II. SÜRDÜRÜLEBİLİR KENTLEŞME KONUSUNDAKİ YAKLAŞIMLAR, MODELLER, TEMEL ALANLAR
Bilindiği gibi, “sürdürülebilir kalkınma” kavramı, 1987 yılında Birleşmiş Milletler sponsorluğundaki Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun (WCED)2 yayınladığı Ortak Geleceğimiz3 raporunda ortaya atılmıştır. Üzerinde çokça tartışılmakla beraber, bu raporda getirilen sürdürülebilir kalkınma tanımı, dünyanın geleceği konusunda genel bir görüş getiren oldukça kullanışlı bir tanımdır:
“günümüzün gereksinimlerini, gelecek nesillerin kendi gereksinimlerini karşılayabilme yeteneklerinden ödün vermeden karşılayan kalkınma” (WCED 1987).
Raporun yayınlanmasından itibaren sürdürülebilir kalkınma kavramı geniş kabul görmüş, ancak aynı zamanda kavrama ilişkin farklılaşan yorumlar yapılmıştır. Holmberg (1994), 1994 yılına kadar temelde Ortak Geleceğimiz raporunun ortaya attığı tanımı paylaşan 80’in üzerinde tanım ve yorum yapıldığından söz etmektedir (Mebratu 1998).
2000 yılında Rio’da gerçekleştirilen Sürdürülebilir Kent Konferansı’nda sürdürülebilirlik kavramı, kent ile şu şekilde ilişkilendirilmiştir:
“Sürdürülebilirlik kavramı kente uygulandığında, kentsel alanın ve bölgesinin, toplumun arzu ettiği yaşam kalitesi düzeylerinde işlevlerini sürdürmeye devam etmesi, ancak bunu yaparken mevcut ve gelecek nesillerin seçeneklerini kısıtlamaması ve kentsel sınırlar içinde ve dışında olumsuz etkilere neden olmaması anlamına gelmektedir.” (Keiner)
Yukarıda da söylendiği gibi, kentsel gelişmenin sürdürülebilir olması, çevresel, sosyal ve ekonomik boyutların birlikte düşünülmesini gerektirmektedir. Nijkamp ve Perrels’in yaptığı sürdürülebilir kent tanımı da, bu üç boyutun birlikte ele alınışını yansıtmaktadır:
“sürekliliği ve değişimi sağlamak için, sosyo-ekonomik kaygıların çevre ve enerjiyle ilgili kaygılarla uyumlu hale getirildiği (birlikte evrimleştiği-coevolution) kentler” (Nijkamp ve Perrels 1994, Street 1997 içinde).
Belirtmek gerekir ki, ortaya atıldığından bu yana sürdürülebilir kalkınma olgusuna pek çok anlam ve içerik yüklendiği gibi; “sürdürülebilir kentleşmenin” içeriğinin ne olduğuna veya ne olması gerektiğine de yazında çeşitlenen açıklamalar getirilmiş, bu yaklaşıma ilişkin açıklamaların tümü sürdürülebilir kalkınma temel yaklaşımından yola çıkmış, ancak farklı yazarlar konuya farklı bakış açılarıyla açıklık getirmeye çalışmışlardır. İzleyen kısımda sürdürülebilir kentsel gelişmenin tekilci ve çoğulcu bakış açılarıyla ele alınışı ile; ekoloji, yönetim, yoksulluk ve yönetişim yaklaşımlarıyla ele alınışına yer verilecektir.
II.A. Sürdürülebilir Kentsel Gelişmeyi Açıklamada Tekilci ve Çoğulcu Görüşler
Marvin ve Guy (1999) sürdürülebilir kent kavramına ilişkin iki tür görüş olduğunu belirtmektedir: Tekilci görüşe göre, ideal bir sürdürülebilir kent tanımı önceden yapılabilir veya yapılmalıdır. Bu görüş çevresel göstergeleri ön plana çıkarmakta ve kentsel dinamikleri fiziksel ölçütlere indirgemektedir. Bu göstergelere göre baştan belirlenen ideal kente ulaşmak için izlenen yol, belirlenen hedeflere varmak üzere planların yapılması ve stratejilerin ortaya konması şeklinde olmaktadır. Bu çerçevede kentsel aktörler yukarıdan aşağıya doğru gerçekleştirilen düzenlemelerle sistemin teknik gereksinimlerine ayak uyduracak şekilde yönlendirilmektedir (Türker 1999).
