Bu esas şeytanın ortaya koymuş olduğu Kur’ân ve sünnetin terkedilip, farklı ve değişik görüş ve hevalara tabi olmayı öngören şüphenin reddedilmesi ile alakalıdır. Sözkonusu şüphe şöyle ifade edilir: Kur’ân ve sünneti ancak mutlak müçtehid bilebilir. Mutlak müçtehid ise şu şu birtakım niteliklere sahib olan kimsedir. Belki bu niteliklerin tamamı Ebu Bekir’de de, Ömer’de de bulunmayabilir. Bir kimse bu halde olamayacağına göre o halde kesin ve kaçınılmaz bir fark olarak onlardan yüz çevirmek gerekir. Bunda da herhangi bir şüphe ve bir tereddüt sözkonusu olamaz. Buna göre Kur’ân ve sünnetten hidayeti bulmak isteyen bir kimse ya zındık birisidir, yahutta delidir. Çünkü bunları anlamak çok zordur.
Fesubhanallah! Allah’a hamdolsun ki yüce Allah hem şer’î olarak, hem kaberi olarak, hem filkatiyle, hem de emriyle bu lanetli şüpheyi o kadar değişik yönleriyle reddedip, çürütmüştür ki (bu şüphenin çürütülmüşlüğü) adeta genel ve kesin bilgiler seviyesine ulaşmıştır. Ancak insanların çoğu bilmezler.
“Andolsun ki onların çoğunun üzerine o söz (azab) hak olmuştur. Artık onlar imana gelmezler. Şüphe yok ki biz onların boyunlarına, çenelerine varan demir halkalar koyduk. O bakımdan başlarını kaldırmış haldedirler. Hem biz onların önlerinden bir set ve ardlarından da bir set çektik, gözlerini de perdeledik artık onlar görmezler. Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, artık onlar inanmazlar. Sen ancak zikre (öğüt dolu Kur’ân’a) uyan ve gayb ile (kimsenin görmediği hallerde) Rahmandan kalbinden saygı duyarak korkan kimseleri uyarırsın, işte böylesini bir mağfiret ve kerim bir ecirle müjdele.” (Yasin, 36/7-11)
Sözlerimizin sonu alemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun, efendimiz Muhammed’e onun aile halkına ve ashabına kıyamet gününe kadar pek çok salat ve selam olsun demek olsun.
İçtihad sözlükte zor bir işi gerçekleştirmek için olanca gayreti ortaya koymak demektir.
Terim olarak: Şer’î bir hükmü öğrenebilmek için olanca gayreti harcamaktır.
İçtihadın birtakım şartları vardır. Bazıları şunlardır:
1- İçtihadında kendisine gerek duyacağı ahkam âyetleri ve ahkam hadisleri gibi şer’î delilleri bilmesi.
2- İsnadı, isnaddaki ravileri ve buna benzer hususlar gibi hadisin sıhhati ve zayıflığı ile ilgili hususları bilmesi.
3- Mensuh olan delil ile hüküm vermemek yahutta icmaa muhalefet etmemek için. Nasihi ve mensuhu ve icma yapılmış hususları bilmesi.
4- Bu hususlarda muhalif hüküm vermemek için hükmün farklı olmasını gerektiren delillerdeki tahsis, takyid ya da buna benzer hususları bilmesi.
5- Amm, has, mutlak, mukayyed, mücmel, mübeyyen ve buna benzer delaletler gereğince hüküm verebilmesi için delaletler ile ilgili dil ve fıkıh usulü bilgilerine sahib olması.
6- Hükümleri, delillerinden çıkartabilecek imkanı kendisine veren bir güç ve kudrete sahib olmak.
İçtihad kısımlara bölünebilir. İlim bahislerinin herhangi birisinde yahutta herhangi bir meselede içtihad bulunabilir. Önemli olan müçtehidin hakkı bilmek yolunda bütün gücünü ortaya koymakla yükümlü olmasıdır. Sonra da kendisince kuvvetli gördüğüne göre hüküm verir. Şâyet isabet ederse iki ecri vardır: İçtihad ettiği için bir ecir, hakka isabeti dolayısıyla bir ecir. Çünkü hakka isabet etmesi hakkı güçlendirmesi ve hak gereğince amel etmesi sözkonusudur. Şâyet hata ederse bir ecri vardır. Hatası da bağışlanır, çünkü Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Hakim içtihad edip, hüküm verir de sonra hakka isabet ederse onun iki ecri vardır. Eğer içtihad edip, hüküm verdikten sonra hata ederse onun için bir ecir vardır.”
Eğer hükmün hangisi olduğu onun için açığa çıkmayacak olursa, bu durumda hüküm vermekten kaçınması icab eder ve o vakit zaruret dolayısıyla ve yüce Allah’ın:”Eğer bilmiyor iseniz, zikir ehline sorunuz.” buyruğu dolayısıyla taklid etmesi caiz olur. Bundan dolayı Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Taklid leş eti yemek gibidir. Eğer bizatihi kişi kendisi delili ortaya koyabilecekse onun için taklid helal olmaz.” Merhum İbnu’l-Kayyum da en-Nuniye diye bilinen kasidesinde şöyle demektedir: “İlim hidayeti delil ile bilmektir. Elbetteki bu ve taklid eşit olamazlar.”
Taklid iki yerde sözkonusu olur:
1- Mukallid eğer bizatihi hükmü bilemeyen avamdan birisi olursa, onun için taklid farz olur. Bunun gerekçesi de yüce Allah’ın:”Eğer bilmiyor iseniz, zikir ehline sorunuz.” buyruğudur. Bu durumda olan bir kimse alim ve takvalı bulduğu en faziletli kimseyi taklid eder. Eğer ona göre iki kişi birbirine eşit ise ikisi arasından birisini tercih eder.
2- Müçtehid bir olay ile karşı karşıya kalır ve derhal onun hakkında hüküm vermesi gerekmekle birlikte meseleyi tetkik etmek imkanını bulamayacak olursa, o vakit onun için taklid etmek caizdir.
Taklid de genel ve özel olmak üzere iki türlüdür:
Genel taklid bir kimsenin muayyen bir mezhebe bağlı kalarak dini ile ilgili bütün hususlarda o mezhebin ruhsatlarını ve azimetlerini alıp amel etmesidir. Bu hususta ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.
Kimisi müteahhirler arasında içtihadın imkansızlığı sebebiyle vacib olduğunu nakletmiştir.
Kimisi de Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’den başkaları hakkında mutlak bir bağlılık ihtiva ettiğinden dolayı haram olduğunu nakletmiştir. Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye de şöyle demektedir: “Peygamber sallallahü aleyhi vesellem’ın dışındakiler hakkında vermiş olduğu bütün emir ve yasaklarında itaat etme gereğini söylemek elbetteki icmaa aykırıdır. Bunun caiz olduğunu söylemek ise pek o kadar mümkün bir şey değildir.”
Özel taklid ise belirli bir meselede, belirli bir kimsenin görüşünü alıp, kabul etmektir. Bir kimse eğer içtihad ile hakkı bilmekten yana aciz kalacak olursa caizdir. Onun bu acizliğinin gerçek bir acizlik olması ile pek büyük meşakkat ile birlikte bu işe güç yetirebilmesi anlamındaki bir acizlik olması arasında bir fark yoktur.
Burada altı esas risalesi sona ermektedir. Yüce Allah’tan müellifine en güzel şekilde mükafat vermesini, bizi de onunla birlikte lutuf ve ihsan yurdunda biraraya getirmesini dileriz. Şüphesiz ki O pek cömert, lutuf ve keremi pek bol olandır.
Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun, Peygamberimiz Muhammed’e salat ve selam olsun.
Dostları ilə paylaş: |