9-Müşteki Fermani ALTUN'un 12/12/2012 tarihli şikâyetinde özetle;
Kendisinin 1997 yılı Nisan ayında kurulan Dünya Ehlibeyt Vakfı başkanı olarak seçildiğini, daha önce ise Demokratik Dayanışma Vakfı ve Demokrat Sanayi ve İş Adamları derneği başkanlıkları yaptığını, bahsettiği benzeri sivil kuruluşlarda 1969 yılından beri faaliyet gösterdiği için Türk kamuoyunda inanç önderi olarak bilinen bir kişi olduğunu, Tercüman Gazetesinde 1986-1993 yılları arasında köşe yazarlığı yaptığını, 1996 yılında Necmettin ERBAKAN başbakan olduktan bir hafta sonra kendisini makamına çağırdığını,kendisine Türkiye'de Alevi-Sünni düşünceler arasında kırgınlıkların ve birbirini anlamamak durumları olduğunu, bu konuda beraber çalışabileceklerini söylediğini, bu konuda toplumu aydınlatma konusunda beyanlarda bulunduğunu, 1997 yılında Diyanet İşlerinin de desteği ile geniş halk kesimlerinin ve dünya ölçeğinde katılımların olduğu, Kocatepe Kültür Merkezinde Kerbela olayı ile ilgili ortak anma törenlerini düzenlediklerini, bunun gelenek haline geldiğini, halen devam ettiğini,
O tarihte toplumu birleştirici etkisi olan bu etkinliklerin devletin birtakım derin güçlerini harekete geçirdiğini, o dönemde Refah Partisinin kapatılmasına, birtakım sermaye gruplarının yeşil sermaye denilerek Sanayi Odalarından, Borsalardan uzaklaştırılmalarına karşı çıktığını, bu konuda Refah Partisi Genel Başkan Yardımcıları ile görüşmeler yaptığını, o dönem özellikle Aydın Doğan Grubunun başında bulunduğu medya grubunun Ehlibeyt Vakfı ve kendisini hedef aldığını, kendilerinin düzenlediği geniş katılımlı toplumu birleştirici bu etkinlikler ve kendi aleyhlerine yayınlar yapmaya başladıklarını, özellikle Aydın Doğan medyasının başında bulunduğu medya grubunun verdiği destek ile Pir Sultan Abdal Derneğinin aleyhlerine paralı yayınlar yaptıklarını, kendilerinin şeriatçılar ile beraber hareket ettikleri konusunda yayınlar yaptıklarını, çoğunluğu isimsiz telefonlarla tehdit telefonları almaya başladığını, tehditlerde kendisini mutlaka öldüreceklerini, ortadan kaldıracaklarını söylediklerini,
O dönem 3 kez polis görüntüsü altında Dünya Ehlibeyt Vakfının Zeytinburnundaki genel merkezine gelip kendisini araştırdıklarını, birtakım evraklarını aldıklarını, bir defasında uyuşturucu ihbarı olduğunu belirterek polis görüntüsü adı altında genel merkezi aradıklarını, 1999 yılına kadar gerek polis görüntüsü ile gerekse Vakıflar Genel Müdürlüğünden gelen görevliler adı altında vakıflarını inceleyip aradıklarını, bu gelen kişilerin o dönem hükümet aleyhine faaliyet gösteren Batı Çalışma Grubu görevlileri olduğunu öğrendiğini, çünkü kendileri aleyhine vakfın merkezinde yapmış oldukları arama ve araştırma faaliyetleri ile ilgili kendisine hiçbir yasak karar ve işlem tebliğ edilmediğini, bu nedenle bunun yasa dışı derin güçlerin faaliyeti olduğunu anladığını,
1999 yılındaki seçim öncesi Fazilet Partisi genel başkan yardımcılarından Abdulkadir AKSU, Ali COŞKUN, Nevzat YALÇINTAŞ, Recai KUTAN ve Abdullah GÜL'ün Fazilet Partisinden Millet Vekili adayı olmasını istediklerini, ısrar üzerine Mersin'den Fazilet Partisi Millet Vekili adayı olduğunu, Mersin'de bir otelde kaldığını, kaldığı otel ve çevresinin ablukaya alındığını, Ankara'dan ve çeşitli yerlerden gelen tanımadığı kişilerin bir kısmının destek için geldiklerini söylediklerini, bu dönemde adaylıktan vazgeçmesi konusunda kendisini tehdit ettiklerini, bir defasında kendisini bir adrese konuşmak için çağırdıklarını, ancak çağrılan adrese gittiğinde iki tane asker tıraşlı kişinin şoförünü terslediğini, kendisinin de oradan ayrıldığını, daha sonra oranın JİTEM'in binası olduğunu öğrendiğini, seçim çalışmaları sırasında kendisine destek için geldiğini söyleyen bir kişinin ısrarla konuşma yapmak istemesi üzerine söz hakkı verdiğinde kürsüye çıkan kişinin güya kendisini destekler mahiyette ''Kemalist rejimi yıkacağız, şeriatı getireceğiz'' şeklinde sözler söylemesi üzerine kürsüden indirdiğini, bu işin bir provokasyon olduğunu anladığını,
Seçim geldiğinde seçim gecesi sandıkların toplandığı merkezde bomba ihbarı var diyerek sayımlara ara verdiklerini, herkesi oradan çıkararak 4 saat boyunca arama yaptıklarını söylediklerini, bu şahısların da yine polis görüntüsü altında sivil kişiler olduğunu, herhangi bir bomba olmadığını, ertesi gün seçimi 1500 civarında oyla kaybettiğini, daha sonra Tarsus ilçesinin köylerinde Fazilet Partisine verilmiş olan oyların atıldığını tespit ettiklerini, yaşanan gelişmeler sonunda bomba ihbarının da bir tezgâh olduğunu, oyların bu yolla çalındığını, hatta Mersin Belediye Başkanlığını Hadep'in kazandığını, bunun da değiştirilerek DSP' nin kazandırıldığını öğrendiklerini,
O dönem ekonomik olarak da aleyhine kararlar alındığını, yönetim kurulu başkanlığını yaptığı 100 kişinin ortak olduğu TİDAŞ A.Ş. adında bir dış ticaret ve ihracat şirketlerinin bulunduğunu, 1997 yılında devletten on milyon dolar alacaklarının oluştuğunu, bu alacaklarının ödenmediğini daha sonra da zaman aşımına gittiğini, o dönemde fındık fabrikası olarak faaliyet gösteren Finko Dış Ticaret A.Ş. adında bir şirketlerinin bulunduğunu, bu şirkette %25 hissesinin bulunduğunu, bu şirkete de baskılar yapıldığı için hissesini devretmek zorunda kaldığını,
2002 yılında İstanbul'da vakıftaki toplantıya o dönem Adalet ve Kalkınma Partisini kuran Recep Tayyip ERDOĞAN'ın 20 civarında Milletvekili ile katıldığını, kendisini destekleyici konuşmalar yaptığını, bu toplantının 16 Ağustos 2002 tarihinde yapıldığını, 26 Ağustos 2002 tarihinde kendileri aleyhinde faaliyet göstermek üzere görevlendirilen şu an Ergenekon Terör Örgütünden tutuklu İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdür Adil Serdar SAÇAN'ın bir grup kadına İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesine dilekçe verdirdiğini, DGM Savcılığının başvuruları ciddiye almadığını, Adil Serdar SAÇAN'ın 2003 yılında kendisinin yanından bir yıl önce ayrılan şoförü Çelebi İNANÇ'ı gece evinden aldırarak İstanbul Organize Şubeye götürdüğünü, orada kendisini aleyhinde tehdit ve işkence ile kendisinin uyuşturucu ticareti yaptığı, yanında yüz ajanla dolaştığı, Düzce'de şoförü olan kendisini dövdürdüğü yönünde dilekçeler yazdırdığını, buna ilişkin ifadeler aldığını, bu ifadelerden sonra Düzce' deki bahsettiği fındık fabrikasında yönetim kurulu başkanı olarak görev yapan eniştesi Hasan CAN'ı, Serdar SAÇAN'ın yardımcısı Ayhan ALTINOK'un akrabalarına arattırarak Hasan CAN ile ilgili ellerinde suçlayıcı belgeler olduğunu 100.000 TL verdiği taktirde bunu işleme koymayacaklarını belirttiğini, Hasan CAN'ın bununla ilgili kendisini aradığını, kendisinin de ''kov gitsin'' dediğini, 15 gün sonra Ayhan ALTINOK'un tekrar arayıp şantajda bulunduğunu, ancak kabul etmediklerini,
Bu olaylardan sonra İstanbul'da vakfın merkezinde bulunduğu bir gün kendisini Zaman Gazetesinden röportaj yapmak istediğini söyleyen İsmail isimli kişinin aradığını kendisinin de kabul ettiğini, bir müddet sonra 40-50 kişiden oluşan polis grubunun vakfın genel merkezini basarak herkesi yere yatırarak kelepçelediklerini, ancak kendisinin kelepçe taktırmadığını, çekmecesinde ruhsatlı silahına ait mermileri bulduklarını, rahmetli babasından kalma ses kaydının olduğu kaseti bulduklarını, bunları iade ettiklerini başka bir şey bulamadıklarını, buna rağmen 15 kişiyi İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne götürdüklerini, aynı saatte Düzce'de daha önce bahsettiği Fındık Fabrikasını bastıklarını, oradan da 10 kişi civarında gözaltı yaptıklarını, gözaltıların bir kısmını aynı akşam serbest bıraktıklarını, kendisi ile beraber 7 kişinin 4 gün boyunca gözaltında kaldığını, bu gözaltı süresi boyunca eniştesi Hasan CAN'ı kafa üstü tavana astıklarını, kendisine de ''bak Hasan CAN'a ne yapıyoruz'' diye gösterdiklerini, şoförden baskı ve tehditle almış oldukları ifadelerin aynısını Hasan CAN'a da imzalattıklarını, gözlük kullandığı halde okumasına engel olmak için gözlük vermediklerini, gözaltında kendisi ve Hasan CAN dışında kız kardeşi Şerife CAN'a da sabahlara kadar bağırtarak işkence yaptıklarını, sesini duyduğunu, rahatsız olduğu için sabah hastaneye götürerek orada bırakmak zorunda kaldıklarını,
İşkenceler sırasında kendisini de işkence yapılan yere götürdüklerini, orada bağlı olan gözünü açtıklarında, hayalarını sıktıkları insanları, elektrik verdikleri insanları, çırılçıplak yerde yatan insanları gördüğünü, tam bir insan mezbahanesi olduğunu, burayı kendisine gösterdikten sonra ''bizim istediğimiz ifadeyi imzalayacaksın yoksa aynı akıbeti sen de yaşarsın'' diye tehdit ettiklerini, kendisinin imzalamadığını, ifade vermediğini, o dönem Adalet ve Kalkınma Partisinde yeni İçişleri Bakanı olan Abdulkadir AKSU'nun kendisine destek olduğunu, Adil Serdar SAÇAN'ı vakfın genel merkezinde görmediğini ancak gözaltında kendisinin bulunduğu hücrenin kapısına gelip ''sizi Fethullah kurtarsın, Abdulkadir, Recep Tayyip kurtarsın'' şeklinde sözler söylediğini, gözaltında kendisine işkence yapmamakla birlikte korkunç bir soğuk hava verdiklerini, betonda yattıklarını, tir tir titrediklerini,tuvalete geç çıkardıklarını, 4 günlük gözaltı süresince Adil Serdar SAÇAN'I her gün mekânda gördüğünü, ''düşmanlarla savaşımız çok büyük olacak'' şeklinde laf atarak dolaştığını,
4 günlük gözaltı süresi sonunca Adliyeye çıkarıldığında Cumhuriyet Savcısına hepsinin komplo olduğunu, Savcı beyin ikna olduğunu, kendisi dışarı çıktıktan sonra içeride konuşma sesi duyduğunu, Savcının telefonda Adil Serdar SAÇAN'a bağırarak kendilerini yanılttığını, bu olayın DGM ile herhangi bir ilgisinin olmadığını söylediğini, ardından Savcı beyin evrakı ve kendilerini görevsizlikle Düzce Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiğini, Düzce Cumhuriyet Başsavcılığının kendilerini serbest bıraktığını, yapılan araştırmada kendisinin şoförünü dövdürdüğüne dair Düzce' de herhangi bir olay gerçekleşmediğinin ortaya çıktığını, Adil Serdar SAÇAN'ın şoförü Çelebi İNANÇ'a tehditle aldıkları ifadeden sonra ''ortalıkta görünme'' diye söylediğini, Adil Serdar SAÇAN'ın hapse girmesinden sonra, Çelebi İNANÇ'ın ifadelerin ve dilekçelerin tehdit ve işkence ile yazdırıldığını söylediğini, bununla ilgili ifade ve dilekçe verdiğini, kendisinin de Adil Serdar SAÇAN ve yardımcıları hakkında Fatih Cumhuriyet Başsavcılığına İçişleri Bakanlığına başvurduğunu, 15 gün sonra Adil Serdar SAÇAN'ın görevden alındığını, Fatih Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı şikâyet ile ilgili Fatih 1.Asliye Ceza Mahkemesine dava açıldığını, dava sonucunda sanıkların beraat ettiğini, yaptığı temyiz başvurusununda davanın zaman aşımına uğraması ile sona erdiğini, olayla ilgili eniştesi Hasan CAN ve kız kardeşi Şerife CAN'ın korkularından dolayı şikâyette bulunmadıklarını, işkence sırasında eniştesi Hasan CAN'a hem elektrik verildiğini hem de kafa üstü askıda tutulduğunu, eniştesinin 1 yıl sonra beyin rahatsızlığı geçirerek rahatsızlandığını, 3 yıl boyunca komada kaldığını, vefat ettiğini, fabrikada baskından sonra yabancıların çekip gittiğini, fabrikanın battığını, kendisinin şikâyetçi olduğu işkence davasında sanık olan Necati KURT ile daha sonra arkadaş olduğunu, kendisine söylediğine göre o dönem teşkilatta kendisini seven kişilerin korumaya çalıştıklarını, aksi halde gelen gizli emirde, kendisinin evine uyuşturucu konması gibi uygulamalar yapılacağını, kendisi hakkında gizli emirle beş karar alındığını, bunların; kendisinin prestijinin sarsılması, ekonomik yönden çökertilmesi, vakfın kapatılması, hapse düşürülmesi ve öldürülmesi olduğunu söylediğini,
1999 yılında Fethullah GÜLEN hakkında yakalama kararı çıkarılmasına karşı çıktığını, Genelkurmay Karargâhından arayan kişilerin kendisini ziyaret etmek istediklerini, kabul etmesi üzerine, 2 kişinin yanına geldiğini, gelen kişilerin kendilerini Genelkurmay Başkanlığının yaverleri olarak tanıttıklarını, gerçek isimlerini vermediklerini, kendisinin faaliyetlerinde ve açıklamalarında Genelkurmay' ın rahatsız olduğunu, kendisinin dinciler ve şeriatçılarla beraber hareket ettiğini, onları desteklediğini, alevilerin ve sol grupların da karşı olduğunu söylediklerini, kendisinin evrensel değerlere bağlı olduğunu, bu değerler çerçevesinde herkesle diyalog ve muhabbet gerektiğini, herkesin düşünce ve dini değerlerine saygı göstermek gerektiğini, sistemdeki yanlışların ayrışmayı ve bloklaşmayı getirdiğini, temel ortak değerlerin aynı olduğunu, bu değerler etrafında birleşmek gerektiğini belirten görüşlerini açıkladığını, başlangıçta karşı çıkmalarına rağmen kendileri ile yaklaşık 2 saatlik bir görüşmeden sonra saygı duyarak ayrıldıklarını, o dönem Adnan hoca olarak bilinen Adnan OKTAR'ın gözaltına alındığını, korkunç işkenceler gördüğünü, kendisinin buna karşı çıktığı için eleştirildiğini,
O dönem başta İstanbul Valisi Erol ÇAKIR olmak üzere Adil Serdar SAÇAN ve aleyhinde kararlar alan hükümeti baskı ve tehditle görevden uzaklaştıran darbeci yapılanma olan Batı Çalışma Grubundan şikâyetçi olduğunu, cezalandırılmalarını istediğini belirtmiştir. (112. klasör, sayfa 213-217)
10- Müşteki Reşat PETEK 18/07/2012 tarihli dilekçesinde özetle;
28 Şubat sürecinde Yozgat Cumhuriyet Başsavcısı olduğunu, 1996 Güz kararnamesiyle atandığı bu görevden 1999 yılı Ocak ayında istifa ile ayrıldığını, bu dönemde HSYK üyeliğine atanan kişiyi ziyaret için Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı ile birlikte gittiklerini, kendisinin Yozgat Başsavcısı olduğunu öğrenince bu şahsın "iyi ama bundan sonra eşi başörtülü olanları Başsavcı yapmayacağız" dediğini, bu sırada odada bulunan akrabası olduğunu tahmin ettiği bir şahsın "memurlarla uğraşıyorsunuz anladık da eşleri ile ne alıp veremediğiniz var" deyince HSYK üyesi şahsın "bilmiyor musun benim anam da başörtülü ama bundan sonra böyle istiyorlar diyerek omuzlarını, apolet yerlerini, gösterdiğini, bunun HSYK üzerinde BÇG baskısının somut bir örneği olduğunu,
28 Şubat darbe teşebbüsüne karşı açıklamalarıyla bilinen BBP Genel Başkanı Muhsin YAZICIOĞLU'nun Yozgat büyük sinemada kapalı salon toplantısı yaptığını, toplantı yapılan yerin polis bölgesi olduğunu, toplantı ile ilgili normal vukuat raporunun emniyet tarafından gönderildiğini, birkaç gün sonra il jandarma komutanlığının aynı toplantı ile ilgili video kayıtlarını ekleyerek TSK'yı tahkir ve tezyiften fezleke gönderdiğini, toplantının polis bölgesinde olduğunu söylemesine rağmen Jandarma Alay Komutanlığı ve Kayseri Jandarma bölge komutanı tarafından takip edildiği söylenerek ısrarla takip edildiğini, başvuru ile ilgili takipsizlik kararı verdiğini, bu olayın da jandarmanın BÇG'nin talimatıyla Başsavcılık üzerinde baskı oluşturduğunun somut bir örneği olduğunu,
O dönemde Yozgat'ta bulunan Erciyes Üniversitene bağlı fakültelerde başörtülü öğrencilerin kampüse ve derslere alınmamasıyla ilgili Erciyes Üniversitesi rektörü ve Fen Edebiyat Fakültesi dekanı hakkında kanunsuz emir vermek suretiyle eğitim özgürlüğünü engellemek suçundan soruşturma yaparak kamu davası açtığını, olay basına intikal eder etmez 28 Şubat darbesinin destekçilerinin aleyhinde çalışmaya başladığını, dönemin Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürünün kendisine "Başsavcım bu kanunu biz de biliyoruz ama konjöktürü görüyorsun, zamanı mı bu iddianamenin" diyerek kendilerine baskı yapıldığını, BÇG talimatlarıyla hukukun çiğnendiğini ortaya koyduğunu,
Makamına gelen Adalet Başmüfettişinin izni ve haberi olmadan odasına girdiğini, makamına geçip oturduğunu, masasını ve çekmecelerini mahkeme kararı olmadan aradığını, 2 yıl önce Yozgat'ta yayınlanan Yenigün Gazetesinde yayınlanan bir makalede TSK'ya hakaret edildiği ileri sürülerek gazeteci ve yazar hakkında neden dava açmadığının sorgulandığını ve hakkında görevi ihmal suçundan Yargıtay 4. Ceza Dairesinde dava açıldığını, yargılandığı dosyada antetsiz, imzasız, tarih, sayısız düzenlenen bilgi notu başlıklı belgenin bulunduğunu, bunun muhtemelen illegal olan JİTEM tarafından hazırlandığı için kaynak gösterilmediğini, dosyasından bu belgenin çıkarılmasını istediyse de çıkarılmadığını, savunmasının alındığı duruşmada Başkan dosyayı mütalaa için iddia makamına tevdi edelim dediği sırada duruşma savcısının mütalaamız hazır dediğini, savcının savunmasını bile dinlemeden önceden yazılı mütalaa hazırlayarak cezalandırılmasını istediğini, bunun üzerine kendisinin "bu kadar sene iddia makamında bulundum, sanığı dinlemeden önyargı ile esas mütalaanın yazılı olarak hazırlandığına ilk defa şahit oluyorum, sayın iddia makamı savunmamı dinlemeden önyargı ile bu mütalaayı nasıl hazırladı?" şeklindeki sözlerinin zapta bile geçilmediğini,
Başörtüsü konusundaki hukuksuz uygulamalara karşı yürüttüğü soruşturma, Muhsin YAZICIOĞLU hakkında baskılara boyun eğmemesi, jandarmanın kanunsuz olarak polis bölgesindeki olaylara müdahalesine karşı duruşu, Yozgat Cezaevinde tutuklu TİT sanıklarının gayri kanuni özel isteklerine müsaade etmeyişi, bu konudaki il jandarma komutanlığının sözlü taleplerine yasal uygulama ile cevap vermiş olması, kısaca 28 Şubat darbe uygulamalarına ve baskılara karşı Anayasa ve kanunlar çerçevesinde görevini ifa etmesinden dolayı 28 Şubat darbecilerinin hedefi haline geldiğini, adliye lojmanında ikametinde kurulu bulunan İl Başsavcılığı ev telefonuna o zamanlar meşhur TV programı çarkıfeleğin telefonları yönlendirilerek İl Başsavcısı olsa da 28 Şubatın hukuksuz uygulamalarına karşı bir şey yapamayacağının gösterilmek istendiğini, başörtüsü yasağı ile ilgili davayı açtıktan kısa bir süre sonra İstanbul Cumhuriyet Savcısı olarak atandığını, Yozgat E Tipi Terör Cezaevindeki görevi sırasında özellikle 3 yıl 6 ay kazılmış tüneli ortaya çıkarıp 80 hükümlünün firarını engellemesi nedeniyle terör örgütlerine hedef olduğu, örgüt evinde ele geçen CD kayıtlarında isminin yer aldığı ifade edilerek dikkatli olması için uyarı yazısı tarafına tebliğ edilirken koruma polisinin alınarak korumasız olarak İstanbul'a tayininin yapıldığını,
28 Şubatın demokrasiye ve hukuk devletine karşı girişilmiş bir darbe olduğunu, mağdur olduğunu, şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. (249. klasör, sayfa 262-268)
11-Müşteki Öztürk TÜRKDOĞAN (İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı) 25/12/2012 tarihli şikâyet dilekçesinde özetle;
25-28 Nisan 1998 tarihlerinde Türkiye de yayın yapan yazılı ve görsel medyada Şemdin Sakık'a ait olduğu iddia edilen ifadelere atfen sür manşet verilen haberlerde," Akın BİRDAL'ın yasa dışı PKK örgütü ile ilişkide olduğu, Apo ile defalarca telefon görüşmesi yaptığı, Aponun kendisine para gönderdiği ve o benim Türkiye’deki tabancamdır." dediği, "dehşet itiraflar başlığı ile haberlerin yer aldığını, şimşeklerin Akın BİRDAL ve İHD ye çevrildiğini, Akın BİRDAL'ın o dönem İHD Genel Başkanı olduğunu,
Bu haberlerden yaklaşık iki hafta sonra İHD Genel Merkezinde Akın BİRDAL'a silahlı saldırıda bulunulduğunu, soruşturma sonucunda saldırganların yakalandığını, bu kişilerde bir veya birkaçının şu anda İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde Ergenekon ismi ile bilinen davada tutuklu olarak yargılandığını, suikast emrini verenlere bir türlü ulaşılamadığını, Ekim 2000 tarihinde İHD Genel Merkezine ve birçok gazeteciye elektronik posta ile gönderilen Andıç başlıklı Güçlü Eylem Planı isimli bir Genelkurmay belgesinin ortaya çıktığını, bu belgenin altında dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik BİR'in isminin bulunduğunu,
Dönemin milletvekili gazeteci Nazlı ILICAK'ın 02/11/2000 tarihinde bir basın toplantısı ile bu belgeyi ve belgeyi hazırlayan kişileri kamuoyuna tanıttığını, 3 Kasım 2000 tarihinde çıkan gazete haberlerinde Genelkurmay Başkanlığının bu belgeleri doğruladığı, ancak bunun karargâh içi bir belge olduğunu ifade ettiğini,
Andıç ve Güçlü Eylem Planı isimli belgeler incelendiğinde bunların icraya konan belgeler olduğunun anlaşıldığını, Şemdin SAKIK'ın o dönem yargılandığı, Diyarbakır DGM'de kendisine atfen medyada çıkan haberlerin hiçbirisini kabul etmediğini, böylece bu belgelerin maksatlı ve suç işlemek için medyaya Çevik BİR ve ekibi tarafından gönderildiğinin anlaşıldığını, hazırlanan bu belge uyarınca Akın BİRDAL'ın öldürülmek istendiğini, İHD'ye yönelik inanılmaz iftira kampanyalarının yapıldığını, çok sayıda insan ve medya grubunun kullanıldığını, 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan ve kamuoyundaki ismi Post modern darbe olarak bilinen darbe teşebbüsü sonucu olarak bu tip belgelerin Genelkurmayda hazırlanıp icraya konulduğunu, Andıç ve Güçlü Eylem Planı isimli belgelerin 28 Şubat döneminin uygulamaya konulan önemli belgeleri arasında yer aldığını,
Açılacak davada İnsan Hakları Derneğinin müşteki olarak yer almasını istediğini belirtmiştir. (249. klasör, sayfa 66-67)
Müştekinin bahsetmiş olduğu Andıç başlıklı Nisan 1998 tarihli 3590-98/İKK ve Güv. D. İç İsth.Ş. Sayılı Güçlü Eylem Planı konulu belgeye iddianamenin ilgili bölümünde yer verilmiştir.
12-Müşteki Nurgül ULUTÜRK 25/09/2012 tarihli şikâyetinde özetle;
22/12/1992 tarihinde Büro Yönetimi ve Sekreterlik Grubu öğretmeni olarak Konya Kadınhanı Çok Programlı Lisede göreve başladığını, 1995 tarihinde Ankara Sincan Halk Eğitim Merkezi ve Akşam Sanat Okulu Öğretmeni olarak atandıktan sonra 17/07/2000 tarihinde devlet memurluğundan çıkarıldığını, büyük mağduriyetler yaşadığını, dilekçesinde belirttiği kişiler ve 28 Şubat darbesini gerçekleştiren cuntacı yapılanmadan şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. (246. klasör, sayfa 43)
13-Müşteki Filiz POLAT 06/11/2012 tarihli şikâyetinde özetle;
1997 ile 2000 yılları arasında SSK Genel Müdürlüğüne bağlı olarak Elazığ SSK Hastanesinde hemşire olarak çalıştığını, o dönem başörtülü olması bahanesiyle haksız itham ve mağduriyetler yaşadığını, kendisine disiplin cezaları verildiğini, 1999 yılında çıkan sicil affı dolayısıyla cezasının kalktığını, ancak olanlar nedeniyle eşinin kendisini boşadığını, oğlu ile yapayalnız maddi ve manevi birçok sorun yaşamak zorunda kaldığını, kendisine verilen cezalarda o zaman SSK genel müdürü olan Kemal KILIÇDAROĞLU ve personel daire başkanı Ali Şan SAĞLAM'ın imzaları bulunduğunu, mağdur olmasından dolayı 28 Şubat sürecini gerçekleştiren kişilerden ve kendisine disiplin cezası veren Nermin ŞİMŞEK, Ali ASLAN, Kemal KILIÇDAROĞLU ve Ali Şan SAĞLAN ve diğer idarecilerden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. (246. klasör, sayfa 81)
14-Müşteki Meryem VARGÜN 10/10/2012 tarihli şikâyetinde özetle;
Fizik öğretmeni olduğunu, Ankara Mamak İmam Hatip Lisesinde görev yaparken 28 Şubatın olduğu dönemde kılık kıyafeti nedeniyle hakkında bir çok soruşturma yapıldığını, 2000 yılında devlet memurluğundan çıkarıldığını, ekonomik ve sosyal açıdan mağdur olduğunu bu sebeple Batı Çalışma Grubu adlı darbeci cuntacı yapıya dahil olan herkesten şikâyetçi ve davacı olduğunu belirtmiştir. (246. klasör, sayfa 93-94)
15-Müşteki Sevim ARSLAN (ÇINAR) 10/10/2012 tarihli şikâyetinde özetle;
Öğretmen olduğunu, 1998 yılında Ankara Yenimahalle Tevfik İleri İmam Hatip Lisesinde öğretmenlik yaparken hakkında hukuksuz ve usule aykırı bir çok soruşturma açıldığını, irticacı öğretmen olarak hedef gösterildiğini, 2001 yılında görevden uzaklaştırıldığını, mağdur olduğunu, 28 Şubat dönemini başlatan Batı Çalışma Grubu adlı darbeci cuntacı örgütçü yapıya dahil olan herkesten şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. (246. klasör, sayfa 107-108)
16-Müşteki Hatice KANAN 10/10/2012 tarihli şikâyetinde özetle;
Öğretmen olduğunu, 1998 yılında Keçiören İmam Hatip Lisesinde görev yaparken 28 Şubatın olduğu dönemde hakkında kanunsuz ve usule aykırı bir çok soruşturma yapıldığını, 2001 yılında devlet memurluğundan çıkarıldığını, ekonomik ve sosyal hayatında büyük mağduriyetler yaşadığını, 28 Şubat döneminde Batı Çalışma Grubu adlı darbeci cuntacı yapıya dahil olan herkesten şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. (246. klasör, sayfa 127-128)
17-Müşteki Fatma KURTÇUOĞLU 08/10/2012 tarihli şikâyetinde özetle;
Öğretmen olduğunu, Ankara Mamak Lisesinde Tarih öğretmeni iken 1998 yılında başörtüsünden dolayı hakkında soruşturmalar başlatıldığını, 2001 yılında devlet memurluğundan çıkarma cezası aldığını, mahkeme kararı ile görevine iade edildiğini, 2003 yılında tekrar devlet memurluğundan çıkarma cezası aldığını, 2006 yılına kadar özlük haklarından emeklilik, sağlık haklarından mağdur edildiğini, 28 Şubat döneminde darbeci askerler tarafından yargı mensuplarının yönlendirildiğini, 28 Şubat sürecini gerçekleştiren darbeci yapılanma ile diğer görevlilerden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. (246. klasör, sayfa 79)
Dostları ilə paylaş: |