T.C.
HİTİT ÜNİVERSİTESİ
KAMU YÖNETİMİ BÖLÜMÜ
SEMİNER ÖDEVİ
JOHN LOCKE’UN DEVLET TEORİSİ
Hazırlayan
…
Ders Sorumlusu
Dr. Ertuğrul ERYÜCEL
Çorum-2018
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER...................................................................................................i
GİRİŞ...............................................................................................................1
1. JOHN LOCKE’UN YAŞAMI.........................................................................3
2. DOĞA DURUMU VE DOĞAL HAKLAR......................................................4
3. DOĞA DURUMUNDA SAVAŞ HALİ............................................................7
4. TOPLUM SÖZLEŞMESİ VE DEVLETİN ORTAYA ÇIKIŞI..........................8
5. VAZGEÇİLEN HAKLAR...............................................................................9
6. ÇOĞUNLUK YÖNETİMİ..............................................................................9
7. YÖNETİM BİÇİMLERİ...............................................................................10
8. DEVLETİN MEŞRUİYETİ..........................................................................12
9. DEVLETİN AMACI VE SINIRI...................................................................12
10. DİRENME HAKKI....................................................................................14
11. GÜÇLER AYRILIĞI İLKESİ.....................................................................15
12. HOŞGÖRÜ VE LİBERAL DÜŞÜNCELER...............................................16
SONUÇ..........................................................................................................19
KAYNAKÇA...................................................................................................21
ÖZET.............................................................................................................23
GİRİŞ
Bu çalışma, siyaset felsefesinin en önemli temsilcilerinden olan John Locke’un devlet teorisini incelemektedir. Siyasal liberalizmin kurucusu kabul edilen Locke’un devlet teorisi, siyasal iktidarın sınırlandırılmasını amaçlamaktadır. Locke’un bu amacı gerçekleştirmek için başvurduğu iki teori, “güçler ayrılığı” ve “insan hakları” teorileridir. Locke’un güçler ayrılığı teorisini ilk dile getiren düşünür olması, doğa durumunda bireyin sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerin uygar toplumda da geçerli olduğunu savunması, devletin yapısının ve işleyişinin buna uygun olması gerektiğini söylemesi, yaşadığı dönem açısından oldukça dikkat çekicidir.
Locke, devlet teorisini insan hakları üzerinden temellendirmiştir. Bu açıdan çalışmada, John Locke’ta doğa durumu anlatılarak, bireyin doğa durumunda sahip olduğu temel hak ve özgürlükler değerlendirilmiştir. Uygar toplumda bireyin temel hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla nasıl bir yönetim biçiminin oluşması gerektiği konusuna ve hoşgörü düşüncesine yer verilmiştir.
Toplumdaki her bireyin sahip olduğu bir takım hakları vardır. Bu haklar dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez haklar olduklarından, devletin veya yöneticilerin neleri yapabilecekleri sorusu akıllara gelmektedir. Düşünce tarihi boyunca, günümüze kadar, siyaset felsefesi ve siyaset teorisi ile uğraşanların öncelikli olarak cevabını aradıkları temel sorulardan bazıları şunlardır: Devlet nasıl var olmuştur? Devletin varlık nedeni nedir? Birey devlet ilişkisi nasıl olmalıdır? Bireyin toplum içindeki temel hak ve özgürlükleri nasıl sağlanabilir? Tüm vatandaşların hukuk ve yasalar önünde eşit olduğu bir toplumun kurumları nasıl bir işleyiş ve düzene sahip olmalıdır? Bir toplumdaki farklı siyasi, dini, felsefi görüşlere sahip bireylerin barış, huzur ve güven içinde bir arada yaşayabilmeleri nasıl mümkün hale getirilebilir?
Locke, devletin bireylerin inandığı gibi yaşamasına müdahale edemeyeceğini, devletin kendi gücünü kullanmasının da belirli bir sınırı olduğunu ifade etmiştir. Devletin varlık nedeni, insanları engellemek değil, tersine onların inandıkları gibi yaşayabilmelerini kolaylaştırmaktır. Locke’un devlete ilişkin düşüncelerinde dikkate değer görüşü; devletin iktidarını sınırlandırmak istemesidir. Yasama ve yürütme erkleri aynı organda toplanmaması gerektiğini söyleyerek, “güçler ayrılığı” ilkesini destekleyen bir siyasi düşünceye sahip olmasıdır. Locke’un liberal siyasi düşüncedeki önemi, toplumsal ve siyasi varoluşu, başlangıçta doğa halinde yaşayan ve doğal haklara sahip olan insanların kendi aralarında anlaşarak devleti kurdukları varsayımıyla temellendirmesinden ileri gelmektedir. Bundan da insanların dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez doğal haklara sahip oldukları ve siyasi düzenin amacının da, bu hakları güvence altına almak olduğu anlaşılmaktadır. Aydınlanma çağı öncüleri arasında sayılan John Locke’un siyaset felsefesi, mutlakıyetçiliğe karşı insan özgürlüğü ve insan hakları öğretilerini savunmaktadır.
1. JOHN LOCKE’UN YAŞAMI
John Locke 1632 yılında, İngiltere’nin ticaret merkezi Bristol’un yakınındaki Wrington’da doğmuştur. Kumaş ticaretiyle ilgilenen bir aileden gelmektedir, ancak; babası noterliği ticarete tercih etmiştir. Çocukluk yılları; mezhep ayrılıklarının, din adına yapılan mücadelelerin ve parlamento ile kral arasındaki yetki mücadelelerinin şiddetlendiği döneme rastlar. Locke’un babası Protestan’dır ve krala karşı parlamento güçlerini desteklemiştir. Locke, parlamentocuların siyasal görüşlerini babasından öğrenerek büyümüştür (Göze,2007:154).
Locke iyi bir eğitim görmüştür. Önce Westminster Koleji’nde daha sonra da Oxford’da öğrenim görmüştür. Locke mezun olduktan sonra, bir süre öğretim üyeliği yapmıştır. Felsefe, toplum bilimi, din ve siyaset bilim alanlarında incelemelerde bulunmuştur. Locke aynı zamanda tıp tahsili yapmış ve kısa bir süre hekimlik de yapmıştır (Tunçay,1969:163).
Locke doktorluk yaparken; Whig (Liberal) partisinin liderlerinden Lord Ashley ile tanışmıştır. Hasta olan Lord Ashley’i iyileştiren Locke, daha sonra on beş yıl Lord’un yazmanlığını yapmıştır. Bu görevi sırasında; Whig’lerin özgürlükçü fikirlerinden oldukça etkilenmiştir. Babasından aldığı parlamentocu fikirlerin üstüne, öğrendiği doğal bilimlerin etkisi ve İngiliz liberallerinin özgürlükçü fikirleri eklenmiştir (Ebenstein,2001:219).
Locke’un yazmanlığını yaptığı Lord Ashley, 1672 yılında, Shaftesbury Kontu olmuştur. Ancak; Ashley, Shaftesbury Kontu olduktan bir süre sonra gözden düşmüş ve Fransa’ya sürgün edilmiştir. Locke da onunla birlikte gitmiş ve 1675-1679 yılları arasında Fransa’da yaşamıştır. Locke burada, Avrupa’nın ileri gelen düşünürleri ile tanışma olanağı bulmuştur (Tunçay,1969:163).
Ashley ve Locke 1680 yılında, İngiltere’ye geri dönmüştür. Ancak; ülkedeki siyasi rahatsızlık devam etmektedir. Ashley, krala karşı gelişen muhalefetin önderlerinden biri olunca, 1683 yılında tutuklanmış ve Hollanda’ya sürgün edilmiştir. Aynı yıl içinde Locke da Hollanda’ya kaçmıştır. O sıralar Hollanda, Avrupa ülkelerinin despotik yönetimlerinden kaçan dini ve siyasi mültecilerin merkezi haline gelmiştir. Locke Hollanda’da ki özgürlük ve hoşgörü ortamından çok etkilenmiştir. Başyapıtı “Uygar Yönetim Üzerine İnceleme”yi de burada yayımlamıştır (Ebenstein,2001:220).
Locke, Hollanda’da, İngiliz kralı II. James’in damadı William d’Orange ile tanışmıştır. 1688 yılında yapılan devrimle, William d’Orange, halk tarafından İngiliz tahtına çıkmak için davet edilmiştir. William d’Orange “özgürlük için, Protestanlık için, parlamento için” sloganları ile İngiliz tahtına çıkmıştır (Göze,2007:154). Bunun üzerine, Locke da İngiltere’ye dönmüş ve yüksek devlet görevlerine getirilmiştir. Önce; istinaf komiserliği, ardından da ticaret bakanlığı yapmıştır. Yaşlılığında ise, siyaset adamları sık sık Locke’a danışarak onun tecrübelerinden yararlanmıştır. Locke 1704’de ölmüştür (Tunçay,1969:163).
John Locke’un siyasi fikirlerinin oluşmasında, küçük yaştan itibaren edindiği tecrübeler çok etkili olmuştur. Buna bağlı olarak; Locke parlamentoculuğu, demokrasiyi, anayasal yönetimi, özgürlük fikrini, hoşgörü ortamını, devletin sınırlandırılmasını, kuvvetler ayrılığını, temel hak ve özgürlükleri savunmuştur. Kısacası, o tam bir liberaldir.
17. yüzyılda, mutlakıyetçi görüşlere en büyük darbeyi John Locke indirmiştir. Locke liberalizmin felsefi temellerini atmış ve sistemleştirmiştir. Bu yüzden; John Locke, liberal devlet kuramının öncüsü olarak görülür (Göze,2007:154).
2. DOĞA DURUMU VE DOĞAL HAKLAR
Locke, siyasal yönetimi doğru anlamak ve onun meşru kaynağını belirlemek için, insanların toplum öncesindeki doğa durumu kuramından yola çıkmıştır. Locke göre, insanlar uygar toplumu oluşturmadan önce hiçbir otoritenin bulunmadığı bir doğa durumu içinde yaşamaktaydılar. Onun düşündüğü doğa durumu, Hobbes’un savunduğu gibi herkesin birbiriyle savaştığı, insanın insan kurdu olduğu bir durum değildir. Locke, tam aksine, “doğa durumunun barış, iyi niyet, karşılıklı yardımlaşma ve korunmanın yürürlükte bulunduğu bir durum olduğunu öne sürmektedir” (akt.Sabine, 1969:212).
Locke devletin ortaya çıkışını açıklamak için doğa durumundan hareket etmiştir (Akipek,1953:258-259). Locke’un “Yönetim Üzerine İki İnceleme”de tecessüm ettirdiği “doğal hukuk” ve “sözleşme” anlayışları vardır. Doğal hukuk, bu gelenek içinde yer aldığı düşünülen diğer filozoflar gibi, Locke için de, köklerini insanın mahiyetinden alır ve zamana, yere ve milletlere göre değişebilen pozitif hukuktaki değişmeyen unsurların kendisinden tevarüs ettiği ezeli ve ebedi normları teşkil eder. Bu normlar, aynı zamanda, ahlâkın da normlarıdır. Samimi bir Hristiyan mümini ve püriten olan John Locke için tabii kanun, Tanrı’nın iradesidir. İnsan bu kanuna uygun bir şekilde ve onu keşfedebilecek bir yetiyle teçhiz edilmiş bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu yeti, akıldır. Doğa yasası, bu yüzden aklın da yasasıdır. Onun normlarının değişmezliğini ve evrenselliğini sağlayan şey de budur; yani rasyonel bir varlık olarak insanın o normlara tâbi ve bağlı olmasıdır (Erdoğan,2006:46-47).
Hobbes, doğa durumunu herkesin herkesle mücadele içinde olduğu bir savaş durumu olarak tasvir ederken; Locke, doğa durumunun bir barış dönemi olduğunu ileri sürmüştür (Akipek,1953:258-259). Locka’a göre; doğa durumunda insanlar tam bir “özgürlük” ve “eşitlik” içinde yaşarlar. Locke’a göre; doğa durumu insanların başkalarının isteklerine bağlı olmaksızın, doğa yasasının sınırları içinde, kendi eylemlerini düzenlediği, kendi mallarını ve kişiliklerini kullandığı mükemmel bir özgürlük durumudur. Doğa durumu aynı zamanda hiç kimsenin bir başkasından daha fazla hakka sahip olmadığı, gücün ve yetkinin ortak olduğu, tabiatın avantajlarından eşit bir biçimde yararlanılabildiği tam bir eşitlik durumudur. Doğa durumunda hiç kimse, bir diğeri üzerinde iktidara sahip değildir (Bulut,2002:25).
Tanrı’nın iradesinin tecessümü olan doğa yasasının -ki ahlâkla da özdeştir- akıl aracılığıyla keşfedilebilir olması insanı özgür kılar. Locke, bu yüzden “Yönetim Üzerine İki İnceleme”de, rasyonel doğduğumuz gibi özgür de doğduğumuzu söyler. Locke’un siyaset teorisinde her bir kişiyi diğerinin eşiti kılan budur. Locke, bundan dolayı kurgusal bir durum olarak değil de, empirik bir veri olarak tasavvur ettiği doğa durumunda, insanın bütün siyasi otoritelerden âzâde olma manasında özgür olduğunu düşünür. Açık bir ifadeyle, doğa durumunda toplumun ve devletin varlığı söz konusu değildir. Her bir kişinin tabii kanunu ihlâl etmemek şartıyla istediğini yapma, hayat yolunu dilediği gibi seçme özgürlüğü vardır. Bu özgürlük insanlara başkalarının hayatına, bedenine ve mülkiyetine zarar vermemeyi emreden doğa yasasıyla birleşmiş ve sınırlandırılmış bir özgürlüktür, insanın asli özgürlüğüdür ve bu sebeple de, onu bir hak olarak telâkki edebileceğimiz yegâne özgürlüktür (Timuçin,2006:37).
Locke, doğa durumunu insanların özgürlük ve eşitlik içinde yaşadıkları bir dönem olarak tasvir etse de; onu bir başıboşluk düzeni olarak telakki etmez. Locke’a göre; doğa durumunda insanların “hayat hakkı”, “mülkiyet hakkı” ve “hürriyet hakkı” başta olmak üzere, birtakım doğal hakları vardır ve insanlar bu haklarını ancak; doğal yasanın, yani aklın çizdiği sınırlar içinde kullanabilirler. İnsanlar doğa durumunda dilediklerini yapabilirler ancak; herkes her istediğini yapamaz. İnsanlar doğa durumunda doğa yasasına karşı gelemezler, böyle bir özgürlükleri yoktur. Doğa durumunda insanlar, doğa yasasının izin verdiği ölçüde özgürdürler. Örneğin; kişinin başkasının hayatına son verme özgürlüğü yoktur. Yine kişi malını dilediği gibi kullanabilir ancak; kişi malını, başkasının malına zarar vermek ya da başkasının malını elinden almak için kullanamaz. Kısacası; doğa yasası, herkesin birbirinin doğal haklarına (hayat, hürriyet ve mülkiyet başta olmak üzere) saygılı olarak hareket etmesini emreder (Tannenbaum ve Schultz,2008:295).
Doğa yasası, doğa durumunu yöneten ve herkesi bağlayan bir yasadır. Aynı zamanda, doğa durumundaki insanların özgür ve eşit olmalarının da güvencesidir. Doğa yasası aslında “akıl”dan başka bir şey değildir. Bu akıl, doğa durumundaki insanlara, kendisi gibi özgür ve eşit olan diğer insanların hayatlarına, hürriyetlerine ve mülkiyetlerine müdahale etmemeleri gerektiğini öğretir. Doğa yasası, insanların, Tanrı’nın kendilerine verdiği sağduyu, nezaket ve insaf sınırları içinde yaşamasını buyurur (Şenel,1996:359).
3. DOĞA DURUMUNDA SAVAŞ HALİ
Doğa durumunda tüm insanlar eşit, özgür ve barış içinde hayatlarını devam ettirirler. Böyle bir durumda herkesi bağlayan bir doğa yasası olsa da, bu yasanın uygulayıcısı herkes olduğundan, ya da toplumu yöneten belirli bir yönetici bulunmadığından eninde sonunda bir kargaşa ortamı kaçınılmaz olacaktır (Çetin,2007:41).
Doğa durumunda tüm insanların barış ve huzur içinde, tam bir eşitlik ve özgürlük durumunda yaşayabilmeleri için, böyle bir durumun temel güvencesi olan doğa yasasının uygulanması ve her insanın bu uygulamada eşit pay sahibi olması gerekmektedir. “Doğa yasasının uygulanması herkesin eline verilmiş durumdadır, herkes bu yasayı ihlâl edenleri ihlâli engelleyecek seviyede cezalandırma hakkına sahiptir” (Locke,2002:25).
Doğal yasanın varlığı insanları başkalarının haklarına saldırmaktan alıkoymaya yetmez. Doğal yasaya aykırı hareket ederek, başkalarının haklarını ihlâl eden insanlar mutlaka olacaktır. Bu durumda, hakkı ihlâl edilen herkesin saldırganı “cezalandırma hakkı” vardır. Ancak; cezalandırma hakkı mutlak değildir. Cezalandırma ölçülü ve suçla orantılı olmalıdır. Ancak; hakkı ihlâl edilen kişilere tanınan bu yetkinin amaca uygun şekilde kullanılması pek mümkün değildir. Kişilerin kendi davalarının yargıcı olması ciddi sakıncalar yaratır. Örneğin; kin ve intikam duygularının etkisi altında hareket etme, gerek kendisinin gerek yakınlarının çıkarlarını gözetme gibi aşırılıklar yaşanabilir. Aynı şekilde huy kötülüğü, tutkunluk ve öç alma duygusu cezalandırmada hakkaniyet olmayan durumlara yol açabilir. Bu da toplumda karışıklıkların ve düzensizliklerin ortaya çıkmasına neden olur. Bir başka deyişle, Hobbes’un belirttiği savaş durumu ortaya çıkar (Göze,2007:156; Gülsoy,2000:278)
Görüldüğü gibi; Locke’da iyi bir dönem olarak başlayan doğal yaşama dönemi, cezalandırma hakkı dolayısıyla savaş durumuna dönüşmüştür. İşte insanların doğa durumundan siyasal toplum durumuna (devlet düzenine) geçmeye karar vermelerinin sırrı burada yatar. İnsanları siyasal bir toplum kurmaya iten, bu savaş durumundan kurtulma isteğidir (Bulut,2002:26).
Cezalandırma hakkının kullanımı, savaş durumunu oluşturan temel nedendir. İhtilâflarda veya tartışmalarda taraflar arasında hâkimlik veya hakemlik yapacak meşru bir otoritenin bulunmayışı, en küçük haksızlık ve çatışmalarda bile insanları birbiriyle savaş durumuna getirip, yaşamlarını tehlikeye sokmaktadır (Şenel,1996:360). İşte bu nedenle uygar yönetim doğa durumunun aksaklıklarını gidermek için gereklidir (Ağaoğulları, Zabcı ve Ergün,2009:170).
Doğa durumunda tüm insanlar özgür, eşit ve barış içinde yaşamalarına rağmen, savaş durumu, onları uygar toplum durumuna geçmeye zorlamaktadır. Doğa durumunda, barış ve huzur ortamı sürekli olmuş olsaydı, yine de Locke, yönetimin oluşması için bazı geçerli nedenler bulacaktı. Ancak, yasalarla sınırlandırılmış bir anayasal yönetimin oluşturulması için belki de bu kadar güçlü ve mantıklı gerekçeler bulamayacaktı. Doğa durumunda ortaya çıkacak olan savaş durumuna son verilmesi ve gücü yasalarla sınırlandırılmış bir yönetimin oluşturulması için, toplumsal sözleşme zorunlu görülmektedir.
4. TOPLUM SÖZLEŞMESİ VE DEVLETİN ORTAYA ÇIKIŞI
Doğa durumunda eşit ve özgür olan insanların, kendi aralarında sözleşme yaparak bir sivil toplum oluşturmalarının ve kendilerini yönetecek bir iktidar belirlemelerinin temel nedeni, doğa durumunun ikinci aşamasında ortaya çıkan savaş durumunun tehlikelere ve korkulara neden olmasıdır. Her ne kadar, doğa durumunda insanlar doğal hak ve özgürlüklere sahipseler de; artık insanların sahip oldukları hiçbir hakları güvencede değildir. Her an herhangi biri, bir başkasının saldırısına maruz kalabilir ve bunun sonucunda sahip olduğu her şeyi kaybedebilir. Bu nedenle Locke, mutlak olmamak şartıyla, bir siyasal yönetimi gerekli görür (Ağaoğulları, Zabcı ve Ergün,2009: 188).
İnsanların arasında bir anlaşmazlık oluştuğunda veya birisi haksızlığa uğradığında müracaat edecekleri bir yetkilinin olmaması, haksızlıkları giderecek ve adaleti sağlayacak bir otoritenin bulunmayışı, insanların sözleşme yaparak uygar yönetime geçmelerini temel nedenidir (Şenel,1996:361).
Barış ve güven ortamının kalmadığı doğa durumunda, insanlar, bu tehlikeli durumundan kurtulmak amacıyla kendi menfaatleri gereği aralarında “sözleşme” yaparak doğal haklar denilen -başta hayat hürriyet ve mülkiyet olmak üzere- haklarını korumak amacıyla uygar toplumu oluştururlar (Locke,2002:30).
Toplumsal sözleşmenin temel amacı, doğa durumunda insanların tehlikeye girmiş olan doğal haklarının -hayat, hürriyet ve mülkiyet hakları başta olmak üzere- yeniden güvenliğinin sağlanmasıdır. Diğer bir ifadeyle, doğa durumundaki insanlar, doğal haklarının daha güvenli olacağını düşündükleri bir siyasal iktidara sahip toplumu oluşturmak amacıyla toplum sözleşmesini yapmışlardır (Akipek,1953:261).
5. VAZGEÇİLEN HAKLAR
Doğa durumunda, insanların kendilerini koruma ve başkalarını cezalandırma hak ve yetkilerini kullanmaları, çözüm üretmekten ziyade kargaşaya ve çözümsüzlüğe neden oluyordu. O halde, kargaşanın giderilmesi ve sorunların daha barışçıl bir biçimde çözüme ulaştırılabilmesi için yapılması gereken şey, bu hakların terk edilmesi ve uygar toplumda ortak bir iktidarın oluşturulmasıdır (Ağaoğulları, Zabcı ve Ergün,2009:191).
Uygar topluma geçerken vazgeçilen, insanların tümüyle son verdiği “cezalandırma hakkı”dır. Cezalandırma hakkının dışındaki diğer tüm doğal haklarını kişiler aynen korumaya devam etmektedir (Bulut,2002:26).
6. ÇOĞUNLUK YÖNETİMİ
Doğa durumunda insanlar kendi aralarında sözleşme yaparak aldıkları ortak karar ile uygar toplumu (devleti) oluştururlar. Uygar toplumu oluşturan bu insanlar kendi kanaatleri doğrultusunda güvene dayalı bir yönetimi belirlerler. Bu yönetim, kendi istekleri ile topluma giren tüm insanların ortak kararı ile oluşturulmuş bir iktidar değil, bu toplum içindeki bir kısım insanın (çoğunluğun) rızası ile oluşturulmuş bir siyasi yapıdır. Uygar yönetimin belirlenmesi, çoğunluğun kararıyla gerçekleşmektedir. Toplumsal sözleşme ile oluşmuş olan toplum, kendi içinde sağlamış olduğu çoğunluğun rızasıyla idaresini icra edecek yöneticileri belirlemektedir (Locke,2002:81).
Locke, her bir üyesinin rızası sonucu oluşmuş olan toplumun, ancak belirli bir çoğunluğun onayı ile bir bütün olarak yönetilebileceğini söyler. Ona göre, toplum tek bir yapı olarak, yani bir bütün olarak hareket etmelidir. Bu da ancak toplum içindeki çoğunluğun rızasıyla mümkündür. Aksi durumda, toplumun tek bir parça halinde yönetilmesi mümkün değildir. Çünkü toplumu oluşturan her bir bireyin tek tek onayının alınması ya da rızalarına başvurulması mümkün değildir. Bu nedenle, toplumu oluşturan herkes, çoğunluğun almış olduğu kararlara uymak zorundadır (Locke,2002:82).
Locke’un bu ifadelerinden şunu anlıyoruz: Başlangıçta, toplumu oluşturan herkesin rızası alınarak oybirliği ile bir toplum sözleşmesi yapılır ve uygar toplum oluşturulur. Bundan sonraki aşamada, toplum için alınacak olan kararlarda herkesin onayı aranmaz ve çoğunluğun rızasıyla alınan kararlara herkes tâbi olur.
Locke’un kuramında bir „egemenden söz edilecekse bu, “çoğunluğun egemenliği”dir. Böylece Locke, toplum sözleşmesi ile uygar toplumda demokratik yönetim biçiminin bir özelliği olan “çoğunluk ilkesini” getirmiş olur. (Ağaoğulları, Zabcı ve Ergün,2009:201).
7. YÖNETİM BİÇİMLERİ
Locke, toplumsal sözleşme ile oluşturulan uygar toplumun nasıl bir hükümet tarafından yönetileceğine dair karar verme yetkisinin, halkın çoğunluğuna ait olduğunu söylüyordu. Çoğunluk, toplumun tüm iktidar yetkisine sahip olduğundan, toplumu yönetecek olan hükümet biçimine de onlar karar verir. Çoğunluk, isterse toplumu yönetebilir ya da bu yetkisini toplumu yönetecek bir yasama gücüne devredebilir. Dolayısıyla, Locke’un toplum sözleşmesinde yönetimin meşruluğu, toplumu oluşturan akıl sahibi insanların rıza ve istekleri ile çoğunluğun kararına dayanır. Bu nedenle Locke, mutlak monarşiyi tercih edilecek yönetim biçimleri arasında görmez. Locke, anayasal monarşiyi (meşruti monarşiyi) uygar toplum sayıp, mutlak monarşiyi, sultanlığı ve çarlığı uygar toplum saymaz. Bunun nedeni, Locke’un, mutlak monarşiyi uygar bir toplum biçimi olarak görmemesi ve meşru bir yönetim biçimi olarak da kabul etmemesidir (Şenel,1996:362). Çünkü Locke göre, monarkın yönetimine tâbi olan halk, vatandaş değil, köledir (Çetin,2001:228-229). Locke, yönetim biçimlerinin, yasama gücüne sahip olma durumuna göre değişeceğini söyler.
Locke, “Uygar Yönetim Üzerine İki İnceleme”de, toplumun iktidar gücüne sahip olan çoğunluğun, isterse yasa yapma yetkisini kullanacağını ya da isterse bu gücünü seçtiği yetkililere devredebileceğini söyler. Ona göre, bu durumda hükümet biçimi mükemmel bir “demokrasi”dir. Çünkü çoğunlukta yer alan herkes ya doğrudan yasama gücüne dâhil olmuştur ya da seçtikleri kişiler yürütme gücünü kullanmışlardır. Locke’un tercih ettiği yönetim biçimi de budur.
Eğer çoğunluk, yasa yapma yetkisini seçilmiş olan bir kısım insana devrederse, ya da onların mirasçılarına bırakırsa, bu durumda yönetim biçimi “oligarşi “olur.
Yasama yetkisi sadece bir kişiye devredilecek olursa, bu durumda, yönetim biçimi monarşidir.
Eğer çoğunluk, yönetim gücünü bir kişiye ya da birkaç kişiye, hayatları boyunca ya da belirli bir süre için verirse ve daha sonra bu güç tekrar çoğunluk tarafından alınıp kullanılırsa ya da başka birilerine tekrar verilirse, Locke, bu yönetim biçiminin yeni bir yönetim biçimi, yani “karma bir yönetim biçimi” olacağını ifade etmiştir (Locke,2002:103-105).
Sonuç olarak, Locke’un yönetim biçimleri hakkındaki düşünceleri ile siyasal alanla ilgili diğer düşünceleri birlikte değerlendirildiğinde, onun, devletin yönetimi konusunda evrensel ilkeler ortaya koymaya çalıştığını anlıyoruz. Zaten Locke’un bu düşünceleri, zamanla siyasal liberalizm düşüncesinin temelleri haline gelmiştir. Bu da, devletin oluşumu ve yönetimi konusunda, dönemin koşullarına göre düşünüldüğünde, Locke’un, çağının oldukça ilerisinde demokratik bir siyasi düşünceye sahip olduğunu göstermektedir.
8. DEVLETİN MEŞRUİYETİ
Locke’un, uygar toplumun oluşumunu meşru bir zemine oturtmak için en fazla üzerinde durduğu kavram, “halkın rızası”dır. Locke’a göre, doğa durumunda özgür ve eşit olan insanlar, kendi rızaları ile kendi özgürlüklerini daha güvenli bir şekilde koruyacakları ve daha huzurlu bir hayat olanağına kavuşacakları toplum düzenine geçmişler ve bir siyasi yönetime tabi olmayı kabul etmişlerdir (Locke,2002:81).
Doğa durumu cezalandırma hakkının kullanımı nedeniyle bir savaş durumuna dönüştüğünden dolayı, insanlar, kendilerini ve kendilerine ait şeylerin korunmasını garanti altına almak amacıyla, birbirleriyle sözleşme yaparak toplumu ve siyasi yönetimi oluşturmuşlardır. İnsanlar doğa durumunda sahip oldukları cezalandırma hakkını, kendi rızalarıyla siyasi yönetime devrettikleri için bu yönetim meşru bir yönetimdir (Locke,2002:75-76).
Uygar toplum, doğa yasası gereği herkesin sahip olduğu cezalandırma hakkını kamuya devretmesiyle oluşmuştur. Dolayısıyla halkın rızası olmadan bir uygar toplumun ya da uygar yönetimin oluşması mümkün değildir (Miller,1987:285).
9. DEVLETİN AMACI VE SINIRI
Locke’da Uygar yönetim, doğa durumunda tasvir edilen yapıya uygun olarak şekillenmiştir. Çünkü uygar yönetimin asıl kaynağı doğa durumu, yani doğa yasalarının öngördüğü sınırlardır. Bu nedenle, uygar toplumda yönetim, insanların sahip oldukları haklarını daha iyi korumak amacıyla oluşturulmuştur (Bakırcı,2004:54).
Locke’da Hobbes gibi, tabiat halinden devlet haline geçişi toplum sözleşmesiyle açıklamıştır. Fakat o, Hobbes’tan farklı olarak; insanların tüm haklarını egemen güce devrettiklerini düşünmez. Locke göre; insanlar devlet haline geçerken, sadece cezalandırma haklarını devlete devretmişlerdir. Bunun dışındaki tüm haklarını kendilerinde saklı tutmaktadırlar (Bulut,2002:26).
Yapılan sözleşme, uygar topluma geçişi sağlıyor ve uygar bir yönetimi belirliyor olsa da; bu, doğal hakların sona erdirildiği anlamına gelmez. Uygar toplum döneminde de; doğa durumunda insanların sahip oldukları hakların geçerliliği aynen devam etmektedir. Locke’un kuramında doğal hakların sözleşme ile sona ermemesinin ve geçerliğinin daim olmasının önemli yanı; günümüzde insan haklarının; dokunulamaz, devredilemez, vazgeçilemez ve yok sayılamaz haklar olma özelliğini çağrıştırıyor olmasıdır. Bu, Locke’un devlet anlayışında insanların hak ve özgürlüklerinin sürekliliğini ifade eden bir liberal düşüncenin varlığının en iyi belirtilerinden biridir (Uslu,2009:48).
Locke’un sosyal sözleşme teorisi, devleti insan haklarıyla sınırlamıştır. Devletin temel amacı; insanların -hayat, hürriyet ve mülkiyet hakları başta olmak üzere- doğal haklarını güvence altına almak, huzuru, iç ve dış güvenliği sağlamak ve halkın iyiliğini gerçekleştirmektir. Devletin bundan başka amacı yoktur (Çetin,2007:42). Çünkü insanlar doğal haklarını korumak amacıyla, doğa durumundan devlet durumuna geçmişlerdir. Bu, bir mukavelenin yapılmasıyla gerçekleşmiştir. İnsanlar bu mukavele ile sadece doğa durumundaki cezalandırma haklarını devlete devretmiştir. Onun dışındaki temel hakların sahipleri yine insanlardır ve devletin yegâne görevi bu hakları korumaktır. İnsanlar, devlete sadece bu hakları koruması için yetki vermiştir (Yayla,1992:34-35).
Locke, devletin amacını kişilerin doğal haklarını korumak olarak belirlemiştir. Devletin bundan başka amacı yoktur. Locke, bu teorisi ile devleti sınırlandırmıştır. Ona göre; devletin “adalet” ve “güvenlik” olmak üzere iki temel görevi vardır (Çetin,2007:42).
Görüldüğü üzere; Locke’un bakış açısıyla, devlet halka rağmen herhangi bir hak ileri süremez. Çünkü Locke’un devleti, asla Hobbesyen anlayışta olduğu gibi mutlak egemenliğe sahip değildir. Aksine Locke, devleti toplumun amaçlarının gerçekleştirilmesinde sadece bir araç olarak görür. Doğa kanununun güçlü bir savunucusu olan Locke, devleti Hobbesyen bir tarzda yasa yapmaktan ziyade, doğal yasaları uygulamakla görevlendirir. Nitekim Locke, doğa durumunu tasvir ederken yasaların zaten doğal olarak var olduğunu ve egemenin bu kanunları sadece keşfederek uygulamakla görevli olduğunu belirtir. Dolayısıyla Locke’un anlayışında yasa, devletten önce zaten vardı ve dolayısıyla egemenlik de bu yasalar ile sınırlandırılmıştır (Ebenstein,2001:228-229).
10. DİRENME HAKKI
Locke, yukarıda sıraladığımız yönetimin sınırlarını ortaya koymakla; iktidarların keyfi uygulamalar ile halkı yönetemeyeceğini, onların ilan edilmiş olan yasaların dışına çıkamayacağını belirtmek istemiştir (Dunn,2001:152-153).
Locke’a göre, halkın yönetime devrettiği iktidar mutlak bir iktidar değil, geçici bir iktidardır ve bu iktidarın gücü belli koşullarla sınırlandırılmıştır. Bu sınırlamalar iktidarı keyfi uygulamalardan uzak tuttuğu gibi, aynı zamanda daha demokratik ve liberal bir devlet anlayışının gelişmesine katkı sunmaktadır (Thomson,2002:89-90).
Locke’a göre; doğa durumunda özgür ve eşit şekilde yaşayan insanlar hayatlarını ve vücut bütünlüklerini korumak; huzurlu, rahat ve barış içinde yaşamak; mallarını istedikleri gibi kullanmak ve kötülerin saldırılarından korunmak için kendi istek ve iradeleriyle devleti oluşturmuşlardır (Göze,2007:157). Devlet, insanların kendi özgür iradeleriyle yapmış oldukları sözleşmenin ürünü olduğu için; bu sözleşmeye aykırı hareket etmediği müddetçe meşruiyetini koruyacaktır.
Locke, toplum sözleşmesi teorisiyle devletin görevini doğal hakları korumak olarak belirlemiştir. Bu aynı zamanda devletin sınırlarını da ortaya koymaktadır. Sınırları içinde kalmayan ya da keyfi davranan yönetim meşruiyetini kaybeder. Bu durumda, halkın sözleşmeye aykırı hareket eden yönetime karşı “direnme hakkı” vardır. İnsanlar doğal haklarını korumada başarısız olan ya da keyfi davranan yönetimlere karşı; direnme hakkını kullanıp, onları düşürebilir ve yerlerine yeni yönetimler kurabilir (Tunçay,1969:166-167).
11. GÜÇLER AYRILIĞI İLKESİ
Devletin ortaya çıkışını insanların kendi istek ve iradeleri sonucu meydana getirdikleri sosyal sözleşmeye bağlayan Locke, devletin görev alanını da insanların doğuştan sahip oldukları doğal haklarla sınırlamıştır. Öyle ki; devletin görevi bu dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez hakları korumaktır. Bu durum sözleşmede açıkça belirtilmiştir. Devlet eğer sözleşmenin dışına çıkarsa, meşruiyetini yitirmiş olur ki; bu durumda insanların “direnme hakkı “doğacaktır (Çağıl,1984:75).
Yukarıda görüldüğü gibi; Locke, doğal haklar teorisiyle devleti sınırlandırmayı amaçlamıştır. Locke’un devlet iktidarının sınırlandırılması için düşündüğü bir başka mekanizma da “güçler ayrılığı” ilkesidir.
Locke devlet içinde “yasama”, “yürütme” ve “konfederatif” güç adını verdiği üç temel gücün varlığından söz etmiştir. Ona göre; yasama gücü kanunları yapar. Yürütme gücü bu kanunlar uygular. Konfederatif güçte diğer devletlerle olan ilişkilerden sorumludur. Locke, yasamanın hiyerarşik açıdan üstün olduğu bir güçler ayrılığı anlayışını savunmuştur. Ona göre, üstün olan yasama gücüdür; diğer iki güç ondan kaynaklanmıştır ve ona tâbidir (Göze,2007:159-163).
Locke, özellikle; yasama ve yürütmenin aynı elde toplanmaması gerektiğini savunmuştur (Yayla,1998:113). Locke, yasama ve yürütmeyi birbirinden kesin olarak ayırmak istemiştir. Böylece, yürütmenin yasamayı şahsi menfaatleri için kullanmasının engelleneceğini düşünmüştür. Böylece, yasama gücü topluma ait kalacak ve yürütmenin insanların temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı düzenlemeler yapması engellenmiş olacaktır (Bouillon,1998:26).
Locke’un güçler ayrılığı ilkesi konusunda yaptığı bu ayrımlar, günümüzdeki devlet yönetimlerinin demokratik yapı ve işleyişlerini tam anlamıyla karşılamıyor olsa da, devletin yönetim işleyişini farklı güçler arasında ayırmış olması, demokratik toplum yapısının oluşumu için oldukça önemli bir aşama olarak görülmektedir. Uygar toplumun yönetiminde yasama gücü ve yürütme gücü ayrımı, devlet yönetiminin liberalleşmesi ve halkın vatandaşlık haklarının korunması açısından önemlidir.
Locke’un ilk kez ortaya attığı “güçler ayrılığı” teorisi, daha sonra Fransız düşünür Montesquieu tarafından geliştirilmiş ve günümüzdeki şeklini almıştır (Yayla,1998:113).
12. HOŞGÖRÜ VE LİBERAL DÜŞÜNCELER
Locke’un hoşgörü ile ilgili düşüncelerini “Hoşgörü Üstüne Bir Mektup” adlı eserinde görmekteyiz. Bu eserde Locke, daha çok özgürlükler ve farklılıklara karşı hoşgörülü olunması gerektiğinden söz eder. Locke’un buradaki düşüncesinin ana teması siyasal özgürlükler ile dinsel özgürlüklerdir. Zaten bu iki özgürlük alanı tümüyle birbiriyle ilişkilidir. Çünkü bir toplumda dinsel hoşgörüden söz etmek için, devletin din üzerinde hiçbir baskı ya da yaptırıma sahip olmaması gerekir. Yine aynı şekilde, devletin daha sağlıklı işletilebilmesi ve insanların akıl ilkelerine göre bir hukuk düzeni oluşturabilmeleri de, devlet işlerinin tümüyle dinden bağımsız olmasıyla mümkündür. Locke, aynı dine mensup farklı mezheplerin de birbirlerine karşı çatışmadan uzak ve hoşgörülü olmalarına yönelik bir düşünsel çaba içindedir.
Bir toplumda inanç farklılıklarına karşı hoşgörü düşüncesinin yerleşik hale gelmesi, o toplumun liberal ve demokratik olduğunun en açık örneğidir. Ancak, devletin daha liberal ve demokratik bir yapıya kavuşturulması için, hoşgörü tek başına yeterli bir özellik değildir. Locke, devletin daha demokratik ve liberal bir yapıya kavuşturulması konusunda şöyle der: “Siyasi yönetimin işlerini, din işlerinden kesinlikle ayırt etmeyi ve ikisi arasında adil sınırlar koymayı bütün her şeyin üzerinde zorunlu buluyorum” (Locke,2005:27). Locke, bu ifadesiyle, siyasi yönetim ile kilisenin birbirlerinin alanına müdahale etmemesini istemektedir. Bu düşünce, günümüzdeki “laiklik” ilkesini hatırlatmaktadır. Laiklik, devlet ve din işlerinin ayrılığı, devlet işlerinin dini kurallardan bağımsız olması demektir. Bu anlamda Locke, laik devlet anlayışının yerleşik hale gelmesini istemektedir. Laik devlet anlayışının yerleşik hale gelmesi, o devletin vatandaşlarının “din ve vicdan özgürlüğü”ne sahip olması demektir. Locke göre, eğer siyasi yönetim ile din işleri birbirinden ayrılmaz ise, siyasi yöneticiler ile din adamları arasında sürekli ortaya çıkacak olan çatışma ve anlaşmazlıklara son verilemez (Locke,2005:23-27).
Locke, devletin varlık nedenini; her bir yurttaşın hayatını, özgürlüğünü, bedensel sağlığını ve maddi mülkiyetini korumak ve geliştirmek amacıyla oluşturulmuş bir insani toplum olarak görür (Locke,2005:28).
Locke göre, siyasi yönetim hiç kimsenin inancına müdahale edemez. Hiç kimseyi kendi rızası olmaksızın bir dine mensup olmaya zorlayamaz. Siyasi yönetimin bütün yetki alanı dünyevi işlerle sınırlıdır. Hiçbir siyasi otoritenin, yurttaşlara inançları ile ilgili bir müdahalede bulunması kabul edilmez (Locke,2005:29).
Bu yaklaşım, aynı zamanda, hoşgörüyle bireyin (negatif) özgürlüğü arasındaki tartışılmaz ilişkiyi tecessüm ettirir. Devlet, bireyin inandığı gibi yaşamasına müdahale edemez; müdahale edilmesine de müsamaha gösteremez. Söz gelimi, vatandaşlarının dinlerinin gereklerini yerine getirmelerini, dinin kendilerine emrettiği gibi ibadet etmelerini engelleyemez. Onun varlık nedeni, engellemek değil, aksine, vatandaşların inandıkları gibi yaşamalarını kolaylaştırmaktır. Locke, siyasi otoritenin hoşgörüyü, yeri ve zamanı geldiği zaman vazgeçilebilecek bir tedbir olarak değil, bireyin (negatif) özgürlüğünün başlıca teminatı olabilecek, ihmal edilmesi imkânsız bir görev olarak alması gerekliliğini ortaya koyar. Locke’un bu görüşü liberalizmin, ta başlangıcından itibaren, niçin hoşgörünün kendiliğinden tezahürüne imkân veren bir zihniyet yapısı olarak kavrandığını bütün açıklığıyla gösterir. Liberalizm, insanların inançlarını serbestçe yaşamalarına fütursuzca müdahale edilen bir çağda ve coğrafyada, her şeyden önce, tam bir din ve vicdan özgürlüğü vaadi ve hoşgörü talebi olarak yükselmiştir. Bu vaadin nasıl gerçekleştirilebileceğine dair verilen cevap da çok basittir: İnsanların vicdanlarına tahakküm ve tasallut etmeye yeltenmeyin, onların inandıkları gibi yaşamalarının önündeki engelleri kaldırın, insanların önünü açın, sadece ve sadece bunları yapın. Göreceksiniz, her şey değilse de (liberalizm, mükemmeliyetçi değildir) çok şey nasıl da düzelecek! (Locke,2005:30-35).
Locke, hoşgörü savunmasında, bütün siyaset felsefesinin doğal sonucu diyebileceğimiz bir ilkeyi de tesis eder. Liberal perspektifi diğer bütün perspektiflerden ayıran ve ona pratikteki rengini veren bu ilke, devletin tarafsızlığı ilkesidir. Modern sivil-siyasi yönetim, yönetilenlerin rızasına dayandığı ve söz konusu rızanın kendisine verilmesini sağlayan yükümlülükleri yerine getirdiği ölçüde meşrudur. O halde, yönetimlerin, yönetilenlerin hayat tarzlarını biçimlendiren inançlar karşısında tarafsız kalmaları zaruridir. Aynı ilke uyarınca, hiçbir grubun da kendisini diğerleri karşısında avantajlı ve imtiyazlı kılacak uygulamalar beklememesi gerekir. Varlık sebebi olan asli yükümlülükleri, bütün vatandaşları için aynı ölçüde yerine getiren bir devlet, herhangi bir nitelikleri yüzünden (din, inanç vb) çoğunluğu oluştursalar bile, hiçbir grubu kayırmamalıdır. Bu ilkeyi esas alan bir devlet, vatandaşlarına belli inançlar, değerler ve düşünceler üzerinde yükselen bir hayat tarzı dayatmaz; aksine, vatandaşların inandıkları gibi yaşamalarının önünü açar (Erdoğan,2006:45-47).
Sonuç olarak Locke, siyasi yönetim ile dini otorite kabul edilen kilisenin sınırlarını kesin çizgiler ile değiştirilmez biçimde belirleyerek, laik devlet anlayışının yerleşik hale getirilmesini tasarlamıştır. Böyle bir devlet anlayışı liberal demokrasi açısından düşünüldüğünde, Locke’un yaşadığı dönem itibariyle değil, günümüz demokrasisi ve liberal devlet anlayışı açısından dahi oldukça önemli bir aşama olarak görülebilir. Dolayısıyla, Locke’un “Uygar Yönetim Üzerine İki İnceleme” ve “Hoşgörü Üstüne Bir Mektup” adlı eselerinin, liberal devlet anlayışının gelişiminin temeli olan eserler olduğu anlaşılmaktadır.
SONUÇ
John Locke’un devlet teorisi, devlet iktidarın sınırlandırılması üzerine kurgulanmıştır. John Locke’un devlet iktidarını sınırlandırmak için başvurduğu iki yol “insan hakları teorisi” ve “güçler ayrılığı ilkesi”dir.
John Locke, devlet teorisini insan hakları üzerinden temellendirmiştir. Devletin ortaya çıkışını açıklardan doğa durumu, doğal yasa ve doğal haklardan hareket etmiştir. Bir barış durumu olarak telakki ettiği doğa durumunda, insanların doğa yasasının (aklın) çizdiği sınırlar içinde özgür ve eşit şekilde yaşadığını ifade etmiştir. Doğa durumunun en önemli özelliği olarak da insanların hayat, hürriyet ve mülkiyet hakları başta olmak üzere dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez haklarının olmasını göstermiştir.
Locke, insanların doğa yasasının sınırları içinde davranmayan insanlara karşı sahip oldukları cezalandırma haklarını kullanmaları sonucu, doğa durumunun bir savaş haline dönüştüğünü savunmuştur. Bu savaş durumundan kurtulma ve doğal hakların güvenliğini sağlama isteği insanların kendi aralarında bir sözleşme yaparak devleti tesis etmelerine neden olmuştur. Ancak Locke Hobbes gibi insanların toplum sözleşmesi ile devlete tüm haklarını devrettiği görüşünde değildir. Ona göre, insanlar devlete sadece doğa durumunun bir savaş durumuna dönüşmesine yol açan “cezalandırma hakkı”nı devretmişlerdir. İnsanlar doğa durumunda sahip oldukları hakları (başta hayat, hürriyet, mülkiyet olmak üzere) aynen korumaktadır. O halde devletin iki görevi vardır: “güvenlik” ve “adalet”.
Devletin birincisi görevi insanların doğal haklarının korunmasını ifade eder. İkincisi ise, kamu düzenini bozan kişileri cezalandırmayı içerir. Locke’a göre bu iki görev aynı zamanda devletin meşruiyet sınırlarını da tayin etmektedir. Locke göre sınırları içinde kalan yönetim meşrudur. Eğer devlet, vatandaşların kendisine verdiği yetkilerin dışına çıkarsa meşruiyetini kaybedecektir ki; bu durumda vatandaşların devlete karşı “direnme hakkı” doğacaktır.
John Locke’un devlet iktidarını sınırlandırmak için düşündüğü ikinci yol, güçler ayrılığı ilkesidir. Locke yasama, yürütme ve konfederatif güç olarak saydığı devlet erkleri arasında yasamanın hiyerarşik açıdan üstün olduğu bir güçler ayrılığı anlayışını savunmuştur. Locke’un güçler ayrılığı ilkesi konusunda yaptığı bu ayrımlar, günümüzdeki devlet yönetimlerinin demokratik yapı ve işleyişlerini tam anlamıyla karşılamıyor olsa da, Locke’un devletin yönetim işleyişini farklı güçler arasında ayırmış olması, demokratik toplum yapısının oluşumu için oldukça önemli bir aşama olarak görülmektedir. Uygar toplumun yönetiminde yasama gücü ve yürütme gücü ayrımı, devlet yönetiminin liberalleşmesi ve halkın vatandaşlık haklarının korunması açısından oldukça önemlidir.
On yedinci yüzyılda, mutlakıyetçi görüşlere en büyük darbeyi John Locke indirmiştir. Locke, liberalizmin felsefi temellerini atmış ve sistemleştirmiştir. Bu yüzden; John Locke, liberal devlet teorisinin öncüsü olarak kabul edilir. Uygar toplumla bağdaşmadığı ve keyfi yönetime sebep olduğu gerekçesiyle monarşiye karşı çıkmış, en iyi yönetim şeklinin demokrasi olduğunu savunmuştur. John Locke’un fikirleri 1688 İngiliz Devrimi’nin, 1776 Amerikan Devrimi’nin ve 1789 Fransız Devrimi’nin temellerini oluşturmuştur. Fikirleri, 1688 İngiliz Devrimi’ni meşrulaştırmaya hizmet etmiştir. Tarihin ilk anayasası olarak kabul edilen A.B.D. Anayasası, büyük ölçüde; Locke’un özgürlükçü fikirlerinden etkilenmiştir. İnsan hakları açısından çok önemli bir yer teşkil eden Fransız İnsan Hakları ve Vatandaşlık Bildirgesi de büyük ölçüde; Locke’un fikirlerine yer vermiştir.
Locke’un siyaset felsefesindeki muhteşem klasiği, “Yönetim Üstüne İki İnceleme” ve “Hoşgörü Üzerine Bir Mektup”, adlı eserlerinde savunduğu düşüncelere bakıldığında, onun modern zamanların ruhuna mührünü vurmuş olan fikir adamlarının en başında geldiğini söylemek hiç de mübalâğa sayılmaz.
KAYNAKÇA
AĞAOĞULLARI, Mehmet Ali, ZABCI, Filiz ve ERGÜN, Reyhan; Kral-
Devletten Ulus- Devlete, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 2009.
AKİPEK, İlhan; “John Locke’un Siyasi Fikirleri”, Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, Cilt:10, Sayı:1-4, 1953, s.255-268.
BAKIRCI, Fahri; John Locke’ta Mülkiyet Anlayışı, Ankara, Babil Yayıncılık,
2004.
BOUİLLON, Hardy; John Locke, Çev: Ali İbrahim Savaş, Ankara, Liberte
Yayınları, 1998.
BULUT, Nihat; “Ortaçağdan Yeniçağa Geçiş Süreci Bağlamında Ekonomik
Zihniyet Değişiminin Siyasal Düşünceye Etkisi”, Atatürk Üniversitesi
Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:6, Sayı:1-4, s.17-32.
ÇAĞIL, Orhan Münir; İnsan Hakları ve Tabii Hukuk, İstanbul, İ.Ü. Hukuk
Fakültesi Yayınları, 1984.
ÇETİN, Halis; “Liberalizmin Temel İlkeleri”, Cumhuriyet Üniversitesi
İktisadi Ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 1, 2001, s.217-235.
ÇETİN, Halis; Çağdaş Siyasi Akımlar, Ankara, Orion Kitabevi, Ankara,
2007.
DUNN, John; “John Locke: Güvene Dayalı Siyaset”, Çev: Mehmet
Turhan, Siyasal Düşüncenin Temelleri, Der. Brian Redhead, İstanbul, Alfa Yayıncılık, 2001, s.152-153.
EBENSTEİN, William; Siyasi Felsefenin Büyük Düşünürleri, Çev: İsmet
Özel, İstanbul, Şule Yayınları, 2001.
ERDOĞAN, Mustafa; Aydınlanma Modernlik ve Liberalizm, Ankara, Orion
Yayınevi, 2006.
GÖZE, Ayferi; Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul, Beta Yayınevi,
2007.
GÜLSOY, M. Tevfik; “John Locke’un Siyaset Teorisinin Temel Kavramları ve
Yasama Gücü”, Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:4, Sayı:1-2, 2000, s.275-296.
LOCKE, John; Sivil Toplumda Devlet-Uygar Yönetim Üzerine İkinci
İnceleme, Çev. Serdar Taşçı ve Hale Akman, İstanbul, Metropol Yayınları, 2002.
LOCKE, John; Hoşgörü Üstüne Bir Mektup, Çev. Melih Yürüşen, Ankara,
Liberte Yayınları, 2005.
MİLLER, David; Political Thought, Cambridge, Basil Blackwell, 1987.
SABİNE, George; Siyasal Düşünceler Tarihi, Çev. Alp Öktem, Cilt II,
Ankara, Sevinç Matbaası, 1969.
ŞENEL, Alaeddin; Siyasal Düşünceler Tarihi, Ankara, Bilim ve Sanat
Yayınları, 1996.
TANNENBAUM, Donald ve SCHULTZ, David; Siyasi Düşünceler Tarihi:
Filozoflar ve Fikirleri, Çev.: Fatih Demirci, Ankara, Adres Yayınları, 2008.
THOMSON, David; Siyasi Düşünce Tarihi, Çev. Serdar Taşçı, İstanbul,
Metropol Yayınları, 2002.
TİMUÇİN, Ali; John Locke’un Siyaset Anlayışı, İstanbul, Bulut Yayınları,
2006.
TUNÇAY, Mete; Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi: Seçilmiş Yazılar 2,
Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1969.
USLU, Cennet; Doğal Hukuk ve Doğal Haklar, Ankara, Liberte Yayınevi,
2009.
YAYLA, Atilla; Liberalizm, Ankara, Turhan Kitabevi,1992.
YAYLA, Atilla; Siyaset Teorisine Giriş, Ankara, Siyasal Kitabevi,
1998.
ÖZET
Bu çalışma, John Locke’un devlet teorisini incelemektedir. Çalışmanın amacı doğa durumu, doğa yasası, doğal haklar, toplum sözleşmesi ve güçler ayrılığı teorilerinden yola çıkarak John Locke’un devlet teorisini ortaya koymaktır. 17. yy’da yaşamasına rağmen çağının çok ötesinde düşüncelere sahip olan ve 1688 İngiliz Devrimi, 1776 Amerikan Anayasası ve 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi gibi insanlık tarihi açısından çok önemli olayları etkilemiş olan John Locke’un devlet teorisi hâlâ güncelliğini korumaktadır. Bu çalışma John Locke ile ilgili literatürün taranması sonucu oluşturulmuş bir tarama değerlendirme makalesi hüviyetindedir.
Çalışmanın temel savı, John Locke’un devlet teorisinin devlet iktidarının sınırlandırılması üzerine kurulduğudur. John Locke’un devlet iktidarını sınırlandırmak için kullandığı iki yol, insan hakları teorisi ve güçler ayrılığı ilkesidir. Locke devlet teorisini insan hakları üzerinden temellendirmiştir. Locke İnsanların doğa durumunda sahip oldukları dokunulmaz, devredilemez ve vazgeçilemez haklara devlet durumunda da sahip olduklarını savunmuştur. Locke devletin tek görevini bu hakları korumak (güvenlik) ve bu haklara saldırı olduğunda bozulan kamu düzenini yeniden (adalet) sağlamak olarak belirlemiştir. Locke’un devlet iktidarını sınırlandırmak için kullandığı bir diğer yol da yasama, yürütme ve konfederatif güç adını verdiği erkler arasında yasamanın hiyerarşik açıdan diğer erklerden üstün olduğu bir güçler ayrılığı ilkesidir.
Anahtar Kelimeler:
1. Doğa Durumu
2. Doğal Haklar
3. Toplum Sözleşmesi
4. Devlet
5. Güçler Ayrılığı
Dostları ilə paylaş: |