Şüpheleri Yok Eden Tevhid Gerçeği



Yüklə 0,57 Mb.
səhifə9/24
tarix02.08.2018
ölçüsü0,57 Mb.
#66201
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   24

Mazeret Olan Cehalet

Cahilliğin mazaret teşkil etmesi meselesindeki görüş ayrılığı fıkhi ve içtihadi diğer ihtilaflar gibidir. Belki bu hükmün belirli bir şahsa uygulanması noktasında bazı hallerde sadece lafzi bir ihtilaf dahi olabilir. Yani hepsi bu sözün yahut bu fiilin ya da şu işi terketmenin küfür olduğunu görüş birliği ile kabul etmekle birlikte acaba bu hüküm şu muayyen kişi hakkında uygulanabilir mi? Uygulanamaz mı? Böyle bir ayrılığa sebeb ise o kimsenin hakkında o hükmü vermeyi gerektiren hususun bulunması ile o hükmü vermemeyi engelleyen bir hususun bulunmaması yahutta bazı gerektirici vasıfların bulunmaması ya da bazı engellerin varlığı dolayısıyla verilememesidir. Bunun da sebebi küfre götüren hususu bilmemek (bu husustaki cahillik)in iki tür olmasıdır:



1- Bu cehalet İslamdan başka bir dine mensub yahutta hiçbir dine mensub olmayan bir kişinin hatırına izlemekte olduğu yola muhalif bir dinin bulunduğunun gelmemesi halidir. Böyle bir kimseye dünyada zahirine göre ahkam uygulanır. Ahirette ise işi yüce Allah’a kalmıştır. Tercih edilen görüşe göre de böyle bir kimse ahirette yüce Allah’ın dilediği bir şekilde imtihan edileceğidir. Esasen yüce Allah kimlerin ne tür amel edecek durumda olduklarını en iyi bilendir. Şu kadar var ki bizler şunu kesinlikle bilmekteyiz ki cehenneme ancak bir günah dolayısı ile girilir. Buna gerekçe de yüce Allah’ın:”Rabbin hiçbir kimseye zulmetmez.” (el-Kehf, 18/49) buyruğudur.

Böyle birisine dünyada zahir olan ahkam uygulanır. Bunlar da zaten küfür ahkamıdır ki, bunu dememizin sebebi bu kişinin İslam dinini kabul eden bir kimse olmamasından dolayıdır. Böylesine İslam dinini kabul edenin hükmü verilemez. Tercih edilen görüşe göre böyle birisi ahirette imtihan edilecektir dememizin sebebi ise bu hususta pekçok rivayetin gelmiş olmasıdır. Bu rivayetleri İbnu’l-Kayyum rahimehullah “Tariku’l-Hicreteyn” adlı eserinde müşriklerin çocuklarının durumuna dair sekizinci görüşü açıklarken bunların ondördüncü tabakası ile ilgili yaptığı açıklamalarda kaydetmiş bulunmaktadır.



2- Bu bilgisizlik İslam dinini kabul eden bir kimse tarafından olmakla ve o küfre götüren bu hal üzere yaşamakla birlikte bunun İslama muhalif olduğu hatırına gelmez, hiçbir kimse de bu hususta onun dikkatini çekmemiş ise böyle birisine zahiren İslam ahkamı uygalanır. Ahirette ise işi yüce Allah’a kalmıştır. Kitab, sünnet ve ilim ehlinin görüşleri de buna delil teşkil etmektedir.

Buna dair kitabın delillerinden bazıları:

Biz bir rasûl göndermedikçe, azab ediciler değiliz.” (el-İsra, 17/15)

Rabbin ana şehirlerine kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe ülkeleri helak edici değildir ve biz ahalisi zalimler olmadıkça ülkeler helak edenler değiliz.” (el-Kasas, 28/59)

Müjdeleyici ve korkutucu peygamberler olarak (gönderdik) ki insanların peygamberlerden sonra Allah’a karşı ileri sürecekleri bir delilleri olmasın.” (en-Nisa, 4/165)

Biz gönderdiğimiz herbir peygamberi kendilerine apaçık anlatsın diye ancak kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah kimi dilerse saptırır, kimi dilerse de doğru yola iletir.” (İbrahîm, 14/4)

Allah bir kavme hidayet verdikten sonra sakınacakları şeyleri kendilerine apaçık bildirmedikçe onları saptırmaz.” (et-Tevbe, 9/115)

İşte bu indirdiğimiz mübarek bir kitabtır. Öyleyse ona uyun ve (ona aykırılıktan) sakının ki merhamet olunasınız. Bizden önce kitab yalnız iki topluluğa indirildi ve biz onların okuduklarından habersiz kimselerden idik demeyesiniz diye (size Kur’ân’ı indirdik). Yahut: Bize de bir kitab indirilseydi, elbette onlardan daha çok hidayet üzere olurduk demeyesiniz diye. İşte size Rabbinizden apaçık bir belge, bir hidayet ve bir rahmet gelmiştir.” (el-En’am, 6/165-167) ve buna benzer gerekli ilim gelip, gerekli açıklama da yapılmadıkça karşı delilin ortaya konulmuş olmayacağına delalet eden daha başka âyetler de vardır.

