Harâllî'nin varlık anlayışı ilim-marifet anlayışıyla uyum içindedir. İbnü'l-Arabî gibi Harâllî de varlığın Allah'ın tecellilerinden ibaret olduğunu düşünür. Ona göre Allah'ın "hak" diye adlandırdığı (el-A'râf 7/54) bazı aşkın özellikleri (teâliyyât) ve "halk" diye adlandırdığı sıfatları (tenezzü-lât) vardır. İkisi arasındaki farkı algılama gücü sadece akla verilmiştir. Yakin ise Hak ile halk arasındaki birliği bulmak demektir. Buna göre bölünmez bir bütün olarak varlığın aslı olan Hak kendi sıfatlarını yaymış ve bu sayede halk ortaya çıkmıştır. Sıfatlar sahiplerinden ayrılamayacağına göre halk da Hak'tan ebediyen ayrılmayacaktır.
Ehl-i beyt'in sahip olduğu ilme güvenilmesi gerektiğini ileri süren Harâllî, bu sayede hem Sünnîler'in hem de Şiîler'in sevgisini ve dostluğunu kazanmıştır. Yedi yıl boyunca nefsiyle savaştığını, sonunda kendisine iyilik edenlerle etmeyenleri eşit derecede sevecek kadar bir olgunluğa ulaştığını ifade eden Harâllî'nin kaynaklarda pek çok kerameti nakledilir (Bedreddin el-Karâfî, s. 164-165; Makka-rî. 11. 188-189; Gubrînî, s. 148-155).
Eserleri. 1. Miftâhu'î-bâbi'l-mukaf-fel ıalâ fehmi'l-Kur'âni'l-münezzel. Kaynaklarda Miftâhu'l-Iübbi'l-mukfel ca/â fehmi'l-Kur"âni'l-münzel adıyla da zikredilen eser hurûf ilmi esaslarına göre yazılmış bir tefsirdir. Gubrinî. kitapta Arap dili ile mantık ilminin gerektirdiği açıklamaların yanı sıra nüzul sebeplerine de yer verildiğini, ancak bunun dışında eserin fazla bir önemi bulunmadığını be-
lirtir. Zehebî de kitabın, Arap dili gramerinin hiçbir şekilde imkân vermediği ihtimallerle dolu bir tefsir olduğunu, buna rağmen hocası Mecdüddin et-Tûnisî'nin onu çok beğendiğini söyler. Âyetler ve sûreler arasındaki tenasüp konusunda önde gelen âlimlerden olan Bikâî ise Naz-mü'd-dürer fî tenâsübi'1-ây ve's-süver adlı tefsirini yazarken, Harâllî'nin âyetler arasındaki münasebetten bahseden tefsirinden Âl-i İmrân sûresinin 37. âyetine kadar yazılmış bir nüshayı elde ettiğini, bundan kabul ettiklerini tefsirine aynen aldığını ve başka eserlerden de faydalanmakla birlikte onun koyduğu esaslar çerçevesinde eserini tamamladığını kaydetmektedir (Nazmü'd-dürer, I, 10; Kara, s. 117-119). Paris Bibliotheque Nationale1-de (nr. 1398) bir parçası bulunan bu tefsirin tamamlanıp tamamlanmadığı bilinmemektedir. 2. eİ-'L/rve bi-miftûhi'l-bâbi'I-mukaffel Ii-fehmi'1-Kur^âni'I-münezzel. el-'Urve H'1-miftâhi'l-fâtih li'1-bâbi'l-mukaffel el-müiehhim li'l-Kur'âni'l-münezzel adıyla da anılan eserin (Ketûre, sy. 3, s. 107) bir nüshası Kahire'de Hidîviyye Kütüphanesi'nde bulunmaktadır (Brockelmann, GAL, i, 527). Bikâî. tefsirinin mukaddimesinde, kendisinin çokça faydalandığı bu eserin el-ahrufü's-seb'a* ve kıraatlerle ilgili olduğunu belirtmektedir (/Vazmü'd-dürer,!, 10). 3. es-Sırrü'1-mektûm fî muhâta-beti'n-nücûm. Keşfü'z-zunûn'da (II, 989) Muhâtabetü'ş-şems ve'I-kamer ve'n-nücûm adıyla geçen eser sihir ve tılsımla İlgili olup Zeynüddin el-Malatî buna bir reddiye yazmıştır, Takıyyüddin İbn Teymiyye ise kitaptaki görüşlerin küfür olduğu kanaatindedir. Öte yandan eserin Fahreddin er-Râzî'ye ait olduğu ileri sürülmekte ve bizzat Râzî'nin böyle bir eserinin bulunduğundan söz ettiği belirtilmektedir (Uludağ, s. 62-63). Ancak Kâtib Çelebi, eserin Râzî'ye ait olmadığını İbnü's-Sübkî'den naklen söylemektedir. es-Sırrü'1-mektûm'un çeşitli yazma nüshaları mevcuttur (TSMK, m. Ah-med , nr. 3256; Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi , nr. 573, Ayasofya, nr. 2796; Köprülü Ktp., nr. 925). 4. el-îmânü't-tâm bi-Muhammedin en-nebîyyi 'aleyhi's-se-lâm (el-fmânü't-tâm bi-hayri't-enâm). İb-nü'l-Bârizî'nin Tevşîku cura'l-îmân fî taf-zîli habîbi'r-rahmân adlı kitabına dayanır. Eserde Hz. Peygamber'in insân-ı kâmil, Allah ile mahlûkat arasında vasıta ve küllî hakikat olduğu, bu hakikatin yokluğu halinde ne âlemin mânası ne de mah-lûkatın bir esası kalacağı fikri üzerinde durulur (Ketûre, sy. 3, s. 107-108). 5. Ma-
HARAM
kâlât. Harâllî'nin derlediği hikmetli sözleri ihtiva eden ve bir nüshası, müellifin diğer bazı eserleriyle birlikte Paris Bibli-otheque Nationale'de bulunan (nr. 1398) bu risale George Ketûre tarafından yayımlanmıştır (bk. bibi.). 6. Fütyâ şolâhi'l-camel Ii'ntizâri'1-ecel. Namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerle ilgili çeşitli öğütleri ihtiva etmektedir. 7. el-Vâfî. Miras hukukuna dair olup Karâfî, ferâiz sahasında bu kadar güzel bir eser görmediğini söyler. 8. et-Tevşiye ve't-tevfiye. Kıraatle ilgili olan eser Bikâî'nin kaynakları arasında yer alır. 9. el-Ma'külâtü'1-üvel. Mantığa dair bir eserdir.
Harâllî'nin kaynaklarda zikredilen diğer eserleri şunlardır: Tefhîmü me'âni'l-hurûf elletî hiye mevâddü'l-kilem fî cemfi elsineti'1-ümem, el-Lemha fî mo'rifeü'l-hurûf, Şemsü metâliH'I-ku-lûb ve bedrü tavâlfi'l-ğuyûb, Şerhu'l-esmâ'i'l-hüsnâ (bazılarının yazma nüshaları için bk. Brockelmann, GAL, I, 527; SuppL, 1, 735).
BİBLİYOGRAFYA :
İbnü'l-Ebbâr. et-Tekmile, Madrid 1886, II, 687; Gubrinî. 'ünvânü'd-dirâye (nşr Âdil Nüveyhiz). Beyrut 1969, s. 143-155; İbnü't-Tavvâh. Seb-kü'l-makâl İİ-fekki'l'ikâl (nşr. M. Mes'ûd Cüb-rân), Beyrut 1995, s. 83-91; Zehebî. A
İKİ Murat Sülün
P HARAM n
J
Yapılması din tarafından yasaklanan fiil.
Sözlükte masdar olarak "bir şey bir kimseye yasak olmak", isim olarak da "yasaklanan, helâl olmayan şey" anlamına gelen haram kelimesi, çeşitli türevleriyle
97
HARAM
birlikte Arapça'da zengin bir kullanım alanına sahiptir. Bunlardan hürmet "engel olmak, yasak olmak, mümkün olmamak; saygı duymak"; hırmân "kişiyi bir iş. davranış veya haktan mahrum bırakmak"; ihram "bir şeyi yasaklamak, haram saymak; haram beldeye veya haram aylara girmek; hac veya umreye niyet ederek dikişsiz elbise giymek"; tanrım "haram kılmak, yasaklamak" anlamındadır. Fıkıh literatüründe tahrîm karşılığında hazr. haram karşılığında mahzur terimleri de kullanılmaktadır. Ayrıca Mekke ve Medine'ye Harem denilmesinden "haram aylar" ve "harîm" tabirlerine kadar örfte ve dinî literatürde haram kökünden türeyen birçok kelime ve terimin bulunduğu ve bunların neredeyse tamamının kelimenin kökündeki "yasaklama, engelleme, mahrum bırakma" anlamı çerçevesinde bir muhteva kazandığı görülür. Haram kelimesiyle çeşitli türevleri sözlük anlamlarında Kur'an'da seksen üç yerde geçmektedir (bk. M. F. Abdülbâkî, et-Muıcem, "hrm" md.). Bunların çoğunda, ileride oluşacak terim anlamı için esas teşkil edecek şekilde Allah'ın yasak kıldığı fiillerden, dinî yasaklardan, bazı âyetlerde de kişilerin bazı fiilleri kendilerine yasak saymasından söz edilir. Ayrıca Kur'ân-ı KerînYin altmış altıncı sûresine Tahrîm adı verilmesi de ikinci anlamla ilgilidir. Haram kelimesi çeşitli türevleriyle birlikte birçok hadiste de geçmektedir (bk. Wensinck, el-Mu'cem, "hrm" md.)
□ DÎNLER TARİHİ. Yerine getirilmediğinde bir müeyyideyi gerekli kılacak dinî yasaklamaların tarih öncesi devirlerden beri mevcut olduğu bilinmektedir. Günümüzde yaşayan iptidai kültürlerden anlaşıldığı kadarıyla topluluk, fert ve tabiat arasındaki sosyokültürel dengenin korunmasına katkıda bulunan tabu fikri haram düşüncesinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Bütün dinlerde riayet edilmesi gerekli yasaklar sistemi vardır. Yasaklanmış şeyi ifade eden tabu kavramı kutsal, kutsal dışı (profan), temiz ve kirli kavramlarıyla birlikte ortaya çıkmış olup onlarla sıkı bir ilişki içindedir.
Modern araştırmalar, en erken dönemlerden itibaren İnsan zihninin kozmosu birbirine zıt iki kategoriye ayırarak yorumladığını ortaya koymuştur. Bu kategorik düşünme biçimi, İnsanın mevcudiyetini tehlikeye atan nesnelerle onun varlığının devamına katkıda bulunan nesneler arasındaki ayırıma dayanmıştır. Bu aynı zamanda insanın kozmosu iki ayrı alana bölme sürecinin başlangıcına da
98
işaret eder. Latince sacer kelimesinin taşıdığı zıt anlam da ("lanetlenmiş" ve "kutsal") bu sürecin izini taşımaktadır. Bu durumda temel ayırımın "iyi" (faydalı) ve "kötü" (zararlı) kavramlarına dayandığını söylemek mümkündür. Klasik örnek olarak Zerdüştîlik'teki düalist unsurun oldukça eskiye uzanan böyle bir arketipi yansıttığında şüphe yoktur. Basit bir tecrübeye dayanan bu ayırım, ayrıntıları bilinemeyen bir süreç sonucunda kutsal ve kutsal olmayan şeklinde daha soyut bir ayırıma dönüşmüş olmalıdır. Bu durumda temiz, kirli ve tabu duygularının kutsal ve kutsal olmayan ayırımından türediği düşünülebilir. Kutsal olmayanın tehdit edici içeriği, onun doğuracağı tehlikeleri bertaraf etmek üzere tabu fikrinin gelişmesine yol açmıştır. Böylece tabu, kutsa! olmayan alandaki tehditlere karşı koruyucu bir özelliğe sahip olarak düşünülmüştür. Tabunun kendisine uygulandığı kutsal dışı bölgedeki nesneler ise kirli kabul edilmiştir. Tabu bir yandan kirliliğe temas eden, bir yandan da kirlilikten uzaklaştıran negatif ve pozitif bir içerikle doldurulmuştur. Zaman içerisinde ahlâkî plandaki değişmeler kutsal, tabu ve kirli duyguları arasındaki ayırımı daha da netleştirmiştir. İçtimaî hayatın çeşitlenmesi ve gelişmesine paralel olarak tabu duygusu da açıklığa kavuşmuş ve bugün bilinen alandaki kurallar meydana gelmiştir.
Tabunun en önemli fonksiyonu, basitçe, insan ve tabiat arasındaki ilişkiyi düzenlemeye katkıda bulunan sınırlamalar üretmesidir. Tonga dilinde "belirlenmiş" anlamına gelen tabu kelimesi, insanın karşılaştığı olaylar sonucunda tavır almasını ima eder. Buna göre tabu olan herhangi bir şey aşılamaz, çiğnenemez veya ihlâl edilemez. Eğer ihlâl edilecek olursa tabunun yöneldiği nesnedeki "myste-rium" (sır) ihlâl edene belâ getirecektir. Böylece iptidai zihniyete göre tabu olumsuz bir enerjiyi engellemektedir. Bununla birlikte dinî düşüncenin bugünkü anlamda sistematik hale gelmesinden itibaren ihlâl sonucu tehdit edici gücünü kullanan nesnedeki cezalandırıcılık yetkisi nesneden alınmış ve ilâhî güçlere devredilmiştir. Bu noktadan sonra tabu duygusundan haram anlayışına geçecek bir zemin hazırlanmıştır.
Tabu türü yasaklamaların ilk ve en önemli örnekleri, kabilenin birlikteliğini parçalamaya yönelik öldürme fiili etrafında oluşmuş, böylece insanlığın başlangıcından itibaren grubun varlığını tehlike-
ye sokan her fiil yasaklanmıştır. Erken dönemlerden itibaren ortaya çıkmaya başlayan ikinci tür yasaklamalar daha çok yiyecek kültürüyle ilişkili olmuştur. Kabilenin kendisinden türediğine inanılan totem hayvanlar (bazan bitküer) ve yine kabile fertlerinin hayatını tehlikeye sokan diğer canlıların yenmesi -bazı özel merasimler hariç- yasaklanmıştır. Bu yasak, o hayvanın tabu haline getirilmesiyle temin edilmiş görünmektedir.
Tabu kaynaklı bir başka yasaklama, kadın ve erkek arasındaki münasebetleri düzenleyen kurallarda ortaya çıkar. Bu kuralların çoğunda erkeğin, hayız (regl) dönemindeki kadınla cinsî münasebete veya daha ileri düzeyde her türlü tensel münasebete girmesi yasaklanmıştır. Kadının hayız sırasında tabu ilân edilmesi, geleneksel olarak kanın sakınılacak bir şey gibi kabul edilmesi inancıyla açıklanmıştır. Bununla birlikte daha dikkat çekici bir görüş bu tabuyu, hayız döneminde kadının erkekten korunması için geliştirilen bir savunma tabusuna kadar çıkarmaktadır. Bu görüşe göre. anaerkil dönemde kadının korunmasını sağlamak amacıyla geliştirilen söz konusu tabu, ataerkil bir hayat tarzı ile birlikte kanaması olan kadını tehlikeli sayan olumsuz bir tabu haline dönmüştür.
Diğer tabu örnekleri arasında en çok bilinenleri, bir anlamda kabiledeki nüfus dengesini korumaya yönelik kabile içi cinsî münasebet tabusu ve zina ile kabiledeki mal güvenliğini korumaya yönelik hırsızlık tabusudur. Ayrıca cinsler arasındaki ilişkileri düzenleyen ya da özel bir görevle yükümlü kabile fertlerinin diğerleriyle münasebetlerini tertip eden tabular da mevcuttur. Daha alt düzeyde hastalar, gebeler, sakatlar veya bazı özel anlama sahip isimlerin zikredilmemesi gibi çeşitli yasaklama kuralları da geliştirilmiştir.
Tabu şeklindeki yasaklama türlerinin pek çok çeşidi, bugün ilkel yaşama seviyesini sürdüren kabileler arasında varlığını devam ettirmektedir. Bunun çarpıcı örnekleri, bilhassa Okyanusya ve Afrika yerlileri arasında yapılan araştırmalarda görülmektedir.
İptidai kültürlerdeki tabu çerçevesinde ele alınan bütün yasaklamaların dinî bir hüviyetinin bulunduğunu söylemek yanlış olur. Bununla birlikte tabu türü yasaklamaların bazılarının zamanla dinî hüviyete büründürdüğünü söyleyenler de vardır, özellikle niçin tabu olduğu belli olmayan ve yalnızca uzun bir zamandan beri tekrarlanarak sürdürülen tabu-
lann kökeniyle ilgili problemler zaman içerisinde dinî birtakım kavramlarla açıklanır hale gelmiştir. Böylece bu tip etiolo-jik tabular, yaratılışın başlangıcında ilâhî güçlerin koyduğu yasaklamalar olarak değerlendirilmiştir. Öte yandan daha ileri uygarlık düzeylerinde bazı tabuların sebeplerini daha anlaşılır yolla açıklama gereği doğmuştur. Bu tip tabular, çoğunlukla kamu hukukundaki yasaklamalar haline döndürülmüştür. Dinler tarihçileri ve sosyal antropologlardan bazılarına göre ilâhî dinlerde haram kavramı ile anlatılan tabuların büyük bir kısmı, dinî hüviyete büründürülen ilk tip tabulardan türemiştir.
Hinduizm'de haram meselesi geniş bir yer tutar. Haram kavramının işlendiği temel külliyat Brahmanalar ve Manu kanunlarıdır. Bu İki külliyata göre aile içi cinsî İlişki, hayız döneminde kadınlarla bir arada bulunma, farklı kast mensuplarının birbirleriyle münasebete girmesi, et yeme ve alkollü içecek içme temel haramlardandır. Fakat bu yasaklamalar aşağı kastlara doğru inildikçe hafiflemektedir. Ayrıca Manu kanunları yiyecekle ilgili çok sayıda haramı kapsar. Özellikle sarımsak, mantar, soğan ve pırasa gibi yiyecekler ve içki haramdır. Sudralar gibi alt kastlar için ise bu yiyecekler helâldir. Budizm ve Jainizm'de en başta gelen haram zina ve hayvan eti yemektir. İçki içmek de haram sayılmaktadır. Sihler arasındaki en önemli haram konuları büyü yapmak, zina, mezar ziyareti ve putlara saygı göstermektir. Zerdüştîlik'te zina, hayız döneminde kadınla münasebette bulunmak, homoseksüellik, köpeğe ve ineğe zarar vermek başta gelen haramlardandır.
Eski Türk dini, Taoizm ve Şintoizm gibi etnik dinlerde haram kavramı daha çok tabu çerçevesinde ele alınmış, bazı yasaklamalar da dinle bağlantılı olmadan töre hukukuyla ilişkilendirilmiştir. Buna göre eski Türkler'de kutsal olduğu için totem hayvanını yemek yasaktı. Aynı şekilde su ve ateşi manevî anlamda temiz tutmaya yönelik çok sayıda yasaklama vardır. Zina, aile içi cinsî ilişki de Türk töre hukukundan kaynaklanan yasaklamalardandır. Şintoizm'deki temel yasaklar zina, aile içi cinsî ilişki ve hayvanlarla cinsî münasebette bulunmaktır. Öte yandan rahiplerin özel statüsüyle ilgili olarak çok sayıda yasak tahsis edilmiştir. TaoiznV-deki en önemli yasaklama ise insan öldürme çerçevesinde geliştirilmiştir.
Eski Ön Asya'nın semitik kültürlerinde yer alan yasaklamaların çoğu kamu hukuku alanına girenlerdir (insan öldürme, hırsızlık, zina gibi}. Bu tip hukukî yasaklamalarla dinî bir hüviyet içerisinde görülen yasaklamalar arasında tamamen olmasa bile ciddi bir ayırım yapılmıştır. Semitik dillerde ortak olarak haram kavramını anlatmak için genellikle "tahsis edilmiş" anlamında ködeş fiil kökü kullanılmıştır. Bu durumda ködeş olan herhangi bir şey tabudur. Semitik kültürlerde ködeş genellikle tanrılara ait olan haklan içermektedir. Tabunun eşiti olarak ve yine tanrıların haklarını İçerecek anlamda kullanılan bir başka kelime de heremdir. Ködeş veya herem, daha çok ilâhlara ait olan herhangi bir kült nesnesinin tabu oluşunu ima eder. Buna göre tanrılara tahsis edilen herhangi bir takdime tabu olduğu için insanlar tarafından kullanılamaz.
Yahudi literatüründe oldukça geniş işlenen haram kavramı Tevrat'taki "613 emir"le (taryag mitzvot) ilişkilendirilmiştir. Rabbinik geleneğe göre Sina'da Hz. Musa'ya vahyolunan 613 emrin (mitzvot) 365'i haram kavramı içerisine giren ya-saklamalar ı. 248'i helâlleri kapsar. Her ne kadar Eski Ahid'de haram (tahsis etmek) fiilinden (Levililer, 27/28) türetilen herem kelimesi mevcutsa da bu fiil esasta Yahve'ye adanan her türlü şeyi belirtmek üzere kullanılmış olup mitzvotun kapsadığı anlamı içermemiştir. Bununla birlikte rabbinik gelenekte herem kelimesi dinî birtakım yasaklamaları ihtiva edecek şekilde genişletilmiştir.
Eski Ahid'e göre, uyulmadığında dinin inkârı anlamına gelerek günahkâr durumuna düşülmesine sebep olan haramların büyük bir kısmı putlara tapmak (Çıkış, 20/3, 4), insan öldürmek (Çıkış, 20/ 13), zina yapmak (Çıkış, 20/14), çalmak (Çıkış, 20/15), yalan yere şahitlik etmek (Çıkış, 20/16, 17), aile içi cinsî ilişkide bulunmak (Levililer, 19/6-18; 20/10-15), homoseksüellik (Levililer, 20/13), hayvanlarla cinsî ilişki kurmak (Levililer, 20/ 15, 16), cinci ve falcılara başvurmak (Levililer, 19/31; Tesniye, 18/10-13), Tanrı'ya küfretmek (Çıkış, 22/28; Levililer, 19/12; 24/16) ve helâl (kaşrut) yiyecekler dışındaki şeyleri yemek (Tesniye, 14) gibi konulardan oluşmaktadır, öte yandan Tal-mud, bizzat herem kelimesini kullanarak (Nedarim, 2a; Bezah, 36b) yasaklanan birtakım konuları sıralar. Bunların çoğu. Eski Ahid'de sıralanmayan daha ayrıntılı konulardaki haramlardır (adak adama esnasında yasak olan uygulamalar, adak ada-
HARAM
yanların uyması gereken öze! şartlar gibi) Ahd-i Atîk'te mukaddesle bayağı şeyi ve murdarla tâhiri birbirinden ayırt etme ve insanlara bildirme görevi Levililer'e verilmiştir (Levililer, 10/10; Hezekiel, 22/ 26; 44/23).
Rabbinik gelenek haramların sebebini sorgulamama gibi bir eğilim içindedir. R. Simeon b. Yohai'ye göre Tanrı haramların sebebini bildirmemiştir (Pesikta, 119a) Emirlerin sebebi araştırılmamalı ve olduğu gibi kabul edilmelidir (Sifra Kedos-him, ! 1/22). Bununla birlikte emirlerin insana faydalı olduğu hususu sıkça vurgulanır. Haramlar İsrail'in kutsallığını güçlendirir (Mekhilta, 89a). Bunlar insanı arındırmak (Genesis Rabbah, 41/1) yada İsrail'i faydalandırmak içindir (Makkot, 3/16).
Helenistik dönemden itibaren çeşitli dinî emirlerin sebeplerini putperestlere açıklamak zorunda kalan yahudi filozofları, rabbinik gelenekten farklı olarak haramların mahiyetini sorgulama ihtiyacını hissetmişlerdir. Bu konudaki ilk sistematik yorumu yapan Philo, her türlü dinî emrin amacının insanı faziletli bir şekilde yaşamaya sevketmek olduğunu söyler. Mu'tezile kelâmının etkisiyle Saa-diya Gaon (Saîd b. Yûsuf el-Feyyûmî), Eski Ahid'de haram ve helâllerin sebeplerinin aklî olarak bilinebileceğini savunmuştur. Ona göre bu emirler, dinî hayattan uzaklaşmadan insan hayatını yaşanır kılmaya yöneliktir. Karâî filozofları ve Bahya b. Pa-kuda, emirlerin akla uygunluğu ve akılla bilinebileceği konusunda Gaon'u takip ederken Joseph b. Zaddık, haram ve he-lâllerdeki kutsiyeti ön plana çıkararak akla uygunluk problemini dikkate almamıştır. Maimonides (İbn Meymûn), Tevrat'taki bütün emirlerin bir sebebinin veya işe yararlılığının olduğunu söylemiştir. Mistik eğilimli Hasdai Crescas ve Joseph Al-bo emirlerin aklî yönünün önemli olmadığını, yalnızca Tann'nın emretmiş olmasının yeterli olacağını savunmuşlardır. Kabalistler ise tamamen farklı bir yaklaşımla Tevrat'taki her yasağın ilâhî kozmolojide bir şeyle bağlantılı olduğunu ve emirlere uyulduğunda evrendeki ilâhî uyumun güçlendiğini İleri sürmüşlerdir. Haramlara riayet edilmediğinde tatbik edilecek müeyyideler Yahudilik'teki günah kavramıyla ilişkilidir. Bu müeyyideler, cemaat dışına itilmekten ölüme kadar uzanan dünyevî cezalar yanında öteki dünyada uygulanacak çeşitli cezaları kapsar.
Yahudilik'ten farklı olarak Hıristiyanlık'ta haram kavramı üzerinde fazla durulmamıştır. Bu konuda Hz. îsâ'nınyaşa-
99
HARAM
yışı ile Pavlus'un yorumu arasında köklü değişiklikler söz konusudur. Hz. îsâ. şeriatı iptal etmeye değil tamamlamaya geldiğini, şeriattan en küçük bir harf veya noktanın dahi yok olmayacağını belirtmiş (Matta. 5/17-19), kendisi de şeriat kurallarına göre yaşamış, kavminin her şeyi Tevrat'la düzenlenmiş dinî hayatını paylaşmış, sinagoglara ve mabede devam etmiş (Markos, 1/29; 14/49; Yuhanna, 6/ 59; 7/14; 8/20}, hac bayramlarına iştirak etmiş (Luka. 13/41-50; Yuhanna, 2/13; 5/ 1), vergi ödemiş (Matta, 17/24-27), iyileştirdiği cüzzamlıyı kâhine göndermiştir (Luka, 17/14). Dinî yasakların gerçek hedefini göstermiş, bu çerçevede öldürme ve zina gibi haramların önemini vurgulamıştır (Matta, 5/21 -30). Diğer taraftan cumartesi yasaklan, temiz ve helâl yiyecekler, rabbilere itaat, boşanma gibi hususlarda değişiklikler yapmıştır (Markos, 2/27-28; 7/8, 14-23; 10/1-9; Matta, 23/2).
İlk dönem hıristiyanlan da dinî emir ve yasaklar konusunda Yahudiliği takip etmişlerdir. Yahudilerin dışında başka milletlerden olup da Hıristiyanlığa girenlere yönelik haramlar (putlara tapma, zina, boğulmuş hayvan ve kan), o dönemde hıristiyanlar arasında Yahudiük'teki uygulamanın geçerli olduğunu göstermektedir (Resullerin İşleri, 10/9-16; 11/1-10; 15/20, 29).
Yahudi şeriatı (Tevrat) karşısında ilk menfi hıristiyan tavrını belirleyen Pav-lus'tur. Pavlus şeriatın müsbet bir rol oynadığını (Romaiılar'a Mektup, 7/12; Ga-latyalilar'a İkinci Mektup, 3/23-25), fakat Mesîh'in şeriatının Mûsâ şeriatının yerine geçtiğini belirtir. Şeriatın ilâhî ve mükemmel niteliğini inkâr etmez, ancak artık davranışlara yön veremeyeceğini bildirir (Romaİılar'a Mektup, 7/12; 10/4); Mesîh'in şeriatının sevgi ve merhamet olduğunu ifade eder.
Pavlus, Mûsâ şeriatının geçersizliğini ilân ederken öte yandan bizzat kendiliğinden kötü ve yasak olan fiilleri de sıralar. Ona göre zina, pislik, şehvet, putperestlik, sihirbazlık, düşmanlıklar, kıskançlık, gazaplar, çekişmeler, ayrılıklar, fırkalar, hasetler, sarhoşluklar, sefahetler gibi şeyleri yapanlar Allah'ın melekûtunu miras almayacaklardır (Galatyalılar'a İkinci Mektup, 5/19-21). Bütün haksızlık, kötülük, tamah, şerirlik, haset, katil, niza, hile, huysuzluk ile dolu olanlar, kötülük söyleyenler, zemmamlar, küstah, kibirli, övü-nücü, ana babaya itaatsiz kişiler... ölüme müstahaktır (Romaiılar'a Mektup, 1/28-32; Korintoslular'a Birinci Mektup,
100
6/9-10; Efesoslular'a Mektup, 5/3-5; Ko-loseliler'e Mektup, 3/5-8).
Hıristiyanlık'ta günah birçok kısma ayrılmakta, tabii ve ilâhî kanunların çiğnenmesi fiilî günah olarak nitelendirilmekte, bu çerçevede de haram ve yasaklar söz konusu olmaktadır (bk. GÜNAH).
BİBLİYOGRAFYA :
Wensinck, el-Muccem, "hrm" md ; M. F. Ab-dülbâkl. el-Muccem, "hrm" md.; A. R. S. Ken-nedy, "Ban", DB2, s. 86; L. E. Toornbs. "Clean and Unclean", IDB, I, 641-648; R. C. Zaehner. The Teach'tngs ofthe Magi, New York 1976, s. 110, 111. 114; J, Milgrom, "The Foundations of the Biblİcal Dietary Laws", Religİon and Laıv, New York 1990, s. 159-193; B. Morris. Anthropotogicat Studies of Retigion, New York 1993, s. 203-218; S. Singh Kapoor, The Sikh Retigion and the Sikh People, New Delhi 1994, s. 106; J. Jolly. "Food, Hindu", ERE, VI, 63-65; a.mlf.. "Purification, Hindu", a.e., X, 491; N. Söderblom, "Holiness", a.e., VI, 731-741; R. R. Marett. "Tabu", a.e., XII, 181-185; G. Scholem, "Commandments, Reasons for", EJd., V, 783-792; A. H. Rabinowitz. "Commandments, the 613", a.e., V, 760-783; a.mlf., "DLetary Laws", a.e., VI, 26-45; M. Greenberg, "Herem", a.e., VIII, 344-350; R. Wagner. "Ta-boo", ER. XIV, 233-236. ı—ı
Dostları ilə paylaş: |