SunuŞ konuŞmasını yapmak üzere sayın baŞkanımız Yahya



Yüklə 132,13 Kb.
səhifə2/3
tarix28.07.2018
ölçüsü132,13 Kb.
#60693
1   2   3

- Değerli izleyenler aramızda bulunarak bizi onurlandıran ve panelimize görüş ve katkılarıyla katılan devlet bakanımıza konuŞmalarından dolayı teşekkür ediyoruz.

Panelimizin oturumlar kısmına geçiyoruz. Panelimiz iki oturumdan oluşmakta. Birinci oturuma geçmek üzere oturum başkanlığını yapmak üzere odamız üyesi Dr. Melih BaŞ'ı davet ediyorum. Konuşmacılar; TÜKODER Başkanı Sn Ayşe Akman, gazeteci yazar sayın Veysi Seviğ, yazar sayın Metin Erten. Değerli izleyenler panelimizin başarıyla geçmesi dileğiyle saygılar sunuyorum.

Hemen söze gireceğim. İlk sözü Ayşe Akman’ı takdim edecektim fakat, ilk sözü biz kullanalım. Şimdi üç konuşmacıyız fakat, ben hepinizin izniyle bir ortak panelist gözlemci de koyacağım masaya. Çünkü dün gece yarısı bir telefon aldım Çin'den. Pandaları koruma derneği bay Ming Ming "bir çevre paneli yapıyorsunuz beni niye davet etmiyorsunuz, bizi niye çağırmıyorsunuz hiç olmazsa bir gözlemci kabul edin"dediler ve gözlemci de sabaha karşı İstanbul'a indi ve benimle geldi. O da masaya oturacak.

- Efendim herhalde Ayşe Hanım masaya geliyor, biz olmazsa ilk sözü Veysi hocamıza takdim edelim. Biliyorsunuz çevre ve ekonomi bağlamında çevre yönetimini ekonomi ve finansman alt dalı diyelim. Bu konuda birçok önlemler kullanılıyor.

Bunlardan biri de vergileme tabi. Biraz önce hem sayın Özyürek üstadımız söz ettiler, hem de sayın bakanımız söz ettiler. Kirleten öder ilkesi ta 1960lardan bu yana ekonomi ve finansman literatürüne girmiş durumda.

Şimdi tabii artık son dönemlerde bunu da katma değer vergisi gibi eleştirmeye başladı bazı bilim insanları, “people pays principal”dır aslında bu denilen. Aynı katma vergisini nasıl nihai anlamda tüketiciler ödüyorsa sonunda da çevre maliyetlerini muhasebeleştirip kar zarar hesaplarına katan işletmeler bunu fiatlarına yansıtırlar. Sonuçta da nihai tüket ici öder şeklinde bir eleştiri bombardımanına tutuldu. Dolayısıyla uluslararası bilimsel platformlarda bu kirleten öder ilkesini açıktan savunmak biraz riskli olmaya baŞladı. Şimdi tüm bu teknik detayları Veysi Seviğ hocamız tabii bizden çok daha iyi zaman ve mesai harcadığı için bize bir toparlarlarsa sevineceğiz. Buyrun hocam.

- Teşekkür ederim. Ben karşınızda önce Şunu söylemek istiyorum, çok heyecanlıyım. Benim size aktaracağım konuda gerçekten büyük emek vermiş ve çalışmalarıyla devamlı çevreci olma özelliğini göstermiş sayın bakanım burada. Sayın bakanım teknik bilgisi ve biraz önce sunmuş olduğu bilgiler benim size açıklayacaklarımın yanında son derece yetersiz de kalabilir. Çünkü kendileri hem belediye baŞkanıyken, hem bakanken bu konuyu öylesine özellikleriyle üzerinde bilgi ve ihtisas sahibi olmuŞlardır ki konuyu daha çok biliyorlar. İkincisi TÜRMOB Başkanı sayın Özyürek böylesine bir konuyu İstanbul Mali Müşavirler Odasıyla birlikte gündeme getirmesi benim için çok büyük bir olay. Çünkü hepimiz bu ülkede, bu şehirde yaşıyoruz ve hepimizin en birinci sorunu çevre sorunu. Ama biz hep maddi olaylarla özellikle güncel ekonomik olaylarla ilişkileniyoruz. Esas en büyük ekonomik olay çevre olgusuna yani insanların yaşayabileceği ortamın kaybolması

olgusuna da duyarsız kalıyoruz. Birkere böylesine bir olayda bakanlık ve belediye başkanlığı döneminde hep bunu birinci plana çıkartan bir sayın bakan ve de muhasebeci mali müşavir mesleğini bugün içinde bulunduğu sorunları bir kenara iterek çevre konusuna değer veren bir örgüt karşısında gerçekten saygı duymamak ve onur duymamak da mümkün değil.

Değerli konuklar, esasında sayın bakanımızın bakanlık döneminde başlayan bir girişim ve olay bugün Türkiye'de çevre vergisi olarak andığımız fakat yeri münasip olmayan bir düzenleme ile bizden çevrenin korunması için bir fedakarlık bekleyen bir sistem olarak karşımızda. Belediye gelirleri yasasının mükerrer 44.maddesinde tek madde ile günün koŞullarına uygun bir şekilde bu verginin mutlaka belediyelerimize ve yerel yönetimlere önemli katkısı var. Ancak bu vergi teknik esaslarına girmeden önce bir konu üzerinde de durmak istiyorum. Çünkü bugün belediye gelirleri yasasını ve bu konuda yapılan yan düzenlemeler artık belediyeleri ekonomik açıdan hayatiyetlerini sürdürebilmek için yeterli değildir. Çünkü merkezi yönetim artık yerel yönetimlere yeterli desteği sağlayamayaca, onları kendi bölgesindeki güncel ve ekonomik olayları kavrayamayacak, ayrı bir yük içerisinde ayrı bir örgütlenme içerisinde, örgütlenme zorunluluğu içerisinde yerel yönetim kendi sorunlarını kendi ekonomik sorunlarını, kültürel sorunlarını, ekolojik sorunlarını kendisi çözmek zorundadır. Onun için bugünkü sistemimiz belediye gelirleri yasamız artık yerel yönetimlere maddi imkanı tamm olarak sağlayabilecek özelliğini bitirmiştir. Dolayısıyla bizim uygulamakta bulunduğumuz, bizim mükerrer 44. madde ile senede bir defa yeniden değerlendirme oranını artırmak ve de başlangıç miktarları bakanlar kurulu kararıyla belirtilen miktarlarla katkısı olsa da artık çevre sorunlarını maddi açıdan çözebilecek bir imkanı sağlamakta yetersiz kalmaktadır. Bu miktarlar belki baŞlangıçta biraz yüksek de geldi, bu konuda itirazlar da yaptık, bu konu da davalar da açtık. Ancak başlangıçta yüksek görünen miktarlar iş yerleri ve konutlar için artık çevre ekolojik sorunlarımızı çözebilecek bir katkıya yerel yönetimlere aktarma açısından yetersiz. Ama bütün buna rağmen belediye gelirleri yasasının 44. maddesinde yer alan ve iki taksitte ödeme olanağı bulunan ve de buna bazen ödemekten de kaçındığımız bir vergiyle karşı karşıyayız. Bu vergi belki ki konutların ve işyerlerinin yapmış oldukları faaliyet ve çevreye verdikleri zararlardan bahsetmek istiyorum. Bu zarardan bahsederken belki çok dikkatli davranışlarımız da vardır, dikkatsiz davranışlarımız da olabilir. Ama bir

konut, bir işyeri mutlak suretle çevreye zarar vermektedir. Ne kadar önlem alınırsa alınsın bir konutun ve işyerinin çevreye zarar vermemesi mümkün değildir. Zaten sadece bir konut, bir işyeri, bir yapı, çevrenin estetiğini bozan ve onun özelliğini yitirten bir olay olarak karŞımıza çıkmaktadır. İşte bunun bir bedeli olarak bizim Türk sistemimize göre, belediye yasasına göre senede iki taksit olarak ödeme

imkanımız olan bu vergi esasında, sayın bakanımızın da biraz önce son derece önemle vurguladığı gibi kanımızca iki taksitle ödenmesi, bir defada hesaplanması dolayısıyla bazı kişilere ağır bir yük gibi görünebilmektedir. Bu verginin de diğer vergiler gibi hiç değilse aylık hale getirilmesi bir stopaj vergisi gibi aylık hale getirilmesi miktarının biraz daha yükseltilmesi kanımızca daha uygun olacaktır. Bu

verginin esasında alınmasında bazı sıkıntılar ve zorluklar vardır.Çünkü bu verginin alınması için mükellef birimlerin tespitinde yerel yönetimler yeterince etkili olamamaktadır. Bu konuda yerel yönetimlere beyanda bulunanlar ve kendi iradesiyle gidenler daha çok bu verginin muhatabı olmaktadırlar. Ancak kendi iradesiyle yerel yönetimlere başvurmayanlar ve bu verginin kapsamı dışında kalmayı düŞünenler kolaylıkla özellikle hinterlandı geniş bölgelerde ve belediyelerde kaçabilmektedirler. Yine bazı nedenlerden dolayı bu verginin toplanması ve değerlendirilmesinde bazı siyasi baskılar altında da kalabilmektedir. Onun için bugün çevre vergisinin Türkiye'nin uygulamasında karşılaştığımız önemli farklılıklar vardır. Bazı yerel yönetimler bu çevre vergisini mümkün olduğunca etkin bir Şekilde toplayabilmek için özel örgütler kurmuşlar, bu konuda önemli yatırımlar yapmışlardır. Ama bazı belediyelerimiz bu konuya gereken önemi vermemiŞlerdir ve ve bu konuda gerekeni yapamamışlardır. Bunun tabii temel nedeni belediye örgütlenmesinde artık eskimiş, demode olmuş yapısal sorundur. Belediye örgütlerimiz çevredeki vergi mükelleflerine tespit edebilecek genel bir bilgi alabileceği herhangi bir merkezi bilgi depolamasıyla muhatap olamamaktadırlar. Daha açıkçası bugün ülkemiz tapu kayıtları ve özellikle tapu kayıtları üzerindeki yapılması gereken cins tahsillerine sağlayabilecek hukuksal alt yapısı oluşturulamadı. Teknik alt yapısı da kurulamadığı için çevre vergisi mükellefleri kimler olacaktır. Bunlar üzerinden belediye özel bir gayret sarfetmeden, yerel yönetim özel bir gayret sarfetmeden bunlar üzerinden vergi talep edebilecek bir sistem,bir yargıdan yoksundurlar. Dolayısıyla belediyeler bu konuda yerel yönetimler bu konuda kendi becerilerine ve bu konuda çalıştırdıkları personelin niteliğine ve özelliğine bağlı olarak bu vergiden gerekli verimliliği sağlamaktadırlar.

Şimdi sadece belediye gelirleri yasasında çevre sorunlarını halledebilecek bir fonun oluŞturulması mümkün değildir. Çünkü sadece yapılar ve bu iŞ yerleri çevre kirliliğini artıran veya çevre sorunlarını büyüten arlıklar değildirler. O yörede eya o beldede dolaşan araçlar, arabalar ve diğer ulaŞım araçları oranın kirlenmesine ve oranın doğal yapısının bozulmasına neden olan araçlar, vasıtalardır. Bu vasıta ve araçların da esasında ekolojik bozulmaya belli bir maddi katkı sağlaması lazım. İşte bunu biz bazı Avrupa ülkelerinde görüyoruz. Bazı Avrupa ülkeleri ne yaptı? Bir plaka almak, bir araç kullanmak, bir de ekolojik bozukluğa katkı sağlayabilecek bir fedakarlık gerekli kıldığını görüyoruz. Bazı ülkelerde kamyonların ve otobüslerin o

özellikle belediye içersinde veya ana yolların bazı bölümlerinde dolaşması yasaklandığı gibi gene bu dolaŞım içerisinde bulunan araçlardan belli bir verginin yerel yönetimlere aktarıldığını görüyoruz. Yerel yönetimlerin bu vergiyi maktu oranlarda değil, esasında değer ölçüsüne göre de alması gerekir. Yani yerel yönetimlerin herhangi bir kurumdan veya herhangi bir konuttan bu vergiyi maktu oranda alarak bu kendi ekolojik sorunlarını halletmesi artık günümüz koŞullarında pek mümkün değildir. Bazı ülkelerde yapılan tartıŞmalar ve gündeme getirilen konularda bunların değer ölçüsünde alınması öngörülmektedir. Ancak ülkemizde maalesef üzülerek söyleyeyim ki ,yerel yönetimler kendi konutlarını ve işyerlerini, yapılarını değer ölçüsünden kavrama olanağından yoksundurlar. Bunlar vergi değerine göre beyan edilmekte ve emlak vergileri dahi vergi değeri diye artık anlamını yitirmiŞ bir değer üzerinden ödenmektedir. Bu konu belediyelerimizi, yerel yönetimlerimizi oldukça sıkıntıya sokan bir olaydır. Çünkü yerel yönetimler yapılan inşaatın yeniden orada ortaya çıkan bir yapının alternatif maliyetlerinin tümünü ödenek ve bunları halka belli bir ölçüde yansıtmayacak bir sistemle karŞı karŞıyadır, yansıtamayacak bir sistemle karŞı karŞıyadır. Oysa bir inŞaatın baŞlangıcından, kullanımına, kullanımından sonra da onun kaldığı sürece o inŞaatın gerçek maliyeti yüzünden bu yerel yönetimlerin yapacağı masrafların karŞılanabilmesi için bir fonun, bir bedelin aktarılması gerekir. Bir kere yerel yönetimler bu yapıların gerçek maliyetlerini veya gerçek değerlerini tespit etme olanağından yoksundurlar. Bu sistemin getirilmesi karŞımıza kent sigortası denen bir olguyu çıkarmaktadır. Dünyanın bir çok ülkesinde özellikle Avrupa ülkelerinde inŞaatın baŞlangıç tarihinden itibaren belli bir değer üzerinden sigorta ettirilmesi zorunludur. Bu sigorta bedeli üzerinden belediyelere,yerel yönetimlere belli paylar aktarılmaktadır.



Türkiye'de inŞaatın baŞlaması demek ,yerel yönetime bir sıkıntı, bir sorun demektir. Çünkü ruhsatı vermekle iŞ bitmemektedir. Ruhsat belki belli bir bedel, belli bir harçla verilmektedir ama o ruhsat o iŞin yapımı için verilen bir bedel olmasına karŞılık o inŞaatın çıkartabileceği riski ve rizikoyu yerel yönetimlerin veya herhangi bir teknik araçların belirleme imkanı yoktur. Bu riskin en azından sigorta ettirilmesi ve bunun belli bir bedelle doğurabileceği bedelin, çıkaracağı riskin matematiksel hesaplarla belirlenmesi zorunludur. İŞte yapılacak sigorta üzerinden de belediyelere, yerel yönetimlere yine ekolojiK sorunların giderilebilmesi için bir fon aktarılması lazımdır. Bu fonun en az % 10 civarında olduğu diğer ülkelerde gözlenmektedir. İnŞaatın bitiŞinden, kullanım ruhsatı alındığı tarihten itibaren de o binanın varlığı ve kullanımı yine yerel yönetimler için önemli sorunlar getirmektedir. Bunun getireceği sorunları maddi yükle de hesaplamak doğru değildir. İŞte bu bağlamda bugünkü bizim belediyeler yasasıda yer alan ülkeler 44. maddesinde yer alan çevre vergisi bu bağlamda belediyelere gerekli katkıyı sağlayabilecek bir özellik göstermektedir. Bu binaların kullanımında çıkartacağı sorunlar çok değiŞik olabilir. Örneğin bir yangın olayını ele alalım. Bir yangının çıkması halinde hepimizin Şikayetçi olduğu bir konu vardır. Belediye ve itfaiye zamanında gelmedi, yetiŞemedi diye. Halbuki bugün belediye teŞkilatının giderlerini karılayabilecek fonları acaba yerel yönetimler nereden bulmaktadır veyahut da bina sahipleri bu itfaiye teŞkilatının kurulabilmesi için ne derece katkıda bulunmaktadır. Yangın sigortası denen sigorta olanların, sigorta pirimleri üzerinden ve sigorta Şirketlerinden alınan bir paydan baŞka, yerel yönetimden bu bağlamda bir geliri yoktur. Yerel yönetimler sigorta olmamıŞ bir binaya da yangın söndürmeye giderler ve hatta onların bu hizmetlerine bazen ellerinde olmayan imkanlarla, sıkıntılı olsa bile, veremeseler bile suçlanırlar. Acaba biz belde sakinleri zamanında hiç bir fedakarlık yapmıŞ mıyız, bunu hiç düŞünmeyiz. Oysa bunu yasal düzenlemelerle sağlamak mümkündür. Bugün herhangi yerel yönetimlerin içersinde binaların hepsini sigortalı olmasını zorunlu kılmıŞ olsak ve o binaların sigortası üzerinden de belli payları yerel yönetimlere aktarmıŞ olsak onların mali sorunlarını çözebilecek bir maddi olanağı sağlamış olabiliriz. İşte Türkiye'de belki bu konularda bazı sıkıntılarımız vardır. Ancak buna karŞılık Türkiye'de koyduğumuz bir yasayla bugün için toplanan bir de fonları vardır,gerçek realite vardır. Bu fonların kullanımına yasal açıdan baktığımız vakit yine sayın bakanımın, sayın eski belediye baŞkanımın buyurdukları gibi bu fonlar acaba uygun kullanılmakta mıdır? Bir kere o fonların kullanımında iki önemli sorunla karşı karşıyayız. Bu fonlarda oluşacak paranın % 10'unun çevre kirliliğini önleme fonuna aktarılması lazımdır. Yine % 20'si katı atıkların temizlenmesi ve tekrar kullanıma sunulması için bir işleme tesisinin kurulması için. Bu işleme tesislerinin kurulması, yasada öngörülen düzenlemele göre büyükŞehir belediyelerine önemli görevler düŞmektedir. Ancak belediyelerimizin bünyesinde olan bu fonların bir kere belediyelere aktarılması ayrı bir hukuki sorundur. Yine bu fonların kullanılmasında karşımıza çıkan yetersizlikler yine ayrı bir sorundur. Eğer bir bölgede bir insan rahatlıkla taşımak ve ekolojik dengesini ellerindeki mevcut imkanlarla korumak istiyorlarsa, daha önce bu yasayı düzenleyenler ve bu maddeyi koyanlar çok iyi isabetli gördükleri gibi, önce katı atıkların, toplanan atıkların değerlendirilmesi ve bunun minimum maliyetle maksimum katkı sağlayacak şekilde işlenmesine olanak sağlayacak tesislerin bir an önce kurulması lazımdır. Bu tesisleri kimlerin kurmasını bekleyebiliriz? Bu tesislerin kurulmasını hep devletten bekleyemeyiz. Bu tesislerin belki kurulmasında belki öncülük edecek olanlar yerel yönetimlerdir. Fakat biraz önce arz ettiğim gibi yerel yönetimler henüz bu konuda yeterli fonları doldurabilecek yeterli mali imkanlardan yoksundur ve mevcut yasaları bu imkanları sağlama ortamını onlara sağlamamaktadır.Halbuki bir belde de, bir yerel yönetim de,bir belediye hudutları içersinde yaŞayanlar o belediyenin güzelliklerinden, o yörenin güzelliklerinden yararlanırken onlarında maliyetine katlanmak zorundadırlar.

Gelişmiş dünya ülkelerinde bunun örneklerini görmekteyiz. Bugün Londra'nın Richmond kentinde oturmanın, semtinde oturmanın bedeli,diğer bölgelerde oturmanın bedelinden en az % 80 miktarda daha pahalıdır.Çünkü onun belediyesi ordan geçen ünlü nehrin bakımı, temizliği için oranın sakinlerinden her yıl belli bir bedeli tahsis etmektedir.Türkiye'de öncelikle şunu söylemek lazım.Elimizdeki tek bir kanunla, tek bir maddeyle daha doğrusu kanun da yok, tek bir yasa maddesiyle ve önemli bir aşama olarak görülebilir Türkiye için. Yerel yönetimlere aktarılan bu paylar, ödediğimiz 2 taksitten o yerel yönetimler için katkıdır, fakat sorunu çözecek boyutta değildir. Buna karŞılık bu katkıyı arttırılabilmesi için mutlak surette yeni yasal düzenlemelere ihtiyaç var. Benim kişisel görüşüme göre ve yaptığımız incelemelerden sonra bunu sağlayabilecek en önemli gelir kaynakları kent sigortalarının devreye sokulması ve bu sigorta primleri üzerinden yerel yönetimlere pay aktarılmasıdır. Bu arada emlak vergisi kavrayabilecek bir sistemin böylelikle devreye sokulması mümkündür. Tıpkı taşıtların devrinde bedel tespitinde ortaya çıkan sorunların kasko sigorta bedelinde esas alınmasında getirilen çözüm gibi. O taşıt bedellerinin kavranmasında nasıl kasko sigorta bedelleri esas alınıyorsa bu konutların, yapıların, binaların sigorta ettirilmesi ve bu sistemin getirilmesi zorunludur. Devletin yani devlet tüzel kişisinin tapunun, belediye hudutları içersindeki parselasyonları anında mutlak suretle değer itibarıyla, metrekare büyüklüğü itibarıyla belediyelere aktarması, bu bilgileri verebilecek bir kontak içerisinde, beraberlik içerisinde olması lazımdır. Yerel yönetimlerinde teşkilat yapısının düzeltilerek bu yerlere kontrol edebilecek ekip ve bir kadro oluşturulmasına imkan sağlayacak örgtlenmesine izin vermelidir. Dolayısıyla Türkiye gibi ekolojik sorunları büyük bir ülkede bu yerel yönetimlerin güçlenmesine yönelik yasal mevzuat düzenlemeleri yapılmadığı sürece Türkiye'de ekolojik denge bozukluklarının giderek artacağını kabullenmemiz gerekir. Çünkü sorunumuz, bizim bozulmanın bizler tarafından ortaya çıkartılması, fakat bu bozulmanın maliyetine yüklenmekten devamlı kaçınmamızdan kaynaklanmaktadır. Sorunumuz burdadır. Bu sorunumuzun giderilmesi belki diğier dünya ülkelerinde, geliŞmiş, sanayileşmiş ülkelerde bilinmiş ve bulunmuş. Son bir noktaya değinmek istiyorum. Avrupa Birliğinde son bir yıldır yapılan bir çalıŞmada yabancı plakaların gümrükten geçişi sırasında kendilerinden muhtemel çevre kirlenmelerine karŞılık belli bir bedel fon alınması ilkesi getirilmiŞtir. Bu kural şöyle işleyecektir. Eğer o araç,o ülke hudutları içinde bozulur veya bir kazaya meydan verilirse o ülkeden de ayrıca tazminat talep edilecektir.

Hollanda'nın Fransa'ya karŞı açmıŞ olduğu bir davada, Lüksemburg'da Yüksek Avrupa Topluluğu Mahkemesinin verdiği bir kararda görüyoruz. O da şu. Bir Fransız TIR’ının Hollanda da yapmış olduğu bir kazadan dolayı çevreye verdiği zararı Hollanda, Fransız hükümetine tazmin ettirmiştir. İşte Avrupa bunları düŞünürken biz de kendi yasal düzenlemelerimizi bu yetersiz, fakat başlangıcı çok önemli olan ve belediyelerimize katkıda olan bu düzenlemeyi iyileştirme yolu ile halletmemiz artık kaçınılmaz olmuştur. Teşekkür ederim efendim.

- Çok değişiklikler oldu. Özellikle büyük kentlerde alış veriş merkezleri sosyal yaşamımızında en önemli alanı haline geldi. Şimdi bir alış veriş merkezine gittiğinizde sadece alış veriş yapmıyorsunuz. Orada sinema var, cafeler var, işte herhangi bir şeyin tamiri, kuru temizleme için olan dükkanlar mevcut. Barlar var, küçük çocuklar için oyun alanları var, büyükler için başka türlü makineler var eğlence amacıyla ve insanlarımız orada toplantı, eski halk evleri gibi toplantılarını oralarda yapaya baŞladılar. Gençlik merkezleri var,hanımlar bile kabul günlerini bu mekanlarda yapmalarını görebiliriz. Dolayısıyla tüketim bizim kendi kendimizi tanımlama aracı haline geldi ve sosyal statümüzü belirleyen bir alan haline geldi. Buna dünyadaki görüş bu merkezde.

Şöyle bir anlayış gelişti zaman içerisinde. Daha fazla tüketim eşittir daha fazla gelişmiş bir ekonomidir. Gelişmişlik eşittir yüksek tüketim gibi bir anlayış gelişti. Oysa dünyadaki geliŞimin üç ana etkeni var. Bunlardan bir tanesi nüfus artışı, diğeri teknolojik değiŞiklikler, üçüncüsü de tüketim olayı. İlk ikisi yani nüfus artışıyla, teknolojik değişimler ve gelişmeler bir çok dünya ülkesi tarafından problem halinde bir iş gibi ele alınmakta, bunlarla ilgili ne yapılabilir, nasıl önlenebilir,nasıl geliŞtirilebilir gibi tartışmalar sürmekte ve geliştirilmekte. Ama tüketim olayına gelince bir sessizlikle karşılaşmaktayız. Niye sessizlikle karşılaşıyoruz? Çünkü tüketimin boyutları açıklanırsa ve ne pahasına tüketiyoruz, neler karŞılığında tüketiyoruz sorusu sorulursa, sorgulanırsa gözler dünyanın en zengin 5'te 1'ine çevrilecektir ve bunların yaşamları, yaşam tarzları, tüketim biçimleri sorgulanacaktır. Daha çok tüketim ekonomi için daha iyidir sözü de bu şekilde boşlukta kalacaktır. Çünkü bu 5'te 1'lik kesim dünya kaynaklarını har vurup harman savurmaktadır. Son 40-50 yılda daha çok ürün satın almak, daha çok şeye sahip olmak batılı gelişmiş ülkelerin hedefi olmuştur. Oysa sadece nüfus artışı tüketimin bir nedeni olabilir. Şu anda bir çok ülkede nüfus artışı için bir problem olarak bu ele alınmakta, öte yandan tüketim genelde olumlu bir olgu olarak değerlendirilmektedir. Ülkelerin milli ekonomik politikaları tüketimin arttırılması üzerine kurulmaktadır. Bunun adına da tüketim toplumu diyoruz. Bu, şu demektir. Ekonomilerimizin bizden istediği şey, tüketimin bir yaşam tarzı Şekline gelmesidir. Yani alış verişi yaşamımızın odak noktası haline sokmak, alış verişe bir ayin, bir şölen havası vermek, bu yolla da ruhsal tatmine erişme, egolarımızı tatmin yolunda bir çıkar sağlamak. Bu yolda görüŞler var ama ben katılmıyorum buna. Tüketim aynı zamanda sosyal statüyü de

belirlemektedir. İnsanlar başarılı olmayı yaptıkları tüketim miktarıyla ölçmektedir. Ne kadar çok tüketirseniz, o kadar başarılı olduğunuz kanıtlanır, bu gösterilir, tüketerek bunları başkalarına kanıtlamış olursunuz. Diziler var, zaman zaman hepimiz göz ucuyla seyrediyoruz. Hanedan, Cesur ve Güzel, Yalan Rüzgarı gibi bu dizileri izleyen milyonlarca Afrikalı, Doğu Avrupalı biz Türkiyeliler hayranlıkla bu en zengin Amerikalıların yaŞalarını izliyoruz ve onlar gibi tüketebilmenin de düşlerini kuruyoruz. Oysa dünya yüzünde yalnızca 202 adet dolar milyarderi var ve yine dolar bazında 3 milyon da milyoner var. Aynı anda dünyanın çeşitli yerlerinde 100 milyondan fazla insan da evsiz, barksız yaşamakta ve sokaklarda, köprü altlarında, yol kenarlarında ve çöplüklerde barınmaktadır.

Şurada elimde bir tablo var. Bunu biraz dile getirmek istiyorum. Dünyada yaşayan insanların 1.1 milyarı et yiyebiliyor, paketlenmiş gıdaları tüketebiliyor ve içki, meşrubat istihlak ediyor. Özel arabasını kullanıyor, diğer ev eşyaları bağlamında da kullan at tipi bir tüketimde bulunuyor. Bir orta sınıf var ki bu belkemiğini oluşturuyor. 3 milyar 300 milyonluk bir kitle dünya çapında. Genellikle tahıl tüketiyor, temiz su tüketim imkanına sahip, otobüs, dolmuş, bisiklet gibi ulaşım araçlarını kullanıyor ve daha dayanıklı ürünleri kullanıyor. Yine dünyada 1,1 milyar insansa yetersiz tahılla besleniyor ve temiz olmayan suları içmek zorunda kalıyor. Ulaştırma aracı ise yaya, tabanvay, kullandığı alet de kendi yaptığı, el emeği ile üretilen bazı aletler. Gelişmiş ülkelerde yani dünya insanlarının 4'de 1'i yeryüzünün doğal kaynaklarının % 40'ı ile % 86'sını kullanmaktadır. Hepsini söyleyeceğim ama bir iki örnek vermek istiyorum. Örneğin dünya yüzünde üretilen kağıdın % 81'ini gelişmiş ülkelerdeki insanlar kullanmakta, % 14'ünü ise geliŞmekte olan ülkelerin insanları kullanmakta. Dünyada üretilen enerjinin % 75'ini gelişmiş ülkeler kullanırken, sadece % 10'unu gelişmekte olan ülkeler kullanmaktadır. Temiz suyun % 42'sini gelişmiş ülkeler kullanırken sadece ve sadece % 3'ünü gelişmekte olan ülkeler kullanmaktadır. Biliyoruz ki dünyayı kirleten, doğayı bozan en önemli maddeler Şunlardır. Bunlar üretimde ve tüketimde enerji, kimyasallar,metakller ve kağıt. Bunlardan özellikle fosil yakıtlar,yani kömür, akaryakıt gibi olanlar doğanın

kirlenmesine en fazla katkıda bulunan unsurlardır. Ben yine bir örnek vermek istiyorum. Nasıl kullanıyoruz? Bir tablo var elimde. Örneğin ne kadar demir, çelik kullanıyoruz. Japonya'da bu söyleyeceklerim adam baŞına düŞen kg miktarları. 582 iken bu rakam Japonlarda,Türkiye'de 149, Nijerya'da 80 sadece 8. Kağıt yine ABD'de 308 kg iken adam baŞına düŞen kağıt tüketimi,Türkiye'de 8 kg,BangladeŞ'de 1 kg. Japonya'da çimento tüketimi adam baŞına 665 kg iken Türkiye'de bu alanda iyi çünkü bayağı inşaat sektörümüz canlı 436 kilo. Böyle çok önemli farklılıklar var tüketimimizde.

Şimdi çöp konusuna da değineyim istiyorum. Çöpe kullanılan ekonomilerden akla gelen her türlü ürün kağıtlara, torbalara, plastiklere sarıp sarmalanıyor ve dolayısıyla çöp dağlarının da yükselmesine yol açıyor. Geçen gün bir çöp sepeti aldım. Bana çok güzel bir ambalaj yaptılar, bir de büyük bir torbaya koydular. Eve geldim, çöp sepetini çıkarttım, kullanacağım yere koydum,bütün o ambalaj kağıtlarını derleyip toplayıp çöpe attım. Aldığımız malın dört misli ambalaj kullanılmasıyla çöp üretmekteyiz bugün Türkiye'de. ABD’de de oradaki insanların harcadıkları her doların 4 centi ambalaj için ayrılmaktadır. Bu adam başına yılda 225 dolar gibi yani 15-16 milyon gibi bir para yapmaktadır Amerikalılar için. Ama ben aradım taradım, Türkiye'de bu miktar nedir, ne kadar ambalajdan doğan çöp üretiyoruz hiç bir rakama ulaŞamadım. Belki bunu araŞtırmakta fayda var. Çünkü bunu bulursak eğer sanayicilerimizi, üreticilerimizi belki ikna etme olanağımız olur. Daha az ambalajlı ürünler piyasaya sunarak çöpün çoğalmaması yönünde bir adım atmış oluruz. Ambalaj malzemeleri İngiltere'nin ürettiği enerjinin % 5'ini alıp götürmektedir, Almanya'nın kağıt üretiminin % 40'ına mal olmaktadır. İngiltere’de yılda 2,5 milyar hazır çocuk bezi çöpe gitmektedir. Japonya'da 30 milyon fotoğraf makinası çöpe atılmaktadır. O milyonlarca adet zehirli civa içeren pil de yine çöpe gitmektedir. Amerika'da çöpe atılan yıllık jilet miktarı 183 milyon adettir. Yine Amerika'da 2 milyar 700 milyon pil çöpe atılmaktadır. Bunlar hep yıllık rakamlar. Ayrıca yine yılda 350 milyon sprey boya kutusu çöpe gitmektedir ve ambalaj için kullandığımız Şu strafor dediğimiz maddeden de 140 milyon metre küpünü çöpe atmaktadırlar. Biz ne yapıyoruz? Bilemiyorum. Bunu bulmak lazım, ortaya çıkarmak lazım. Almanlar yılda 5 milyon araç gerecini, ABD’liler ise yılda 7,5 milyon televizyonu, 280 milyon araba lastiğini çöpe atıyorlar. Türkiye'de bu süreçteki yerini almaya çalışıyor.


Yüklə 132,13 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin