Duruşmaya saat 13:30’a kadar ara verildi.
Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.
Bu arada bir kısım sanıklar müdafileri Av. İbrahim Erdoğan, Av. Ilgın Biçen ve Av. Murat Bülent Hattatoğlu’nun da geldikleri görülmekle huzurdaki yerlerine alındı.
Sanık Dursun Çiçek müdafii Av. İrem Çiçek söz istedi verildi:”Cümle söyleyeceğim unuttum. Arada ben dosyaya baktım Yargıtay’dan geldiği için bu Munzur isimli Erzincan dosyasındaki gizli tanık 4 nolu fotoğraftan müvekkilimi teşhis ettiğini söylemişti bu 4 nolu fotoğrafı biz bugüne kadar hep talep ettik. Fakat Yargıtay’dan dosyanın gelmesi beklensin dendi şuan dosya geldi fakat burada yok emanette olabilir. Bu 4 nolu fotoğrafın talep edilmesini istiyorum bir de bir talebim daha var. Emniyetten ve Jandarmadan bu tespit edilemeyen 14 parmak ve avuç izinin en azından yurtdışındaki databeyzlerle tespiti için herhangi başka bir kuruma yazı yazılmasını talep ediyorum teşekkür ederim.”
Mahkeme Başkanı:”Buyurun.”
Sanık Bedrettin Dalan müdafii Av. Serkan Günel söz istedi verildi:”Sayın Başkan Saygıdeğer Heyet, bugün yaşanmasını istemediğimiz ancak böyle bir ortamda da yaşanmaması hayatın.”
Mahkeme Başkanı:”Sizin vekaletnameniz var dosyada değil mi Avukat Bey?”
Sanık Bedrettin Dalan müdafii Av. Serkan Günel:”Efendim?”
Mahkeme Başkanı:”Vekaletnameniz var değil mi?”
Sanık Bedrettin Dalan müdafii Av. Serkan Günel:”Var, var var var efendim. Yaşanmaması hayatın olağan akışına aykırı bir sitemle bir isyanla tekrar karşı karşıya kaldık. Ben Sayın heyetinizin de yaşadıklarını anlamaya çalışıyorum tabi ki bende özellikle başkanlık makamında bulunsam aynı sertlikte olmasa da mahkemeye yönelik böyle bir isyana karşı tepki vermek zorunda hissederdim kendimi makamın gereği olarak. Ancak Dursun Beyin yaptığı ise ve diğer sanıkların yaptığı bir insanlığın gereği insanlığın doğası.”
Mahkeme Başkanı:”Avukat Bey mahkeme onu unuttu bile.”
Sanık Bedrettin Dalan müdafii Av. Serkan Günel:”Tamam efendim doğru.”
Mahkeme Başkanı:”Tamam mı? Unuttu mahkeme unuttu o anda olan oldubitti.”
Sanık Bedrettin Dalan müdafii Av. Serkan Günel:”Ben haddim olmayarak kendimce, kendimce bunu yorumlamaya çalışacağım o yüzden.”
Mahkeme Başkanı:”Biz onların peşinden gitmeyiz, mahkeme gitmez onların peşinden.”
Sanık Bedrettin Dalan müdafii Av. Serkan Günel:”Şuanda yazdığım bir metin bu. Efendim sizlerde, bizlerde temel hukuk eğitimini aynı şekilde gördük ve orada biliyoruz ki yazılı hukuk olmadan önce doğal hukuk kuralları dediğimiz yazılı olmayan ancak hemen herkesin uyduğu uymayanın toplum içinden dışlandığı bir hak hukuk sistemi vardı. Neydi bu doğal hukukun 1. kuralı? Sana yapılmasını istemediğini sende başkasına yapma. Şimdi siz kendinizi Dursun Beyin yerine koyun ya da 4 senedir bu sürekli derinliği artırılan kuyuya atılanların yerine koyun tüm hukuki açıklamaları yapmışsınız, delilleri istetmişsiniz, savunmanızı yapmışsınız hadi tutuklama da bir takdiri değerlendirmedir Saygıdeğer heyetinizin takdiridir. Ancak bir de üstüne 3 satıra binaen bir gerekçe yazılıyor ise yani bir anlamda gerekçe sizsiniz deniyorsa bir insanın özgürlüğü bu kadar değersiz midir sorusu akla geliyor. En azı 1 senedir tutuklu bulunan ve suçsuz olduğuna inanan insanların son 3 senede peşi sıra gelen bu davalar karşısında son çare olarak zulme karşı isyan etme haklarını kullanmaları kurallara aykırılığını bir saniyeliğine düşünmemenizi isteyerek soruyorum hayatın olağan akışına aykırı mıdır? Bu insanlar askerdir, gazetecidir ya da Bedrettin Dalan gibi Türkiye’de seven sevmeyen herkesin kabul etmesi gerektiği üzere eğitim alanında çığır açmış bir eğitim hizmetçisidir. Ancak her şeyden önce insandır yani robot değillerdir. Buraya gelip de tüm duygularından arınıp tüm isyanlarını içine atıp yutkunup verdiğiniz yarım saatlik sürede size tebliğini sunup yani bir anlamda içini döküp tatmin olup gitmesini takdir edersiniz ki bekleyemezsiniz. Bunu 1 defa yaparlar 2 defa yaparlar. Ancak sonunda insandırlar duyguları vardır haksızlığa uğrayan her insanın yaptığı gibi isyan ederler bu yanlıştır hukuka aykırıdır. Ama ahlaka aykırı değildir hele vicdana aykırı hiç değildir. Bakın ne diyor sanıklar baştan beri tüm iddialara cevap verdik tüm mantıksızlıkları ortaya koyduk. Bu saatten sonra verilen tutukluluğun devamı kararlarını hele ki böyle gerekçesiz bir şekilde verilen kararlarınızı sizin değil devletin şahsımıza sergilediği düşmanlık olarak görüyorum diyor. Yani bu sizlerin şahsında bir hakaret değildir bence Sayın heyet temsil ettiğiniz makam bir devlet makamıdır ve bu dava artık herkesçe kabul edildiği bir şekilde siyasi bir davadır. Ve siyasilerde bu davalarda yargılananlara düşmanlığını açıkça dile getirmektedir. O zaman buradaki insanlarda bence bu düşmanlığı sadece dile getirmektedir. Son olarak şunu da belirtmek isterim bu kelime oyunlarını aslında Mustafa Balbay çok yapar alışkınsınızdır. Ancak bu sefer ben söyleyeyim istedim; biliyorsunuz ki düşmanlığın eski dildeki adı adavettir. Yani bunca savunmaya davanın çökmesine neden olabilecek bu denli kuvvetli şüpheye rağmen halen tutuklu yargılamalara devam edilmesi insanlarda doğal olarak acaba mümkün temeli adalet olmaktan çıkmışta adavet mi olmuş sorusunu akla getirmektedir. Şimdi gene böyle bir hal içinde bulunan müvekkilimiz Sayın Bedrettin Dalan’ın mahkemenizce reddedilen güvence belgemizi istememize ilişkin görüşlerimi ve yinelenen talebimi Sayın mahkemenize bir tebliğ halde sunmak istiyorum. Efendim mahkemenizin 12.01.2001 gün ve 12-a sayılı ara kararı ile müvekkilimiz Bedrettin Dalan’ın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve yurtdışına kaçak durumda olması gerekçeleriyle 5271 sayılı CMK’nın 248/5. Maddesinin atfı ile CMK 100. maddesi uyarınca yokluğunda tutuklama müzekkeresi çıkarılmasına karar verilmiştir. 17.01.2011 tarihinde ise tarafımızdan mahkemenize ayrıntılı bir dilekçe verilerek müvekkilimiz Bedrettin Dalan’ın yurtdışında iken hakkında kolluk tarafından soruşturma yürütüldüğünü öğrenmiş olduğunu ve o tarihten bu yana ülkemize gelmediğini müvekkilimizin gelmemesinin nedeni ise; işte bu yaşananlardan dolayı. Yani ülkede artık hukuka olan güvenin maalesef yaşananlardan dolayı azaldığından ve özellikle bu siyasi davalar nedeniyle insanların hukuktan belli ölçüde beklentilerinin kalmadığından adeta tutuklama kurumunun işlevine uygun işletilmediği için bir önlem olmaktan çıkarak peşin ceza ön ödeme gibi kullanıldığını açıklamışızdır bu dilekçemizde. Ve ayrıca iddianameden ve dosyadan gelen suçlama konularını da tek tek alarak ayrıntılı bir irdelemeye gitmişizdir. Ancak Sayın mahkemeniz 24.01.2011 gününü 2011/57 değişik iş nolu kararında 12.01.2011 gün ve 12-a sayılı ara kararında tutuklama için gösterdiği üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti mevcut delil durumu yurtdışında kaçak durumunda olması gerekçelerini bu kez CMK 246/1. maddesindeki takdire bağlı olan uygulama şartlarının oluşmamış olmasına bağlayarak istemimizin reddine karar vermiştir. Bu dilekçemizde de işin esasına girmeden salt usul yönünde durmak istiyoruz bunun yanlışlığını ortaya koymak istiyoruz. Efendim bilindiği gibi salt ceza hukuku dalında değil hukukun bütün dallarında takdir hakkı sınırsız olmadığı gibi keyfi de değildir. Sınırsızlığı ya da keyfiliği ortadan kaldıran araç nedir? Bu kararların gerekçeli olarak verilmesi şartı Sayın mahkemenin isteminizi gördüğümüzün üzerine reddediyorum deme hakkı var mıdır? Elbette hayır, bunun bir gerekçesi olmalıdır işte bu açıdan Sayın mahkemenin karardaki gerekçesine bakıldığında CMK 248/5. maddenin atfı ile 100. maddenin uygulanmasına gerekçe olarak gösterilen nedenlere yollama yapıldığı görülmektedir. Bu durumda ortaya ilginç bir durum çıkıyor. Yani mahkemenin gerekçesi gerekçesizlik oluyor şöyle ki; zaten ortada tutuklanmaya neden bir durum olmasa yani sizin saydığınız mevcut delil durumu, işte üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti. Biz zaten Bedrettin Dalan için güvence belgesi istemeyiz efendim. Bedrettin Dalan için güvence belgesini istememizin sebebi zaten tutuklama nedenlerinin var olmasına rağmen bizim maddi gerçeği ortaya çıkarmak amacıyla kendisini Sayın mahkemenizin önüne getirme isteğimizdir. Yani sizin isteğiniz Bedrettin Dalan’a ceza çektirmek midir? Yoksa bu davadaki karanlık kalmış bir noktayı aydınlatacak ifadeleri almak üzere Bedrettin Dalan’ın burada sorgulanması mıdır? Yani tabi ikisini de isteyebilirsiniz. Ben kesinlikle Bedrettin Dalan’ın cezalandırılmasını isteyemezsiniz demiyorum ama benim hukuk anlayışıma göre Bedrettin Dalan buraya gelse mahkeme açısından bu davanın konusu açısından çok daha yararlı olacak, maddi gerçeği ortaya çıkarmak açısından çok daha yararlı olacak. Sayın mahkeme yoklukta tutuklama kararı verirken ne yapmıştır? CMK’nın 248. maddesinin 7. fıkrasına dayanmıştır. Neden? Çünkü kaçak durumuna düşmeden yoklukta tutuklama kararı vermek hukukumuzda artık yok. Peki, biz ne istedik? Bizde mahkemenin dayandığı 248. maddenin bir başka fıkrasına 7. fıkrasına dayandık ne diyor orada; 246 madde hükmü kaçaklar hakkında da uygulanır. Madde gaip olan sanık hakkında tutuklanmayacağı konusunda bir güvence belgesi verilebileceğinden söz ediyor. Yukarıdaki madde ise bu maddenin yalnız gaip olan sanık hakkında değil kaçak durumundaki sanık hakkında da uygulanabileceğini öngörüyor. Şimdi mahkemenin gerekçesine geri dönersek Sayın mahkemenin tutuklama için verdiği gerekçe en yukarıdaki alıntıda da görüldüğü gibi 246/1. maddeye ilişkin istemin reddinde de kullanılmıştır. İlk gerekçe; üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti maddeye baktığımız zaman 246. madde bu uygulamanın hangi suçlarda yapılacağı hangisinde yapılmayacağı konusunda bir ayrım yapmamıştır. Yani atılı olan suçun ne olduğu madde uygulamasında söz konusu yapılamayacaktır. Suçun niteliği ya da niceliği önemli değildir. Çünkü bu bir usul hükmüdür. Kaldı ki tutuklama nedeni yapılırken bile atılı bulunan suçun vasıf ve mahiyeti sözünden nitelik ya da nicelik değil atılı bulunan suçun işlendiği yolunda kanıtlarda ve iddiadaki derinlik önemlidir. 2. gerekçeniz mevcut delil durumu gene maddeye baktığımız zaman 246. madde bu uygulamanın delil durumuyla ilgisinin olmadığını gösteriyor delil durumu farklıdır buradaki hüküm ile birlikte garantinin kalkması 2. fıkrada belirtilmektedir, bu nedenle kanıt durumu da hiç önemli değildir. Efendim 3. gerekçeniz yurtdışında kaçak durumunda bulunması; 248/7. madde zaten 246/1. maddenin bu durumda yani yurtiçi ya da yurtdışı fark etmez kaçak olması durumunda uygulanacağını belirtiyor. Yani bizim belirttiğimiz şeyi siz bize gerekçe olarak verilmemesi gerekçesi olarak gösteriyorsunuz. Biz zaten kendisi kaçak durumunda olmaktan hoşnut değil kendisi de mahkemenizin önüne çıkmak istiyor. Ancak bir kendisine bir hukuki bir güvence sağlansın yani sonuçta bu Dünya’da da uygulama bulan bir şey. Bugün İngiltere’de görüyoruz Asil Nadir’e uygulanıyor Fransa Cem Uzan için uygulamıştır. Bu kamuda kamuoyunda belli saygınlığa ulaşmış kişiler için e efendim ne bileyim. Yani öldürme eylemine karışmamış bir insan bu, bir bombalama eylemine karışmamış bir insan bu. Yani bunun Bedrettin Dalan’ın özgeçmişi ortada kamuoyunca bilinen bir insan. Eğitime yaptığı hizmetler bilinen bir insan. Tabi ki de buradaki insanlardan farklı bir insan olduğunu asla savunmuyorum. Kendisine bir ayrıcalık da verilsin demiyorum. Ancak, kendisi gelip mahkemenizin önüne çıkmak istiyor ve bu da sizin tarafınızdan verilecek bir güvence belgesine bağlı. Yani bu saydığımız nedenlerle müvekkilimizin tutuklanmayacağına ilişkin güvence belgesi verilmesi istemini bir kez daha irdelenmesini ve istemimiz doğrultusunda karar verilmesini saygılarımızla arz ve talep ediyoruz.”
Sanık Mehmet Deniz Yıldırım müdafii Av. Mehmet Cengiz söz istedi verildi:”Efendim müvekkilin hakkında dava açılmasına ve tutuklu yargılanmasına neden olan eylem, hukuki tavsifi ne olursa olsun Recep Tayyip Erdoğan’ın telefon görüşmelerinin yayınlanmasıdır. Dikkat ediniz, bir örgüt üyeliği kanıtlanmış ve buradan hareketle bu örgüt üyeliğinin kapsamı dahilinde telefon görüşmeleri yayınlanmış değildir. İddianamenin mantığına göre telefon görüşmelerini yayınlamıştır öyleyse örgüt üyesidir deniyor. Dolayısıyla iddianameyi baştan sona taradığımızda ortaya çıkan tek bir eylem var, tek bir eylem vardır müvekkil açısından Recep Tayyip Erdoğan’ın telefon görüşmelerini yayınlamak. İddianamedeki sevk maddeleri açısından müvekkilin hukuki durumuna kısaca 20 dakika içinde veya en fazla yarım saat içinde toparlayarak bitireceğim. Sevk maddeleri açısından baktığımızda birincisi Türk Ceza Kanununun kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınmasına ilişkin 133. maddesinin son fıkrasının uygulanması talep ediliyor. Dikkat ediniz burada müvekkil hakkında 133. maddenin 1. fıkrası talep edilmiyor. Yani müvekkilin bu telefon konuşmalarını dinlediği yolunda bir iddia zinhar yok. Nedir? Dinlenmiş telefon konuşmalarını yayınlamaktan söz ediliyor. Oysa bu 133. maddenin son fıkrasına baktığımızda aleni olmayan konuşmalardan söz edilmektedir. Eğer konuşma şu veya bu şekilde aleniyet kazanmışsa ki olayımızda öyledir. Bunun yayınlanması suç oluşturmayacağı gibi daha önce açıklanmış başka vesilelerle yayınlanmış bir konuşmayı tekraren dergide yayınlamak bir gazetecilik görevinden başka bir şey değildir. Bu olguyla ilgili olarak şuanda Türkiye Büyük Millet Meclisinde 16 Mart 2011 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla meclis başkanlığına sunulan Türk Ceza Kanununda değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısı var. Bu tasarı ilgili komisyonlarda görüşüldü, benimsendi ve genel kurula getirildi. Bu tasarıyı şimdi size takdim edeceğim. Bu tasarının bu tasarıyla Türk Ceza Kanununun 139. maddesine 2. bir fıkra ekleniyor. Aynen şöyle; 132. 133. ve 134. maddelerde düzenlenen suçlara konu bilgilerin ifşa edildikten sonra haber verme sınırları aşılmaksızın haber yapılması suç oluşturmaz. Eğer aleniyet kazanmışsa suç oluşturmaz, daha önce zımnen çıkıyordu bu şimdi yeni tasarıda buna açıklık getiriliyor ve suç oluşturmayacağı sarahaten ceza kanununa konuyor. Diyeceksiniz ki siz henüz bu tasarıdır çıkmamıştır. Doğrudur henüz tasarıdır çıkmamıştır ama müvekkil tutukludur ve müvekkilde henüz mahkum edilmiş değildir. Dolayısıyla henüz mahkum edilmemiş müvekkille ilgili meclis iradesini yansıtan bu hükümet tasarısını ve meclis komisyon kararını da mahkeme olarak dikkate almak durumundayız diye düşünüyorum. Bu kanun teklifini ve ilgili maddeyi takdim ediyorum. Söz konusu telefon görüşmeleri müvekkilin sorgusu sırasında da mahkemenize takdim edildi. Müvekkil bunları ne zaman yayınlamış? 18 Ekim 2009 tarihinde yayınlamış geriye doğru gittiğimizde aylarca önce bunun belgelerini de sunduk mahkemenize aylarca önce www.internethaber.com ve www.haberciniz.biz adlı internet sitelerinde aynen yayınlanmış bunlar. Yüz binlerce kişinin üye olduğu Rapidshare adlı internet sitesine yüklenmiş yine aylarca önce. 28 Mart 2009’da yani 18 Ekim’den yaklaşık bir 5, 6 ay önce Vatan Gazetesinde yayınlanmış. Ve son olarak, yayının yapıldığı günden 1 gün önce İşçi Partisi Genel Başkan Vekili tarafından düzenlenen kamuoyunda, kamuoyuna açık basın toplantısında ifade edilmiş ve bu metinler toplantıya katılan basın mensuplarına dağıtılmış 17 Ekim, 17 Ekim 2009’da. Dolayısıyla gazeteci olarak 18 Ekim 2009’da ertesi günü bunu haber yapmaktan doğal hiçbir şey olamaz. Dolayısıyla müvekkilin haber yaptığı konuşmalar aleniyet kazanmanın ötesinde söz konusu fıkrada uygulanması istenilen fıkrada aleniyet kazanmamış bilgilerden yarar sağlayan kişiden söz edilmektedir. Kişinin cezalandırılması için yarar sağlıyor olması da bir ön koşul olarak getirilmiştir böyle bir iddia müvekkille ilgili yoktur. 2. sevk maddesi Türk Ceza Kanununun özel hayatın gizliliğini ihlale ilişkin 134. maddesinin 1. fıkrası; burada son derece açıktır. Ceza Kanunu 133 ve 134. maddelerinde tanımlanan suçların takibi 139. maddeye göre şikayete bağlıdır böyle bir şikayet yoktur aslında dava şartı olan bu husus daha mahkemenizce iddianame gelir gelmez iddianamenin ret sebebiydi. Takibi şikayete bağlı bir suçtan dolayı şikayet olmazsızın müvekkilin yargılanması ve anılan maddeden cezalandırılmasının istenmesi hukuken mümkün değildir. 3. sevk maddesi; Türk Ceza Kanununun 135. maddesinin 2. fıkrası, kişisel verilerin kaydedilmesinden söz ediliyor. Madde metni affınıza sığınarak okuyacağım çünkü önemli. Kişilerin siyasi felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına, sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydeden kimse. Zaten kaydetme iddiası olmadığı gibi böyle bir iddia olsa varit olsa dahi dikkat ediniz kanun; siyasi, felsefi, dini görüşler, ırki köken, ahlaki eğilim, cinsel yaşam, sağlık durumu ve sendikal bağlantıları gibi tahdidi bilgilerin bu şekilde ele geçirilip açıklanmasını yasaklamaktadır. Devletin güvenliğine ilişkin belgeler hakkındaki 326. maddenin 1. fıkrasına gelince; maddede devletin güvenliğine veya iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belge ve vesikalarından söz edilmektedir. Dikkat buyurunuz belge ve vesikalardan söz edilmektedir. Bu iddiada belirttiğimiz çelişkinin yanı sıra 326. maddenin 1. fıkrasında tanımlanan suçla bir ilgisi yoktur bu iddianın. Bu iddia Recep Tayyip Erdoğan ile Mehmet Ali Talat arasındaki telefon görüşmesinden hareketle ileri sürülmektedir iddianamede. İddianın dayanağı ise Başbakan adına müsteşar yardımcısı Ruhi Özbilgiç imzalı 9 Kasım 2009 tarihli dosyaya konulan yazıdır. Bu yazıda ne diyor? Suç konusu telefon görüşmelerinin kayıt altına alınmadığı belirtiliyor, kayıt altına alınmayan bu telefon görüşmesinin belge veya vesika olarak kabulüne zaten olanak yoktur. Kayıt altına alınmadığına göre devletin bilgisi dışında yapılan ve Erdoğan ile Talat’ın hafızalarında kalan bir görüşmeden ibarettir. Kaldı ki aynı yazıda devletin iç ve dış yararları bakımından gizli kalması gereken bilgilerden söz ediyor. Oysa kanuna baktığımız zaman belge ve vesikalar deyimi kullanılmaktadır kanun koyucu herhalde bilgi sözcüğünü kullanmaktan aciz değildi. Belge ve vesika niteliğinde bir görüşme değildir. Zaten yine Başbakanlık Müsteşarlığının yazısında da açıkça belirtildiği gibi belgeye bağlanmamış, tutanağa bağlanmamış. Öte yandan devletin bilgisi dışında yapılan ve yalnızca görüşenlerin arasında kalacak olan bu telefon görüşmesinin devletin iddia edildiği gibi o müsteşarlık yazısında devletin iç ve dış siyasal yararlarıyla bir ilişkisi de olamaz. Yayınlanan bu telefon görüşmelerinin içeriğini biliyoruz. Tekrar zamanınızı alıp tekrar etmeyeceğim ama nedir bunlar? O tarihte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olan Sayın Rauf Denktaş’ın işinin bitirilmesinden söz edilmektedir. Bunun milli yararla alakası nedir? Kaynağı belirsiz bir gizli kasa üzerinden para transferi konusunda talimat verilmektedir. Bir gizli kasadan para transferi yapılmasının milli yararla ilişkisi nedir? Belli basın kuruluşları üzerinde rüşvet ve şantajla baskılar kurulduğu itiraf edilmektedir. Basın kuruluşları üzerinde rüşvet ve şantajla baskı kurulmasının milli yararla bağdaşır bir tarafı var mıdır? Dolayısıyla bütün bunların Türk Ceza Kanununun 305. maddesine göre temel milli yararlara karşı faaliyette bulunmanın bir unsuru olarak ele alınması gerekirken yani konuşma yapanlar açısından Türk Ceza Kanununun 305. maddesinin ihlalinin kanıtı olarak ele alınması gerekirken müvekkilin bunu yayınlamış olması tam tersine müvekkil hakkında terör örgütü üyeliği suçlamasına dönüştürülmektedir ki, bunun akılla, izanla, mantıkla izah etmek mümkün değildir. Son olarak Türk Ceza kanununun 314. maddesinin 2. fıkrası; silahlı örgüt, terör örgütüne üyelik burada da iddianameyi baştan sona ben titizlikle inceledim tekrar tekrar okudum görmediğim bir şey mi var dedim. Dayanak şudur; müvekkil İşçi Partisi üyesidir, Doğu Perinçek grubundandır. E zaten söylüyor ben İşçi Partisi üyesiyim diyor, Doğu Perinçek benim genel başkanımdır diyor. Doğu Perinçek grubundandır diye bir örgüt üyeliği suçlaması yöneltilebilir mi bir Cumhuriyet mahkemesi nezdinde? Bunu da anlamak mümkün değil. Efendim özetle şunu arz etmek istiyorum; biz bu filmi daha önce gördük. Nasıl gördük? Avrupa Birliği Türkiye temsilcisi Caren Fog’un bir zamanlar elektronik posta mesajları yayınlandı. Bu posta mesajları yayınlandığında dava açıldı. Mahkeme karar verdi, beraata hükmetti, Yargıtay onadı. Bu kararı da ben daha önce sundum mahkemenize, tekrar anımsatıyorum ne diyordu bu kararda? Suça konu olan ve yayınlanan mesajların yayınlanmasıyla sanığın herhangi bir menfaat temin etmesinin söz konusu olmadığı. Bakın ceza kanununda ceza kanunun ilgili maddesinden hareket ediyor mahkeme. Herhangi bir menfaat temin etmesinin söz konusu olmadığı. Suça konu olan ve yayınlanan mesajların yayınlanmasıyla sanığın herhangi bir menfaat temin etmesinin söz konusu olmadığı, toplumu bilgilendirmek kastıyla açıkladığı. Yakınının şikayetinin bulunmadığı vesaire karar dosyada oradan tetkik buyrulur. Benzeri durumlarda; Cumhuriyet mahkemeleri beraata hükmetmiştir ve Yargıtay’da bu beraat kararını onamıştır. Kaldı ki orada aleniyet kazanmış bir elektronik posta mesajının açıklanması ya da yayınlanması değil ilk kez açıklanması ve ilk kez yayınlanması söz konusudur. Dolayısıyla müvekkil hakkında Türk Ceza Kanununun 133 ve 134 mad… dava açılabilmesi içinde bir şikayet bulunmadığı gözetildiğinde ve buradan hareketle örgüt üyesi suçlaması yöneltildiğinden iddialar tümüyle mesnetsizdir, hukuka aykırıdır. Müvekkil 1 buçuk yıldır tutukludur efendim bu dava geldi bir noktaya son olarak şuna da işaret etmek ve altını çizmek istiyorum; bir noktaya geldi Sayın mahkemeniz daha önce bu dosya ile Saldıray Berk dosyası arasında bir irtibat tespit etti. İtiraz edildi bu irtibatta ısrar edildi, Yargıtay Ceza Dairesi, 11. Ceza Dairesi de oradaki İlhan Cihaner dosyasıyla Saldıray Berk dosyası arasında bir irtibat tespit etti. Ceza Genel Kurulunun kararını dikkatli okuduğumuz zaman ortaya çıkan sonuç şudur; Ceza Genel Kurulu bu dosya ile Saldıray Berk dosyası arasında irtibat bulunmadığını söylemiyor böyle bir şey söylemiyor. Tam tersine tam tersine Ceza Genel Kurulu kararını tetkik ettiğimiz zaman tam tersine bu dosya ile Saldıray Berk dosyası arasında irtibat olduğunu saptıyor Ceza Genel Kurulu. Nasıl saptıyor? Karar dosyanızda onun için ben uzun uzun okumayacağım özetle şunu söylüyor diyor ki; bir plan hazırlanmış bu planda Erzincan’da uygulanmış. Dolayısıyla bu dosya ile o dosya arasında son derece yakın bir bağlantı var. Bu dosya doğal olarak eğer Saldıray Berk dosyası Yargıtay 11. Ceza Dairesinde 1. derece mahkeme sıfatıyla görülüyor olsaydı, görülüyor olsaydı kaçınılmaz olarak bu dosya onunla birleşecekti. Ama o dosya hazırlık soruşturmasının soruşturmanın kanunsuz yapıldığı gerekçesiyle iade edilmiş olduğundan bugün birleştirilebilecek bir dosya yoktur. Buradan varmak istediğim sonuç şu; bu dosyayı iade edilen Saldıray Berk dosyası soruşturma aşamasında olan halen bir sonuca varmadan yani soruşturma kovuşturmaya dönüşecek mi dönüşmeyecek mi bunu görmeden, kovuşturmaya dönüşürse onun sonucunu beklemeden ki o zaman bence birleşmesi gerekir. Beklemeden zaten bu davanın karara çıkarılması mümkün değil. Dolayısıyla önümüzde çok uzun bir yargılama süreci var. Şuanda dikkat ediniz kaç celsedir bir yargılama yapamıyoruz, yapamayacağız da o dosyanın sonucu gelinceye kadar burada bir adım mesafe almak mümkün değil. Alırsak hukuka aykırı bir işlem yapmış oluruz. Niye? Yarın o dosyanın ne olacağını bilmiyoruz belki takipsizlik kararı verilecek, belki usulüne uygun bir soruşturmayla kovuşturma başlayacak. Yargıtay 11. Ceza Dairesi bu dosyayı isteyecek veya istemeyecek orada bir beraatla sonuçlanacak. O zaman bu teyakkuzu bu çelişkiyi nasıl izah edeceğiz? Dolayısıyla bu davanın önümüzde daha uzun bir yargılama süreci vardır. Bu hususta gözetilerek ve müvekkile atılı suçun konuşmamın başında söylediğim özelliklerini de dikkate alarak bihakkın müvekkilin tahliyesini talep ediyorum.”
Mahkeme Başkanı:"Buyurun efendim. Avukat Bey sizin var mı sözünüz var mı? Avukat Hanım aynı konuda herhalde birisi daha var bir avukat arkadaş daha var.”
Sanık Mehmet Deniz Yıldırım müdafii Av. Murat Bülent Hattatoğlu söz verildi:”Efendim daha önceki dilekçemizde 28 Şubat ve (bir kelime anlaşılamadı) Mart tarihli dilekçemizde bazı taleplerimizin yerine getirilmediğini görmüş ve tekrar etmiştik. Bunları yine tekrar ediyoruz kısaca özetleyelim; 28 Şubat 2011 tarihli dilekçemizde demiştik ki; bugüne kadarki tahliye taleplerimiz hakkında mütalaa veren ve sicil numarasını yazarak altını imzalamış olan savcılar dışında, dışında o mütalaalar yanına üstüne veya savcılıktan mütalaa isteyen müzekkerelere konulmuş tahliye talebinin reddi tutukluluğa devam gibi ibarelerin kimin veya kimlerin el yazısı(bir kelime anlaşılamadı) tarafımıza bildirilmesi istemekteyiz demiştim. Örneğin müvekkilimizin şahsi klasörünün Pdf sayfasıyla 101’inde efendim Pdf sayfasıyla 201’inde bu kabili notlar vardır diye de örnek göstermiştik. Ondan sonra mahkemeye efendim bunlar Mehmet Deniz Yıldırım’dan elde edilen ses kayıtlarıdır denilerek verilmiş olan ses kayıtlarının ayrıca bu 4 gigabaytlık meşhur çubuk belleğin imajının eğer buldurtultuysa tarafımıza verilmesini istemiştik ona yanıt gelmiş şimdi ona beyanda bulunacağım. Bir tek ona gelmiş o da bir ayrı konu açıyor bize. Efendim müvekkil hakkında yapıldığı anlaşılan ve fakat raporu dosyada bulunmayan takip işleminin sonuç raporunun verilmesini istemiştik bunun yine herhalde sonucu yok bir yanıt yok veya sorulmadı. Yine aynı dilekçemizde tutuklamaya sevk talebi yazısında Sayın Mehmet Deniz Yıldırım için 133/1, 134/2, 136 tavsifi yapılmışken iddianamede bunlar yerine 133’e son 134/1 konmasının dayanaklarının ne olduğunu hangi delil değişmiş olup da sevk maddesinin de buna göre değiştiğinin, değiştiğini sormuş bunların yanı sıra eklenen 326/1 ve 327/1 tavsifinin delillerinin nelerden ibaret bulunduğunu ve bunların nasıl eklendiğinin (bir kelime anlaşılamadı) istemiştik. Savcılar ithamlarını değiştirirken hangi mülahazadan ve hangi somut delillerden hareket ediyorlar ise bunları açıklayıp delillerini de tek tek tasrih etmelidir diyerek talebimizi ortaya koymuştuk. Bu taleplerimizi tekrarlıyoruz bunların biran önce yerine getirilmesini ısrarla talep ediyoruz. Gelelim bu ses kaydı meselesine; mahkemenizin 1.3.2011 tarihli müzekkeresine yanıt olarak Emniyet Müdürlüğüne gönderilen Emniyet Müdürlüğü tarafından gönderilen bir yazı var; dosyada şimdi aldım onu sabah okumuşsunuz. 28.3.2011 tarihli B051EGM43445400-15778 sayılı bir yazı. İmajların diyor ses kayıtlarının değil bu arada imajların onların imajlarının ses kayıtlarının doğrudan dinlenebilir kendisinin değil. İmajlarının bir kopyasının ellerinde bulunduğu ve diğer kopyasının ise ben vekile verildiği yazılı bir de zabta da koymuşlar tekrar, tesellüm zabtına benim imzası içeren. Bu gelen yanıt üzerine bazı şeyler söylememiz şart oldu. Mahkemeniz imajlarının alınıp alınmadığını ve alınmışsa nerede bulunduğunu sordu sizin elinizde var olmadığını biliyoruz ses kaydı olarak da mevcut değil bu belliydi ama emin değildik ve Emniyet Müdürlüğünün yanıtından bir kez daha belli oldu ki; yok. Bir defa ses kayıtları olarak yok imajlarda yine emniyette var bir de bize verdikleri var. Mademki durum böyledir ses kayıtları mahkemeye hiç verilmemiş demektir bu meydana çıktı. Sizde ses kayıtları yok idiyse bunca zamandır neyi incelediniz Sayın heyet? Müvekkilin aleyhindeki ithamların tek kaynağı dikkat buyurunuz en önemli kaynağı değil tek kaynağı ve sözde dayanağı olan bu ses kayıtlarının hiç dinlememişsiniz inceleme imkanınızda olmadığı belli imajı da yok bu ses kaydı zaten yok. O halde tutuklama kararlarında kopyala, yapıştır yöntemiyle sıralaya geldiğiniz o basmakalıp söz mevcut delil durumu ibaresi eskisinden çok daha fazla derece boş ve anlamsız hale gelmiş olmuyor mu? Sayın Heyet, bu ses kayıtları güya delil midir? Evet, o kadar ki ithamın başka hiçbir dayanağı yoktur eğer bu ses kayıtları da dayanak olabiliyorsa tabi. O halde bir delil tırnak içinde niçin ve nasıl olup da mahkeme dosyasında yoktur? Emniyet vermemiş çünkü. Demek ki bu soruşturma değil kovuşturma da emniyetin elindeymiş. Biz bunların hem imajını hem de doğrudan dinlenebilir ses kaydı olarak kopyalarını mahkemeden isteye duruyoruz. Sebebi; mahkemeye verilen ve mahkemenin dinleyip incelediği ses kayıtlarıyla bize verilen ses kaydı da değil ama ses kaydı imajı arasında farklılık bulunup bulunmadığını böylece mahkemenizin yanıltılıp yanıltılmadığını öğrenmek ve anlamaktı bu incelemeyi yaptırabilmek için istiyorduk. Öğrendik ve anladık ki; mahkemenin yanıltılmasına gerek yokmuş mahkeme zaten delili bizzat dinlemeksizin ve incelemeksizin veriyormuş tutukluluğun devamı kararlarını. Biz 3 yıldan beridir diğer davalarla beraber sayıyorum mahkemenin maalesef mahkemelerin diğer mahkemelerde dahil delili göre karar vermediğini başka unsurlara dayanarak karar verdiğini beyan edegelmekteydik bu zannımızın bir kere daha maalesef bir kere daha yadsınmaz yazılı kanıt ile kanıtlanmış bulduğunu görmekteyiz. Skandalın farkındasınız. Tabi ki farkındasınız ama kaçıncı skandal biz sayısını şaşırdık ben bilemiyorum. İşte anayasa ve yasalar çiğnene çiğnene gelinecek nokta buydu gelindi. Şimdi efendim diğer bir konu müvekkilimiz beyan etti. Aydınlık Dergisinin BTÖ haberi nedeniyle Beşiktaş terör örgütü haberi nedeniyle açılan davadan şey sorumlu yazı işlemi müdürü beraat etti. Kararı verende sizinle aynı numarayı taşıyan ikiz heyetiniz. Bu karar karşısında iş bu davadaki terör örgütü bağlantısı iddiası bir kez daha çürümüştür, o beraat kararı henüz kesinleşmedi şimdi dikkate alınamaz denilemez böyle bir görüş ve mütalaa ileri sürülemez. Efendim anayasayı ve CMK’nın ihlalle kararlarınıza gerekçe koymuyorsanız da en azından her halükarda delil durumunun sanık lehine değişmesi tümcesine bari kullanmanız şarttır bu durum karşısında. Daha acil bir başka usule gerekli arada hemen söyleyelim ve devam edelim, delillerin ortaya konulması aşamasına geçilmesi ve böyle olunca da 206/2 A ve B’nin uygulanarak yasadışı ve ilgisiz delillerin derhal reddi cihetine gidilmesi zorunludur. Tekrar okumayacağım 13 Temmuz 2010 tarihli dilekçemiz derli toplu açıklamalar içermektedir lütfen tekrar tetkik buyurunuz. Beraber düşündüğümüz zaman zaten dosyada basmakalıp dahi olsa söylenebilecek bir delil durumu ibaresi ortada kalmıyor. Şimdi bunlarda bir tarafa refikimiz, üstadımız Sayın Mehmet Cengiz, Avukat Mehmet Cengiz Bey üstadımız izahatında daha geniş değindi. TCK’daki değişiklik tasarısı malum hepimizin bilgisi dahilinde; mevcut durumda da zaten suç oluşturmayan müvekkilin suç oluşturmayan durumunu suç olmaktan tamamen çıkartıyor. Tasrih ediyor kanunda ve ortada suç kalmıyor. İddia edilen fiiller ki iddia edilen bir fiilde yok. Ses kaydı meselesi var örgüt üyeliği içinde işlemediği de zaten sabit böyle bir iddiada da böyle bir delil de gösterilebilmiş değil onu da izah etti üstadımız. Biz daha evvelden Doğu Perinçek’i tutukladık, tutuklattırdık ona örgüt üyesi dedik e o da bu onunla görüştüğüne göre örgüt üyesidir şeklinde bir gayrikanuni, gayrihukuki, gayri mantıki iddiaya ortada bir delil ve mantıksal bağlantı dahi gösterilebilmiş değil. Artık bu yeni değişiklik çıkması an meselesi gibi gözüken yeni değişiklikle bu konuların hukuki mütalaa üzerinde hukuki mütalaa beyan edilecek halden de çıkmıştır, çıkartılmış, çıkartmıştır. Tartışılmasını bu konuların artık zait hale sokmuştur. Dolayısıyla müvekkilin tutukluluğunun devamı yukarıdan beri serdettiğimiz açıklamalarımız savcılığın yegane sözde dayanağı olan ses kayıtlarınızın elinizde ve bilginizde olmayışı olgusu Aydınlık Gazetesi sorumlu yazı işleri müdürünün ikiz heyetinizin kararı ile beraat etmişliği karşısında bu aşamada eskisinden daha fazla vahamet arz edecektir, eskiden daha fazla kast eseri olacaktır. Tabi tahliye talebinde bulunuyor zorunlu olarak avukatlar. Tahliye talebinde bulunmanın anlamı var mıdır? Bunu bilmiyorum varsa o anlamı lütfen gerçek, yasal, meşru gerekçeyle açıklayınız. Tutukluluğun devamına karar verilecekse gerçek gerekçe konması şartı malum böylelikle bu suça da sona erdiriniz. Yoksa hiç değilse müvekkile biçilen gayri resmi cezanın miktarını bildirinde müvekkilin ne zaman çıkacağını bilelim o da rahat etsin saygılarımla bilvekale arz olunur efendim.”
Mahkeme Başkanı:"Avukat Hanım buyurun.”
Sanık Serdar Öztürk müdafii Av. Demet Reçber söz istedi, verildi:"28 Şubat 2011 tarihli celsede müvekkilimin sarf etmiş olduğu beyanlar nedeniyle cezalı olduğu için bugünkü duruşmada hazır değil. Şimdi duruşma tutanakları çıktı ve o tutanakları dikkatli incelendiğimiz zaman ki gerekli itirazlarımızı da yaptık duruşmadan men cezasını gerektirecek bir husus olmadığını daha önceki beyanlarında bu konuda bir gerekçe olamayacağını değerlendiriyoruz ve bu hususunda kayıtlara geçmesi için kısaca arz etmek istedim. Ben bugün müvekkilimin burada bulunmamasından rahatsızlık duymadığımı söyleyerek başlamak istiyorum çünkü müvekkilim burada hazır olduğu zaman söyleyemediğim şeyler vardı bugün aslında onun fırsatını yakalamış oldum, o yüzden bu durumdan son derece rahatım. Şimdi benim müvekkilimin kişilik yapısı hakkında az çok bir fikre sahip olduğunuzu değerlendiriyorum. Benim müvekkilim asabi bir insan; bunun mahkeme heyetiyle işte komutanlarıyla, arkadaşlarıyla, aile çevresiyle hiçbir alakası yok. Yani karşısında kim olduğunun bir önemi yok asabiyeti için. Onun için tek bir kriter var haksızlık var mı, haksızlık olduğu takdirde kendisine hakim olamıyor yani kişilik yapısı bu. Dilekçelerini yazdığı zamanda böyle. Biz yıllardır tanışırız ve yıllardır bana yazdığı dilekçeleri gönderir Demet şunları bir okusana tazminat hakkı falan doğmasın şimdi çok mu sert oldu diye. Biz yıllardır bu şekilde çalışıyoruz yazısı da aynı o şekilde kişiliği gibi konuşması da o şekilde. Şimdi haksız olarak 22 aydır tutuklu olan bir insanın psikolojisini düşünün. Bu süre içerisinde yaşadıklarını düşünün yani tutuklu olan kişi sadece zannetmeyin ki bir birey olarak tutuklu. Ailesiyle, iş çevresiyle, arkadaş çevresiyle her şeyiyle o insanı aslında içeride tutuklu bırakıyorsunuz. Bu süreçte benim müvekkilim babasını kaybetti bakın. Ve müvekkilimin babasını kaybettiğini ben 6 ay sakladım. Ben müvekkilim tutuklandığı tarihten itibaren çok olağanüstü bir hal olmadığı sürece her hafta ziyaretine geliyorum. Önce babasının anjiyo olduğunu söyledim sürecin biraz daha uzayacağını fark edince baypas ameliyatı olduğunu söyledim. Baypas ameliyatı olduktan kısa bir süre sonra hayatını kaybettiği için kısmi felç geçirdiğini ve bu yüzden ziyaretlere gelemediğini söyledim ve ben 6 ay boyunca her hafta hayatta olmayan bir insanın selamını götürdüm, hayatta olmayan bir insana selam getirdim. Yani bütün bunların trajedisiyle karşınızdaki insanın ruh hali değerlendirmenizi istiyorum. Ve ortada bir operasyon var bu bir savaş mı, operasyon mu, yüksek idealler mi nedir bilmiyorum. Ama burada kazanan olmayacak onu biliyorum hiç kimse kazanmayacak bunda. Herkes kaybedecek ha burada tutuklu olanlar 2 defa kaybedecek o ayrı bir husus. Ve bazı şeylerin maalesef telafisi de olmayacak ben müvekkilimin babası ameliyat olduktan sonra 14 Şubat 2010 tarihinde Pazar günü hastanede ziyaretine gittim. Hasta yatağında televizyondaki tartışma programını izliyordu bu tartışmalar bitmez kızım dedi. Ben oğluma hasret gideceğim biliyorum ama bunu yapanlara hakkımı helal etmeyeceğim dedi Hamit Amca öyle konuşma her şey düzelecek geçecek falan dedim ama gerçekten söylediği gibi oldu. Yani işte bu ölüm sonucunda birçok insan açısından telafisi mümkün olmayan zararlar doğdu. Daha öncede söyledim bu ölümden siz sorumlu değilsiniz. Ben insanların yaşam süreleri konusunda sonuna kadar kaderci bir insanımdır. Ama bu ölüm sonucunda bir oğlun babasına olan son görevini yerine getirememesi, bir babanın oğla hasret gitmesi tamamen bu işin içerisinde doğrudan ya da dolaylı olan insanların sorumluluğudur. Şimdi diğer konularımıza gelince 8 Mart 2011 tarihli CNN Türk Televizyonunda yayınlanan Tarafsız Bölge programında konuşmacılarından bir tanesi Zaman Gazetesi yazarı Faruk Mercan, Ankara stüdyosundan da Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu katılmıştı. Tartışma konusu Ahmet Şık ve Nedim Şener bu tutuklanan gazeteciler. Ancak Faruk Mercan orada doğrudan benim müvekkilimle ilgili bir beyanda bulundu. Metin Feyzioğlu’na hitaben ki bu programın görüntülerini elde etmeye çalışacağım ve umarım bir sonraki celse görsel olarak da gösterebilirim. Şimdi Metin Feyzioğlu’na hitaben siz baronuzda kaç tane avukatın tutuklu olarak yargılandığını ve neyden neyle suçlandıklarını biliyor musunuz dedi. Ankara Barosunda kayıtlı avukatlardan tutuklu olanlardan doğrudan kastettiği kişi aslında Serdar Öztürk. Çünkü devamında bir avukat eğer kendisini müvekkiliyle özdeşleştiriyorsa bu suçtur dedi. Eğer bir avukat bütün işini gücünü bırakıp tamamen bir davanın çökertilmesi için mücadele veriyorsa savcılarda tabi ki o kişiye karşı operasyon yaparlar. Bakın burada gazetecilerle avukatların yargılanması tutuklu olması arasında aynı durumu değerlendiriyorum ben, burada bir avukatlık tarzı ve gazetecilik tarzı yargılanıyor dedi. Şimdi burada kastettiği kişi benim müvekkilim. Çünkü tüm işini gücünü bırakıp tamamen bu davayı çökertmek için uğraşan ve müvekkiliyle daha önceki dostluğu nedeniyle kendisini özdeşleştirmiş olan kişi benim müvekkilim. Aynı mantıkla yola çıkarsak kendimi ihbar ediyorum. Aynı şeyleri yapmaya devam ediyorum çünkü, böyle bir mantıkla bu davaların soruşturmaların sürüyor olması gerçekten trajedi. Ha Faruk Mercan’dan bize ne o kendi görüşünü açıklamıştır diye söyleyebilirsiniz. Hayır, öyle değil Sayın Başkan bu siyasi bir dava herkes bunu biliyor ve bu siyasi davada bazı kişilerin düşünceleriyle bu siyasi davanın yönlendirildiği de son derece açık ve net olarak ortada. Dolayısıyla Faruk Mercan’ın bu beyanlarını son derece önemsiyorum. 6 Nisan 2011 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığından bir kriminoloji, rapor geldi bilirkişi raporu olduğu söyleniyor daha doğrusu bir açıklama raporu. Şimdi bazı resimler vardır her şey son derece nettir ortadadır üzerinde sadece büyük harflerle yorumsuz diye yazılır. Sanıyorum gelen bu rapor o şekilde ifade edilmesi gereken yorumsuz bir rapor. Çünkü müvekkilimin ofisinde bulunan belgelerle ilgili olarak parmak izi incelemesi talep ediyoruz biz. Ne zamandan beri talep ediyoruz bunu? 6 Haziran 2009’da yani müvekkilimin gözaltına alındığı tarihten itibaren; delilleri bizim önümüze poşetle koydukları andan itibaren diyoruz ki parmak izi incelemesi istiyoruz biz. Yani bunda anlaşılmayan bir şey var mı? Yok, son derece net parmak izi incelemesi Serdar Öztürk'ün bu belgeler, bilgiler üzerinde parmağının izi var mı, yok mu? Varsa kaç belgede var, nerelerde var? Bu kadar net bir sorunun yazılı ve sözlü sorunun cevabı aynen şu şekilde geliyor; Abdülhamit ve Başak oğlu 10.10.1968 doğumlu Serdar Öztürk ile ilgili parmak izi incelemesi talebinde bulunulmadığından söz konusu bulgular üzerinden görünür hale getirilen parmak ve avuç izi izleriyle söz konusu şahsın on parmak ve avuç içi izleri arasında herhangi bir mukayese işlemi yapılamamıştır. Sayın Başkan, yani bu ne demek, ne demek bu? Yani ben avukatlık yapamıyor muyum? Benim müvekkilim kendisini savunamıyor mu? Hadi onları geçtim mahkeme yargılama yapmıyor mu, delilleri toplamıyor mu, bu ne demek Allah aşkına? Biz parmak izi incelemesinden başka ne istedik bu mahkemeden? İstediğimiz tüm talepler reddedildi zaten. Parmak izi incelemesinden kim kaçar, delilleri kim yok etmeye çalışır, suçlu mu, suçlu kim burada o zaman, benim müvekkilim mi suçlu? Ben hiçbir şey söyleyemiyorum şu raporun üzerine hiçbir şey söylenmeyecek bu durumda ya bu da tarihe kayıtlara geçiyor. Şimdi bir kere daha söylüyorum.”
Mahkeme Başkanı:"Avukat Hanım belki bizim yazımızda bir eksiklik var bunu da bir kontrol edelimde ondan sonra belki yazdığımız yazıda.”
Sanık Serdar Öztürk müdafii Av. Demet Reçber:”Sayın Başkan nasıl olur ama böyle bir şey?”
Mahkeme Başkanı:"Bilmiyorum ben mümkündür yani. Öyle yazılmış, çocuklar yazmış, yanlış yazmış yani.”
Sanık Serdar Öztürk müdafii Av. Demet Reçber:”Şimdi bakın Sayın Başkan ancak.”
Mahkeme Başkanı:"Önce o yazıyı da irdeleyelim bakalım.”
Sanık Serdar Öztürk müdafii Av. Demet Reçber:”Tamam irdeleyelim ama zaten şimdi biliyorsunuz benim müvekkilimin ofisinde bulunduğu iddia edilen 326 sayfa hani devlet, Genelkurmay Harekat Başkanlığına ait olduğu iddia edilen belgeler ve diğer tüm deliller emniyetin kriminoloji laboratuarına götürülmüştü. Bu tüm gönderilen delillerden sadece 4 sayfalık irticayla mücadele eylem planı ve İzmir’de bize yardımcı olacaklar belgesi üzerinde bir parmak izi incelemesi yapılmamıştı. Şimdi orası da ayrı bir soru işareti. Diğer belgeler üzerinde bize ait olduğunu iddia ettiğimiz yani müvekkilimin Avukat Serdar Öztürk'ün müvekkili olan Mustafa Levent Göktaş’ın dosyasından alınan belgeler üzerinden bunlar bize ait dediklerimizin üzerine benim müvekkilimin parmak izleri var ve hiçbirisinde suç unsuru yok. Bize ait olmadığını iddia ettiğimiz mermiler ve 326 sayfa belge üzerinde ise parmak izi yok. Ama 4 sayfalık fotokopi belge ayrılıyor, yargılama yapılırken mahkeme sordu bunu savcılığa sordu ve Zekeriya Öz cevap verdi dedi ki; efendim dedi biz dedi bu belgeleri üzerindeki orijinallik kaybolacağı, kaybolmaması için jandarma izin vermiyor işte birtakım deneyler tahliller yapılırken orijinalliği bozulabileceği için parmak izi incelemesi yapmıyoruz. Şimdi bu bahsedilen konu ihbar mektubunda gönderildiği iddia edilen irticayla mücadele eylem planı ıslak imzalı irticayla mücadele eylem planı ve ekleriyle ilgiliydi. Yani fotokopi üzerinde parmak izi incelemesi yapılmasını engelleyen hiçbir şey yok. Yani savcılık siz yargılamanızı yaparken bile halen yalan yanlış beyanlarda bulunuyor. Fotokopiyle ilgili öyle bir karar yok ki. Yani burada bir yanlışlık olduğunu düşünmüyorum halen kasten hareket edildiğini düşünüyorum şimdi o zaman ben bir kere daha tekrar ediyorum. Bu fotokopi belge üzerindeki parmak izi incelemesinin talebini istiyorum. Ayrıca şimdi jandarma Obtes sisteminde diğer belgeler üzerindeki parmak izlerini de kendi Obtes sistemindeki parmak izleriyle karşılaştırdığını belirtiyor. Benim müvekkilimin Obtes’te parmak izi var mı yok mu onun da sorulmasını talep ediyorum, neden? Gerekçesini de açıklayayım; bizim Ankara Cumhuriyet Savcılığında devam eden dosyamızda çünkü aramalardan sonra büyük mermi kutusu ofiste unutulmuştu, sekreterimiz buldu bu büyük mermi kutusunu ve biz Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına teslim ettik. O kutu üzerinde parmak izi incelemesini Jandarma Genel Komutanlığı yaptı, aynı birim yaptı ve müvekkilimin parmak izleri de jandarmada var. Yani Obtes sisteminde benim müvekkilimin zaten parmak izleri var. Dolayısıyla hani gelen raporu her ne kadar geniş değerlendirmezsek de bu şey haliyle Obtes’teki kayıtlarla kıyaslanmış durumda mevcut parmak izleri de. Onunda ayrıca Obtes sisteminde var olup olmadığının sorulmasını istiyoruz. Ayrıca bu ihbar mektubuyla gönderilen belgeler üzerindeki parmak izleriyle de kıyaslanmasını istiyoruz diğer bulunan parmak izlerinin. Bu yeni bir araştırma konusu. Şimdi diğer bir husus; dosyamız Yargıtay’dan geldi ve bizim inceleme fırsatımız oldu orada bize dağıtılmış olan dava dosyamızın ek klasörlerinde CD’lerde 2. ihbar mektubunun tarihi ve ücreti görülmüyor Sayın Başkan. Dosyaya baktığımız zaman bu zarf orijinalinin adli emanette muhafaza edildiği belirtiliyor. Dolayısıyla adli emanete yazı yazılarak bu orijinal zarfında buradaki kaleme getirtilmesini, yine muhafaza edilerek tabi ki ve o zarfı görmek istiyoruz biz bu konuda da bir talebimiz var. Bu davada birçok delillerimizi ortaya çıkartamıyoruz getirtemiyoruz ama sürekli kontrol, dosyaya baktığımız zaman müvekkilimle ilgili talep edilen deliller gelmiyor. Ama başka kişilere ait mailler, telefonlar, sadece isim benzerliği nedeniyle dosyaya sunuluyor. Bunlardan bir tanesi de daha önce belirtmiş olduğumuz Eyüp Serdar Öztürk isimli bir vatandaş. Bu vatandaşla daha önceki ifadelerimde belirttim biz ben mail gönderdim bu kişiye kendi şahsi maillerinin dava dosyasında olduğunu belirttim avukatıyla bir kere görüşme imkanımız oldu imtina ettiler, bu konuda herhangi bir işlem yapmaktan. Dolayısıyla biz art niyetli olabileceği düşüncesiyle hakkında Kadıköy Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunduk. Kadıköy Cumhuriyet Savcılığına bir ifade vermiş kendisi ve verdiği ifadede; 2004 yılından beri bu maili kullandığını ve söz konusu maillerin benim tarafımdan müşteki vekili Avukat Demet Reçber tarafından kendisine gönderildiğini, incelediğini ve bu maillerin kendisine ait olduğunu açık açık belirtmiş ifadesinde, bu ifadenin bir örneğini mahkemenize sunuyorum. Şimdi o ifadeden de anlaşılacağı üzere başka kişilere ait olan telefon kayıtları ya da kişisel maillerin bu dosyada bulunmasının hiçbir faydası yok. Dosyayı gereksiz yere kabartmaktan ya da o kişilerin kendi özel şahsi maillerinin içeriklerinden müvekkilime herhangi bir isnatta bulunulmasına gerek yok dolayısıyla o maillerinde artık çıkartılması gerektiğini düşünüyorum. Bu davada ana madde olarak aslında irticayla mücadele eylem planı üzerinden gidiyor. Her ne kadar bu davada yedi benzemez bir araya toplanmışsa da dava ıslak imza davası olarak kamuoyunda da biliniyor. Nedir bu belge? Ak Parti ve Fethullah Gülen’i bitirme planı. Ancak yargılamanın başından itibaren bakıyoruz ne Ak Partinin kurumsal olarak ne de Fethullah Gülen'in bu davaya müdahil olmadığını görüyoruz. Şimdi Hüseyin Çelik galiba kişisel olarak bir müdahillik talebinde bulunmuş ama. Kurumsal olarak herhangi bir talepleri yok. Şimdi böyle bir belgenin gerçekten var olduğunu düşünmüş olsalardı herhalde gelip burada müdahil olurlardı. Ben müdahil olmalarını gönülden arzu ediyorum. Çünkü müdahil olurlarsa gelip burada duruşmalarda hazır bulunacaklar ve bu yargılamanın nasıl devam ettiğini, insanların nasıl mağdur edildiğini çok daha net olarak görmüş olacaklar. Şimdi bir diğer ısrarla getirtemediğimiz talebimiz; Sabri Uzun’un ifadesi Sayın Başkan sanıyorum buna da 6 ay falan oldu Sabri Uzun’un 20 Eylül 2010 tarihli ifadesini istiyoruz ama gelmiyor. Siz talep ettiniz, müzekkerenizi yazdınız müzekkereden kontrol ettik müzekkereyle ben tekrar emniyete bir yazı yazdım. Mahkemeden delil saklanamayacağını bunun suç olduğunu bunu göndermedikleri takdirde ilgililer hakkında yasal yollara başvuracağımı belirten bir dilekçede yazıp vermiş olmama rağmen bu 20 Eylül 2010 tarihli ifade ısrarla gönderilmiyor. Yani bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Bir diğer konu 51 nolu CD İlyas Çınar’dan elde edilen 51 nolu CD. Bu konuyla ilgili olarak dosya bilirkişiye gönderildi. Ancak bilirkişi raporu bizim istediğimiz soruya cevap vermiyor biz diyoruz ki bu 51 nolu CD’ye sonradan yükleme yapma imkanı var mıdır yok mudur bunu yazılı olarak dilekçelerimizde belirttik. 51 nolu CD’nin hash raporları alındı? Alınmamışsa İlyas Çınar’dan elde edilen tüm dijital verilerin hash raporu alınmış olmasına rağmen neden sadece 51 nolu CD’deki CD’nin hash raporu alınmadı? Çünkü biz adımız gibi eminiz Sayın Başkan. Benim müvekkilim hedef olarak seçildikten sonra ve o CD’ye sonradan bu ekleme yapıldı bunu ispat edebilmemiz için bunun getirtilmesi gerekiyor. Şimdi rivayetlere göre bizim dosyamız 2. ve 3. iddianamelerde birleştirilecek. Bu davada çok uzun süredir hani bütün davalarda hemen hemen aynı sıkıntılar var ama özellikle bu davada çok ciddi bir sıkıntı var. O sıkıntıda herkesin son derece birbirinden bağımsız yedi benzemezden oluşmuş olması nedeniyle sadece Deniz’le Ufuk aynı gazetede çalışıyor olmaları nedeniyle birbirlerini tanıyorlar. Birbirlerinin varlıklarından ki Bedrettin Dalan hariç herkes onu kamuoyundan tanıyordur birbirinden varlıklarından dahi haberdar olmayan insanlardan bir iddianame oluşturuldu. Bu iddianamede delillerde toplanamıyor ve yerimizde saymaktan başka bir şey yapmıyoruz. Yani yeni gelen 1, 2 evrakla ilgili beyanlarımız dışında bizde yeni bir şey söylemiyoruz aslında. Mahkemede yeni bir şey yapamıyor dolayısıyla zamana ihtiyaç var bu zamanı pratik kazanmanın en pratik yolu da bu iddianamenin başka bir iddianamenin sonuna eklenerek bu sürenin kazanılması. Bunu da sadece kayıtlara geçsin diye söyledim Sayın Başkan. Yani sanıyorum, tabi heyette savcılar hakimler kamuoyundan aslında çok uzak kopuk durumda yaşıyorsunuz. Yani doğal olarak korumalarınız var, lojmanda kalıyorsunuz yani hayattan kopartıldınız aslında bir şekilde sizde bu davayla. Yani sokaktaki insan ne düşünüyor bu davalar hakkında ne söylüyor haberdar değilsiniz. Yani keşke sokaktaki insanın sıradan taksi şoförü, bakkal, manav işte dolmuştaki insanlar bu davalar hakkında ne düşünüyorlar haberdar olabilseydiniz, umarım 1 gün bunlardan herkes haberdar olur sizde normal yaşantınıza dönebilirsiniz. Beyanlarımı sadece kısacık bir hikaye okuyarak bitireceğim. Dediğim gibi bugün müvekkilimin burada olmamasına sevindim diyebilirim çünkü daha önceki celselerde bunu okumak istediğim zaman müvekkilim karşı çıktı, reddetti hatta geçen celse önüme bir tane kağıt koydu sakın okuma diye ve mecburen savunmalarımı bitirmek zorunda kalmıştım. Bu celse okuyacağım bu Güneydoğu’dan öyküler Hakan Evrensel tarafından yazılmış bir kitap ve buradaki öykülerden bir tanesi de benim müvekkilime ait bir öykü. Bu kitabı bana müvekkilim 2004 yılında hediye etmişti. Önce bana yazdığı hitaben yazdığı kısacak notu ve hikayenin de belli kısımlarını okuyarak konuşmamı bitireceğim. Hiçbir savaş güzel değildir savaştan en fazla o savaşın içinde yer alan askerler etkilenir ve yine savaştan en fazla cephenin acılarını, yokluklarını, çaresizliklerini yaşayan askerler nefret eder, savaşsız bir Dünya dileğiyle Demet’e sevgilerle. Hikayenin ismi Hava Deliği; müvekkilimin yaralanma hikayesini anlatıyor ki bu konuyla ilgili olarak da ihbar mektubunda kim olduğunu bilmediğimiz bir ihbar mektubu şaibeli bir yaralanma demişti ve bu şaibenin ortadan kaldırılması için üye hakimlerden biriside ki ben onu defalarca söyledim beni çünkü çok yaraladı bu. Şaibenin ortadan kalkması için nasıl yaralandığınızı anlatır mısınız demişti sanıyorum şimdi ona da bir cevap olacaktır. Kış yaklaşıyordu yine durmak bilmeyen sinir bozucu yağmurlar ve insanın kemiklerini sızlatan soğuklar başlayacaktı. Hafif hafif çiseleyen yağmur tanelerinin parkalarımıza dokunuşlarının dışında tam bir ölüm sessizliği vardı. Aradan 10 dakika geçmişti ki mevzide bir şeyler oldu bir anlık kızıllık oluştu gözlerimin önünde ne olduğunu anlayamamıştım oturduğum yerden yere yuvarlanmıştım kulaklarım uğulduyordu bir şeyler duyuyordum ama anlayamıyordum. Kızıllık bir türlü kaybolmuyordu kendimi zorluyor ama doğrulamıyordum bizden 8 kilometre uzaktaki timler bile işitmesine rağmen ben bu patlama sesini kesinlikle duymamıştım. Yavaş yavaş kendime gelmeye başladım göremiyordum ama en ufak bir acıda hissetmiyordum. Külçelerce ağırlıktaki kollarım ve bacaklarım sanki benden uzaklaşmışlardı etrafımdaki sesleri ayırt etmeye başladığımda önce bir seri patlama sesi duydum. Hücum yeleğimdeki mühimmatlar patlıyordu, ne yapacağımı şaşırmıştım yeleğin fermuarı ellerime çok uzaktaydı bilinçsizce toprağa abandım bunu niçin yaptığımı bilmiyorum. Ama böyle yapınca sanki patlamalar duracaktı. Askerlerden biri dayanın komutanım, ölmeyin diye ağlıyordu. Kelime-i Şahadet getirmeye başladım demek böyle oluyor diyordum. Karanlık bir tünelin ucunda hayal meyal bir ışık görüyordum. Bir elin bana doğru uzandığını görüyordum. Kucağına uzandığım askerimin hıçkırıkları arasında bu el kayboldu gitti kulağımın kenarından boynuma doğru bir sıcaklığın yayıldığını hissettim. Sağ elimle başımı yokladım başımdan da yaralanmıştım saçlarım kavrulmuş toz toprak içerisindeydi kulağımdan ve başımdan kan geliyordu beyin kanaması geçirdiğimi ve en fazla yarım saat daha yaşayabileceğimi düşünüyordum. Beni mevziden çıkarın diye bağırmaya başladım. Askerlerden biri yanıma atladı ve beni sürükleye sürekleye dışarı çıkardı. Hiçbir şey değişmemişti hala göremiyordum acı yoktu ama hareket edemiyordum bir türlü hemen askerlerden birini tim çavuşlarını ve 2 gün önce tartıştığım astsubay arkadaşımı yanıma getirmesini söyledim. Hepsinin haklarını helal etmesini istiyordum doktor buna izin vermedi gözlerimi bantladı. Vücudumdaki yaraları temizleyip tampon yaptıktan sonra karakoldan hareket ettik. (bir kelime anlaşılamadı) tüm iç organlarım acımasızca dağılıyordu yolda zaman zaman bayılıyordum sürekli beni ayık tutmaya çalışıyorlardı susamıştım canım hiç bu kadar su istememişti. Fakat karnımdan da yaralandığım için su vermiyorlardı. Ölmeyi bekliyordum ama bir türlü ölemiyordum ve her şey bir anda bitti ışık zaten yoktu seslerde kesildi karanlığın içinde kayboldum. Uyandığımda 2 gün geçmişti anneme kesinlikle ağlamaması söylenmiş yanı başıma geldiğinde sesi titreyerek oğlum burnundaki ikisi yetmiyor muydu da bu kadar daha hava deliği açtırdın vücudunda dedi güldük. Babam önce yüzümdeki sargılarda öpecek yer bulamadı sonra yüzümü çevirdi sağ yanağımda dudakları kadar bir boşluktan öptü, ölmemiştim. Sanıyorum karşınızda yargıladığınız kişi hakkında bir fikir sahibi olmanız açısından etkili olacaktır teşekkür ederim.”
Mahkeme Başkanı:”İddia makamı.”
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel:”Sayın Başkan sanık ve sanık müdafii taleplerine ilişkin iddia makamı görüşünü bildiriyorum. 1- Sanık Bedrettin Dalan müdafii Sayın Avukatlar Celal Ülgen, Hüseyin Ersöz ve Serkan Günel’in 11 Nisan 2011 havale tarihli dilekçelerindeki firari sanık Bedrettin Dalan’ın tutuklanmayacağına ilişkin güvence belgesi verilmesi yönündeki mükerrer taleplerinin mahkemenin önceki karar gerekçesinde bir isabetsizlik bulunmadığından reddine. 2- Sanık Dursun Çiçek müdafii Sayın İrem Çiçek’in sözlü beyanındaki Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi dosyasında gizli tanık tarafından teşhise esas alınan 4 numaralı fotoğrafın verilmesi talebinin kabul edilerek, öncelikle kalem araştırması yapılmasına, adli emanete alınmışsa getirtilerek bir örneğinin kendisine verilmesine. 3- Sanık Dursun Çiçek’in 8 Nisan 2011 ve 11 Nisan 2011 havale tarihli dilekçelerinin talepler kısmının A; 2, 3A, B, C, Ç, D, G, F, 4 ve 5. bendlerindeki mükerrer olan talepleri konusunda önceki mütalaalarımız esas alınmasına. B; 3E bendindeki talebi gereğince Telekomünikasyon İletişim Başkanlığına müzekkere yazılarak 78.184.32.222 numaralı İP adresinin sahiplik bilgilerinin çıkartılarak mahkemeye gönderilmesinin istenilmesine. 4- Mahkemenizin 2009/191 esas sayılı dosyasıyla iş bu birleştirme talepli olarak açılan dava arasında iddianamede de anlatılan hukuki ve fiili irtibat bulunması dikkate alınarak bu dosyanın mahkemenizin 2009/191 esas sayılı dava dosyasıyla birleştirilmesine. 5- Firari sanık Bedrettin Dalan’ın yakalanmasının beklenilmesine. 5- Tutuklu sanıklara yüklenen terör örgütü üyesi olmak ile buna bağlı suçları işlediklerine dair iddianamede de gösterilen kuvvetli suç şüphesi doğuran delillerin bulunması, yüklenen bu suçun Ceza Muhakemesi Kanunu 100/3. maddesinde sayılı tutuklama nedenlerinden olması, tutuklama nedenlerinde herhangi bir değişiklik olmaması hususları gözetilerek, tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesi, kamu adına talep ve mütalaa olunur.”
Dostları ilə paylaş: |