T. C. DİYanet iŞleri başkanliği trabzon-akçaabat-darica



Yüklə 272,62 Kb.
səhifə4/9
tarix04.11.2017
ölçüsü272,62 Kb.
#30444
1   2   3   4   5   6   7   8   9

C.SÜNNETULLAH’IN KAPSAMI


Sünnetulah’ın kullanıldığı alanlara girmeden önce, bu kavramın daha çok tarih ve toplum yasaları anlamında kullanıldığı şeklindeki yaklaşımın ağırlık kazandığını görüyoruz. Sünnetullah’a direk olarak “tabiat kanunları” demek, bu kelimeyi gerçek mecrasından sıyırıp başka bir kelime ya da kavramla ifade edilmesi gereken bir alana kaydırmaktan ibaret olur. Açık olan şudur ki bu anlam kaymasıyla bağlantılı diğer bir gerçek de zaman içinde Sünnetullah ile eş anlamlı kullanılır hale gelen bir diğer terimin varlığıdır. Kastedilen eş anlamlı “âdetullah” terimidir.41

Müslümanlar, Batı toplumu ile fikrî alanda karşı karşıya geldikleri zaman, batının ortaya attığı düşünce plânındaki problemlere yeni kavramlarla isimlendirme yoluna girmişlerdir. Örneğin; Allah’ın kâinata koyduğu sisteme ve ahenge “âdetullah” demişlerdir. Özellikle doğuş devri felsefî problemlerin özelliği gereği, âlemin işleyişi tarzıyla ilgili soruları eksen alan tartışmalar öncelikli konular arasında yer alıyordu.42 Müslümanlar bu dönemde bu tür problemlere Kur’an etrafında yaklaşmışlar, âlemdeki her hadisenin doğrudan Allah’ın keyfi iradesince yaratıldığı şeklindeki inancı sürekli yaratma olarak atıf yapılan bir inanç üzerine bina ettikleri Kur’an ayetleri ile başlamışlardır.43 İşte böyle bir düşünce atmosferinde, Allah’ın toplumlar ve tarihi olayların öncesi ve sonrası için koyduğu ve uyguladığı kanunları “Sünnetullah” denmiş; kâinata koymuş olduğu kanunlara ise “Âdetullah” ismi verilmiştir.

“Sünnetullah” kavramı, Müslümanların pozitivizmle tanışmaları neticesinde, kullanıldığı anlamdan sıyrılarak “tabiat kanunları” anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Evrenin bir takım kanunlara göre işlediği fikrinin Kur’an’a aykırı olmadığı, aksine Kur’an’ın evreni düzenli bir yapı olarak takdim ettiği gibi söylemlerin ön plana çıkarıldığı 19. y.y.’da değişmezliği vurgulanan bir kanuniyetten söz eden bir terim, yine “tabiat kanunları” anlamında kavramlaştırılıyordu.44 Daha sonra bu kavram, düşünce ve sosyal plandaki değişimlerin etkisiyle yeniden eski kullanımına dönmüş ve sosyal alanda geçerli olan yasalar şeklinde kullanılmıştır.

Sonuç olarak, günümüzde “Sünnetullah” kavramının kullanımı, Müslümanların yaşadıkları sosyal ve psikolojik olayların izah edilmesinde, Müslümanlar için bir ifade tarzı olmuştur. Böylece Müslümanlar bütün alanlardaki geri kalmışlık ve başarısızlıklarının temelinde Allah’ın koyduğu tarih yasalarıyla bağlantılarını tespit etmişlerdir. Bununla birlikte bu kavramı yine de “tabiat kanunları” olarak kullananlarda bulunmaktadır. Şimdi bu kullanım alanlarına biraz daha kapsamlı değinerek, gerçek kullanımın nasıl olması gerektiği düşüncesini ortaya koymuş olalım.


1.Sünnetullah’ın Tabiat (Fizik) Alanındaki Kullanımı


Üzerinde yaşadığımız dünya ve bizi kuşatan bütün görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen âlemler, canlı ve cansız varlıklarıyla, insanıyla, bütün gök cisimleriyle, bu cisimlerin kendine özgü hareketleriyle, bir takım atmosfer olaylarıyla, insanın ve diğer canlıların yaratılışındaki dizayn ve ahenkle bir şey ifade eder: Bütün bu hâdiselerin hiçbirisi kör bir tesadüfün eseri değildir. Bilakis bütün bunlar hassas, değişmez, sürekli ve umumî bir kânuna uygun bir tarzda oluşup meydana gelmektedir45

Kur’an bunun böyle olduğunu, yani kâinattaki her şeyin bir yasaya göre yaratıldığını ve yasa çerçevesinde varlıklarını sürdürdüklerini, zamanı gelince de kâinatın ve içerisindekilerin Allah’ın emri gereği son bulacağını birçok ayeti kerime de ifade etmektedir.

“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istiva eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” 46

“Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki hak ile yarattık. O saat (kıyamet)mutlaka gelecektir. Şimdilik onlara güzel muamele et.”47

“inkâr edenler, göklerle yer bitişikken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmezler mi? Yine de inanmazlar mı?”48 Bunlara benzer daha birçok ayet-i kerimede Yüce Allah’ın âlemleri yaratmasındaki yüceliğine ve o âlemlere koyduğu tabiat kanunlarına işaret edilmektedir.

Evrenin yaratıcısının mutlak ilim, kudret ve hikmet sahibi oluşu, her şeyden önce onun anlamlı olmasını gerektirir. Âlemde varlıklarına şahit olduğumuz her şeyde bir düzen görmekteyiz. Yahut en azından, bir düzenin varlığını gösteren bir takım izlere rastlamakta, düzenin düzensizliğe galebe çaldığına hükmetmekteyiz.49 Allah âlemdeki bu düzeni bir amaca göre yaratmıştır.

“Biz gökleri, yeri ve bu ikisinin arasındakileri eğlenmek için yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi tarafımızdan edinirdik.(Bu irademizin eseri olurdu. Ama)biz(bunu)yapanlardan değiliz.50Göklere ve yere konulan düzen, âlemdeki hiçbir şeyin tesadüfî olmadığına işaret eder. Yüce yaratıcı âleme koyduğu düzeni insanlara bir faydası olsun diye yaratmıştır. Yani “Tıpkı zorba ve zalimlerin evlerini, saraylarını, mefruşatlarını, oyun ve eğlence için, zevk için düzenlemeleri gibi, bir tavan gibi olan göğü bir döşeme gibi yeryüzünü ve bu ikisi arasındaki hayranlık veren, harikulade şeyleri, işte onlar gibi, oyun ve eğlence için düzenlemedik. Biz bunları dinî ve dünyevî faydalardan ötürü böyle yaptık. Bunların dinî faydası, onlar üzerinde tefekkür edenlerin tefekkür etmeleridir.51Yaratma, Allah katında kalan bir eğlenceden ibaret olmadığına göre, bu âlemin böyle harikulade yaratılmasının sebebi ne olabilir? Buna yine Kur’an cevap vermektedir: “O,yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra(kendine has bir şekilde)semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi(tanzim etti). O, her şeyi hakkıyla bilendir.”52

İlk evren maddesinin nasıl var olduğu bilimin meçhulüdür. Bütün semavî dinler bunu bir yaratıcının olduğu, sonraki gelişmeleri de ilmi sonsuz, hikmeti, kudreti ve sanatı eşsiz olan yaratıcının sağladığı konusunda ittifak etmişlerdir.53 Evreni insanın önüne sunan yaratıcı, insan rahat bir hayat sürmesi için onun hiçbir cüzünde noksanlık bırakmamıştır.

Kur’an da âlemde bir nizam olduğuna dair ayetlere bakıldığı zaman; bu ayetlerin bir gayeyi hedeflediği görülmektedir. Öyle görünüyor ki Kur’an’ın üçte birine yakın bir kısmını, insanın kendi nefsine, biyolojik yapısına, yer ve göklerde olup bitenlere, tarihi olaylara bakmasını, onlar üzerinde düşünmesini isteyen ayetler oluşturmaktadır.54Bu ayetler bir taraftan insanın tefekküre sevk ederken55 bir taraftan da ondaki düzende bir bozukluk olmadığı gerçeğini zihinlere yerleştirmeye sevk eder. Bu Allah’ın âleme koymuş olduğu yasalardır. Dünya’nın, Ay’ın ve Güneş sistemi içindeki bütün gezegenlerin hareketi, Allah’ın koyduğu bir kanun çerçevesinde seyretmektedir.

Yüce yaratıcı koymuş olduğu bu düzeni isterse bir anda yok edebilir. İnsana olan merhameti ve hikmetinin gereği bu kanunları işletmektedir. Ne zaman ki insan kendi elleriyle bu kanunlara aykırı tarzda davranış gösterirse; işte o zaman Allah, tıpkı toplum yasalarında olduğu gibi insana gerekli olan karşılığı(cezayı) verecektir. Nitekim yüce Allah: “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları köyü yoldan) dönerler.”56 Buyurarak, kendi koyduğu düzeni bozan insanın bunun sonuçlarına katlanacağını haber verir. Günümüzde bunun belirtilerinin göstergeleri çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. İnsanoğlunun hırsı ve daha çok menfaat elde etme yarışı yüzünden günümüzde artık bu durum kaçınılmaz bir sonun başlangıcı gibi gözükmektedir. Sanayideki hızlı ve kontrolsüz gelişim, silahlanma yarışı bu sonu daha da hızlanmaktadır. Öyle ki bir kısım devletler sırf kendi menfaatlerini hep yukarıda tutmak için başka toplumları sömürgesi altında tutmakta, bunu yaparken de o toplumum fertlerinin gücünü kırmak için silah sanayinin en son şeklini kullanılmaktadır. Kullanılan bu silahlar, düşman görülen devletin fertlerini öldürdüğü gibi bütün insanlığın ortak malı ve hayat damarı olan tabiattaki dengeyi ve sistemi de yavaş yavaş yok etmektedir. İşte kullanılan bu silahlar neticesinde, sera gazlarının etkisi görülmeye başlanmış; buzulların erimesi, ozon tabakasının delik olmasından dolayı zararlı ışınların dünyanıza ulaşmasıyla yeryüzündeki atmosfer olaylarında ve iklimlerde tehlikeli değişimler gözlenmeye başlanmıştır.

Yukarıdaki ayetin tefsiri ile ilgili Kurtubî( ö.671) şöyle der: Karada ve denizde masiyetler baş gösterdiğinden ötürü Allah da her ikisine yağmur yağdırmadı. İnsanların ihtiyaçlarının fiyatlarını yükseltti, pahalılık oldu. Böylece işlediklerinin bazısının cezasını onlara tattırsın diye. “Belki dönerler” tevbe ederler.57 Günümüzde bu cezanın daha belirgin etkilerini insanoğlu hep birlikte görmektedir. Kuraklık sonucu birçok tarım alanı ekilip dikilemez hale gelmiştir. Yine bazen de çok şiddetli yağışlar sonucu birçok tarım alanı erazyonla yok olmaktadır. İnsanlığın vazgeçilmezi olan su kaynakları azalmakta; geleceğin dünyasında su, en önemli madde olarak yerini alacaktır. İşte bütün bunlar gösteriyor ki, eğer insanoğlu tabiata konan kanunlara aykırı davranırsa, o kanunların güzel sonuçlarını elde etmek yerine, hiç beklemediği kötü sonuçlarla karşı karşıya kalmaktadır.

Kur’an’ın ilk emri “oku” olmakla birlikte, Kur’an hiçbir zaman insanlığın zararına olabilecek gelişmeleri tasvip etmez. Atom bombasının kullanılması ve ozon tabakasının tahrip edilmesiyle örneklendirilebilecek, insan varlığını tehdit eden sonuçları doğurabilen bir bilim anlayışını Kur’an’ın onaylaması düşünülemez.58 Yani Kur’an fıtrata aykırı olan hiçbir gelişmeyi onaylamaz. Ancak insanı mutlu eden, onu yücelten ve yaratıcının çizmiş olduğu sınırları çiğnemeyerek, haddi aşmayan bir bilgiye ve ilme değer verir.

Kur’an’ın işaret ettiği temel gaye, insanın tabiatı kullanarak ilahi emirlerin gereğini yapmasıdır. İnsanın görevi tabiattaki nimetleri ve Allah’ın tabiata koyduğu kanunları iyi yönde kullanarak, dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmesidir. Tabiatın içinde müstakil bir varlık olan insan, Allah’ın kendisine verdiği akıl sayesinde diğer varlıklara üstünlük sağlamış ve onların varlığından da hayatta kalabilmek için faydalanmıştır. Ne zaman ki bu faydanın ötesine geçilipte fıtrata ve tabiat kanunlarına aykırı hareket edilmişse; işte o zaman felaketler zinciri birbiri ardınca gelmeye başlamıştır. Nasıl ki sosyal hadislerin meydana gelmesinde sebep – sonuç ilişkisi vardır; gelişi güzellik ve tesadüfîlik yoktur; tabiat kanunlarında da görülen hareketin her anında bir plan ve program vardır. Bunu yüce Allah bir ayetinde şöyle ifade eder: “Güneşte kendi yörüngesinde akıp gider. Bu üstün ve bilen (Allah)’ın takdiridir. Ay için de bir takım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihayet O, eğri hurma dalı gibi olur da geri döner.”59

Elmalılı Hamdi Yazır, bu ayete birkaç türlü anlam verir ve ilk verdiği anlamda şöyle der: “Güneş kendisi için takdir ve tahsis edilmiş ve istikrar sebebiyle, yani sabit bir karar, düzenli bir kanunla cereyan eder. Hesapsız, başıboş, kör bir tesadüf değil.”60 Güneş’in bu hareketi ve düzenli ince hesaplı devri, mülkünde aziz ve yarattıklarını bilen bir ilâhın takdiridir.61

Kur’an bir yandan, âlemde bir nizamın varlığından söz ederken, öte yandan bunun mutlak bir mekanizm olmadığı hatırlatılır. Evet, kâinat muayyen kanunlara göre işlemektedir. Ancak bu işleyişinde asla Allah’tan bağımsız değildir. O, dilediği takdirde mevcut düzeni bozmaya da güç yetirir.62Yüce Allah bu durumu birçok ayet-i kerimede dile getirmektedir. Bu ayetlerin birinde yüce Allah: “Deki: Söyleyin bakalım, eğer Allah üzerinde gündüzü ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka size bir ışık getirecek tanrı kimdir? Hâla işitmeyecek misiniz?”63 Allah Teâlâ dilediği zaman bu kanunlara müdahale ederek, gerçek hükümdarın kendisi olduğunu gösterir. Şimdi bu konuyu daha detaylı olarak ayrı bir başlık altında inceleyelim.

a.Tabiat Kanunlarındaki Sünnetullah ve Nedensellik


Sebep, lügatte, “Kendisiyle başka bir şeye ulaşan şey (vasıta)’dır.”64 Zemahşerî ise sebebi şöyle açıklar: “ Sebep, kendisiyle alet, güç ve ilim olarak maksada ulaşan şeydir65 ” İster cansızlarla ve bitkilerle ister hayvan ve insanlarla isterse semavî cisimlerle yahut çeşitli maddî ve zahirî oluşumlarla ilgili olsun, Kur’an delalet ediyor ki, her şey bir sebeple meydana gelir. Şu halde sebebiyet (nedensellik) kanunu, yani eşyayı sebeplerine, sonuçları ise ön hazırlıklarına bağlamak bütün olaylar için umumîdir. Örneğin, ateş yanma özelliğine sahiptir. Yakma olayının gerçekleşmesi için olayının ateşin ya da yakmayı sağlayacak bir ısı enerjisinin olması gerekir. Yakma olayını sağlayan ateş ya da diğer ısı enerjilerine sebep deriz. Yanma esnasında ortaya çıkan duman ve şekil değişiklikleri ise sonuçtur. İşte bu Allah’ın fizikî âlemdeki Sünnetullah’ıdır. Bu Sünnetullah Allah’ın dilemesi olmaksızın değişmez.

Nitekim yüce Allah dilediği zaman, işleyen bu Sünnetullah çarkını durdurduğuna dair örnekler Kur’an’da mevcuttur. Biraz önce ateşin yanmasının olabilmesi için bir neden olduğunu söylemiştik. Ama ateşin yanmadığına dair -Hz İbrahim’in ateşe atılması- olayı gibi bir örnek Kur’an’da mevcuttur. Kavmi Hz İbrahim’i eli kolu bağlı şekilde ateşe attı. Ateş iyice şiddetlenip ve oranın sıcaklığı, en üst bir yerden geçecek olan bir kuşu bile yakacak bir dereceye ulaştığında, İbrahim(a.s.)i tutup, yaptıkları binanın(geniş avlusunun) üstüne çıkardılar. Elini ayağını bağladılar ve yaptıkları bir mancınığa eli kolu bağlı olarak koydular.66 Bu esnada yüce Allah’ın şu emri geldi : “Ey ateş! İbrahim’e karşı serinlik ve esenlik ol.”67 Onun için şöyle denilebilir: Allah âlemin yaratılışında onun içine bazı nedensellik yasaları yerleştirdi. Böylece âlem onun gözetimi altında yönetilmektedir; ancak bu yasalar Allah tarafından onun mucizeler adını alacak yaratmasıyla geçici olarak askıya alınabilir.68 Allah’ın tabiata koyduğu yasalara aykırı olarak bir an için o yasaları geçersiz kılması, ,insanlara gücünü göstermek, müminlerin kalplerini ferahlatmak, inanmayanlara gözdağı vermek ve her şeyden öte sebeplerin arka planındaki gerçek müsebbibi göstermektir.

Burada tabiat kanunları ile nedensellik arasındaki ilişkiyi aktarırken ana gayemiz, bütün olayların birbiri ardınca gelmesini birbirine bağlı sebeplere bağlarken; Allah’ın bu gelişmeleri bilen, takip eden ve aynı zamanda gerek duyduğu zaman dilemesiyle bu kanuna müdahale ettiği fikrini ortaya koymaktır. İslâm dinindeki Tanrı inancı, her şeyi bilip gözeten, her an bir şeyin olmasını dileyen ve istediği anda, istediği olayı yaratan bir Tanrı inancıdır. Bu inanca sahip olan bir insan, Allah’a tevekkül ederken bütün yapılması gerekenleri yaptıktan sonra Allah’a tevekkül eder. Kimileri sebepleri bırakmanın, tevekkülün kemalinde olduğu görüşündedirler. Meselâ, kimi insanların çöl yolculuğunda azık almaktan kaçınması, adet halini almıştır. İbn-i Teymiye bu anlayışı reddederken şöyle demektedir: Bu ve benzeri sözler, Allah’ın mahlûkatı ve fiillerindeki âdetini(sünnetullah) bilme eksikliğinden ileri gelir. Çünkü Allah(c.c) mahlûkatı sebeplerle yaratmıştır. Dünya ve ahirette kullar için kendisiyle sevaba, rahmet ve mağfirete nail olacakları sebepler meşru kılmıştır.

Her kim, Allah’ın ,(tutunmamızı)emrettiği sebepleri terk ederek, yalnız tevekkülle arzusuna kavuşacağını ve bunun Allah’ın yarattığı sebeplere bağlı olmadığını zannederse yanılmıştır.69

Buna göre gerçek olan şudur: Dinin benimsediği tevekkül anlayışı, Yaratıcıya sonsuz güvenle birlikte, O’nun yaratmış olduğu meşru sebeplere tutunarak Allah’a dayanmaktır. Sonuçta meydana gelen her şey Allah’ın dilemesi ve bilgisi dâhilindedir. Bu durumu Allah (c.c) Kur’an’da şöyle açıklar: “Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları Ondan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi bile bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.”70

Bu ayetle ilgili Elmalılı Hamdi Yazır bir kanunu daha açıklar; “Kara ve deniz olaylarından sonra düşme olaylarının yaprak ve tane ile temsil olunması, bütün gök cisimlerinin birer yaprak ve tane gibi “Durma kanunları”na tabii bulunduğuna dair bir delaleti içerir. Ve dikkate şayandır ki bu delalet, varlıklardan nasıl ve ne şekilde okunabilirse, Kur’an’dan da o kadar çok okunabilmektedir. Doğrudan doğruya cisimlerin duruş ve hareketleri ifade olunmayıp da yaprağın ve tanenin duruşunun açıklanması, hem Allah’ın bilgilerinin çokluk ve inceliğini tasvir etmek, hem de insanlara göre durma kanunlarının yapraklar ve tanelerde açık ve seçik cereyan ve cisimlerde gizli ve istidlale dayalı olduğuna ve yerde karanlıklara bir dane düşmesinin gök boşluğunda cisimlerin duruş ve hareketlerini bilmeye bir anahtar teşkil edeceğine bir işarettir.71

Allah âlemi yaratırken bir şeyi başka bir şeyin sebebi yaratmıştır. Yani bir olayın sonucu, diğer bir olayın sebebi olmaktadır. Bunun gibi fiziki alanda da, bir şeyin hareketi başka bir şeyin oluşmasına neden olmaktadır. Mesela dünyanın kendi etrafındaki hareketi gece-gündüz oluşumunu sağlamakta; güneş etrafındaki dönüşü ise bir yılı ve mevsimleri oluşturmaktadır. Bütün bunlar kör bir tesadüfün eseri olamaz. Olsa olsa her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilen güçlü bir sânî nin eseridir. İşte fiziki alandaki sünnetullah bir saatin çarkları gibidir. Çarklardan biri işlemezse bütün işler bozulur. Ama bütün o çarklar, bu işleyişin bir sebebi görünmektedir. Yine de o sistemi hareket ettiren güç, isterse o sebepler olmadan da sonucu yaratmaya kadirdir.

Sebeplere tutunmak bağlanmakla beraber asıl itimâd-ı kalbî (kalbi bağlılık) Allah’adır, sebeplere değil. Kulun kalbi vaziyeti Allah ile bedeni görüntüsü ise sebeplerle kâimdir. Sebeplerde olan sünnetullah, diğer sünnetlere nazaran cidden büyük bir yer işgal ediyor. Diğer sünnetler, Allah’ın tutunulsun tutunulmasın, sebeplerdeki sünnetleri (kanun-i ilahi) üzerine kaimdir. Hatta bu konuda iyice düşünen için, Allah’ın diğer sünnetlerinin, sebeplerdeki sünnetlerinin ayrı birer dalı olduğu ortaya çıkar. Oysaki onlar bağımsız değildirler.72 Bundan dolayı insanın sadece nedenselliğe bel bağlayarak Allah’ı devre dışı bırakması, kendi küçücük aklını üstün tutmasından başka bir şey değildir. Elde ettiği teknolojik güce dayanıp yerin mutlak hâkimi olarak kendisini gören modern insan, böylece göğe isyan etmiş. Kalbin ışığına değil de rasyonalitenin insan aklının, duyuların verilerini elekten geçiren gücüne dayalı bir bilim yaratmıştır.73 Elde ettiği bu bilimle de bütün kâinata hâkimiyet kuracağım derken zavallılığını, farkında olmadan perçinlemiştir. İnsanoğlunun elde ettiği bu gelişme, haddini bilmediği için onu ahlaken ve zihnen çöküntüye götürmüştür. Bu hastalığın tek çaresi kendi hakkımızda edineceğimiz köklü ve derin bilgi sayesinde bulunacaktır.74 Kâinatı araştıran ve ona yön vermeye çalışan insan kendini bilmedikçe gerçek kulluğa erişemeyecektir.

Nedensellikle ilgili sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: İnsan da dâhil olmak üzere bütün varlıkların mevcudiyeti başka bir varlığa bağlıdır. Yalnız Allah’tır ki, varlığı bir başkasının varlığına bağlı olmayan, kendi zatı ile kaim, yapıp ettiklerinden asla hesaba çekilmeyecek yaratıklar üstünde dilediği gibi tasarruf sahip olandır. Ancak, bu yüce yaratıcının gerek cemadat, gerek hayvanat ve gerekse insan denilen varlık katmanlarının her bir çeşidi ile kurduğu ilişkiler düzenine dikkat ettiğimizde gördüğümüz manzara şudur: Allah insan olarak bizim gözlemleyebildiğimiz ve gördüğümüz ve hiçbir fiil ve davranışında keyfi ve rast gele davranmamış, hep belirgin, çoğunlukla anlaşılabilir, maksatlı, deruni bir amaca bağlı ve değişken olmayan bir yol izlemiştir. Özellikle Kuran-ı Kerimde çokça yer alan Allah’ın yolu/Sebilullah ifadesini birazda bu açıdan okumak gereklidir.75

b. Tabiat Kanunlarındaki Sünnetullah ve Denge


Mizan (denge) kelimesi Kuran-ı Kerim’de “terazi, ölçü, ahirette amellerin tartılacağı terazi, amellerin bizzat kendi miktarları” gibi hem soyut ve hem de somut anlamlarda, değişik kalıplarla toplam 23 ayrı yerde gerçekleşmektedir.(6/152; 7/8-9,85; 11/84,85; 15/19; 17/35; 18/105; 21/47; 23/102,103; 26/182; 42/17; 55/79; 57/25; 83/3; 101/6,8) Örneğin Rahman suresinde Mizan kalıbıyla üç kez bir biri ardınca gelmektedir.”Ve o,gökleri yükseltti ve (her şey için) bir ölçü koydu, ki(siz, ey insanlar) asla (doğruluk ve haklılık ölçüsünden şaşmayasınız: öyleyse yaptıklarınızı adaletle tartın ve ölçüyü eksik tutmayın”76

Burada tekrarlanan mizan kavramının mübalağa ve teşvik için te’kit olarak geldiğini söyleyen kimi yorumcuların yanında, 77 bunlardan her birinin ayrı bir manaya işaret ettiğini kabul edenlerde vardır. Örneğin, Hamdi Yazır şu yorumu yapmaktadır: Evvela “ve veza’al mizan” ifadesindeki mizan, bütün eşya arasındaki genel denge kanunudur ki (Presenteur) yahut (Gravitation) denilen genel çekim kanunu veya ağırlık kanunu bunun en açık tecellisidir. Bildiğimiz terazi, kantar ve çeki gibi tartı ölçütleri olan bütün mizanların esası da budur. Eskiler bunun, yalnız yeryüzünde bulunduğunu sanıyorlar idiyse de bunun yüksek ve alçak bütün cisimler ve gök cisimleri arasında hâkim bir kanun olduğu ve ilmi heyet bakımından da özel bir önemi olduğu anlaşılmıştır.

Bununla beraber genel denge kanunu, yalnız mekanik ve fiziki çekim kanununa hasredilmeyip kimyevi ve ruhi ilişkilere dahi şamil olmak üzere anlaşıldığı takdirde faydasının daha geniş olacağı aşikârdır. Adalet her şeyi eşya arasında layık olduğu yere koymaktır. Kadı Beydavi bunu, her istidat sahibine, hak ettiğini, her hak sahibine hakkını vermek suretiyle dünya yönetiminin nizam ve istikameti diye tarif etmiştir. Bu anlamda mizan, gerek tekvini ve gerek teşrii adalet ve muvazeneden daha kapsamlı olmuştur. Şu halde ikinci mizan mastar yahut şeriat, üçüncüsü de ahiretteki ameller mizanı olmak gerektir.78

Âleme konulan bu tabii denge, varlıklar arasında bir ahenk ve insicamın olduğunu, her şeyin tabiatta belirli ölçü ve miktarda bulunduğunu ifade eder.79

Gerçekten de, kâinatın her bir uzvunda görülen bu düzen ve denge, her bir varlığın, Allah tarafından kendisi için çizilen yoldan ayrılmadan o çizgide istenen işleri yapması ve istenen davranış biçimlerini ortaya koyması ile sağlanmaktadır. Tüm evrende düzen böyle ortaya çıkmıştır ve evrende ve tabiatta af yoktur. Yoldan çıkan, sadece düzenine değil, aynı zaman da hayatına son vermiş olabilir.80Bütün bunlar sünnetullah çerçevesinde cereyan etmektedir. Sünnetullah’ ın kâinattaki gayesi birlik ve uyumdur.81 Yaratıcı kâinattaki uyum gibi insanın ve toplumun uyumlu olmasını hedeflemiştir. Yani kâinattaki denge ve uyum bütün insanlığa adeta birer örnek teşkil etmektedir. Çünkü bütün akılsız varlıklar kendilerine verilen görevleri eksiksiz yerine getirmektedir. Evren derunî yaratıldığı için, bu hakikatin en temel açılımı şudur: “ Her insan yaptığının karşılığını görecek ve hiç kimseye haksızlık yapılmayacaktır.”82Tabiat düzeni, sadece nedenlerin ve sonuçların maddi düzeni değil, aslında her şeyin bir amacı yerine getirdiği ve orada her şeyin ayakta kalabilmesine yardım ettiği sistemler bütünüdür. Bu bütünü oluşturan sistemler Allah’ın ol (kün) emrinin gereği olarak ortaya çıkmış, hakla bezenmiş bir sanat abidesidir. Kaynağı Allah olan bu sanat abidesi kusursuzca belirlenmiş bir ölçü ve uyuma dayanmaktadır.(15/2) Örneğin, Allah’ın gaz halinde bulunan göklere şekil verdikten sonra, onlara ve arza “İsteyerek veya istemeyerek, gelin! Dedi. İkisi de: İsteyerek geldik.”dediler.83

Burada yer alan, Allah’ın göklere ve yere gelmelerini emretmesi ve onlarında buna boyun eğmesinin manasını Zemahşerî, “Allah onların varlık âlemine çıkmalarını istedi, onlar da Allah’ın iradesine uygun bir şekilde var oldular.”şeklinde anlaşılmış ve bunun temsil olarak adlandırılan bir mecaz olduğunu ifade etmiştir. Zemahşeri’ye göre bu pasajdan maksat, sadece Allah’ın, O’nun tarafından var edilmiş bütün varlıklar üzerindeki sonsuz kudretinin sonuçlarını tasvir etmekten ibarettir.84

Genel anlamda âlemin dengesi anlatılırken kullanılan terimlerden birisi de, Tıbâk’tır. Tekili, tabak olan bu kelime, “örtü, bir şeyin bir başka şeyi kavraması, kuşatması sebebiyle örtmesi, bir şeyi diğerinin üzerine koyup denk gelmesi, üst üste olmasına rağmen birbirine temas etmeyen ve herhangi bir yere dayanmayan” anlamına gelmektedir.85Yüce Allah bunu şöyle ifade etmektedir: “O ki, birbiriyle uyumlu(denk) yedi göğü yaratmıştır…”86Zemahşerî’de aynı doğrultuda, Tıbak kelimesini, dosdoğru, dengeli, ahenkli olarak yorumlarken, ayette geçen Tefavüt (kusur)’de, uyumsuz, yakışıksız, uygunsuz olarak tanımlamıştır.87

Gerçekten, Rahman’ın yaratışında hiçbir aksaklık, tenakuz, uyumsuzluk, aykırılık görmek mümkün değildir. Binaenaleyh, tüm kâinatta bir uyumsuzluk, ahenksizlik ve kopukluk bulunamaz. Allah’ın yarattığı bu kâinatta her şey ahenk ve uyum içinde, gayet düzenli ve birbirine irtibatlıdır.88Bütün semaları Allah Teâla, rahmet ve in’amının eseri olarak hepsinin fevkinde kendisinin birliğini ve kudret-i izzetinin büyüklüğü ile rahmaniyetini tattırmak üzere yaratmış ve o hikmet ile onları tabaka tabaka muhtelif ebat ve vüsatte yaratmakla beraber hepsini hem yekdiğerine mutabık, hem size uygun bir nizam ve heyet ve yeknesak bir muvazene ve ahenk içinde yaratmıştır.89

Kâinatın düzenine ilişkin Allah’ın yaratmasıyla ilgili Kur’an şöyle der: “…O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip ayetleri açıklamaktadır.”90 Allah, varlık âleminde yer alan her şeye kendi içinde yaratılış, sebep ve sonuç bağlamında hareket kanunlarını yerleştirmiştir. Gök cisimlerini tutan, bunların birbirine çarpmasını önleyen Allah’ın yasasıdır. Eğer onun koyduğu birbirine denk itme ve çekme kanunları olmasa, gök cisimleri ya birbiri üzerine düşüp parçalanır veya birbirinden sonsuzca uzaklaşırdı. İşte göğün, yani yüksekteki yıldızların yeryüzüne düşüp dünyamızı parçalamasını önleyen, âlemi bu düzen içinde muhafaza eden, Allah’ın yarattığı yasalardır.91 İşte bu yasaların koyulmasının amacı insana yol göstermek ve ona dengeli olmayı öğretmektir.

İlahî kudret, yarattığı her varlıkta çift kutupluluğu esas almış, her şeyin birbirine zıt iki ayrı kutbunu da yaratmıştır.(13/3;43//12;51//49;78/8;92/1–3) Bu zıt kutuplara, Kur’an’da geçen şu kavramları örnek verebiliriz: Melek- şeytan, günah-sevap, cennet-cehennem, iyi-kötü, acı-tatlı, kuru-yaş, dişi-erkek vb. Zaten ilahi dengede, işte bu iki kutup arasındaki ilişkiler çevresinde sağlanmış ve sağlıklı bir şekilde devamı insanın fiillerine bırakılmıştır. “Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah ne yücedir.” 92Bu, canlı yada cansız bütün varlıklar mevcut bulunan çift kutupluluğa bir işarettir. Bu durum insanlar, hayvanlar ve bitkilerdeki iki cinslilik, (tabiattaki) aydınlık ve karanlık, sıcak ve soğuk, artı ve eksi çekim ve elektrik gücü, atomun yapısındaki artı ve eksi yükler (proton ve elektronlar) vb. olduğu gibi, karşıt fakat bir birini tamamlayıcı güçlerin varlığında kendini gösterir.93Çift kutuplulukta yaratılmışlar dünyasında Allah’ın bir kanunudur.

Sonuç olarak Allah tabiatın bütününe bir denge koymuştur ve o dengeyi o tutmaktadır. Kur’an bunu şöyle ifade eder: “Şüphesiz Allah gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor. Andolsun ki onların nizamı eğer bir bozulursa, kendisinden başka hiç kimse onları tutamaz.”94 Gökleri ifadesi burada, en karmaşık ilahi kanunlar sistemini ki, insanın en fazla bildiği yer çekimi kanunu, bunlardan yalnız bir tanesidir ve o tabi olarak kozmik uzay içinde hareket eden bütün yıldızları, galaksileri ve nebulaları gösteren mecazi bir ifadedir.95 İşte bu yer çekimi kanunu işlevini bir yitirirse, uzaydaki bütün her şeyin dengesi alt üst olur. Buraya kadar evrenin yapısı ile ilgili olarak naklettiğimiz ayetlerden ortaya çıkan sonuç; Allah’ın yapıp ettiği her şeyde mutlak bir sağlamlığın yer aldığını öğrenmiş bulunuyoruz. Allah’ın insandan istediği de hayatını bu sağlamlığı örnek alarak dizayn etmesidir.


Yüklə 272,62 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin