Bilim:
Bilim, fiziki ve doğal evrenin yapısının ve davranışlarının deney ve gözlemler aracılığıyla sistematik bir şekilde incelenmesini de kapsayan entelektüel ve pratik çalışmalar bütünüdür.
Din bilimle ters düşmez. Çünkü bilimin gerçekçi olarak ifade ettiği konularda dinle tamamen ittifak etmektedir. Ancak bilimin her yaptığı çalışma doğru sonuçlar vermeyebilir. Mesela bu gün bilim tarafından doğru kabul edilen bir olgu yarın reddedilebilir ve ona zıt bir olgu kabul edilebilir. Ancak Kur'an-ı Kerim'de geçen ifadelerin hiç birisinin aksi ispat edilememektedir.
Bilim, değişik yollarla elde ettiği bilgileri zamanla değiştirebilmektedir. Bu nedenle dini kaynakların verilerine uygun olan bilimsel gelişmelerden istifade etmek gerekli olmakla beraber, dini kaynaklara uymayan verilerin zamanla değişebileceğini düşünerek dikkatli olmak gerekir.
Felsefe:
Yunanca "hikmet sevgisi" anlamındaki bu kelime, insanlığın düşünce tarihi için kullanılmaktadır. Felsefenin başlıca üç bölümü vardır:
-
Ontoloji (varlık)
-
Epistemoloji (bilgi)
-
Değerler Felsefesi. (ahlak ve Estetik)
Varlık felsefesi, "Varlık var mıdır? Varlığın sebebi var mıdır? Eşyanın hakikati nedir?” gibi sorular üzerinde durur. Bilgi felsefesi, "Bilgi nedir? Eşya hakkında kesin bilgiye ulaşılabilir mi? Bilginin kaynakları nelerdir? Bilginin değeri nedir?" gibi soruları ele alır. Ahlak felsefesi, ahlakın menşeini, kurallarını araştırır. Estetik ise, sanatla ilgili meseleler üzerinde yorumlar yapar.
Dikkat edilirse, felsefenin araştırdığı konularla, dinin ele aldığı meselelerin çoğu aynıdır. Yani, bu konular, aynı zamanda dinin de konularıdır. Ancak, din bunları vahiy merkezli olarak cevaplandırırken, felsefe akıl merkezli olarak bunlara cevap arar.
İslam dini, menşeinde vahye dayanmakla beraber, akla çok büyük önem verir. Fakat aklı her şey olarak da görmez. "Akıl mı, yoksa vahiy mi?" şeklindeki bir soruya Müslüman "vahyin rehberliğinde akıl" şeklinde cevap verir. Özellikle metafizik konularda aklın hakikate ulaşmaya yetmediğine inanır. Çünkü akıl sınırlıdır ve idraki aşan şeyleri (gayb) kendi başına kavrayamaz.
-
Din Ve Bilimin Alan Ve Kaynakları
Bilim ile din arasındaki ilişki nedir? Alan ve kaynakları nelerdir? Ortak ve farklı yönleri nelerdir? Soruları çerçevesinde düşündüğümüzde;
İnsanların bilgi edinmelerinin, gerçeği -kesin veya kuvvetli ihtimal düzeyinde- öğrenmelerinin yolları çeşitlidir. Din ile bilim bu konuda insana rehberlik eden bilgi kaynaklarıdır. Gerçeği bilmenin yolu yalnızca bilim olamaz. Çünkü bilimin alanı gözlem ve deneyle sınırlıdır. Bu alanlara girmeyen konular ve gerçekler bilimin dışında kalır. Bunların (dışında kalanların) bir kısmı akıl ile bilinir. Bir kısmı ise akıl ile de bilinemez, ya da eksik bilinir. İşte bu alanda geçerli bir bilgi kaynağı da vahiydir.
Peygamberler dışında kalan insanlar vahyi alamazlar; ancak iki yoldan vahiy ile gelen bilginin doğru olduğu sonucuna (akıl yoluyla) varırlar: 1. Peygamberlerin hayat ve şahsiyetlerini öğrenirler ve böyle insanların yalan söylemeyecekleri sonucuna ulaşırlar. 2. Vahyin söylediklerinin, akıl ve bilimle çatışmadığını, kendi arasında tutarlı olduğunu ve aklın sorup da cevaplayamadığı konularda tatmin edici bilgiler verdiğini görürler. Netice itibariyle akıl dini anlama vasıtasıdır. Akıl aynı zamanda bilimin de vasıtasıdır. Ancak bilimin alanı dardır, akıl ondan daha geniş olmakla beraber bazı konular için o da yetersiz kalır. Din, aklın ve bilimin yeterli olduğu konularda teyit ve irşad edici olur, yetersiz kaldığı konularda ise aydınlatıcı bilgiler ve hayat kuralları getirir, ama bunlar bilim ve akıl ile çatışmaz, çelişmez.
Müslüman bilim adamları bilimi evrensel bir değer olarak gördükleri için önceleri, Batı'da Roma, Doğu'da Çin başta olmak üzere, dünya çapında geliştirilen bilim ve teknolojiyi rehber kabul ederek önemli kaynak eserler tercüme faaliyetine girişmişlerdir. Müslümanların diğer kültürlerden tercümeler yapmalarının ana sebepleri şunlardı:
-
Fikrî ve ilmî açıdan ilerleyebilmek,
-
Diğer kültürlerin coğrafî ve sosyal yapısı hakkında bilgi edinmek,
-
Kendi inanç ve düşüncelerini sistemli bir şekilde savunmak.
Müslümanlar diğer kültürlerden aldıkları bilgi birikiminin içinden dinin sunduğu bilgilerle çelişir gördükleri noktaları çıkartarak, kendilerine fayda sağlayacak duruma getirmişlerdir. İlk adım niteliğindeki çalışmalarının ardından, elde ettikleri bilgileri değerlendirip yorumlayarak bilim ve teknolojiye özgün olarak katkıda bulunmaya başlamışlardır. Beşinci yüzyılın ikinci yarısında doğup gelişen İslamiyet, deneye ve gözleme dayalı bilimin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.
-
Kur’an’da Akıl Ve Bilgiye Verilen Önem
İslâm, akla ve ilme büyük değer verir. Aklı olmayanı sorumlu tutmaz. Kur’ân pek çok ayette aklın kullanılmasını teşvik eder. Kur’an’da akıl kavramının isim değil de fiil olarak kullanılması, mücerret aklın değil faal aklın teşvik edildiği anlamını içerir. İslâm, akla verdiği öneme paralel olarak ilmi de teşvik eder. İnsanın dikkatini kendi nefsine, çevresine ve kâinata çekerek, düşünmeye, ibret almaya ve ilmi araştırmalara yönlendirir. Kur’ân pek çok ilmî hakikate de işaret eder.
Akıl, insanı diğer canlılardan ayıran ve onu sorumlu kılan melekedir. Kur’an-ı Kerim’e göre insanı insan yapan ve ilahi emirler karşısında yükümlülük altına girmesini sağlayan yeti akıldır.
İnsanların bilgi edinme, gerçeği -kesin veya kuvvetli ihtimal düzeyinde- öğrenme yolu yalnızca bilim değildir. Bilim gözlem ve deneye dayanır; gözlem ve deneye dayanmayan konular bilimin dışında kalır. Hem bilimin sahasına girenler, hem de bunların dışında kalanlar, akılla ve düşünce ile bilinir. Bir de akıl ve düşünce ile tam olarak bilinip kavranamayanlar vardır ki işte bu alanda geçerli bilgi kaynağı vahiydir. Vahiy, hem aklın ve bilimin verilerini teyit eder, hem de onların ulaşamayacakları doğru ve kesin bilgiler sunar. Doğruluğundan şüphe duyulamayacak olan bilgi vahyin bilgisidir.
Peygamberler dışında kalan insanlar vahiy alamazlar. Onlar akıllarını kullanarak vahyin rehberliğinde doğru bilgilere ulaşmakla sorumludurlar. Böyle hareket eden insanlar,
-
Peygamberlerin; hayat ve şahsiyetlerini, görüş ve talimatlarını öğrenirler ve onların asla yalan söylemeyecekleri sonucuna ulaşırlar.
-
Vahyin; akıl ve bilimle çatışmadığını, kendi içinde tutarlı olduğunu ve aklın cevaplayamadığı konularda tatmin edici bilgiler verdiğini görürler.
Bilimin alanı dardır, aklın alanı ondan daha geniş olmakla beraber, bütün bilinmezler karşısında o da yetersiz kalır. Din, aklın ve bilimin yeterli olduğu konularda teyit ve irşad edici olur, yetersiz kaldığı konularda ise aydınlatıcı bilgiler verir, bunlar da bilim ve akılla çatışmaz, çelişmez.
Dini bilginin kavranıp hayata aktarımında aklın ve vicdanın rolü önemlidir. İnsan, aklı ile dinin bildirdiği gerçekleri görür ve bu gördüklerini vicdanıyla onaylar. Örneğin akıl ve vicdan sahibi bir insan, (kendisine hiçbir vahiy bilgisi ulaşmasa bile) evrendeki herhangi bir varlığın özelliklerini incelediğinde bunun üstün bir akıl, ilim ve kudret sahibi tarafından yaratıldığını anlar. Dünyada yaşamın meydana gelebilmesi için gereken binlerce koşuldan sadece birkaçını görmesi bile, dünyanın insanların yaşayabilmeleri için bir yaratıcı tarafından özel olarak hazırlanmış (yaratılmış) bir gezegen olduğunu kavrar. Akıl ve vicdan sahibi bu insan, dünyanın tesadüfen oluştuğu gibi bir iddianın saçmalığından kolayca kendini kurtarabilir. Kısacası aklını ve vicdanını kullanarak düşünen her insan Allah'ın varlığının ve birliğinin delillerini tüm açıklığı ile görebilir. Bu sebeple Allah Kuran'da yaratılış delillerini düşünmeye ve incelemeye çağırmakta ve bu şekilde düşünen insanları övmektedir.262
-
Din-Felsefe İlişkisi
Varlık, bilgi ve değerler alanıyla ilgili problemleri akılcı ve tenkitçi yöntemlerle inceleyen ve temellendiren sistemli fikrî faaliyetler bütününe felsefe adı verilmektedir. Felsefe’nin ilk defa Batı Anadolu’da Milet’te doğduğu, oradan Yunanistan’a geçerek geliştiği kabul edilmektedir.
Felsefenin de dinin de temel konusu insandır, insanın düşünüp mutlak doğruyu aramasıdır. Ancak, on dört asırdan beri İslâm dünyasında felsefe çeşitli akımlar halinde varlığını şu veya bu şekilde sürdürdüğü, din ve bilimle iç içe olduğu halde, İslâm toplumunda önemli bir kesim felsefeye karşı çekimser davranmış veya olumsuz tavır koymuştur. Şüphesiz bunda dinî olduğu kadar siyasî, kültürel ve psikolojik sebeplerin önemli rolü vardır. Bunların bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
-
Her şeyden önce felsefenin politeist (çok tanrıcı) Yunan toplumunda ortaya çıkması ve öncelikle bu toplumun dünya görüşünü, değerler sistemini yansıtmış bulunması.
-
VIII. yüzyıldan itibaren Grekçe ve Süryânîce'den Arapça'ya yapılan tercüme faaliyetinde görev alan mütercimlerden bir kısmının putperest Sâbiiler'den, bir kısmının da Hıristiyanlardan olması.
-
İslâm toplumunda felsefî spekülasyonların başladığı tarihten itibaren Bâtınîler ve İsmâilîler'in Sünnî İslâm'a karşı felsefeyi bir silâh olarak kullanmaları, İhvân-ı Safa akımının dinle felsefeyi uzlaştırarak felsefî bir din ortaya koymaya çalışması.
-
İslâm dünyasında tıp, astronomi, matematik ve tabiat ilimleri alanında araştırma yapan ve tabîiyyûn (natüralistler) diye adlandırılan filozoflardan bir kısmının teist263 olmasına karşılık bir kısmının deist264 veya ateist265 dünya görüşüne sahip bulunması.
-
Âlemin zaman bakımından ezelîliğini, âhiret hayatının ruhanîliğini ve Allah'ın bilgisinin küllî kapsamı olduğu halde cüzîlerin O’nun bilgisine konu olmadığını savunan bazı Meşşâî266 filozofların bu görüşlerinin açıkça dinî naslarla çelişir olması.
-
Genellikle tıp, astronomi, matematik vb. ilim dallarında birer otorite sayılan İslâm filozoflarının felsefî teorileri de ilmî birer hakikat gibi savunmaları.
-
İslâm ilim, kültür ve medeniyetinin gelişip kurumlaşması aşamasında gereğinden fazla yabancı kültürlere açılmanın bir kültür krizine yol açacağı endişesi.
-
Filozofların (genellikle) özel hayatlarında dinî emir ve yasaklara karşı yeterince duyarlı davranmamaları.
İslâm toplumunda felsefeye toptan bir karşı çıkış sözkonusu değildir. Başta hadis ve kelâm âlimleri olmak üzere muhafazakâr çevreler felsefeyi eleştirirken, hedefleri materyalist-ateist felsefe (dehriyye-ilhâd) ile teorik felsefenin (nazarî hikmet) dinle çelişen bazı problemleriydi. Buna karşılık, filozofların pratik felsefe (amelî hikmet), yani ahlâk ve siyaset alanlarında ortaya koyduğu görüşler genellikle bütün çevreler tarafından kabul görmüştür. Meselâ Eflâtun'un ahlâk felsefesinde faziletin temeli sayılan hikmet, şecaat, iffet ve adalet kavramlarının Gazzâlî başta olmak üzere Sünnî çizgiyi takip eden bütün ahlâkçıların eserlerinde yer aldığı görülmektedir. Öte yandan Aristo'nun ahlâk felsefesinde önemli bir ilke olan "altın orta", yani bir davranışın ahlâkî olabilmesi için onun "ifrat ve tefrit" denen iki aşırı uçtan uzak (orta/mutedil) olmasının gerekli olduğu şeklindeki görüşü, İslâm'ın bu konuda ortaya koyduğu ahlâk anlayışıyla tam bir uygunluk gösterdiği için benimsenmiştir. Bu konuda bir başka örnek de Fârâbî'nin devlet felsefesiyle ilgili ütopik görüşlerinin hiçbir zaman ciddi bir eleştiri konusu olmamasıdır.
İslâm dünyasında başlangıçtan beri felsefeye yöneltilen eleştiriler, her şeyden önce onu dine karşı bir silâh olarak kullanmak isteyen materyalist-ateist çevrelerden ve teorik felsefenin alanına giren bazı problemlerin dinî akideyle bağdaşmamasından kaynaklanmaktadır. Buna karşılık varlığı daha derinden kavramak için yapılan her türlü çalışma, irdeleme, yorumlama ve temellendirme anlamındaki hikmet ve ilim şeklinde telakki edilen felsefe her zaman ve her dönemde İslâm toplumundan takdir ve teşvik görmüştür.
-
Müslümanların Bilime Katkıları
Medeniyet insanlığın ortak malıdır. Her toplumun bugünkü medeniyet çizgisinde az ya da çok bir payı vardır. Medeniyet bugün teknik sahada daha ileri bulunan milletlerin kendi ürettiği sistem olarak görülemez. Bugünkü kuşaklara miras bırakılmış olan medeniyet paydasında Çin, Mısır, Hint, Roma, Arap, Türk vb. medeniyetlerin ortak payları vardır. Medeniyet yarışı uzun koşulu bir bayrak yarışına benzer. Ortaçağda bu bayrağı İslam Medeniyeti almış, sonra gerileme dönemine girince bu bayrağı Batılılar almıştır. Batı bugünkü seviyesine sadece kendi kendilerine gelmemiştir. Müslüman bilim adamlarından birçok sahada etkilenmişlerdir. Bilim alanındaki keşiflerin birçoğu, 9. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar uzanan dünya tarihinde, dönemin en ileri uygarlığı olan "İslam Uygarlığı"nın ürünüdür. Akıla ve bilgiye dayanan bu uygarlık, dünyanın bugün sahip olduğu pek çok değere de kaynaklık etmiştir.
İslam’ın özünde taşıdığı bazı unsurlar, medeniyet yarışına Müslümanların aktif olarak katılmalarının sebebi ve itici gücü olmuştur. Bunlardan bir kaçı şöyle ifade edilebilir: Öncelikle İslam, akla, bilgiye ve bilgi sahibi olmaya büyük önem vermiştir. Kainatın yaratılışı ve düzeni üzerinde tefekkür emredilmiştir ki yaratılmış varlıklarda, her canlının, her bir varlığın birbirine olan uyum ve bağlılığında Allah'ın varlığının ve birliğinin delilleri görülebilsin. Ayrıca Müslümanca yaşamanın gereği olarak (mesela oruç, namaz gibi ibadetlerin vakitleri için astronomi ilminin gerekliliği, hastalıklara şifa arama emredildiği için tıp ilminin gerekliliği, imar faaliyetlerinin ve vakıf müesseselerinin sadaka-i cariye olarak emredilmesi, dünyanın herhangi bir yerindeki ilmi Müslümanın yitik hazine gibi görmesinin ifade edilmesi gibi) bazı sebeplerle söz konusu dönemde bilimsel ilerleme Müslümanlarda görülmüştür.
Teknik ilimler olan tıp, astronomi, cebir ve kimya gibi birçok alanda önemli neticeler elde eden Müslüman bilim adamları, medeniyet ve kültür sahasında kısa zamanda kendilerini tüm dünyaya kanıtlamışlardır. Buluşlarıyla yeni bir uygarlığın doğmasına vesile olan Müslümanlar, Batı’daki Rönesans ve Reform hareketlerine de öncüllük etmişlerdir.267
İslam Tarihi'ne baktığımızda, Kuran'la birlikte Ortadoğu coğrafyasına bilimin de girdiğini görürüz. İslam öncesindeki Araplar, türlü batıl inanışa ve hurafeye inanan, evren ve doğa hakkında gözlem yapmayan bir toplumdular. Ancak İslam'la birlikte bu toplumlar medenileşmiş, bilgiye önem verir hale gelmiş ve Kuran'ın emirlerine uyarak evreni ve doğayı gözlemlemeye başlamışlardır. Sadece Araplar değil, Türkler ve Kuzey Afrikalılar başta olmak üzere pek çok toplum, İslamiyet'i kabullerinin ardından aydınlanmıştır. Kur’an'da insanlara öğretilen akılcılık ve gözlemcilik, özellikle 9. ve 10. yüzyıllarda büyük bir medeniyetin doğmasına yol açmıştır. Bu dönemde yetişen çok sayıda Müslüman bilim adamı, astronomi, matematik, geometri, tıp gibi bilim dallarında çok önemli buluşlar gerçekleştirmiştir.
Tıp ve eczacılıkta İbn Sina ve Razi gibi âlimler, anatomi ve tedavi alanına pek çok yeni bilgi eklerken; tarih ve coğrafya bilimlerinde İbn Haldun, İdrisi ve Taberi gibi isimler, bilimsel teorilerde önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir. Özellikle optik alanında, onbirinci yüzyılda İbn Heysem, bu bilim dalını tek başına yeniden inşa etmiştir.
İslam dünyasında yetişen bilim adamlarından Cabir bin Hayyan, kimyasal maddeleri, uçucu maddeler, uçucu olmayan maddeler, yanmayan maddeler ve madenler'” olarak dört grupta toplar. Cabir bin Hayyan'ın bu çalışması, modern kimyanın kurucusu olarak bilinen Lavoisier'e öncülük etmiştir.
el-Kindi, Einstein'dan 1100 yıl önce 800 yılında, izafiyet teorisi ile uğraşmıştır. el-Kindi, “Zaman cismin var olma süresidir, zamanla bilinebilen ve ölçülebilen hız ve yavaşlık da hareketin sonucudur. Zaman, mekan ve hareket birbirinden bağımsız değildir, göğe doğru çıkan bir insan ağacı küçük görür, inen insan ise büyük görür' demektedir.
9. yüzyılda yaşamış olan Sabit bin Kurra, astronomi alanındaki ilk büyük yeniliği gerçekleştirmiş, diferansiyel hesabı Newton’dan önce belirlemiş, geometri ve aritmetiğe ilk uygulayan kişi olmuştur. Bunlar, gerçekten zamanlarının çok ilerisinde çalışmalardır. Söz konusu çalışmaları ile bilim tarihine adlarını yazdıran Müslüman bilim adamları, çoğunlukla devlet tarafından maddi-manevi destek görmüş, teşvik edilmiş, halk arasında itibar kazanmışlardır.
Ahmet Fergani, fen bilimlerinde, deneyle sabit olmayan bilgilere itibar edilmemesi gerektiğini söylemiş, enlemler arasındaki mesafeyi hesapladığı gibi, Dünya'nın eksenindeki ekliptik eğimi 23° 27' ilk defa en doğru şekilde hesaplamıştır.
el-Battani, Trigonometrik bağlantıları bugünkü kullanılan şekliyle formülleştirmiş, 877 yılından 929 yılına kadar sürekli astronomik gözlemler yapmış; tanjant ve kotanjant'ın tanımını yaparak sinüs, tanjant ve kotanjant'ın sıfırdan doksan dereceye kadar tablosunu hazırlamıştır. J.Risler, “Trigonometrinin gerçek manada mucidi Battani’dir.” der.
Ebubekir er-Razi, cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanmış; tıp biliminde deney ve gözlemin çok önemli olduğunu söylemiştir. Bugünkü tıp hâlâ bu metodu kullanmaktadır.
El-Beyruni; çeşitli maddelerin birbirinden ayırt edilme yollarından birinin, maddelerin özgül ağırlıkları olduğunu söyleyerek, sıcak su ile soğuk su arasındaki özgül ağırlık farkını tespit etmiştir. El-Beyrunî, Galilei'den 600 yıl önce dünyanın döndüğünü kanıtlamış, Newton'dan 700 sene önce dünyanın çapını hesaplamıştır. Bu konuda ortaya attığı tez, Avrupa’da “Beyruni kuralı” diye bilinir. El-Beyruni 973 yılında, Bilimsel çalışmaların, deneylerle ispat edilmesi gerektiğini ve belgelere dayanmasının zorunlu olduğunu söylemiştir.
İbnu'n-Nefs, 1200'lü yıllarda, Avrupalılardan 300 sene önceden küçük kan dolaşımını keşfetmiştir.
Bütün İslam ülkelerinde matematik, tıp, uzay bilimleri ve daha birçok ilmin okutulduğu eğitim kurumları, rasathaneler; dönemin en gelişmiş teçhizatları ile donatılmış hastaneler, herkese açık kütüphaneler bulunmaktaydı. 794 yılında Bağdat’ta ilk kâğıt fabrikası kuruldu. Bağdat, Harran, İstanbul ve Endülüs başta olmak üzere Mısır, Kuzey Afrika ve Doğu Fırat çevresindeki birçok İslam şehrinde, eğitim sistemi ve ilim, söz konusu döneme örnek teşkil edecek düzeyde geliştirilmişti. Müslümanlar, yaşadıkları şehirleri uygarlık merkezleri haline getirmişlerdi. Bunlardan biri olan (Endülüs şehri) Kurtuba, hastaneleri, kütüphaneleri ve Orta Avrupa'dan öğrencilerin eğitim görmek üzere geldiği okulları ile Avrupa'nın en modern şehri olarak bilinmekteydi.
el-Cezeri XIII. yüzyılın başında, Diyarbakır Artuklu Sarayı'nda 32 yıl başmühendislik görevi yaptı. el-Cezeri, su saatleri, otomatik kontrol düzenleri, fıskiyeler, kan toplama kapları, şifreli anahtarlar ve robotlar gibi, pratik birçok düzeni tasarlayan ve bunların nasıl gerçekleştirileceğini anlatan "Kitabü’l-Hiyal" adlı kitabın yazarıdır.
KAYNAKÇA
-
Abdulhamid, İrfan, İslâmda İtikâdî Mezhepler ve Akâid Esasları, (terc. M. Saim Yeprem) İstanbul, 1981.
-
Akbulut, Ahmet, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Ankara, 1992.
-
Bağçeci, Muhittin, Kelamla İlgili Çağdaşlaşmadan İleri Gelen Problemler, İlahiyat Fakülteleri Kelam Anabilim Dalı Sempozyumu, "Günümüz İnanç Problemleri"
-
Bardakoğlu, Ali, Dinin Ahlakla İlişkisi (Atatürk Kültür Merkezi Etik Paneli), 10 Haziran 2005.
-
Baykan, Erdal, “Din, Kültür ve Toplum”, Ders Notları.
-
Berger, Peter L., Dinin Sosyal gerçekliği, (terc. A.Coşkun) İstanbul, 1993.
-
Bilmen, Ömer Nasuhi, Muvazzah İlm-i Kelam, İstanbul, 1339.
-
Bursevi, İ. Hakkı, Şerhu Şuabi’l-iman (yay. Y.Çiçek) Daru’l-hadis yay., İstanbul, 2000.
-
Çağrıcı, Mustafa, Ahlak Md., DİA.
-
Çalışkan, İsmail, Kur’an’da Din Kavramı, Ankara Okulu, 2002.
-
Dereli, M. Vehbi, Açıklamalı Namaz Hocası ve İlmihal Bilgileri, Konya, 2002.
-
DİB, Görevde Yükselme Eğitimi Ders Notları.
-
Ebû Zehra, Muhammed, İslam'da Siyasî ve İtikadî Mezhepler Tarihi, Çev. E. Ruhi Fığlalı, Osman Eskicioğlu, İstanbul 1970.
-
F. Babinger, F. Köprülü, Anadolu’da İslamiyet.
-
Fazlurrahman, İslâm, (terc.M.Dağ-M.Aydın) Ankara Okulu., Ankara, 1999.
-
Fığlalı, E.Ruhi, Çağımızda İtikâdî İslâm Mezhepleri, Selçuk yay., 1986.
-
Gölcük, Şerafeddin, Kelam Açısından İnsan ve Fiilleri, İstanbul, 1979; Kelam Tarihi.
-
Gölcük, Şerafettin -Toprak, Süleyman, Kelam, Konya, 1988.
-
Heyet, (Diyanet İşleri Başkanlığı), İlmihal, Ank., 2006.
-
Işık, Kemal, Mâturîdî Kelam Sisteminde İman, Allah ve Peygamberlik Anlayışı, Ankara, 1980.
-
İbn Teymiyye, Kitabu’l-iman, Beyrut, 1983.
-
İslâmiyât “Alevîliğin Teolojisi”, 6/3 (Temmuz-Eylül-2003).
-
İsutsu, Toshihiko, İslâm Düşüncesinde İman Kavramı, İstanbul, 1984.
-
Kılavuz, A.Saim, Ana Hatları ile İslâm Akaidi ve Kelama Giriş, İstanbul, 1987.
-
Mardin, Şerif, Din ve İdeoloji, İstanbul, 1990.
-
Maturîdî, Ebu Mansur, Kitâbu’t-tevhîd Tercemesi, (terc. B.Topaloğlu) TDV yay., Ankara, 2002.
-
Naim – İ. Karakaya, İslam Ahlakının Temel Esasları.
-
Özcan, Hanifi, Epistemolojik Açıdan İman, İstanbul, 1992.
-
Özler, Mevlüt, İslam Düşüncesinde Tevhid.
-
Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akâidi, (terc. Ş.Gölcük), İstanbul, 1980.
-
Sabri Efendi, Mustafa, Mevkıfu’l-beşer tahte Sultani’l-kader (terc. İsa Doğan) İstanbul, 1989.
-
Sabuni, Nureddin, Mâturîdiyye Akaidi (terc. B.Topaloğlu) DİB yay., Ankara, ty.
-
Salih, Suphi, Ölümden Sonraki Hayat, İstanbul, 1985.
-
Topaloğlu – Y. Ş. Yavuz – İ. Çelebi, İslam’da İnanç Esasları.
-
Topaloğlu, Bekir, İslâm Kelamcıları ve Filozoflara Göre Allah’ın Varlığı, Ankara, 1979.
KUR’AN ÖĞRETME BİLGİ
VE BECERİSİ
6 - KUR’AN ÖĞRETME BİLGİ VE BECERİSİ DERSİ
(18 SAAT)
AMAÇ: Bu ünitede Kuran öğretiminin mahiyeti, Kuran öğretiminde karşılaşılan sorunlar ve dikkat edilmesi gereken ilkeler, yüzünden Kur’an okuma öğretimi ile Kuran’ı ezberleme teknikleri konusunda bilgilendirme hedeflenmiştir. Ayrıca Kur’an öğretiminde planlamanın ve teknolojiyi kullanmanın önemine dikkat çekilmiş ve öğretim teknikleri örneklerle birlikte anlatılmıştır.
Kur’an öğretim teknikleri şu ana başlıklar altında işlenecektir:
-
Kur’an öğretiminin mahiyeti, tarihçesi, kapsam ve kategorileri
1.1. Kur’an öğretiminin mahiyeti
1.2. Kur’an öğretiminin kısa tarihçesi
1.3. Kur’an öğretiminin kapsam ve kategorileri
-
Kur’an öğretiminde karşılaşılan sorunlar
-
Kur’an öğretiminde dikkat edilmesi gereken ilkeler
-
Yüzünden Kur’an okuma öğretim teknikleri
-
Küçük adımlar tekniği
-
Kelime öbekleri tekniği
-
Bir okuyucuyu modelleme
-
Metin gruplarını tekrarlama
-
Dönüşümlü günlük çalışmalar
-
Plânlı grup çalışmaları
-
Düzey geliştirme çalışmaları
Dostları ilə paylaş: |