Süleyman gökbulut, necmeddîN-Î KÜBRÂ adli kitabin tanitimi



Yüklə 101,54 Kb.
səhifə1/3
tarix15.01.2018
ölçüsü101,54 Kb.
#37945
  1   2   3

SÜLEYMAN GÖKBULUT, NECMEDDÎN-Î KÜBRÂ ADLI KİTABIN TANITIMI
İnsan Yayınları, İSTANBUL, 2010, 327 sayfa.
HAZIRLAYAN: Durmuş Ali Yıldız
-KİTABIN KISACA İÇERİĞİ HAKKINDA-
Necmeddin-i Kübra –Hayatı, Eserleri, Görüşleri, adlı bu kitap Dr. Süleyman Gökbulut tarafından doktora tezi olarak hazırlanıp bazı değişikliklerle kitap haline getirilmiştir. Yazar kitapta Necmeddin-i Kübra’nın hayatı, yaşadığı çağ, halifeleri ve talebeleri perspektifinde Kübrevilik tarikatı ve Necmeddin-i Kübra’nın tasavvufi görüşlerini araştırma konusu yapmıştır. Kitabın giriş aşamasında Necmeddîn Kübrâ ve Kübrevîlik ile ilgili kaynak ve araştırmalardan bahsedilmektedir. Ardından dört bölümden müteşekkil olan kitabın ilk bölümünde Necmeddîn Kübrâ’nın yaşadığı dönemdeki siyasi ortam ile dini, tasavvufi ve kültürel hayat söz konusu edildikten sonra Necmeddîn Kübrâ’nın hayatı Menkıbevî ve Tarihi açıdan ele alınıp kendisine yanlışlıkla nispet edilen eserlerle birlikte Arapça ve Farsça eserleri anlatılmaktadır. İkinci bölümde Necmeddîn Kübrâ’nın halifelerinden bahsedilmektedir. Üçüncü bölümde Kübreviyye tarikatının tarihi ele alınmaktadır. Tarikatın Necmeddîn Kübrâ ve halifelerinden sonraki tarihi ve diğer tasavvuf çevreleriyle ilişkileri ele alınmaktadır. Dördüncü bölümde Necmeddîn Kübrâ’nın tasavvuf anlayışında dayandığı temeller, tasavvufa bakışı, Kübreviyye tarikatının Şiilikle ilişkisi, Necmeddîn Kübrâ’nın tasavvuf eğitim yöntemleri ve tasavvufî tecrübeleri konu başlığı altında açıklanarak sonuç bölümü ile özetlenip kitap sona ermektedir.

Türklerin İslâmiyet'i kabul edişlerinde ve din anlayışlarının oluşmasında tasavvufun önemli bir yeri bulunmaktadır. Orta Asya kökenli bir tarîkat olan Kübrevîlik ve o tarikatın temsilcisi Necmeddîn Kübrâ’nın hayatı İslam medeniyetinin temellendirilmesinde önemli bir yere sahip olan tasavvuf dairesinde yer almıştır. Çünkü söz konusu tarîkatın da yayıldığı coğrafyalarda halkın dinî hayatına derin tesirleri olmuştur. Harezmşahlar Devleti sınırları içinde, Necmeddîn Kübrâ önderliğinde ortaya çıkan ve günümüzde sayıları az da olsa varlıklarını sürdürmekte olan Kübreviyye ekolüne mensup Sûfîler, yaklaşık sekiz asırdan beri İslâm dünyasına dinî, ilmî, edebî, fikrî ve özellikle de tasavvufî açıdan büyük katkılarda bulunmuşlardır.

Bu zaviyeden hareketle Necmeddin-i Kübra ve Kübrevilik Tarikatı da her ne kadar isim olarak Nakşibendi, Mevlevi tarikatları kadar duyulmasa da aksiyon yönü açısından ve dine hizmet açısından faydaları göz önüne alındığında değerlendirilmesi gereken bir oluşumdur. Kübrevilik tarikatının oluşum süreci, temel ilkeleri bağlamında tasavvufi bakış açısı, tasavvuf yoluyla dine hizmetleri önemlidir. İslam Tarihinde dinin yayılmasına büyük katkıları olan mutasavvıflar, dinin gayesini gerçekleştirmek için çaba sarf etmişlerdir. Bunun bir vesilesi olarak doğan Tarikatlarda da müstesnalar olmak kaydıyla İslami gaye olan irşat vazifesini bir nevi kurumsallaştırarak bu vazifeyi yerine getirmeyi görev telakki etmişlerdir.
GİRİŞ BÖLÜMÜ

