”

“D Koğuşu, öyle mi?” dedi Beezer. “Tamam, sanırım herkes bugün biraz kafayı yedi. Şayet işin sırrını bugün öğleden sonra öğreneceksem, eve bir göz atmakla yetinebilirim. Kalın kafamın anlamakta zorluk çektiği tüm açıklayacağım.”

“Çok yakında anlayacaksın, Beezer. Yaklaşıyoruz. Ve kalın kafa sana son yakıştıracağım sıfat.”

“Emekli olmadan önce müthiş bir polis olduğundan eminim” dedi Beeezer. “Söylediklerinin yarısının saçmalık olduğunu düşünmeme rağmen de sana inanmaktan kendimi alamıyorum.” Arkasına döndü ve koca yumruklarını barın üzerine indirdi. “Kokmuş Peynir! Artık çıkabilirsin. Kaldır o sola kıçını da gel buraya.”

19
JACK YILDIRIM BEŞLİ’NİN ardından Sand Bar’ın otoparkından çıktıktan sonra 93. karayolu üzerinde kuzeye, Judy Marshall’ın sevdiği manzaralı tepeye ve Judy Marshall’ın kilit altında tutulduğu koğuşa doğru tek başına ilerlemesine bir süre için izin verdik. Jack gibi Yıldırım Beşli de bilinmeyene doğru yola koyulmuştu, ama onları bekleyen bilinmeyen batıda, 35. karayolu üzerinde, düzenli bir şekilde derinleşen geçmişin diyarındaydı ve orada ne bulacaklarını görmek istiyorduk. Motosikletli adamlar pek huzursuz görünmüyorlardı; Sand Bar’a girdiklerinde üzerlerinde taşıdıkları sarsılmaz özgüvene hâlâ sahiptiler. Aslında hiçbir zaman huzursuzluk belirtisi göstermezlerdi, çünkü başkalarında endişe ve stres yaratan durumlar, genellikle onları harekete geçirir, fiziksel etkinliklere yol açardı. Korku da onlarda diğer insanlarda olduğundan farklı bir tepki uyandırırdı; korkuyu tattıkları ender anlarda o durumdan zevk almaya meyilliydiler. Onların gözünde korku, ortak konsantrasyonlarını sağlamak için Tanrı’nın bahşettiği bir fırsattı. Aralarındaki çarpıcı işbirliği ve dayanışma düşünüldüğünde bu konsantrasyonun ne denli etkili olduğu anlaşılıyordu. Bir motosikletliler çetesinin ya da özel timin bir üyesi olmayanlar için dayanışmanın anlamı, zorda kalmış bir arkadaşı rahatlatmaya yönelik şefkatten kaynaklanan bir dürtüden fazlası değildi; Beezer ve ekibi içinse dayanışmanın anlamı, ne olursa olsun bir başkasının daima yanında olacağına dair güvenceydi. Emniyetleri birbirlerinin elindeydi ve bunu biliyorlardı. Yıldırım Beşli için güvenlik, sayılarında gizliydi.

Fakat son hızla ilerledikleri tehlikenin bir benzerini daha önce hiç yaşamamışlardı. Kara Ev, yeni bir olguydu ve bu yenilik -Mouse’un hikâyesinin tüyler ürpertici tuhaflığı- midelerine taş gibi bir ağırlığın oturmasına yol açıyordu.

Centralia’nın on üç kilometre batısında, Potsie’nin yapımını üstlendiği otuz yıllık yerleşim alanının etrafındaki düzlük arazinin Maxton’a kadar ormanlık bölgeye dönüştüğü yerde, Mouse ve Beezer motosikletlerinin üzerinde diğerlerinin önünde yan yana ilerliyorlardı. Beezer arada sırada arkasına bakıp, sözsüz bir soru yöneltiyordu. Mouse üçüncü kez başını iki yana salladıktan sonra eliyle, sorup durmayı bırak, oraya vardığımızda sana söylerim, anlamında bir hareket yaptı. Beezer hızını kesip biraz geride kaldı; Sonny, Kaiser Bill ve Doc, Beezer’ın kendilerine bir işaret verdiğini anlayıp otomatik olarak tek sıra halinde dizildiler.

Sıranın en başında ilerleyen Mouse gözlerini sık sık yoldan ayırıp sağ tarafını inceliyordu. Dar yolu görmenin çok zor olduğunu biliyordu ve yol,iki yıl boyunca uzayan otlarla herhalde iyice görünmez olmuştu. Yıpranmış, beyaz GİRİLMEZ levhasını seçmeye çalışıyordu. Uzayan yabani otların onu da gizlemiş olması mümkündü. Hızını otuz beş kilometreye kadar düşürdü. Arkasından gelen dört adam, uzun zamandır birlikte olmanın verdiği anlayışla hemen bu hız değişikliğine uyum sağladılar.

En önde ilerleyen Mouse, Yıldırım Beşli’nin gidecekleri yeri daha önce gören tek üyesiydi. Ruhunun derinliklerinde, oraya tekrar gideceğine inanmakta zorlanıyordu. Önce, anılarının karanlık dolaplarından kolayca çıkmalarına sevinmişti; şimdi ise, hayatının yitik bölümünü kolayca hatırlama hissi yok olmuş yerini o yitik akşamüstünün merhametine bırakmış gibi hissediyordu. O gün karşı karşıya kaldığı vahim tehlike -tehdit edici bir gücün uyarıcı elinin o gün üzerinden geçtiğinden şüphesi yoktu- daha da artmıştı. Hafızası, uzun zaman önce bir kenara ittiği ruh karartıcı gerçeği geri getirmişti: Jack Sawyer’ın Kara Ev dediği o korkunç yapı, dikenlerini batırmış ve Küçük Nancy Hale’ın ölümüne sebep olmuştu. Kara Ev’in çirkinliği, elle tutulup gözle görülemeyen bir zehir saçıyordu. Küçük Nancy’yi öldüren o uyarıcı elin sahip olduğu görünmez zehirdi. Şimdi Mouse, bu gerçeğe gözünü kırpmadan bakmak zorundaydı, kaçış yoktu. Kemikleri üzerinde çürüyen etleriyle Küçük Nancy’nin ellerini omuzlarında hissediyordu.

Bir doksan boyunda, yüz elli kilo ağırlığında değil de, bir altmış boyunda, elli iki kilo ağırlığında olsaydım benim de etlerim çürümeye başlamış olurdu, diye düşündü.

Mouse, dar yola ve hemen başındaki yıpranmış tabelaya bir savaş uçağı pilotunun keskin gözleriyle bakıyor olsa bile asla görmeyecekti; bir başkası görecekti. Bilinçaltı, bu kararı oybirliğiyle kabul etmişti ve bu kararı hiçbir şey değiştiremezdi.

Diğer adamlar, Sonny, Doc, Kaiser ve hatta Beezer bile Küçük Nancy’nin ölümüyle Kara Ev arasında bir bağlantı kurmuşlar, boy ve kilo arasındaki kıyaslamaya bağlı olarak aynı sonuç onların da akıllarından geçmişti. Bununla birlikte Sonny Cantinaro, Doc Amberson, Kaiser Bill Strassner ve özellikle de Beezer Pierre, Kara Ev’i saran zehir her ne ise, ne yaptığının farkında olan insanlar rafından, bir laboratuvarda üretildiğini düşünüyorlardı. Bu dört adam, üniversite yıllarından beri büyük bir uyum içinde sürdürdükleri birliktelikleri sayesinde eski, ilkel bir emniyet duygusuna sahip olmuşlardı; onları birazcık huzursuz eden bir şey varsa, o da başlarında liderlik edenin Beezer St. Pierre değil de, Mouse Baumann oluşuydu. Beezer, Mouse’un işaretine uyup arkaya geçmişti, ama Mouse’un duruşunda bir çeşit isyan, başkaldırı olduğu seziliyordu: evrenin düzeni, kurnazca bozulmuştu.

Maxton arazisinin arka sınırına varmalarına yirmi metre kalmıştı ki Sonny bu saçmalığa bir son vermeye karar verdi, Softail’ine gaz verdi, kükreyen motosikletiyle dostlarının yanından geçti ve Mouse ile paralel bir şekilde ilerlemeye başladı. Mouse, ona endişe izleri taşıyan bir bakış fırlattı ve Sonny yol kenarını işaret etti.

Hepsi motosikletlerini kenara çektiklerinde Mouse sordu. “Derdin nedir, Sonny?”

“Sensin,” dedi Sonny. “Ya dönüşü kaçırdın ya da anlattığın hikâyeyi kıçından uydurdun.”

“Nerede olduğundan emin olmadığımı söylemiştim.” Küçük Nancy’nin etleri çürüyen ellerinin artık omuzlarında olmadığını fark ettiğinde içinde müthiş bir rahatlama hissetti.

“Elbette emin olamazsın. Kafan iyiydi, bulutların üzerindeydin!”

“Ama çok iyi maldı.”

“Buradan sonrasında yol falan yok, bu kadarından eminim. İhtiyar bunakların yaşadığı binaya kadar sadece ağaçlar var.”

Mouse orada olmadığını bildiği halde yolu bulabilecekmiş gibi düşünceli bir ifadeyle önünde uzanan asfalta baktı.

“Kahretsin, Mouse, neredeyse kasabanın içine girdik. Buradan Queen Caddesi’ni görebiliyorum.”

“Evet,” dedi Mouse. “Tamam.” Bir yandan da, Queen Caddesi’ne varabilirse o ellerin bir daha asla omuzlarına tutunamayacağını düşünüyordu.

Beezer, Electra Glide’ının üzerinde yavaşça onlara yaklaştı, “Ne var Mouse? Aradığımız yer geride mi kaldı, yoksa başka bir yol üzerinde mi?»

Mouse kaşlarını çatarak başını çevirdi ve yolun geldikleri kısmına doğru baktı. “Lanet olsun. O gün kafam iyiydi, eğer yanılmıyorsam buralarda bir yerde olduğunu sanıyorum.”

“Nasıl oluyor ya,” dedi Sonny. “Geçtiğimiz yolun her santimetresine baktım, ama bir yol görmediğimden adım gibi eminim. Sen gördün mü, Beezer? Ya bir GİRİLMEZ levhası? Aranızdan böyle bir levha gören oldu mu?”

“Anlamıyorsunuz,” dedi Mouse. “Bu kahrolası şey görünmek istemiyor»

“Belki sen de Sawyer ile birlikte D Koğuşu’na gitmeliydin,” dedi Sonny. “Orada hayal gören insanları tedavi ediyorlar.”

“Kes şunu, Sonny,” dedi Beezer.

“Ben daha önce oraya gittim, siz gitmediniz,” dedi Mouse. “Hangimizin söylediklerini dikkate alacaksınız?”

“İkinizi de yeterince dinledim,” dedi Beezer. “Hâlâ buralarda bir yerde olduğunu mu düşünüyorsun, Mouse?”

“Hatırladığım kadarıyla, evet.”

“Öyleyse gözden kaçırmış olmalıyız. Geri dönüp tekrar kontrol edeceğiz, bu sefer de bulamazsak başka bir yerde arayacağız. Burada değilse, 93’ün üzerindeki iki vadiden birinde ya da manzaralı tepenin üzerindeki ormanlık bölgede olmalı. Bol vaktimiz var.”

“Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” diye sordu Sonny. Karşılarına çıkabilecek bilinmezlikler yüzünden duyduğu hafif endişe, onu gerginleştirmişti. Her an kavgaya hazırmış gibi görünüyordu. Karayolları üzerinde gereksiz yere vakit kaybetmektense Sand Bar’a dönüp Kokmuş Peynir’le dalga geçerek Kingsland birası içmeyi tercih ederdi.

Beezer çakmak çakmak olmuş gözlerle ona baktı. “Ormanlık bölge denebilecek kadar çok ağaç olan başka bir yer biliyor musun?”

Sonny hemen sesini kesip geriledi. Beezer’ın asla aramaktan vazgeçip Sand Bar’a dönmeyeceği anlaşılıyordu. Sonuna kadar bu işin içindeydi. Bunun en büyük sebebi elbette Amy idi, ama Jack Sawyer’ın etkisi de yadsınamazdı. Sawyer önceki gece yaptıklarıyla Beezer’ı fazlasıyla etkilemişti ve Beezer artık onun her sözüne kanun muamelesi yapıyordu. Bu, Sonny’ye çok anlamsız geliyordu ama borusu öten, Beezer’dı, bu yüzden bir süre için etrafta küçük emir erleri gibi dolaşacaklarını düşündü. Eğer bu özenti polis rolüne birkaç gün daha devam ederse Mouse ve Kaiser’ı bir kenara çekip kulaklarını çekmeyi planlıyordu. Doc konu ne olursa olsun daima Beezer’ın tarafını tutardı ama diğer ikisi mantıklı, laftan anlayan adamlardı.

