ATİPİK ÖZERK İDARELER
-
Kamusal Nitelikli Meslek Örgütleri (KamuKurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları ve Üst Kuruluşları)
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, belli bir mesleğe sahip olanların bir meslek birliği çatısı altında zorunlu üyelik esasına göre örgütlenmeleriyle oluşan kuruluşlardır. Sendikalardan farklı olarak, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, kamu tüzel kişiliğine sahip olmaları ve zorunlu üyelik esasına dayanmaları bizzat Anayasa’da öngörülmektedir (m.135140).
Meslek mensuplarının örgütlenmesi ile amaçlanan, bir yandan meslek ahlakının (deontoloji) sağlanması, diğer yandan ise meslek mensuplarının menfaatlerinin korunmasıdır. Zorunlu üyelik esasının mantığı da buna dayanmaktadır.
Kanaatimizce, bu örgütlenmelerin teşvik edilmesi yerinde olmakla birlikte, bu kuruşlara kamu tüzel kişiliği tanınmasına ihtiyaç yoktur. Zira bir kişi topluluğuna kamu tüzel kişiliği verilmesindeki amaç, ona gerektiğinde kamusal yetkiler kullanma olanağı ve kamu adına hareket kabiliyeti tanımaktır. Oysa kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının varlık amaçları gereği, böyle bir güçle donatılmalarına gerek yoktur. Bu nedenle de, özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olmaları faaliyetlerini yürütmeleri için yeterlidir. Meslek ahlakını korumak ve meslek içi düzeni sağlamak adına üyelerine disiplin cezaları uygulayabilmeleri için ise illa da kamu tüzel kişiliğine sahip olmaları gerekmemektedir. Nitekim Fransa dahil Dünya uygulamaları da bu yöndedir. Tıpkı spor federasyonlarında veya kulüplerde ya da sendikalarda olduğu gibi, meslek örgütlerinin dernek statüsünde de kendi iç düzenlerini korumak adına bu tür istisnai yetkileri kullanmaları mümkündür.
Esasen 1982 Anayasası ile Dünya uygulamalarından farklı biçimde sözkonusu meslek kuruluşlarına kamu tüzel kişiliği verilmesinin ve böylece aslında sivil toplum kuruluşu olarak dernek statüsünde olması gereken bu örgütlerin Devlet yapısına eklemlenmesinin asıl nedeni, bu meslek kuruluşları üzerinden avukatlar, doktorlar, mimar ve mühendisler, tüccar ve sanayiciler gibi belli başlı meslek mensuplarının Devlet tarafından “zapt-ü rapt” altına alınması ve sivil toplumun güçlenmesini önlemek amacıdır. Günümüzün demokrasi standartları açısından böyle bir amacın meşruiyetinin kalmadığı görülmektedir.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, avukatların meslek kuruluşu olan barolar, doktorların meslek kuruluşu olan tabip odaları, tüccar ve sanayicilerin meslek örgütü olarak ticaret odaları, sanayi odaları veya ticaret ve sanayi odaları, mimarlar ve mühendisler odaları ve eczacılar odaları gösterilebilir141. Bu kuruluşların, Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipler Birliği, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)142 gibi üst kuruluşları da vardır.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ilişkin olarak idare hukuku açısından çözümlenmesi gereken önemli hukuki sorunlar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının kamuda çalışan ve kamu görevlisi konumundaki mensuplarına meslek ahlakına aykırı davrandıkları veya mesleğin iç düzenini bozdukları, yani meslek kurallarına uymadıkları gerekçesiyle disiplin cezası verme yetkilerinin bulunup bulunmadığı; kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının ve üst kuruluşlarının –kanunlarında bu hususta açık yetki bulunmasa bile- meslek mensuplarının kişilere verecekleri hizmetlere yönelik asgari ücret tarifesi belirleme yetkilerinin bulunup bulunmadığı ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının üyelerinin mesleki faaliyetlerini teknik uzmanlık denetimine tabi tutma veya mensuplarının mesleki faaliyetlerine onay verme yetkilerine sahip olup olmadıkları sorunlarıdır.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları kamu görevlisi mensuplarına disiplin cezası verebilir mi?
Anayasanın 135. maddesinin 2. fıkrasında “Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüslerinde asli ve sürekli görevlerde çalışanların meslek kuruluşlarına girme mecburiyeti aranmaz.” denildiğinden, bunun mefhum-u muhalifinden çıkan sonuç, kamu görevlisi olarak çalışan meslek mensupları için kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına üye olma zorunluluğu öngörülebileceğidir. Kamu görevlileri için meslek örgütlerine üyelik zorunluluğu getirilemeyeceğine dair kural, bu durumda olanların arzu ettikleri takdirde meslek örgütlerine üye olmalarına engel değildir. Diğer bir anlatımla, kamu görevlilerinin meslek örgütlerine üyelikleri ihtiyaridir, isterlerse üye olabilirler fakat üye olmaya zorlanamazlar; ancak kamu görevlisi olmayan meslek mensuplarının üyeliği ise zorunludur.
Uygulamada meslek örgütleri, kamu görevlisi statüsündeki meslek mensuplarını resen ve otomatik olarak üye yapmaktalar ya da bunları üye saymaktalar, ancak bunlardan aidat almamaktadırlar. Kamu görevlisi meslek mensupları üye olmak istemezlerse meslek örgütüne üye olmak istemediklerini bildirmektedirler. Böylece pratikte kamu görevlisi olanların da büyük kısmı meslek örgütlerine üye olmuş sayılmaktadırlar.
Meslek örgütlerinin kuruluş kanunlarında meslek ahlakına ve meslek kurallarına uymayan üyelerine disiplin cezası verme yetkileri bulunmaktadır. Bu cezalar genellikle, uyarma, kınama, mesleği icradan belli bir süre için (geçici süreli) veya süresiz men etme ya da meslekten çıkarma gibi cezalardır. Sözkonusu kanunlarda meslek örgütlerinin kamu görevlisi olarak çalışan üyelerine disiplin cezası verme yetkileri bulunmadığına dair açık hükümler de bulunmamaktadır.
Bu bağlamda zaman zaman meslek örgütlerinin kamu görevlisi olarak çalışan üyelerine meslek ahlakına veya meslek kurallarına uymadıkları gerekçesiyle disiplin cezası verebildiklerine tanık olunmaktadır. Hatta bazen bu kamu görevlisi meslek mensubuna aynı fiili nedeniyle hem meslek örgütü hem de çalıştığı kamu kurumunca disiplin cezası verilebildiği görülmektedir.
Örneğin devlet hastanesinde çalışan bayan bir doktorun erkek hastayı muayene etmeyi reddetmesi eylemi nedeniyle üye olduğu veya üye sayıldığı tabip odası tarafından üç ay süreyle meslekten men cezası verildiğini varsayalım.
Bu noktada aynı fiili nedeniyle doktora Valilikçe de disiplin cezası verilmesi durumunda (örneğin aylıktan kesme cezası) aynı fiil nedeniyle iki kere ceza verme yasağı (non bis in idem) kapsamında hukuka aykırılık bulunacak mıdır? Yoksa fiil aynı olsa da korunan hukuki değerler farklı olduğundan (birinde tıbbi deontoloji kuralları yani tabiplik mesleği içindeki düzen, diğerinde devlet memuriyeti mevzuatındaki vatandaşa hizmet sunmada ayırımcılık yapmama yasağı) bu noktadan hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna mı varılacaktır?
Sözkonusu fiil nedeniyle memura hiyerarşik üstü makamca (valilik) disiplin soruşturması yapılıp, ceza verilmesine gerek duyulmadıysa (fiilin sübut bulmadığı, delil yetersizliği ya da mevzuatı ihlal kastının bulunmadığı gerekçesiyle), tabip odasınca ayrıca disiplin ceza verilmesi mümkün müdür? Diğer bir ifadeyle, tabip odası, memurun üstü idari makamın bu konudaki değerlendirmesi ile hukuken bağlı mıdır?
Kanaatimce meslek örgütünün korumaya çalıştığı hukuki değer ve düzen (meslek ahlakı ve o mesleğin iç düzeni) ile kamu görevlisinin çalıştığı idarenin korumaya çalıştığı hukuki değer ve düzen (yürütülen kamu hizmetinin aksamaması) aynı olmadığından, aynı fiil nedeniyle her ikisinin de birbirinden bağımsız olarak soruşturma yapıp disiplin cezası vermesi hukuken mümkündür ve bu durumda non bis in idem ilkesine aykırılık olmaz.
Aynı mantık çerçevesinde, idarenin o fiil nedeniyle soruşturma açmaya dahi gerek görmemek ya da soruşturma açıp ceza vermeye gerek görmemesi yönündeki kararı meslek örgütü için hukuken bağlayıcı değildir. Zira burada da meslek örgütünün kendi düzenini koruma görevi ile idarenin kamu hizmetlerini sağlama görevlerinin birbirlerine göre bağımsızlığı prensibi geçerlidir. Kaldı ki memurun çalıştığı idarenin sözkonusu meslek örgütü üzerinde idari vesayet makamı olmak gibi bir yetkisi de bulunmamaktadır.
Danıştay’ın bu konudaki yaklaşımı, kamu görevlisi statüsündeki meslek mensupları üzerinde, ilgili meslek örgütüne üye olmadıkları sürece meslek örgütünün disiplin cezası verme yetkisinin bulunmadığı yönündedir143. Ancak Danıştay, resen veya açık talep üzerine de olsa meslek örgütüne üye olmaları veya üye sayılmaları halinde, çalıştıkları idare o konuda ceza vermese dahi meslek örgütünce disiplin cezası verilmesinde hukuken sakınca görmemektedir.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının ve üst kuruluşlarının –kanunlarında bu hususta açık yetki bulunmasa bile- meslek mensuplarının kişilere verecekleri hizmetlere yönelik asgari ücret tarifesi belirleme yetkilerinin bulunduğu varsayılabilir mi?
Bazı kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinin kanunlarında, mensuplarının 3. Kişilere verecekleri hizmetler hakkında asgari fiyat (tarife) belirleme yetkileri açıkça öngörülmüştür. Örneğin Avukatlık Kanununda barolara bu yönde bir açık yetki tanınmıştır. Eczacılar Odası gibi bazı meslek örgütlerinin kanunlarında ise bu yönde açık yetki tanınmamaktadır. Kanunlarında bu yönde açık yetki bulunmayan meslek örgütleri de, bazı mensuplarının sundukları hizmetlerde fazla düşük bedel almasının haksız rekabet doğuracağı ve mensuplarının kazancını düşüreceğinden mesleğin genel menfaatlerine aykırı olacağı düşüncesiyle, kanunlarındaki “mesleğin genel menfaatini korumak” gibi genel görevleri kapsamında asgari tarife belirleyebilmektedirler. Gerek bu tür bir yetkinin açık yasal dayanağı olmaması ve dolayısıyla “yasallık” ilkesine aykırı olacağı, gerekse 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanuna aykırı olacağı gerekçesiyle bu tür tarife belirleme kararlarına karşı açılan davalarda Danıştay’daki ağır basan düşünce, (aksine bazı kararlar bulunsa da) meslek örgütlerinin kanunlarındaki genel görevleri kapsamında bu tür asgari tarife belirleme yetkilerinin bulunduğu ve böyle bir durumda kendi kanunlarındaki görevlerin (tarife belirleme noktasında spesifik değil genel görevler de olsa) Rekabet Kanununa göre “özel hüküm” (lex specialis) olduğu yönündedir.
Danıştay bu bağlamda, kendi kanunlarında asgari tarife belirlemeye dair açık yetki bulunmasa da, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası’nın144, Türkiye Değerleme Uzmanları Birliği’nin145 ve Türkiye Eczacılar Birliği’nin146 asgari tarife belirleme yetkilerinin olduğuna ve bu yetkilerin Rekabet Kanununun ihlali anlamına gelmeyeceğine hükmetmiştir. Ancak Şehir Plancıları Odası hakkında aksi yönde bir kararı da bulunmaktadır147.
Danıştay’ın sözkonusu içtihadına katılmak mümkün değildir. Zira 4054 sayılı Rekabet Kanunu, istisna öngörmeksizin tüm mal ve hizmet piyasalarında serbest rekabeti bozmayı yasaklamaktadır. Bu Kanun yönünden “teşebbüs” veya “teşebbüs birliği” konumunda bulundukları sürece gerek kamu kurum ve kuruluşları gerekse kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri Kanunun bu yasaklarından muaf değildirler.
Öte yandan, asgari fiyat da olsa bir mal veya hizmetin satış fiyatının ilgili teşebbüs birliğince belirlenmesi, Rekabet Hukukunda kural olarak en bariz rekabet ihlallerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Bu durumda, bizzat kanunla öngörülecek somut istisnalar dışında, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerince mensuplarının kişilere sunacakları hizmetler için asgari tarife belirlenmesinin Rekabet Kanununu açıkça ihlal edeceğinden, hukuka aykırı görülmesi gerekir. Meslek örgütlerinin kendi kanunlarındaki genel görev ve yetkiler –yeterince somut olmadıklarından- bu konudaki hukuka aykırılığı gidermeye elverişli değildir.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, üyelerinin veya üye adaylarının mesleki faaliyetlerini teknik uzmanlık denetimine tabi tutma veya mensuplarının mesleki faaliyetlerine onay verme yetkilerine sahip midirler?
Bu konuda, kendi kanunlarında açık bir yetki öngörülmemesine karşın, meslek örgütleri, üyelik için zorunlu olarak kendilerine başvuran kimselere mesleğe giriş için merkezi bir teknik yeterlilik sınavı yapabilir mi? Örneğin Barolar Birliği, avukatlık stajına girişte veya stajın sonunda temel hukuk bilgilerini ölçen merkezi bir yeterlilik sınavı yapabilir mi? Ya da meslek örgütü, üyesinin teknik yeterliğini denetleyebilir mi? Örneğin Şehir Plancıları Odası bir üyesinin yaptığı bir imar planını teknik yönden denetime tabi tutabilir mi? Mimarlar Odası, bir üyesinin yaptığı bir mimari projeyi teknik denetime tabi tutup, yetersiz görürse geçersiz kılabilir mi?
İcrası için zorunlu olarak ilgili meslek örgütüne üyelik şartı bulunan bir mesleğe girenlerin, o mesleğin gerektirdiği asgari teknik bilgiye sahip olmamalarına karşın o mesleği yine de icra edebilmeleri, sözkonusu mesleğin geneline yönelik bir itibar sorunu doğuracağında ve o meslek ve mesleğin diğer mensupları hakkında toplumun güveninin erozyona uğrayacağında kuşku yoktur. Bu itibarla, Anayasa ve kanunla kendisine verilen “mesleğin toplum içindeki saygınlığını koruma” görevleri kapsamında, kamusal nitelikli meslek örgütlerinin, o mesleğe girmek isteyenlere yönelik olarak, o mesleğin “olmazsa olmazı” sayılabilecek asgari temel teknik bilgileri ölçen objektif bir sınav yapmak hususunda –kanunda böyle bir sınavın yapılacağı açıkça öngörülmese dahi- yetkili oldukları kabul edilmelidir.
Aksi halde, kamu ve vakıf üniversitesi sayısının olağanüstü artış göstermesinin de etkisiyle yüksek öğretimde niteliğin asgari bir düzey tutturabilmesinden uzaklaşılması gibi nedenlerle, en temel hukuk bilgilerinden habersiz avukatların, en asli teknik bilgilerden yoksun mühendislerin, en basit tıp bilgilerini bilmeyen tabiplerin topluma hizmet sunmalarının önlenmesi mümkün olmayacak ve bu mesleklerin toplum içindeki itibarı telafisi olmayacak biçimde bozulacaktır.
Buna karşın sözkonusu sınavın, sadece en temel teknik bilgileri ölçen bir “yeterlilik sınavı” formatında olması gerekmekte olup, mevcut meslek mensuplarının “piyasaya” yeni girenlerin rekabetinden korunmasını hedefleyen bir “yarışma” veya “eleme” sınavı mantığıyla yapılmaması zorunludur.
Bu konuda yaşanan ilginç bir örnekte, Türkiye Barolar Birliği, avukatlığa girişte (staj aşamasında) temel hukuk bilgilerini ölçen bir merkezi sınav yapmak girişinde bulunmuş olup; bu konuda çıkarmak istediği yönetmeliğin (Kanunda böyle bir sınav öngörülmediğinden) Başbakanlıkça hukuka aykırı bulunup Resmi Gazetede yayımlanmaması üzerine Başbakanlığın bu ret kararı İdari Yargı tarafından hukuka aykırı bulunmuş; ne var ki hemen akabinde yapılan bir yasal düzenleme ile Barolar Birliğinin avukatlığa girişte sınav yapmasına yasak getirilmiştir.
Kuşkusuz kanun koyucu böyle bir sınavın usul ve esaslarını ayrıca hatta farklı biçimde düzenleyebilir. Ancak Burada öngörülen yasak, Barolar Birliğinin bizzat Anayasa ile güvenceye alınmış olan mesleğin toplum içindeki itibarını korumak148 göreviyle bağdaşmayacağından, kanaatimizce Anayasaya aykırıdır. Zira –asli temel bilgileri ölçen yeterlilik sınavı niteliğinde olması kaydıyla- böyle bir sınav yapmanın amacı mesleğin toplum içindeki itibarını korumak olduğundan, bu amaç Anayasada ve kanunda meslek örgütüne verilen görev kapsamındadır.
Meslek örgütünün mensuplarının verdikleri hizmetleri teknik denetime tabi tutup tutamayacakları konusunda ise daha ihtiyatlı olmak gerekmektedir. Zira, bu hususta meslek örgütünün çok genel ve şekli bir denetim yapması mümkün olmakla beraber, meslek mensubunun adeta bir “amiri” veya “hiyerarşik üst makamı” edasıyla –özünde bir serbest meslek olan- faaliyeti bir tür rutin “performans denetimi”ne tabi tutması, meslek örgütü yönünden yetki aşımı (konu yönünden yetkisizlik) anlamına gelecektir.
Meslek örgütünün bu noktadaki denetimi, mensubunun mesleğin itibarını sarsabilecek derecedeki çok ağır ve bariz bir hatası ya da ihmali durumunda son derece istisnai biçimde söz konusu olabilir. Ne var ki Danıştay bu konudaki bir kararında, böyle bir sınırlamaya da vurgu yapmaksızın, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odasının mensuplarının projeleri üzerinde bu şekildeki bir denetimini öngören düzenlemesini (oyçokluğu ile) hukuka uygun bulmuştur149.
-
Spor Federasyonları ve Türkiye Jokey Kulübü
Spor Federasyonları, spor branşlarında her türlü faaliyet ve organizasyonları yürütmek üzere 3289 sayılı Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile kurulmuşlardır. Kanunun önceki halinde federasyonlar, Gençlik ve Spor Bakanlığı Spor Genel Müdürlüğünün Merkez Teşkilatında Ana Hizmet Birimi olarak kurulmuşken (m.4), Kanunda (Ek m.9) 2011 yılında yapılan değişiklik ile idari yönden özerklik tanınması amacıyla her birine ayrı tüzel kişilik tanınmıştır. Sözkonusu yasal düzenlemeye göre Federasyonlar, Genel Müdürlük bünyesindeki Merkez Danışma Kurulunun uygun görüşü, Bakanın teklifi ve Başbakanın kararı ile kurulur ve kararın Resmi Gazetede yayımlanması ile tüzel kişilik kazanır. Futbol Federasyonunun kuruluş ve görevleri için ise özel bir kanun bulunmaktadır150.
Kanunda federasyonların “özel hukuk hükümlerine tabi” olduğu öngörülmüş olması (Ek m.9), kamusal yani kamu hukuku kapsamına giren yetkiler kullandıkları ölçüde bunların özel hukuk tüzel kişilikleri yanında aynı zamanda “kamu tüzel kişisi” olarak addedilmelerine engel teşkil etmez. Nitekim tıpkı KİT’lerde olduğu gibi, bir tüzel kişinin özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olması, ona kanunla kamu hukuku kapsamına giren yetkiler verilmesi durumunda aynı zamanda kamu tüzel kişisi olarak da kabul edilmesine engel teşkil etmez. Hukuk sistemimizde bu şekilde “çift kimlikli” tüzel kişiler bulunmasına engel bulunmamaktadır.
Bu bağlamda spor federasyonlarına kanunla verilen yetkilere, ayrıcalıklara ve yükümlülüklere bakıldığında “kamu tüzel kişiliği testinden” geçtikleri söylenebilir. Zira bunlar kanunun verdiği açık yetki uyarınca idari bir kararla (Başbakanın kararı) ve Resmi Gazetede ilanla kurulmaktalar; temel görevleri arasında kamusal bir yetki olan Tahkim Kurullarının verdiği idari cezaları uygulama görevi bulunmakta; kamusal kaynaklarla elde ettikleri taşınmazları kendi mülkiyetlerine değil kamu mülkiyetine ait olmakta; kamu kaynaklarından yapacakları önemli harcamalar kamusal makamın (Spor Genel Müdürünün) onayına tabi tutulmakta; malları haczedilemezlik gibi devlet mallarının hukuki korumasından yararlanmakta; personeli kamu görevlilerinin sahip oldukları hukuki koruma ve yükümlülüklere tabi olmakta; tasfiyeleri halinde tüm mal varlıkları kamuya geçmekte; denetim kurullarında kamunun atadığı üyeler çoğunluğu oluşturmakta ve il temsilcileri kamusal otorite (Genel Müdür) tarafından atanmaktadır.
Bütün bu özellikler birlikte değerlendirildiğinde spor federasyonlarının özel hukuk tüzel kişiliklerinin yanısıra kamu tüzel kişiliğine de sahip oldukları151 ve böylece “idari işlem” niteliğinde işlem yapabilecekleri söylenebilir.
Buna karşın Anayasaya konulan özel bir hükümle spor federasyonlarının 152 sözkonusu spor branşının yönetimi ve disiplinine ilişkin verdikleri idari kararlara karşı sadece ilgili Tahkim Kuruluna başvurmak mümkün olup, Tahkim Kurulu kararlarına karşı (idari veya adli) yargı yolu kapatılmıştır. Bu özel düzenlemenin amacı, uluslararası planda yetkili spor tahkim mercilerinin yetkilerinin gözetilmesi suretiyle spor branşlarında uluslararası müsabakalara meşru biçimde katılabilmenin güvenceye alınmasıdır. Buna karşın Federasyonların münhasıran ilgili spor branşının idaresi (örneğin müsabakaların organizasyonu, hakemlerin tayini vs) ve disiplin işleri kapsamına girmeyen, örneğin mali nitelikli kararlar veya personele yönelik kararlar gibi faaliyetlerinin idari faaliyetlerin diğer özelliklerini taşıdıkları sürece idari yargı önünde dava edilmelerine engel bulunmamaktadır.
Türkiye Jokey Kulübü ise kamuya yararlı dernek statüsünde olup, 1953 yılında çıkarılan 6132 sayılı At Yarışları Kanunu uyarınca Tarım Bakanlığına verilmiş olan at yarışı düzenleme ve bahis oynatma tekeli kendisine devredilmiştir. Nitekim Kanun uyarınca (m.5) Bakanlığın bu yetkisi Bakanlar Kurulu kararıyla bu alanda faaliyet gösteren bir ya da daha fazla derneğe devredilebilmektedir. Özel hukuk tüzel kişisi statüsündeki Türkiye Jokey Kulübünün bu konudaki faaliyeti, tekel halinde yürütülen bir kamu hizmetinin imtiyaz yoluyla bir özel hukuk tüzel kişisine devredilmesine benzetilebilir.
Bu bağlamda bir özel hukuk tüzel kişisinin normalde tekel niteliğinde idari bir makama verilmiş bir faaliyeti devralması bu tüzel kişiyi de kamu tüzel kişisi olarak kabul etmek için yeterli değildir. Örneğin bir özel şirketin belli bir yerde tekel niteliğinde elektrik veya doğalgaz dağıtım faaliyeti yürütmesi o şirketi otomatik olarak “kamu tüzel kişisi” yapmaz.
Üstelik 6132 sayılı Kanunda Türkiye Jokey Kulübüne doğrudan bu alanda tekel yetkisi tanınmamış olup, aslında Bakanlığa verilmiş olan bu tekel yetkisinin (ismi zikredilmemiş) takdir yetkisi kapsamında bir ya da daha fazla derneğe devredilebileceği öngörülmüştür. Dolayısıyla Kanunda Jokey Kulubüne doğrudan kamusal yetkiler, ayrıcalıklar veya yükümlülükler tanınmış değildir.
Bu bağlamda Türkiye Jokey Kulübünün dernek statüsünden kaynaklanan özel hukuk tüzel kişiliği yanında ayrıca kamu tüzel kişisi olarak görülebilmesi mümkün görünmemektedir.
Uyuşmazlık Mahkemesi bir kararında, at yarışları konusunda temel kararları alan Komiserler Kurulu ve Yüksek Komiserler Kurulu kararlarını, bunların tekel niteliğindeki bir yetkiyi (bahis oynatma yetkisi) kullanması ve üyeleri arasında idare temsilcilerinin de bulunması nedeniyle idari işlem olarak kabul etmiştir153. Sözkonusu komiserler kurulu başkan ve üyeleri doğrudan Bakan tarafından atandığı ve bunların Jokey Kulübü Derneği’nin doğrudan idari hiyerarşisi kapsamında bulunmadığı dikkate alındığında sözkonusu içtihadın Türkiye Jokey Kulübünün kamu tüzel kişisi ve dolayısıyla T.C. İdari Teşkilatı kapsamında olduğu anlamında yorumlanamayacağı anlaşılmaktadır.
-
Kamu Vakıfları ve Sandıkları
Adalet Teşkilatını Güçlendirme Vakfı ve Emniyet Teşkilatını Güçlendirme Vakfı gibi kamu çalışanlarınca kurulan güçlendirme vakıfları, kurucularının mensup olduğu kamu idarelerinde çalışanlar için lojman temini, kamp ve sosyal tesislerin kurulması ve tadili gibi faaliyetler icra etmekte olup, gelirleri ve dolayısıyla mal varlıkları çoğunlukla dolaylı biçimde kamu idarelerinin etkisiyle ve yönlendirmesiyle –“zorunlu bağış” gibi de facto usullerle- o idarenin verdiği kamu hizmetlerinden yararlananlar tarafından sağlanmaktadır.
Gerek Uyuşmazlık Mahkemesi154, gerekse Danıştay155, kamu hizmeti yürütmeleri, kurucuları ve karar organları kamu görevlilerinden oluşması nedeniyle bu tür vakıfların, özel hukuk tüzel kişilikleri yanında ayrıca, tipik idari bir faaliyete “yardımcı ve ona bitişik olarak kamu hizmeti yerine getiren ve ağırlıklı olarak kamusal bir nitelik taşıması dolayısıyla kamu tüzel kişiliğine yaklaşan yeni bir müessese” olduklarını içtihat etmişlerdir.
Bu bağlamda örneğin bu tür vakıfların yönetimlerince yapılan lojman tesisine yönelik işlemler anılan içtihatlarla “idari işlem” niteliğinde görülmekte ve bu tür vakıfların yapacakları ihaleler Kamu İhale Kanunu kapsamında “kamu ihalesi” olarak kabul edilmektedir. Böylece pozitif hukukumuzda bu tür vakıflar belli durumlarda (kamu personeline lojman tahsis etme gibi idari işlem niteliğinde işlem tesis ettikleri ölçüde) İdari Teşkilat kapsamında görülmelidir.
Uyuşmazlık Mahkemesi ve Danıştay’ın bu tür vakıflar için yaptıkları “kamu tüzel kişiliğine yaklaşan müessese” ve “kamu hizmetine yardımcı ve ona bitişik kamu hizmeti yürütme” nitelemelerini idare hukuku teorisi ile bağdaştırmak mümkün değildir. Zira teknik olarak modern idare hukukunda bu tür belirsiz kavramların hukuki bir temeli de bulunmamaktadır. Dolayısıyla sözkonusu içtihatta daha teknik ve doyurucu bir gerekçe beklenirdi.
Buna karşın, doğrudan bir kamu hizmeti yürütmekle görevli bir tüzel kişinin, kamu otoritesi yani özel hukuku aşan üstün kamusal yetkiler kullandığı ölçüde, bu tür işlemleri idari işlem sayılabilmekte ve istisnai veya atipik şekilde bu tür tüzel kişiler idari teşkilat kapsamında görülebilmektedirler. Nitekim Fransız İdare Hukukunda geleneksel olarak, kamu hizmeti imtiyazcısı özel şirketlerin hizmetten yararlananlara yönelik üstün kamusal yetkiler kullanmaları durumunda bu tür işlemler “idari işlem” sayılarak İdari yargı tarafından denetlenebilmektedir. Danıştay 13. Dairesinin de son dönemde benzer kararları vardır156.
Bu durumda sözkonusu kamu vakıfları için, ilgili mevzuatta birtakım üstün kamusal yetkiler tanınmışsa, bu tür yetkiler yönünden bunları doğrudan kamu tüzel kişisi ve dolayısıyla İdari Teşkilat kapsamında nitelemek mümkündür.
Kamu kurumları ve mensuplarınca kurulan Yardımlaşma Sandıkları için de benzer bir yaklaşım bulunmaktadır. Aslında bunlar bir tür sosyal güvenlik kuruluşu konumundadırlar157. Örneğin bu tür sandıklara üye olarak prim yatırmış olanların emeklilik ödeneği ödenmemesine yönelik işlemler idari işlem sayılmaktadır.
Bunlardan kuruluşunda kamusal kaynaklardan aktarma yapılmış olanlar (örneğin Merkez Bankası Mensupları Yardımlaşma Sandığı), mal ve alacakları kanunda devlet mallarının hukuki statüsünde sayılanlar (örneğin Polis Bakım ve Yardım Sandığı) ve üyeliğin zorunlu olduğu bizzat kanunla öngörülenler (örneğin OYAK) için, üstün kamusal yetkilerin bulunduğu ve bu kapsamdaki faaliyetleri yönünden kamu tüzel kişisi olarak kabul edilmeleri mümkün görünmekle birlikte, bu tür üstün kamusal yetkiler bahşedilmemiş olanların bu nitelikte görülmeleri teknik olarak mümkün görünmemektedir158.
Dostları ilə paylaş: |