Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ


Türk Dili İnkılabı - Özkan BOSTANCI



Yüklə 0,87 Mb.
səhifə3/14
tarix29.10.2017
ölçüsü0,87 Mb.
#19743
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14

Türk Dili İnkılabı - Özkan BOSTANCI
-Bir MİLLETİN TABİİ HUDUTLARI dağlar ve ırmaklar değildir. İstinat ettiği MİLLİYETİN LİSANI VE DİNİ SINIRLARIDIR!..

-MİLLETİ AYAKTA TUTAN DİL BİRLİĞİ, İNANÇ BİRLİĞİDİR!..(3)

-Bugün bizim bu dostumuzun (Sovyetler Birliği) yönetiminde DİL bir, İNANÇ bir, ÖZ BİR KARDEŞLERİMİZ vardır. ONLARA SAHİP ÇIKMAYA, onları arkalamaya HAZIR OLMALIYIZ!

Milletler buna nasıl hazırlanır?.. MANEVİ KÖPRÜLER'i sağlam tutarak!.. DİL bir köprüdür, İNANÇ bir köprüdür, TARİH bir KÖPRÜDÜR!..

Bugün biz bu kitlelerden DİL bakımından, GELENEK, GÖRENEK, TARİH bakımından kopmuş, ayrılmış, çok uzaklara düşmüşüz. TÜRKÇE'MİZ bile BATI TÜRKÇE'Sİ!.. Demek ki bir de DOĞU TÜRKÇE'Sİ var. Bizim kullandığımız mı doğru, onların kullandıkları mı?..

Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli. TARİH bağı kurmamız lazım. Folklor bağı kurmamız lazım. TÜRKOLOJİ alanında merhaleler aşmamız lazım!.

KİM YAPACAK BUNLARI?.. Elbette BİZ!.. Nasıl yapacağız?.. İşte görüyorsunuz, DİL encümenleri, TARİH encümenleri kuruluyor. Dilimizi onun diline yaklaştırmaya çalışıyoruz. Tarihimizi ona yaklaştırmaya çalışıyoruz. ORTAK BİR MAZİ idrakine varmak peşindeyiz. (Atatürk, 29.10.33 tarihli sohbet)

Nitekim biz TÜRKLÜK davasını, böyle bir müspet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük TÜRK tarihine, TÜRK DİLİ'nin kaynaklarına, zengin LEHÇELERİ'ne, eski TÜRK ESERLERİ'ne önem veriyoruz. BAYKAL ötesindeki YAKUT TÜRKLERİ'nin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.

-TÜRK DİLİ TÜRK MİLLETİNİN KALBİDİR, ZİHNİDİR!..(5)



TÜRK demek, DİL DEMEKTİR. Milletin çok bariz vasıflarından birisi DİL'dir. "TÜRK MİLLETİNDENİM" diyen insanlar, her şeyden evvel mutlaka TÜRKÇE konuşmalıdırlar.

-TÜRK DİLİ DÜNYADA EN GÜZEL, EN ZENGİN ve en kolay olabilecek bir DİLDİR. TÜRK DİLİ, TÜRK MİLLETİ İÇİN MUKADDES BİR HAZİNEDİR!..(6)



Her TÜRK DİL'ini çok sever, ve onu yükseltmek için çalışır. Çünkü TÜRK MİLLETİ'nin geçirdiği nihayetsiz badireler içinde AHLAK'ının, AN'ANELER'inin, HATIRALAR'ının, MENFAATLER'inin, velhasıl bugün kendi MİLLİYET'ini yapan her şeyin DİL sayesinde muhafaza olduğunu görüyor.

-Milletimiz DİN ve DİL gibi kuvvetli İKİ FAZİLET'e maliktir. Bu faziletleri hiç bir kuvvet milletimizin KALP ve VİCDAN'ından çekip alamamıştır ve alamaz!..(7)

MİLLİ HİS ile DİL arasındaki bağ çok kuvvetlidir. DİL'in MİLLİ ve ZENGİN olması, MİLLİ HİSS'in inkişafında başlıca müessirdir. TÜRK DİLİ dillerin en zenginlerindendir. YETER Kİ, ŞUURLA İŞLENSİN!

-Ülkesini,yüksek istiklalini korumasını bilen TÜRK MİLLETİ, DİL'ini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.

-DİL işimizde henüz bir istikrara varamadık...Daha çok, pek çok çalışmak lazımdır!.. (1938)


AÇIKLAMALAR

(1)- Başta belirtmiştik: Biz ATATÜRK'ün sözlerini ÖNEM sırasına göre veriyoruz... Onun için TÜRKLÜK ile başladık, DİN ile devam ettik.

Bu sıralamamıza itiraz edenler çıkacaktır... Ancak biz, IRK'ı DİN'den üstün tuttuğumuz için değil; İSLAM'ı ve BENLİĞİ'ni koruyabilmek için TÜRK olmanın vazgeçilmez olduğuna inandığımızdan böyle yaptık. Delilimiz de, son 1000 yıllık tarihi olaylardır.

 

DÜNYADA 1000 YILDIR ESARET TATMAMIŞ TEK MÜSLÜMAN TOPLUM, ANADOLU TÜRKLERİ'dir!.. Bütün DÜNYA MÜSLÜMANLARI'nın bir daha esir olmaması, TAM İSTİKLAL'e kavuşması için, bu özelliğin öne çıkartılması gerekirdi, öyle yaptık.



 

TÜRKLÜK ve MÜSLÜMANLIK'tan sonra, tabii ki TÜRKÇE gelir, bizi biz yapan hususlar arasında... Onun için DİL'i öne aldık... TAM İSTİKLAL, CUMHURİYETgibi imtiyazlar, hep benliğini bulmuş insanlar için söz konusudur. Yoksa hayali olur... Onları da ileriye bıraktık.

 

(2)- Bu cümle ve bundan sonraki bölümü önemine ve ilgisine binaen, tekrar dikkatinize sunuyoruz. ATATÜRK, STRATEJİK ASKERİ GÖRÜŞ ile SİYASİ HUDUTLAR'ın daima değişmeye mahkum olduğunu biliyordu. Onlardan daha geçerli sınırların DİL ve DİN ile belirlenmiş olduğunu ifade ederek, yine bir VASİYET'te bulunmuştur:



 

- "DİN'e ve DİL'e önem verin! TÜRKİYE'nin ve TÜRK ELİ'nin gerçek sınırlarını bu ikisi belirleyecektir!"demiştir. Ne kadar haklı olduğunu son yıllarda karşımıza çıkan "Kürt ayırımcılığı" ile görmüş bulunuyoruz.

 

Öte yandan Hırvatistan'ın Katolik olması sebebiyle, Alman desteği ile derhal bağımsızlığına kavuştuğu; Bosna-Hersek'in çektiği sıkıntıların hiç birisi ile karşılaşmadığı gözümüzden kaçmamalıdır.



 

Unutulmaması gereken bir başka husus ta, EMPERYALİST HIRİSTİYAN BATI'nın girmiş olduğu bütün ülkelerde kendi dili ve dinini yoğun bir şekilde halka aşılamasıdır. Bugün bile sözde "bağımsız" yüze yakın ülke, bu etkiden kurtulamamıştır!.. Afrika'nın zengin petrol ülkesi 80 milyonluk Nijerya, resmi dil olarak İngilizce'yi kullanır!.. Asıl adı "Common Wealth-müşterek zenginlik(!)" olan İngiliz Milletler Topluluğu, İngiltere'nin bu ülkeler üzerinde hegemonyasını, ekonomik olduğu kadar DİL ve DİN açısından da sürdürdüğünün bir göstergesidir.

 

Uzağa gitmeye hacet yok... Bizim HATAY sadece 20 yıl(1918-1939) Fransız işgalinde kalmasına rağmen, o devri yaşamış insanların hepsi Fransızca bilir! Gavur kendi dilini işte böyle ruhlara işler... İşler ki, MİLLİ BENLİK kaybolsun!

 

Rusya da aynı kuraldan yararlanmış, işgali altındaki bütün milletlere RUSÇA'yı mükemmel şekilde öğretmiştir... Öyle öğretmiştir ki, bugün bağımsız TÜRK Cumhuriyetleri halklarının çoğunun ANADİLİ RUSÇA'dır!.. Bazısı kendi dilini hiç bilmez!.. Yeni yeni öğreniyorlar, bir yabancı dil öğrenir gibi zorluk çekerek...

Din konusu ise aynı derecede önemlidir. Amerikalılar'ın sadece 50 yıl önce ayak bastıkları Güney Kore'de halkın yarısına yakınının Hıristiyan dinine girdiğini, her mahallede bir kilise inşa edildiğini hayretle öğrendik... O zaman neden eski Sovyet cumhuriyetlerini ve Orta Asya TÜRK devletlerini çekirge sürüsü gibi Hıristiyan misyoner gruplarının istila ettiğini anladık. Eğer tedbiri alınmazsa 50 yıl sonra Ortodoks Ruslar ve MÜSLÜMAN TÜRKLER'in önemli bir kısmı Katolik ve Protestan olabilir... Bu da Katolik-Protestan BATI'nın bizi hem batıdan hem de doğudan kuşatması demektir!

 

(3)- Bu ifade "Milletimiz DİN ve DİL gibi iki fazilete maliktir" sözü ile eş değerdedir. Ancak önemli bir farkı vardır. ATATÜRK DİN yerine İNANÇ demiştir. Sebebi açıktır.



Bir insanın TÜRK MİLLETİ'ne dahil olması, DİN ve DİL açısından bütünleşmesi ile kolaylaşır. Bazen sadece DİN (Abaza ve Boşnaklar'da olduğu gibi) veya sadece DİL birliği ile (Gagauz ve Yakutlar'da olduğu gibi) fikirde ve işte birlik mümkündür. Ama bu, TÜRKLER'e has bir istisnadır.

 

"DİN birliği"nden söz etmek, TÜRKLER arasında MÜSLÜMAN olmayan, başka dinlere bağlı olan toplulukları rencide edebilir. Ama bunların hepsi TEK ALLAH'a inanır. işte ATATÜRK bu İNANÇ BİRLİĞİ'ni dile getirerek, pürüzleri peşinen önler.

 

(4)- ATATÜRK, DİL'in gerçek sınırları tespit eden esas unsurlardan biri olduğunu çok iyi bildiğinden, TÜRKİYE TÜRKLERİ'nin DOĞU'da ve BATI'da DİLİ, DİNİ, ÖZÜ BİR KARDEŞLER'i ile bütünleşmesi için, yüzyılların getirdiği kopukluğu, bir an önce ortadan kaldırmak üzere harekete geçmiştir.

 

ATATÜRK'ün gayesi, önce ORTAK BİR MAZİ'ye ve ORTAK BİR KÜLTÜR'e ulaşmayı sağlayacak DİL ve TARİH çalışmalarını, FOLKLOR araştırmalarını sür'atle tamamlamaktı. TÜRK DİL KURUMU da bu meyanda kurulmuştur. Onun ölümüne kadar da bu kurum ATATÜRK'ün gösterdiği hedefe doğru ilerlemiştir.



 

TÜRKÇE 300 yıldır ihmal edilmişti. 2. ABDÜLHAMİD'in ve TÜRKÇÜ yazarların son zamanlardaki ferdi teşebbüslerinden başka, kapsamlı bir çalışma yapılmamış olması sonucu; ATATÜRK'ün bu faaliyeti büyük ölçüde "deneme-yanılma" metodu ile yürümüştür.

 

Ancak herhangi bir hata farkedilince, hemen geri dönülmüştür. "öz türkçecilik" akımı, bu hatalardan biridir. Bu konuyu GÜNEŞ DİL Teorisi ile birlikte işleyeceğiz.



 

Bizim burada belirtmek istediğimiz husus, ATATÜRK'ün bu kadar açık olarak belirttiği hedef ve gayeye rağmen, eliyle kurduğu kurumun 1940-1980 yılları arasında, yani tam 40 yıl bir TAHRİP MAKİNESİ gibi çalıştığıdır. Eğer 12 Eylül Müdahalesi olmasaydı, hala da bu yönde ilerliyor olacaktı.

 

1940'dan sonra "TÜRK" özelliğini kaybeden bu kurum, İSLAM dini ve kültürünü benimsemiş olan TÜRKİYE insanının, bunlarla beraber gelen ARAPÇA ve FARSÇA KÖKENLİ, ancak büyük çoğunluğu TÜRKÇE'YE İNTİBAK ETMİŞ kelimelerin istisnasız hepsini hedef almış, çoğunu da unutturmaya muvaffak olmuştur.



 

Bunun neticesinde aynı kültürü taşıyan SELÇUKLU, OSMANLI, TİMUR ve BABÜR İmparatorlukları'nın toprakları üzerinde yaşayan TÜRK ve MÜSLÜMAN kardeşlerimizle 1000 yıl öncesine uzanan DİL beraberliği, tamamen kopmuştur.

 

Bahsettiğimiz alanı tahayyül bile güçtür. Viyana kapılarından, Rusya içlerinde Tataristan'a, Çin'den Hindistan'ın ortalarına, Irak'tan Afrika'nın batısına uzanır. Özellikle Arap ülkelerinde kalmış olan TÜRKLER bu 40 yıllık ilgisizlik sonucu, benliklerini tamamen kaybetmişler ve Araplaşmışlardır. Halbuki daha 1900'lerde bile Mısır'ın yarısı TÜRK'tü; ve TÜRK olmayan, hükümdar veya subay olamazdı. Kral Faruk'a kadar bu böyle sürmüştü. Hindistan-Pakistan'da çok büyük bir TÜRK nüfus vardı.



 

Bu kurumun ihaneti bu kadarla da kalmamıştır. Kurum 1940-1980 arasında öyle bir uygulamaya girmiştir ki, sadece YURT DIŞINDAKİ TÜRKLER ile değil; TÜRKİYE'DE DOĞUP BÜYÜYEN son ÜÇ NESİL birbirinin dediğini anlayamaz, birbirinin yazdığını okuyamaz hale gelmiştir. TÜRKİYE İNSANI bu kurum yüzünden "dilsiz" olup çıkmıştır. Çünkü bu kurumun 1980'den önce bastırdığı sözlük 26.000 kelime bile değildi. Ancak 12 Eylül'den sonra, 60.000 kelimelik küçük bir sözlük hazırlanabilmittir.

 

En acısı Mehmet Akif'in İSTİKLAL MARŞI, ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ gibi son dönemlerin ıstıraplarını ve VATAN AŞKI'nı dile getiren şiirleri ile, ATATÜRK'ün NUTUK, GENÇLİĞE HİTABE gibi eserleri okunur, anlaşılır olmaktan çıkmıştır. Sanki birileri bize İSTİKLAL'imizi de, ATATÜRK'ü de unutturmak istemiştir!..



 

İngiliz dil alimi ve Türkolog Margaret Bainbridge, içine düşülen bu acı durumu, şöyle ifade eder:

 

- "Sizin HAKİKİ TÜRKÇE'niz, bundan yıllar önce TÜRKÇE ile yazan muharriyelerinizin dilidir. Ondan evvelki lisanınızın her külfeti, bunların elinde yumuşamış, kaybolmuş, ortaya çok güzel bir yazı dili, şiir ve nesir çıkmıştır."



- "Bugünkü diliniz ise tamamiyle uydurma ve artık güzel olmayan bir dildir. Ne nesir, ne şiir, ne üslubu kalmış, ziyan olmuş bir lisan!.."

- "ÖMER SEYFEDDİN'in, YAHYA KEMAL'in, AHMET HAŞİM'in, FARUK NAFİZ'in, ORHON SEYFİ'nin, REFİK HALİD'in ve REŞAT NURİ'nin eserlerinde kemalini bulmuş olan TÜRKÇE'ye, nasıl kıydınız?.. Bu güzel dili kısa zamanda nasıl bu kadar mahvettiniz?.."

Dikkat edilirse sayılan yazarlar, şairler ancak 50 yıl öncesinin edebiyatçılarıdır!..

 

Bu kişilerin DİL'i ulaştırdıkları mükemmel seviye, o TÜRK OLMAYAN DİLSİZ KURUM tarafından kıstas olarak alınmamış; tam tersine, "Ne etsek de, yeni nesiller bu şaheserleri okumasa, anlamasa!" zihniyetiyle o muhteşem TÜRKÇE'ye acımasızca kıyılmıştır. Bahsedilen eserler "sadeleştirilerek" basılmış, böylece yazarların o nefis üslubu yavan bir hale dönüşmüş, ilgi azalmıştır.

 

İsmet Paşa döneminde DİN de büyük ihmale uğramış, bugünkü "laik" olduğunu söyleyen, ancak asla DİN'le ilgilenmeyenlerin tohumları o günlerde atılmıştır.

 

Böylece milletimizin sahip olduğu iki fazilet büyük hasar görmüştür.

 

Ancak ATATÜRK'ün haklı olduğu bir husus vardır... Ne sömürgeci BATILILAR, ne Rusya, ne de İsmet Paşa bu milletin tümünden DİN ve DİL'i tamamiyle silmeye muvaffak olamamışlardır.

(5)- TÜRK İNSANI'nın aynı şeyleri düşünmesi, aynı şeyleri hissetmesi ancak TÜRKÇE ile mümkündür. Sadece kelimelerin TÜRKÇE olması yetmez; kavramların, o kelimenin benimsenmesine yol açan olayların da TÜRK KÜLTÜRÜ ile bağlantılı olması gerekir. Öyle olmadığı zaman, kişiler söyleneni anladığını zanneder ama, aslında hiç bir şey anlamaz.

 

Bir misal verelim:



Son zamanlarda "aydın"larımız arasında sık sık kullanılan bir tabir vardır: GÜNAH KEÇİSİ!.. Kullanan da ne kastettiğini bilmez ya, bizim gariban insanımız "günah" ile "keçi"yi bir türlü bağdaştıramaz!.. Keçi mi günah işlemiştir?.. Keçiye dokunmak mı günahtır?.. "Günah koyunu" veya "sevap keçisi" de var mı?.. "Keçi inadı"nın bu işle alakası var mı?..Velhasıl işin içinden çıkamaz.

 

Sebep basittir. "Günah keçisi" kavramı Hıristiyan kültürünün bir parçasıdır! Bu tabirin İngilizce aslı "scape-goat"tur ve anlamı "başkasının namına vebali üstlenen"dir, günahla hiç alakası yoktur ama, keçiyle ilişkilidir.

İncil'de "HZ.İSA'nın bir gün cinlerin tasallutuna uğramış birisine rastladığı, onlarla uzun süre adamı bırakıp gitmeleri için müzakere ettiği, sonunda cinlerin kendilerine gidecek başka bir beden bulunduğu takdirde adamı rahat bırakmaya razı oldukları, HZ. İSA'nın da onlara orada otlamakta olan iki keçiyi gösterdiği, cinler adamı bırakıp keçilere geçince, zavallı hayvanların dellenip kendilerini uçurumdan attıkları" uzun uzun anlatılır!..

 

Kısacası, Hıristiyan zihinlerde bu kavram, "başkasını kurtarmak için uçuruma atılan adam" olarak şekillenir, ama TÜRKİYE'de sorduğumuz hiç bir aydın buna cevap verememiştir. Veremez de!.. Çünkü İngilizce bilse de, Hıristiyan kültürü ile yetişmemiştir.



 

İşte onun için biz, kelimelerin TÜRKÇE olmasını yeterli bulmuyoruz. Kavramların da kültürümüzden kaynaklanmasını istiyoruz. Bizce "şamar oğlanı", hatta "enayi" kelimesi bile bu tabirle anlatılmak isteneni daha iyi ifade eder.

 

Bir batka misal de, "double it!" tabirinin TÜRKÇE'ye "ikile!" diye sokulmak istenmesidir. Özellikle Amerikan filmlerinde sık geçen bu ifade, "acele et, hızlan" anlamındadır. Ama TÜRKÇE tercümesi, duyana hiç bir şey ifade etmez. Bizde "tekleme" (arıza yapma) vardır,"ikilettirme"(iki kere söyletme) vardır da, "ikileme" hiç yoktur!..



 

Bir de yabancıların bizleri kandırmak için kullandıkları kelimeleri aynen tercüme ederek oyuna geldiğimiz durumlar vardır. Mesela Amerikan "yardımı"!..

 

Yardım kelimesi TÜRKÇE'de "karşılık beklemeden verilen destek" anlamınadır. Halbuki Amerika'nın verdiği, "yüksek faizli kredi" ile "kullanılması şarta bağlı hurda malzeme"dir.



 

Hurda malzeme "sadaka" statüsüne bile girmez. Çünkü İSLAM'da kendi beğenmediğini, atacağını başkasına vermek sadaka sayılmaz!.. (Bakara 267. ayet) Yüksek faizli kredi ise,"borç" dahi sayılmaz. Borç, TÜRKÇE'de "faizsiz" ve "şartsız" maddi destek demektir. Faizle borç verene TEFECİ denir!..

 

Kısacası, TEFECİ AMERİKA'nın sık sık "keserim ha!" diye tehditler ile verdiği, olsa olsa KREDİ ve HURDA'dır, YARDIM DEĞİL!.. TÜRKÇE'MİZİ DÜZELTELİM!

 

Bazı zibidi sözde bilim adamları bu kafayla yabancı ansiklopedileri (Meydan Laourusse, Büyük Laourusse) tercüme edip basarken, bu kültürsüzlüklerini ortaya koymuşlar, HZ. SÜLEYMAN'a Kral Solomon, HZ. DAVUD'a Kral David, KUDÜS'e Jerusalem, ŞAM'a Damascus demişler; böylece anlattıklarını içinden çıkılmaz hale getirmişlerdir.



 

Bir de ucuza tercüme edilen film ve diziler vardır ki, gülmekten karnınız yarılır. Meşhur Ömer Hayyam filminde Anadolu'yu fetheden Sultan Alparslan "kral" olmuş, meşhur Selçuklu veziri Nizam-ül Mülk tanınmaz hale gelmiş, Hasan Sabbah'ın tarikatı Haşhaşin fedaileri ise "kaatiller" diye adlandırılmıştır. Gel de çık işin içinden!..

 

Öte yandan dilimize girmiş bir "ukala" kelimesi vardır ki, Arapça'da "akıllı adamlar" manasına gelir. Ama TÜRKÇE'de "bilgiçlik taslayan" anlamında kullanılır... Yani bu Arapça asıllı kelime, TÜRKÇE olmuştur, Arap artık onu tanımaz!

 

ATATÜRK'ün arzusu bu ülkede TÜRKÇE bilmeyen insan kalmamasıdır. Ama öğretilmesi gereken TÜRKÇE; insanımızın kültürüne, inancına uygun bir TÜRKÇE olmalıdır. Geçmişini, dinini, edebiyatını anlayabileceği TÜRKÇE olmalıdır.

 

Bazı ne idüğü belirsiz kimselerin bir odaya kapanıp icat ettiği, her 20 yılda bir değişen ve değil uzak geçmişi; kişilerin babalarını, dedelerini bile anlayamadıkları bir "öztürkçe", TÜRKÇE olmaktan çıkmış, piçleşmiş bir dildir!

 

(6)- Yukarda TÜRKÇE'nin ne kadar güzel olduğunu ifade eden bir yabancı araştırmacının değerlendirmesini verdik. Bir tane daha verelim. Max Müller "Lectures on the Essence of Language" adlı eserinde:

 

- "TÜRK DİLİ'nde en hünerli yapı, fiil yapısıdır. Hiç bir dilin deyimleyemediği, ya da ancak bir çok sözlerle anlatabildiği mana inceliklerini, TÜRK DİLİ tek bir sözle ifade edebilir. Fiil ve hüküm biçimleri bitmez tükenmez denecek şekilde bol ve geniştir. Öyle ki, dilde bilfiil kullanılmayan bir çok hüküm biçimlerini, sadece dilin mantık ve açık kurallarıyla yapmak imkanı vardır," der.

 

37 dil ve lehçe bilen Belçikalı bir uzman ise, "TÜRKÇE'nin bir satranç oyunu gibi kurallı ve zevkli olduğunu" söylemiştir.



Bunları yazdık diye sadece Batılı bilim adamlarına dayanıyoruz sanılmasın. Acı bir gerçektir ki, son 50 yılın en meşhur TÜRKOLOGLAR'ından hiç biri TÜRK değildir. Bu doğru... Ancak, ALİ ŞİR NEVAİ bundan 500 yıl önce TÜRKÇE'nin o zamanın en üstün dili olan "FARSÇA'dan bile zengin olduğunu" söylemekle kalmamış; yazdığı eserde örnekler vererek ispat etmiştir.

 

1450'lerden 1950'lere kadar pek çok TÜRK şair ve edebiyatçısı gelip geçmiş, dilimiz yukarda M. Bainbridge'in belirttiği dönemde en yüksek noktasına ulaşmıştır. İşte biz o TÜRKÇE'yi, 40 yılda mahvettik!..

 

Ama fırsat henüz kaçmamıştır. Buna da ilerde değineceğiz.

 

Burada eklemek istediğimiz son husus şudur: O "tü kaka" diye vazgeçtiğimiz kelimeler... ANADOLU'da "TÜRKÇE değil" diye değiştirilen yer ve köy adları... Hepsi bizim için birer hazinedir. Hepsi ASYA TÜRKLERİ ile bağlantılıdır. Bunlar atılan çöp sepetlerinden çıkartılmalı, tasnif edilmeli, üzerinde çalışmalar yapılmalıdır. Bu da ATATÜRK'ÜN VASİYETİ'dir. Mutlaka uyulmalıdır.

 

(7)- Buradaki asıl konumuz, TÜRKİYE DIŞINDAKİ TÜRKLER ile birleşmek değildir. ATATÜRK bunun üzerinde durmuyor. Esas mesele, TÜRKİYE TÜRKLERİ'nin BİRLİK ve BERABERLİK içinde olması için DİN ve DİL BİRLİĞİ'nin sağlanması ve sürdürülmesidir. Çünkü genel anlamıyla MİLLET gerçekten aynı DİN ve DİL'e sahip olanların oluşturduğu bir İÇTİMAİ HEYET'tir.



 

Şimdi son 50 yılda yaşadıklarımıza bir bakalım. Birileri sinsice bizi hem DİN'imizi anlamaktan, hem de DİL'imizin ortak olmasından uzaklaştırmıştır. Aynı dönemde TARİH'imizden, KÜLTÜR'ümüzden ve MUSİKİ'mizden de uzaklaştığımız göz önüne alınınca; sistemli olarak "MİLLET" vasfımızı kaybetmemiz için gayret gösterildiği ortaya çıkar!..

 

Yazımızı okuyanlara bu değerlendirmemiz, bir "evham" veya "hayali senaryo" gibi görünebilir. Gerçek durumu şu sorulara vereceğiniz cevaplar belirleyecektir:



 

-Son 30 yılda "KENDİNİ TÜRK SAYMAYANLAR" arttı mı, azaldı mı?..

 

-Son 10 yılda uğruna kan döktüğümüz toprakları (Kıbrıs ve Güneydoğu) "verip kurtulmamızı" savunanlar arttı mı, azaldı mı?..

 

-Kendini müslüman SAYMAYANLAR, bütün dertlerin başımıza "İSLAM'dan geldiğini" söyleyenler arttı mı, azaldı mı?

 

-Kendini müslüman görüp de, "başkalarını MÜSLÜMAN saymayan"lar arttı mı, azaldı mı?

 

-Aslında yok denecek kadar az olan Alevi-Sünni farkı arttı mı, azaldı mı?

 

-"Biz adam olmayız" diyerek TÜRK MİLLETİ'nden ve TÜRK DEVLETİ'nden ümit kesenler arttı mı, azaldı mı?

 

Arttı, değil mi?..Öyleyse endişemiz yersiz değil... Şimdi bir de şu soruya cevap verin:

-Böyle bir şey ATATÜRK DÖNEMİ'nde söz konusu olur muydu?..

ASLA!.. İşte onun için biz, bu faaliyetin son derece planlı ve sinsi bir şekilde dışarıdan idare edildiğine; ve gerek "dilciler", gerekse dinsizlerle "dinciler"in buna bilerek veya bilmeyerek alet olduğuna; hain politikacılar ile cahil yazar-çizer takımının da buna zemin hazırladığına inanıyoruz.

DİN İSTİSMARI'nı anlattık... DİL KEŞMEKEŞİ nasıl meydana getirildi, şimdi ona temas etmek istiyoruz.

 

MİLLİ DİL'in MİLLİ BİRLİK sağlanmasındaki önemini farkeden ATATÜRK, 1933'den sonra ÜLKÜ'sü yönünde faaliyet gösterirken, bir süre "dilde ayıklama" teklif edenlere uymuş, hatta bugün bile anlayamayacağımız "sözcük"ler ile konuşmalar yapmıştı. Bunlardan biri şöyledir:



- "Altes Ruayal,"

- "Bu gece ulu konuklarımıza, TÜRKİYE'ye uğur getirdiklerini söylerken duyduğum tükel özgü bir kıvançtır."

- "Avrupa'nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar. Onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: Baysal utkusu!.." (İsveç veliahdının şerefine verilen ziyafette yaptığı konuşmadan, 3.10.34)

 

Nasıl, bir şey anladınız mı?..



ATATÜRK iyi bir HATİP'ti, coşkulu bir TÜRKÇÜ idi. Ama elbette ki DİLCİ değildi. Bu konuda uzmanları ve "uzman" geçinenleri dinler, onların fikirlerini dile getirmelerine imkan tanırdı. Nurullah Ataç gibi düşünenler, bu yüzden bir süre dil çalışmalarında etkili olmuştu.

Ancak bundan 60 yıl önce, bugün bile anlaşılmayan uyduruk bir dilin kullanılması, TÜRK İNSANI'nı huzursuz etmiş, olumsuzluklar yaratmış; tam bu sırada da TÜRKOLOG KVERGİE, "GÜNEŞ-DİL TEORİSİ" üzerine hazırladığı çalışmayı ATATÜRK'e göndermişti.

 

KVERGİE, çalışmasında "bütün dillerin tek bir heceden gelişmiş olduğunu" anlatıyor, ve "TÜRKÇE'nin dünyanın en eski dili olduğunu" belirtiyordu. Delili de, bu ilk heceyle bağlantısını kaybetmemiş olan tek dilin TÜRKÇE olması idi!..

 

Aslında DİNLER'in olduğu gibi DİLLER'in de çıkış noktasının BİR olması, akla yatkındır. Diller sonradan 3-4 ana dala bölünmüş, sonra bu dallar başka küçük dallara ayrılmıştır. Sonra tekrar göçler, istilalar ve ticaret yoluyla birbirlerinden etkilenmişlerdir. Son zamanlarda da teknolojik gelişmelerin dilleri birbirine yakınlaştırdığı görülmüştür.

 

Yani esas problem, bir dile başka dillerden yabancı kelimeler girmesi değil; her dilde mevcut olan MİLLİ HİSS'in korunabilmesidir. MİLLİ KİMLİK ve KÜLTÜR'ün kaybolmamasıdır.

 

ATATÜRK bu basit gerçeği farkedince, "ayıklama" faaliyetinden tamamen vazgeçti!..(1935) Bu sefer kendisi "uyduruk dil"cileri ayıkladı!.. Dilden atılmış olan pek çok TÜRKÇELEŞMİŞ KELİME'nin de tekrar kullanılması için emir verdi. İşte ölümünden az önce yayınladığı mesaj:

- "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurları taşıyan kahraman TÜRK ordusu!.."

- "Memleketini en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtarmış isen, CUMHURİYET'in bugünkü feyizli devrinde de vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur!.." (29.10.1938)

Şimdi hangisi ATATÜRK'ÜN DİL İNKILABI'na uygundur, siz söyleyin... Elbette ki son vardığı nokta!.. Peki, bunu gözlerden saklayıp insanımıza diğerini yutturmaya kalkanlar, acaba ne gibi bir amaç gütmekteler?..Bilen var mı?

 


Yüklə 0,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin