İfrattan tefrite: Türkiye'de aile terbiyesi
Baskın Oran
Artık aile terbiyemiz modernleşti. Eskisi hiç matah değildi ama, genç ana-babalar şu anda işin şeyini çıkarmakla meşguller.
Eskiden çocukların hiçbir hakkı yoktu. Ağızlarını açamazlardı. "Sus, sen bilmezsin!", "Sus, büyüklerin yanında konuşulmaz!", vesaire. Sonuçta çocuk pısırık, insan içinde konuşamaz yetişirdi. Şimdi iş tersine döndü. Büyükler küçüklerin yanında konuşamıyor.
İkisi de arkadaşım bir ana-baba var, çocukları misafirin yanında ne kadar bilgiç olduklarını hiçbir misafire (gece yarısı izin alıp kalkana kadar!) bir saniye söz hakkı tanımamak şartıyla sergiledikleri zaman, lafı ustaca ortak konulara çevirecek yerde hayran hayran ağzının içine bakıyorlar veledin ve velet de okulda arkadaşlarıyla yaptığı geyik muhabbetini bire bin katarak bütün gece kemal-i âfiyetle anlatıyor da anlatıyor.
Bir arkadaşım var, kızı geçenlerde kendisine herkesin içinde bir yemekte "Kapa çeneni!" dedi, annesi de çenesini kapadı, üstelik "Pardon" dedi. Bu kız, yine bir misafirlikte, annesi kendisine bişey sorduğunda, "Sana açıklamak zorunda değilim" dedi ve yine dediği yanına kâr kaldı.
Hadi bunlar benim alıştığım çevreden. Geçen gün doğu illerimizden birine gittik. Üç yaşındaki oğlan çocuğu biz kebapçıya inerken arabada kalacağım diye tutturdu. Ana-babası çıkartamadılar. Üstüne üstelik bir de anahtarı aldırmadı. "Yahu, kazara arabayı çalıştırabilir" dediğimizde annesi "Vermez ki..." dedi.
Bir başka arkadaşım var, onu unutuyordum, çocuğu "Ben bu yemeği istemem!" dediği zaman yediremiyor ve çocuk bunu köfte-pilav dışındakiler için tekrarlıyor. Sonuç mu ne oluyor, daha aklı başında biri olan babası bu anne evde yokken yedirdiği zaman oturup yiyor. Dahası, çok disiplinli bir yer olan yuvaya gitmek için çocuk çırpınıyor ve uyanır uyanmaz fırlayıp oraya gidiyor. Bunun bir anlamı olmalı.
* * *
Eski terbiyenin çocuk üzerindeki olumsuz etkilerini kendimizden biliyoruz; tartışmaya bile gerek yok. Ama bu "yeni" (ve fevkalade yaygın) terbiyenin de terbiye olmadığı açık. Çocuklara yazık oluyor.
Bu "yeni ana-babalar" galiba üç sınıfa ayrılıyor. Birincisi, "Ah, yapamıyorum bi türlü!"cüler. Bunlar zavallı. İkincisi, "Kim uğraşacak?"cılar. Bunlar on beş gün kadar uğraşıp çocuğa bibloların ellenmeyeceğini öğretmek yerine, hepsini on beş dakikada toplayıp kurtulmayı marifet sayanlar; çocuk yetiştirecek sabırları yok. Üçüncü sınıf ise, "Şahsiyeti gelişir"ciler. Bunlar ukalâ dümbeleği. Bunlara göre, çocuğa hiçbir yasak koymazsan bu çocuk için çok iyi olur. Oysa pedagoglar "Çocuğu büyük yatağa yatırmayın, elini kolunu sağa sola atınca yatağının sınırlarına dokunsun, sınırlarını bilsin, sınırını bilmeyen çocuk mutsuz olur" diyorlar. Aynen böyle düşünüyorum. Çocuk için, sevgi dolu bir disiplinden daha mutlu edici bişey düşünemiyorum.
* * *
Bu kadar vaazdan sonra, bir kız öğrenciyle elektronik ortamdaki mektuplaşmamı aktarıp sizi mutlu etmek istiyorum. Çünkü, göreceğiniz gibi, tatsız bitebilecek bu mektuplaşma insanın içine büyük mutluluk verici biçimde sonuçlandı. Bunun bir nedeni benim sergilemeye özen gösterdiğim sevgi dolu bir disiplin ise, asıl önemli nedeni çocuğun hamurunun mükemmel çıkışı ve muhtemelen bu kadar "modern" bir ana-baba elinde yetişmeyişi. İşte genç ana-babalar bilmeden bu çocuklara yazık ediyorlar. Mektuplaşmayı aşağıya aynen alıyorum; yalnızca yer kazanmak için satırları birleştirmek ve izin almadığım için bu güzel öğrencinin kimliğini gizlemek dışında:
Sayın Baskın Oran; Ben XXX Üniversitesi XXX Fakültesi 2.sınıf öğrencilerinden XXX XXX. Özellikle yakın tarih olmak üzere genelinde tarihi, kültürel, hukuki gelişimlere ilgi duyuyorum. İnternet üzerinden yürüttüğüm bir araştırma sırasında Ankara Üniversitesi'nin Dergisinde sizin bir yazınızın başlığı ve özeti ilgimi çekti: "Kemalizm, İslamcılık, Küreselleşme (Türkiye'de 'Yüce Sadakat Odağı Üzerine Düşünceler'). 1999/2 tarihli derginizde çıkan bu makalenizin tam metnini bana ulaştırabilirseniz sevinirim. Teşekkürler.
Sevgili XXX, Üniversitenin kitaplığında bulacağından emin olmakla birlikte, istediğin makalemi ekte gönderiyorum. Sevgilerle.
Sayın Oran; Makalenizi aldım, teşekkürler. En kısa zamanda okuyup görüşlerimi sizinle paylaşmak isterim; ancak şu an zamanımın büyük bölümünü Finallere hazırlanmaya ayırdım. İyi çalışmalar, sevgiler.
Sevgili XXX, Makalemi aldığını belirten iletini aldım, çok teşekkür ederim. Bugünün gençleri bizim zamanımızdakinden çok daha girişimci, meraklı, cesur, araştırmacı, sonuç alıcı. Senin iletin de bunun canlı örneği. Bununla birlikte, eğer seni kırmazsam, bir hoca olarak değilse bile bir ağabey olarak yazış üslubu konusunda ufak tavsiyelerde bulunmak istiyorum. Sen üniversitenin ikinci sınıfında bir öğrencisin. Büyük olasılıkla 20 yas civarındasın. Ben üniversitedeki hocalığı 30 yılı aşmış bir profesörüm. Bu durumda, bir arkadaşına yazmaktan farklı bir ifade kullanman daha uygun olurdu. Çünkü unutma, üslup en az öz kadar önemlidir (bunu bu yaşta kabul etmesen bile daha sonra ister istemez edeceksin; üslup eğer hitap edileni iterse, söylediklerinin hiç dinlenmemesi yani boşa gitmesi mümkündür). Ben bu yaşımda bile, kendimden büyük bir hocaya yazarken, ayni iletiyi şu biçimde göndermeyi düşünürdüm:
"Sayın Hocam, Makalenizi aldım, teşekkürler ederim. Su anda zamanımın büyük bölümünü finallere hazırlanmaya ayırdığım için en kısa zamanda okuyup yararlanacağım. Eğer zamanınızı almazsam düşüncelerimi de sizinle paylaşmayı isterim. İyi çalışmalar dilerim, saygılarımla, İmza".
Dikkat edersen burada "Sayın Oran" yerine "Sayın Hocam" (veya, Sevgili Hocam), "paylaşmak" yerine "yararlanmak", "sevgiler" yerine de "saygılar" demek daha uygun. Bir de, hitaptan sonra noktalı virgül değil sadece virgül koymalısın. Sevgili XXX, Benim bu iletimi alınca iki şey yapabilirsin. Ya beni örümcek kafalı sayarak, yazıp yazacağına pişman olarak ve ayrıca çok alınarak "sil" düğmesine basarsın, ya da üzerinde biraz düşünürsün. Bence ikincisini yap. En azından, bu kadar işi arasında hiç tanımadığı ve büyük olasılıkla hiç tanımayacağı birine vakit ayırarak küçük de olsa bir katkı yapmaya çalışan bir insanın emeğini boşa çıkarmamış olursun. Emek en yüce değer. İçten sevgilerimle.
Sayın hocam, -Heyecanımı mazur görünüz lütfen- Üslubun en az öz kadar önemli olduğu konusunda sizinle aynı fikirdeyim, Lise döneminde de -XXX Lisesi'nden mezunum- çıkardığımız ''XXX'' isimli dergimizde bu konu üzerine epeyce yazılar hazırlamıştık, ancak size gerçekten minnet borçluyum ki, üniversiteye girdiğim günden bu yana unutmuş olduğum ''belli bir üsluba uyma'' zorunluluğunu hatırlattınız. Eğer zamanınızı almazsam yazdığınız makalenizle ilgili düşüncelerimi sizinle paylaşmak isterim. Bizler bugünün genç hukukçuları olarak yarın attığımız adımlardan emin olabilmek istiyorsak bugünlerde hocalarımızdan ve büyüklerimizden gelecek olan eleştiri ve önerilere açık olmak zorundayız, ayrıca zamanınızı ayırıp öğrencinize bu türden bir yanıt vermeniz beni hakikaten çok sevindirdi. Tekrar teşekkürlerimi sunuyorum. -Bu kez de başarısız olduysam lütfen affedin- İyi çalışmalar,saygılarımla.
Sevgili Kızım, seni tebrik ediyorum, yanaklarından öpüyorum, bu makale konusunda ve başka konularda her zaman aramanı bekliyorum. Sevgilerimle.
Dostları ilə paylaş: |