Marvin ve Guy tekilci bakış açısı yerine çoklu bir bakış açısına duyulan gereksinimin altını çizmektedirler. Çoklu görüşte, sürdürülebilir kent tanımının yapılabileceği konusunda çoğunlukla uzlaşıya varılamadığı için, tanıma dayalı temel bir varsayım yer almamaktadır. Bu durumda çalışmaların odak noktası teknik uygulamalardan ziyade, kentin gelişmesini yönlendiren kentsel aktörler ya da çıkar grupları olmaktadır. Bu görüşe göre izlenen yol, kentin büyümesi konusunda farklı grupların çeşitlenen tahminlerini keşfetmektir. Aktörlerden beklenen, kentin gelişimi için aşağıdan yukarıya politikalarla koalisyonlar oluşturmalarıdır (Türker 1999).
Planlama, tekilci görüşe göre kentsel gelişme sürecini tümüyle kontrol etmeyi amaçlayan rasyonel bir eylemken; çoğulcu görüşte farklı aktörlerin birbirleriyle çelişebilen vizyonlarını ortak bir noktaya getirme amaçlı bir arabuluculuk olmaktadır.
Tekilci görüşün ortaya koyduğu temel konular; kaynak kullanımın azaltılması, kirliliğin azaltılması, arazinin ekolojik açıdan duyarlı şekilde kullanılması, kirletmeyen ulaşım türleri kullanılarak daha yeşil ve daha estetik bir kentsel çevre oluşturulması, uygun enerji politikalarının benimsenmesi gibi fiziksel göstergelere dayalı konular olmaktadır. Bu amaçlar planlarda içerilmekte, ancak birbirleriyle çelişebilen özellikleri nedeniyle uygulanmalarında zorluklar yaşanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelere bakıldığında, bu sorunlara düzensiz kentsel gelişmeden kaynaklanan diğer sorunların da eklendiği görülmektedir. (McCarney 1995, Barton 1992; Türker 1999 içinde).
II.B. Sürdürülebilir Kentsel Gelişmeyi Açıklamada Ekoloji, Yönetim, Yoksulluk ve Yönetişim Yaklaşımları
Nijkamp’a göre (1996), sürdürülemez kentsel gelişmenin ilk işaretleri çevresel bozulma ve kaynak tüketimidir. Bu sorunlar genelde yoksulluk, yasa dışı kentsel gelişme ve yetersiz altyapıdan kaynaklanmaktadır. Kentlerde görülen bu sorunları gidermeye yönelik olarak dört yaklaşım geliştirilmiştir: Ekoloji, yönetim, yoksulluk ve yönetişim yaklaşımları. Bu dört yaklaşım içinde, kendine yeterli kent, kompakt kent, dışa bağımlı kent ve adil dağılımlı kent modelleri ortaya çıkmaktadır (Nijkamp 1996, McCarney 1995, Houghton 1997; Türker 2000 içinde).
Ekolojik yaklaşımın ortaya koyduğu sürdürülebilir kent modelleri “kendine yeterli kent” ve “kompakt kent” formlarıdır. “Kendine yeterli kentler” yeşil kent idealinin bir parçasıdır. Amacı, doğal kaynakları korumak ve şehirleri doğayla en uygun biçimde bütünleşecek şekilde tasarlamaktır. Sürdürülebilirliğe ulaşmanın yolu olarak; küçük desentralize nüfusların doğa merkezli bir yaşam tarzını benimsemesi, ekolojik bilinçliliğin arttırılması ve bu sayede doğal kaynakların tüketimini azaltılması ön görülmektedir. Model, ekonomik ve çevresel faaliyetleri kendi iç dinamikleri ile gerçekleştirmeyi hedefler. Arazi kullanımı olarak bu kentin yansımaları, küçük ve kompakt kentler, arazi kullanımında çeşitlilik ve açık alanlardır. Bu yaklaşım içinde yer alan ikinci model ise “kompakt kent" modelidir. Bu modelde kentlerin daha kompakt formlarda, daha yüksek yoğunluklu konut alanlarına, karışık arazi kullanımlarına ve az enerji tüketimine olanak verecek biçimde yeniden tasarlanması temel amaçtır. Bu model eko-merkezli “kendine yeterli kent” modeline göre daha az doğa içermektedir ve insan merkezli bir bakış açısına sahiptir. Ancak amaç kentin zararlı etkilerini kısıtlı bir alanda tutup, olumsuz dışsal etkileri azaltmaktır (Houhgton 1997, Girardet 1992, Houghton 1999, Houghton ve Hunter 1994).
Bu yaklaşımın getirdiği unsurlar, gelişmekte olan ülkelerin kentlerinde görülen sorunları açıklamada yetersiz kaldığı için, yönetim ve yoksulluk yaklaşımları gündeme gelmiştir. Yönetim yaklaşımı, kentlerde hizmetlerin sunumundaki yetersizliklerin altını çizmekte; kentsel kriz yönetimi kavramı ortaya çıkmaktadır. Diğer bir deyişle, etkin kentsel yönetim ve sürdürülebilir kentsel gelişmenin ilişkilendirilmesi, bu yaklaşımın temel vurgusudur. Yoksulluk yaklaşımı ise, sınıfsal sorunlar ve kentlerde sağlık konusuna odaklanmaktadır. Bu yaklaşım, gelişmekte olan ülkelerin kentlerinde yaşayan yoksulların altyapı gereksinimine odaklanmaktadır (McCarney 1996). “Dışa bağımlı kent” ve “adil dağılımlı kent” modellerinin yönetim ve yoksulluk yaklaşımlarına uyan modeller olduğu söylenebilir; çünkü sözü edilen kent modellerinde kentlerin tasarımından ziyade, piyasanın ve kurumların düzenlenmesi öne çıkmaktadır: “Serbest piyasa” modeli ismiyle de anılan dışa bağımlı kent modeli, kente doğrudan müdahale etmek yerine, kentteki piyasada ve düzenlemedeki aksaklıklara piyasa mekanizmaları içinde çözüm önerileri üretir. Bu modelde kentsel çevresel problemler; çevresel maliyetlerin aşırı derecede dışsallaştırıldığı, taşıma kapasitesini arttırma yoluna giden kentlerin bir sonucu olarak ele alınır. Piyasa mekanizmasındaki eksiklikler nedeniyle bu özelliklerin getirdiği sosyal ve çevresel etkiler fiyatlandırılamamakta ve bu tür gelişmelerin olumsuz dışsallıkları başka bölgelere aktarılmaktadır. Dolayısıyla bu modelin en temel hedeflerinden biri kirleticinin çevresel maliyetleri ödemesidir (Houghton 1999, 1997). “Adil paylaşımlı” kent modelinde temel amaç, kaynak tüketimi ve çevre kirliliği ile mücadele ederken, çevresel ve sosyal eşitliği sağlamaktır (Türker 1999, Türker 2000).
Son olarak, yönetişim yaklaşımında çevresel konular, toplumda güce ve kaynaklara erişimle ilgili olarak ele alınmaktadır. Bu yaklaşıma göre sürdürülebilir gelişme, politik isteğe ve gücün yerel yönetime desantralize edilmesine bağlıdır. Çevresel sorunlar teknik sorunlardan daha politik içerikli olduğu için, yönetişim konusu sürdürülebilir kent modellerinin her türlüsünde ele alınabilecek bir konudur (Türker 2000).
Bu modellerin tek başlarına sürdürülebilir kente ulaşmada yeterli olamayacağı; genellikle birbirlerini tamamlayan modeller olduğu düşünülmektedir (Marvin and Guy 1999; Houghton 1998). Öte yandan, ülkelerin birbirinden farklılaşan iç dinamikleri ve sorunları karşısında, yaşadıkları kentleşme ve planlama deneyimlerinin çeşitlilik gösterdiğinin de altı çizilmelidir; bu durumda sürdürülebilir kentsel gelişme konusundaki öncelikleri de farklılaşabilecektir: Gelişmekte olan ülkelerde temel teknik ve sosyal altyapı ve hizmetlerin eksikliği, hızlı nüfus artışı, bu nüfusun konut ihtiyacının düzenli konut stokundan karşılanamaması, yasa dışı yapılaşmanın ortaya çıkması önemli sorun alanlarıdır. Ülkeler arasında farklılaşmalarla beraber, sürdürülebilir kentleşmenin her yerde ortak olabilecek bir takım temel özellikleri de vardır. Aşağıdaki bölümde sürdürülebilir kentsel gelişmeye konu olan temel alanlar sunulacaktır. Belirtmek gerekir ki, bu temel alanlar, her yerde görülebilen ortak dinamik ve sorunları içerdiği gibi; ülkelerin bu temel alanlar altındaki deneyimleri özgünlükler de sergileyebilmektedir.
Dostları ilə paylaş: |