II-İlahi Vahiy:
İlahi Vahiy de Genel Vahiy ve Özel Vahiy diye iki kısma ayrılır. Genel Vahiy: “Allah’ın kâinatta yarattığı varlıklara hareket tarzlarını bildirmesidir.” Bu çeşit vahiy, varlıkların, yaratılış gaye ve düzenini algılamaları ve ona göre uyum sergilemeleridir. Bu yaratıkların fıtrat zorunluluğudur. Özel Vahiy ise “Allah’ın mesajlarını kullarına insanların alışık olmadığı bir tarzda gizli ve süratli bir şekilde direk veya seçtiği elçiler vasıtasıyla bildirmesidir.”259 Kur’an’da bildirildiğine göre özel vahiy, ya ilham (iç aydınlanması) ya perde arkasından veya elçi vasıtası ile gerçekleşir. Allah’ın insanlarla konuşması diye yorumladığımız bu vahyin çeşitlerini, kelimelerle tam olarak tasvir etmek mümkün değildir. Zira bunların gerçek keyfiyetini, ancak bu çeşit vahiylerle bizzat muhatap olup yaşayanlar bilir. Allah, bu tür özel vahyi, ancak peygamberlerine nasip etmiştir.260 Vahyin Allah tarafından peygamberlere iletilmesi, tek taraflıdır. Peygamberlerin bunda iradeleri yoktur. Bu açıklamadan sonra İlahi Vahyin kısımları olan Genel Vahiy ve Özel Vahyin Kur’an’da ki kullanımlarıyla izahına geçelim.
A-Genel Vahiy: 1-Meleklere Olan Vahiy:
Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de Cebrail’e ve diğer meleklere de vahyettiğini haber veriyor. Allah’u Teala’nın Cebrail’e vahyettiği ile ilgili ayet şöyledir:“Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi.”261 Bu şekilde Allah Teâlâ, kuluna verdiği vahyi verdi. Burada kelimesindeki zamirin Allah'a râci olduğunda ihtilâf yoktur. Müthiş kuvvetlerin sahibinden maksat Allah olduğuna göre, burada da vahyedenin o olduğu açıktır. Diğer tefsir şekillerinde de ifadenin akışından Allah'ın isminin zikredildiği kabul edilmektedir. Şu halde burada başlıca iki mana üzerinde durulabilir. Birisi. İşte Cebrail ona böyle yaklaştı da, Allah Teâlâ'nın elçisi Muhammed (s.a.v)'e gönderdiği her vahyi getirdi, ona vahyetti ve öğretti. Başlangıçta hakiki suretiyle görünerek getirdikleri şeylerin Allah'ın vahyi olduğunu öğretti ve belirli zaman aralıklarıyla tebliğ etti. Diğer mana da şöyledir: İşte Allah'ın has kulu olan arkadaşınız Muhammed (s.a.v), İstiva ettikten sonra O, Rabbine öyle yaklaştı ki, bütün vasıtalar kaldırıldı ve Allah Ona doğrudan doğruya verdiği vahyi verdi. Yani Miraç’ta her ne vahyetti ise Cibril'in dahi herhangi bir aracılığı olmaksızın vahyetti.262
Kur’an’da Allah’u Teala’nın diğer meleklere olan vahyi şöyledir: “Hani Rabbin meleklere: "Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun; Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına! diye vahyediyordu. Bu söylenenler, onların Allah'a ve Resulüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır.”263 Bu ayette geçen vahiy kelimesinin anlamı Allah’ın vahiy olarak meleklere ilka ettiği emrini meleklerin acilen yerine getirmeleridir. Elmalılı bu ayeti şöyle tefsir ediyor: İşte o vakit, ey Muhammed! Rabbin meleklere şöyle vahyediyordu: Ben sizinle beraberim, yani yardımım ve inayetim, imdadım ve muvaffakiyetim sizinle beraberdir. Şu halde, ey meleklerim, iman edenleri tespit ediniz, ayaklarını kaydırmayıp, dimdik ayakta kalmalarını sağlayınız. Yakında Ben kâfir olanların kalplerine korku salacağım, o zaman hemen boyunlarının üstüne vurunuz ve onların parmaklarına kadar her taraflarına vurunuz.264
Kur’an’da Allah’u Teala’nın meleklerle söyleşmesinden bahseden ayetlerde mevcuttur. Yalnız bu ayetler vahiy kelimesinin müteradifleriyle kullanılmıştır.265
Allah dilediği kuluyla konuşur. Bu konuşmadan ruhani varlıklar olan melekler de nasibini almıştır. Ancak meleklere olan vahiy peygamberlere olan vahiyden farklıdır. Peygamberlere olan vahiy, hakiki vahiy olurken meleklere olan bu vahiy mecazidir.266
2-Peygamberler Dışında Diğer İnsanlara Olan Vahiy:
Vahiy kelimesinin anlamlarını verirken birçok manaya geldiğini söylemiştik. Peygamberler dışında diğer insanlara olan vahiy, peygamberlere olan vahiyden farklıdır. Peygamberler dışında diğer insanlara olan vahiy, “ilham etmek” ve “ilka etmek” anlamlarına gelir. Allah’u Teala, İnsanlardan Hz. İsa’nın (a.s.) havarilerine267 ve Hz. Musa’nın (a.s.) annesine hitaben, Hz. Meryem’e de Cebrail’i göndermek suretiyle vahiyde bulunmuştur. Hz. İsa’nın (a.s.) havarilerine yapılan vahiy Kur’an’da şöyle ifade edilir: “Hani havarîlere, "Bana ve peygamberime iman edin" diye ilham (vahiy) etmiştim. Onlar (da), "İman ettik, bizim Allah'a teslim olmuş kimseler (Müslümanlar) olduğumuza sen de şahit ol" demişlerdi.”268 Burada geçen vahiy kelimesinin manası ima etmek, emretmek,269 kalplerine süratli bir şekilde atmak270 ve kalbe ilka etmek271 anlamlarına gelmektedir. Kurtubi de bu ayette geçen vahiy kelimesinin ima etmek anlamında olduğunu söylemektedir. Yani “Ben, onlara ilham etmiş ve kalplerine böyle bir manayı bırakmıştım” anlamındadır.272
Hz. Musa’nın annesine yapılan vahiy de Kur’an’da şöyle geçer: “Musa'nın anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız, diye bildirdik (vahyettik).”273 Ayetteki "vahiy" kelimesi ya "Rabbin arıya vahyetti."274 ayetinde olduğu gibi "ilham" manasında ya da rüyada gelen vahiy manasında kullanılmıştır.275 Müfessirler, bu vahyin peygamberlik vahyi değil, ilham veya rüya demek olduğunu söylüyorlar. Demek ki ilham, kelâmcıların dediği gibi genel için ilim sebeplerinden olmamakla beraber, sahibi için ameli gerektirecek bir kuvvet olabilir.276 Musa'nın annesine ilham ederek kalbine, onu emzirme fikrini attık. İbn Abbas "Bu, ilham şeklinde bir vahiydir" der. Mukâtil de: "Bunu ona Cebrail bildirdi" demiştir. Kurtubi şöyle der:" Mukatil'in sözüne göre bu olay, ilham değil, bildirme şeklinde bir vahiydir. Tefsircilerin tümü, Musa'nın (a.s.) annesinin peygamber olmadığı fikrinde birleşmişlerdir. Ona meleğin gönderilmesi, meşhur hadiste anlatılan kel, alaca hastası ve kör ile konuşması gibidir.277 Peygamberlik olmaksızın, meleklerin insanlarla konuşması bu kabildendir. Melekler İmran b. Husayn'a selam verdiler ama o bir peygamber değildi." Ona "Firavun'dan gelecek bir kötülükten korkarsan, onu bir sandığa koy ve denize yani Nil nehrine at. O helak olur diye korkma, ayrılığına da üzülme, Şüphesiz biz, onu sana geri vereceğiz ve onun vasıtasıyla İsrail oğullarını kurtarmak için onu peygamber kılıp o azgın Firavun'a göndereceğiz" dedik.278
Konuyla ilgili olarak başka bir ayette Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “Bir zaman, vahyedilecek şeyi annene (şöyle) vahyetmiştik: Musa'yı sandığa koy; sonra onu denize (Nil'e) bırak; deniz onu kıyıya atsın da, benim düşmanım ve onun düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Musa! Sevilmen) ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden sevgi verdim.”279 Ebu Hayyân şöyle der: "onu atsın." Bu, haber manasına emirdir. Vurgulu olması için, emir kipiyle gelmiştir. Çünkü emir, fiillerin en kesini ve yapılması en gerekli olanıdır."280
Fahrettin er-Razi, Âlimlerin bu ayette geçen "vahiy" ile ne murat edildiği hususunda ki görüşlerini şöyle izah ediyor:
1) Bununla, Hz. Musa (a.s)'nın annesinin gördüğü bir rüya kastedilmiştir. Bu rüyanın yorumu Hz. Musa (a.s)'nın tabuta konulup, denize (Nil’e) bırakılması ve Allah Teala'nın onu tekrar annesine kavuşturması şeklinde idi.
2) Bununla, Hz. Musa (a.s)'nın annesinin kalbine bir anda düşen kesin bir karar kastedilmiştir. Binaenaleyh içine düştüğü bir durum hususunda düşünen herkes için, o şeyden kurtulmaya en uygun fikir ortaya çıkar işte akla gele o fikre de "vahiy" denir.
3) Bununla "ilham" kastedilmiştir. Fakat ilhamdan bahsettiğimizde, bununla "akla gelen, kalbe galip olan şey" manasını kastederiz. Binaenaleyh bu da tıpkı ikinci izah gibi olmuş olur. '
Bu üç izaha, şu şekilde itiraz edilmiştir: "Denize atmak da, onu helak etmek (öldürmek) gibi bir şeydir. Binaenaleyh bu durum, Firavun'dan görülmeye alışılmış olan o öldürme işinin korkusuna denk bir korkudur. Dolayısıyla, bunların ikincisinden korunmak için birincisini yapmak nasıl caiz olabilir?
Buna şu şekilde cevap verilir: Belki de Hz. Musa (a.s)'ın annesi, araştırma neticesinde rüyasının doğruluğunu anlamıştır. Böylece de çocuğunun Firavun'un eline düşmesinden ise, denize bırakmasının kurtulmasına nispeten imkân vereceğini zannı gâlible anlamış olur.
4) Belki de bu husus o zaman mevcut olan, Şuayb (a.s) ve benzeri bir peygambere vahyedilmişti. Daha sonra o peygamber bunu Hz. Musa (a.s)' nın annesine, ya sözlü olarak (bizzat), ya haber göndererek bildirmiştir.
Buna da şu şekilde itiraz edilmiştir. Eğer bu durum böyle olsaydı, Hz. Musa (a.s)'ın annesinin içine düştüğü o çeşit korkular, ona gelmezdi.
Bu itiraza da şöyle cevap verilebilir: Böylesi bir korku, insanlık gereğidir. Nitekim Hz. Musa (a.s) da, Kendisine bizzat Cenâb-ı Hak, Firavuna gitmesini emretmesine rağmen, Firavun’dan korkmuştu.
5) Belki, de Hz. İbrahim (a.s), Hz. İshak (a.s), Hz. Yakup (a.s) gibi, daha önceki peygamberler bunun böyle olacağını haber vermişlerdi. Bu haber de o kadına ulaşmıştı.
6) Belki de Cenâb-ı Hak, tıpkı Hz. Meryem'e, "O (Cebrail), (Meryem'in) kendisine hilkati tam bir insan şeklinde görünmüştü"281 ayetinde de belirttiği gibi, Cebrail'i göndermesi şeklinde, peygamberlik söz konusu olmaksızın, Hz. Musa (a.s)'ın annesine de bir melek göndermiştir. Ayetteki, "Annene vahyedilmesi gerekli olan şeyi vahyettik" demektir. Bunun vahyedilmesi gerekli olmuştur. Çünkü hâdise çok büyük ve önemlidir. Bu hususta doğru ve faydalı olanı bilmek ancak vahiy ile mümkündür. Binaenaleyh bu vahiy gereklidir.282
Hz Musa’nın annesine olan vahiy, onu peygamber yapacak bir vahiy olmayıp, karşılaşacağı zorluklarla ilgili bir müjdeleme ve haber verme hüviyetini taşıyan bir vahiydir.283
3-İnsanlar Dışında Diğer Canlı Varlıklara Olan Vahiy:
İnsanların dışındaki canlı varlıklara da vahyin geldiği Kur’an’da zikredilen bir husustur. Bunun örneği de bal arısıdır. Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti(vahyetti). Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.”284 "İlham etti" şeklinde çevirdiğimiz “evhâ” filinin türetildiği vahiy kavramı, burada "canlının kendisine yararlı olanları alması, zararlılardan sakınması ve kendi geçimini sağlaması hususunda muhtaç olduğu becerileri Allah Teala'nın onda yaratması" anlamındaki ilham karşılığında kullanılmıştır. Psikolojide buna içgüdü denmektedir.285 Günümüzde buna sevki tabiî denilmektedir. Rabbin bal arısına vahyetti. Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptığı çardaklardan kendine evler edin. Burada vahiyden maksat, ilham ve yol göstermektir. Yani Allah arıya onun faydalarını ilham etti ve ona güzel altıgen evler yapma yolunu gösterdi. Arı üç yerde bu evlerde barınır: Dağlarda, ağaçlarda ve insanların yaptığı kovanlarda.286
Konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacak Akseki’nin yorumu şöyledir: Allah tarafından arılara vaki olan vahiy, Peygamberlere vuku bulan vahiy şekli değildir. Fakat şurasını da unutmamak gerekir ki: İlham, ne ilmi ne de ameli bir vacibiyet ve mecburiyet ifade eder. Hâlbuki “Rabbin bal arışına vahyetti ki...” mealinde olan yetin ifade ettiği manalar, ameli zaruret ifade eden hususi bir fıtrattır. Denebilir ki: Arının sanatı, nübüvvet ifade eden bir vahiy olmamakla beraber zaruri ve şaşmaz bir hüküm ifade etmesi bakımından ona benzemekte ve vahiy denilen ruh halinin kuvvet ve isabetini tasavvur etmek ve düşünebilmek cihetinden ilhamdan daha kuvvetli bir misaldir. Bununla ifade olunuyor ki; Allah Teala tarafından arıya petek ve bal yapmak ruh ve sanatı, şaşmaz bir vücub ve isabetle verildiği gibi Peygambere gelen vahiy de öyledir; o da zaruri, yakini ve içten bir ilimdir, başka türlü olma ihtimali yoktur. Buna işaret içindir ki, ayeti kerimede “Rabbin” buyrulmuştur. Binaenaleyh, arıya “Allah arıya vahyetti” demek, ona “hiç şaşmayan bir ruh ve fıtrat verdi ve görünür bir vasıta olmaksızın gizli bir surette tedbir ederek ona muntazam petek yapmak ve bal toplamak duygu ve sanatını tam bir katiyetle talim etti, belletti” demektir.287
4-Cansız Eşyaya Olan Vahiy:
Kur’an-ı Kerim’de Allah’u Teala’nın cansız olan yere ve göğe de vahyettiğine dair ayetler mevcuttur.
Allah’ın yere olan vahyi Kur’an’da şöyle zikredilir: “"O gün (yeryüzü) bütün haberleri anlatacaktır. Çünkü Rabbi kendisine (o vecih ile) vahyetmiştir."288 Buradaki vahiy kelimesine müfessirler farklı manalar vermişlerdir. Bunlardan bir kısmı: ona emretti,289 ona bildirdi, ona vahyetti,290 ona dedi,291 ona ilham etti292 ve ona süratle emir ve telkin etti şeklindedir. Ardından yerin bu haberleri vermesi, Yüce Allah'ın, bunu ona emretmesi ve üzerinde meydana gelen bütün olayları anlatma izni vermesi sebebiyledir. Bu durumda yer, asiden şikâyetçi olacak ve aleyhinde şahitlik edecektir. İtaatkâr’a da teşekkür edecek ve onu övecektir. Allah'ın her şeye gücü yeter.293
Yere vahyedilmesi ve yerin olanları anlatması ayetleri dört şekilde yorumlanmıştır:
a) Allah yere bir çeşit konuşma ve anlatma yeteneği verir, o da üzerinde olup bitenleri ve kimin ne yaptığını açık açık anlatır. Nitekim bir hadiste “kıyamet gününde arzın dile gelerek konuşacağı bildirilmiştir.”294
b) O gün Allah'ın hükmü uyarınca arz, üstünde olup bitenleri tek tek sayıp dökercesine insanların orada yaptıkları her şeyi açığa çıkarır.295
c) Yer, o büyük sarsıntıyla âdeta dünyanın son bulduğunu ve âhiretin geldiğini haber verir. Sonuçta önemli olan arzın gerçek anlamda konuşup konuşmaması değil, dünya hayatının bittiğini ve herkesin neler yaptığını açık açık ortaya koyması ve artık orada hiçbir şeyin saklı gizli kalmayacak olmasıdır. Ayetin bunu anlatmaktan maksadı ise insanların bu gerçeği göz önüne alarak o gün arzın kendisi hakkında iyi şeyler söylemesini sağlayacak bir hayat yaşamasıdır.296
d) Zemahşeri’ye göre yerin haber vermesi hakikat olmayıp mecazdır. Bundan maksat da, Allah’ın yerde lisan ile söyleyen biri yerine geçecek bir takım haller yaratacağıdır.297 Bu manaya göre Allah’ın yere vahyetmesi “kün feyekün”298 emri gibi tekvini olur.299
Allah’ın göğe olan vahyi Kur’an’da şöyle zikredilir: “Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semayı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, aziz, âlim Allah'ın takdiridir.”300 "Yedi gök" deyiminin evrendeki birçok kozmik sisteme delâlet ettiği düşünülebilir.301 "Her göğe işlevini ilham etti" cümlesi, kozmik sistemlerin Allah'ın iradesiyle kurulup işlediğine işaret eder. Her göğe görevinin vahyedilmesi, meleklerin, yıldızların ve diğer gök cisimlerinin, yaratılmak suretiyle her birine işlerinin bildirilmesidir.302
Razi’ye göre göklere olan vahiyden maksat Allah’ın onlara emrini ve teklifini yöneltmesidir. Onlar da Allah’ın bu emrine itaat etmişlerdir. Dolayısıyla Allah’ın bu teklifi onlara has kılınmıştır.303
Elmalılıya göre “Her gökte ona ait emri de vahyetti” ayetinin manası; Her "sema"nın meleklerine orada cereyan edecek işlerin emrini de telkin buyurdu ki bu da "tamamlama" cümlesindendir.304
Bu ayetlerin tefsirlerinden anlaşılmaktadır ki Allah’ın göğe vahyetmesinin manası, gökleri tedbir ve onlara gereken ve uygun olan şeylerin emredilmesi, bildirilmesidir. Kanaatimizce bu ayetin tefsirinde Elmalılıdan ziyade Razi’ nin yorumu daha uygundur. Çünkü Elmalılının yorumuna göre, göğe hitaben yapılan vahiy, meleklere hitaben yapılan vahiyden305 farksızdır. Üstelik bu manada kullanılan vahyin mecaz olduğu açıktır. Çünkü Allah’ın tabiata koyduğu “ilahi kanun” “vahiy” olarak ifade edilmektedir.306
B-Özel Vahiy:
Özel Vahiy “Allah’ın mesajlarını kullarına insanların alışık olmadığı bir tarzda gizli ve süratli bir şekilde direk veya seçtiği elçiler vasıtasıyla bildirmesidir.”307 Allah, bu tür özel vahyi, ancak peygamberlerine nasip etmiştir.308 Özel Vahyi de Hz. Muhammed (sav)’den önceki peygamberlere olan vahiy ve Hz. Muhammed’e olan vahiy diye iki başlıkta inceleyeceğiz.
1-Hz. Muhammed’den Önceki Peygamberlere Olan Vahiy:
Allah’u Teala insanoğlunu yeryüzüne imtihan için göndermiştir. İnsanın yaratılışının gayesi de Allah’a kulluktur. Bu kulluğun en güzel şekilde yerine getirilmesi ise ancak peygamberlerle mümkündür. İnsanı yaratan Allah onu başıboş bırakmamıştır. İnsanlığın atası Hz. Âdem’dir309 ve peygamberlikte onunla başlamıştır.310 İlk peygamber Hz Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e kadar pek çok peygamber gelip geçmiştir. Vahiyle muhatap olan peygamberlerin sayısı konusunda Kur’an’da herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.311 Fakat Hz. Peygamber bir hadislerin de peygamberlerin sayısının 124 bin olduğunu bunlardan 315’inin resul olduğunu haber vermektedir.312 Bu peygamberlerden vahiyle muhatap olan ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdemdir.313
Kur’an’da ismi geçen ve kendilerine Allah’u Teala’nın vahyettiği peygamberlerin sayısı 25 tanedir. Bunlar; Âdem,314 İdris,315 Nuh,316 Hud,317 Salih,318 Lut,319 İbrahim,320 İsmail,321 İshak,322 Yakup,323 Yusuf,324 Şuayb,325 Harun,326 Musa,327 Davut,328 Süleyman,329 Eyyüb,330 Zülkifl,331 Yunus,332 İlyas,333 Elyasa,334 Zekeriya,335 Yahya,336 İsa337 ve Hz. Muhammed’338dir.
Kur’an, gelmiş geçmiş bütün peygamberlere gönderilen vahyin bütün çeşitlerini ihtiva etmektedir. Çünkü vahyin kaynağı birdir, o da Allah’tır, birbirini doğrulamayan ve birbirleriyle çelişen vahiyler, haber ve bilgiler göndermesi mümkün değildir. Yahudilerin Hz. Peygamber’den, gökten bir kitap indirmesini istemelerinden dolayı Allah, daha önceki peygamberlere de emir ve yasaklarını bir kitap indirerek değil, vahiy yoluyla bildirmiştir.339
Anlaşılıyor ki Genel manasıyla vahiy, Peygamberlere mahsus değildir. Bununla beraber Peygamberlere mahsus olan vahiy şekli de vardır ki o da Özel vahiydir. Allah’u Teala’dan Peygamberlere vahiy vaki olduğu, Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur. Allah, Kur’an’da Peygamberlere vahiy vaki olduğunu şöyle beyan etmektedir: “Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup’a, esbâta (torunlara), İsa'ya, Eyyüb’e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davut’a da Zebur’u verdik. Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu. (Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.”340
Özel manasıyla Peygamberlere olan vahiy, vahyi nübüvvet, diğer beşeri ilimlerin ‘üstünde özel bir keyfiyet ile kat’i bir zaruretle hak ve yakini bir ilim telkin eden hakkın tecellisinin özel bir ismidir. Din’de “vahiy” denildiği zaman da bu mana kastedilir ki, Allah’ın, peygamberlere dini bilgilere dair bildirmek istediği şeyleri gizlice ilka etmesi demektir. Kur’an’da bu manada tenzil ile tedbir olmuştur. Vahyin diğer kısımları hem Peygamberlerde hem de başkalarında bulunabilir. Fakat tam manasıyla Peygamberlik, hususi bir vahiy ile başlar ve tecrübe ile taayyün eder.341 Konuyla ilgili şu ayet mealleri Allah-Vahiy-Peygamber ilişkisini daha iyi bir şekilde ortaya koyacaktır:
“ Ey Muhammed! Şüphesiz sana da senden önceki peygamberlere de vahyolunmuştur.”342; “Aziz ve hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder.”343; “Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik.”344 ;“ Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik.”345; “Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.”346; “Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona: "Benden başka İlâh yoktur; şu halde bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım.”347; “Sana vahyettiğimiz kitap, kendinden öncekini (semavi kitapları) doğrulayıcı olarak gelen gerçektir. Allah, kullarının (her halinden) haberdardır, görendir.”348
Bu ayetlerin tamamında vahiy kelimesi ilahi ve hakiki anlamda kullanılmıştır. Yine bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki peygamberlere gelen vahiy Kur’an’da zikredilen diğer vahiy çeşitlerinden çok farklıdır. Allah’u Teala bütün peygamberlere kanun halini almış bir vahiy ile vahyetmiştir. Allah’u Teala bu vahiy ile seçkin insanlar grubuna peygamberlik görevini vermiştir. Şüphesiz Peygamberlik, Allah’ın rahmeti olan vahiyle gerçekleşir. Allah da bu vahyi dilediği insanlara vermiştir.
2-Hz. Muhammed’e Gelen Vahiy: a-Hz. Peygamber Ve Kur’an Vahyi:
Allah’ın son kitabı Kur’an-ı Kerim, Resulullah’a vahiy yoluyla gelmiştir.349 İslam vahye dayalı bir dindir. O, insan aklının, insan hevasının ortaya koyduğu bir şey değildir. Diğer bütün batıl inanç ve ideolojiler insanlar tarafından üretilmiştir. Ancak ilahi din olan İslam vahiy yoluyla insanlara Allah tarafından bildirilmiştir.350 Kur’an-ı Kerim’de vahyin esas muhatabı Hz. Muhammed (sav)’dır.351 Hz. Muhammed (sav)’in vahiy alması, kendi istek ve iradesiyle meydana gelmemiştir. Peygamberlik kesbi değil, vehbidir.352 Yüce Allah mesajlarını, meleklerin en üstünü olan Cebrail (a.s.) vasıtasıyla ona gönderdi.353 O, vahyi kabul etmede irade sahibi değildi. Allah’ın gönderdiği hükümleri alıyor ve insanlara olduğu gibi aktarıyordu.354 Bu olay onun tefekkür ve düşüncesinin mahsulü olan bir şey değildir. Eğer vahiy bu şekilde Allah’tan olmasaydı, peygamberlerin kendi duygu ve düşüncelerine göre bir din kurmaları söz konusu olabilirdi. Vahyin Allah’tan olması, bunu önlemektedir. Buna göre peygamberler, kendi bilgi ve düşünceleri ile bir din ortaya koyamazlar. Onlar da, Yüce Allah tarafından kendilerine vahiy edilen şeylere uymak mecburiyetindedirler. Kendilerine vahiy edilen şeyleri olduğu gibi insanlara okumaları ve öğretmeleri Allah’ın emridir. Allah tarafından kendilerine vahiy edilen bilgiler, hiç kimse tarafından değiştirilemez. Hz. Muhammed (sav)’e kendi kafasından bir ayet hazırlayıp ortaya koyması teklif edilince, kendisinin bunu yapamayacağını, Allah’ın kendisine vahiy ettiği şeylere tabi olduğunu ifade ettiği Kuranda haber verilmektedir: “Onlara istedikleri bir ayeti getirmezsen, şöyle derler: Sen o ayeti hazırlayıp toplasaydın ya!... De ki: Ben ancak Rabbim tarafından bana vahiy olunana uyarım.”355 Kuranda, bu konuda bilgi veren daha pek çok ayet vardır.356
Yüce Allah tarafından peygamberlere gönderilen ve onların vasıtasıyla insanlara intikal eden bu vahiy olayı, bir eğitim meselesidir. Vahiyle ilgili ayetlerde, peygamberlerin hangi şartlarda nasıl davranacakları, çeşitli olaylar karşısında nasıl tavır takınacakları kendilerine öğretilmektedir. Böylece kendilerine eğitim usullerinin ve dayandığı temellerin neler olduğu haber verilmektedir.
Allah şöyle buyuruyor: “(Vahyi sende bırakan) Rabbin rahmetinden başka(sı değildir). Şüphesiz O’nun lütfu senin üzerinde çok büyüktür.”357
Yüce Allah, tarih boyunca yaşamış olan tüm topluluklara Kendi Katından bir lütuf, rahmet ve müjde olarak, elçiler göndermiştir. Bu mübarek elçilerin bir bölümü Allah’ın izni ile büyük mucizeler göstermişlerdir. Rabbimiz, Hz. Muhammed (sav)’i de kendi katından birçok mucizeyle desteklemiştir. Bu mucizelerden en büyüğü ise hiç şüphesiz Kuran-ı Kerim’in Peygamberimiz (sav)’in kalbine vahyedilmesidir.
Peygamber Efendimiz (sav) Allah’ın, "... Ancak o, Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur ..."358 ayetiyle bildirdiği gibi insanlar için son peygamber olarak gönderilen, Allah’ın en son hak kitabını vahyettiği, güzel ahlakı, takvası, Allah’a olan yakınlığı ile insanlara örnek kıldığı mübarek bir insandır. Allah’ın, "Gerçek şu ki, Biz senin üzerine ’oldukça ağır’ bir söz (vahiy) bırakacağız"359 ayetiyle de bildirdiği gibi Peygamberimiz (sav)’e çok büyük bir sorumluluk vermiştir.
b-Hz. Peygamber’e İlk Vahyin Gelişi:
Hz. Muhammed (sav) 38 yaşına girince gaipten bazı sesler duymaya ve bazı taraflarda ışıklar görmeye başladı. Bazen de kendisine “Ya Muhammed!” diye sesleniliyordu. Hz. Peygamber, bu garip seslerin ve parlayıp geçen ışıkların ne demek olduğunu henüz tam manasıyla bilmiyordu. Bununla beraber, bu hadiselerin manasız ve ve boşu boşuna cereyan etmediklerini anlıyordu.360
Hz. Peygamber, 39 yaşında iken “Sadık Rüyalar” devri başladı. Peygamberimiz (sav)’in kalbine vahiy bırakılmadan önce kendisinin gördüğü ve aynı şekilde gerçekleşen rüyalar, Peygamberimiz (sav)’in Allah Katından seçilmişliğinin önemli delillerinden biridir. Gündüzün meydana gelecek olayların Hz. Peygamber’e, uyku ile uyanıklık arasında bir durum içerisinde gösterilmesini Hz. Ayşe (ra) şöyle anlatıyor: “Peygamber (s.a.v.)'e ilk olarak vahiy, uykuda, sadık rüya şeklinde geldi. Gördüğü rüyalar sabah aydınlığı gibi zuhur edip gerçekleşirdi.”361
Hz. Peygamber (sav) 40 yaşlarına geldiğinde sık sık Mekke’ye 12 kilometre uzaklıkta bulunan "Nur" dağındaki "Hira" mağarasına gider, tek başına kalırdı. Hira mağarasında yalnızlığa (uzlete) çekilişinin üçüncü yılının Ramazan ayında, Yüce Allah Hz. Muhammed (sav)’e peygamberlik ihsan etti.362 Cebrail, Allah’ın izniyle, Peygamberimiz (sav)’e göründü ve ona Kuran-ı Kerim’in bazı ayetlerini bildirdi. İlk vahyin günü, Miladi 10 Ağustos 610 tarihine rasgelen, 21 Ramazan Pazartesi gecesi olarak bildirilmektedir.363 Sahîheyn'de gelen bir diğer rivayette şöyle demiştir: “Vahiy Hz. Peygamber’e o kırk yaşında iken indirildi. Bundan sonra onüç yıl kaldı. Sonra hicretle emrolundu. O da Medine'ye hicret etti. Orada on yıl kaldı. Sonra vefat etti.”364
Yüce Allah, Cebrail aracılığı ile Hz. Peygambere İslam dinini vahyetmiştir. Hiç şüphesiz bu, Allah’ın çok büyük bir lütfudur. Hz. Peygamber (sav) de derin imanı, Allah korkusu, takvası, üstün ahlakıyla buna layık ve ehil, mübarek bir insandır.365 Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: Eğer Allah dileseydi onu (Kur’an-ı), size okumazdım, Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan önce bir ömür boyu içinizde durmuştum. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?”366; “(Vahyi sende bırakan) Rabbin rahmetinden başka(sı değildir). Şüphesiz O’nun lütfu senin üzerinde çok büyüktür.”367; “Kitabın sana (kalbine vahiy ile) bırakılacağını umut etmezdin; (bu,) Rabbinden ancak bir rahmettir.”368
Yüce Allah’ın “ (Habibim!) Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”369 Ayetinin muhatabı olan Hz. Peygamber’e ilk vahyin gelişini yine Hz Ayşe (ra)’ın rivayet ettiği hadisten öğreniyoruz: "Resulullah (sav)’e vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü salih rüyalar idi. Rüyada her ne görürse, sabah aydınlığı gibi aynen vukua geliyordu. (Bu esnada) ona yalnızlık sevdirilmişti. Hira mağarasına çekilip orada, ailesine dönmeksizin birkaç gece tek başına kalıp, ibadette bulunurdu. Bu maksatla yanına azık alıyor, azığı tükenince Hz. Hatice (ra)’ya dönüyor, yine aynı şekilde azık alıp tekrar gidiyordu. Bu hal, kendisine Hira mağarasında vahiy gelinceye kadar devam etti. Bir gün ona melek gelip: "Oku!" dedi. Hz. Peygamber, "Ben okuma bilmiyorum!" cevabını verdi. Hz. Peygamber hâdisenin gerisini şöyle anlatır: "Ben okuma bilmiyorum" deyince melek beni tutup kucakladı, takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı. Tekrar: "Oku!" dedi. Ben tekrar: "Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni ikinci defa kucaklayıp takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar bıraktı ve: "Oku!" dedi. Ben yine: "Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni tekrar alıp, üçüncü sefer takatim kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin kerimdir, o kalemle öğretti. İnsana bilmediğini öğretti"370 dedi. Hz. Peygamber bu vahiyleri öğrenmiş olarak döndü. Kalbinde bir korku vardı. Hatice'nin yanına geldi ve: "Beni örtün, beni örtün!" buyurdu. Onu örttüler. Korku gidinceye kadar öyle kaldı. (Sükûnete erince) Hz. Hatice (ra)'ya, başından geçenleri anlattı ve: "Nefsim hususunda korktum!" dedi. Hz. Hatice de: "Asla korkma! Vallahi Allah seni ebediyen rüsvay etmeyecektir. Zira sen, sıla-i rahimde bulunursun, doğru konuşursun, işini göremeyenlerin yükünü taşırsın. Fakire kazandırırsın. Misafire ikram edersin. Hak yolunda zuhur eden hadiseler karşısında halka yardım edersin!" dedi. Sonra Hz. Hatice, Hz. Peygamberi alıp Varaka İbnu Nevfel’e götürdü. Bu zat, Hz. Hatice'nin amcasının oğlu idi. Cahiliye devrinde Hıristiyan olmuş bir kimseydi. İbranice (okuma) yazma bilirdi. İncil'den, Allah'ın dilediği kadarını İbranice olarak yazmıştı. Gözleri âma olmuş yaşlı bir ihtiyardı. Hz. Hatice kendisine: "Ey amcaoğlu! Kardeşinin oğlunu bir dinle, ne söylüyor!" dedi. Varaka Hz. Peygamber’e, "Ey kardeşimin oğlu! Neler de görüyorsun?" diye sordu. Hz. Peygamber gördüklerini anlattı. Varaka da O'na: "Bu gördüğün melektir. O Hz. Musa'ya da inmiştir. Keşke ben genç olsaydım (da sana yardım etseydim); keşke, kavmin seni sürüp çıkardıkları vakit hayatta olsaydım!" dedi. Hz. Peygamber: "Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?" diye sordu. Varaka: " O da “evet, senin gibi yeni şeylerle gelen hiç bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın, şayet senin davet günlerine yetişirsem, sana yardım ederim” diye cevap verdi. Ancak çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahiy de fetrete girdi (Kesildi).”371
c-Fetret-i Vahiy:
Fetret, bir şeyin şiddetini kaybedip gevşemesi ve zayıflamasıdır. Hz. Peygamber’e nispetle Fetret-i Vahiy “Kur’an’ın Hz. Peygamber’e indirilişi esnasında vahyin kesintiye uğradığı zaman dilimidir.372 Bununla beraber Peygamber Efendimiz ile Hz. İsa arasındaki zamanın kastedildiği görüşü daha çok yaygındır.373
İlk vahiy ile ikinci vahiy arasında geçen "fetret-i vahiy" süresinin ne kadar devam ettiğine dair rivayetler 15 gün ile 3 yıl arasında değişmektedir.374 Olayların seyrine göre, 1–2 aydan daha çok olmaması gerekir. 2–3 yıl gibi uzun süre olduğunu söyleyenler, "gizli davet" süresi ile "fetret-i vahyi” ayıramamış olmalıdırlar.375
Elmalılı, Vahyin gecikmesinin sebebi hakkında birkaç rivayet olduğunu ifade etmektedir: “Tefsircilerden bir kısmı Kehf Suresinin iniş sebebinde geçtiği üzere Ashabı kehften, Zülkarneynden ve Ruhtan sorulan sorulara karşı, ‘yarın haber veririm” deyip de istisna yapmamış, “inşallah” dememiş olması idi demişler.376 Bir de denilmiş ki: Hz. Osman (ra) Peygamber Efendimiz (sav)’e bir üzüm veya hurma salkımı takdim etmişti. Bir dilenci geldi, Resulullah (sav) salkımı ona verdi. Sonra Hz. Osman bu salkımı ondan bir dirheme satın aldı, yine Efendimize takdim etti. Dilenci yine geldi, yine verdi. Üçüncüsünde şaka yollu: ‘Sen dilenci misin, yoksa tüccar mısın? Ey filan!” buyurdu. Bunun üzerine vahiy günlerce gecikti.”377
Vahyin kesintiye uğratılmasında ki gayeler de şöyle zikredilir: a) Allah Resulü ilk vahiy karşısında fazla telaş duymuş ve ruhu adeta vahyin ağırlığıyla sarsılmıştır. Bu durumda ruhunun biraz sükûn bulması ve daha sonra gelecek vahye hazırlanması için bu hadise vuku bulmuştur. b) Ruh-u Ahmet’in (sav) ıstırap ve elemlere dayanmaya şimdiden alıştırılması. c) Vahye, daha fazla iştiyak duymasını temin etmek.378
Böylece Cebrail’in bir süre vahiy getirmemesi Hz. Peygamberde üzüntü meydana getirmiştir. Bu durum ona ağır geldi.379 Hz. Peygamber gerek mağarada, gerek mağara dışında hep bir bekleyiş halindeydi. Vahyin Kesildiği dönemde Hz. Peygamber suskun kalmayı ve insanlardan uzaklaşmayı tercih ediyor; bazen ümitsizliğe düşüyordu.
Vahyin kesintiye uğraması sırasında Hz. Peygamberin durumunu ortaya koyan bir rivayette Şöyle denilmektedir: “Vahye ara verildi, epey zaman gelmedi. Peygamber (sav), bu duruma pek üzüldü. Dağların zirvelerinden kendisini atmak için defalarca tırmandı, fakat her seferinde Cibril ona görünüp şöyle diyerek uyardı: ‘Ey Muhammed! Sen gerçek bir peygambersin!’ Ondan sonra içi biraz yatışıp, rahatlardı. Yine vahye böyle ara verilince o maksatla dağın zirvesine çıkardı, fakat Cibril yine kendisine görünüp aynı uyarıda bulunurdu.”380
Abdullah İbnu Selam (ra), Vahyin kesiklik döneminde Hz. Peygamberin vahye olan özlemini şöyle anlatıyor: "Resulullah (sav), oturup konuştuğu zaman, (vahiy bekleyerek veya mele-i Ala’ya iştiyak duyarak) çok sık nazarını semaya çevirirdi."381
Bir rivayette şöyle gelmiştir: "Cibril (as) Resulullah (sav)'a vahiy getirmede gecikmişti. Müşrikler: "Muhammed'e artık veda edildi (ebediyen terk edildi)" dediler. Bunun üzerine (Duha suresi) nazil oldu."382 Ve Allah ferman buyurdu: “Andolsun kuşluk vaktine. Ve sükûna erdiğinde geceye ki, Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.”383
Resulullah (sav)'ın Kur'an-ı Kerimi kendiliğinden söylemediğini ispat eden ve O'nu daha sonraki yıllarda yapacağı çetin mücadelelere ruhen hazırlayan fetret-i vahiy, Müddesir suresinin ilk beş ayetinin nüzulü ile sona ermiştir.384 Fetret-i vahyin sona ermesini bizzat Resulullah (sav) şöyle anlatmıştır: “Ben bir gün yürürken birden gökten bir ses işittim, bunun üzerine başımı yukarı kaldırdım. Bir de baktım ki, bana Hira’da gelen melek, yerle gök arasında bir kürsüde oturuyor. Bunun üzerine çok korktum. Hemen eve döndüm. Ev halkına: ‘Beni örtün, beni örtün’ dedim. Sonra Allah şu ayetini indirdi: “Ey örtüye bürünen Muhammed! Kalk da uyar’. Rabbini yücelt. Giydiklerini temiz tut. Kötü şeyleri terke devam et.”385 Daha sonra vahiy, hiç kesilmeden devam etti.”386
Bu bekleyiş devresinin sona ermesiyle Hz. Peygamber mutluluk duydu. Hüzünlü bekleyiş büyük bir sevince dönüştü.
d-Vahyin Mahiyeti Ve Özellikleri:
Mahiyeti peygamberler dışında hiçbir insan tarafından kavranması mümkün olmayan Vahiy, Allah ile peygamberleri arasında gerçekleşen iletişim vasıtasıdır. Ayrıntılarıyla tarifini vermiş olduğumuz vahyin mahiyetini ancak Allah’ın ve peygamberinin bilebileceği bir gerçektir.387 Nasıl geliyor? Nasıl işitiliyor? Bunları yalnız Allah ve Resulü bilir. Diğer insanların onu anlatmaya kalkışması ve olduğu gibi anlatabileceğini zannetmesi, körlerin renklerden bahsetmesi gibidir.388 Allah’ın dışında, insan olarak onları ancak bu tecrübeyi yaşayan peygamberler bilebilir. Bu itibarla bu konuda bizzat Allah Teala’nın vahiy tecrübesini bilfiil yaşamış olan peygamberlerin söylediklerine dayanmak, vahiy inancımızı da bu sağlam esaslar üzerine kurmak gerekir.
Aslında vahyin hakikatini ancak Allah bilir. Peygamber vahyin belki mahiyeti hakkında bir nebze bilgi sahihidir. Çünkü vahiy peygamber için şahsi ve derun’i bir tecrübedir. Vahyin muhatabı, alıcısı peygamberdir. Onun anlamı peygamberin şahsında şekillenir ve oradan insanlığa yayılır. Peygamberin dışındakiler vahyin ancak tezahürlerine vakıf olabilirler, fakat vahyin hakikatini ancak Allah bilir, mahiyetini ise peygamber anlar.389 Kur’an’da vahyin mahiyeti hakkında herhangi bir açıklama yoktur. Vahyin mahiyeti Allah ile Peygamberleri arasında nübüvvetin bir sırrı olarak kalmıştır.390 Fakat Kur’an, vahyin kaynağının peygamber ve herhangi bir insanın dışında bizzat Allah olduğunu ifade etmektedir.391
Kur’an Vahyinin indirilişi hakkında Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır.”392; “Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik.”393
Suyuti, İtkan adlı eserinde vahyin (Kur’an’ın) levh-i mahfuzdan indirilişinin keyfiyeti hakkında ki ihtilafları şöyle zikreder:
a-En doğru ve en meşhur olan görüş; Allah’ın, Kur’anı, Kadir gecesinde toptan, tek bir defada dünya semasına indirmesi ve ardından Hz Peygamberin bi’set’ten sonra Mekke de kalma sürendeki ihtilaftan dolayı ya 20 ya 23 veya 25 yılda ihtiyaca binaen parça parça indirdiği görüşüdür. Hâkim’in Müstedrekin de Bu hususla ilgili rivayetler mevcuttur.394
b-Allah her yıl indirilmesini dilediği miktarı her yılın Ramazanın ya 20 ya 23 veya 25’nde Kadir gecesinde dünya semasına toptan indirir. Bundan sonra ihtiyaca binaen senenin tamamında vahiy gelir.
c-Allah, vahyi indirmeye Kadir gecesinde başlamış sonra çeşitli vakitlerde ihtiyaca binaen vahyi indirmiştir.395
İbn Hacer bu üç görüşten ilkinin daha doğru ve daha güvenilir olduğunu söylemiştir.396
Yine Suyuti, Vahyin keyfiyeti hakkındaki ihtilafları şöyle anlatıyor:
1- Kıraat açık olarak vahyedilmiştir.
2-Allah (cc), Kelamını semada Cebrail’e vahyetti ve ona okumayı öğretti. Sonra Cebrail semadan onu alıp yeryüzüne inerek vahiy getirdi. Bu şekilde ki vahyin gelişinde de iki durum söz konusudur:
a-Peygamber, insan suretinden melek suretine geçerek vahyi öylece almıştır.
b-Melek, insan suretine geçerek vahyi getirmiş, peygamber de vahyi alıncaya kadar melek o şekilde kalmaya devam etmiştir.397
Tayyibi bu hususta şöyle diyor: Belki de Kur’an’ın, Peygambere nazil olması Meleğin vahyi Allah’tan ruhani bir alışla alıp Onu Peygambere çabucak ilka etmesi şeklindedir. Veya Melek, Levh-İ Mahfuzdan vahyi ezberleyip onu peygambere getirmesi şeklindedir.
Bazı Âlimler de vahyin peygambere indirilişi hususunda üç görüş olduğunu ifade ederler.
1-Vahiy, lafız ve manadır. Cebrail, Levh-i mahfuzdan Kur’an-ı ezberledi ve onu peygambere indirdi.
2-Cebrail, özel manaları indirir. Peygamber de bu manaları bilir ve Arapçaya çevirir. Onu okuyan Allah’u Teala’nın “Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (Resulüm!) Onu Senin kalbine; uyarıcılardan olman için, Apaçık Arapça bir dille Rûhu’l-emin (Cebrail) indirdi”398 bu ayetleri sebebiyle vahyi alır.
3-Cebrail’e bu manalar verilir, o da bu lafızları Arapçaya çevirir. Sema ehli onu Arap diliyle okur ve bu şekliyle Cebrail vahyi indirir.399
Vahyin özellikleri:
Vahiy, ilhamdan farklı olarak şu özelliklere sahiptir400:
a-Sadece peygamberlere gelir,
b-Peygamber, kalbinde veya şuurunda bir takım kelimelerin varlığından haberdar olur ve bunlar kesin ve açık bilgi mahiyetindedir,
c-Bunların Allah’tan olduğu ve kendi düşüncesinin ürünü olmadığı peygamberce kesin olarak bilinir,
d- Vahiy süratli ve gizli bir şekilde gelir,
e- Peygamber, vahye her istediği zaman ulaşamaz,
f-Evrensel ve bağlayıcı özelliği ile sosyal gerçekleri de içinde taşımasının bir sonucu olan tarihsellik/yerellik boyutu arasında bir denge arz eder,
g-Evrensellik boyutunda dokunulmazlığı ve değiştirilemezliği söz konusudur.401 Bu değişmezlik, yorum esnekliği ile dengelenir.402
e-Vahyin Geliş Şekilleri:
Kur’an’ın bildirdiğine göre Allah, insanlarla üç şekilde konuşmaktadır: “Kendisiyle Allah’ın konuşması bir beşer için olacak değildir; ancak bir vahiy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi başka.” 403
İşte Peygamberlere gelen vahiyler, genel anlamda bu ayette belirtilen şekillerde olmuştur. Hadislerden çıkarılan bilgilere göre Resulullah’a vahyin geliş şekil ve tarzları vasıtasız ve vasıtalı olmak üzere şu şekildedir:
1-Vasıtasız Vahiy:
a- Uykuda görülen ve görüldüğü gibi apaçık çıkan rüya şeklindedir. Vahyin ilk geliş şekli olup, Resulullah’ın uyku halinde gördüğü ve sabah aydınlığı gibi apaçık gerçekleşen rüyalarıdır.404 Hz. Ayşe’nin (ra): “Resulullah hiç bir rüya görmezdi ki sabah aydınlığı gibi çıkmasın.”405 sözleri vahyin bu çeşidine işaret etmektedir.
b- Resulullah uyanık iken doğrudan doğruya veya perde arkasından Allah’ın kelamını duyması şeklindeki vahiy.406 Bu tür vahye Resulullah, Mi’rac gecesinde mazhar olmuştur. Namazın farz olması ve Bakara suresinin son üç ayeti vasıtasız olarak bu şekilde vahyedilmiştir.407
c- Vahyedilecek kelamın, melek görünmeksizin, uyanık halde bulunan Resulullah’ın kalbine ilka olunmasıdır. Bu bir ilham değil, vahiydir. Şu hadis bu tür vahye işaret etmektedir: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Ruhu’l-Kudüs, kalbime hiçbir nefse rızkını tüketmeden ölmeyecek, diye üfledi. O halde Allah’tan korkun, rızkı güzel arayın.”408 Ruhu'l-Kudüs, Cebrail'dir. Cebrail’in göründüğü hakkında bir delil yoktur. Hadisten de, meleğin görünmeden vahyi ilka ettiği anlaşılmaktadır.409
2-Vasıtalı Vahiy:
a-Meleğin görünmeden çıngırak veya zil sesiyle Peygamber (sav)'e vahiy getirmesidir. Vahyin en ağır şekli budur.410 Hz. Peygamber (sav), bu esnada, önce zil sesine benzer bir ses duyardı. Beşerî özelliklerinden soyutlanıp melekiyet âlemine yükseltilmesi keyfiyeti bu vahyin şekli için söz konusudur. Dolayısıyla Hz. Peygamberin söz konusu olan tarzda vahiy alırken geçirmiş olduğu şiddetli ıstırapların, yalnız ruhsal değil aynı zamanda fiziki ağırlığın ve sarsılışların da bundan kaynaklandığı söylenebilir.411 Hz. Peygamber bu sesi duyunca hareketsiz kalırdı. Bu ses kesilince açılır, kafasına yerleşen ilâhî sözlerin manasını da anlamaya başlardı. Bu, Hz. peygamberin beşerî sıfatlarının, meleklik sıfatlarına değişmesi ve kendisinin meleksel bir niteliğe bürünüp meleğin sesini duyması şeklindedir.412 Vahyin bu şekli tehdit ve vaat ihtiva eden ayetlere özgüdür. Bu şekildeki vahyi Resulullah (sav) şöyle anlatıyor: "Bazen çıngırak sesine benzeyen bir sesle gelir. Böylesi bana en ağır olanıdır."413 Başka bir rivayette de Resulullah şöyle buyuruyor: “Bir zil sesi işitiyorum sonra o esnada susuyorum. Bana her defasında vahiy geldiğinde nefsimin kabzedileceğini zannediyorum.”414 Böyle bir vahyin geliş anında Peygamber (sav) titrer, terler ve rahatsız olurdu. İbn Abbas'tan rivayet edilen bir hadiste Resulullah (sav)'in ayetleri zabtetmekte zorluk çektiği dudaklarını kımıldattığı zikredilmektedir. Cenab-ı Allah, Peygamberine "Vahyi çabucak almak için dilini kıpırdatma, onu toplamak ve kıraatini sabit kılmak bize aittir. Öyle ise biz, Kur'ân-ı okuduk mu, sen onun okunuşunu takip et."415 uyarısında bulunmuştur. Bu ayetin nazil olmasından sonra Resulullah Cebrail'i dinler, onun gidişinden sonra onun gibi okurdu.416
b-Meleğin asli suretinde görünerek Allah'ın emrini Peygamber (sav)'e getirmesi ve okumasıdır. Cebrail, bu şekliyle iki kez vahiy getirmiştir. Birincisi nübüvvetin başlangıcında olmuştur. Peygamber (sav) baygınlık geçirmiştir. İkincisi ise miraç olayının gerçekleşmesinde olmuştur. Bu olaya delil olarak “Andolsun onu, önceden bir defa daha görmüştü”417 ayeti zikredilebilir. Artık Resulullah, böyle şeylere alışık olduğu için bu defa önceki gibi sarsılmamıştı.418
c-Cebrail’in insan şeklinde görünerek getirmiş olduğu vahiy: Bu tür vahiy, Resulullah’a en kolay geleni idi.419 Çoğu zaman Cebrail sahabeden Hz. Dıhye’nin suretinde görünerek gelirdi. Resulullah şöyle buyurdu: “Bazen bana delikanlı suretinde gelirdi.”420
d-Cebrail’in, Resulullah uykuda iken getirdiği vahiy.421 Müslim’in Sahih’inde Enes’ten rivayet edilen hadiste geçtiği üzere Kevser suresi bu şekilde nazil olmuştur.422
f-Vahiy Esnasında Resulullah’ın Durumu:
Allah Hz. Muhammed (sav)’e gece kalkıp vahiy için hazırlık yapmasını buyurmuş, vahyin ne kadar ağır bir söz olduğunu haber vermiştir: “ Ey örtüsüne bürünen, Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk: (Gecenin) Yarısını ya da ondan biraz eksilt. Veya o yarının üzerine ilave et. Ve Kur’an’ı belli bir düzen içinde (tertil üzere) oku. Gerçek şu ki, Biz senin üzerine ’oldukça ağır’ bir söz (vahiy) bırakacağız.423
Yüce Allah’ın hitabı ile karı karşıya gelmek insan için rahat ve kolay bir iş değildir. İnsan özelliklerini taşıyarak melekten gelen vahyi almak oldukça güç bir iştir. İslam Âlimleri, Hz. Muhammed (sav)’in Kuran vahyini, beşeriyetten melekiyete yükseltilerek tamamen metafizik bir ortamda aldığını zikrederler.424 Vahiy esnasında Resulullah’ta bir tür korku ve heyecan meydana geldiği, bazen da buhranlı anlar geçirdiği gözlenmiştir. Söz konusu belirtilerle ilgili hadislerin bize verdiği bilgiler ışığında vahiy esnasında Hz Peygamber de şu hallerin gözlenmiş olduğunu öğrenmekteyiz: “Vahiy esnasında heyecan ve dehşetten dolayı adeta kendinden geçmiş ve en soğuk günlerde bile terlemiş,425 uykusu gelmiş,426 gözlerini belli bir noktaya dikmiş, vücudu kaskatı kesilmiş,427 yüzünün yanında arı uğultusu gibi bir ses duyulmuş,428 benzi ya sararmış, ya kızarmış ya da kül rengini almış,429 vücudu ağırlaşmış,430 üzerine sekine inmiş,431 başını çarşaf ile örtmeye çalışmış ve vahiy hali bitinceye kadar kimseyle konuşmamış,432 nefes alırken horultuya benzer bir ses çıkarmış433’tır. Özellikle zil sesi şeklinde gelen vahiy, Resulullah’a çok ağır gelirdi. Yüce Allah şöyle buyuruyor:“Gerçekten biz sana ağır bir söz bırakıyoruz.”434
Vahyin manevi ağırlığı büyüktü. Eğer deve üzerinde iken vahiy gelmişse, deve buna tahammül edemezdi. Vahyin manevi ağırlığından deve çöker, Resulullah inmek zorunda kalırdı.435 Bir defasında Resulullah’ın dizi Zeyd b. Sabit’in dizi üzerinde iken vahiy gelmiş, Zeyd büyük bir ağırlık hissetmiş, bu ağırlık altında ayağı kırılacak gibi olmuştu.436
Resulullah (s.a.v.) gelen vahyi hemen anlamak ve unutmamak için vahiy esnasında ayetleri tekrarlamak isterdi. Onun bu endişelerini Yüce Allah şöylece gidermişti: “Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel Kur’an’ı acele etme.”437 “Onu aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma. Onu toplamak ve sana okutmak şüphesiz bize düşer. Sana onu okuduğumuz zaman onun okunuşunu izle. Sonra onu açıklamak bize aittir.”438 “Sana okutacağız, sen de unutmayacaksın.”439
Vahiy sırasında Resulullah’ta meydana gelen durumu o dönemde Kureyşliler istismar ederek onu kâhin,440 sihirbaz ve mecnun441 olarak nitelemişler, daha sonra birçok Avrupalı müsteşrik de onda sara hastalığının olduğu zannına kapılmışlardır. Bütün bu sözde değerlendirmeler, onun manevi cephesini anlayamamaktan ileri gelmektedir.442
g-Hz. Peygamberin Vahiy Kâtipleri:
Hz. Muhammed (sav) peygamberlik görevinin ilk günlerinden itibaren vahiy kâtipleri edinmişti. Hz. Peygamber okuma –yazma bilmediğinden, risaletinin başlangıcından vefatına kadar yazı bilen birçok sahabe, peygambere gelen vahiyleri yazmışlardır. Bunların adedi 40’a kadar varır. İbn Hacer, Mekke’de ilk vahiy kâtibinin Abdullah İbn Sa’d İbn Ebi Sarh olduğunu söyler. Bu şahıs irtidad edip sonradan yine Müslüman olmuştur.443
Medine’de ise ilk vahiy kâtibi Ubeyy İbn Ka’b idi. Ondan sonra da devamlı olarak Zeyd İbn Sabit vahiy kâtipliği yapmıştır.444 Hz. Peygamberin vahiy kâtipleri şunlardır: “Ali b. Ebi Talib, Osman b. Affan, Amr İbnü’l-As, Muaviye, Şurahbil İbn Hasene, Abdullah İbn Sa’d İbn Ebi Sarh, Muğire b. Şu’be, Muaz b. Cebel, Zeyd b Sabit, Hanzala b. Rebi’, Ubeyy b. Ka’b, Cüheym b. Salt, Hüseyin Nemeri, Ebu Bekir, Ömer İbnu’l-Hattab, Zübeyr b Avvam, Amir Fuheyre, Eban b. Said, Abdullah b. Erkam, Sabit b. Kays, Abdullah b.Zeyd, Halid b. Veli’d, Ala b. Hadremi, Abdullah b. Ravaha, Huzeyfe b. Yeman, Muhammed b. Mesleıne...”445
Hz. Peygamber, Allah’tan aldığı Kur’an Vahyini, kâtiplerine yazdırmakla beraber o ana kadar nazil olan kısımlarını Cebrail’e arz ediyordu. Bir hadiste “Hz. Peygamber Ramazan gecelerinde Kur’an’ı Cebrail’e arz ederdi.”446 Başka bir hadiste ise, “Cebrail her sene Peygamberle karşılıklı olarak Kur’an’ı birbirlerine arz ederler, son senesinde ise bu arz işi iki defa vaki olmuştur.”447 Bu ifadelerden anlaşıldığına göre, Kur’an-ı Kerim sadece kâtiplerin yazmasıyla kalmıyor, yazmada veya hıfzda bir noksanlık olmaması için her sene Cebrail tarafından tekrar edilerek kontrol edilmiş oluyordu.448
h-Vahyin Yazıldığı Malzemeler:
Vahiy nazil oldukça Resulullah bunları alışılmış olan bir takım malzemeleri kullanarak yazdırırdı. Hz. Peygamber zamanında genellikle yazı için şu malzemeler kullanılırdı: Hurma dalları, ince beyaz taşlar, kürek kemikleri, işlenmemiş ince deri parçaları, bez parçaları, yazı yazmaya elverişli tahta, çanak ve çömlek parçaları.449
Kur'ân'da bu hususta şöyle bir işaret vardır: "Tur dağına ve işlenmiş ince deri üzerine yazılmış kitaba yemin ederim"450 Zeyd b. Sabit de: "biz Kur'ân'ı. Resulullah (s.a.s)'ın yanında bez parçaları üzerine yazdık"451 demiştir.
i-Kur’an Vahyi’nin Korunması
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerimde vahyin korunmasıyla ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Kur an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” 452 Bu ayetten anlaşıldığı gibi vahyin korunmasını Yüce Allah bizzat kendi üzerine almıştır. Ancak, Resulullah da Kur’an-ı bütün insanlara tebliğle vazifeli olduğundan beşer bir peygamber olarak vahyin korunmasıyla ilgili kendi üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmiştir.
Hz. Peygamber ve vahyin ilk muhatabı olan topluluğun vasfı, ümmilik olup ve yazı aletleri fazla bulunmadığından, Vahiy mahsulü olan Kur’an daha ziyade hafızalara emanet edilmekle beraber yazı ile de kaydetme işi üzerinde de titizlikle durulmuştur. Anlaşılıyor ki Hz. Peygamber vahyin başlangıcından sonuna kadar yazı, ezber ve arza metotlarıyla vahyi koruma hususunda üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmiştir.
1-Vahyin Yazılması:
Hz. Peygamber vahyin geleceği anı önceden hissediyor ve bir kâtip çağırtarak vahyi yazdırıyordu. Mekke döneminde bu hizmeti daha çok Abdullah b. Sad b. Ebî Sarh (ra) veriyordu.453 Medine hayatında önce Ubeyy b. Kab sonra da Zeyd b. Sabit (ra) devreye girdi. Zeyd, bu işte el-Kâtib unvanını alacak kadar çok hizmet verdi ise de onun bulunmadığı durumlarda başkaları da vahiy yazma hizmeti vermiştir.454 Hz. Peygamber Risalet hayatının en sıkıntılı safhası olan hicret esnasında bile kâtiplik yapacak biriyle (Hz. Ebu Bekir) beraber olmayı ve yanında yazı malzemesi bulundurmayı ihmal etmemişti. Askerî seferlerinde, hatta askerlere verdiği istirahat anında bile kâtibiyle beraber oluyordu.455
Zeyd b. Sabit’in (ra) şu açıklaması bir vahiy yazdırma hâdisesinin nasıl cereyan ettiğini gösterir: “Ben, Resulullah (sav) için vahiy yazardım. Ona vahiy indiği zaman üzerine şiddetli bir terleme gelirdi, sonra vahiy hâli geçince, O imlâ ettirir ben de, beraberimde getirdiğim kemik veya başka bir parça üzerine yazardım. Bu işten çıktığım zaman, (Vahiy esnasında üzerime çöken) Kur’an’ın ağırlığından ayaklarımın ezildiğini, artık bir daha yürüyemeyeceğimi zannederdim. Yazma işi bitince bana: “Oku!” derdi. Ben de okurdum, bir hata varsa düzeltirdi. Sonra ben bunu halka götürdüm”456
Bu rivayetten anlaşılan şu ki yazılan ilk nüsha Resulullah (sav)’in yanında, hususi bir arşivde saklanmıyor, bundan, başka yazılı nüshalar çoğaltılmak ve ezberlenmek üzere, Zeyd b. Sabiti beraberinde götürüyordu.
Bu durumdan hatıra gelebilecek: “Resulullah’ın gıyabında yapılacak bu çoğaltma sırasında bazı hataların araya girebileceği…” gibi menfi ihtimalleri, “ezber” ve “kontrol” sistemlerinin bertaraf edeceğini göreceğiz. Ve yine göreceğiz ki, Zeyd İbn Sabit (ra) vahiy konusunda çok hassas ve bizzat Hz. Ebu Bekir’in beyanıyla son derece güvenilir birisidir.
2-Vahyin Ezberlenmesi:
Kur’an’ın vahiy kâtiplerince yazılan bu ilk nüshalarından çoğaltılıp ezberlendiği anlaşılmaktadır. Ve Kur’an surelerini, Ashabın zaman geçirmeden ezberlemesi söz konusudur. Çünkü vahiyler günde en az beş kere kılınan namazlarda okunuyordu. Ancak herkesin her gelen vahyi ezberlediği söylenemez. Bununla birlikte, birçoklarının her gelen vahyi ezberlediği, çeşitli tariklerden gelen rivayetlerle sabittir
3-Vahiy’de Arza (Kontrol):
Hz. Peygamber, yazma ve ezberleme sırasında, kasıtsız olarak bir kısım hataların yapılabileceğinin şuurundadır. Nasıl olmasın ki, insanın bir şey yazarken farkında olmadan bazı ilave ve atlamalar şeklinde hatalar yaptığı gibi, çok iyi ezberlediği bir şeyi, zamanla unutabileceği veya elinde olmayan ilaveler, eksiltmeler ve hatta kelimelerde değiştirmeler yapabileceği de inkâr edilemeyen beşeri bir zaaftır.
Şu halde vahyin asliyetini korumada en çıkarlı yol, ne ezbere ne de yazıya fazla güvenmeyip, yazıyı ezberle, ezberi de yazıyla kontrol etmektir. İşte Resulullah (sav)in buna başvurduğunu görmekteyiz: Kur’an tarihinde arza denen hâdisenin maksadı budur. Her Ramazanda, o Ramazana kadar gelen bütün Kur’ân vahiylerini Resulullah önce Hz. Cebrail’e mukabele ettikten457 sonra, Mescid-i Nebevîde halkın huzurunda okuyarak, herkesin, ellerindeki yazılı nüshaları ve ezberlerini kontrolden ve tashihten geçirmelerine imkân vermiştir. Ve bu kontrol (arza) hadisesi Resulullah (sav)’in hayatının son yılında iki kere yapılmıştır ki buna arza-i ahire denir.458
Arza-i ahire, Kur’an-ı Kerimin asliyeti üzere kitaplaşmasında ve dolayısıyla bütünlüğünün korunmasında son derece önemli bir hadisedir. Çünkü bir kısım rivayetler, Hz. Ebu Bekir’in hilâfeti sırasında, Kur’an’ın cem edilmesi çalışmalarında, arza-i ahirde kontrolden geçen iki yazılı nüshanın esas alındığını göstermektedir.
Gerçekten Kur'ân-ı Kerim inince vahiy kâtipleri tarafından yazılmış ve Hz. Peygamber'in işaretiyle ayetler surelerdeki yerlerine konmuştur. Hz. Peygamber'in vefatından altı ay sonra, dağınık halde bulunan Mushaf sayfaları bir araya toplanıp bir cilt haline getirilmiş ve üçüncü halife Hz. Osman zamanında da yeniden derlenip çoğaltılarak başlıca eyalet merkezlerine gönderilmiştir.459
Dostları ilə paylaş: |