“Tamam o halde,” dedi Beezer. “Buradan Queen Caddesi’ne kadar olan bölümü boş verin. Aradığımız kahrolası yolun o tarafta olmadığını biliyoruz. Geldiğimiz yöne doğru ilerleyip yol boyunu tekrar tarayacağız. Tek sıra halinde gideceğiz. Mouse, yine sen öndesin.”

Mouse başını salladı ve kendini, o korkunç elleri tekrar omuzlarında hissetmeye hazırladı. Motosikletine gaz vererek ilerledi ve sıranın başındaki yerini aldı. Beezer onun arkasına geçti. Sonny de onu takip etti. Doc ve Kaiser da onları izliyorlardı.

Beş Çift Göz diye düşündü Sonny. Bu kez de göremezsek hiçbir zaman göremeyeceğiz demektir. Ve göremeyeceğiz, çünkü o kahrolası yol eyaletin diğer ucunda. Mouse ve Küçük Nancy, Muhteşem’i çektikten sonra yüzlerce kilometre uzaklaşmış ve mahallede bir tur attıklarını sanmış olabilirler.

Herkes yolun karşı tarafını ve ağaçların başladığı sınırı tarıyordu. Sonny’nin aklından geçirdiği gibi beş çift göz, çam ve meşe ağaçlarının oluşturduğu kesintisiz çizgi üzerinde odaklanmıştı. Mouse’un sürati, hızlı bir yürüyüşle orta halli bir koşu arasındaydı ve ağaçlar yanlarından yavaşça geçiyordu. Bu hızla ilerlerken meşe ağaçlarının gövdelerindeki yosunlan seçebiliyorlar, ormanın kahverengimsi gri, kırışık bir keçe tabakasını andıran tabanına vuran parlak güneş ışıklarını fark edebiliyorlardı. İlk sırayı oluşturan gözcü ağaçların ardında, göğe yükselen ağaçlardan, ışık sütunlarından ve yere düşmüş ölü dallar ile yapraklardan oluşmuş gizli bir dünya uzanıyordu. Bu dünyada, yol olmayan yollar, kalın gövdeler arasından bir labirentteki gibi iç içe geçerek gizemli açıklıklara ulaşıyordu. Sonny aniden karmaşık bir dantel örercesine birbirine girmiş dallarda, sincaplara özgü hareketler yapan bir sincap kabilesini fark etti. Ve sincaplarla birlikte bir kuş sürüsü de görüş alanına girdi.

Tüm bunlar ona çocukken, ebeveyninin yaşadıkları evi satıp lllinois’a taşınmadan önce keşfe çıktığı Pennsylvania ormanlarını hatırlattı. O ormanlarda, Şimdiye dek başka hiçbir yerde rastlamadığı sonsuz bir mutluluk havası vardı. Sonny’nin, Mouse’un her şeyi yanlış hatırladığına ve yolu yanlış yerde aradıklarına dair inancı, an be an yoğunluk kazanıyordu. Daha önce Sonny, en azının birini gördüğünden kesinlikle emin olduğu kötü yerlerden bahsetmişti. Sonny’nin deneyimlerine göre, kendinizi istenmiyormuş gibi hissetmenizi sağlayan kötü yerler, sınırlarda ya da sınırlara yakın bölgelerde olurlardı.

Liseden mezun olduğu yaz, kendisi gibi motosiklet delisi en iyi iki dostu motosikletlerine atlayıp arkadaşlarına hava atmasını sağlayabileceği iki güzel kuzeninin yanına, Rice Lake, Wisconsin’e gitmişlerdi. Kızları görünce Sal ve Harry’nin ağızları kulaklarına varmıştı ve kızlar da motosikletli gençlerin seksi ve egzotik olduklarını düşünmüşlerdi. Çiftlerin yanında kendini sap hissettiği birkaç günden sonra Sonny, seyahatlerini bir hafta daha uzatıp eğitimlerini devam ettirmek adına Chicago’ya gitmeyi ve paralarının geri kalanını eve dönmek zorunda kalana dek bira ve fahişelere harcamayı teklif etmişti. Sal ve Harry bu fikre bayılmışlardı. Rice Lake’deki üçüncü gecelerinde eşyalarını toparlayıp motosikletlerine yükleyip mümkün olduğunca çok gürültü çıkararak güneye yönelmişlerdi. Saat 22:00 olduğunda tamamen kaybolmayı becermişlerdi.

Bira veya dikkatsizlik yüzünden olabilirdi, ama her nasılsa anayoldan uzaklaşmışlar ve kendilerini kırsal kesimin zifiri karanlığında, neredeyse var olmayan Harko isminde bir kasabanın kıyısında bulmuşlardı. Benzin istasyonundan aldıkları yol haritasında Harko yoktu ama Illinois sınırına yakın olmalıydı, sınırın her iki tarafında da olabilirdi. Harko, terk edilmiş bir motel, yıkılmak üzere olan bir market ve boş bir değirmenden ibaretmiş gibiydi. Oğlanlar değirmene ulaştıklarında Sal ile Harry yorgunluk ve açlıktan yakınmış, geri dönüp geceyi motelde geçirmek istemişlerdi.

En az onlar kadar yorgun olan Sonny de geri dönmeyi kabul etmişti; motelin gölgeler içindeki avlusuna girdikleri anda içinde motelle ilgili kötü bir his belirmişti. Hava, olması gerekenden daha ağır, karanlık ise daha koyuydu. Sonny kötü, görünmez varlıklar moteli istila etmiş gibi bir fikre kapılmıştı. Tahta kulübeler arasında uçuştuklarını görür gibi oluyordu. Sal ve Harry bu şüpheleriyle dalga geçmişlerdi: Sonny bir korkaktı, tekerlekti, kız gibiydi. Bir kapıyı kırmışlar ve uyku tulumlarını dikdörtgen, çıplak bir odanın tozlu zeminine sermişlerdi. Sonny kendi uyku tulumunu alıp caddenin karşısına geçmiş ve bir tarlada uyumuştu.

Şafakta, yüzü çiyle ıslanmış bir halde uyanmıştı. Ayağa kalkıp uzun otların üzerine işedikten sonra yolun diğer tarafındaki motosikletleri kontrol etmişti. Üçü de gece bıraktıkları yerde, kapısı kırık odanın önünde yan yana sıralanmış duruyordu. Avlunun girişindeki cansız, ışıkları yanmayan tabelada BALAYI MOTELİ yazıyordu. Dar yolu geçmiş ve motosikletlerin çiyle nemlenmiş, parlayan selelerini eliyle silmişti. O sırada arkadaşlarının uyuduğu odadan garip bir ses gelmişti. Sonny ağzında acı bir tat olduğu halde kırık kapıyı itmişti. Eğer gördüklerine anlam vermeyi hemen ilk anda reddetmiş olmasaydı bayılması işten bile değildi.

Sal Turso yüzünde kan ve gözyaşı izleriyle yerde oturuyordu. Harry Reilly’nin kesik başı kucağında duruyordu ve bir kan okyanusu yeri kaplamış, duvarlar kanla sıvanmıştı. Harry’nin parçalara ayrılmış bedeni, kanla sırılsıklam olmuş tulumunun üzerindeydi. Çıplaktı; Sal’in üzerindeyse sadece kan kırmızımsı bir tişört vardı. Sal her iki elini de kaldırmış, -birinde uzun ağızlı bıçağı vardı, diğeri kanlıydı- yüzünü buruşturarak, olduğu yerde donakalmış dikilen Sonny’ye bakmıştı. Neler olduğunu bilmiyorum. Sesi çok yüksek ve gıcırtılıydı, kendi sesi değildi. Bunu yaptığımı hatırlamıyorum, nasıl yapmış olabilirim? Yardım et bana, Sonny. Neler olduğunu bilmiyorum.

Konuşamayan Sonny, gerileyerek motosikletine koşmuştu. Nereye gideceğini bilmiyordu ama emin olduğu bir şey vardı: Harko’dan uzaklaşacaktı. Üç kilometre kadar ilerleyince bir başka kasabaya varmıştı, içinde insanların yaşadığı gerçek bir kasabaya ve sonunda biri onu şerifin bürosuna götürmüştü.

Harko: burası kötü bir yerdi işte. Lise arkadaşlarının her ikisi de orada ölmüş sayılırdı, çünkü Sal Turso, ikinci dereceden cinayet suçuyla ömür boyu hapse mahkûm olduktan altı ay sonra kendini asmıştı. Harko’da kırmızı kanatlı karatavuklar ya da ağaçkakanlar göremezdiniz. Serçeler bile Harko’dan uzak dururlardı.

35. karayolu boyunca uzanan bu bölge mi? Hoş, sessiz bir ormanlık alandı, hepsi bu. Size şu kadarını söyleyebilirim, Senatör Sonny Cantinaro Harko’yu görmüştü ve burasının Harko’ya benzer hiçbir yanı yoktu. Burası, Harko’nun yanına bile yaklaşamazdı. Başka bir dünyada bile olabilirdi. Sonny’nin araştırıcı gözlerinin ve giderek sabırsızlanan ruhunun karşısında sadece iki kilometre kadar uzanan çok güzel, ormanlık bir alan vardı. Bir gün tek başına oraya gelip Harley’ini yoldan görünmeyecek bir yere bıraktıktan sonra ulu meşeler ve çamlar arasında, ormanın zengin tabanını ayakları altında hissederek, kuşları çılgın sincapları izleyerek yürümeye karar verdi.

Sonny ormanda yapacağı yürüyüş fikriyle keyiflenmiş, yolun karşı tarafındaki ağaçlara ve onların gerisine bakıyordu ki, çok büyük bir meşe ağacının ardında beyaz bir şey görür gibi oldu. Kendini o yemyeşil örtü arasında yürüme hayaline kaptırdığı sırada gördüğü için neredeyse bir göz yanılsaması ya da ışık oyunu olduğunu düşünecekti. Sonra ne aradıklarını hatırlayıp yavaşladı. Hafifçe yana eğilerek baktığında, meşenin hemen dibindeki çalı kümesi arasında belli belirsiz görünen paslı bir kurşun deliği ve büyük, siyah harfi gözüne ilişti. Sonny yolun karşısına geçti ve G’nin yanında iki harf belirdi; GİR. İnanamıyordu, ama Mouse’un kahrolası GİRİLMEZ levhası oradaydı işte. Yarım metre kadar daha ilerlediğinde yazının tamamını görebildi.

Sonny gazı kesti ve bir ayağını yere koydu. Meşenin yanındaki kar bir ağ gibi yol kenarındaki diğer ağaca uzanıyordu. O da bir meşeydi ama geri kadar büyük değildi. Arkasından gelen Doc ve Kaiser da yolun karsı geçip durdular. Sonny onlara aldırmayarak ağaçların arasında tabelayı arayarak on metre kadar ilerlemiş olan Beezer ve Mouse’a baktı.

“Hey,” diye bağırdı. Beezer ve Mouse onu duymadı. “Hey! Durun!”

“Buldun mu?” diye sordu Doc.

“Şu sersemleri yakala da buraya getir,” dedi Sonny.

“Burada mı?” diye sordu Doc, başını uzatıp ağaçlara bakarak.

“Ne sandın, bir ceset bulduğumu falan mı? Elbette burada.”

Doc hızlandı ve Sonny’nin hemen arkasında durarak gözlerini ağaçlara dikti.

“Görebiliyor musun, Doc?” diye bağıran Kaiser Bill de hızlanıp iyice yaklaştı.

“Hayır,” dedi Doc.

“Oradan göremezsiniz,” dedi Sonny. “Birinizin lütfedip Beezer’a buraya gelmesini söyler mi acaba?”

“Neden sen söylemiyorsun?” dedi Doc.

“Çünkü buradan kıpırdarsam lanet olası şeyi bir daha bulamayabilirim,” dedi Sonny.

Şimdi yirmi metre ötede olan Mouse ve Beezer, yollarına kaygısızca devam ediyorlardı.

“Hâlâ göremiyorum,” dedi Doc.

Sonny içini çekti. “Yanıma gel.” Doc, yavaşça ilerleyip Sonny ile paralel durdu, sonra beş on santim öne çıktı, “işte orada,” dedi Sonny parmağıyla işaret ederek.

Doc, başı Sonny’nin tam önüne gelecek şekilde uzandı. “Nerede? Oh, evet şimdi gördüm. Kahrolası.”

Levhanın üst köşesi kıvrılmış, gölgesi alt kısmın üzerine düşmüştü. Topluma uyum sağlayamamış biri levhaya tesadüfen rastlamış ve beysbol sopasıyla onu yamultmuştu. Suç alanında daha ileri olan ağabeyleri ise tüfekleriyle levhayı öldürmeye çalışmışlardı.

“peki yol nerede?” diye sordu Doc.

Bu konuda aklı biraz karışık olan Sonny, levhanın sağından daha küçük meşe ağacına kadar uzanan karanlık bölgeyi işaret etti. Bakmaya devam ederken karanlık iki boyutluluğunu kaybetti ve hafif bir yumruk atılmışçasına havada beliren kara bir deliğe, bir mağaraya benzeyerek derinleşti. Mağara, kara delik eriyip bir buçuk metre enindeki toprak yola doğru açıldı.

“Kesinlikle o,” dedi Kaiser Bill, “ilk seferinde nasıl hepimizin birden gözünden kaçtığını anlamak zor.”

Kaiser’ın yolun, gözlerinin önünde birdenbire kâğıt kalınlığında simsiyah duvardan oluşmasını görmek için geç kaldığını fark eden Sonny ve Doc birbirlerine baktılar.

“Görmek kolay değil,” dedi Sonny.

“Gözlerinin uyum sağlaması gerekiyor,” diye ekledi Doc.

“Tamam,” dedi Kaiser. “Ama Beezer ve Mouse’a kimin söyleyeceği konusunda tartışmaya niyetliyseniz sizi zahmetten kurtarayım.” Motosikletini vitese geçirdi ve Birinci Dünya Savaşı’nda cepheden önemli bir mesaj götürmekte olan bir haberci gibi fırladı. Bu arada motosikletin gürültüsünü duymuş olan Mouse ve Beezer durmuşlar, geriye bakıyorlardı.

“Sanırım dediğin gibi,” dedi Sonny, Doc’a huzursuzca bakarak. “Gözlerimizin uyum sağlaması gerekti.”

“Başka bir şey olamazdı.” Pek ikna olmamışlardı ama konuyu daha fazla uzatmadılar ve Kaiser’ın Mouse ve Beezer ile konuşmasını izlemeye koyuldular. Kaiser, Doc ve Sonny’yi işaret etti ve ardından Beezer işaret etti. Sonra Mouse o tarafı işaret etti ve Kaiser aynı hareketi tekrarladı. Son derece az gelişmiş bir işaret dilinde yapılan bir tartışmaya benziyordu. Sonunda konuşmaları sona erdi ve Kaiser motosikletini çevirerek kuyruğunda Mouse ve Beezer olduğu halde tekrar onlara doğru ilerlemeye başladı.

Beezer en önde olmadığı zaman o düzensizlik, kuralsızlık hissi sürekli kendini gösteriyordu.

Kaiser dar yolun kenarında durdu. Beezer ve Mouse onun arkasında durakladılar ve Mouse hemen ağaçların arasındaki açıklığa döndü.

“Görmek o kadar da zor olmamalı,” dedi Beezer. “Her neyse, işte orada. Şüphelenmeye başlamıştım, Mousie.”

“Hı-hı,” dedi Mouse. Her zamanki tavrı olan, hayatı bir oyunmuş gibi gören entelektüel serseri havası, gücünü kaybetmişti. Açık havada, güneşin allında yol almaktan bronzlaşmış olan yüzü, kesilmiş süt gibi solgundu.

“Size doğruyu söyleyeceğim, çocuklar,” dedi Beezer.” Sawyer bu yer konusunda haklıysa, evi inşa etmiş olan kaçık herif bubi tuzakları kurmuş ve bir çok sürpriz hazırlamış olabilir. Evi uzun zaman önce yapmış, ama Balıkçı gerçekten oysa, insanları ininden uzak tutmak için ne çareler düşünmüş olabileceğini Tanrı bilir. Yani arkamızı kollamak durumundayız. Bunu yapmanın iyi yolu da içeri güçlü ve hazır bir halde girmek. Silahlarınızı en çabuk ve kolay ulaşabileceğiniz yerlere koyun, tamam mı?”

Beezer, seleye bağlı çantalardan birini açtı ve fildişi kabzalı, mavi namlulu .9 milimetrelik bir Colt tabanca çıkardı. Kurşunlarını kontrol ettikten sonra emniyeti açtı. Bakışları altında Sonny çantasından bir .357’lik Magnum Doc, Beezer’ınkinin aynısı olan bir Colt ve Kaiser da yetmişli yıllardan beri sahip olduğu özel yapım eski .38’lik Smith & Wesson tabancasını çıkardı, o güne dek sadece atış poligonlarında ateşlenmiş olan silahlarını, deri ceketlerinin ceplerine soktular. Tabancası olmayan Mouse, belinin arkasına, kot pantolonun arka ve ön ceplerine ve botlarının içine yerleştirdiği bıçaklarını yokladı.


Yüklə 2,7 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   58




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin