Şebnem Korur Fincancı vekili Av.Özkan Yücel söz istedi verildi: Sayın başkanım biz mahkemenize hitaben bir dilekçe göndermiştik , şuana kadar okunup okunmadığı konusunda ben biraz geç gelebildiğim için bilgim yok CMK. 200’üncü maddesinin sorgular sırasında uygulanmasına ilişkin bir talepti bu faksla hem mahkemenizin merkezinin bulunduğu kısmı hem de cezaevi kompleksine faks ile ilettik “dedi.
Mahkeme Başkanı “Henüz şeyle geldiğini öğrendik,bazı evraklar Beşiktaş’ daki mahkemede henüz elimize ulaşmadı “
Av. Özkan Yücel “ O zaman ben dilerseniz sözlü olarak bu beyanı dile getireyim çünkü sorguların biraz evvel müdahale etmedim çünkü sorguya başlamıştınız o sorgunun bitmesini bekledim benim talebim yada bizim talebimiz müdahil vekiller olarak sorgunun CMK 200’üncü maddesinde gösterilen doğrultuda yapılmasına ilişkin, bu davada biraz evvel söyledim varlığı yokluğu bu yargılamanın sonucunda ortaya çıkacak bir örgüt yapısından söz ediyoruz iddianame böyle söylüyor ben söylemiyorum iddianamede bir kısım insanlar örgütün yöneticisi bir kısım insanlar kurucusu bir kısım insanlar üyesi olmaktan dolayı yargılanıyor , yine iddianameye baktığımızda bütün atılı suçların örgüt yapısı altında işlendiği ileri sürülmüş, örgütü tanımlarken özelikle istihbarat birimlerinin oluştuğunu farklı özellikle emekli askerlerden oluşturulacak bir takım örgüt içi yapılanmalar oluştuğuna ilişkin notlar var yanılmıyorsam 486 ‘daydı iddianamenin, bunun dışında örgütten çıkanların cezalandırıldığına buna acımasız yöntemler kullanıldığına ilişkin şeyler yine iddianamenin kendi içerisinde var yine iddianamede sanıkların durumlarını incelerken görüyoruz ki bir kısım sanıklar pişmanlık hükümlerinden yararlansın şeklinde beyanlar var, şimdi iddianamenin yaptığı tanımlama ile acımasız , Devlet içinde büyük bir güce sahip çeşitli yerlerde kolları bulanan bir örgüt yapısı içerisinde hem üyeler , hem yardım edenler, hem pişmanlık hükümlerinden yararlanmak isteyen insanlar bir arada aynı yerde , aynı salonda sorguya alınıyorlar CMK 200’ün hükmü açık sayın mahkeme sayın başkan’da bilir mutlaka şunu söylüyor eğer sanıklardan her hangi birinin suç ortakları salonda bulunduğu esnada sanıklardan her hangi birinin doğru söyleyeceğinden yada tanıkların doğru söyleyeceğinden endişe edildiği takdirde her sanık tek başına sorgulanır, talebimiz budur CMK 200 ‘üncü madde yargılama amacıyla konmuştur, özellikle de böyle suçlar sebebi ile konmuştur, sanıkların tek başına sorgulamalarının yapılması bu esnada diğer sanıkların salon dışına alınmaları ve CMK 200 doğrultusunda sorgunun tamamlanması gerektiğini düşünüyoruz , bu usule ilişkin bir taleptir bu nedenle bir sonraki sorguya geçmeden evvel sayın mahkemenin bu konuda bir değerlendirme yapması gerektiğini düşünüyoruz “ dedi.
Mahkeme Başkanı “ Talep konusunda görüşü sunulan iddia makamı “
İddia makamı ( C. Savcısı M. Ali Pekgüz)”Şu aşamada Ali Yiğit için belki uygulanabilirdi birde Coşkun Çalık var etkin pişmanlıktan yararlanan onu için uygulanabilir , diğer sanıklar için böyle bir talebimiz yoktur, hepsi bir arada dinlenebilir , sanıklardan talep gelirse değerlendirilebilir “dedi.
Sanık Ali Yiğit söz istedi verildi “Manavı açtıktan 3-4 ay sonra hiç 1 lira dahi param olmadığı halde manavımın üstüne ve benim adıma kayıtlı 17000 YTL’ye alınmış hundai slx 2004 model marka bu arabanın bana ne amaçla alındığını açıklayabilirler mi efendim “dedi.
Mahkeme başkanı “ kim aldı sana”
Sanık Ali Yiğit “ dayım olan Mehmet Demirtaş “dedi.
Sanık Sevgi Erenerol müdafii Av. Mehmet Kozan söz istedi verildi “ Sayın başkanım CMK 200’üncü maddeye ilişkin olarak müdahil vekili tarafından talebin kabul edilmemesini talep ediyoruz burada herhangi bir şekilde diğer sanıklardan etkilenecek sanık olduğunu sanmıyoruz bu yönden talebin reddine karar verilmesini talep ediyoruz”dedi.
Av. Özkan Yücel “ Dilekçenin bir suretini buldum mahkemenize sunacağım biraz evvel söyledim ama lütfen karar vermeden evvel şu hususları dikkate alın iddianameden söylüyorum sayfa 86 örgütün üst düzey yöneticileri ile personel ve ajanlar arasında mutlak mesafe olmalıdır , aksi halde başarısız bir operasyon sonucu ve üst düzey yöneticilerin koruması sağlanamayacağı gibi örgütün kendisi riske atılmış olur ve örgütün imajı korunamaz , kontrol dairesi başlığı altında yine iddianame sayfa 86 ,bu dairenin varlığından Ergenekon örgütü başkanı komutanından başkaca hiç kimsenin bilgisi olmaması kesin bir gerekliliktir operasyonlarda yer alması zorunlu olan bu dairede yer alan ajanların ilk görevi operasyon alanı içinde bulunmak, operasyon esnasında temizleme ve ortadan kaldırma gibi işlemlerde doğabilecek sorunları çözümlemektir buradaki temizleme ve ortadan kaldırma hususunun ne olduğu açık her halde , ikinci bir görevleri karşı istihbarat örgütlerine geçen yani farklı yerde yer alan örgütün söylediklerinin dışında yer alan , yakalanan ki hepsi şu an salonda bulunanların hepsi, bütün insanlar böyle değerlendirmek durumunda veya operasyon amacına aykırı hareket eden herhangi bir ajanı öldürmektir. Ben söylemiyorum iddianame söylüyor. Bir ajanın sonu başlangıcında olduğunun ilk işareti örgüte ve ajanlarına karşı sorumluluk alanında yarar sağlamamaya başladığı süreçtir. Kontrol dairesinde görevlendirilecek ajanlar mutlaka Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinden”dedi.
Mahkeme Başkanı “ Avukat bey iddianame okundu burada,tekrar etmeyin”
Av. Özkan Yücel “ Biliyorum Sayın Yargıç tekrar etmiyorum. Sayın Başkanım iki sayfa, Sayın Başkanım tabiî ki iddianameyi okudunuz,ben talebimin gerekçesini söylüyorum ve iddianamede bunun karşılığının ne olduğunu söylüyorum. İddianameyi bir bütün olarak okuduğunuzu biliyorum. Biliyorum okuduğunuzu, ama bir talepte bulunuyorum, bu talebimin gerekçesini sayın mahkemenin dikkatine sunuyorum. Sizin kararınızın sağlıklı olabilmesi için talebimin gerekçesini öğrenmek istemez misiniz?” dedi.
Mahkeme Başkanı “ Başvurduğunuz gerekçeler iddianamede var, bitti “
Av. Özkan Yücel “Biliyorum işte sayın başkanım bütün iddianameyi söylemiyorum bu iddianamenin içerisinden bir iki bölüm aldım çok kısa iki cümle sayın başkanım, CMK 200’üncü maddesi sorgu sırasında sanığın mahkeme salonundan çıkarılabilmesini düzenliyor sanığın yüzüne karşı suç ortaklarından birinin veya bir tanığın gerçeği söyleyemeyeceği “dedi.
Mahkeme Başkanı “maddeyi biliyoruz okumanıza tekrar gerek yok “
Av. Özkan Yücel “ niçin bu madde gerekli onu da söyleyeyim sayın başkan deniyor ki”dedi.
Mahkeme Başkanı “onları demin açıkladınız “
Av. Özkan Yücel “ sayın başkanım bir dakika sürecek benim sözümü kesmeseniz bir dakika içinde bitireceğim ve mikrofonu bırakacağım lütfen bir dakikalık bir süre istiyorum sizden çok şey midir bu bir dakika yalnızca bir dakika, niçin bunun uygulanması gerektiği söylediğim şey budur şimdi deniyor ki gerek duyulursa yada sanıklar talep ederse çıkarlar ,sanık nasıl talep etsin bunu kendi başına yani eğer gerçekten iddianamede söylenenler savcılığın ortaya koyduğu şeyler doğruysa , geçerliyse, yerindeyse ki yargılamanın sonunda ortaya çıkacak bu nasıl bu korkunun altında sanıklardan herhangi biri böyle bir talepte bulunabilsin bu nedenle bu garantiyi sağlamak gerçeğe ulaşmak anlamında mahkemenize bir görev düşüyor CMK 200’deki hüküm yargılama için burada kullanmayacaksak nerede kullanacağız bu hükmü bu nedenle 200’üncü madde gereğince işlem yapılması gerektiğini düşünüyoruz“dedi.
Mahkeme Başkanı “savcı bey ilave edeceğiniz başka bir şey var mı “
C. Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel “ Sanıkların talebi olması halinde yazılı veya sözlü talepleri halinde bu usulü uygulaya biliriz”dedi.
Sanık Oktay Yıldırım müdafii Av. Yıldırım Çavuşovalı söz istedi verildi,” Meslektaşım sadece kişisel bilgilerin kayda alınması suçuyla ilgili müdahale talebi kabul edilmiş olduğundan usul kanunu gereği müdahale talebinin kabul edildiği suç dışında görüş bildirmek , talepte bulunma hakkı yoktur burada provoke etmeye gelmiş bu talepte bulunmaya da hakkı yoktur lütfen talebin reddine karar verilsin”dedi.
Sanık Oktay Yıldırım müdafii Av. Hanefi Altaş söz istedi verildi ”Efendim sayın savcılığın mütalaası gayet yerindedir eğer bu salondaki sanıklardan herhangi birisinin böyle bir kuşkusu varsa savcılık makamına veya zatıalinize bir dilekte bulunabilir ve o konuda 200’üncü madde tatbik edilebilir , ancak 200’üncü maddenin şu salonda bulunan sanıkların tümü hakkında tek tek uygulanması savunma hakkının kısıtlanması ve fiilen ortadan kaldırılması sonucuna kadar gidebilir, çünkü buradaki sanıkların her birinin ifadesi örgüt yapısı iddiası olduğu için diğerlerini de doğrudan ilgilendirmektedir, bu itibarla sanıkların soru sorma zatıaliniz vasıtası ile soru sorma hakları da yasada tashih edilmiş olduğuna göre yani 200’üncü maddenin kabul edilmesi savunma hakkı bakımından bizim açımızdan kabul edilemez bir durumdur reddini talep ediyorum efendim “dedi.
Cumhuriyet Gazetesi müdafii Av. Bülent Utku söz istedi verildi “ Şimdi ortada iddianame ile getirilen bir örgüt suçlaması var dolayısı ile biz katılan olarak sadece örneğin bombalarla soru sormakla yetinemeyiz bizde kuşkulandığımız örgüt yapısı hakkında soru sorma hakkına sahibiz , bu nedenle sayın meslektaşımızın katılanın sadece kendi alanı ile ilgili soru sorulması yönündeki talebi kanımızca yerinde değildir “dedi.
Duruşmaya 5 dakika ara verildi .
Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu ,
Heyet tarafından vaki talep incelendi ,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
Sorgu ve savunma sırasında bu aşamaya kadar mahkemede talep konusunda herhangi bir endişe oluşmadığı gibi sorgu ve savunmaları alınan hiçbir sanık tarafından da bu yönde bir talepte bulunulmadığı anlaşıldığından CMK’nun 200’üncü maddesi yönünde vaki talebin bu aşamada reddine oy birliği ile karar verildiği açıklandı ,
Açık yargılamaya devam olundu ,
Sanık Muzaffer Tekin huzura alındı, daha önce okunan iddianame ve CMK’nun 147 ve 191’inici maddesindeki yasal hakları tekrar kendisine hatırlatıldı ,
Mahkeme Başkanı” Yasal haklarınızı biliyorsunuz”
Sanık Muzaffer Tekin “evet “dedi.
Mahkeme Başkanı “avukatınız var “
Sanık Muzaffer Tekin “evet “dedi.
Mahkeme Başkanı “açıklamada bulunmak durumunda mısınız “
Sanık Muzaffer Tekin “Normal savunmaya geçiyorum “dedi.
Sanık MUZAFFER TEKİN sorgu ve savunmasında : Sayın başkanım sizin şahsınızda yüce Türk Adaletine olan sonsuz güvenimi yinelerken , onun hassas terazisinin hiç yanılmayacağını biliyorum , bu vesile siz ve değerli üyelerinize saygılarımı arz ederim, sayın başkanım Danıştay saldırısından sonra olduğu gibi bu yaşadığım haksızlıklar karşısında da yakın çevrem, tanıdıklarım hatta tanımadığım bir çok kesimden büyük destek aldım, kimse benim bir olumsuzluk içinde olabileceğimi ilk günden bu güne dek düşünmedi, hepsine desteklerinden ötürü teşekkürü bir borç bilirim , yalnız bir kişi var ki onun ismini buradan anmadan geçemeyeceğim, kan içip kızılcık şerbeti içtim diyebilen, etkilenmemem adına,çok sevdiğim babasının ölümü bile bu süreçte benden gizlemeyi başarabilen, her Türk anası gibi bu asil kadın 34 yıllık eşine güven ve desteğini bir an olsun eksiltmediği gibi bilakis her geçen gün arttıran ufacık bedeninde cesur bir yürek taşıyan kızımın ve benim en büyük yaşam nedenlerimizden bir olan Müge Tekin ‘dir, ona tüm Türk anaları adına sevgi ve şükranlarımı sunmayı görev addediyorum. Deniz Feneri davasının bir sanığı olmadığım , Laiklik karşıtı eylemlerin odağında bulunmadığım, Ergenekon soruşturmasının bir ferdi olduğum içinde onur duyuyorum, dışarıda bedeni hür ,beyni kelepçeli olmaktansa burada beyinlerimizin hür olması bize huzur veriyor , sayın başkanım önünüze getirilen bu dava dosyası her ne kadar çok bilinmeyenli bir denklem gibi gözükse de aslında çözümü çok kolay ,Büyük İskender Gordion da düğümü nasıl açtıysa bu dava da sizin adalet kılıcınızın bir darbesini bekliyor , biraz önce Ali Yiğit’i izlediğim zaman üzüldüm , niçin üzüldüm, asrın davası denilen bir davanın iddianamesinin ne kadar trajikomik olduğunu gördüm, evet bu iddianamede para var, kin var , öfke var , porno var , bolda iftira var başkanım , ayrıcı birazda darbe birazda cinayet söylentileri var. Mustafa Kemal Atatürk’ü tanımayanlar Muzaffer Tekin’i tanıyorlar, bir gün Muzaffer Tekin’i tanıtanlar Atatürk’ü anmaya bilir, Mustafa Kemal ‘i özümleyebilirlerse o zaman bu ülkenin bütün problemleri de hallolur , sayın başkanım 23 sene önce çok sevdiğim mesleğimden büyük bir talihsizlik sonucu koparıldım , bilahare mahkeme kararı ile suçsuzluğum teyit edildi, burada bu konuya çok kısa değinmek istiyorum iddianamede özellikle küçük düşürülmek amacı ile ordudan atılan ifadesi çok sık kullanılmaktadır, sayın başkanım Türkiye Cumhuriyetinde her nedense ilkleri yaşamaya alıştım ben bir talihsizlik olarak bir olaydan dolayı askeri mahkemede yargılanırken bu olayın neticesi beklenilmeden mumtazen terfi durumunda olduğum halde askeri şura kararı ile her zaman oy birliği ile çıkan kararlar büyük bir tartışma neticesinde oy çokluğuyla en az 6-7 orgeneralin muhalif olması ile gerçekleşti ,müteakiben mahkemem devam etti ve beraat ettim, oradaki tavrım şuydu bana en üst birlik komutanı liyakat olarak Muzafferciğim bu olaydaki teğmenlerin ismini ver gereği yapılacak demişti , hayır komutanım birlikte yapılıp yapılmayan her şeyden komutan sorumludur, birlik komutanının aynasıdır dedim ve bedelini ödedim , şimdi bu olayı kısaca arz etmemin sebebi şu , bir onursuzluk yapmadım ve o günden sonraki o tavrım etrafımdaki o camiadaki sevgi halkalarını genişletti arz ederim , ayrıldığım dönemde teğmen olan öğrencilerim ki hepsi benim manevi evlatlarımdır, insan olmanın erdemlerinden olan vefa duygularını hiç yitirmeden değişen zamanda makam ve memuriyetleri değişse de değişmeyen şahsiyetleri ile hep yanımda oldular yalnız onlar değil silahlı kuvvetlerde görev yaptığım ne kadar üstüm ve astım var ise çoğunluğun sevgi , saygı ve iltifatlarına mahzar oldum, bu benim için çok önemliydi, makam ve memuriyetim yoktu ama görevdeki bir insanın bile nadir görebileceği saygı , sevgi ve ilgiye gark edildim, en az görevdeki bir insan kadar ayrıldığım kuruma vefa , sadakat ve muhabbet duygularım her daim devam etti, düstur edindiğim en büyük yaşam felsefem bir insanın geçmişte şerefli ve kahraman olması önemli , önemsiz derdim, önemli olan insanların yaşam boyu şerefli ve kahraman kalabilmeleridir işte bundan hiç ödün vermedim, lakin iki yıl önce nerden ve nasıl bir türlü anlayamadığım bir operasyon ile menfur Danıştay saldırısının bir anda kilit ismi, azmettiricisi , çete başı, ele başısı olarak Türkiye ’nin gündemine oturtuldum. Cumhuriyet tarihinde kimseye böylesine yoğun medya destekli siyasi bir komplo kurulmamıştır , Amerikan ordusuna dağıtılan bilgi defterlerinde kendi medyaları için El Kaideden bile daha tehlikeli olduğu ifadesi vardır, düşünün bizim medyanın halini ,siyasi diyorum çünkü kanıtları çok açık Ankara da 17 Mayıs 2006 günü Danıştay’a yapılan saldırıdan sadece 3 saat sonra spordan sorumlu Başbakan yardımcısı Mehmet Ali Şahin TBMM’de yaptığı konuşmada bekleyin çok kısa sürede bu olayın neden yapıldığı ve arkasında kimler olduğu ortaya çıkarılacaktır dedi , yine Dışişleri bakanı Abdullah Gül 19 Mayıs 2006 günü sabahı Danıştay’a silahlı saldırı düzenleyen Alparslan Aslan’ı yönlendiren çetenin elebaşının 12 Eylül öncesi yüzbaşı iken ordudan atılan bir ekip içinde Albay Muzaffer diye tanınan Muzaffer Tekin olduğunu söylemişti, şifreyi burada çözdüm başkanım Engin Bağbars denilen bir gafilin Danıştay saldırısından 6 ay önce alınan ifadesinde Başbakana yazdığı mektupta İstanbul da bir gruplaşmanın bu grupların Başbakan’a çeşitli üst düzey kimselere suikast yapacağı ihbarını yapıyor, tanımıyorum bu şahsı onun beni tanımadığı da belli ki albay Muzaffer olarak beni oraya lanse ediyor, hayatımın hiçbir döneminde Albayım demedim , ayrıldığım rütbeyi her zaman onurla ve şerefle anıyorum, aynı günlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu iş başörtüsü ile ilişkili değil Susurluk , küre, sauna bağlantıları var dedi, saldırı iktidarımıza yöneliktir, kuvvetler ayrılığını ve yargı bağımsızlığını bir tarafa atarak gözetime dahi alınmamış bir insanı yargısız infaz etmek onu potansiyel suçlu ve hedef haline getirmek insanı ve vicdani değerler bir yana devlet adamlığı ciddiyeti ile ne denli bağdaşır sizin takdirlerinize bırakıyorum , bahsettiğim bu menfur olayda emekli de olsam asker kimliğimin gündeme getirilmesi o kuruma ve onurlu insanlara zarar verecek düşüncem ile ki amaç oydu canıma kıymaya karar verdim, lakin Allah istemeyince yaprak kıpırdamaz imiş, bu olayı bile sorgudan kurtulmak için bir çıkış olarak yorumlayanlara onurlu insanların davranışlarını , onursuz insanlar anlayamaz olarak cevaplıyorum , müteakip günlerde Türk Adaleti gereğini yaptı iddianamede bile ismim geçmeden aklandım sorgulandığım Ankara Terörle Mücadele şubesi ve savcılıkta aralıksız 22 saat ifade verdim, bu gün gündeme getirilen tüm konulara ayrıntılı ve hiçbir tereddüt’e mahal bırakmayacak cevaplar vermiş olacağım ki gözetim süresi sonunda serbest bırakıldım, o gün bile Başbakan yüz başının bırakılmış olması suçsuz olduğu anlamına gelmez gibi beyanlarda bulunarak her nedense yargıyı baskı altına alma çabalarına devam ediyordu, o dönem erdemli medya mensubu ve onurlu kalemler geriye dönük öz eleştiri yaparak şimdi yüzbaşıdan kim özür dileyecek, Melih Aşık , Muzaffer Tekin olayında basın ve görsel medya sınıfta kalmıştır bize ne servis edildiyse yayınladık , Fatih Çekirge , özelliklede Burhan Ayeli ilk günden itibaren çok sağlıklı değerlendirmeler yaparak sonuçta da haklı çıkmıştır, bu ve bunun gibi daha bir çok yürekli ve olumlu yazılar gündeme taşınmıştır, hepsine şükranlarımı arz ediyorum , lakin basının bir kesiminden böyle bir şey beklemiyordum ama en azından kalmışsa ki kalmadığı bugünkü tavırlarından da belli bir nebze utanç duygusu ile bu tip organizasyonların içinde olmamaları idi ,ne gezer ,Ümraniye’de bir evde el bombaları bulundu, malum medya ve onların tetikçileri Muzaffer Tekin’i hemen gündeme oturttu çünkü geçmişte yaşadıkları bir onursuzluğun rövanşını yine onursuzca almaları gerekiyordu, artık bombaların herkim ki sahibi unutulmuş boy hedefi yine ben olmuştum. Yayın yasağı olmasına rağmen hukuk yok sayılarak besleme basın Danıştay olayının kilit ismi azmettiricisi olarak beni takdim ediyordu. Malum medya provokatif yayınlarında başarılı oldu. Niçin ve nasıl olduğunu anlamadan tutuklandım. Tutuklandıktan sonra da Danıştay saldırısında olduğu gibi çirkin ve yanlı ve amaca hizmet eden haber kirliliği devam etti ve hala da ediyor. Özellikle tutuklandığım zaman süreci göz önüne alınırsa haziran ayı Ankara ,Danıştay,11. Ağır ceza Mahkemesinin nihai kararını verme aşamasında olması ve o gün bu olayların patlak vermesini sizin yüce mahkemenizin takdirlerine sunuyorum. Ümraniye de ele geçirilen el bombaları ile kesin ve net söylüyorum hiçbir alakam yok. Bombalar ile aynı evde aylarca yaşayan Ali Yiğit isimli bir şahsın İstanbul terörle mücadele şubesinde aleyhime ifade vermeye zorlanması ile gözetime alındım. Kendisini ilk kez Bayrampaşa cezaevinde gördüğüm Ali Yiğit terörle mücadele şubesinde bilahare tutuklanmama neden olacak ifade metnini bizzat polisin hazırladığını, kendisinin bunu okumadan imzaladığını ve bu esnada CMK avukatının da orada hazır bulunmadığını ifade tutanağını sonradan imzaladığını defalarca ifade etti. Sayın başkanım burada bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Avukat Sami Selçuk polisin rezerv muhbirleri olduğu gibi acaba rezerv avukatımı , Ali Yiğit konusunda bu avukat hizmetler yaptı , aynı avukat her nedense burada tanıdığım Raif Görüm ün aleyhime devşirilmesi konusunda da çok büyük çabalar sarf etmiş, bunu özellikle sizin dikkatinize sunuyorum, Rasim , özür diliyorum başkanım.Daha önce de belirttiğim üzere Danıştay saldırısından sonra şahsıma kurdukları iğrenç komplonun uygulayıcıları rövanş almak üzere kaldıkları yerden devam kararı çoktan almışlardı bile başkanım. Kendime tutukluluk sürecinde hep şu soruyu sordum, ben niçin buradayım, cevap açık ve net idi, Danıştay saldırısının içine ismim karıştırılmamış olsaydı, bu gün burada olmayacaktım. Zira avukat kimliği ile tanıdığım Alparslan Arslan ile toplam 3 veya 4 kez kısa süreli görüşmemin dışında Danıştay saldırısından geriye dönük en az bir buçuk yıl şahsen hiç görüşmemiştim. Olay tarihiden dokuz ay önce de bir kandil günü bana kandil mesajı dışında telefon görüşmem de kendisi ile olmamıştır. Bu hususlar Ankara Terörle Mücadele Şubesi tarafından da tescil edildi . hal böyle iken neden hedef tahtasına oturtulmuştum. Bu konuya ilerdeki satırlarımda değineceğim. Tutuklandığım ilk günden itibaren yandaş medya, bomba kardeşliği, Ümraniye de ele geçirilen el bombaları cumhuriyet gazetesine atılanlar ile aynı seri gibi haberler yaparak kendilerince kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. Artık Ümraniye soruşturması Ankara daki Danıştay saldırısı ile ilgili soruşturmaya endekslenmişti. Zira Ankara 11. Ağır ceza mahkemesi Ümraniye soruşturmasından beklenen evrak kendilerine iletilmediği açıklamaları ile asgari üç celse duruşmaları ileri tarihe ertelemişti. Bu da yaklaşık altı yedi ay gibi bir zaman almıştı. Dolayısı ile İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz bu zaman zarfında aklandığım bir olay ile ilgili en ince ayrıntısına kadar tekrar bizleri araştırmış , cumhuriyet gazetesine atılan bombalar ve Danıştay saldırısı ile ilgili bir bağlantımız olmadığı konusunda Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine mütalaada bulunduktan sonra anılan mahkeme 13 Şubat 2008 tarihinde nihai kararını vermiştir. Her ne kadar savcı Zekeriya Öz “ Ben 500 sayfalık bir mütalaa gönderdim, demiş ise de Ankara 11 Ağır Ceza Mahkemesi başkanı o zamanki Orhan Karadeniz bu olayla bir bağlantısı olmadığını bildirmiştir şeklinde açıklama yapmıştır. Yüce yargı tarafından bir kez daha aklanmış oluyordum. Aklandığım bir olaydan bir kez daha aklanmış oluyordum. Tutukluluğumun 7. ayı dolmak üzere iken ocak ayında yeni bir operasyon haberi ile halka genişletildi. Belki de dünya hukuk tarihinde bir ilk yaşandı. Müvekkilinin dosyasını takip eden avukat Kemal Kerinçsiz aynı dava dosyasının içine sanık olarak sokuldu. Tutuklu bulunduğum süreçte soruşturma savcısına onlarca mektup yazarak, suçlandığım örgütün adını, ideolojisini ve eylemlerini sordum. Fakat bir cevap alamadım. Şimdi öğrenmiş bulunuyorum bu örgünün adı Ergenekon imiş, ilk kez ismini Danıştay saldırısından sonra duyduğum, hakkında bir cümle bilmediğim bir örgüt ile anılmak beni bir kez daha ibret, hayret ve dehşete düşürdü. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Ergenekon terör örgütünün yürütme ve yargının koordineli çalışması sonucunda ortaya çıkarıldığını, o günlerde açıklayarak bir kez daha kuvvetler ayrılığını yok sayıyordu. Müteakip aylarda da göz altına alınmalar ve tutuklamalar devam etti. İsmet Berkan 9 Nisan 2008 tarihli köşe yazısında Danıştay saldırısından önce bu gün Ergenekoncu olarak nitelendirilen insanlara kurulan komployu açıkça ikrar ediyor. Şöyle ki : Danıştay saldırısından hemen sonra başbakan yardımcısı sıfatı ile o zamanın dış işleri bakanı Abdullah Gül Emniyet Genel müdürlüğü ve MİT den bir brifing ister, iki kurum da saldırgan ve yakın çevresi ile ilgili kendi bilgi haznelerinde olanlarını Gül ün önüne sererler, polisin yaptığı sunumda bir şema vardır, bu şemada Danıştay saldırganı dahil bu gün cezaevinde tutuklu olarak bulunan bütün Ergenekon şüphelileri yer almaktadır. Sadece onlar mı daha fazlası da var şemada, emekli general Veli Küçük dışında başka emekli askerlerin isimleri de var, ikinci , üçüncü dalga tutuklamaların yapıldığı günlerde, yine radikal gazetesinde ismet Berkan işte Ergenekon başlıklı yazısında İstanbul Cumhuriyet Savcılığının terör örgütü olduğunu açıkladığı Ergenekon, vatansever, ulusal, milli, Kemalist, Atatürkçü gibi adlarla örgütlenmiş irili ufaklı yapıların toplamı. Hayır elbette bütün örgüt bu kadar değil ama sivildeki örgütün çekirdeği işte bu belki çemberi biraz daha genişletmek mümkün belki 40-50 kişi daha vardır o çevrede şimdi savcının soruşturduğu örgüt darbeyi yapacak örgüt değil , bunların görevi darbe ortamını oluşturmak, Türkiye yi istikrarsızlaştırmak belki kişisel kazanç elde etmek diyor. Baklayı ıslatıyor ama başkanım ağzından çıkaramıyor. Hedefteki güç Türk Silahlı Kuvvetleri bu örgütleri darbe hazırlamaya teşvik ediyor demeye getiriyor, ama ülkesini seven her Türk vatandaşı büyük oyunu görüyor, Avrupa birliği, birliğe girebilmeniz için köhneleşmiş Kemalizm den vazgeçin diyor, niye çünkü Kemalizm ulus devletin çimentosu da ondan. Bu çimentoya kim sahip çıkıyor , ordu çıkıyor, kim sahip çıkıyor yargı çıkıyor, kim sahip çıkıyor ulusalcılar. O zaman bu güçleri hedef tahtasına oturt, yıprat, zayıflat ve teslim al sonrada emellerine tahakkuk ettir. Ama asla bunu başaramayacaklar. Besleme basının Ergenekon denilen sanal örgüte isnat ettiği suçlamalara bakın, başta Türk,Kürt çatışması olmak üzere Cumhuriyet Gazetesine el bombası atılması , Danıştay saldırısı, Diyarbakır katliamı , Hrant Dink cinayeti, Hablemitoğlu cinayeti, Fethullah Gülen ,Orhan Pamuk a suikast girişimi. Danıştay a gerçekleştirilen menfur saldırı sonrası ismet Berkan ın köşe yazısında belirttiği açık komploya o dönem yüce yargı geçit vermediği gibi müteakiben de gerekçeli kararında Danıştay saldırısını saldırganların türban için anayasal düzeni değiştirmek, şeriat devleti kurmak amacı ile bu eylemi gerçekleştirdiklerini karara bağladı. Ve Danıştay a yapılan saldırının Ergenekon soruşturması ile bir bağlantısı olmadığını açıkladı. Bu kararın hemen akabinde başbakan Recep Tayip Erdoğan Ergenekon terör örgütü Danıştay saldırısı bağlantılarını delillendirerek evrakları gönderdik. Yargı bunları kâle almadı beyanını ve özellikle dinci basının mahkemenin nihai kararını yok sayıcı tavır ve yayın politikalarını anlamakta güçlük çekmiştim. Zira her vesile dile getirdiğimiz hukuk devleti ilkesini ve yargıya olan güveni sarsıcı beyanları başbakan ve anılan gazeteler niçin yapıyorlardı. AKP kapatma davasında başbakan ın türban senin konun değil onu ulemaya sor efendi ifadesi Yargıtay başsavcısı tarafından gündeme getirilmiş, ve dosya kapsamında yer almıştı. İddianame sayfa 14, bu ciddi bir suçlama idi ayrıca Danıştay saldırısının nihai kararından sonra düzmece belge bilgiler ile yalan , iftira kampanyalarına devam eden bir dinci gazete de 111 Bin YTL Danıştay üyelerine hedef göstermekten para cezasına çarptırılmışlardı. Yukarıdaki bilgiler bile hiçbir vicdani, ahlaki hele hele hukuki dayanağı olmayan Danıştay saldırısını üzerime yamama gayretlerini açıklamaya yeter zannımca. Gerek Danıştay saldırısında gerekse Ümraniye olaylarında uğradığım komplolar benim seçilmiş araç olduğumu çok net ortaya koyuyor. Amaç benim üzerimden ulus devleti savunan tüm güçleri sindirme ve yok etme operasyonudur. Sayın başkanım size tutuklu bulunduğum süreçte yaşadıklarım ve gözlemlerim ile asıl Ergenekon un portresini çizmek istiyorum. Yabancı servislere angaje olmuş , belli istihbarat birimleri içerisinde sayıları az da olsa cemaat , tarikat ilişkisinde olduğunu düşündüğüm bir kesim mevcut, bunların asıl hedefi ordu, yargı ve ulus devlete sahip çıkan yurtseverlerdir. Bu direnç noktalarını yok etmek için devamlı dışarıdan üretilen strateji ve planların içeride uygulamacısı olarak aktif rol alıyorlar. Öncelikle kendilerine avlar belirliyorlar. Bu avlar şerefli onurlu ülkesini seven tam bağımsızlık ilkesi ile hareket eden Atatürkçü hele hele emekli de olsa bir asker ise onlar için bulunmaz bir nimet, zincirin ilk halkaları böyle belirleniyor, gayri yasal yollarla başkanım avlarını izliyorlar, gözlüyorlar, dinliyorlar, fakat cürümümeşut yapamıyorlar. Bu arada da kendilerine bir arşiv oluşturuyorlar. Bir suç unsuru bulamadıkları için de biraz önce arz ettiğim gibi cürümümeşut yapamıyorlar. Bu sefer devreye tuzaklar giriyor. Av ve tuzak sözcüklerini özellikle seçtim. Zira onurlu bir mücadelede namertlik yoktur. Düşmanınızda olsa mertçe mücadeleyi yeğlersiniz , en azından bizler böyle öğrendik ve öyle yetiştirildik başkanım. Bu tuzak bir polis ajanı olabilir, hiç tanımadığınız halde devşirildiği için ve bazen de menfaat karşılığında gözünü kırpmadan size her türlü iftirayı atabilir, yahut da yanınıza masum bir yardım alma bahanesi ile gelen insanlar üzerinden aleyhinize belge ve sair tanzim ettirilir. Kendilerince hazırlatılmış cd ler bir şekilde teknoloji kullanılarak bilgisayarlarınıza iletilebilir, bunları mutlak ispatlar masum olduğunuzu kanıtlarsınız ama , ama sizi gözetim altına almaktır. Buraya kadar arz ettiğim asıl Ergenekon un ilk ayağıdır, gözetime alınmadan aleyhimize kamuoyu oluşturmak için bu ilk ayağın yapmış olduğu servisler ile haber yapan bir kesim güdümlü medya vardır. Bunların görevi süreklidir. Öncelikle gözetime alınmanız için var güçleri ile provokatif yayınlar yaparlar. Gözetime alındıktan sonra görev bitmemiştir. Yine tüm eforlarını tutuklanmanız için harcarlar. Tutuklandınız dahası var, bu süreci uzatmak için yazılı ve görsel medyanın bir de tetikçi taifesi vardır. Soruşturma gizliliği onlar için geçerli değildir başkanım. Sizi henüz gizli olup olmadığı kanıtlanmamış belgeler ile tutuklatanlar tetikçilerine gizlilik, gerçek gizlilik içeren belgeleri sızdırırlar ve onlar da bu belgeleri yazmış oldukları kitaplarında yayınlarlar. Daha da ileri gidip iddianameler hazırlayıp sizi yargısız infaz eder bu tetikçiler, bir Çin atasözü , duydu isem unuturum, gördü isem hatırlarım, yaptı isem bilirim der, siz kendi yaşantınızı bilmeseniz siz bile bu iftiracı taifesinin etkisi altında kalırsınız. Masum halk nasıl kalmasın. Bazen de bu tarif ettikleri insan ben miyim ikilemine düştüğünüz olur. Bakınız asıl Ergenekon tetikçilerinden Aytekin Gezici isimli bir şahsın yazdığı Ergenekon isimli kitabın 151. sayfasındaki bir pasajı sizlere arz ediyorum. Cumhuriyet gazetesinin yöneticileri kızıl elmanın fikir babası, Veli Küçük ile sık sık görüşen Muzaffer Tekin i yönetim katında ağırlamaktan çekinmiyordu. Nasıl oluyorsa oluyor, Ergenekoncular cumhuriyet gazetesine rahatça girip çıkabiliyorlardı. İlhan Selçuk ve Deniz Som gibi isimlerle Muzaffer Tekin i aynı odada buluşturan sebep ne olabilirdi ? kocaman bir yalan ve iftira, bu güne kadar cumhuriyet gazetesine hiç gitmedim, sadece binasının Şişli’de olduğunu tutukluluk dönemimde televizyondan öğrendim. İlhan Selçuk ve Deniz Som ile de yaşantımın hiçbir döneminde karşılaşmadım. Emekli general Veli Küçük ile beş veya altı kez açık hava toplantılarında bir araya geldim. Beş dakika karşılıklı konuşmam olmamıştır. Çok sevdiğim bir albay arkadaşım kendisinden çok sitayişkar bahsettiği için nerede görür isem ilk gördüğümde elini öpeceğim dedim. Görev yaptığım süre içinde başkanım değil gövdemi boynumu eğmedim. Fakat Gudbettin Hikmetyar ın dizinin dibinde el kadının ,kolunun içinde resim çektirmediğim ,bir emekli şerefli generalin elini öptüğüm için de hiçbir şey kaybetmedim mutluyum. Besleme basının o bir saygı nişanesiydi iki senedir affedersiniz bir tecavüz sahnesi gibi döndüre döndüre gösterdiler. Besleme basının bu olayı niçin bu kadar abarttığı bu gün apaçık ortada. Bir diğer asıl Ergenekon un tetikçisi sayın başkanım, Şamil Tayyar. Operasyon Ergenekon adlı kitap yazıyor, ve kitabın 207. sayfasında kod adı şamil başlıklı yazının devamında Tekin, Ümraniye soruşturmasında polise önemli bilgiler verdi. Özellikle evinde ele geçirilen gizli milli güvenlik siyaset belgesini Şamil den aldı dedi, aldım dedi. Polise ipucu oldu. Sayın başkanım, iddianamenin kendimle ilgili esasını oluşturan çok önemli bir konu aylarca istirham edilen konu örgüt olarak irtibatlandırdığım insanla hangi şartlarda nasıl irtibatlandırıyorum onu arz ediyorum. Araştırınca görüldü ki Şamil, Emekli binbaşı Fikret Emek in kod adı imiş, gözetime alındığım tarihten 3-4 ay önce Mete Yalazangil isminde bir arkadaşım kendisini emekli asker olarak tanıtan Muzaffer Şenocak isimli bir şahsın ortaklık yapmak amacı ile bir araya geldikleri eski bir polis memuru olan Aydın Yüksekle problemleri olduğunu, Şenocak ın gerçekten ordu ile bir bağı olup olmadığını öğrenmem için eski polis Aydın ile büroma geldiler. Yanlarında telefon ile birkaç yere sordum, adı geçen şahsın emekli asker olmadığı bilgisini kendilerine verdim, ve o günden sonra bu şahısların isimlerini bile unuttum, müteakip günlerde Mete Yalazangil benim burada olmadığım bir gün muzaffer Şenocak ın kimlik bilgilerini içeren bir cd bırakıyor, bana da telefon ile bilgi veriyor, ben yine olayı önemsemiyorum ve bu cd nin benim elime geçmesi de bu süreçte mümkün olmuyor. Hatta Mete Yalazangil bir gün büroya gelip , aldın mı diye sorduğunda , almadım diyorum, büroda olan bir arkadaşıma Rafet Arslan a soruyor o da arıyor, nasıl kayboldu diyoruz, ve böyle bir sürece giriyor, cd elime geçmedi. Gözetim altında polisler bana bu cd yi izlettiklerinde bir bayan ve erkeğe ait yurtiçi ve yurt dışı görüntüleri vardı, kesinlikle bu cd bana ait değil ve nereden geldiğini bilmiyorum dedim. Gerçekte o idi. Daha sonra cd nin devamında , sonradan öğrendiğim kadarı ile milli güvenlik kurulu nun ki 2003 yılında yapılan görüşmelerinin metinleri varmış , yine bu cd nin hangi kanal ile geldiğini bilmediğimi, cd’yi de izlemediğimi ısrarla beyan ettim. Bilgisayarım tetkik edildiğinde gerçeğin anlaşılacağını ifade ettim. Aynı konu soruşturmayı yürüten savcı tarafından gündeme getirildi. Polisteki ifademi tekrarladım. Kesin olarak bu cd nin nereden ve nasıl geldiğini hatırlamıyordum. Sorgum bittikten sonra savcı Zekeriya Öz , Aydın Yüksek isimli eski bir polisin dolandırıldığı konusunda müracaatta bulunduğunu söyleyip detaya girince, savcı bey günlerce bana sorulan bu cd yi Mete Yalazangil isimli bir arkadaşım bırakmış olacak dedim. Ve müteakiben konu netleşti. Savcı bu cd yi hatırlamam konusunda özel bir çaba sarf etti. Mete Yalazangil ,eski polis Aydın Yüksek i yukarıda bahsettiğim konu ile büroma getirmişti, 10-15 dakika görüştük, soruşturmada ismini hatırlayamayacak kadar kendisine uzağım. Muzaffer Şenocak ve Fikret Emek i bu cezaevine nakil oluncaya kadar tanımadım, görmedim, bilmiyorum. Ayrıca bu cd lerin gizli olmadığı da müteakiben ortaya çıktı, günlerce Muzaffer Tekin in evinde Sarıkız, Ayışığı darbe planları bulundu dendi. Ne sarıkız ne ayışığı en ufak bir belge evimde bulunmadı. Bu hususlar bahsettiğim yazar taifesi tarafından provokasyon amacı ile bilinçli olarak pompalanmıştır. Zihni Çakır isimli şahıs ta bu süreçte Ergenekon konusunu en çok istismar edenlerden biridir. Tabi ki önemli olan onun arkasındaki güçler , lakin onu piyasaya sürenler bile koruyamadıkları içindir ki , dolandırıcılıktan şu an tutuklanmış bulunuyor. Ee etme bulma dünyası başkanım. Yine asıl Ergenekon un psikolojik savaş elemanlarının burada isimlerini yazmakla yetineceğim. Başta Bülent Orakoğlu, Fehmi Koru, Tuncay Güney ,Nazlı Ilıcak, Tamer Korkmaz olmak üzere diğerleri, Ahmet Altan, Yasemin Congar, Emre Aköz, Hasan Cemal, Ergün Babahan, Engin Ardıç,Murat Belge,Ali Bayramoğlu, Ahmet Kekeç, Alper görmüş, Nuh Gönültaş, Perihan Mağden, İsmet Berkan sayamam vaktinizi alırım. Müsaadenizle kesiyorum sayın başkanım. Bu gün ülkemiz üzerinde çok büyük oyunlar oynanmaktadır. 1918 de Mondros ve 1920 de Sevr anlaşmaları ile bizi tarih sayfalarından silmek Türk’ün defterini kapatmak istediler. 87 yıl sonra Sevr dosyası yeniden açılıp önümüze konulmak isteniyor. Günümüzde laik cumhuriyeti bile tartışılır hale getirdiler. Mondros mütarekesinden sonra vatanının her yanı işgal edilmiş, orduları dağıtılmış, tüm ekonomik kaynaklarına el konmuş 623 yılık Osmanlı imparatorluğu parça parça edilmişti. Mütareke basını adı verilen İstanbul basınının önemli bir bölümü Anadolu ateşini söndürmek için Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını kafir ilan etmiş, padişah ölüm fermanı yayınlamış, şeyhlül islam da idamları vaciptir diye fetva vermişti. İşgal altındaki İstanbul da basının bir bölümü işgalcilere ve büyük devletlere şakşakçılık yapıyor, onları yağlayıp ballıyordu. Milli mücadele tarihimizde bu yüz karası bir olaydır. Bir kısım basın ,işgalci devletlere karşı konulmamasını, onların tüm isteklerine uyulmasını hatta yunan işgaline bile karşı çıkılmamasını istemiş ve hain yayınları ile halkı ahlaksızca zehirlemeye çalışmıştır. Yıllar sonra satılmışlığın ifadesi olarak mütareke basını biçiminde anılacak olan yayın organlarından Alemdar , Peyami Sabah, Vakit, ikdam gazeteleri işgalcilere sevgi ile yaklaşırken direniş gösteren ulusalcılara sövgü yağdırıyordu. Mütareke basını bakınız neler yazıyordu. Anadolu da Mustafa Kemal ve Kuvay-i milliye maskaraları yunan askerinin önünden korkakça kaçarken zavallı saf ve gafil halk ile askerlerden topladıkları kuvvetleri düşmanla savaştırıp zavallı askerlerimizi ve halkımızı boş yere kırdırmak yöntemi izliyorlar. İç işleri bakanlığı da yapmış olan yazar Ali Kemal milli mücadeleye olan düşmanlığından dolayı Türk tarihinde mütareke basını deyiminin sembolü olmuş bir kişidir. 1922 de yakalanıp trenle Ankara ya götürülürken İzmit de halk tarafından linç edilerek öldürülmüştür. Ali Kemal, padişaha sadakat ile bağlı Anadolu halkı Mustafa Kemal denen şakiye haddini bildirecektir, 20 nisan 1920, Peyami Sabah. Refiki Cevat; İngilizleri bekliyoruz, Türkler kendi güçleri ile adam olamaz, İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak, azimli bir hükümet kuvvay-i milliye adı altında sığınan bu haydutların kafasına neden bir yumruk indirmiyor, 21 nisan 1919 ve 16 mart 1920 Alemdar gazetesi. Yunanlılar ne kadar ebedi düşmanımız olursa olsun bu günkü galiplerimizin bir müttefikidir. Onlara karşı yapılacak hareket itilaf devletlerinin kırgınlığına sebep olur. Gafletin bu derecesi görülmüş işitilmiş şey değildir, 23 mart 1920 alemdar gazetesi, Mustafa Kemal isyancıdır , cezası ağır olmalıdır, 29 nisan 1920 Peyami Sabah , mütareke basınının ulus devlet tam bağımsız Türkiye ülküsü ile yola çıkan Mustafa Kemal ve onun dava arkadaşları aleyhine yazdıkları ve bu ulvi davayı baltalamaya yönelik çabalarının tamamını bu satırlarda ifade etmem mümkün değildir. Sadece o günlerdeki şer odaklarından bir nebze bahsetmek istedim. Bu günün Türkiye sinde ismi gibi Taraf, Yeni Şafak, Bugün, Vakit, star, sabah , zaman mütareke basınından geri kalmadıkları gibi bazen de açık ara önde olduklarını görmemek mümkün değil. Herhalde Ali Kemal ve Refiki Cevat lar bu gün yaşamış olsa idiler, Medyadaki psikolojik savaş elemanlarının hünerleri beceri ve amaca hizmet yönündeki faaliyetlerinde kendilerini kat ve kat aştıklarını görmeye tahammül edebilirler miydi. Nede olsa insan bencildir ve geri planda kalmayı hazmedemez. Burada yeri gelmiş iken bir konuyu ulusalcılığı irdelemek istiyorum. Emniyet genel müdürlüğünün geçen yıl hazırladığı kurum brifinginde son olarak Ergenekon operasyonu ile birlikte sık kullanılmaya başlanan ulusalcılık akımını aşırı sağ faaliyetler kapsamında değerlendirdiği ortaya çıkmıştır. Bu bir sürpriz mi ,hayır, bir süredir basının anlı şanlı genel yayın müdürleri bile yazılarında Trabzonlu cinayet sanıklarını ulusalcı diye takdime başladılar. Son yıllarda ulusalcılık kavramının anlamı kasten saptırıldı içi boşaltıldı. Irkçılık şovenlik , darbecilik ile aynı kapta dövüldü. Birbirine karıştırıldı. Faşistlikle eş tutuldu. Neden bu yapıldı. Çünkü ulusalcılık mandacılığın, işbirlikçiliğin, hainliğin karşısındaki kavramdı. Ortak ve soylu bir tanımdı. O yüzden yok edilmeliydi. Atatürk ulusalcı idi. Vahdettin işbirlikçi idi. Ama aynı Atatürk, padişah Vahdettin ve İstanbul basınına göre isyancı , bozguncu, çeteci idi. Nedir ulusalcılık, egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur sloganının tek sözcükle ifadesidir. Sömürüye ,esarete, mandaya, işbirlikçiliğe karşı olmaktır. Ulusun çıkarlarını onur ve haysiyetini her şeyin üzerinde tutmaktır. Atatürk milliyetçiliğidir, laik ve demokrat olmaktır ulusalcık. ABD ve AB ile her ilişkide başı dik bağımsız bir ulus gibi durmayı savunmaktır. ABD ve AB nin işbirlikçileri ulusun değil, ABD ve AB nin çıkarlarına hizmet ederler. Halkın çıkarlarını gözetmedikleri için demokrat olamazlar. Foyaları meydana çıktıkça ulusalcılık gibi karşıt kavramları yerin dibine batırarak suyun üstünde kalmaya çalışırlar. Evet geçmişte faşistler yurt içi ve yurt dışında kendilerini milliyetçi olarak takdim etmiştir. Bir takım milliyetçi meczuplar da kendilerine ulusalcı adını yakıştırmış olabilir. Ama bütün bunlar kavramların karıştırılmasını gerektirmez. Atatürk milliyetçiliğidir ulusalcılık. Anayasada da yer alan bir kavramdır, ulusalcılık. Eş anlamı yurtseverliktir. İşte benim yaşamaya ve yaşatmaya çalıştığım ulusalcılık yukarda ifade ettiğim manadadır. Asıl Ergenekon un medya uzantıları Danıştay saldırısından sonra olduğu gibi bu günde hiçbir dayanağı olmayan provakatif yayınlar ile beni nerede ise tüm oluşumların içinde gösterme gayretine girdiler. Vatansever kuvvetler güç birliği hareketinin çok önemli bir üyesi olmak dahil , Kuvayi Milliye , ulusal birlik ve daha nice nice sivil toplum kuruluşları ile ismim anıldı. Burada bir konuyu arz etmek istiyorum başkanım, basında Fikri Karadağ,Hüseyin Görüm, Oktay Yıldırım ve benim yer aldığım bir resim mevcut ,evet, emekli olduğum dönemde büyük bir haksızlığa uğradığımı düşünerek bir araca bindim. Araç yolda kaldı amaç memlekete hizmet seferberlik olduğu zaman analar bacılar gidecek o zaman da biz göreve talip oluruz dedim. Ve yapmış olduğum iç alanı dahil devletle hiçbir irtibata girmedim. İhale teklif ettiler , yakıt işi yapıyorduk almadım. Bir dönem ki ben bunu 2004 olarak Ankara da yansıtmıştım, yanıldığımı gazetelerde çıkan haberlerden öğrendim aralık ayının 13 ü veya 15 inde 2005, Vali Erol Çakır öğretmen evinde VKGB’nin bir tanıtım toplantısı yapıldı. İşte bu toplantıdan tahminen 10-15 gün önce ben ve Fikri Karadağ birlikte olmak üzere Fenerbahçe de tesadüf cafe denilen bir yerde İbrahim Cingi vasıtası ile ki benim tanıdığım bir arkadaşım, ortak olarak Hüseyin Görüm ile tanıştırıldık. Hüseyin Görüm ün o anki titri Kuvay-i Milliye Marmara bölge sorumlusuyum olarak ifade etti. Ve dedesinin şeyh Hüseyin, Hendek te bir köyleri olduğunu, samimiyetle büyük bir kıvanç onur duyarak onun yaptıklarını anlattı. Çok saygılı çok efendi davrandı. Geçmişte de daha öncede ismen beni tanıdığını söyledi. Bu Vali Erol Çakır evindeki toplantıdan bir hafta önce filan kendisi büroma geldi. Muzaffer abi dedi, Yanında İbrahim Özcan isminde bir şahıs, elinde Türkeli dergisi, Türkeli dergisinin kapağında Hasan Kundakçı generalin resmi, bizim Ankara da 2000 metre karelik kapalı bir alanımız var, 50 Bin’in üzerinde kitabımız var, 30-35 tane akademisyen ve KGB hareketi diye bir oluşum. Bunun yapılanması içindeler. Ben kendisine ilk şunu söyledim. Ben ilke olarak hiçbir oluşumun içinde olmam , ama izlerim takip ederim bu hareket ile ilgili sizlere de destek olurum dedim. Müteakiben bir hafta sonra Vali Erol çakır öğretmenevindeki toplantıya iştirak ettim. Hatta teveccüh gösterdi. 5. 6. sırada oturuyordum. Önde bir protokol masası vardı, ısrarla oraya oturmamı söyledi. Kabul etmedim. Çok ısrar etti büyük yeminler verdi, ben hayatımda hiçbir zaman emek vermediğim bir yere tepeden paraşütle inmem. Burada benim oraya oturacak ne hakkım nede öyle bir talebim yok dedim. Daha sonra o gün Taner Ünal ile orda tanıştık. Bir defa İstanbul a geldi kendisi ile yarım saat bir ordu evinde bir çay faslımız olmuştur ve o günden sonra görmedim. Bu iki üç aylık zamanda sayın başkanım, Ahmet Karaca köyün ismi, Şile’de, dayımın ismi de Ahmet Karaca olduğu için unutmuyorum, Fatih in uç beylerinden hem onun ruhuna bir anma hem de bir pilav günü tertip edilmiş, oraya gittik. O resim orda çekildi. Ve dönüşte de Antalya da karargah kurmuş örgüt diye birçok gazetelerde lanse edildi. O resimde şile yolu üzerinde Ömerli mıntıkasına yakın doğa isminde bir piknik alanıdır, sahibi benim arkadaşımdır, eski Fenerbahçeli bir futbolcudur, bende size bir jest olsun burada bir çay ikram edeceğim dedim ve o çaydır, yine kalabalık olarak 29 kişilik bir resim vardır. Evet o günde o resim bir kuru fasulye partisidir, onu da ben tanıdığım bir lezzetli işte ünlü bir yer diye orada organize ettim, beraber olduk. Bunun dışında üç ay bizlerin birlikteliği 10 ‘u 15’ i geçmedi, ve bir proje de ortaya konulmadı. Ankara ya gidişler-gelişler olmuş ama ben Ankara ya filanda gitmedim. Üç ayın sonrasında ben, Zekeriya Öztürk , İsmail Eksik bu oluşumdan ki daha oluşum gerçekleşmeden ayrıldım. Yani bu gün elinde basının malzeme olan olay ve KGB nin en önemli adamı, sayın savcımızın iddianamede birçok yerde yansıttığı ve KGB nin kuruluşunda Muzaffer Tekin var diyor başkanım, on sayfa sonra dernekler yasasına göre kuruluşta isimler yazıyor, Muzaffer Tekin yok, bir başka yerde Kuvayi milliyeye Bekir Öztürk ün arkasında deniyor, en son vazgeçiliyor deniliyor ki Muzaffer Tekin herhangi bir oluşumun içinde yok ama hepsinin arkasında. Ben şunu arz edeyim, tasvip ettiğim inandığım şeyler doğrular varsa tek başıma gittim,giderim ama benim bu şey maceram yani bir oluşum içinde olup-olmama mevzuu bu kadardır onu arz ediyorum. Bu güne kadar illegal bir yapılanma içinde olmam mümkün olmadığı gibi yasal bir dernek , parti, sendika ,sivil toplum üyesi de olmadım. İnandığım doğrular peşinde tek başıma yürüdüm. Laik demokratik sosyal hukuk devletine Atatürk ilke ve inkılapları ışığında sahip çıktım. Bu husus yaşantım boyunca da devam edecektir. Sayın Başkanım, simit çalıyor hırsız diyoruz. Bir diğerine kapkaççı, ellerindeki kirli kalemleri ile insan onurlarını çalmaya çalışanlar bence hırsızların en aşağılık olanlarıdır. Evinden, işinden, sokaktan alınan insanlara suç isnat etme gayreti içinde olanlar ve suçlu yaratmak isteyenlerin gerçek örgüt üyesi ve suçlu olduklarını zaman mutlaka gösterecektir. Asıl Ergenekonların bu iğrenç oyunlarını Danıştay saldırısından sonra yüce Türk yargısı nasıl boşa çıkardı ise bu gün oynanmakta olan oyunu da yine adil Türk yargısı bozacaktır. Yine zaman bu gün bir dizi cinayetlerin zorla yapıştırılmak istenenler tarafından asla ve katta yapılamayacağını , gerçek faillerin yapıştırma gayretinde olanların olduğunu ortaya çıkaracaktır. Bir düşünür, etraf seni ne kadar dürüst zannederse zannetsin, sen kendini kandırabilir misin der, ne kendimi nede bir başkasını kandırmadım başkanım.onur izafidir, görecelidir, gerçekler de inatçıdır, bir gün tatbikatta ortaya çıkar , bazılarını bir zaman çoğunu her zaman aldatabilirsiniz ama herkesi sonuna kadar aldatamazsınız, geçmişin yanlış adımları için en iyi özür dileme yolu gelecek için atılan doğru adımlardır. Danıştay saldırısından sonra demeç veren siyasilerin bu gün de doğru adımı atamamış olmalarını görmek en büyük teessürümdür. Şimdi burada eylemler ile ilgli bazı hususlara değineceğim “dedi.
Saatin 16:35 olması karşısında sanığın savunmasına ara verildi.
Savunma sırasında bir kısım sanık ve müdafilerinin bazı mazeret telep ve beyanlarda bulundukları vermiş oldukları yazılı dilekçelerde anlaşıldı.
Dostları ilə paylaş: |