Sünnetten delile gelince, Sahih-i Müslim’de (I, 134) Ebu Hureyre radıyallahu anh.’dan gelen rivayete göre Peygamber sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

Muhammed’in canı elinde bulunana yemin olsun ki bu ümmetten -davet ümmetini kastediyor- yahudi olsun, hristiyan olsun beni (peygamberliğimi) işitir de kendisi ile gönderildiğim şeye iman etmeksizin ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur.”

İlim ehlinin bu husustaki ifadelerine gelince: el-Muğni (VIII, 131)’de şöyle demektedir: “Eğer bu kişi İslama yeni girmiş yahut dar-ı İslam’dan başka bir yerde yetişen ya da şehirlerden ve ilim ehlinden uzak çölde yaşayan bir kimse gibi farziyeti bilmeyen birisi ise onun küfrüne hükmedilmez.”

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye fetvalarında (III, 229, İbnu’l-Kasım’ın derlediği fetvalarında) şöyle demektedir: “Her zaman için ben -benimle oturup kalkan, benim bu durumumu bilir- insanlar arasında muayyen bir kimsenin küfre, fasıklığa veya masiyete nisbet edilmesini en çok yasaklayanlardan birisiyim. Ancak eğer o kimseye karşı muhalefet edenin kimi zaman kâfir, kimi zaman fasık, kimi zaman da isyankar olarak anıldığına dair peygamber risaletinden olan bir delil ikame edilmiş olması hali müstesna. Çünkü yüce Allah bu ümmetin hatasını bağışlamıştır. Bu kavli ve haberi meselelerdeki hatayı da, ilmi meselelerdeki hatayı da kapsar. Selef ise bu gibi meselelerin birçoğu hakkında tartışıp, durmuştur. Buna karşılık onlardan hiçbir kimse diğerinin kâfir olduğuna, fasık olduğuna ya da masiyet işlediğine tanıklık etmemiştir. -İbn Teymiyye devamla nihayet şunları da söyler:- Ben seleften ve imamlardan nakledilen kim bunu söylerse, kâfir olur diyen ifadelerin de aynı şekilde hak olduğunu da açıklıyordum. Fakat burada mutlak ifade kullanmak ile belirli kimselerin tayini arasında ayırım gözetmek gerekmektedir. -Devamla şunları söyler:- Tekfir tehdit kapsamı içerisindedir. Her ne kadar (küfrü gerektiren) sözü söylemek Rasûlullah sallallahü aleyhi vesellem’ın söylediğini yalanlamak ise de bu (sözü söyleyen) kişi yeni İslama girmiş yahut (ilimden) uzak bir çölde yaşamış bir kimse olabilir. Böyle bir kimse ise -ona karşı delil ortaya konulmadıkça- bir şeyi inkar sebebiyle kâfir olmaz. Çünkü bu adam o nasları işitmemiş yahut işitmişde kendisince sabit olmamış yahutta -hatalı olsa dahi- o nassın tevil edilmesini gerektiren, o nassa karşıt gibi gördüğü bir başka nass sebebiyle o kanaati benimsememiş olabilir.

Şeyhu’l-İslam Muhammed b. Abdülvahhab ed-Dureru’s-Seniyye adlı eserinde (I, 56) şunları demektedir: “Tekfire gelince, ben Allah Rasûlünün dinini bilip tanıdıktan sonra, ona söven, insanları ondan alıkoyan ve onun gereğini yerine getirenlere düşmanlık eden kimseleri tekfir ediyorum, benim tekfir ettiğim şahıs budur.” 56. sahifede de şunları söylemektedir: “Yalan ve iftiralara gelince, onlar bizim genel olarak tekfir ettiğimizi ve dinini açığa vurabilen kimseler için dahi hicreti vacib gördüğümüzü söylerler. Bütün bunlar onların (bu iftiracıların) insanları Allah’ın ve Rasûlünün dininden kendisiyle alıkoymak istedikleri yalan ve iftiralar arasındadır. Bizler cahillikleri ve kendilerini uyaracak kimse bulunmadığı için Abdulkadir’in üzerindeki puta, Ahmed el-Bedevi’nin üzerindeki puta ve benzerlerine ibadet edenleri dahi tekfir etmediğimize göre Allah’a şirk koşmayıp, bize hicret etmeyen kimseyi ya da küfre sapmayıp (müslümanlara karşı) savaşmayan kimseyi nasıl tekfir edebiliriz?”

Kitabın ve sünnetin naslarının ilim ehlinin sözlerinin gereği bu olduğuna göre Allah’ın hikmetinin lutuf ve merhametinin gereği de Allah’ın ileri sürecek bir mazareti kalmadıkça kimseyi asla azab etmeyeceğidir. Akıllar bağımsız olarak Allah’ın lehine gerekli hakları (yani Allah’a karşı vazifeleri) bilemezler. Eğer akıllar bağımsız olarak bunu bilebilecek durumda olsalardı, delilin ortaya konulması rasûllerin gönderilmesine bağlı olmazdı.




Yüklə 0,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   24




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin