Sanık Ümit Oğuztan huzura alındı.
Daha önceki oturumlarda okunan iddianame doğrultusunda CMK nın 147 ve 191. maddesindeki yasal hakları kendisine izah edildi.
Mahkeme Başkanı: Avukatlarınız hazır, suçlandığınız konular ile ilgili cevap vermeme hakkında sahipsiniz, lehinizde toplanacak bütün isteme hakkına sahipsiniz, bu haklarınızı biliyorsunuz, buna göre savunmaya hazır mısınız ? dedi.
Sanık Ümit Oğuztan : hazırım, dedi.
SANIK ÜMİT OĞUZTAN SORGU VE SAVUNMASINDA:
1956 İstanbul doğumluyum,73 yılından beri hayatımı gazetecilik yaparak kazanıyorum. 1997 yılından başlamam gerekiyor, bu iddianamedeki konulara göre, 1997 yılında bir dergi yayınlıyordum. Kendi mütevazi bütçem ile nefes adında bir dergi yayınladım. Bu derginin birer orijinal nüshasında, cumhuriyet bu davanın soruşturmasını yürüten cumhuriyet savcılığına verdim. Teslim ettim. Bu dergide susurluk komisyonuna ve Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırma komisyonlarına iki ayrı rapor bildirdim. Bunlardan bir tanesi susurluk soruşturma komisyonu başkanlığına verilmiştir. 10 mart 1997 tarihini taşır. Diğeri, yine TBMM uğur mumcu suikastı araştırma komisyon başkanlığına 25 şubat 1997 tarihini taşır. Her ikisini de bahsettiğim dergimde yayınladım. Bu dergi 3 sayı yayın hayatına devam edebildi. Çünkü 3. sayısına bu derginin kapısına bomba bırakıldı. Ve dağıtımı yapan dağıtım şirketi de kendileri ile yaptığımız dağıtım sözleşmesini iptal ettiler. Bu sebeple bu derginin yayın hayatı son bulmuş oldu. Burada ilginç olan bir şey vardır, davaya konu olan bu gün davaya konu olan savcılığın iddia makamının hazırladığı iddianamede sözünü ettiği konular, benim o gün 1997 yılında komisyona yazdığım rapordan sözünü ettiğim bir iddiaya dayanıyor. Ben size verdiğim bunların orijinalleri var. dosyada. Ben size sadece çok kısa bir bölümü okuyacağım, izin verirseniz. Belli ki bu gerçeğin ortaya çıkması Türkiye de çıkar çevrelerinin oluşturduğu ve içinde siyasal otoritenin de rol aldığı yurt içinde mafya ile yurt dışında CIA bağlantıları bulunan ve çok büyük paraların şahsi çıkarları kanalize edildiği bir örgütlenme vardır. bu örgütlenmenin adı Ergenekon dur. Bazı Avrupa ülkelerinde Gladyo olarak adlandırılan örgütlenmenin uzantısı olduğu da gelişmelerle sabit hale gelmiştir. Diyor. bu pasajda bahsettiğim ve bu gün de bu davanın adı haline gelen bu konuşma Ergenekon, gazetecilik yapan yazar Erol mütercimler in kitaplarında yer verdiği yaptığı çeşitli söyleşilerde, basına yansıyan çeşitli söyleşilerde haber kaynağını da açıkladı. Bir iddiadan yola çıkarak ben bunu yazmıştım, o zaman. Fakat burada bizim kast ettiğimiz Türkiye deki Gladyo örgütlenmesiydi. Oysa bu gün benimde içinde sanık olarak yer aldığım karşınızda gördüğünüz bu fotoğraf, çok ilgisiz bir fotoğraf. Bunda çok manidar buluyorum. Bunun değerlendirilmesini takdiri de elbet teki yüce mahkemeniz yapacaktır. Ancak çok acı bir şeydir bu. Benim yayınladığım nefes dergisinin kapısına bomba kondu, bu bulunamadı. Kimin koyduğu, ne amaçla konulduğu, bulunamadı. Bu dergide, yine o tarihlerde kamuoyunda hala anıla gelen ve 28 şubat süreci diye bahsedilen sürecin başlangıcı kabul edilen, yaptığım bir haber yer alıyor. Nedir efendim bu, ali kalkancı, ben çalıştığım şirketin sahibine gelip giden sakallı, irticai kılıklı bir adam gördüm. Ve bu adamla patron beni tanıştırdı. şeyh olduğunu iddia ediyordu bu adam. Efendim ve patronundan bir un fabrikasını satın almak istiyordu. Bu sebeple gelip gidiyordu. Patronum Turgut büyüktağ a. Tgs gıda sanayi şirketler grubuna gelip gidiyordu. Ben de o şirkette az sonra bahsedeceğim derginin yani basın şirketinin genel yayın yönetmeni idim. Niçin un fabrikası almak istediğini öğrendiğimde ise, bu gün hükümetin başı olan recep Tayyib Erdoğan, o günlerde İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığı görevinde idi. Halk ekmek diye bir İstanbul belediyesi halk ekmek diye bir kuruluş kurmuş. Bu kuruluşa ali kalkancı da anlaşmış, un verecek. Ama ali kalkancı nın un fabrikası yok. ali kalkancı bir şeyh olduğunu iddia eden müritlerini dolandıran sahtekar bir postöy sanayici değil, iş adamı değil, ama o günkü belediye başkanı sayın Tayyib Erdoğan ile anlaşmışlar, o ona un verecek. Ve gelip gidip yalvarırcasına o fabrikayı taksitle un fabrikasını taksitle satın almaya uğraşıyor. Fakat şirketin sahipleri bu fabrikayı kendilerine satamadılar. Çünkü para yok ortada, yeterli güvence, teminat da verilemediği için satamadılar. Ama adam ısrarla gelip gidiyor. Ben de bunlara tanık olduğum için bunun bir haber konusu olduğunu bir gazeteci olarak bakıyorum konuya ve bunun bir haber konusu olduğunu ve bunu mutlaka kamuya duyması gerektiğini düşündüm. Türkiye ali kalkancıyı televizyonlarda bu şekilde tanıdı. Yaptığı sahtekarlıkları da hukuk belirledi. Hapishaneye girdi cezasını çekti. Ama birileri, bu işten zannedersem zarar gördü. Dinin istismarı yapılarak genç kızların, evli kadınların, iş adamlarının, muska karşılığında tapu, külçe altın, ırzlarının ve namuslarını teslim etikleri ali Kalkancı büyük bir rant çarkı imiş oysa ki. Muska deyip geçmeyin, sayın üyeler ve sayın başkanım. Türkiye de muska gerçekten en güçlü endüstrilerden birisidir. Müthiş bir finans imparatorluğu yaratır. Küçücük kağıtlara yazılmış o muskalarla, büyük finans imparatorlukları yaratılır. Bütün bunları ben de bilmiyordum. Bu konunun gerçekten on altı yaşında, ses dergisinde başladığım gazetecilikte bayağı eski olmama rağmen, bu konunun bu kadar ilginç olduğunu ben de bilmiyordum. Ali kalkancı sayesinde bu konuları araştırmaya başladım ve araştırdıkça da bilgi sahibi olmaya başladım. Elde ettiğim bilgileri de görevim gereği bir gazeteci olarak namuslu bir biçimde toplumun aydınlatılması, halkın bilgilendirilmesi için bu bilgileri de basın yayın organları aracılığı ile kamuoyu ile paylaştım. Görevimi yerine getirmeye çalıştım. Gazetecilik görevimi. Namuslu bir biçimde, hiç kimsenin etkisinde, etkisi altında kalmadan hiç kimsenin piyonu olmadan, kimsenin yönlendirmesi filan yoktur bu konuda, benim kendi çabalarımla gayretimdir. Fakat bunlar gerçekten Türkiye de bazı şeylerin açığa çıkmasına sebep olunca, birileri Türkiye’nin çok önemli siyasi tarihinin çok önemli kilometre taşlarını unuttular. Onları bile unuttular. Ama ali kalkancı yı hiç unutmadılar. Çünkü zarar çok büyüktü. Mahkemenize sunduğum bir fotokopisini sunduğum bu belge, Türkiye yazarlar sendikası üyesi fukara bir yazar olduğumun laftan ibaret olmadığını ifade etmek içindir. Uzun bir süre işsiz kaldım. Ali kalkancı yı haber yapmış olmanın bedelini çok ağır ödedim. Malum basın, benim ne eşcinselliğimi bıraktı, ne de pornocu olduğumu. Benim hakkımda büyük bir kampanya başlatıldı. Ve bir süre işsiz kaldım. Daha sonra bu işsiz kaldığım süre içinde bir süre sonra yine eski çalıştığım şirket o şirketten ayrılmak zorunda kaldım. Şirketin sahipleri benden rahatsız oldular dediler ki, siz bu haberleri yaparak bizi perişan ettiniz. Biz bunun böyle olacağını bilemedik. Çünkü, her gün bizim bütün şirketlerimizin defterlerini incelemeye alıyorlar. Ve biz bundan müthiş zarar gördük. Perişan olduk dediler. Ben de o şirketten tgs şirketinden istifa edip ayrılmak zorunda kaldım. Bir süre işsiz kaldım, daha sonra tgs şirketinin sahibi tekrar aradı beni, ben bir dergi çıkarmak istiyorum dedi. Biz hata ettik dedi ve sizinle yapmak istiyorum bu işi dedi. Peki dedim. İşsizdim çünkü. Kendileri ile bir değil yapmak üzere anlaştım. Bu arada şunun özellikle görülmesini istirham ediyorum. Burada gördüğünüz haberi Türkiye de hiçbir basın yayın organı yayınlamaz. Bir cumhuriyet tarihinde Türkiye cumhuriyeti basın tarihinde bir ilki görüyorsunuz şu anda. Travesti bir medya patronunu görüyorsunuz. Hiçbir gazeteci böyle bir haber yapmaz. Çünkü gazete patronlarının sayısı azdır Türkiye de. Bu bir deli cesareti değil bir sorumluluktu benim için meslek anlayışıma göre, buna özellikle görmenizi istiyorum. Bu salonda hazır bulunanlarında görmesinde yarar umuyorum Kamu adına. Türkiye’nin basınının kimler tarafından nasıl yönetildiğini, gazetecilerin hangi patronlara hizmet ettiğinin bilinmesinin topluma fayda sağlayacağını, bununda bir gazeteci olarak her konuda topluma ayna tutması gereken gazeteciler bizlerin bunun da bize ait bir görev olduğunu düşünüyorum. evet efendim, ben önemli noktaları kısaca ifade edip çok zamanınızı almamaya çalışacağım Elimden geldiğince. Tgs şirketine yeni bir dergi yapmak üzere anlaştım. Bu anlaşmanın akabinde de bir kadro oluşturdum. Bu kadroyu oluştururken, akşam gazetesinde sorumlu yazı işleri müdürlüğü yapmış gazeteci arkadaşım Alev Çukurkavaklı nın önerisi ile Tuncay Güney diye bir genç muhabiri de işe aldım. Bu muhabir ile 17 aralık 1997 tarihli iş akdini yüce mahkemenize sunuyorum. Tuncay güney i hiç tanımazdım. Karşıma genç, saygılı, bir meslekte yeni, ihtiraslı, hırslı bir gazete çalışanı gördüm, karşımda ve işe aldım. Bu arkadaşımız hakkında tabi alırken başka yerlere de sordum. Daha önce sabah gazetesi, milliyet gazetesi Samanyolu televizyonu, ve akşam gazetelerinde çalışmıştı. Yani gazetecilik hayatında beşinci çalışacağı ve çalıştığı beşinci yayın kuruluşu. Benim yayınlayacağım ve adını da strateji olarak koyacağım dergide sürdürmüş olacaktı. Son derece terbiyeli, Cuma günleri namaza giden, boş vakitlerinde kuranı kerim mealini okuyan, benim gibi yetim, genç bir insan gördüm karşımda ve mesleki birikimlerimi yararlanmak istediği zamanlarda kendisine de boş vakitlerimde mesleki birikimlerimi de aktarıp meslekteki ondan daha eski bir insan olarak ona faydalı olmaya da çalıştım bu anlamda, çalışkan genç bir arkadaşla çalışmaya başladık ve dergimize yayın hayatına soktuk. Derginin yayın hayatına girdiği ve ilk sayısını yayınladığı tarih, 22 ocak 1988, yayın hayatına son verdiği 15. sayısı 30 nisan 1998 dir. Hiç eksiksiz olarak bahse konu olan derginin bütün sayılarını getirdim. Burada ciltlenmiş olarak hazır, mahkemenize de arz edeceğim. Bu dergi, elli bin adet basılmıştır. Haftalık siyasi aktüel bir dergidir. Küçük bir kadro ile yayın hayatına başlamıştır. Aynı kadro ile de yayın hayatına son vermiştir. Çünkü derginin sahibi ekonomik olarak parasının derginin yayın hayatına devam etmesine yetmediğini öne sürmüştür. Böylece, derginin yayın hayatına son verilmiştir. Şimdi bu dergi ne yayınlamıştır. Birinci sayısında, Afganistan başbakanı şah Ahmet zeyt Türkiye ye eroin sattığını söylemiştir. Onunla yapılmış bir söyleşi ile başlamıştır. Bu dergi yayın hayatına. Biz, bunu yayınladıktan sonra ilginçtir ki, bize noter vasıtası ile gelen bir düzeltme yazısında, bu şahsın Afganistan da değil Türkiye de yaşamakta olduğunu, Afganistan a geri dönemediğini, vatan haini ilan edildiğini Afganistan da. Afganistan a dönmesi halinde de kurşuna dizileceğini, Afganistan ın İstanbul konsolosluğu ve Ankara büyükelçisi bize bildirdi yaptığımız araştırmalar sonucunda. Biz bu şahsı daha sonra bize gelen çünkü bir vekaletname de okuduk ki, Üsküdar da bir noter e gitmiş. Orada bir noter e bir avukata vekaletname vermiş. Bu konumda olmuş bir insanın, alelade bir insan gibi herhangi bir notere gidip avukata vekalet vermeyeceğini düşündüm. Ve noter e gittim. Adresi sordum. İmzaları sordum. Doğru idi. Asya finansın bağlarbaşı’nda ki evlerinde, birilerinin himmetine sığınmış, yaşadığını öğrendik. Kapısını çaldığımda, kapıyı açan genç bir Afganistanlı yeğeni olduğunu söyledi. Bahse konu olan şahsın umre ziyaretine, Kabe ye gittiğini söyledi. Bu haber, bazı çevreleri rahatsız etti, biliyorum. Tekrar başka bir haber yayınladık sabancı cinayetine, naylon katil diye. Bunları özellikle arz ediyorum. Başınızı ağrıtmak için değil, çünkü iddia makamının hazırladığı iddianame de bazı asılsız suçlamalar var. neden asılsız olduğunu da bunlarla açıklamaya çalışacağım. Yani bir bina kurmaya çalışıyor, savcılık makamı ama, yanlış yoldan hareket ediliyor. Umarım acizane katkım olabilirse, bundan da onur duyacağım. Burada niye biz böyle bir haber yaptık. Niye böyle bir haber yayınladık. Biz bunu uydurmadık. O zaman DGM deki mahkeme dosyalarına bakıp inceledik. Belgelerini yayınladık. Yani DGM deki görülmekte olan davada yer alan belgelerdir bunlar. bir senaryo değildir. ama dava burada görülmekte olan dava ile de hiç ilgisi olmadığını özellikle dergileri getirdim. Orjinalini mahkemenizin incelemesine sunacağım. İncelediğinizde göreceksiniz. 54 MİT ajanı esir düşmüş ve mit bunlara sahip çıkmamış bu ajanlarına. Ne oldukları belli değil. yani memleket uğruna bir hizmetle görevlendiriyorsunuz vatandaşlarınızı, bir göreve gönderiyorsunuz. Akıbetlerini bilmiyorsunuz. Bilmiyorsunuz. Arayıp sormuyorsunuz. Bırakın sahip çıkmayı akıbetlerini bile bilmiyorsunuz. Bunu haber yaptık. Elbette ki bazı kurumlar rahatsız oldular. Ama biz bunun vatana ihanet olsun diye yapmadık. Bu haberi, vatandaşlarına devletin devlet olarak salip çıkması gerektiğini düşünerek yaptık. Şöyle bir haber daha yaptık efendim, malumları amerikanın sembolüdür diye düşündük, Fethullah Gülen e bir hiciv ederek bir eleştiride bulunmak istedik. Çok büyük tepki aldık. Tahmin edemeyeceğiniz ve burada tekrarlamakta da hiçbir yarar görmüyorum, ama müthiş tehditler aldım. Akıl almaz tehditlerdi. Efendim, bir haber daha yapmıştık. İrtica mahkumları Recep Tayyib Erdoğan belgeseli diye. Yalan ve uydurma bir şey olmadığı mahkeme kararları ile sabittir. Gazetecilik hayatını 35 yıldır sürdürüyorum. Annem babamı çok ufak yaşta kaybettim. Sadece ve sadece gazetecilik yaparak ekmek paramı öyle kazanıyorum. Hiç kimseye iftira atmadım. Hiç kimseye yalanlı yanlış bir yayın yapmadım. Bahsettiğimiz bu bahse konu dergide hiç kimse tarafından ne dava edilmiştir. Ne de tek bir tekzip almamıştır. Bu kadar senelik gazetecilik hayatımda sadece ve sadece altı tane kitap yazabildim. Söylerken utanıyorum. O kadar geldi elimden, ama hiçbir şahıs tarafından dava açılmadı bana, bu güne kadar yada hiçbir haberim yalanlanmadı. Bir de kitabımı yine bu dergi ile beraber yüce mahkemenize veriyorum. Sayın soruşturmayı yürüten sayın savcıya da vermiştim. Bunları yazan bir insan, ne kadar terörist olur, nasıl terörist olabilir. Bunun yorumu elbette ki, yüce mahkemeniz yapacaktır. Bir konuya daha hemen açıklama yapmak istiyorum. Çünkü, önümdeki bu iddianame böyle bir suçlama yok, ama her gün ucu açık bir soruşturma ile yargılandığınız için önümüzdeki günlerde herhalde gelecektir karşıma, suçlama olarak şehit albay Rıdvan özden in eşi, Tuncay Güney ve ümit Oğuztan beni diyor, sorguladılar, yani Ergenekon beni sorguladı diyor. şehit albay Rıdvan özden in eşi Tomris hanım ı hiç tanımam da. Tuncay Güney tanıyormuş, o zaman flash televizyonunda bir haber program hazırlıyordum o programa getireyim mi diye beni telefonla aradı. İlginç şeyleri var dedi o dönemde de şehit Rıdvan albay ile ilgili haberler çıkıyordu basında, nedir bu diye hani derinlemesine bunu yansıtalım diye. Hanım efendi teşrif ettiler, stüdyoya aldım. Stüdyo da kameraman vardır, ışıkçı vardır, orası bir televizyon binasıdır. Bir sürü çalışan personel vardır. herkesin gözü önünde açık ortamda özgür iradesi ile kendisi gelerek bazı iddialarda bulunmuştur. Bunlar da kayda alınmıştır. Bu haber merkezi tarafından incelenmiştir. Kayda değer yayınlanmaya değer haber değeri taşıyan bir şey olmadığı için de yayınlanmamıştır. Biz gazeteciler, herhangi bir şahısla herhangi bir kişi ile herhangi bir konu hakkında haber yapmak amacı ile yada söyleşi yapmak amacı ile görüşüp te, haber değeri olmadığı için yayınlamadıysak, bunun altında art niyet arayan insanların art niyetli olduğunu düşünüyorum, çünkü ben dediğim gibi 16 yaşımdan beri gazetecilik yapıyorum. Hiç böyle bir iddia ile karşılaşmadım. Benden önceki gazetecilerin benim büyüklerimin ağabeylerimin, meslektaşlarımın da böyle bir saçma iddia ile karşılaştıklarına hiç duymadım. Tuncay güney diyor ki, kuzey ırak a silah götürdüm ben, diyor. Tuncay Güney kuzey ırak a silah götürmüş olsaydı, herhalde birçok şeyden bahseder, geveze bir insandı çünkü, sırnaşık, yüzsüz yani, onoredir bazı insanlar mesafelidirler. Bazı insanlar kendilerini sempatik bir tavra sokarlar. Çok da saygılı dururlar karşınızda siz insanlığınızdan utanırsınız, kendi terbiyenizi muhafazaya çalışırsınız, karşı taraf bunu istismara çalışır, yani siz kapıdan kovmaya çalışırsınız nezaketle, karşı taraf pencereden girer. Tuncay Güney bu nüvede bir insandır. Ve bu nüvede olan çokta gazeteci vardır belki de gazetecilik mesleğinin de onu bir avantaj olarak kullanırlar. Böyle gazeteciler de vardır yani, böyle muhabirlerde vardır. onun için bize tuhaf gelmedi yani bende bir yanlış şüphe yaratmadı bende. Şimdi Tuncay Güney kuzey ırak a silah götürdüğünü söylüyor, iddia makamı da bunun üzerinde duruyor. Duruyor da Tuncay Güney kuzey ırak a yalnız gitmemiş ki, Tuncay Güney kuzey ırak a giderken nokta dergisi gibi, büyük bir derginin uzun yıllar genel yayın yönetmenliğini yapmış Ayşe Önal, tecrübeli bir gazeteci ile gitmiş. Başka, başka yanında birde Show TV nin tecrübeli muhabirleri var. hiç kimse anlamıyor, aynı arabada gidiyorlar. Tuncay Güney in kuzey ırak a silah götürdüğünü kimse fark etmiyor, anlamıyor. Bu mümkün değil. mümkün değil, akla mantığa yani her türlü teraziye aykırı bir durum. Buna iddia makamı nasıl inanıyor, böyle bir kurguya Türk hukukunun alet edilmesine nasıl gözlerini yumabiliyor, ben şahsan çok büyük üzüntü duyuyorum. Ben sadece bildiğim bir konuyu da daha önce yazarak yazılı olarak verdim. Ona da kısaca değinmek istiyorum. Tuncay Güney Mehmet Eymür ü tanıdığını söylemişti bana. Ben Tuncay Güney in Mehmet Eymür ile tanışıp tanışmadığını, görüşüp görüşmediğine tanık olmadım. Yazılı kendi el yazımla verdiğim ifade de bu böyledir. Kendi anlatımını sizlere aktardım. Ola ki mahkemeye bir katkısı olur diye. Adı cellat a çıkmış, İranlı bir ajanın bir diplomatın Türkiye deki faaliyetlerini kendisi ile dostluk kurarak takip ettiğini ve Mehmet Eymür e aktardığını, kendisi bana bir sohbet anında nakletmişti. Yani bak ben ne kadar önemli bir adamım, abi neler yaptım. Neler yapıyorum. Kimleri tanıyorum anlamında bir övünme idi. Benimde aklımda kalmış böyle bir şey var, onu da sizlere nakletmeye çalıştım. Tuncay Güney hasta mıdır. Deli midir, birilerinin piyonu ve oyuncağı mıdır, bütün bunları uzmanları karar vermesi gereken bir konu ama maalesef ben dört buçuk ay kadar sürekli kendisi ile çalıştım. Bu dört buçuk aylık süre içersinde kayda değer çok anormal bir şey görmediğim için aradan yıllar geçti, bir gün kendisi ile karşılaştım. Fakat bu süre içinde zaman zaman beni arar hatırımı sorardı. Yaşça ondan büyüğüm. Dediğim gibi çok saygılı terbiyeli bir genç intibaı uyandırırdı, herkes üzerinde onu tanıyan herkes bu söylediklerimi de teyit edecektir. İnanıyorum buna. Bir yer satın aldığını tarla başında, virane yerler vardır tarlabaşında, eski Rum evleri, bunların imar durumu yoktur. Ve ucuz paralarla imar durumu olmadığı için, ucuz paralarla satılırlar. Öyle bir yer aldığını, tamir ettirdiğini, büro olarak kullandığını söyledi. Benim de onun bir katını, zaten birer oda halinde üç katlı bir yer düşünelim. Küçük kırk metre karelik odalardan ibaret. Bende gidip gördüm, yani merkeze de yakın taksim e. Çalışmadığım bir dönemde kitap yazmaya çalıştığım bir dönemde, yani olabilir falan dedim. Bir süre bir buçuk ay kadar odalardan birini kullandım. Şimdi Tuncay Güney in mülakatlarında ifade ediyor, çeşitli yerlerde burada hapishanede öğreniyorum ki, bu yeri kendisine Matik manukyan’ın verdiğini iddia ediyor. Ergenekon örgütünü vermiş yani. Matik manukyan haraç olarak. Oysa ki Hüseyin arpa isminde bir şahıstan burayı 29/05/2000 tarihinde kendi parası ile satın aldı benden de rica etti, başıma bir şey gelir ben tapuya ne olur benimle gelin bir ağabeylik yapın yanımda durun dedi. Gittim tapu da da bulundum. Yeri satın aldığı şeyi bu. Ada pafta numaralarında da kağıda yazdım. Mahkemenizin de tetkik için veriyorum. Tuncay Güney in ağzından çıkan kuranı kerim ayeti değildi şüphesiz. O da bizim gibi bir insandır. Nerde yalan söylüyor, neyi niçin söylüyor, hangi amaçla öyle konuşuyor, kısa bir süre içinde ben yüce mahkemenizin bunları rahatlıkla birbirinden ayırt edeceğine bütün kalbimle inanıyorum. Evet, bu binadaki odayı kullanmaya başladığımdan bir buçuk ay sonra, bir sabah Tuncay Güney geldi, saat 9-10 gibi ağabey beni şimdi polisler gelip alacaklar buradan dedi, niye dedim, ben bir yanlış iş yaptım dedi. Ne yaptın dedim, ağabey sorma, yanlış bir hata yaptım, ben bir eşeklik yaptım dedi. Aynı bu kelimelerle. Çok geçmedi, yani beş on dakika sonra içeriye üç tane polis girdiler, sivil. Oturdular ben polislere sordum nedir diye, benim önüme cumhuriyet savcılığına verilmiş bir şikayet dilekçesi verdiler. Buyurun okuyun dediler. Okudum sahte plaka ile Aksaray emniyet müdürlüğün binasının içinde emniyet müdürlüğü binasının içinde sahte plakal ile araba satıp adam dolandırmış.dikkatinizi çekiyorum, emniyet müdürlüğü Aksaray vatan caddesi, o binanın içinde kendisini polis diye tanıtmış, ve sahte plaka ile kendisine de ait olmayan bir arabayı satmış. 24 yaşında bir çocuk. Bir gazeteci. Yani sülün Osman taksimdeki saati satarmış, biz onu duyar bilirdik. Bir de gazeteci olarak raki yi tanımıştım. Ama emniyet müdürlüğü binasının içinde, hem de kendini polisim diye tanıtıp öle bir şey yapma ya cehaletini yada cüretini, artık adını siz koyunuz, ben şaşırdım ve inanamadım. Hem de bunu iki kez yapmış. Bir kişiye değil, ayrı ayrı tarihlerde, iki ayrı şahsı aynı şekilde dolandırmış, aynı yerde. Alıp götürdüler bunu polisler. Ertesi gün kalkıp dolandırıcılık masası Gayrettepe şubesine gittim. Acıdım, bir insandır diye gittim. Dediler ki, ümit bey sizi de alacağız, niye beni alacaksınız, dediler ki, bu adam bu arabaları satmış, bu aldığı paradan beş yüz milyon lira da size vermiş, yani siz bunun bu yaptığı işi biliyormuşsunuz. Oysaki benim hiçbir şeyden haberim yok. bizi organize şubeye götürdüler. Organize şubede içeri girer girmez beni bir nezarethaneye koydular. Onu da ayrı bir nezarethaneye koydular. Sonra gecenin bir yarısı, beni nezarethaneden çıkarttılar çırılçıplak soydular ve bir odaya koyup gözümü bağladılar. Bana dediler ki, kimsin, nesin anlat bakalım. Burada size çok özetle kendimi ifadeye çalıştım orada kendimi hatırladığım günden bulunduğum yaşa kadar anlatmaya çalıştım. Bana nereli olduğumu sordular. İstanbullu olduğumu söyledim. Annemin babamın nereli olduğunu sordular onları söyledim İstanbullu diye. Deden nereli, dedenin dedesi nereli, ben yerlisiyim İstanbul’un, sen Türk oğlu Türksün haa dediler. Yıkın lan bunu, dedi. Cereyanı verdiler. Bağışlayın, aynen bu cümleyi söylediler Efendim, ben buradaki diğer sanıklar sanıyorum, bir küsür bir seneyi aşkın tutuklu olanlar var. ben 2001 yılından beri 2001 yılından beri bu acıyı yaşıyorum. Hoşgörünüze sığınıyorum. ifademde kusur saygısızlık addetmeyiniz lütfen. Anlatırken de utanıyorum, ben 53 yaşındayım. Dokuz gün bana orda işkence yaptılar. Sordukları şey Tuncay Güney in sattığı araba değildi. Sordukları şey, ali kalkancıda niye çıkarttın niye yaptın, Fethullah Gülen den sen ne istiyorsun. Veli Küçük ü tanıyor musun. Tuncay Güney söyledi, sen Veli Küçük ü tanıyor muşsun. Onun adamı mıymışın, bu Veli Küçük ün silahları nerde. Hayatımda hiç silahım olmadı. Askerde bile bana silah vermediler. Kendimi vuruyordum beceremedim. Dokuz gün sonra çıkarıldığım savcılık tarafından serbest bırakıldım, bu işkence meselesini daha fazla uzatmak istemiyorum. gerçekten utanıyorum anlatırken, adımın bir dolandırıcılık dosyasına karışmış olduğuna mı yanayım, gördüğüm işkenceye mi yanayım, serbest kaldığım çıkarıldığım savcılık mahkeme tarafından ve bir psikologda tedaviye gittim. Aylarca tedavi gördüm. Bu yapılan hadisede, mahkemesi hala devam ediyor. Mahkeme dosyasını bu soruşturmayı yürüten sayın savcıya tasdik edilmiş hali ile ben teslim ettim. Sanıyorum, elinizin altındadır. Ya da olması gerekir. Aradan epey bir zaman geçti, bir gece evim basıldı. İki tane yaşlı halam ile yaşıyorum. Birisi 87 yaşında, birisi 85-84 yaşlarında halamın kolu kırıldı, alçıda uyumuş değilim, gecenin ilerlemiş saati olmasına rağmen kadın inliyor, kapı çalındı açtım içeri polisler doldular. Evimde arama yaptılar, alıp beni nezarethaneye götürdüler. Öğrendim ki Ergenekon terör örgütüne üye olmaktan beni almışlar. Polis ifademi aldı. Sayın savcı da ifademi aldı. Ve ben serbest kaldım. Aradan bir on gün kadar bir zaman geçti. Avukatıma rica ettim, alınan eşyalarımın geri alınması için avukatım sayın savcıyla eşyalarımı talep etmek üzere gittiğinde, savcı bey ümit bey i bize bir getirin, belki onu gizli tanık yapacağız demiş. Kalktım gittim. Emrettikleri tarihte ve emrettikleri saate, orada hazır bulundum. Bana avukatımın yanında gizli tanık olmamı söylediler. Neyin gizli tanıklığını yapacağım, dedi bak kardeşim, sen susurluk a yazmışsın, oraya yazmışın buraya yazmışın, bak uğraşmışsın yani ne güzel, işte bize yardım et, sen bu Veli Küçük bak bu evraklar falan var. bunlar işte Tuncay görüşüyor. E görüşüyor Tuncay Güney, sadece Veli Küçük ile görüşmüyor ki. Tuncay güney bir muhabir gazeteci, ben bir genel yayın yönetmeniyim. Tuncay Güney herkesle görüşebilen beceride bir adam olmasa, ben onu işe alıp çalıştırmam ki. Ne işime yarayacak ki. Hiçbir gazetenin genel yayın yönetmeni telefonu eline attığı zaman hem hülya Avşar a ulaşamıyorsa, hem başbakana ulaşamıyorsa, valiye, garnizon komutanına, genel kurmaya ulaşamıyorsa bir muhabir en azından bir telefonla görüşemiyorsa, randevu alamıyorsa gidip orayla görüşemiyorsa o kişilerle zaten o gazetecilik yapamaz. Muhabirlik yapamaz ki. Öyle bir insan hiçbir gazetenin hiçbir televizyonun işine yaramaz ki. Yani Tuncay Güney Veli Küçük ile görüşüyor diye bu bende şüphe yaratmaz ki. Veli Küçük Türk silahlı kuvvetlerinde şerefli haysiyetli bir general. Genel kurmay başkanı ile görüşüyor diye bu bende şüphe yaratmaz ki, Tuncay Güney herhangi bir siyasi partini lideri ile görüşüyor diye bende şüphe yaratmaz ki, Tuncay Güney kuzey ırak a gitmiş. Fotoğraflarını gösteriyor, Barzani ile Talabani ile referans olarak işe alayım diye gösteriyor, bana gittim oralara diyor. ne güzel. Demek ki başarılı bir muhabir, biz buna bakarız. Ben onun orada suç işleyip işlemeyeceği benim aklımın köşesinden bile geçmez. Benim geçmeyeceği gibi, hiçbir genel yayın yönetmeninin aklından geçmez. O onun mesleki çalışması kariyeri ve becerisi diye bakarız. Sonra burada öğreniyorum ki, sayın Doğu Perinçek in kitabından aynen şöyle yazıyor, sayın Doğu Perinçek kitabının 100. sayfasında, Veli Küçük ün elamanı olarak askeri istihbarat ile Mehmet Eymür ün eski elemanı olarak mit ile, emniyet istihbarat daire başkan yardımcısı Hanefi Avcı ile ABD büyükelçiliği görevlileri ile, Tuncay ın 13-14 yaşından beri çeşitli çevrelerle ilişkisi olduğu, çeşitli çevrelerin yetiştirmesi olduğunu yazıyor. Ben bunu hapishanede bu kitabı okuyunca öğrendim. Ve bu gelişmeler üzerinde ancak bazı şeyleri tahlil edebiliyorum. Benim bu gün burada böyle düşünüyor oluşum herhalde benim zekamın aptallığından falan değildir. yani bu çok normal yanınızdaki elemanın böyle bir. Sonra biz bu adam muhabir ben nasıl başı adamıyım bütün bu adam sokakta, haftalık bir dergi çıkarıyorum, geliyor bana haftada iki gün. Elindeki malzemeyi bırakıyor. Haber değeri var mı yok mu varsa kullanıyorum. Yoksa kullanmıyorum çöpe atıyorum. Gündeme göre, ona bir görev veriyorum haberin peşinde koşuyor sabah akşam. Her an dirsek temasında olduğum bir insanda değil, ben bir psikolog değilim ki onu tahlil edeyim, meseleye öyle bakayım. Yani yanımızda çalışan bir eleman olarak bakıyorum. İddianame bende çıkan belgeler diyor. Allah rızası için rica ediyorum. Sayın iddia makamından, bir tek yaprak biz A4 deriz, bir yaprak belge benim önüme koysunlar lütfen. Ben ne bir tek bir yaprak belge çıkmamıştır. Bunu ben söylemiyorum, dil her şeyi söyler. benim dilim söylemiyor, bu belgeler söylüyor. Benim evimde disket bulunmuş, belge değil. bu disketlere de 2001 yılında yargılanması hala Tuncay Güney kaçak olduğu için devam eden mahkemeden istemişim, eşyalarımı vermişler. Eşyalarımın arasında bana ait olmayan bu disketlerde verilmiş. Ben disket kullanmıyorum. Benim bilgisayarım laptop. 2001 yılında da diz üstü bilgisayar kullanıyorum. 2008 yılındaki bu yapılan operasyonda da diz üstü bilgisayar kullanıyorum. Disket kullanmıyor, onlar girmiyor içine. Bende bulunan yapılan o zaman 2001 yılında yapılan aramalar, devletin memurları tarafından tutanak altına alınmış, dokuz adet video kaset, yetmiş dört adet mikro teyp kaseti. İki adet normal teyp kaseti. Tek tek sıralanıyor. Bir adet Ergenekon içerikli sarı renkli klasör. Sarı renkli klasör doğru. Bu Ergenekon belgesi demiyor ki, burada sarı renkli klasör. Hem sayın iddia makamına soruşturmayı yürüten savcılığa hem yüce mahkemenize arz ettim, içinde komisyona yazdığım belge var. rapor var. bu sarı renkli klasörün içinde. Buradan suç duyurusunda bulunmak istiyorum, bu gün bazı insanlar televizyonlarda çıkıp ahkam kesiyorlar, sayın fikri sağlar ahkam kesiyor, sayın komisyon başkanı özden Elkatmış ahkam kesiyorlar, o zaman suçlular bunlar niye ben onlara yazmışım araştırmamışlar. Niye yapmamışlar görevlerini. İnsanları belli bir 53 yaşına kadar namuslu yaşamışım, 53 yaşından sonra terörist, vatan haini, böyle bir şey olur mu. Adam onca sene orduya hizmet ediyor. Komutanlık yapıyor. vatan haini, terörist diye hapse atılıyor. Böyle bir şey olabilir mi. Evimde yapılan arama suç unsuruna rastlanmamıştır, diyor. bunlar hepsi mahkeme dosyanızda var zaten. Ama ben yine de arz ediyorum. Tuncay Güney in evinde yapılan aramada kırk dört adet bilgisayar disketi diyor. benim ne evimde ne işyerimdeki odamda bir tane disket yok. çanta içinde kırk sekiz adet bilgisayar disketi diyor. buyurun bunları da tekrar arz edeceğim. Zaten dosyada var, ama yinede ben sizlere kolaylık olsun diye özellikle tekrar tekrar sunmaya çalışıyorum. Yine o zaman bir tutanak hazırlanmış, organize şube tarafından savcılığa hitaben yazılmış, hem evlerinde hem işyerinde toplam disket sayısı 95 olarak burada belirtilmiş. Benim evimde bulunan bu disketlerden ne olduğu bana polis tarafından soruluyor. Ben de diyorum ki polis ifademde göreceğiniz üzere ben disket kullanmıyorum. Evimin bir köşesinde duruyor. Bana yanlışlıkla da verilmiş olabilir. Boş olduğunu zannediyorum, bilmiyorum, ne olduğunu ama kuvvetle muhtemelde boştur duyuyorum. Benim sorgum yapılıyor. İfadem alınıyor, sayın savcının karşısına çıkartılıyorum ve serbest bırakılıyorum. Neden çünkü telefonum incelenmiş, bilgisayarım incelenmiş, bu gün bahse konu olan disketler incelenmiş, herhalde bir suç unsuru en küçük bir suç unsuruna rastlanmış olsaydı, serbest kalmayacaktım şüphesiz ki. Sonra ben çağırılıyorum avukatımın da hazır bulunduğu, avukatımın da tanık olduğu bir anda bana gizli tanık olmam için baskı yapılıyor. Kabul etmiyorum, tutuklanıyorum. Peki ben tutuklandıktan sonra ne oluyor, o boş disketlerin hepsi dolu çıkıyor. Yani el insaf. Ben pençeli ayakkabı ile gezdim hayatım boyunca. El insaf yani. devlet namuslu vatandaşına tuzak kurmaz. Namussuz una da tuzak kurmaz. Çünkü o bir devlettir. Yani böyle bir şey olabilir mi. Onları da sizlere arz ediyorum. Şimdi ben bir gazeteci olarak bazı çevreleri rahatsız eden haberler yaptı isem, bu topluma ayna olduysam ki benim görevim bu bir gazetecinin görevi budur. İşimi namuslu biçimde yaptıysam bu gün karşınıza bu duruma mı düşürülmeliydim. Bunun bedeli bu mu olmalıydı efendim. Her türlü imkana salip anne babalar çocuklarını topluma kazandırmakta acze düşüyorlar. Eroinman olabiliyorlar, hırsız olabiliyorlar, gasp yapıyorlar, çeşitli suçlar işleyebiliyorlar, ben annesi babası büyüdüm ancak kendimi bu kadar adam edebildim. Kimse bana yol göstermedi bu yanlıştır, bu eğridir bu doğrudur demedi. Ancak bu kadar adam edebildim kendimi hoşgörünüze sığınıyorum. Ve soracağınız soruları cevaplamaya hazırım.dedi.
Mahkeme Başkanı : bitirdiniz savunmanızı? Dedi.
Sanık ümit Oğuztan : evet efendim ben soracağınız soruları cevaplamaya hazırım. Dedi.
Mahkeme Başkanı : Klasör 89 dizi 361 teki emniyet ifadesinin 6. cevabı okundu.soruldu.
Sanık Ümit Oğuztan: doğrudur efendim dedi.
Mahkeme Başkanı: klasör 89 dizi 360 taki emniyet ifadesinin 1.2 cevabı okundu. Soruldu.
Sanık ümit Oğuztan: evet dedi.
Mahkeme Başkanı: Klasör 89 dizi 359 daki emniyet ifadesinin 1. cevabı okundu. Soruldu.
Sanık Ümit Oğuztan: evet dedi.
Mahkeme Başkanı: klasör 89 dizi 359 daki emniyet ifadesinin 2. cevabı okundu, soruldu.
Sanık Ümit Oğuztan: pardon efendim orada “ ancak Tuncay’ın bazı gazetecileri Veli Küçük ile tanıştırdığını biliyorum.”değil, kendisi anlatıyor yani, anlatımları kendisinin onu lütfen orada biliyorum diye değil.dedi.
Mahkeme Başkanı: deyin onu onun anlatımlarını öyle biliyorsunuz dedi.
Sanık Ümit Oğuztan : evet efendim doğrudur. Dedi.
Mahkeme Başkanı: Klasör 89 dizi 357 deki emniyet ifadesinin 1. cevabı okundu, soruldu.
Sanık Ümit Oğuztan: doğrudur, ancak burada Ergenekon diye bahsedilen yani burada ne ben farklı bir pencereden bakıyorum. Burada tıpkı diğer NATO nun ülkelerinde olduğu gibi bir Gladyo yapılanmasından söz ediyorum. Onu anlatmaya çalışıyorum. Yani bu gün bu iddia makamının ele aldığı baktığı pencereden bakmıyorum ve bu dava konusundaki gibi de bakmıyorum, yani oradaki benim komisyona yazdığım Ergenekon da yani orda okunduğunda çok açıkça bellidir. Ben gladyoyu ifade etmeye çalışıyorum. Bunlar farklı şeyler bir de lütfen bunu istirham ediyorum. Çok kısa bir açıklama yapmaya çalışacağım birkaç cümle ile. Önemli bu. Hiçbir NATO ülkesinde gladyo örgütü hiçbir zaman muhalefette olmaz. Eşyanın tabiatına aykırıdır. Sayın savcılar, bu konuda gerekli araştırmayı biraz yapmış olsalardı. Biraz bu gladyo nedir diye kitap okumuş olsalardı bu gün bu duruma düşmeyeceklerdi. Gladyo alman istihbarat örgütün başındaki general geyhlen e Amerika’ya götürülüp, ikinci dünya harbinden sonra adamı alıp Amerika ya götürmüşler, uzman bir adam general geyhlen e kurdurulmuş. Hiçbir zaman daima iktidarda olması olabilecek şekilde tasarlanmış, hiçbir zaman muhalefette olmaz ki gladyo, daima iktidarda olur. Yani bu şekilde kurulmuş, bu yapı böyle, yani bu gladyo yapısı böyle kurulmuş. Dolayısıyla bu çok önemli bir noktadır. Sayın savcılarımız iddia makamı sürekli eleştiri alıyor. Belki hak ediyorlar, belki hak etmiyorlar. Ben burada adaleti tesis etmeye çalışıyor bu mahkeme. Gerek mahkeme üyeleri, gerek sayın başkanım sizler, gerek iddia makamı burada tarihi bir sorumluluğu var bu mahkemenin. Yani bir şeyi doğru açıdan bakmak lazım gladyo dünyanın hiçbir NATO ülkelerine bağlı her ülkede olduğu bu gün bütün dünya tarafından biliniyor. Bunu sokaktaki simitçi dahi biliyor. Elle tutulan gözle görülen bir şey değil bu, bunu çok hassas çok bilerek araştırmak lazım. Gladyo hiçbir zaman muhalefet olmaz. O sebepledir ki bütün iktidarlar. Gladyo yani Amerika, yani emperyalizm tarafından kullanıbiliyorlar. Yoksa kullanamazlar. Daima iktidardadırlar. Hiçbir zaman muhalefet olmazlar ve muhalefet kadroların içinden gladyo çıkmaz. Mümkün değil. tek bir örneği, dünyanın hiçbir yerinde çıkmamıştır. Ne ispanya da ne İtalya da çıkmamıştır. Onlar daima uykudadırlar. Daima bürokrasinin içindedirler. Önemli yerlerdedirler. Ve hiçbir zaman onların sicili lekelenmez. Hiçbir zaman basın onları yıpratmaz. Basın onları hedef almaz. Onlar gizli çünkü. Onlar bir sonra kendi istedikleri uygun gördükleri iktidarı getirdiği zaman, yine o kadrolar onlara hizmet edecek. Buradaki insanlar istirham ediyorum, affınıza sığınıyorum lütfen. Dedi.
Mahkeme Başkanı: Klasör 89 dizi 357 deki emniyet ifadesinin 2.ve 3 cevabı okundu, soruldu.
Sanık ümit Oğuztan: doğrudur efendim dedi.
Mahkeme Başkanı: klasör 89 dizi 356 deki emniyet ifadesinin 1.2 cevabı okundu, soruldu.
Sanık ümit Oğuztan: doğrudur, dedi.
Mahkeme Başkanı: klasör 89 dizi 356 daki emniyet ifadesinin 3. cevabı okundu. Soruldu.
Sanık ümit Oğuztan: doğrudur, yayınlanmış bir haberle yayınlanmış bir şeyde eşyanın tabiatına aykırıdır. Sayın başkanım dedi.
Mahkeme Başkanı: klasör 89 dizi 356 daki emniyet ifadesinin 4. cevabı okundu. Soruldu.
Sanık Ümit Oğuztan: doğrudur dedi.
Mahkeme başkanı: klasör 89 dizi 355 daki emniyet ifadesinin 1. cevabı okundu. Soruldu
Sanık ümit Oğuztan: doğrudur, bir gazeteci neticede sınır geçecek, açıp rica edebilir olağanüstü hal bölge valisi.dedi.
Mahkeme Başkanı: yani bu anlatımlar Tuncay ın anlatımı mı dedi.
Sanık ümit Oğuztan: evet kendi anlatımları, ve olağanüstü hal bölge valiliği de burada başka gazeteci arkadaşlarımız da var, o bölgede görev yapmış, elbette ki oraya giden Türk gazetecilerine yardımcı olurlar, bürokrasi görevliler normaldir efendim, bir yardımda bulundularsa bu çok doğaldır, sahip çıkacak kendi gazetecisine. Netice itibariyle güvenliği açısından bu anlamdadır bu söylediklerim. Dedi.
Mahkeme Başkanı : klasör 89 dizi 355 daki emniyet ifadesinin 2. cevabı okundu. Soruldu.
Sanık ümit Oğuztan: o son cümle ben öyle bir şey sarf etmedim, ama demek öyle uygun görmüş yazan insanlar, ama sorunun cevabı zaten şeydir yani. soruya cevap vermişim yani sonuçta dedi.
Mahkeme Başkanı : klasör 89 dizi 355 daki emniyet ifadesinin 3. cevabı okundu. Soruldu
Sanık ümit Oğuztan: doğrudur, dedi.
Mahkeme Başkanı : klasör 89 dizi 354 daki emniyet ifadesinin 1. cevabı okundu. Soruldu
Sanık ümit Oğuztan: doğrudur efendim, haber yapmışız kalmış, geçmiş günlere ait dedi.
Mahkeme Başkanı : klasör 89 dizi 354 daki emniyet ifadesinin 2.ve 3. cevabı okundu. Soruldu
Sanık ümit Oğuztan: doğrudur, dedi.
Mahkeme Başkanı : klasör 89 dizi 353 daki emniyet ifadesinin 1. cevabı okundu. Soruldu
Sanık ümit Oğuztan: doğrudur dedi.
Mahkeme Başkanı : klasör 89 dizi 353 daki emniyet ifadesinin 2. cevabı okundu. Soruldu
Sanık ümit Oğuztan: bu Ümraniye şeyinden beri ben tabi o dönemde de İstanbul Channel televizyonunda haber müdürüyüm. Zaten haber yapıyorum bu konuyu, yani bu Ümraniye hadisesinden sonra . dolayısıyla doküman bu konu ile ilgili dökümanlar elbette ki yararlanıyoruz. Dedi.
Mahkeme Başkanı : klasör 89 dizi 368 daki 26/01/2008 tarihli savcılık okundu. Soruldu
Sanık ümit Oğuztan: doğru onu kabul ediyorum, ama oraya benim söylediğim kadarı ile aktarılmamış, benim mahkeme huzurunda söylediği bir şey yani yalan söyledi de. ifadesini değiştiriyor durumuna düşürüyorlar.dedi.
Mahkeme Başkanı : savcı bey e verdiğin ifade bu. Dedi.
Sanık ümit Oğuztan: evet ama ben öyle bir şey söylemedim ki efendim, doğru ben Tuncay ın Tuncay her zaman koltuğunun altında bir takım belgeler dosyalarla gezen bir adam. Yani böyle bir adam, kendisini tanıyanlar bilirler ve bunu da teyit ederler. Ben bunu elinde gördüm lobi diye bir şey, nedir dedim abi dedi sivil toplum örgütü kuracaklar dedi arkadaşlar onun için dedi. Hazırlamışlar dedi.
Mahkeme Başkanı : arkadaşlar derken. Dedi.
Sanık ümit Oğuztan: Sormadım, yani sormadım her yere girip çıkan bir insan bu. Yani çeşitli insanlarla her çevrede görüşen bir insan kim nedir benim aklıma gelmez ki öyle bir şey. Bir dernek kurmuyorlar mı dernek kurmuyor mu insanlar. Arkadaşlar sivil toplum örgütü kuracaklar, bu son yıllarda da moda sivil toplum örgütü kuruluyor, ben onu alıp ta bakmadım ki. Orada ki gibi bir ifade vermedim ki ben. Ben onu alıp baksam, sayın başkanım, öyle bir şey alıp okusam ben, ben onu yayınlarım, peşine düşerim nedir diye. Yani benim aynası iştir kişinin lafa bakılmaz. Dedi.
Mahkeme Başkanı : yani belge aldım, aldınız öylemi dedi.
Sanık ümit Oğuztan: hayır, gördüm. Elinde dedi.
Mahkeme Başkanı : sadece gördünüz.almadınız, Dedi.
Sanık ümit Oğuztan: gördüm elinde, almadım hayır bunu burada mahkememde sanki karakolda doğru söyler mahkemede şaşar duruma düşürüyorlar, bütün sanıkları yani öyle bir ifadem yok. dedi.
Mahkeme Başkanı : şaşmayın, yani biz gerçeği arayan insanlarız. Dedi.
Sanık ümit Oğuztan: evet lütfen, istirham ediyorum, yani benim evet ben bunu onda gördüm demiş olmamı o şekle dökmemek lazım gerekir, yani ağzımdan çıkan bir şeyi dedi.
Mahkeme Başkanı : baktığınızda hatta rapordaki olay ile belgenin aynı olduğunu, fark ettim dediniz. Dedi.
Sanık ümit Oğuztan: hayır efendim, dedi.
Mahkeme Başkanı : yani sizin susurluk komisyonu belgenin aynı olduğunu dedi.
Sanık ümit Oğuztan: öyle bir şey yok efendim, öyle bir şey çıkmadı ağzımdan sayın avukatım da bur ada istirham ederim lütfen yani ben inkar etmiyorum. lafımın arkasındayım doğru ben onun elinde böyle bir şey gördüm ve dikkatimi çekti nedir diye sordum, elinde böyle şey yapıyor. elinde bir dosya hani bir haber maber bi şey midir. O anlamda soruyorum. Yok dedi arkadaşlar sivil toplum örgütü kuruyorlar. takdir edersiniz ki bir insanın elindeki bir şeyi zorla çekip alacak halim yok, yani sağ olsun sayın savcımızı ben suçlamak istemiyorum. Dedi.
Mahkeme Başkanı: klasör 89 dizi 375 teki 06/02/2008 tarihli ikinci savcılık ifadesi okundu, soruldu.
Sanık ümit Oğuztan: şimdi bende bulunan disketlerde çıkan bir Ergenekon belgesi polis raporu bu. Ben serbest kalmışım, savcı bey beni alıyor. Bilgisayarım cep telefonum ve bahse konu olan disketler inceleniyor. Ben serbest kalıyorum. On gün sonra nasıl oluyorsa o disketlerden bunlar çıkan o disketler, bunları vereceğim mahkemenize, burada bakın İstanbul emniyet müdürlüğünün yazısı bu. Nasıl oluyorsa içinden bir takım belgeler çıkıyor. Ayrıca yüce mahkemenize arz ettim nefes dergisini, burada ben bir haber yayınlamışım. Uğur mumcuya cumhuriyet gazetesi timsahları gözyaşları diye. Adam öldükten sonra tazminatı konusunda ailesi ile mahkemelik olmuşlar. Böyle bir haber yayınlamışım, bu belgelerim yani Ergenekon belgesi olarak addedilen ulusal medya 2001 in içinde o belgenin içinde bu metnin aynen yer verildiği görülüyor. Yine bir haber yayınlamışım başkaları çalışıp kazandı o elini uzatıp aldı. Fethullah Gülen bildiğiniz gibi değil diye bir haber yayınlamışım bu dergiyi de arz ettim verdim sizlere.yine Ergenekon belgesi olarak adlandırılan belgelerin içinde bu haber metnine aynen yer verilmiş. Takdirini sizlere bırakıyorum, yine şurada işaretledim efendim, Ergenekon belgeleri diyor. bu disketlerden çıkmış sözüm ona ama burada yazıyor kaynak Oğuztan arşiv yazıyor. Kaynak Oğuztan arşiv yazıyor. Takdirinize arz ediyorum. Yani ben bu belge düzenliyorum, yasa dışı bir belge yasa dışı bir oluşum içinde yer alıyorum, ve altına yasadışı düzenlediğim belgenin altına da kaynak ümit Oğuztan diye yazıyorum. Dedi.
Mahkeme Başkanı :klasör 390 dizi 128 deki hakim ifadesi okundu, soruldu:
Sanık Ümit Oğuztan: izninizle efendim bir konuya daha değinmek istiyorum. İddianamenin eklerinde yer aldığı için değiniyorum. Bir şahıs ile röportaj yapmışım. Şahsın adı savaş çakıcı, 1990 yıllarda bu şahıs ile bir söyleşi yapmışım ve bu söyleşiyi yayınladığım söyleşileri yayınladım bir kitapta da bu şahısla yaptığım söyleşiye de yer vermişim. Kitabın adı kara koltuktur. Bana şey çekmiş, bu zatı muhterem kurban bayramınızı en içten dileklerimle kutlar sağlık ve mutluluklar dilerim demiş insani bir mesaj göndermiş, burada eklere konmuş, bunlar kasten yapılıyor ama ayıp ediliyor. Dedi.
Dostları ilə paylaş: |