Bu bölümde müellifin araştırmaları esnasında başvurduğu kaynaklar tanıtılmış, Necmeddin Kübra ve Kübrevilik ile ilgili bu zamana kadar yapılan çalışmalar ve hedefler üzerinde durulmuştur. Miladi 12. Asırda Harezm topraklarında ortaya çıkan bu hareket çok geniş bir inceleme sahasına münhasır olduğundan ötürü bu hareketle ilgili yazılan eserlerin olması kaçınılmazdır. Bu bağlamda ele alınan eserlerin bir kısmı Tarih ve Coğrafyaya, bir kısmı Tabakât ve Tezkire türüne örnektir. Yine bunların bir kısmı menkıbevi mahiyette olan tasavvufi kaynaklar olup bazıları da modern araştırmalardır.

Pir’in yaşadığı Harezm bölgesi ve bu bölgenin hâkimi olan Harezmşahlar devletinin siyasi, sosyal ve kültürel yapısı Genel ve Coğrafya kaynaklarında ele alınmıştır. Bu kaynakların iyi irdelenmesi bu oluşumu yaşanılan çağın koşullarına göre değerlendirme açısından önemlidir. Bu kaynaklar içerisinde Şemseddin el-Makdisi (ö. 378/988)’nin Ahsenü’t-Tekasim fi Ma’rifeti’l-Ekalim’i, İbnü’l-Esir (ö. 626/1228)’in el-Kamil fi’t-Tarih’i, meşhur Moğol tarihçisi Ata Melik Cüveyni (ö. 681/1283)’nin Tarih-i Cihangüşa’sı, İbrahim Kafesoğlu’nun Harezmşahlar Devleti Tarihi gibi eserler önemli yer tutmaktadır.1

Necmeddin Daye er-Razi (ö. 654/1256) tarafından ele alınan Bahru’l-Hakaik adlı eseri Tabakat ve tezkire türüne örnek içeren bir tefsirdir. Müellif eserin başında kendisi ve şeyhleri hakkında kısa bilgiler vermektedir. Bunun yanı sıra Sivaslı Muhammed Alai’ye ait olan Menakibname-i Şeyh Evhadeddin Kirmani adlı eser Şeyh Kirmani’nin hayat hikayesini ve seyahatlerini anlatmaktadır. Ayrıca Şeyh Kirmani’nin Necmeddin Kübra, Sa’deddin Hammuye veya Necmeddin Daye gibi Kübrevi şeyhleriyle görüşmeleri de ele alınmaktadır. Simnani’nin Tezkiretü’l Meşayih’inde Kübrevi silsilesinde kendinden önceki şeyhler hakkında bilgiler sunmaktadır. Dikkat çeken bir başka eser de Şemseddin Davudi (ö. 945/1539)’nin alfabetik olarak tertip edilmiş eserinde, 704 müfessirin biyografisine yer verilmiş, 12 ciltlik bir tefsirin kendisine nispet edildiği Necmeddin Kübra’ya da değinilmiştir.2 Pir hakkında yazılmış menakıpnamelerden dikkat çeken bir anonim menakıpname olan Menkabet-i Şeyh-i Kebir, Pir’in başından geçen hadiseler ile şeyhin vefatından sonra, kendi cesedinin yerini halka bildirmesini anlatmaktadır.

Necmeddin Kübra ve Kübrevilik ile ilgili modern araştırmaların tarihine göz atıldığında 1930’lu yıllar bu anlamda başlangıç kabul edilmektedir. Batı’da bu alanda ilk çalışma Alman müsteşrik Fritz Meier ile başlamış ve Fransız Marjion Mole ile devam etmiştir. Modern araştırmaların öncülerinden olan bu şahıslar Kübrevi Meşayihinin eserlerinin neşredilmesi hususunda önemli gayretler göstermişlerdir. Yine 20. Asrın 2. Yarısından sonra İran’da yayınlanan ve Pir Kübra’yı ele alan üç adet farsça eser kaleme alınmıştır. Bunlar 1967 yılında Menuçehr Muhsini’nin Tahkik Der Ahval u Asar-ı Necmeddin Kübra Üveysi adlı eser, 2001 yılında Kazım Muhammedi tarafından Necm-i Kübra adıyla yayınlanan eser ve Abdürrafi Hakikat’ın kaleme aldığı Sitare-i Bozorg-i İrfan: Şeyh Necmeddin Kübra isimli eserlerdir. Bu eserlerin yanı sıra Türkmenistan’ın başkenti Aşkabad’da 29-30 Mayıs 2001 tarihinde, Şeyh Necmeddin Kübra adına uluslararası bir sempozyum düzenlenmiş ve bu programda sunulan tebliğler dört cilt halinde neşredilmiştir. 90’lu yıllarda Kübrevi geleneği ile ilgili yapılmış üç doktora tezi de önem taşımaktadır. Bu tezlerin önemi Kübrevi Şeyhleri, takipçileri ve tarikatın kollarının kurucularından söz etmesinden kaynaklanır. Ayrıca Mustafa Kara, Mehmet Okuyan, Süleyman Uludağ, Necdet Tosun, Henry Corbin, Toshihiko İzutsu, Hüseyin Bedrettin gibi ilim adamlarının da Kübrevi geleneği ile ilgili kitap, makale, ansiklopedi gibi araştırmaları mevcuttur.

BİRİNCİ BÖLÜM

Necmeddin Kübra, 540/1145 yılında Harezm’e bağlı bir şehir olan Hive’de dünyaya gelmiştir. Gençlik çağlarında hadis tahsili ve tasavvuf eğitimi için Nişabur, Bağdat, Mekke gibi büyük ilim merkezlerini dolaşmıştır. Harezm’e bilinmeyen bir tarihte elinde icazeti bulunan bir şeyh olarak dönen Pir, vefat tarihi olan 618/1221’e kadar bu topraklarda tarikat faaliyetlerini sürdürmüştür. Necmeddin Kübra, Harezmşahlar adıyla hüküm süren hanedanların Anuştigin Oğulları-Harezmşahlar Devleti döneminde yaşamıştır. Bölge Kuteybe b. Müslim’in Horasan valiliği sırasında, 93/712’de İslam devletine bağlanmıştır. Bölgenin türkleşmesi ise Selçuklu devrinde idarede bulunan beyler zamanında vuku bulmuştur. Bu beyler Türk olmak ve Harezmşahlar sülalesinin kullandığı beylik adları Türkçe olmakla beraber, eski İranlılara ait ‘‘Harezmşah’’ unvanını kullanmışlardır. Pirin yaşadığı dönemde Harezmşahların hüküm sürmekteydi. Şeyh Kübra Alaeddin Tekiş zamanında Harezm’e döner ve irşat faaliyetleri ile uğraşır. Alaeddin Muhammed Harezmşah yönetiminde Harezmşahlar devletinin içerisinde yaşayan Şeyh Kübra, siyasi olayların göbeğinde yer alır. Muhammed Harezmşah, Gurlular, Karahıtaylar gibi güçlü devletleri yenerek hem siyasi otoritesini genişletiyor hem de iktidarda hakimiyetini perçinliyordu. Ancak Sultan’ın Annesi ve Abbasi halifesi ile problemleri vardı. Ayrıca ülkesini yerle bir edecek Moğol istilasının da farkında değildi.

Terken hatun iktidarda söz sahibiydi. Öyle ki kimi zaman sultanın emirleri Terken’in müdahelesiyle bozulabiliyordu. Kendisine bu gücü kazandıran ordu idi. Büyük bir imparatorluk kuran Sultan bunu annesine borçluydu. Bu siyasi ve iktidari güçlerden ötürü annesinin birçok kararına istemese de saygı duyuyor ve muhalefet etmiyordu. Mecdeddin Bağdadinin bir öfke sonucu Sultan Muhammed tarafından öldürülmesi bunun neticesinde ulema sınıfının Terken Hatunun tarafına geçmesi, Sultan’ın Abbasiler adına hutbe okunmasını yasaklaması, fakat bu yasağa Harezm, Semerkant gibi bölgelerde uyulmaması da Terken Hatun’un etkisini göstermektedir.

Harezmşahlar’ın Halife Nasır ile aralarının bozulması Sultan Tekiş devrine rastlamaktadır. Sultan Muhammed Halifeye biat eden Müslüman halktan tepki çekmemek adına Halifeye yapacağı saldırı için bahane arıyordu. Halife’nin kendi devletini Selçuklular, Büheyvoğulları gibi devletlerle eşit görmesi Sultan’ın kendisini onlardan üstün görmesiyle uyuşmuyordu. İmam Muhammed Halifeden Bağdat’ta kendi adına hutbe okunmasını talep ediyor, ancak bu teklif kabul görmüyordu. Sultan, Halifenin kendince gördüğü olumsuzluklarını delil göstererek Hilafete ehil olmadığını, Padişahın kuyusunu kazdığını, devrin önde gelen imamlarını toplayarak onlara anlatıyordu. Hilafetin Abbas oğullarının değil, Hz. Hüseyin’in soyundan gelen birisi için hak olduğunu, onun hakkının gasp edildiğini bildiren hutbeler okuttu. Nasır’ın yerine Tirmiz seyyitlerinden Alaülmülk’ü halife tayin etti. Harezmşah Muhammed, Bağdat’ı zabt edeceğinden emindi. Bu yüzden Bağdat ve çevresini komutanları arasında peşinen ikta’ etti. Ancak kader onun istediği gibi telakki etmiyor, Sultan’ın ordusu olumsuz hava koşullarına yakalanıyor, telef oluyordu. Bu halk nezdinde hilafete ayaklanan bir Sultan algısına dönüşüyor ve Sultan Muhammed’in itibarını yerle bir ediyordu.

İbnu’l Esir’in kendisinden fazilet sahibi, fıkıh ve tefsir ilimlerine vakıf, alimleri seven; devlet işlerinde gayet ciddi ve din adamlarına saygılı birisi olarak söz ettiği Sultan Muhammed, Cengiz Han’ın önderliğini yaptığı Moğolların Çin gibi büyük bir devleti himayesine alması neticesinde Moğollarla önü alınamaz bir düşmanlığa giriyordu. Bunun neticesinde gelen Moğol elçileri öldürmesi, Cengiz Han’ın Moğol istilasına başlamasına sebep oluyor ve akıbet vuku buluyor. O korkunç Moğol istilası Harezm devletini tarih sahnesinden siliyordu.

Harezmşahlar devrinde dini hayat Sünni çerçevede Hanefi fıkhı çoğunluklu bir anlayışta yaşanmıştır. Harezmşahlar, Hanefi ve Şafiliği himaye etmiş, Şii ve İsmaili gibi siyasi gaye güden zümrelerin ortadan kaldırılması için yoğun çaba harcamışlardır. Hicri 5. Yüzyıldan itibaren Mu’tezile mezhebinin de Harezm’de faaliyet gösterdiği görülmektedir. Aynı şekilde Harezm’in düşünce ve ilim hayatında dini münakaşaların saygı içerisinde yapıldığı, kaba kelimeler kullanılmasına izin verilmediği de rivayet edilmektedir. Öyle ki bölgede Mu’tezilenin Moğol istilasından sonra da hayat sürmesi bu anlayışın Harezmde kökleştiğini göstermektedir. Harezm toplumunda din adamlarının nüfuzu oldukça fazla idi. Zaten Sultan Muhammed’in halifeye muhalefetinde başarılı olamamasındaki temel etken de işte bu amildir. Türklerin yoğun olarak yaşadığı Harezm, Horasan gibi bölgeler tasavvuf hareketlerine ve önderlerinin sergiledikleri ekolleri beraberinde getirmiştir. Abdullah b. Mübarek, Fudayl b. İyaz gibi daha ikinci asırda yaşamış zahitler, Hâkim Tirmizi, Serrac, et-Tusi, Kuşeyri ve Gazzali gibi tasavvufun klasik eserlerini telif eden ve bunu Sünni düşünceye hasreden büyük zatlar bu topraklarda yetişmiş ve faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu topraklarda ortaya çıkan Melami anlayış da önem teşkil eder. Zira merkezi Horasan olan bu anlayış, Türklerin İslamlaşmasında önemli rol oynayan Horasan erenlerinin de dayandığı anlayıştır. Pir Necmeddin’in ‘‘Salik, rızkını helal yollardan sağlamak için elinden geleni yapmalıdır’’ sözü, yine dergâhındaki dervişlerin ve dışarıdan gelen misafirlerin elbiselerini kendi elleriyle yıkayacak kadar alçakgönüllü olması, onun bu anlayıştan kısmen de olsa etkilendiğini göstermektedir. Selçuklular ve Harezmşahlar devrinde Tasavvuf erbabı ile Devlet ricali arasında ilişkiler gelişmiş olsa da Şeyh Kübra’nın halifesi Mecdeddin Bağdadi’nin katledilmesi gibi olumsuz durumlarda olmuştur. Harezmşahlar devletinin resmi dili Farsça olup, ilim ve din hayatında Arapçada kullanılmaktaydı. Saray ve Ordunun dili ise Türkçe idi. Başkent Ürgenç ilim ve fikir bakımından birçok gelişmeye sahne olmuş, burada Nizamül-Mülk tarafından bir Nizamiye medresesi inşa edilmişti. Ayrıca el-Kirmani, Zemahşeri, Fahreddin Razi, Seyyid İsmail Cürcâni gibi çok önemli Âlimler de burada yaşamıştır.

Netice itibariyle Necmeddin Kübra’nın yaşadığı Harezm bölgesi ve çevresi, ilim, irfan, tasavvufi hayat, fikri açılımlar, tarikat oluşumları bakımından adeta altın devrini yaşamıştır.

Yazar, Necmettin Kübra’nın hayatını Menkıbevi ve Tarihi olmak üzere iki bakışla ele almıştır. Yazar, Menkıbe kavramına açıklık getirdikten sonra çeşitli kaynaklarda zikredilen menkıbeleri şu dört başlık altında toplamıştır.



  1. ŞEYH ARAYIŞI VE ŞEYHLERİYLE YAŞADIKLARI

Rivayet edilen Menakıpname şöyledir: Necmeddin Kübra Harezm ve İran bölgesinde uzun yıllar bağlanacak bir mürşit arar. Derdine derman arayan Kübra, Bağdada Şeyh İbrahim’in yanına gider. Yedi yıl ona hizmet eder. Bir gün şeyh abdest alırken, Necmeddin su kabını getirir Şeyh ayağını yıkarken gözyaşları şeyhinin ayağına düşer. Şey İbrahim onun olgunlaştığını anlar ve abdest aldığı suyu içmesine izin verir. Necmeddin suyu içince hal ilminin kapıları ona açılır ve şeyhi ona Necmeddin lakabını verir. Şeyh olgunlaşması için Necmeddin’i Şeyh İsmail’in yanına yollar. Necmeddin Şeyh İsmail’in yanında bir takım şeri bilgilerle gurura kapılır. Üstadını içinden kınar bunun neticesinde üstadı ona su serper, Necmeddin hal ilminin bir takım sırlarına vakıf olur. Şeyh İsmail, Necmeddin’e bir tokat atar. Necmeddin üstadının kudretini müşahede eder ve onu cennette ruhani varlıklarla görür. Necmeddin bütün bu olanlardan sonra kendine geldiğinde Şeyh İsmail’in abdestini bitirdiğini namazda olduğunu görür. Namazını tamamlayınca ayağına kapanır ve ona Mürit olur. Yedi gün sonra Şeyh ona Kübra lakabını verir. Sonra onu Şeyh İbrahim’in yanına tekrar gönderir ve eline şu sözlerin yazılı olduğu kâğıdı verir: ‘‘Eğer onun böyle bakır gibi müritleri varsa bize göndersin de biz onları altına çevirelim. Eğer onların taş gibi sert kalpleri varsa, biz onları yumuşak muma çevirelim.’’ Bütün bunlardan sonra Şeyh İbrahim, Necmeddin-i Kübra’yı Harezm’e gönderir ve orada yeni bir silsile kurmasını öğütler.

Yazar menkıbeleri anlattıktan sonra Necmeddin Kübra ile ilgili anlatılanları temelde Sistani’nin Çihil Meclis’i ve Harezmi’nin Cevahiru’l-Esrarına dayandırıldığını, Nefehat’teki biyografisinin önem teşkil ettiğini vurgular.



  1. MOĞOLLAR’IN HAREZM’İ İSTİLASI VE ŞEHİT EDİLMESİ

Yazar bu başlık altında İbnu’l Esir’in bu üzücü istilayı anlatırken ne kadar zorlandığını belirttikten sonra Moğol istilasının vuku bulma sebebini anlatır. Halifesi Mecdeddin Bağdadi’nin haksız yere katledilmesi karşısında Necmeddin Kübra Sultan’a ‘‘Bunun diyeti senin başın olacak. Senin de birçok kişinin de başı gider. Sizin yüzünüzden biz de gideriz.’’ cevabını verdi. Mecdeddin Bağdadiye iftira atan bir takım fırsatçılar sultanı kışkırtmış ve Mecdeddin’in dicleye atılması olayı vuku bulmuştu. Bunu haber alan Pir Necmeddin şöyle serzenişte bulunur ‘‘Oğlum Mecdeddin’in diyetini Sultan Muhammedin mülkünden ala!’’

Menkıbelerde anlatıldığına göre Necmeddin Kübra o meşhur uzun süren Harezm savunması sırasında çok önemli görevler üstlenmiş, çeşitli kerametler göstermiş ve kahraman bir savaşçı gibi mücadeleler vermiştir. Hatta şehit olurken dahi kendisini öldüren kişinin Müslüman olması için gayret göstermiştir. Teslim olurken dahi tavrı onun tam bir sufi portresi çizdiğini gösterir. Onun bu kuşatma ile ilgili menkıbelerini zikreden yazar, bu menkıbelerde onun kahramanlıklarının yanı sıra savaş esnasındaki sıra dışı vuku bulan olaylarını söz konusu yapar.



  1. KENDİ CESEDİNİN YERİNİ BİLDİRMESİ VE HAREZM HALKINA MÜJDESİ

1847 tarihli anonim bir menakıpnameye göre, cesedinin yerini bir müridi vasıtasıyla bildiren Şeyh Necmeddin’dir. Olay kısaca şöyledir: Necmeddin Kübra’nın komşusu olan bir müridi kendisi öldükten sonra Çin’e esir düşer. Harezm’in tekrar islam yurdu haline gelmesinden sonra Şeyh Kübra’nın kabrine ulaşmak ister. Harezme tekrar dönmekte olan komşusu Kuh-i Suhan adı verilen bir dağda sıra dışı olaylar yaşar. Bu olaylar neticesinde3 Şeyh Necmeddin ona karpuz çekirdeğinden yola çıkarak onun bir iğde ağacına dikilmesini, arkadakinin yenmesini, öndekine dokunulmamasını tembihler. Çünkü orada kendi cesedi olduğunu bildirir ve Harezmin mahzun olmamasını, tevbelerinin kabul edildiğini, bir daha belaya uğramayacaklarını söyler ve onu gönderir. Mürid kendini yurdunda bulur ve olanları çevresine anlatır. Sultan da bunları duyunca memnun olur.

  1. FAHRETTİN RAZİ İLE İLİŞKİLERİ

Yazar bu kısımda Şeyh’in Razi ile ilişkisine girmeden önce Razi’nin her ne kadar akılcı ve kelami yönü ön planda olsa da tasavvufa karşı olmadığını, sufi yönünün de olduğunu, ilhama yer verdiğini belirtmiştir. Razi’nin Şeyh ile karşılaşmaları olağandır. Fakat tasavvufi kaynaklarda anlatılanlar daha çok Şeyh Kübra’yı yücelten, Fahreddin Razi’yi küçük düşüren menkıbelerdir. Bu ikilinin karşılaşmalarına, münazaralarına yer veren yazar, Razi’nin Allah’ın varlığına dair deliller öne sürdüğünü, Şeyhin o meclise olumlu baktığını, yine aynı şekilde Razi’nin ilimlerle meşguliyetinin Kübrevi dergahında kalamamasına, bu ilmi ve felsefi birikimi terkedemediğinden marifete ulaşamamasına sebep olduğunu, Razi’nin tasavvufi eğitim temelinden geçerek meşhur eseri Mefatihu’l Ğayb’ı yazdığı gibi hususiyetlere yer vermiştir.

TARİHİ HAYATI

Şeyh Necmeddin Kübra’nın tarihi hayatına baktığımızda menkıbevi hayatı kadar geniş anlatılmadığını görürüz. Pir’in asıl künyesi Ebu Abdullah’tır. Ancak Hz. Peygamber tarafından kendisine verilen Ebu’l-Cennab künyesi ön planda olduğu için diğerini neredeyse unutturmuş. Necmeddin Kübra’ya bir künye beş lakap ile meşhur olmuştur. Künyeyi ve lakapları açıklayan yazar Ebu’l Cennab ile Tammetu’l Kübra’nın en çok kullanıldığını belirtmiştir.

Necmeddin Kübra’nın asıl adı Ahmed b. Ömer b. Muhammed b. Abdullah el-Hiveki’dir. 540/1145 yılında Harezm/Hive’de dünyaya geldiği hususunda ittifak vardı. Şeyhin ailesi ile ilgili bilgiler çok kısıtlıdır. Babası ticaretle uğraşan alim ve sufi bir zat imiş. Kaynaklarda Necmeddin Kübra’nın Türk olup olmadığı hakkında net bir bilgi yoktur. Türklerin Harezm’e yerleşmelerinin Selçuklu sultanlarına bağlı devre denk gelmesi münasebetiyle Türk olma ihtimali de mevcuttur. Gençlik çağlarında hadis ilmine meraklı olduğu, ilim diyarlarına seyahatler yaptığı, büyük âlimlerle görüştüğü, ve Hemedan’da iken Yusuf el-Hemedani’den Kuşeyri risalesi icazeti aldığı zikredilmektedir. Bu icazetin izleri daha sonraki tarikat faaliyetlerinde kendisini göstermiştir.

Necmeddin Kübra’nın tarihi kişiliği, Çihil Meclis ve Nefehat yazarı Cami’nin bazı eklemeleriyle kabul gören bir menkıbevi anlatım tablosunda kendisine yer bulmuştur. Pir’in Baba Ferecle görüştüğü, İsmail Kasri’nin dergahına konuk olduğu daha sonra Şeyh Âmmar’a gittiği ve sonra da irşat faaliyetleri için Harezm’e geçtiği; bu yolculukları esnasında olağanüstü hadiseler yaşandığı zikredilmektedir. Hz. Peygamber’in kendisine verdiği Ebu’l- Cennab lakabı ve bunun neticesinde zahidane bir hayat ve mürşit arayışları vuku bulmuştur. Necmeddin Kübra’nın kendisinin de belirttiği üzere yanlarında bulunduğu mürşitleri Baba Ferec et-Tebrizi, Şeyh Ruzhiban-ı Kebir el-Mısri, Şeyh İsmail el-Kasri, Şeyh Ammar-ı Yasir el-Bidlisi’dir. Bu sayılan şeyhlerden çeşitli tasavvufi eğitimler almıştır.

Necmeddin Kübra’nın vefatına tarihi açıdan bakarak farklı bir pencereden yaklaşan müellif, Kübra’nın sufiler nezdinde Moğol istilası sırasında şehit düştüğü; fakat tarihi kaynaklar nezdinde değerlendirmeye alındığında olaya temkinli yaklaşmak gerektiğini belirtmektedir. 1145-1221 miladi yılları arasındaki 78 yıllık hayatının büyük kısmını kendi vatanında geçiren Şeyh Kübra’nın bu savaşta kahramanca savaşarak şehit düşmesi olayını sonradan kendisine atfedilebilecek bir durum olduğunu, tarihi veriler değerlendirildiğinde savaşta şehit olup olmadığının net bir bilgi içermediğini belirtmektedir. 1221 yılında Harezm saldırısı sırasında şehit düşüp düşmediği hususunu toplum psikolojisi açısından değerlendiren müellif, insanların Moğol istilasının getirdiği bunalımdan kaçarak fıtratları gereği bir kurtarıcı arayışları neticesinde şeyhlerini manevi bir kurtarıcı gibi görmelerinin gayet normal olduğunu belirtmesi, olaya tarihi açıdan baktığı izlenimini vermektedir. Tabi bu kanaatin tartışmalı olduğu açık olup, bir topluma mal olmuş böyle bir zatın şehit olup kahramanlıklar göstermesinin de muhtemel olmasının yüksek olduğu düşünülmelidir. Şeyhin meftun bulunduğu yer günümüz Türkistan sınırları içerisinde yer alan ve Sovyet döneminde ‘‘Şeyh Kebir Ata Türbesi’’ diye bilinen bu yapı, çok fazla ziyaretçi almaktadır. Şeyhin kerametleri halk arasında da halen anlatılmaktadır.

Necmeddin Kübra’nın eserlerine baktığımızda uzun ve felsefi içerikli değil; kısa, pratik ve sorun çözücü risaleler telif ettiği görülmektedir. Kendisinin en hacimli eseri Fevaihu’l-Cemal’dir. Fakat kendisine atfedilen aslında halifesi Necmeddin Daye’ye ait olan ve Daye’nin 9 cildine kadar tefsirini yazabildiği, geri kalanının eklemelerle kayıtlara geçtiği et-Te’vilatü’n-Necmiyye ve Bahru’l-Hakaik gibi değişik isimlerle adlandırılan 12 ciltlik eseri Fevaihu’l-Cemal’den daha kapsamlıdır. Risaleleri çoğunlukla sorulan sorulara cevap niteliği taşıyan, nasihat içerikli; adap-erkân, seyr ü süluk tecrübelerini anlatan yazılardır. Kaynakların verdiği bilgiler Şeyh’in on iki ciltlik bir tefsir kaleme aldığıdır. Yine Şeyh Kübra’ya atfedilip ona ait olmayan eserlerde mevcuttur. Şeyh Kübra eserlerinde Saliki makamlar, Haller, Manevi olaylar, Tevbe, zühd tevekkül, kanaat, uzlet, devamlı zikir, teveccüh, sabır, murakabe, rıza gibi tasavvuf erbabının özellikleri, yine sufilerin yaşantısının nasıl olması gerektiği, Müritlerin sormuş oldukları suallere verilen cevaplar, nasihat içerikli hususiyetler görülmektedir.

Şeyh Kübra’nın Arapça eserleri şunlardır: Fevaihu’l-Cemal ve Fevatihu’l-Celal, Usulü’l-Aşere, Risale İle’l-Haim, Tasavvuf hakkında bir Risale nüshası ile mevcut bir eser, Risale-i Sefine, Minhacü’s-Salikin ve Mi’racü’t-Talibin, Adabü’l-Müridin, Risale fi’l-Halve, Adabü’s-Süluk ila Hazreti Maliki’l-Mülk ve Meliki’l-Müluk, İrşadü’t-Talibin.

Farsça eserleri şunlardır: Risaletü’s-Sairi’l-Hairi’l-Vacid İle’s-Satiri’l-Vahidi’l-Macid, Adabü’s-Sufiyye, Adabü’s-Salikin, Nasihatü’l-Havas, Cevab-ı Nuh Sual, Kitabü’t-Turuk fi Marifeti’l-Hırka, Adabü’l-Mutasavvife, Rubailer.

Yanlışlıkla kendisine atfedilen eserler şunlardır: Kitabü’l-Himme, Sekinetü’s-Salihin, el-Makamat ve Esraru’l-Arifin, Fevaid-i Ayat-i Kur’ani, Risale fi’s-Süluk, Risale fi İlmi’t-Tasavvuf ve İlmi’l-Huruf, Risale fi Fazileti’s-Salat, Risaletü’l-Hükmi’l-Akli, Fütüvvetname, Menazilü’s-Sairin, Risale-i Çehar Erkan, Risale-i İslamiyye, Risale-i Ma’rifet, Şerh-i Hadis-i Küntü Kenzen Mahfiyyen, Bahru’l Hakaik ve’l-Ma’ani fi Tefsiri’s-Seb’i’l-Mesani.

İKİNCİ BÖLÜM

Bu bölümde Necmeddin Kübra’dan hilafet almış olan halifelerinden söz edilecektir. Necmeddin Kübra’nın kaynakların üzerinde ittifak ettiği yedi halifesi varsa da şii eğilimli yazarların kendi anlayışları doğrultusunda 12 imama paralel bir sınırlama getirdikleri de görülmektedir. Kaynakların ittifak ettiği halifelerinin adları şu şekildedir:

Mecdeddin Bağdadi (ö. 606/1209 veya 606/1219), Radiyeddin Ali Lala (ö. 642/1244), Sa’deddin Hammuye (ö. 649/1251 veya 650/1252), Aynüzzaman Cemaleddin Gili (ö. 651/1253), Necmeddin Daye er-Razi (ö. 654/1256), Seyfeddin Baharzi (ö. 658/1259 veya 659/1260), Baba Kemal Cendi (ö. 672/1273).


Yüklə 101,54 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin