G. Diriliş İlmi
İnsanların dünyadaki yaşamlarından sonra tekrar diriltilmeleri ve işledikleri fiillerinden sorgulanmaları, ilahi dinlerin temel inançlarından biridir. İmanın asıllarının üç olduğunu söyleyenlere göre de, üç asıldan biri ahirette yeniden diriliştir. Bu inancın temel hedefi, insanı dünyadaki varoluşunda erdemli ve ilkeli bir yaşam ortaya koymasını sağlamaktır.
1. Devr İnancı
Alevilikte devr inancından söz eden düşünürler olmakla birlikte, bu inanç, diriliş inancı kadar etkili değildir. Devr inancının işlendiği eserlere devriye denilmektedir. Bu sözcük, Arapça devr (ç. edvâr) sözcüğünden alınmıştır ve Türkçe olarak döngü sözcüğü, bu oluşu doğru bir şekilde ifade etmektedir. Genel olarak Tasavvufi öğretilerde ve özel olarak da Alevilikte devr, varlığın Allah’tan ortaya çıkışını ve tekrar ona dönüşünü açıklayan bir oluş teorisidir. Bu teori, varlıkların var oluşu hakkında yaratılış teorisinden farklı bir teoridir. Yaratılış teorisi açısından nesnelerin var oluşu ve yokluk alanından varlık alanına geçmesi, Tanrı’nın yaratma eylemi ile açıklanmaktadır. Döngü anlayışında ise, insan ruhu bitki, hayvan ve insan olmak üzere, çeşitli bedenlere enkarne olmaktadır.
Pek çok Alevi ereninin, devr inancını anlatan eserlerine rastlanılmaktadır. Bu eserlerde, mutlak varlık olan Allah’tan, iniş/nuzûl ve çıkış/hurûc evreleri anlatılmaktadır. Şîrî Baba’nın devriyesinde, daha dünya var olmadan Allah ile birlikte olan, hava, su, toprak, ateş olmak üzere dört unsurda var olan, insanların en hayırlısı ile dünyaya gelen, Adem’in sulbünden çocukları olarak ortaya çıkan, diğer elçiler olarak fiillerde bulunan insan anlatılmaktadır. Ali, Hasan, Hacı Bektaş gibi alevi ulularının bedenlerinde beliren de, yine aynı kişidir. Bu kişi, bazen bitki, bazen hayvan ve bazen de insan bedeninde var olmaktadır.652
Alevi ulularından Fuzûlî, tenasühe inananların devr anlayışından bahsetmekte ve bu düşüncenin yanlış olduğunu belirtmektedir. Bu düşünceye göre, kainat dairevi bir hareketle dönmektedir. Ulvi varlıklar dönmekte ve süfli varlıklara etki etmektedir. Süfli varlıklar da, sonsuz olarak devretmektedir. Sınırlı olarak var olan ruhlar da, aynı şekilde farklı bedenler arasında dolaşmaktadırlar. Her zamanda bir devir sonlanır ve yeni bir devir başlar. Bu devirler de, sonsuz olarak birbirini takip eder.653 Fuzûlî, bu görüşün yanlış ve tutarsız olduğunu ise, onların bu görüşlerine göre devirlerin olgunluğa ulaşma makamının mertebeleri olması, olgunluğa ulaşmanın mümkün olması, bu mümkün oluşun da kesin olarak sonsuz olmamayı gerektiği654 şeklinde açıklamaktadır.
Şia’nın Keysaniyye gurubunda edvâr inancının olduğu anlatılmaktadır ki, bu kelime devr kelimesinin çoğuludur. Bu inanca göre Allah, birbiri ardından gelen yedi ademler yarattı. İlk adem yeryüzünde elli sene kaldı. Onlar yaşadılar ve öldüler. Onların ruhları nesh oldu. Elli bin yıl geçtikten sonra itaat eden meleklere çevrildiler ve dünya semasına yükseltildiler. İsyan edenler ise kötü bir yaratılışa çevrildikten sonra yerin altına indirildiler. Onlar bu görüşlerine “Yurtlarında gezip dolaştıkları nice nesilleri helâk etmiş olmamız, onlar için yol gösterici olmadı mı? Şüphesiz bunda ibretler vardır. Hâlâ duymayacaklar mı?”655 ayetini delil göstermektedirler. Yeraltında yaşayan karıncalar ve böcekler, Allah’ın önceki kavimlerden helak ettiği, ruhlarını nesh ettiği ve ruhlarını bu bedenlere nesh ettiği kimselerdir. Sonra Allah yeni bir adem yaratır. İlk Adem'de olduğu gibi onlar çoğalır ve iyilik yapanlar ikinci kat semaya yükseltilir ve kötülük yapanlar da ikinci kat yere indirilir. Böylece yedi devir tamamlanır ve kulluk son bulur.656
2. Yeni Bir Varlık Düzleminde Varoluş
Alevilikte, diriliş inancının döngü inancına göre çok daha güçlü olduğu belirten öğeler, hem düşünce düzeyinde ve hem ritüellerde kullanılan terimlerdir. Dirilişi ifade eden öğretiler mevcut olduğu gibi, diriliş hakkında Kur’an’da kullanılan terimlere de çok sık vurgular yapılmaktadır. Bazen de, eserlerin girişindeki Allah’a hamd tümcelerinde, onun varlıkları yoktan var etme ve ölmüş olanları yeniden diriltme fiillerine göndermeler yapılmaktadır.657 İnsanların diriliş evresini anlatan kıyamet günü/ruz-i kıyâmet anlayışı, Alevi deyişlerinde çok sık kullanılan bir terimdir.658 Hz. Muhammed ve imamların, ahiretteki kurtarıcılığının benimsenmesi, diriliş inancını destekleyen önemli öğelerden biridir. Bu kurtarıcılık, teolojik olarak şefaat kavramı ile ifade edilmektedir. Elçilik otoritesi olarak elçilere, Şia ve Alevilikteki imamet otoritesi olarak imamlara ve velayet otoritesi olarak velilere verilen şefaat görevi, son tahlilde, inanan günahkârların cehennem azabından kurtarılmasını ifade etmektedir. Bu dinsel otoriteler hakkında bu inancın benimsenmesi, dinsel otoritenin bağlılarının bağlılıklarını artırmakta güçlü bir rol üstlenmektedir. Sözcük olarak şefaat, bir kimseyi yanına alarak onunla iki kişi olmaktır. Terim olarak ise, ahirette günahkar bir kimseyi yanına alarak, Tanrı’dan onun bağışlanmasını istemektir.
Hz. Muhammed’in ve imamların ahirette günahkarlar için şefaatçi olacağı inancı, cem ayinlerinde çok sık dile getirildiği gibi, inançların teorik yapılandırılmasında da yer almaktadır. Yeminî, diğer elçilerin kendi ümmetlerinin kurtuluşunu Hz. Muhammed’den umduklarını ve onun şefaat madeninin kamil insanı olduğunu ifade etmektedir.659 Pratik olarak da, Alevilikte dualardaki temel ve önemli argümanlardan birisi, inançsal olarak önemli şahsiyetlerin şefaatine/kurtarıcılığına ulaşmak için dua etmektir. Lokma gülbenginde “on dört masumu pak, on yedi kemerbest ve kırklar sefaatçiniz ola” şeklinde dua edilmektedir. Dedelerin cemlerde yaptıkları dinsel konuşmalarda, Alevi ulularının ahirette şefaatçi olacakları inancı anlatıldığı gibi, dedenin her hizmet sahibi için verdiği duada da, hizmetlerinden ötürü şefaat bulmaları dilenmektedir.660
Alevililerin soylarının Hz. Muhammed’e ulaştığını belgeleyen şecerelerde de, onun ve ailesinin kıyamet gününde şefaatçi olacağını bildiren hadisler yer almaktadır. Bu belgelerde yer alan hadisler, genel olarak, “bütün soy ve nesepler kıyamet günü kesilir. Benim soy ve nesebim hariç. Bunların ikisi kıyamet günü gelir ve sahiplerine şefaat ederler” ve “Kıyamet günü dört kişiye şefaat ederim: Zürriyetime ikramda bulunan (onlara değer veren), onların ihtiyaçlarını karşılayan, işlerinde onlar için çaba gösteren ve kalbi ve diliyle onları sevenlere” şeklindedir.661 Cebbar Kulu da, risalesinin girişinde, Hz. Muhammed’e övgüde bulunurken; alemlerin Rabb’inin habibi, Arasât gününde günahkarların şefaatçisi, elçilerin sonuncusu gibi nitelikleriyle onu anmaktadır.662
Alevilikteki şefaat anlayışı, ahiret gününde Hz. Peygamber’in kendi ümmetinden büyük günah sahiplerine şefaatçi olacağı şeklinde biçimlenmektedir. Nitekim, Ali tarafından yapılan bir rivayette O, “Ey Allah’ın elçisi! Mahşerde insanların hepsi senden şefaat umarlar” demiş ve Allah’ın elçisi de, “Ey Ali! Zerre miktarı imanı olsa ve üzerinde kul hakkı olmasa, ben ona şefaat ederim”663 şeklinde cevap verdiği aktarılmaktadır. Daha önce söz konusu ettiğimiz gibi, Alevilik teolojisi açısından ameller imandan bir parça olarak kabul edilmediğinden, Allah’ın elçisi büyük günah sahipleri için şefaatçi olabilmektedir. Bununla birlikte, imamların kendileri için şefaatçi olacağı inancı da, şefaat anlayışının önemli bir öğesini oluşturmaktadır. Alevilikteki şefaat inancı, bu inancı kabul eden diğer ekollerden farklılık arz etmese de, şefaatçilerin kimliği farklılık arz etmektedir. Şefaat inancı, cemlerdeki görevlilerin tümünün sözlerinde ortaya çıkmaktadır. Bu inanca göre ahirette, Alevi önderleri günahkar aleviler için kurtarıcı olacaklardır. Bununla birlikte erkeklerin şefaatçilerinin Hüseyin ve kadınların şefaatçilerinin de Fatma olduğu kabul edilmektedir.664
İmamların ahiret gününde kendilerine şefaatçi olmaları inancı, Şii fırkalarda da görülmektedir. İmamiye’nin şefaat anlayışına göre, Hz. Muhammed kendi ümmetinden, Ali ve imamlar da kendi şiasından büyük günah sahibi olanlar için şefaat edecekler; onların şefaat ile günahkarların çoğunluğu kurtulacaktır.665 Şefaat inancını daha geniş bir alanda geçerli olduğu ve Ben-i Hâşim’den herkesi kapsadığı da rivayet edilmektedir.666 Alevilikteki şefaat anlayışı, İmamiye’nin görüşü ile birliktelik arz ettiği gibi, Hz. Muhammed’in ahiret gününde kendi ümmetinden büyük günah sahiplerine şefaat etmesi inancı açısından Mürcie ve Ehl-i Sünnet’in görüşleriyle de birliktelik arz etmektedir. Fakat Şia dışındaki diğer ekoller, imamların şefaatinden ancak alimler ve dinsel otoritelerin şefaati bağlamında söz etmektedirler. Bu ekollerin şefaat anlayışı, günahlarından ötürü cehennem giden inananlar için geçerlidir. Büyük günah işleyen inanan bir kimseden mümin kimliği kaldıran ve kafir veya fasık kabul eden Mutezile ve Haricilik açısından ise, bu kişi cehennemi hak ettiğinden, ebedi olarak orada kalacaktır. Bu ekoller açısından şefaat, sadece cennette mertebelerin yükseltilmesi şeklinde olacaktır.
Dirilişin mahiyetini açıklama, Kur’an’daki cennet ve cehennem anlatımlarını gerçek ve simgesel yorumlamakla ilişkilidir. Hacı Bektaş’ın görüşlerinde, inanan bir kimsenin cennette köşkler, gılman, vildan gibi varlıklara ulaşacağı ifade edilmektedir.667 Aynı şekilde Hacı Bektaş, benim, yargılamadaki adaletin simgesel anlatımları olarak kabul ettiğim,668 terazi, kitapların verilmesi, yakın akrabaların birbirinden uzaklaşması, inkarcıların zincire vurulması anlatımlarını, gerçek anlatımlar olarak kabul ettiği de görülmektedir.669 Kur’an’ın literal anlamlarını asıl kabul eden ve bu metot doğrultusunda ayetleri yorumlayanlara göre, Kur’an’da cennet ve cehennem hakkında anlatılanlar, gerçek anlamlarıyla kabul edilmek zorundadır. Bu anlayışa karşılık, felsefi ve mistik düşüncelerde, bu anlatımlarda yer alan nesnelerin simgesel olarak yorumlanması daha tutarlıdır. Şeyh Bedrettin, “kitaplarda bildirilen ve dillerde dolaşan cennet, huri, köşkler, ağaçlar, yemişler, kevserler, eziyet, ateş ve benzerlerinin anlamları, öyle açık ve seçik anlamlardan değildir. Bunların ancak seçkin ermişlere ayan olan derin anlamları vardır”670 derken, bu nesnelerin görünen anlamlarının ötesinde bazı gerçekliklere işaret ettiğini söylemektedir.
Dostları ilə paylaş: |