Müşriklerde Allah İnancı
islâm öncesi cahili yapıda, insanların Allah inancı başlı başına bir araştırma konusudur. Ancak biz burada çok kısa alıntı ve izahlarla konuya değineceğiz. Konunun odak noktası şudur:
Müşrikler gerçekte Allah (c.c.)'ye inanıyorlardı. Allah (c.c.)'yü bir çok noktada tevhid ediyorlardı. Meleklere, cinlere, gaybe inanıyorlardı. Hacc ediyor, kurban kesiyor, adak adıyorlardı. Bazılarının şirk üzerine oldukları halde ,oruç tutup namaz kıldıkları, nikah kıyıp mehir verdikleri, sünnet olup hatta ahirete inananlarının olduğuna dair, Kur'ân'da, hadis kaynaklarında ve siyer kitaplarında geniş bilgiler vardır.
Bütün bunlara rağmen Allah (c.c.)'nün sıfatlarından bir veya bir kaçını putlarına vermiş olmaları, putlara yaratıcı manasında tapınmadıkları halde, onlara kutsiyet atfederek Allah (c.c.) ile putları arasında özel bir bağ kurarak, şefaatçiler kabul etmeleri, esas itibariyle onların şirkinin özüydü. Allah (c.c.)'nün hükümranlığını bölüştürerek kendilerine ve putlarına izafe etmeleri, pulculuklarının pratik yansımasıydı. Zaten onların "ortak koşan" diye adlandırılmasına sebeb, Allah'ın varlığına inandıkları halde, Allah'a zatında ve sıfatlarında ortaklar tanımış olmalarıydı. Allah'a ait yetki ve hükümranlığı kendilerine veya yaratılmışlardan ölü veya diri, canlı veya cansız, somut veya hayali birilerine vermiş olmalarıydı.
Karaları ve denizleri fesadın kapladığı o dönemde tabii ki, Dehri-ler (ateist-laik) de vardı. Tutarsızlıklar içinde, birbirini tekzib eden düşüncelere sahip insanların varlığı da pratik bîr vakıa idi.
Müşriklerin Allah (c.c.) inancına sahip olduklarına dair Kur'an'da birçok âyet-i kerime vardır.29
"Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim yaram?" diye sorsan, "elbette Allah'tır" derler. De ki: "Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek İsterse, Allah'ı bırakıp ta ibadet ettikleriniz, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilerse, onlar O'nun bu rahmetini önleyebilirler mi?" De kt: "Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O'na güvenip dayanırlar. "(Zümer/38)
"(Resulüm!) De ki: "Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik (ve hakim) bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Her türlü) işi kim idare ediyor?" "Allah" diyecekler. De ki: "öyle ise (Ona âsi olmaktan) niyesakınmıyorsunuz?"(Yûnus/3l) "(Resulüm) De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?" "Allah'a aittir" diyecekler, "öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız?" de!" "Yedi kat göklerin Rabbi, azametli arşın Rabbi kimdir?" diye sor.
"(Bunlar da) Allah'ındır" diyecekler. "Şu halde siz Allah'tan korkmaz mısınız" de!"
"Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (Mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir?" diye sor! "(Bunların hepsi) Allah'ındır" diyecekler. "Öyle İse nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz?" de.'"(Mü'mİnun/84-89) . , "Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah" derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar? Allah rızkı kullarından dilediğine bol bol verir, dilediğine de kısar. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir. Andolsun ki onlara: "Gökten su İndirip onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?" diye sorsan, mutlaka, "Allah" derler. De ki: "(Öyleyse) hamd da Allah'a mahsustur." Fakat onların çoğu (söyledikleri üzerinde) düşünmezler. "(Anke-but/61-63)
Yukarıdaki âyetlerde görüldüğü gibi müşrikler, Allah (c.c.)'yü bir çok sıfatında tevhid ediyorlardı.
"Cahiiiyye devri Arapları, kendilerini Hz. İbrahim ile Hz. İsmail'in evlatları sayıyor ve bu iki peygambere tam olarak bağlı olduklarını sanıyorlardı. Dini inanç ve düşüncelerinin bozulmasına rağmen dinlerinin, en üstün ve Allah katında makbul din olduğunu düşünüyorlardı." 30
Abdulmuttalip zemzem kuyusunu kazmaya kalkıştığında Ku-reyş'Hler karşı çıkarlar. Kendilerini nisbet ettikleri ataları İsmail (a.s.)'ın kuyusu olduğunu söyleyerek ortak olmaya kalkarlar. 31 Kendilerini nisbet etmiş oldukları İbrahim ve İsmail (a.s.)'ın tevhid dininden düşünce ve pratiklerinde birçok izier vardı.
Abdulmuttalib zemzemi kazmak ister. İs'âf ve Naile putları arasında oğullarından hangisini tanrıya kurban etmesi gerektiğine dair fal oklarını çeker. Fal okları Abdullah'ın kurban olması gerektiği yönünde çıkar.
Abdulmuttalib tipik bir Mekke'li müşriktir. O, içinde yaşadığı toplumu sembolize edebilecek bir kişidir. Onun ifadeleri bu açıdan oldukça önemlidir. Abdulmuttalib'in şiirleri, içinde yaşadığı toplumun Allah (c.c.) İnancını bize verir. Onların küfrünün, şirkinin Allah (c.c.)'yü inkardan kaynaklanmadığı, tam aksine çoğu kez içinde bulunduğumuz toplumun dahi fevkinde bir Allah (c.c.) inancına sahip olduklarım görürüz. Allah (c.c.)'ye inanıyor, ancak layık olduğu şekilde tevhid etmiyorlardı, ibadeti de Allah (c.c.)'ye yaraşır şekilde yapmıyor ve kulluğu O'na has kılmıyorlardı.
Abdulmutialib'in bu donemde yapmış olduğu dualarını îbn-i Is-hak uzunca verir. Abdulmuttalib şöyle dua ediyordu:
"Allah'ım! Mutlak kudret sahibi Sensin. Övgüye layıksın, Rabbimsin, ilk yaratan, öldükten sonra da tekrar diriltecek olan Sensin. Sert ve sabit şeyleri ayakta tutansın. Eski ve yeni her şey Senden gelir. Dilersen istediğine ilham edersin...
Rabbime söz verdim, ben ahdini gözetenim. Günlerce çukur kazarım., O ise yalnız basma evreni kurdu.
Vallahi, O'na layık olduğu şekilde hamdedemiyorum.
O'na nasıl düşmanlık ederim, ben ö'nun kuluyum.
Ben O'na verdiğim vaadi geciktirmekten korkarım.
O'na verdiğim sözü terk edersem, dalâlete düşmekten...
Allah Rabbimdir, Ben de O'na yaptığım adağı yerine getiriciyim.
Korkarım Rabbimden, şayet enirine isyan edersem.
Vallahi, hiçbir şey O'nun hükmüne güç yetiremcz.
O, benim velimdir. O'nun ömrü (Abdullah'ın) O'nun elindedir...
O'nu sen verdin ya Rabbi onu başkasına bırakma!
Gizli açık dua ettim Rabbime. Sözümü açıkladım, sabrederek hamdettim. Yenleri tertemiz bu çocuğu bana bahşeden Allah'a hamd olsun! Hamd yaratanadır, kullara değil..."32
Yine Ebrehe filleriyle Kabe'yi yıkmaya gelince, Abdulmuttalib Eb-rehe'den gasp edilen develerini ister. Ebrehe'den Kabe hakkında bir talepte bulunmayınca, Ebrehe'nin sorusu üzerine:
"Ey Melik! Ben ancak malım hakkında konuşurum. Bu evinse Rabbi vardır. Onu O korur. Bu nedenle O'nun hakkında bir istekte bulunmadım."33 der.
Tarihçiler Fil Vakası neticesinde Kabe'yi Rabbinin koruması ve Ebrehe ordusunun helak olması akabinde, müşriklerin birkaç yıl putlara tapmaksızm Allah'a yöneldiklerini dahi bildirirler.34
"Beytullah'm yeniden inşası esnasında Mekke'li müşrikler toplanırlar. Ancak Kabe'yi yıkmakta tereddüt ederler. Nihayetinde Velid b. Muğire bu işe başlama cesareti gösterir. Ve yıkıma başlar. Bu esnada söyledikleri sözler onların Allah (c.c.) inancını da göstermesi açısından Önemlidir. Velid b. Muğİre şunları söyler:
"Ey erenler! Bu tedbiri madem ki ettiniz tamamlamak gerekir. Tanrı Teala gizli maksatlara muttalidir. Niyetimizi bilir ki bu işten ne dileriz. Ya Rab! Sen bilirsin ki bu işten maksadımız evini yeniden imar etmektir. Ve daha sağlam yapmaktır."35 Bu konuda tbn-i Hişam; Velid b. Muğire'nin şunu da söylediğini ekler: "Ey Allah'ım! Burası korkulur bir yer değildir. Çıkmadık, Senin dininden çıkmadık, sapmadık."36
"Ebu Vehb Amir b. Aziz Kabe'nin inşası esnasında Kabe'den bir taş alır, ancak taş elinden fırlayıp yerine gidince şunları söyler:
' Ey Kureyş halkı! Kabenin yapımına ancak temiz kazancınızı sokun, onu harcayın! Haksız para, faiz kazancı -başka bir rivayette de zinanın ücretini- ya da insanların birinden haksızlık yoluyla sağladığınız parayı sokmayın!"37
Yİne aynı esnada, Haceru'l-Esved'in yerine konulması için anlaşmazlığa düşerler. Nihayetinde Haceru'l-Esved'in Resûlüllah (s.a.v.) tarafından yerine yerleştirilmesinde ittifak ederler.38 Onları anlaşmazlığa iten sebep, Allah (c.c.)'nün evine verdikleri önem ve her kabilenin kendisinin bu fazileti alması arzusuydu. Bu da onların sahip olduğu Ailah (c.c.) inancını bir başka açıdan ortaya koyar.
"Abdullah b. Ömer, babası Ebu Bürde'ye, "Kavmin, Cahiliyye döneminde Kabe'yi tavaf ettikleri zaman ne diyorlardı biliyor musun?" dedi. O da, "Ne diyorlardı?" diye sordu. "Allah'ım! Bu birrdir. Eğer tam hakkıyla yapma durumu olursa, onu ancak Allah tam yaptırır. Ya Rabbi! Eğer mağfiret edecek olursan herkese mağfiret et! Zira Senin hangi kulun günahsız olabilir? diyorlardı." diye cevap verdi."39
Cahiliyye insanı ihlal sırasında şöyle derdi:
"Buyur Allah'ım buyur!
Buyur Senin ortağın yoktur! Ancak bir ortağın vardır.
O da Senin hükmündedir.
Sen ona ve onun sahip olduklarına hükmedersin!"40
"Resûlüllah (s.#.v.) ve akrabalarına, Kureyş'lilerin uyguladığı üç yıl boykot ve muhasara neticesinde, "Ebu Talib maiyetindekilerle beraber Kabe'nin örtülerine tutunarak Allah'a dua eder: "Ya Rabbi Bize zulüm eden, bize merhametsizlik yapan, bizim için haram ettiklerini kendileri İçin helal eden ve bizimle bütün münasebetlerini kesenlere karşı bize yardım et!"41
Küfrün doruk noktasındaki bu ümmetin Firavunu olan, Ebu Cehil ise, Bedir günü insanlar birbirleriyle karşılaşıp yaklaştıkları zaman inanmış olduğu tanrılarının en büyüğü olan Allah'a şöyle dua eden
"Ey Allah'ım! Muhammed hısımlık ilişkilerini bize kestirdi. Ve bize bilinmeyen bir şeyle geldi. O halde sabahleyin onu helak et!"42 Böylece aleyhine ilk hükmü veren o oldu. Bu dua "Taberi'nin Tari-v-hin"de ise şöyle geçer: "Ey Tanrım! Senin hazretinde her kim sevgili ise o'W yardım eyle!" dedi. Allahu Teala hazretleri hemen şu âyeti gönderdi; "(Ey, Kafirler) Eğer siz fetih istiyorsanız, işte size fetih geldi! (Yenelim derken yenildiniz)" (Enfâl/19).
Konumuza bir örnek de Hudeybiye Anlaşmasından verelim: Süheyl b. Amr Kureyş'liler adına anlaşmanın tarafıdır, imam Ali (r.a.)'m sulh şartlarını yazması esnasında, Resûlüllah (s.a.v.)'in "Rahman ve Rahim Allah'ın isminin inayetiyle yaz!" demesi üzerine Süheyl b. Amr hem kendi açısından tutarlı, hem de Kureyş'li müşriklerin Allah (c.c.) inancını ortaya koyması açısından önemli bir itirazda bulunur. Ve "Bunu tanımam" diyerek Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatlarını inkar ettiklerini ortaya koymuş ve "Şöyle yaz! Ey Allah'ım! Senin isminle" diyerek te sahip oldukları ve sahiplenerek zikrettikleri Allah {c.c.) inancını izah etmiş olur.43
Müşriklerin, kendi safında yer aldığı Şeytanın (el-îblis), çarpık imanını da eklersek, sanırım Allah (c.c.)'nün Kur'an'da bizden istediği İmanı, yani "Tevhid akİdesi"ni tefrik (ayırt) edebiliriz.
iblis (lanet üzerine olsun), Allah (c.c.)'nün yaratıcı olduğu, izzet ve şerefin Allah'a ait olduğu (Sâd/82), ahirete, güç ve iktidarın Kendisinde olduğu (A'râf/14), doğru yolun Allah'ın yolu olduğu (A'râf/16), O'nun izninden gayrı hiçkimsenin muhayyer davranam ayacağı ve ancak kendisinden korkulması gerektiği (Haşr/16, Enfâl/48) şeklinde bir Allah inancına ve daha bir çok konuda sıfatlar ile donanmış bir Allah inancına sahipti. Bu konuda daha birçok örnek verilebilir.
Şeytanın, Kur'an'da Allah (c.c.)'ye eksikliklerden münezzeh, Sa-med ve Tevhidin gerekleri olan bir imanla iman etmemiş olması, onun lanetlenilerek kovulan el-îblis olmasının da sebebidir. Yine onu kıyamete kadar lanetli kılacak sebep, Allah (c.c.)'nün emir ve yasaklarına karşı muhalefet etmiş olması, fikir yürüterek O'nun (c.c.) hükümlerine razı olmamasıydı.
Mekke'lileri müşrik yapan sebep, "Allah (c.c.)'den başka yaratıcı" ya inanmış olmaları değildi. Onları müşrik yapan, "Allah (c.c.)'den başka ilah, Melik, Rabb sıfatlarıyla donanmış hatadan münezzeh, sıfatlarında ve zatında Samed olan Allah (c.c.)'ye inanmamalarıydı. Allah'ı gökte İlah kabul ettikleri halde, sosyal ilişki ve kanun koymada uluhiy-yeti, rububiyyeti çoğu kez kendilerine almış olmalarıydı.
"Örnek olarak sadece ilk gelen bir âyeti dahi dikkate alacak olursak konu açıklığa kavuşacaktır, ilk âyet bilindiği gibi; "Yaratan Rabbi-nin adıyla o£»"(Alak/l) mealindeki âyettir. Mekke'li müşrikler açısından düşünüldüğünde "Yaratan" Allah'tır. Ancak Rabb, mutlak anlam-daAllah (c.c.) olmakla birlikte aslında kendileridir. Halbuki bu âyette ise insani bir işin (okumak) yaratan Allah (c.c.) adına değil de yaratan Rabb adına yapılması isteniyor. Böylelikle "Lâ ilahe illallah"ı tefsir eder şekildeRabb oluşun, sadece Yaratanın sıfatı olduğu açıklanmış oluyor ve parçacı yaklaşım İptal ediliyor. Çünkü insanların yaratmakta bir na-sİbleri olmadığını müşrikler kabul ediyorlardı. Âyetle, Rabb oluş ta, sadece Yaratana ait kılınınca, Mekke müşriklerinin Rabb'lık İddialarının asılsızlığı açığa çıkmış oluyordu. Yaratanm aynı zamanda ortağı olmayan îlah, Rabb ve Melik olduğu da açıklanarak, müşriklerin inanç ve kanaatîerindekİ yanlışlıklar gösterilip, düzeltilir, hakikat net şekilde ifade edilir."44
Zaten "Şirk" ancak Allah'ın varlığını kabul edenler için söz konusudur. Yoksa Allah'ı inkar eden bir kimsenin O'na ortak koştuğu söylenemez... Mesela Hz. Yusuf (a.s.) döneminde hüküm süren Firavunlardan bahseden Kur'an-i Kerim, onların Allah'ın varlığını kabul ettiklerini, fakat O'na başka ortaklar koştuklarını haber vermektedir {Nemi/13, Yûsuf/50,53,73,77,79,88, Mü'min/34, tsrâ/102).
"Şunu belirtmek gerekir ki, Allah'ın varlığını inkar etmek tarihte hiçbir millet çoğunluğu tarafından benimsenmiş bir inanç biçimi olmamıştır. Peygamberlerin gösterdikleri yoldan çıkan kafirlerin benimsedikleri inanç şekli hep şirk olmuştur. Allah'ı inkar edenler her zaman küçük bir azınlık olmuştur. Bunlar da heykellere, yıldızlara ve putlara olağanüstü saygı gösteren bir takım müşrik felsefeciler, yani okumuş (!) kimselerdi. Eski kavimlerle ilgili bize kadar gelen haber ve hikayeler bunu açıkça gösterir."45
Böylece Kureyş'liler, hatta tüm insanlık, kendilerinin gerçekte neye davet edildiklerini çok iyi anhyorlardi. Bu mesajı kabul ile neleri taahhüt ettiklerini iyi biliyorlardı. Cahiliyyede terkettikleri karşılığında sadece cennete razı olanlar, İslâm ile şerefleniyorlardı. Dünyalıkları ve despotluklarım bırakmak istemeyenler, inkarlarına haset ve çekeme-mezlik gibi başka fitneler de ekliyorlardı. Allah (c,c), onları terketmek istemedikleri saltanat ve çıkar düzenleriyle birlikte helak etti. Ve alaşağı oldular.
Sadece Allah'a ait sıfatlarda değil, Arap insanının kafasındaki birçok kavramın saltanatı bu şekilde alabora olmuştu. 46 Kavramların yüklendikleri yeni manalar o İnsanlara yeni bir kimlik kazandırmış, üstünlüğün ölçüsünün değişmesi bir anda tüm toplumdaki değer yargılarını ve statüleri de tersyüz etmişti.
Onların bu kabullerine ve Allah (c.c.)'ye inançlarına rağmen onlara gelen mesajın içeriğine baktığımızda;
"Kur'an-i Kerim insanlara Tanrının varlığını bildirmek için inmemiştir. Çünkü onlar Kur'an olmadan da bunu bilmekteydiler... Doğrusu bütün semavi kitablar ve bütün Peygamberler -aralarında peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) de bulunmak üzere- insanlara sağlam bir inanç sisteminden söz etmek için gelmişlerdir. Onlara "Allah (c.c.)'ye ibadet edin! Sizin O'ndan başka İbadet edecek bîr İlahınız yoktur." (Hûd/61) demişlerdir. Tarihin başlangıcından sonuna kadar insanlığın problemi, Allah'ın varlığını bilmemek ve herhangi bir şekilde O'na ibadet etmek olmamıştır. Aksine, insanların en büyük meselesi; Allah (c,c.)yü hakkıyla bilememek ve bu yüzden de O'na yaraşır şekilde ibadet etmemek olmuştur."47
"...Kur'an-ı Kerim geçmiş peygamberlerin kıssalarını bize anlatırken de bunu açık seçik ortaya koyar. Nuh {a.s.) kavminin, Hûd (a.s.) kavmi Ad'm, Salih (a.s.)'ın kavmi Semûd'un, ibrahim (a.s.)'m ve Nemrûd'un kavmi, Lüt (a.s.)'ın kavmi, Şuayb (a.s.)'ın kavmi, Firavun ve ailesi ve daha da yakinen tanımış olduğumuz Yahudi ve Hıristiyanlar, bütün bu kavimler, Allah (c.c.)'nün varlığına, yüceliğine, Rablığı-na, her şeyin yaratıcısı, göklerin ve yerin sahibi, bu alemierin işini idare eden olduğuna inanıyorlardı. Ancak ahlakî, sosyal, medenî, siyasî ve diğer hayatî işlerde hüküm ve üstün otoritenin yalm/.ca O'na ait olduğunu, doğru yolu gösterenin, kanun koyanın, emretme ve yasaklamaya selahiyetli olanın yalnızca O olduğunu, yalnızca O'na tabi olunacağını söylemiyorlardı. Bütün bu işlerde Allah'tan ayrı olarak reislerini ve alimlerini rabler ediniyorlardı. Peygamberlerin (a.s.) onları daveti ise, bunun aksine rablığı ve ilahlığı ayrı ayrı rabler ve ilahlar arasında taksim etmemeleri, bütün manaları ile Allah'ı tek Rab ve tek îlah kabul etmeleriydi. Kim Allah'tan başkasının hükmünü kanun sayar, emir ve yasaklarmıfcyulması gereken bir şeriat telakki ederse, onun otoritesini üstün kabul etmiş demektir. Uluhiyetin aslı bir otoritedir. Uluhiyet ve otorite (mutlak egemenlik) birbirini gerektirir. Otoritesi bulunmayanın ilahhğı mümkün olmadığı gibi, ilah kabul edilmesi de yakışık almaz. Otorite sahibinin ilahhğmdan söz edilebileceği gibi tek basma ilah da kabul edilmesi gerekir. Çünkü şahsm ilahtan istediği bütün ihtiyaçlarının yerine getirilmesi veya şahsm İhtiyaçları sebebiyle birini ilah edinmek mecburiyetinde kalışı, otoritesiz (egementiksiz) mümkün değildir. Bunun için otoritesi olmayanın Hanlığının da bir anlamı yoktur..."48 Böylece, rububiyet ve uluhiyet konusunda, Allah'la beraber diğer ilahları da kabul etmeleri, bu sıfatları sadece Allah'a vermemeleri onları da müşrik-kafir yapan amillerdi.49
Yukarıdaki âyet-i kerimelere, hadislerde bildirilenlere ve siyer bilgilerine baktığımızda cahiliyye insanmm müşrik olarak canlarını ve mallarını müslümanlara helal kılan ve onları Allah (c.c.)'yü layıkıyla anıp dini bir bütün olarak Allah (c.c.)'ye has kılmaya davet ettirten şirkleri gerçekte onların Allah (c.c.)'yü tanımaz olduklarından değildi. Çünkü islâm, yalnızca ateizm karşıtı bir din değildir. Onları kafir kılan sebep, Allah'ın varlığına inandıkları halde, O'na (c.c.) ortak koşmuş olmalarıydı. Allah (c.c.)'nün sıfatlarını, Allah (c.c.)'ye ait olan hakları başkalarıyla, ölü veya diri, canlı veya cansız uydurageldiklerine paylaştırmalarıydı. Nitekim onların namaz kıldıklarını, oruç tuttuklarını, haccedip adak adadıklarını, köle azad edip mescid onardıklarmı, gay-be, meleklere, cinlere vs. inandıklarını hatta içinde yaşadığımız toplumun bile çoğu kez önünde gidecek bir Allah inancına sahip olduklarını görüyoruz. 50
Dostları ilə paylaş: |