KUR’AN’IN TANIMI, AMACI, MUHTEVASI, ÜSLUBU VE HEDEF KİTLESİ
KUR’AN’IN TANIMI:
Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim, İslam’ın en temel kaynağıdır. Bu sebeple inanan bir insan için, Kur’an’ı tanıma, okuma, anlama, yaşama ve anlatma çabasından, ihtiyaç ve sorunları doğrultusunda her fırsatta ona yönelme arzusundan daha doğal bir uğraş alanı olamaz. Nitekim Kur’an, insanı yoktan var eden Yaratıcının, kendisiyle kullarına seslendiği ilahi mesajın adıdır. İnsanoğluna gönderilen sözlerin en güzelidir. Bir Müslüman öncelikle kitabını tanımalı, onunla yüzleşmelidir.
Hz. Peygamber ve ashabı bu konuda en güzel örnek olmuşlardır. Zira Medine’de ilk Kur’an okulu “ suffe “ Hz.peygamber tarafından kurulmuştur. Sahabiler burada Kur’an’ı ezberlemişler ve anlamadıkları ayetleri Peygamberimize sorarak öğrenmişlerdir. Onların bu yaptıkları daha sonraki Müslümanlar tarafından izlenmiş ve her nesilde Kur’an öğrenilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'in isimlerinden olan "Kur'ân" sözcüğü, masdar olup kıraat etmek, okumak demektir.356 Yüce Kelâmın özel adıdır. Kur’an-ı Kerim'e bu ad, yine Kur'an-ı Kerim tarafından verilmiştir.
Terim olarak Kur’an-ı Kerim; “Yüce Allah (c.c.) tarafından, ayet ayet ayrılıp ağır ağır, dura dura insanlara okunmak üzere, Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla Hz.Peygamber’in kalbine vahyedilmek, okunmak suretiyle, Arapça olarak bölüm bölüm indirilen, Levh-i Mahfuzda ve Mushaflarda yazılı, Tevatüren nesilden nesile nakledilen, kıraatiyle ibadet edilen, doğruluğunda hiçbir şüphe bulunmayan mu’ciz ve veciz Kitabullah’tır”.357
Kur’an ilk nazil olmaya Ramazan ayında ve Kadir Gecesi’nde başlamıştır.
Kur'an-ı Kerim, Allah (c.c.) tarafından Hz.Peygamber’e bir defada değil, 23 senede, tedricen indirilmiştir. Bazen peygamberimize sorulan sorulara cevap şeklinde, bazen yeni bir hükmü beyan şeklinde, bazen de yeni emir ve yasakları açıklama şeklinde yaklaşık yirmi üç senede indirilmiştir. Bazen de Allah murat ettiği zaman da ayetler şeklinde inmiştir.
Bunun hikmeti şöyle İsra suresi 106. ayette şöyle açıklanmıştır: “Biz Onu ( Kur’an’ı ), insanlara dura dura, ağır ağır okuyasın diye (ayet ayet, sure sure) ayırdık ve Onu peyderpey indirdik.”
Allah’ın insanlara gönderdiği son din İslam’dır. Dolayısıyla İslam’dan sonra yeni bir din, Hz. Peygamber’den sonra yeni bir peygamber, Kur’an’dan sonra yeni bir kitap gelmeyecektir.
Allâh’ın, Hz.Peygamber’e verdiği en büyük mucize Kur'an-ı Kerim’dir. Kur'an-ı Kerim, lafzıyla, manasıyla ve evrensel mesajlarıyla en büyük mucizedir. Peygamberlere verilen mucizelerin tamamı anlıktır, geçicidir. Ancak ilahi mesajların sonuncusu olması münasebetiyle Kur’an Mucizesi çağlar üstü ve evrenseldir.
Kur’an-ı Kerim bütün insanlığa gönderilmiş ilâhi bir kitaptır. Bu Yüce Kitap, başları döndürecek ölçüde zengin bir kaynaktır ve her asra yetebilecek açılım gücüne sahiptir. O'nun mesajı evrenseldir. Kur’an'da bir çok âyette "Ey insanlar" denilerek bu evrenselliğe işaret edilmiştir. Bunun yanında, özellikle Furkan Suresi 1. âyette Kur’an'ın ve onun tebliğ ve temsilcisi Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) evrenselliği şöyle vurgulanmıştır: "Hayır ve bereketi ne muazzamdır o Zât'ın ki, bütün alemleri, ins ve cinni uyarsın diye o has kuluna doğruyu eğriden ayıran Furkan'ı indirdi".
Allah, Kur’an’ı birçok isim ya da vasıfla nitelemiştir. Her adlandırma veya vasıflandırma, Kur’an’ın birtakım özelliklerine ve işlevine yöneliktir. Bu isim ve sıfatlardan bazıları şunlardır: el-Kitab, el-Hüda, el-Furkan, ez-Zikr, et-Tenzil, el-Mev’ıza (Öğüt), Şifa, Rahmet, en-Nûr, el-Mübin (Apaçık), el-Mubarek, el-Büşra (Müjde), el-Azîz (Kıymetli-Yüce), el-Mecid (Şerefli-Üstün), Ümmü’l-Kitab.
Kur’an-ı Kerim’de bunlardan başka isim ve vasıflar da verilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
“el-Müheymin, el-Hakk, el-Hakîm, el-Burhan, el-Vahy, el-Beyân, el-Belâğ, et-Tezkire, el-Urvetü’l-Vüskâ, el-Fasl, el-Adl, es-Sıdk, el-Kasas, Kelâmullah, Hablullah, Ahsenu’l-hadis, el-Kayyim, el-Beşir-en-Nezir, er-Rûh, el-Mesânî” gibi.
Kur’an-ı Kerim’in Bölümleri
Kur’an-ı Kerim kısa ve uzun müstakil bölümlerden oluşur. Bunlara sure denir. Kur’an-ı Kerim 30 cüz ve 114 sureden ibarettir. Bu surelerin en uzunu 286 ayetle Bakara Suresi, en kısası ise üçer ayetle Kevser ve Asr sureleridir.
Kur’an-ı Kerim’deki her sure - Tevbe Suresi hariç - besmele ile ayrılır. Buna fasıl denir. Surelerin uzunluklarına göre tasnife edilmiştir. Buna göre sureler dört kısma ayrılır:
1) Tıvâl: (Uzun sureler): Bunlar; Bakara, Al-i İmran, Nisa, Maide, En’am, A’raf, Enfal ve Yunus sureleridir. Bazılarına göre ise Tevbe suresinin sonuna kadar 7 suredir ki bunlara Es-Seb’u’t-Tıvâl denir.
2) Miûn: Ayetleri yüzden fazla veya buna yakın surelerdir. Bunlar; Tevbe, Nahl, Hud, Yusuf, Kehf, İsra, Enbiya, Tâhâ, Mü’minûn, Şuarâ ve Sâffât sureleridir.
3) Mesânî: Ayetleri yüzden az olan surelerdir. Bunlar; Ahzab, Hacc, Kasas,
Tâ Sîn, Neml, Nûr, Enfal, Meryem, Ankebut, Rûm, Yâ Sîn, Furkan, Hicr, Ra’d, Sebe, Melaike (Fâtır), İbrahim, Sa’d, Muhammed, Lokman, Zümer, Hamimler, Mümtehine, Fetih, Haşr, Tenzil, Secde, Talak, Nûn ve Hucurat sureleridir.
4)Mufassal: Ayetleri kısa ve besmeleli fasılaları çok olan surelerdir. Bunlar; Hucurat Suresinden (49. sure) Kur’an’ın sonuna kadar olan surelerdir. Bunlar da üçe ayrılır:
a) Tıval (Uzun): Hucurat’tan Buruc’a kadar olan surelerdir.
b) Evsat (Orta): Buruc’tan Beyyine’ye kadar olan surelerdir.
c) Kısar (Kısa): Beyyine’den sonraki surelerdir.
Hicretten önce veya Mekke’de nazil olan surelere Mekki, Hicretten sonra veya Medine’de nazil olan surelere Medeni sureler denir.
Sureleri meydana getiren kısa veya birkaç cümleden meydana gelen ilahî kelama ayet denir.
Kur'an-ı Kerim’in ilk inen ayetleri Alak Suresinin ilk 5 ayetidir. Son inen ayetler ise Bakara Suresi 281, Nisa Suresi 176. ayetlerdir. Ancak bu bilgiler ihtilaflıdır.358
Kur’an-ı Kerim’in en uzun ayeti Bakara Suresi 282. ayeti olan müdayene ( yani borçlanma ile ilgili) ayettir. En kısa ayeti ise Rahman Suresi 64. ayetidir. Toplam ayet sayısı ihtilaf konusu olmakla beraber en meşhuru 6236 sayısıdır. Bu ihtilaf her suredeki Besmelenin ayet olarak düşünülüp düşünülmemesi, durak farlılıkları gibi hususlardan kaynaklanmaktadır. Yoksa okunan ayetlerin lafzında her herhangi bir eksiklik veya fazlalık söz konusu değildir.
KUR’AN’IN AMACI:
Kur’an-ı Kerim’in gönderiliş amacı: insanların inançlarını düzeltmek, ahlâkını güzelleştirmek, dünya hayatlarını düzene koymak; ilâhi irade, rıza ve düzene uygun bir dünya hayatından sonra ve bu sayede onlara ebedi saadetlerini kazandırmaktır. Kur’an-ı Kerim’in geliş amacı, bütün insanların nefislerini terbiye etmektir.
Kur’an, İbrahim Suresi 1. Ayette Yüce Rabbimizin ifadesine göre; insanlığı, cehaletin, sıradanlığın, kanıksanmışlığın karanlığından; imanın, farkındalığın, ferasetin aydınlığına çıkarmak için gönderilmiştir. Kur’an; insanlığın, rehberi, ışığı, yol göstericisi, yani hidayet kaynağıdır.
Kur’an, kendisinin gönderiliş gayesini Sad suresi 29.ayette şöyle açıklar:
“(Rasûlüm!) Sana bu mübarek Kitab'ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.”
KUR’AN’IN MUHTEVASI:
Kur'an-ı Kerîm, insanlara îtikad, ibâdet, muamelat, ukubat, ahlâk, içtimaiyat, iktisad, siyaset, tarih, hukuk, insan, kâinat ve kâinat ötesi gibi birçok hakikatlerden bahsetmiştir. Kur'an'ın bahsettiği bu hakikatlarîn en önemlilerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Kur'an bütün insanları Allah'ın varlığına, birliğine îmana, yani, tevhid inancına dâvet eder. Zihinlerde Allah'ın kudret ve azametini tespit edip yerleştirir.
2. İnsanları putperestlik ve şirkten şiddetle men'eder. Yalnız ve yalnız, tek olan Allah'a ibâdet etmeye ve O'na hiçbir şey'i şerik koşmamaya dâvet eder.
3. Kur'an insanları ilme, irfana, tefekküre çağırır. İnsanları gaflet içinde şuursuzca yaşamaktan men'eder. Allah'ın kudret ve hikmetine dikkat etmelerini, kâinata ve hâdiselere ibret gözüyle bakmalarını ister.
4. İnsanlara gönderilmiş bâzı peygamberler ve onların ümmetlerini irşad ve tebliğ tarzları hakkında bilgi verir. Geçmiş ümmetlerin hallerinden ders almamızı söyler.
5. İnsanların nefislerine esir olmamalarını, dünyayı âhirete tercih etmemelerini, dünyada her an imtihan içinde olduklarını unutmamalarını bildirir.
6. Müslümanların dinlerinde sebat etmelerini, daima hakka tâbi olup hakkı savunmalarını, düşmanları karşısında kuvvetli olmalarını tavsiye eder.
7. İçtimaî, iktisadî ve siyasî hayatta tâkip edilmesi gereken temel esasları ve saadet düsturlarını haber verir.
8. İnsanlar arasında adalet, istikamet, tevâzu', sevgi ve şefkat, ihsan, afv, edeb ve eşitlik gibi ahlâkî değerleri tavsiye eder. İnsanları zulümden, hıyânetten, kibirden, cimrilikten, intikam duygularından, katı yüreklilikten, fuhşiyattan, haramdan men'eder.
9. Allah'ın kâinata koymuş olduğu kanunların değişmeyeceğini, muvaffakıyet için bu kanunlara riayet etmenin lüzumunu anlatır. İnsana kendi gayret ve çalışmasından başka hiçbir şey'in fayda vermeyeceğini bildirir.
10. İslâm'a uyanların Cennete, uymayanların ise Cehenneme gireceğini bildirir. Bu dünyanın, âhiretteki ebedî Cenneti ve saadeti kazandıracak bir imtihan meydanı olduğunu haber verir. Ancak Allah’ın rızasını kazanmanın her şeyden daha üstün olduğunu hatırlatır.
Kur’an-ı kerim’in bilgi, irşad ve talimatla ilgili bütün muhteviyatı şu iki maddede özetlenebilir:
1-Bilinmesi ve inanılması gerekenler: Burada Allah, peygamberlik, gayb alemi hakkında bilgilerle öğütler, misaller, hikmetler ve kıssalar vardır.
2-Yapılması gerekenler: Burada ibadetler ve hayat düzeni gibi ameli ve ahlaki hükümler, öğretiler yer alır.
Bir başka taksim ile Kur’an’ın doğrudan ifade ettiği bilgiler beş bölüme ayrılabilir:
1-İbadetlerle, îctimai, hukuki ve siyasi hayatla ilgili hükümler: (farzlar, vacipler, mendublar, mubahlar, mekruhlar, haramlar vs. gibi).
2-Yahudiler, Hristiyanlar, müşrikler, münafıklar vb. - doğru yoldan sapmış – gruplarla mücadeleden bahseden mesajlar.
3-Yeryüzünün ve göklerin yaratılması, Allah’ın kâmil sıfatlarının açıklanması ve kullara gerekli bulunan diğer bilgilerin ilham edilmesi kabilinden olan ilahi nimet ve lütufların hatırlatılması.
4-İnsanlık tarihi boyunca itaat edenlerin ödüllendirilmesi ve isyan edenlerin cezalandırılmasıyla ilgili olayların bilgisi.
5-Ölüm ve sonrasıyla ilgili bilgiler.
Sonuç olarak Kur’an’ın muhteva/içerik olarak en çok üzerinde durduğu konuları varlık, tevhid ve iman esasları, duâ ve ibadetler, ahlâk ve değerler, insanlar arası ilişkiler, bilgi ve kıssalar şeklinde özetleyebiliriz. Ancak Kur’an, bütün bu konuları insanla ve onun hakikatiyle içice vermiştir. Bu açıdan bakıldığında Kur’an’ın en temel konusunun insan olduğu söylenebilir. İnsan, nasıl ve niçin yaratılmıştır, hangi özelliklere sahiptir? Her iki dünyada da huzuru, mutluluğu elde edebilmesi için nelere inanmalı, neleri yapmalı, nasıl yaşamalı ve nelerden kaçınmalıdır? İşte Kur’an-ı Kerim, bu temel hakikatleri bize hedef olarak gösterir ve bunlara ulaşmanın yollarını öğretir.
KUR’AN’IN ÜSLUBU ve HEDEF KİTLESİ:
Kur’an Arapça bir kitaptır. Kur’an’da çeşitli âyetlerde bu durum belirtilmektedir: “Biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik ki anlayasınız” (Yusuf 12/2). “Sana da böylece Arapça bir Kur’an vahyettik” (Şûrâ 42/7). “Düşünesiniz diye Biz onu Arapça bir Kur’an kıldık” ( Zuhruf 43/3).
Kur’an’ın Arapça olarak indirilmesi gayet tabiidir. Zira Hz.Peygamber’in muhatap çevresi Arabistan’dır ve ilk olarak da Kur’an o çevrede, o insanlara hitaben indirilmiştir. Çünkü her Peygambere kendi kavminin dili ile kitap verilmiştir.
Kur’an’ın kendine has bir uslubu vardır. Kur’an, mü’mine hitap ederken, inanmayanın dikkatini çeker, inkârcıyı uyarırken, mü’mine bir müjde sunar. Avam denilen genel halk kitlesine hitap ederken, ilim ve fikir ehli insanları düşündürür, âlime söylerken cahile dinletir. Cahile söylerken âlime dokundurur. Geçmişten bahsederken geleceği gösterir. Bugünü tasvir ederken, yarını anlatır. En sade ve basit görülen şeylerden en yüksek hakikatlere götürür. Gayb âleminden bahsederken, dünya âlemini ihmal etmez. İnsandan bahsederken, onun her iki dünya ile olan ilişkisine doğrudan veya dolaylı olarak değinir. Çeşitli mukayeseler, karşılaştırmalar yapmak suretiyle insan zihnini açmayı ve onu düşünmeye sevk etmeyi amaçlar.
Kur’an’ın hiçbir yerinde bölüm ve konular başlıklar halinde verilmez.
Sıradan kitapların aksine Kur'an, edebî bir sıraya göre tertip edilmiş belirli konular hakkında bilgi, fikir ve tartışmaları ele almaz. Bu nedenle Kur'an'a yabancı olan kişi, onunla ilk karşılaştığında onun, bölümlere ve kısımlara ayrılmamış oluşunu veya onda farklı konuların farklı şekillerde ele alınmadığını ve hayatın farklı yönleri ile ilgili emirlerin onda düzenli bir şekilde verilmemiş olduğunu görünce şaşkınlığa düşer.
Buna mukabil, daha önce hiç karşılaşmadığı ve onun kitap anlayışına çok da benzemeyen bir şeyle karşılaşır. Kur'an'ın imanla ilgilendiğini, ahlâkî direktifler verdiğini, kanunlar koyduğunu, insanları İslâm'a çağırdığını, kâfirleri uyardığını, tarihî olaylardan ibret dersleri verdiğini, uyarılarda bulunduğunu, müjde verdiğini ve bunların hepsinin bir âhenk içinde sunulduğunu görür. Aynı konu farklı şekillerde tekrar edilir ve görünürde hiç ilgisi olmayan bir konu diğerini takip eder.
Bazen hiç görünür bir sebep yokken, bir konunun ortasında başka bir konu anlatılır. Konuşmacı, hitaplar ve hitabın yönü hiçbir kurala uymaksızın sürekli değişir. Hiçbir yerde bölüm ve konuları ayıran bir işaret yoktur. Tarihsel olaylar anlatılır, fakat anlatım tarih kitaplarındaki gibi değildir. Felsefî ve metafizik sorunlar bu konulardaki ders kitaplarından çok farklı bir şekilde ele alınır. İnsandan ve evrenden, tabiat bilimlerindekinden farklı bir dille bahsedilir. Aynı şekilde kültürel, politik, sosyal ve ekonomik problemleri çözmede Kur’an kendi metodunu izler; kanunları ve prensipleri sosyologlardan, hukukçulardan ve hâkimlerden farklı bir şekilde ele alır.
Kur’an, insanı zaman zaman yerin, ğöğün derinliklerinde dolaştırır. Dünyadan âhirete götürür, ve biraz ileride tekrar dünyaya getirir. İnsan kendini âhiret nimetleri arasında sanarken bir bakar ki dünyanın gerçekleri ile karşı karşıyadır. Zifirî karanlıklardan birden aydınlığa çıkar. Gök gürültüsü içinde iken, ansızın berrak bir hava ve güzel bir şekilde bezenmiş bir çevre ile başbaşa kalır.
Kur’an’ın genel üslûbu tasvirdir ve o, olayları ikili, karşıtlı olarak anlatır. Yani olayları canlandırarak ve sahneleştirerek anlatır. Böylece insanların Kur’an’da anlatılan olayları mukayese etme imkânı vardır. Örneğin cennet, cehennem, gök, yer, melek, şeytan, emir, nehiy, müjde, tehdit veya müminlerin durumları anlatılır sonra kâfirlerin hali dile getirilir.
Kur’an’ın üslubu ve bir konuyu takdim biçimini ayrıca şöyle sıralayabiliriz: Haber verme, tasvir, kıssalarla ibret aldırma, soru-cevap, karşılaştırma, benzetme, örnekle anlatım, nasihat-öğüt verme, müjdeleme-korkutma, meydan okuma vb.
Kur’an-ı Kerim’den önce Araplar’da sözlü edebiyatın iki şekli vardır: Şiir ve nesir. Nesir hitabet ile kâhinlerin kafiyeli sözlerinden ibarettir. Kur’an şiir olmadığı gibi, Arapların bildiği nesirden de farklıydı. O, öğüt ve talimattan ibaret olan iki amacını gerçekleştirmek üzere şeklin ve üslubun en uygunlarını seçmiş, yerine göre uygun geçişler yaparak; misaller, kıssalar ve tarihi olaylardan yararlanarak vermek istediğini ve etkili bir şekilde vermiştir.
Kur’an’ın üslûbuna dair konulardan biri de sûrelerin “Mekkî” ve “Medenî” şeklindeki tasnifidir. Sûrelerin Mekkî ve Medenî oluşları hakkında Hz. Peygamber’den bir açıklama gelmemiştir. Zira onun sağlığında sahabenin böyle bir beyana ihtiyacı yoktur. O halde surelerin Mekki mi, Medeni mi olduğunu bilmek sahabe ve tâbiûndan gelen haberlere dayanmaktadır.
En muteber görüşe göre Mekkî-Medenî ayrımındaki ölçü “hicrettir”. Bu görüşe göre hicretten evvel nâzil olan âyet ve sûreler Mekkî, hicretten sonrakiler de Medeni sayılmıştır. Bilindiği üzere Rasûlullah’ın (s.a.v.) 23 yıllık tebliğ görevi Mekke devri ve Medine devri olmak üzere iki önemli kısma ayrılıyor. Yaklaşık 13 yıl olan Mekke döneminde inen sûre ve âyetlere Mekkî, sonraki 10 yıllık Medine döneminde nâzil olanlara ise Medenî sûre veya âyetler denilmektedir.
Mekkî veya Medenî olma, âyetten çıkacak hükmü, sonucu etkilemez. Âyet ve sûreyle ilgili olarak yan bir bilgidir ama açıklayıcı mahiyettedir. Âyetlerin nâzil oluş ortamını, o anda Müslümanların ve onların muhatabı olan diğer toplulukların durumunu kısmen yansıtır. Bizleri, âyetin veya sûrenin indiği şartlar hususunda fikir sahibi kılar. Bu bakımdan Mekkî-Medenî bilgisi de mesajı daha iyi anlamayı kolaylaştırıcı etkenlerdendir.
Mekki surelerde, mesajlar kısa ve yoğun cümlelerdir ve hitap ettikleri topluluğun dil zevkine uygun olarak akıcı ve etkileyici bir dile sahiptirler. أَيُّهَا النَّاسُ يَا = “Ey İnsanlar” ibaresi bulunan, yemin ile başlayan vurgulu ifadeler, kısa ve etkili cümleler, Mekke’de inen sûre ve âyetlerin diğer bir karakteristik özelliğidir. Yine âhiret, oradaki ceza ve mükâfatın gerekli olduğu ve mantığın da bunu gerektirdiği gibi temel inanç konularına yer vermesi, genel olarak bir sûrenin Mekkî olduğunun bir başka alâmetidir. İçinde secde âyeti bulunan her sûre Mekkidir. Bakara ve Âl-i İmran sureleri hariç huruf-u mukattaa ile başlayan sureler mekkidir.
Hadler ve miras payları (feraiz ) ihtiva eden sûreler, cihâda izin veren ve cihâd hükümlerini ihtiva eden sûreler, Ankebut sûresi hariç, içinde münafıklardan bahseden her sûre Medenidir. Kısaca muâmelat, ukûbât, aile ve cemiyet içindeki durum ve vazifelerle ilgili âyetler içeren sûreler Medenidir.
Kur’an’ın üslubu hakkında bilgiyi artırmak için varlıklar arasındaki bazı münasebetlerden bahsetmek uygun olacaktır.
Kur’an’da Allah-Âlem Münasebeti
Kur’an çerçevesinde Allah-âlem münasebetinden söz ederken insanın da, âlemin bir parçası olduğunu unutmamak gerekir. Burada âlemden kastımız, Allah'ın yarattığı her varlık ve oluştur. Alem, temelde iki kategoride ele alınır. Görünen âlem (Şehâdet), görünmeyen âlem (Gayb). Görünen âlemde insanlar, hayvanlar, bitkiler, madenler, diğer gezegenler, güneş, ay, kısaca uzayda bulunan ve bizim, hakkında bilgi elde edebileceğimiz veya görebileceğimiz varlıklar ve oluşlar yer alır. Görünmeyen âlemde de çeşitli varlıklar ve hadiseler vardır. Melekler, Cinler ve mahiyeti hakkında açıklama yapılmayan diğer varlıklar bu cümledendir. İnsanın yaratılışından önceki safhalar da, insanın bilmediği şeylerdir. Kabir hayatı, ölen insanların ruhlarının, nasıl bir hayat sürdürdükleri, yine insanın bilmediği gaybî konulardır.
Kur’an'a göre Allah, görünen ve görünmeyen âlemin Yaratıcısıdır. O, âlemin bir nizâm içinde varlığını devam ettirmesi için tabiî kanunlar koymuştur. Âlemde görünen her şey, -insanın kendisi de dahil olmak üzere- Allah'ın tabiî ayetleridir. Bu ayetler, hem Allah'ın varlığı, birliği ve kudretini gösterirler, hem de âlemin, iki yönlü olduğunu ve insanın, görünmeyen bir gayb alemiyle içice yaşadığına işaretler taşırlar. Sonuç olarak Allah-âlem ilişkisi, süreklidir. Alemdeki her şey, Allah'a boyun eğmektedir.
Kur’an’da Allah-İnsan Münasebeti
Allah, insanı, Kendini rahatlıkla tanıyabilecek ve O'nunla ahlakî ilişkiyi gerçekleştirebilecek bir fıtratta yaratmıştır. Bu yönüyle insan, Allah'a kopmaz bir bağla bağlıdır. Aslında onun, bu bağın farkına varması için bir engel yoktur; ancak onun, kötülüğe olan meyli, bu bağı fark edememesi neticesini doğurabilir.
Allah'la insan arasındaki bu manevî bağ, öylesine güçlüdür ki inanmayan insanın hayatının belli dönemlerinde bile, varlığını hissettirir. Kur’an, buna işaret etmektedir. Kur’an'ın ifadesine göre insanlar, çok büyük felaketler karşısında, bütün çarelerin tükendiği bir anda, kendilerinden daha kudretli bir güce, yani Allah'a yalvarmaya başlarlar.
Allah, insan hiçbir şey iken onu yaratmıştır. Onu, nutfeden yaratmıştır. Onu, rahimlerde dilediği gibi şekillendirmiştir. O'nu, eh güzel bir biçimde yaratmıştır. Ona göz, kulak ve kalp vermiştir. Ona rızık vermiştir. Onu, iyiye ve kötüye eğilimli olarak yaratmıştır. Ölümü ve hayatı o yaratmıştır. O, bütün âlemin sahibidir. Gökleri ve yeri O, yaratmıştır.
Kur’an’da İnsan-İnsan Münasebeti
Kur’an'ın temel mevzularından birisi de insan-insan ilişkisi ile ilgilidir. Bu da ahlak ve hukuk kuralları olarak karşımıza çıkmaktadır.
İnsanların uyması gerekli kaideleri ve ilkeleri koyan Allah'tır ve bu ilişkiler Allah'ın değerlendirmesiyle değerini bulur. Kur’an, insanın hep vicdanına seslenir. Onun için Kur’an'ın iyi dediğiyle insanların iyi dediği arasında bir paralellik vardır. Kur’an'ın asırlar boyunca milyarlarca insanın ahlakî hayatına yön vermesi onun, ahlak ilkelerini anlatırken insanın gerçeğinden hareket etmesindendir.
İnsanlar arası münasebetlerde vazgeçilmez bir olgu da, hukuktur. Kur’an da, insanların ahlakî konudaki zaaflarını göz önüne alarak onların aralarındaki ilişkileri düzenlemiş ve bazı konularda hükümler koymuştur. Bu hükümler, Amme Hukuku ve Husûsî Hukuk alanlarıyla ilgilidir. Amme Hukuku içinde, İdare, Ceza ve Devletler Umûmî Hukuku gibi konular vardır. Aile, Miras, Eşya ve Borçlar Hukuku da Husûsî Hukuk çerçevesinde mütalaa olunurlar.
Kur’an’da İnsan-Âlem Münasebeti
İnsan, Kur’an açısından âlemi farklı görme imkanına sahip olmaktadır. Alem, gayb ve şehadet âlemi olarak birbiriyle içice olan iki boyuttan oluşur. Bu, Kur’an'a inananın âlem anlayışına bir perspektif katar. O, atmosferi, meleklerle paylaştığı hissine sahiptir. Allah'ın, âlemle her an bir şekilde ilişki içinde olduğunu bilir. Bu bilgi, ona, âlemin olmuş bitmiş ve kendi başına hayatiyetini devam ettiren bir nitelikte olmadığı hissini verir. Bu, müminin şuur dünyasının farklı biçimde şekillenmesini sağlar. Onun dünya hakkındaki görüşü, inanmayana nispetle çok farklı bir nitelik taşır.
Bütün bir âlem, Allah'ın yaratığı olmak bakımından Allah'ın varlığının ve kudretinin belgeleridir. Bütün âlem, şuurludur ve Allah'ı kendi lisanıyla tespih etmektedir. Bu bilgi, insanın âlemle ilişkisine başka bir boyut katar. Bu bilgi, onun âlemdeki diğer varlıkları, şuurlu varlıklar, canlı varlıklar olarak görmesini sağlar. Bu da, müminin çevreye ve tabiata karşı bakışını etkiler. O, tabiatı, kendi yararı istikametinde kullanırken daha dikkatli, daha titiz davranır. Çünkü tabiatın her parçasında hayat vardır.
Kur’an, üslûbu itibariyle i’caza sahiptir. Kur'ân-ı Kerîm'in bir sûresinin, hatta bir âyetinin benzerinin yapılamaması özelliğine, onun i'câzı denir. Bu yüzden Kur’an’ın i’cazı konusuna da değinmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz. Sözlükte i'câz "âciz, çaresiz bırakmak"tır. Mu'ciz "çaresiz bırakan", mucize ise "sıradan insanların yapamadığı, ancak peygamberlere Allah'ın lutfettiği, olağan üstü fiiller, etkiler ve haller"dir. Kur'an mu'cizdir; çünkü meydan okuduğu halde kimse benzerini yapamamıştır. Kur'an mucizedir, çünkü bu eşsiz kitap son peygamber Hz. Muhammed'in peygamberliğinin hak ve gerçek olduğunu ispat eden en kalıcı delil olmuştur. Kur’ân-ı Kerim’in i'câzını ortaya koyan üç özelliğinden söz etmek mümkündür:
1- Söz Sanatı: Seçilen kelimeler, kelimelerin dizilişi, grameri, uygulanan edebî sanatlar, mûsiki ve kelimelere -dilin imkânları sonuna kadar kullanılarak- yüklenen mânalar taklit edilemez mükemmelliktedir.
Dostları ilə paylaş: |