Sanık Erkut Ersoy:” Evet Sayın Başkanım, ben 20 yıllık bir bilişim ve network uzmanıyım. her şeyden önce derin devlet olduğu iddia edilen bir gizli örgüt için hiçbir zaman kendi üzerime kayıtlı bilgisayarı ve cep telefonunu kullanmam. O kadar amatör değilim. Bunu da dip not olarak ekleyim. Görüleceği gibi Sayın Başkanım bu konuşmamda ve delil klasörlerine tape çözümü olarak giren diğer konuşmalarımda da açık ve net olarak gizlemeden bireysel faaliyetlerimle ilgili olarak mail gurubu üyelerime bilgi veriyorum. Çünkü hiçbir faaliyetim bireysel, gizli ve örgütsel değildir. Tüm çalışmalarımın bugünde arkasındayım. Allah kısmet ederde tahliye olursum yine bildiğim şekilde devletime ve milletime çorbada tuz misali faydalı olmaya gayret edeceğim. Bu konuşmam sözde Ergenekon üyesi olmadığımı ve tüm çalışmalarımın bireysel olduğunu gösteren net bir karşı delildir. Ama ne ilginçtir ki bu konuşmam da suç unsuru denilerek delil klasörlerine ve iddianameye eklenmiştir. Sayın Başkanım, bunun yanı sıra yolsuzluklar ve usulsüzlükler konusunda da birçok kampanyalar yaptık. Yolsuzluklar konusunda kendi imkanlarımızla gerek üyelerimden gelen duyumlara, gerekse kendi tespitlerimle edindiğim birçok bilgiyi yine devletin resmi ve güvenlik birimlerine vatandaş duyarlılığı ile hareket ederek bildirdim. Bu konuyla ilgili yazışmalarım, el konulan dahili ve harici hard disklerimde mevcut bulunan yolsuzluklar ve usulsüzlükler adlı klasörün içindedir. Ama Sayın Savcıların sanıyorum suçlama getirecekleri ifadeler bulamadılar ki delil olarak aleyhime kullanılmadı. Şimdi görüyoruz ki iktidar hükümeti kendi dönemlerinde hiç yolsuzluk ve usulsüzlük yapılmamış gibi beyanlar veriyorlar. Sayın Başbakan Erdoğan yolsuzluklar için ne demişti hatırlatayım. Belediyeleri arka bahçeleri yapanlar hiç mi suç yok demişti. Ama AKP döneminde yolsuzluklar aldı başını gitti. Birkaç örnek vermek istiyorum. Örneğin AKP hükümeti döneminde TOKİ’den ihale alan firmaların yüzde 90’ının Türkiye İş Adamları ve Sanayicileri Konfederasyonu TUSKON, Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği MUSİAT, Anadolu Aslanları İş Adamaları Derneği ASKON olduğunu gördük. 2008 yılında 100 Milyon ve üzerinde 30 tane ihale yapılmış. Bunlara katılan firma sayısı 36 bunu haricinde TOKİ’den iş alan toplam 400 tane firma var. Yalnız bu yatırımların harcanan paraların yüzde 49’u 36 firmaya veriliyor. Geriye kalan yüzde 51 hisse yaklaşık 360 küsur firmaya veriliyor. Başka bir örnek. En değerli arazilere sahip okullarımız üç otuz paraya peşkeş edildi. İstanbul’un en güzel ve en değerli yerlerinde bulunan 22 okul 2 milyar dolara satılacak. Bilirkişiler bu arazilerin değerini en az 5 milyar Amerikan Doları olarak hesapladığı halde. Başka bir örnek, Başsavcı İlhan Cihaner’in tutuklanmasına neden olan, cemaat soruşturmasında adı geçen Mehmet Çelik adlı kişinin firması Tek Çelik A.Ş. Adalet Bakanlığına lojman olarak kullanmak üzere 192 daire sattı. İstanbul Başakşehir’de bulunan MİS İstanbul Evlerinden toplam tam 192 adetinin teslimatı yapıldı. Satış 18 ay önce tamamlandı. Başka bir örnek, Tekel’in Kartal Cevizli’de ki sigara ambalaj, puro fabrikasının lojmanlarının, kreşlerinin, futbol, basketbol sahaları, yüzme havuzlarının, konuk evinin, araştırma enstitüsünün için de yer aldığı toplam 46 bin dönüm arazinin 29 binlik dönümü üzerine sadece 4100 ağaç olan fakat hiçbir yapı olmayan boş bir arazidir. Bu araziyi özelleştirme yüksek kurulu ki bunlar Başbakan Erdoğan, Maliye Bakanı Şimşek, Devlet Bakanı Babacan, Devlet Bakanı Binali Yıldırım ve Devlet Bakanı Yılmaz. Maliye Bakanlığına hibe etme kararı verdi. Maliye Bakanlığı da bu değerli araziyi 49 yıllığına kiraladı. Ortada üniversite yok ama kuracak olanın adı var. Peki kim bu şanslı kurucu; Yeni Şafak Gazetesi yazarı Profesör Doktor Mustafa Özel. Önceki Başkanı ise Dışişleri Bakanı Profesör Doktor Ahmet Davut Oğlu. Başka bir örnek 17 bin satış noktası maliye baskısı nedeniyle alkolü içki satışını bıraktı. Efes Türkiye Genel Müdürü Sayın Tuğrul Ağrıbaş son 4 yılda 17 bin iç satış noktasını baskılar yüzünden alkollü içki satışını durdurduğunu açıkladı. Ayrıca geçtiğimiz günlerde İstanbul’un göbeğinde Tophane’de bir sanat galerisinde bulunan misafirlerin mahalle baskısıyla nasıl darp edildiğini televizyonlardan seyrettik. Daha bunun gibi yüzlerce örneğini bir çırpıda sayabilirim ama Sayın Heyetin değerli zamanını almak istemiyorum. Bir örnek de yeşil sermaye diye adlandırılan İslami sermaye guruplarının AKP dönemlerinde nasıl palazlandıklarını, nasıl söğüşlediklerini, söğüşlediklerini anlatarak vereceğim ve bu konuyu kapacağım. Yurtdışında bildiğiniz gibi irili ufaklı birçok holding gurbetçilerden faizsiz kar payı adı altında para topladı. Bu holdinglerden bazıları şunlardı. 1 Kombassan Holding, Yimpaş, 2. Yimpaş Holding, 3 Endüstri Holding, 4 jet Holding, 5. Demirkaya Holding, 6. CMK Holding, 7. Say Holding. Kombassan Holding geçtiğimiz günlerde 20 gurbetçiye 142 bin Avro tazminat vermeye mahkum oldu. Say Holding ise 6500 Lira tazminat ödeyecek. Kombassan Holding Başkanı Haşim Bayram’ın binlerce gurbetçiden topladığı paraları iade etmemesi üzerine arka arkaya davlar açılmıştı. Avrupa Türkleri Dayanışma Derneği Başkanı Sayın Hasan Tepegöz bu davaların açılmasına ön ayak olmuştu. Davacı Avukatı Sayın Coşkun ise bu konuda şöyle söylemişti. 600 dava açıldı. Bunların hepsi tarikat ve cemaat bağlantılı. Ayrıca Deniz Feneri gibi yolsuzluk konularına değerli zamanınızı almamak için değinmiyorum bile. Kısacası hazine arazileri torba kanunlarla yabancılara peşkeş çekildi. Vakıf Gureba gibi hastanelerin gayri menkulleri üç otuz paraya satıldı AKP iktidarı döneminde. Hangi birini sayayım. Hatta yolsuzluklarla ilgili olarak örneğini Ankara Belediye Başkanı Sayın Melih Gökçek hakkında mail gurubumdan arkadaşım olan Ümit Beyin yaptığı bir araştırma dahi TİB başkanlığı tarafından 110714319 kayıt numarasıyla dinlenerek kayıt altına alındı. Ama ilginçtir Sayın Savcılar Melih Gökçek’in yolsuzluğunu araştırmak yerine bu konuda araştırma yaptıran beni 33 aydır terör örgütü üyesi olmak suçundan tutuyorlar. Bu trajikomik durumu da takdirinize arz ediyorum. Sayın Başkanım şimdi yüksek müsaadenizle bu konuşmanın 37 saniyelik bir bölümünü dinleyebilir miyiz. Görüştüğüm kişi mail gurubu modülatörü Ümit Beydir. 2 nolu konuşma dosyası.”
Salonda sesli telefon kaydı dinletildi.
Sanık Erkut Ersoy:”Evet bu konuşmamda Sayın Savcılar tarafından dinlenmediği için ve aleyhime delil olarak kullanılmadı. Şimdi Sayın Başkanım ben bu ülkenin bir vatandaşı olarak gözümün önünde cereyan eden bu yolsuzluklara seyircimi kalayım. Aman ne iyi etmişler götürmüşler mi diyeyim. Devletin malı deniz yemeyen domuz anlayışını peşinen kabul mü edeyim. Ben sadece demokratik haklarımı kullanarak ülkemin sorunlarına karşı duyarlılık gösterdim ve bir muhalif duyarlılığıyla söylenmesi gerekenleri söyledim. Fakat kanunlarımızın bana tanıdığı eleştiri hakkımı yaptığım halde ironik olarak 33 aydır terörist olarak yargılanıyorum. Acaba alkış tutup bravo iyi yaptınız iyi götürdünüz deseydim şimdi bende devlet bürokrasisi içinde kendime bir koltuk kapmış mıydım cevabı takdirinize arz ediyorum. Ama ben muhalif bir tavır sergilediğim için uyduruk delillerle tutuklandım ve suçsuz olduğum delillerle sabit olduğu halde iktidarın yargı üzerindeki baskı kurma çabaları yüzünden 33 aydır tahliye taleplerim reddediliyor. Bende tahliye talebi istemiyorum zaten. Tahliye talebinde bulunmayacağım. Çünkü Sayın Heyetin belli bir kronolojisi var o kronolojiye uyduğu zaman tahliye olacağımı biliyorum. Çünkü Sayın Heyetin tahliye kararlarında keyfiyet olduğun anlamış bulunuyorum. 2 buçuk yıllık sözde Ergenekon sürecinde hala Sayın Heyetin tahliye kriterlerini anlayamadım. Sözlerime burda son verirken son olarak şunu söylemek istiyorum Sayın Başkanım bu dava artık sanıklar tarafından kabul edilmek noktalara gelmiştir. Lütfen artık adaleti tecelli ettiriniz burada eğer delillere sabit kalırsanız, delillere bakarsanız burada bir örgüt olmadığı çok aşikar. Ama siz delilleri görmek yerine takdir yetkisini adı altında tamamen keyfi uygulamalara yönelirseniz burda adalet sağlanmaz ve bizlerde mağdur oluruz teşekkür ederim.”
Sanık Muzaffer Tekin söz istedi verildi:”Sayın Başkanım, Değerli Üyeler, geçen celse yarım kalan savunmama devam ediyorum. Öncelikle tutanaklara geçmeyen önemli bir hususu arz edeceğim. Osman Yıldırım 20.5.2006 tarihinde Ankara TEM şubede 3 Mayıs 2006 günü Üsküdar’da Alparslan Arslan ile buluşup Cumhuriyet Gazetesine yapacakları eylem şeklini kararlaştıktan sonra devamlı aşağıdaki ifadeyi vermiştir. Bu çok önemli olduğu için geçmemiş yarış atı gibi koşturarak devam ettim geçen çelse fark ettim. El bombaları ile eylem gerçekleştirilmesi kararı aldıktan sonra, el bombasının temini konusunda konuştuğumuzda Alparslan Arslan isimli arkadaş kendisinde el bombalarının olduğunun söyledi ve gazetenin bahçe kapısına uzak ancak binaya da uzak bir noktaya atılarak daha az zarar ön görülen bir eylem planladık. Bomba atılırken beraberinde bahçeye baş örtüsü atılmasını planladık. Ve her 3 eylemde de patlayan dahil olmak üzere baş örtüsü de bahçeye atılmıştı. Biz böylece eylemin sebebinin baş örtüsü karikatürünün yayınlanması nedeniyle mesaj olarak ilettik demektedir. Bu ifadelerden çok net anlaşılacağı gibi Osman Yıldırım’a 3 mayıs 2006 gününe kadar henüz bomba verilmemiştir. Bombaların nereden temin edileceği konusundaki sorusuna Alparslan Arslan bende var diye cevap vermiştir. Osman Yıldırım sorgusunda bombaları aldıktan bir gün sonra Cumhuriyet Gazetesine attırdığını ifade etmiştir. Yukarıdaki ifadelerin bütünü göz önüne alındığında Osman Yıldırım, Alparslan Arslan’dan 4 Mayıs 2006 günü bombaları teslim almıştır. Sayın Avukat Zeynep Küçük Hanımefendinin baz istasyon kayıtlarını esas alarak ortaya koyduğu maddi delilde bombaların 4 Mayıs 2006 günü gece 22:30’dan sonra Osman Yıldırım’a teslim edildiğini net olarak kanıtlamaktadır. Dolayısıyla Osman Yıldırım’ın 1Mayıs 2006 günü kendini Ataşehir’de bir toplantı da bombaları verdiğim iftirası baz istasyon kayıtları, tanık ifadeleri, en önemlisi de kendi ifadeleri göz önüne alındığında maddi olarak çökmüştür. Hala savcıların Ataşehir’de toplantı olduğu yalanını kendilerince yasallaştırmak için yaptıkları hukuk dışı faaliyetler onların ne kadar çıkmazda ve tertibi devam ettirebilmek içinde hiçbir kural tanımadıklarının göstergesidir. Bu fikrimi somutlaştırmak için bir örnek arz edeceğim. Mahkemenin almadığı bir ara kararı mahkemeyi yok sayarak Ataşehir’de toplantı yapıldığı iddia edilen ev ve civarında polisi kullanarak delil üretme çabalarına girmeleridir. Bu tutmayınca yeni ev arayışları hele hele 160. celsede o evin keşfinin Osman Yıldırım’a yaptırılması teklifi yüz karasıdır. 2 buçuk sene sonra mı keşif yaptırmak akıllarına geldi. Ama Osman Yıldırım istemiş savcılar da bu teklifi yapma mecburiyetinde olduklarını bir kez daha ispatlamışlardır. Çünkü Osman Yıldırım bombası infilak ettiğinde hepsi berhava olacaklarını çok iyi biliyorlar. Saygın Başkanım, 160. celsede iddia makamının Ataşehir’de toplantı yapıldığı iddia edilen evin Osman Yıldırım’a keşfinin yapılması ile ilgili teklifini almış olduğunuz bir ara karar ile kabul ettiğinizi basından öğrendim. İddi makamının bu teklifini uygulamasaydınız özellikle de yandaş medyada hedef tahtasına oturulmanız, oturtulmanız kaçınılmazdı. Konunun en önemli muhataplarından olmama rağmen ne ben nede avukatım bu keşiften haberdar edilmedik niçin? Üstelikte Osman Yıldırım’ın avukatının resen olay mahallinde hazır edilme hassasiyeti de gösterilmişken. Bugün toplantı yapıldığı iddia edilen evin keşfinin yaptırılmasının bu davaya hiçbir katkısı olmayacağını çok iyi algılayabiliyorum. Aksi olsaydı mahkemeniz bu iddianın araştırılması için bir karar alır ve gereğini bugüne kadar da yapardı. Baz istasyon kayıtları Alparslan Arslan’ın ifadeleri huzurda iki defa dinlenen toplantı olduğu iddia edilen evin o dönem kiracısı Recep Özkan ve Orhan Kadı’nın tanık ifadeleri Osman Yıldırım’ın iftiralarını çürütmüştür. Olmayan evde, olmayan toplantıda, olmayan bombaları yan odadan alıp getiren ve iddia makamınca benim korumam olduğu iddia edilen Rasim Görüm’ü mahkemenizin baz istasyon kayıtlarının sizlere ulaşmasından sonrada tahliye etmesi tertibe inanmadığınızın bir kanıtıdır. Savcıların 2 buçuk sene sonra Osman Yıldırım’a keşif yaptırmalarının hiçbir hukuki gerekçesi yoktur. Bugün keşif yaptırmalarının tek nedeni çöken tertibe medya desteği sağlamak içindir. Bununla da psikolojik savaşa malzeme vermeyi amaçlamışlardır. Bunu anlamamak içinde zeka özürlü olmak gerekir. Tarafsız medya mensuplarının keşfe iştiraklerinin önlenmesi, keşfedilecek evin, TEM şube polisleri ve yandaş medya mensupları tarafından önceden keşfedilip orda tertibat alınması onlarca araba, onlarca görevliyle yollar kesilerek büyük bir sansasyonla keşfe başlanması tertipçilerin niyetini ortaya koymaktadır. Bu kadar hazırlık ve masrafın tek gayesi mutlaka bahse konu olan evin Osman Yıldırım’a buldurulmasıdır. Ama tertipçiler işareti koydular ne yazık ki Osman Yıldırım parolayı unuttuğu için kozmik eve giremedi. Tabi son anda meydan savaşı verircesine keşif aracına Sayın Avukat Zeynep Küçük Hanımefendi binmeseydi bu tertibin bozulması da mümkün değildi. Kendilerine huzurlarınızda şükranlarımı arz ediyorum. İşin diğer bir skandal boyutu Osman Yıldırım’a olmayan evi Savcı Nihat Taşkın buldurmak konusundaki Taşkın’ın inadıdır. Bu basında Savcı Taşkın iddianamede adı geçen Pınar Sitesindeki evin önüne gidilerek buranın tutanağa geçirilmesini istedi. Avukat Küçük buna Osman Yıldırım’ın bulamadığı evi siz mi bulacaksınız diye itiraz etti şeklinde yer buldu. Bir hukuk adamını meslek ahlakını ve insan olma erdemini böylesine, gözü dünmüşçesine yitirmesinin arkasındaki nedenler benim beynimi çok meşgul ediyor. Ama hiçbir şey gizlenemediği gibi bu tavırların arkasındaki gerçek sebeplerde bir gün mutlak yazılıp çizilecek. Onunla da kalınmayıp mutlak bu sanık sandalyesine bir gün oturacaklar. İddianamede Pınar Sitesi hiç telaffuz ediliyor muydu Saygın Başkanım. Savcı bunu nerden biliyor. Yoksa gerçekte bir toplantı oldu da o evde Savcı Nihat Taşkın mı vardı? Bombaları Osman Yıldırım’a o mu verdi de şimdi bana iftara atıyorlar. Alparslan Arslan’ın bombaları aldığım dediği Süleyman Esen’i bu iddianameden koparıp hakkında sevk maddesi düzenlemeyen ve masum insanları hazırladıkları iddianameler ile özgürlüklerini çalan savcılardan ben şahsen her şey bekliyorum. Savcı Nihat Taşkın’ın oyununu Avukat Zeynep Küçük bozmasaydı ne mi olacaktı. Ertesi gün çukur medya Osman Yıldırım evi bulamadı onu savcılar getirdi diye yazmayacaklardı. Haberin doğru adresi diye yayına başlayan, yalanın kuyruklusunu söyleyen bir yıldız kümesini ad olarak alan görsel medyada keşif aynı gün akşam haberlerinde şu cümlelerle yer buldu; Osman Yıldırım Ataşehir’de Cumhuriyet Gazetesine bombaların atılması talimatı ile para vaadinin Veli Küçük tarafından yapıldığını söylediği ikinci evi hatırlamadı. Biliyor da hatırlamadı. Bombaların kendisine Muzaffer Tekin tarafından Ataşehir’de verildiğini söylediği Pınar Sitesindeki evde daha önce keşif yapıldığı için keşif yapılmadı. Doğal olarak tertibin en önemli ayağında bulunan bu dinci yayın organından ahlak, fazilet ve erdem beklemiyorum. Osman Yıldırım’a tertipçiler evi buldurmakta başarılı olsalardı flaş haberler ile görsel medyalarında alt ve üst yazılar geçerek yazılı basınlarında 8 sütuna manşetten Osman Yıldırım eliyle koymuş gibi örgüt evini buldu. Osman Yıldırım Muzaffer Tekin’den bombaları aldığı evi gösterdi, tüm zihinlerini şer sloganlar bulmaya zorlayacaklar her gün bizleri gündemde tutacaklardı ayrıca köşe yazarları bu konuyu işlemekten geri kalmayacakları gibi açık oturum programlarında çok bilmiş kendisine yazar çizer, strateji diyen Ergenekon soruşturma ve kovuşturma sürecinde mantar gibi çoğalan aydın bozuntularının hayasızca salvo atışlarını görecektik. İktidar sahipleri ise bak gördünüz mü gerçekler gün be gün açığa çıkıyor. Cumhuriyet Gazetesini Ergenekoncular bombalatmış. Danıştay’ı da bastıran onlar. Ama o günlerde bizlere nasılda saldırdılar. Camilere bile gidemedik. Gerçek Cumhuriyete sahip olan insan camilere gider bedenini siper eder ama yinede gider. Diye yüzümüze baka bak yine yalanlarını katmerleştireceklerdi. Bizleri bugüne kadar hukuk yargılamadı ki medya ve siyasetin tutsağıyız. Sayın Hüsamettin Cindoruk’un 26 Eylül 2010 günü bir televizyon kanalında sarf ettiği şu sözle yargının içinde bulunduğu durumu açıklamak bakımından çok önemlidir. Sayın Cindoruk tecrübeli bir siyasetçi olarak onların istihbaratları kadar bizimde istihbarat kanallarımız var. Devlet bürokrasisinden bilgi alıyoruz. Silivri mahkemelerinin arkasında Başbakan ve Adalet Bakanı var. Tahliyeleri durduran, tahliyeleri temin etmek için güçlü otoritelerle görüşme yapan odur. Menfur Danıştay saldırısına malum güç odakları tarafından ismim karıştırılıp medya linçine tabi tutulduğum günlerde iktidar sahipler tutuklanmam adına kuvvetler ayrılığını yok sayarak her türlü ahlak ve hukuk dışı baskılar yapar iken gerçek hukuku işleterek beni serbest bırakan yargıç için Çanakkale’yi denizden geçmek isteyen emperyalist güçlerin yenilmez gördükleri armadalarına kilit vuran kahramanlar kadar önemli bir görevi yerine getirmiştir demiştir. O zaman mahkemeniz ise bu tertibe son verdiği takdirde Mustafa Kemal Atatürk’ün Gelibolu yarım adasının tamamında elde ettiği büyük zafer ile tarihin sayfalarında yer aldığı haklı onura eş bir görevi yerine giteceğinizi arz etmiştim. 2. Cumhuriyetçilerin, yeni Osmanlıcıların vesayetçi ve statükocu ilan ettikleri Anayasamızın temel ilkelerini savunan kurumları niçin hedef alındı? Türkiye Cumhuriyeti rejiminin değiştirilmesi için. Oyun kurucuların önündeki en büyük engel oldukları için. Saygın Başkanım, bugün celselerde hala tertip içinde olanların oyunlarını bozmak için büyük çaba gösterseniz de artık çok geç. Daha önceki celselerde arz ettiğim gibi birleştirme kararı aldığınız gün Sayın Veli Küçük ve Muzaffer Tekin için sadece sizin veya bir üyenizin tahliye istemesi bile birçok şeyi değiştirecekti. Başbakanın geçtiğimiz ay medya mensuplarıyla yaptığı toplantıda sarf ettiği bir söz ve Cumhurbaşkanı da sıkça gündeme getiriyor. Silivri’de adaletin gecikmesini istemiyoruz. Siyaseten yürüyen bu dava ile ilgili bana bir ipi ucu vermiştir. Şöyle ki; Yakında gerçekleşecek tahliyeler için Başbakan icazet vermektedir. Fakat ne benim nede Sayın Veli Küçük’ün tahliyelerini gerçekleştirmek bir yana isteme cesaretini bile gösteremeyeceksiniz. Çünkü, her zaman söylediğim gibi kirli siyasete bizi malzeme etmeniz gerekiyor. Özelikle genel seçimlere kadar Danıştay’ı Ergenekoncular bastırdı ifadeleri büyük pirim yapacak. Böylece de, mağdur ve mazlumu oynamaya devam edecek. Seçimlerden sonra da bölücülere pazarlık konusu yapılmamız için rehin tutulmamızda fayda var. Almanya’da Gaymar Cumhuriyetini kim yıktı? Adolf Hitler. Hitler kurduğu cumhuriyet in adı neydi? Demokratik cumhuriyet. Hitler’in parlamento darbesiyle kurduğu cumhuriyetin silahlı güçü neydi polis güçü. Hitler’in diktatör olarak olmak istediğini anlamayıp ona yetki kanunu veren kimlerdi? Merkez sağ partiler. Hitler’e diktatör yapacak yasalar ve uygulamalara mecliste karşı çıkan kimdi 88 sosyal demokrat milletvekili. Hitler’in arkasındaki meclis gücü kimdi? 441 milletvekili. Hitler’e karşı çıkan basının ve muhalefetin başına ne geldi? Hepsi cezaevlerine tıkıldı. Hitler sivil diktatörlüğün ilk adımını basını susturmakla attı. Öncelikle hedefinde Vozişs Zeytung Gazetesi ve onun genel yönetmeni Corc Bennart vardı. 4 Ekim 1933’de Alman Basın Kanunu çıkarıldı gazetecilik kamu mesleği sayıldı bu yasayla basın devlet, dolayısıyla Nazi propagandası yapmak zorundaydı. Böylece gazetecilik devlet görevlisi haline dönüştürüldü. Öncelikle de Ouştayn ailesinin amiral gemisi Vozişs Zeytunga büyük bir kıyım yapıldı arkasından değerleri geldi. Almanya’da yaşanan kıyım süreci bugün Ergenekon operasyonuyla Türkiye’de yaşanıyor. Türkiye’deki yandaş medyanın bazı köşe yazarları solcuların köşe yazarı olmasından rahatsızlık duyup gazete patronlarına bunların işine son verirseniz AKP ile ilişkileriniz düzelir diye yazabiliyorlar. Bu yetmediği gibi Ergenekon savcılarına bu yazarları hedef gösteriyorlar. Bunları sorgulayın diye yazmaktan utanmıyorlar. Almanya’da yaşanan olaylar ile İran’da da yaşananlar aynıydı. Ayetullah Humeyni İran’ın hürriyeti olan Ayendegan Gazetesinin yalanlar yazdığını söyleyerek İran halkını bu gazeteyi boykot etmesini istedi söylem sizlere bir şeyler çağrıştırıyor mu? Ayendegan Gazetesi niçin hedefteydi? Kamusal alanda kadınlara baş örtüsü zorunluluğu getiren yasalara Ayendegan karşı çıktı. Türban kararı ile ilgili Anayasa Mahkemesinin aldığı karar öncesi bir gazetenin 411 el kaosa kalktı başlığı sıkça eleştirilmektedir. Ne benzerlik değil mi? Peçesiz dolaşan kadınların çığlıklarını duyan tek gazete Ayendegandı. İçki satan büfelere, fabrikalara yapılan saldılar Ayendegan’da yer buldu. Kızların evlenme yaşının 18’den 13’e düşürülmesine Ayendegan karşı çıktı. Yıllarca şaha karşı mücadele veren gazete sonunda Amerikan’cı Siyonist ilan edildi ve kapatıldı. Hala biri Hitler, biri Humeyni ve Türkiye ‘de Doğan Medya’nın başına gelenler. Hala darbeyi yalnız askerlerin yaptığına inanıyor musunuz? Yeri gelmişken İsmet İnönü’yü Hitler’e benzetenlere tarihten bir not düşmek istiyorum. Ankara’ya götürülmek üzere İzmit’e getirilen Ali Kemal linç edilmiş ve cesedi beyaz önlük giydirilerek dar ağacına asılmış. Boynuna Altın Kemal yazılı levha konmuştu. Lozan’a barış görüşmeleri için giden İsmet Paşa mola verdiği İzmit’te bu manzarayı görünce çok sinirlenerek şehitlerin, kahramanların, soylu hatırlarını böyle bir cinayetle lekelemeye kimsenin hakkı yoktur. İnsan cephede savaşarak ölür. Mahkeme kararlarıyla idam olur böyle bir şey kabul edilemez diyerek tepkisini dile getirmiştir. Cumhuriyet rejimine Atatürk ilke ve devrimlerine alerji duyanların bu gerçekleri bilmemeleri çok doğal. Bugün ülkemizde bir sivil darbe süreci yaşanmaktadır. Bu sürece de maalesef en büyük katkıyı maalesef mahkemeniz sağlamıştır. Aldığınız kararlar ile yargının bölünmesine, etkisizleştirilmesine aşağılanmasına sebep oldunuz. Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir şekilde ordunun asimetrik psikolojik bir savaşa maruz bırakılmasına olanak tanıdınız. Üniversitelerin susturulmasına, yurtseverlerin terörle anılmalarına alet oldunuz. Anayasamızın değiştirilmesi çığırtkanlığı ihtiyaçtan mı yoksa dış güçlerin dayatmalarından mı kaynaklanmıştır. İhtiyaç olsa da dayatma dışardan olmuştur. Örnek mi, Hatsın Üniversitesi Üyesi Joun Sülvin Türkiye’nin laiklik anlayışı artık değişmek zorunda ve değişimi garanti altına alıp koruyacak bir anayasa gelmek zorunda diyebilmektedir. CIA Ajanı Türkiye Masası şefliği yapmış Paul Henzi ise hazırladığı raporunda Türkiye’yi federalizm büyütecek İstanbul başkentli yakın doğu federasyonu kurulabilir ama önce Kürtlerle yakınlaşmak gerekiyor ifadelerini kullanıyor. Niye Ankara’nın İstanbul’a taşınma söylemleri gündemde çünkü Ankara Milli Mücadelenin kalesi Başkanım, burası da Bizans’ın. Yukarıdaki ifadeler Anayasa değişikliğinin hangi odaklarca düğmeye basıldığını açıklamaya yetmiyor mu? Bugün sıkça demokratik özellik, federasyon kelimeleri telaffuz edenlerinde ilham kaynakları, akıl hocaları ortada. 12 Eylül Anayasasını son değişiklik öncesi 90’a yakın maddesi değiştirildiği halde son kampanya da yargının ve ordunun devamlı yıpratılmasının altındaki gerçek neydi? Nihai hedef Anayasamızın değiştirilemez maddelerinin değiştirilmesidir. Başbakan öyle bir şey düşünmüyoruz diyebiliyor. Ne demek düşünmüyoruz. Anayasa Mahkemesinin başındaki zat bunu gündeme tartışmaya açıyor. Ona da yavaş yavaş kamuoyu hazırlıyor. Nasıl olsa ulusal devlet ve üniter yapıyı koruyacak yüksek yargıda artık can çekişiyor. Taleplerime geçmeden çok kısa bir tarihten not düşmek istiyorum Sayın Başkanım. Almanlar, Fransızlardan hep şamar yiyorlar gel git, gel git diyorlar ki hata nerde? Bakıyorlar hata diyorlar gençlerimiz, çocuklarımız tarihini bilmiyorlar. Tarih bilinci enjekte edildikten sonra da ibre bu sefer tersine dönüyor. Şimdi yakın tarihimize bakarsak bugün yaşadıklarımızı birebir motamot görebiliriz. Malum birinci paylaşım savaşı, dünya savaşından sonra İngilizlerin Osmanlı üzerinde emelleri vardı. Neydi bu emeller? Hem siyasi hem de iktisadiydi. Siyaseten Arabistan’ı, Suriye’yi Mezopotamya’yı Osmanlı’dan koparmak, Osmanlı’yı milliyetçilik esaslarına göre parçalayıp federalitik bir devlet yapısına dönüştürmek ve doğuda kukla Ermenistan ve Kürdistan kurdurmaktı. İktisadi hedefleri kapitülasyonları tekrar gündeme sokmak Osmanlı maliyesini de Duyunu Umumiye’nin emrine vermek. Bunun için ne yaptılar biliyor musunuz? Öncelikle milliyetçi, ulusalcı olan İttihatçılarla anlaşıp anlara zor şartları dayatıp halkın gözünde itibar kaybetmelerine neden olmak istediler. İttihatçılar bu tuzağa düşmeyince bu sefer milliyetçi, ulusalcı, bu kesimleri tasfiye etmek için padişahla, Vahdettin’le anlaşarak önce İttihatçı hükümeti devirdiler, Fethi Paşa Hükümetin kurdular. İlk yaptıkları neydi biliyor musunuz? 2500 kişilik bir liste ve suçlamada Ermeni ve Rum tehcirinde dahli oldukları için bunların yargılanmaları. Aynen bugünkü gibi, Peyami Safa, Alemdar, çok büyük yayınlarla hükümeti uyuşuklukla itham ederek tutuklulukların artmamasını, arttırılmasını istediler. O günlerde Diyarbakır Cezaevinden Doktor Reşit firar etmişti. Hah dediler darbe yapacaklar. Darbe söylentileri ağızlarından salyaları akarak yayıldı bütün yurtta ve Mili Kongrenin Başkanı Doktor Esat Küçük ve arkadaşları bugün olduğu gibi pijama terlik, otuz kişi tutuklandılar darbeci diye. Ama esas amacı kişiler değildi. Çünkü kurumlar yıpratılmazsa esas hedefe gidilemezdi. Bunun içinde tuttular Enver Paşa’nın 1. Dünya Savaşında İngilizlere en büyük zayiatı veren Müsallahı Müdafaayı Milli adı altındaki istihbarat teşkilatın küçülttüler Harbiye Nezaretine bağladılar. Deniz Kuvvetlerin güçlendirmek için kurulmuş Donanma Cemiyetini Bahriye Nazırlığına küçülterek bağladılar. Jandarmayı küçültülür, Jandarmayı Dahiliye Nezaretine bağladılar. Ve bugün olduğu gibi, bugün olduğu gibi Tetkiki Hesabat ve Feyyat Komisyonları kurarak Genelkurmay’ın kozmik odalarına girdiler. Ve birer birer evrakları didik didik ettiler. Mektepli subayları rütbelerini indirerek ordudan onları istifaya zorladılar. Alaylı subayları orduya aldılar. Yayın organlarında onlara haydut başları diyebilecek kadar ileri gittiler ve iftiralar attılar. Bugüne ne kadar çok benziyor değil mi başkanım. Ve daha sonra da 4 Aralık 1919’da dinci Liberal Hürriyet İtilaf Fırkası Damat Ferit Başkanlığında hükümeti kurdu. Damat Ferit’in ilk söylediği yaptığı iş Divanı Harpteki görevlilerin maaşlarını arttırdı ve dedi ki aradığımız bir savcı bulamıyoruz. Bunlar tarihin sayfalarında var. Yine bugünkü gibi. Ondan sonra da daha da artı yayınlar. Bu adamlara dediler sehpaları as. İdama sehpaları asın öldürün Kaymakam Kemal Bey’de asıldı. Ne oldu sonra? Siyaseten ve iktisaden İngilizler istediklerini elde ettiler. Ama her daimde darbe söylentileri gündemde kaldı. Milli bankalar el değiştirdi, milli kuruluşular el değiştirdi, birçok aydın bile artık çıkmaz.Ya İngiliz mandası ya da Amerikan mandası dediler. Ve bir halk oyması yapıldı yüzde 60’ın üstünde insanlar İngiliz himayesini istiler. Bakınız basının ne kadar etkin olduğuna. Ama o zaman birileri halkına inanıyordu. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Bugün 29 Ekim 1923’de kuruldu 2008’de tasfiye olan, oluyor diyen alçaklar unutmasın. O özgürlük ateşini içindi taşıyan on milyonlarca insan var. Onlarda bir gün Samsun’a çıkacaklardır. Taleplerime geçiyorum başkanım. Taleplerime geçmeden söylediğim konuları 1 değil, 10 değil, çok tekrar ettim. Ama kendime anlatamadığım düşüncesiyle sizinde geçen gün bir beyanımda okuruz ifadenize hakikaten lütfedip okuyacağınızı bildiğim için teknolojiyi de kullanamadığım için elimle yazdığım bu davayı baştan sona kadar çökerten notlarımı arz ediyorum. Savunma mahiyetinde. Biraz öncede arz ettiğim gibi taleplerimde daha önce huzurda ifade edeceğim hususları birçok kez geçmiş celseler de dile getirdim. Fakat bugün bile asgari zeka seviyesinde insanların anlayabilecekleri hususların anlaşılmadıklarını görünce itibarlı tanık ve gizli tanıklar kadar kendimi anlatma bahtiyarlığına erişememenin üzüntüsünü yaşadım. Onun içindir ki bu celse bazı konuların üzerinde bir kez daha durarak belgeler ile kendimi savunmaya çalışacağım umarım bu kez başarırım. Şimdi birincisi başkanım, 156. celsede mütalaasında Savcı Mehmet Ali Pekgüzel bende internetten indirilen Ergenekon lobi belgesi olduğunu bir kez daha yeniledi. Benim örgüt lideri yapılmamın tek kaynağı bu belgedir. İlk günden beri de canhıraş haykırdım. Yok dedim yok yok. Yalan söylüyor dedim iddia makamı. Şimdi benim mi doğru iddia makamının mı doğru olduğunu ispatı için bu belgeyi görmek istiyorum bir. İndirebilirler hemen. Bununda önlenmesi için bilgisayarımın bilir kişi incelemesinin yaptırılarak böyle bir belgenin benim tarafımdan indirilip indirilmediğini talep ediyorum. İki, şimdi Sayın Mehmet Ali Pekgüzel 161. celsede Alparslan Arslan’ın telefon numarasının benim telefonumda kayıtlı olmadığını söyleyerek yalan beyanda bulunmuştur. Amaç tutanaklara müphem ifadeler sokarak kendince hala iddianamesine malzeme sağlamaktır. Ataşehir’de durumdan vazife çıkararak iddianame formatında tutanak hazırlayan polislerin zihniyeti de budur. Bir başka teflon cihazı ile ve hattı ile konuştuğum şüphesi devem ettirilmek istenmektedir. Halbuki savcıların elinde ve 1190426 dosyası mevcut olup 2001-2006 yılları arasındaki görüşmelerimin tamamı kayıtlıdır. Bunlar da toplam 44441 adettir. Orada benim hangi telefon cihazı hattından Alparslan Arslan ile görüştüğüm net olarak görülür. 2000 yılında gözetime alındığımdaki telefon fihristime bakarak. Yok denilmesi yanıltma amaçlıdır. Halbuki evimde kızımla beraber kullandığım masa üstü bilgisayarı arızalı olduğu için orada Alparslan Arslan’ın daha önce avukat kimliği ile tanıştığım dönemdeki telefonları mevcuttur. Bir telefonla. Savcı Mehmet Ali Pekgüzel, Avukat Burhan Gür’ün sorgusunda Ayhan Parlak, Doğuş Factoring’le fiilen irtibatlımıydı sorusunu sorarken. İstediği cevabı alabilmek için biran heyecanlandı. Ve adrenalinin yükseldiğini oturduğum yerden ben hissettim. Amacı Ayhan Parlak ile beni irtibatlandırarak hala bu kirli tertibi devam ettirmektir. Ben Ayhan Parlak ile hiçbir ticari faaliyet içinde olmadığımı defalarca arz ettim. Ayhan Parlak’ın ise herhangi bir dönemde hissedar olup olmadığını bilmiyorum dedim. Savcı ticaret sicil gazetesinden hala bunu tespit edemedi mi? Ayrıca beni sadece ve sadece şirket vasfı düşmesin diye rica ile ortak olmak teklifini kabul etmeme rağmen noterden devir teslim işlemi yapılmadığı şirkete sahte imzalar ile ortak edildiğimin hiçbir dönemde yönetim üyesi olmadığımın mahkeme kararlarını arz ettim. Savcıların lehe olan hiçbir bilgeye itibar etme özellikleri olmadığı için bugün bu konuya tekrar değineceğim. Mahkemenize arz ettiğim bu belgelerin ara kararlarınızda savunmalarıma dahil edildiğini duymadım bunu da talep ediyorum. İstanbul Ticaret Odası şirketin son tescilini 6.11.2009 tarihinde yaptırdığını belirtmiştir. Ergenekon örgütünün finans kaynağı olduğu haberleri yaptırılan, alçak adamların iftiraları ile ve hazırlatılan sahte belgeler ile beni karalamak isteyenlerin bu şirketin battığını kapandığını bilmemeleri mümkün değil. 2007’de sahneye bir kez daha konan tertibe 2003’de faaliyetini durdurmuş olan bir şirket hala malzeme yapılmak isteniyor. Amaç esas örgütü perdelemek, onlara da bu örgütü perdeleyenler de operasyonun arkasında olanlarda esas her zaman dediğim dışarıdaki asıl Ergenekonlar. Ergenekon ifademde yanlış Gladyo. Peki bu şirket faaliyetteyken herhangi bir gayri yasal işlemi olmuş mu? Var ise niçin gereği yapılmamış. Ahmet Çekelkıran krizdeki bir şirketin şirket vasfının düşmemesi için diplomamı istediğinde ilk sözüm sakın bana yasal bir sorun çıkarmayın oldu. Öyle bir şey olsa abi ben kızımı bu şirkete hissedar yapar mıyım dedi. Ben savcıların yaratmak istediği profildeki gizemli örgüt yöneticisi vesair konumunda bir adam olsam niçin o şirket ile kendimi deşifre edeyim. Bu tertibin medyadaki bednaya adamları efaik ve fazialar ile bana suç isnat etmek için benim şirket yönetim kurumu başkanı olduğumu yazdılar. Bir meslektaşının bidon kafalı dediği Şamil Tayyar Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin nihai karar vereceği gün televizyonlarda kanal kanal dolaşarak ağzından salyalar akıtarak kitabında yer verdiği ve benim açtığım mahkeme kararıyla da tescil olan iftiralarına utanmadan devam etti. Hukuk devletinde bu adamların bu gayreti bu telaşları nedendir. Bir tek iftira ile insanların dengesi bozulurken son örneği Arda Turan. Ben 4 yıldır bu hayasızca saldırılara maruz bırakıldım. Adalet limanınıza sığındım dedim ama bugüne kadar bu sefillere karşı bizleri koruyamadınız. Hele hele duruşmalarda yaşanan trajikomik olaylara artık tahammül gösterecek halimiz kalmadı. Kadıköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi Doğuş Factoring, Doğuş Finans ile ilgili açtığım davada, esas no: 2004/660 kar no. 2009/93 ile verdiği hüküm gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere 26.12.2001 tarihli 2002/22 sayılı 23.4.2002 tarihli 4 ve 5 sayılı 12.6.2002 tarihli 2002/9 sayılı yönetim kurulu kararlarının geçersizliğinin ve davacının davalı şirket yönetiminde hiçbir dönem de yöntem kurul üyesi olarak görev almadığı olmuştur. Kadıköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi Doğuş Factoring ile ilgili açtığım davada esas no: 2004/662 karar no: 2009/383 davacıya atfedilen imzaların davacı imzaları ile karşılaştırıldıklarında aynı el ürünü olduğunu gösterir yeterli uygunluk ve benzerlik bulunmadığının bildirildiği görülmüştür. Hüküm, davanın kabulü ile davacının davalı şirket yönetiminde hiçbir dönemde yönetim kurul üyesi olarak görev almadığının tespiti verilmiştir. Talip Doğan Karlıbel’e imar merkezlerinde hazırlatılan sahte belgeler ile şahısıma iftira attırıldığını. Henüz iddianame hazırlanmadan resmi makamlarca yapılan yazışmalar ile bunların çürütüldüğünü, savcılar bu gerçeği bildikleri halde niçin bunları iddianame eklerine koyduklarını bunların eklerden çıkarılmasını talep ettim. İftiracı hakkında da suç duyurusunda bulundum. Gereğini yapmadınız. Niçin? Sayın Özese bana arsa konusunu sordu. Tüm samimiyetimle arz ettim. Hala sormanızın amacı nedir. Bugün 1997 yılındaki dinleme kayıtları ortaya çıkarılabiliyor ise Müfteri Karlıbel’in iddia ettiği konuşma kayıtlarının ki yok varsa mahkemenizce istenmesini talep ediyorum. Merak etmeyin gerçekten kara para aklasa idim bey muamelesi görür, gözetimde iken ekonomik ve sosyal konumum itibariyle toplumdaki saygınlığım göz ününe alınarak serbest bırakılırdım. Şimdi müfteri Şamil Tayyar’ın Avukat Mehmet Ener ile yaptığı bir tertibi ihbar kabul edip bu davaları birleştiren savcılar yüreği varsa 93 yılından beri Eşref Bitlis’in suikast olayına karıştığını iddia eden yayın organının bugüne kadar tüm yayınlarının gerçekleştiği ortada somut bir veriyken aynı yayın organının Fethullahçılar kara parayla Türkiye’yi teslim alıyor gitsinler üzerine. İşte bunlar gizlenmek için burada bizler doğuşla, batışla malzeme yapılıyoruz. Gitsinler daha fazla uzatmamağım çünkü başkanımın bakışları şey yapıyor ama bitirmem lazım başkanım. Yani bunların çünkü en çok (bir kelime anlaşılmadı).”
Mahkeme Başkanı:" Süre geçti epeyce yani toparlayın lütfen.”
Sanık Muzaffer Tekin:” Geçti de başkanım hep benim şimdi bir Erkut Ersoy’la, Hüseyin Görüm’le.”
Mahkeme Başkanı:" Demek ki siz yapıyorsunuz onu o zaman.”
Sanık Muzaffer Tekin:” Efendim?”
Mahkeme Başkanı:" Yani hep siz değil, size özel bir şey değil yani. Bu genel bir şey.”
Sanık Muzaffer Tekin:”Evette en çok benim hedefte yani. Hep de Danıştay konuşuluyor ya.”
Mahkeme Başkanı:" Onun için 15 dakika da süre arttı.”
Sanık Muzaffer Tekin:” 15 dakikada toparlarım başkanım.”
Mahkeme Başkanı:" Efendim artı 15 dakika fazla zaten. Süreyi geçirdiniz, toparlayın lütfen.”
Sanık Muzaffer Tekin:” Öylemi çok az 15 dakikada toparlarım başkanım. Şimdi önemli bunlar talep çünkü bunlar. Bunlar talep başkanım. Şimdi beni duruşmaların ilk gününde başkanım mahkemenize özelliklede savcılara bir sitenin adını vererek araştırılmasını talep etmiştim. Bizlerin telefon konuşmalarımız, mesajlarımız, günlük notlarımız, ajandalarımız, didik didik edilerek bilgisayarlarımızdaki en masum ifadele suça dönüştürülmeye çalışılırken. Gerçek örgütü perdelemek için biraz önce arz ettim. Doğuşla batışla hedef saptırarak iddia makamından ümidimi kestim ve mahkemenizden talep ediyorum. Bu cumhuriyet yıkıcılarının mercek altına alınmasını talep ediyorum. Öylesine cesurlar ki bakınız pervasızca neler söylüyorlar. İşte size örgüt, www.network54.com sitesi bu kafirler Müslümanlara senelerce kan kusturdu artık yetti, bardak taştı bundan sonra susmak yok. Aslında hedef 4 tanesinin birden gebertmekti ama olmadı, olmadı neyse sağlık olsun ey ümmeti İslam şimdi bir konuyu oylamaya açmak istiyoruz. Bundan sonra türban düşmanlarından hangisinin hesabını görüp defterini dürelim. Burada vereceğiniz cevaplar bize ışık tutacak. Yine bence bundan sonraki isim türbanlıları başın poposu, onlar daha ahlaksızca yazmış açmaları için Atatürk’ü kafir ikna odalarının baş mimarı Türkan Saylan olmalı. Öldürdünüz. Bence şimdide Erdoğan Teziç haklansın. Uyguladığı türban yasağı ile on binlerce Müslüman kızın eğitim hakkını elinden aldı. Bence öncelikle Kemal Alemdaroğlu ve devam ediyor. Burda yargıladığınız hiçbir sanığın şunun binde biri bir söylemini duydunuz mu başkanım. İşlem yapsın dedim araştırmadı savcılar sizden şey yapıyorum işte örgüt. İşte örgüt, benim 2004 yılında Alparslan Arslan’la 3 telefon görüşmem var. Biri bayram. 2005’de yok 2006’da yok, aramamışım ama son güne kadar 145 telefon görüşmesi araştırdılar mı burda gayretlerinizle avukatların gayretleriyle ortaya çıktı. İşte o yayınlar gerçeği biliyor. Danıştay 7. Daire Başkanı hedef yapılmasa Mustafa hayattaydı. Geçiyorum. Bu talebimi incelenmesini, mercek altına alınmasını tekrar arz ediyorum. Bana Alparslan Arslan ile ilişkinizi niye gizliyorsun diyen savcılar benim hiçbir şey gizlemediğimi çok iyi biliyorlar. Maddi delilleri ile çok açık ortada olan tarikat bağını kesmek için her türlü entrikalar ile Süleyman Esen’i bu iddianameden soyutladılar. İddianameyi hazırlayanlar ile hala bu tertibin devam etmesine çaba gösterenlerde hiç vicdan olmadığını biliyorum. Bu yaşananlar ile sabit. Bir düşünür bir yargıçta önce vicdan olmalıdır diyor. İnsan olma erdemini yitirenlerde meslek ahlakı olmadığı gibi onların vicdanlı olmaları da beklenemez. Osman Yıldırım’ın bitmek tükenmek bilmeyen iftiraları konusunda mahkemenizin dikkatini çekmek içini 160. celse bir sunum yaptım. Bildiğiniz konulardı. Ama niye yaptım çünkü aynı konular temcit pilavı gibi döndürülüyor, döndürülüyor, döndürülüyor ortamıza geliyor. Artık en son yumruğu kim vurursa o kazacak. Savcılarla biz artık bu çekişmeye girdik. Biz delileri yok ediyoruz onlar delil yaratamaya. Bende oturdum gece gündüz bunları hazırlardım sundum. Şimdi diyelim ki başkanım hala bu davaların birleştirmesi konusunda bu kadar gerçeklere rağmen iftiralarını çözemediniz Osman Yıldırım’ın öyle var sayalım. Huzurunuzda yaşananları peki nasıl izah edeceksiniz? Bankın bir iki örnek; Ulusal Birlik Partisinin açılışında katıldığım iftirasını attı. Kayıtlar geldi var mıyım başkanım. Niye işlem yapmıyorsunuz? Teoman Ekşioğlu’nu kendisine gönderdiğimi ve dini içerikli konuşmalar yapsın iftirasını attı. Niçin işlem yapmıyorsunuz başkanım? 160. celsede gıyabımızda mahkemenize sunduğum bir dilekçede Saygın Başkanımız hassasiyetle bunu bizlerin öğrenilmesini sağladı ve bizde bunu bu şekilde öğrendik yoksa öğrenemeyecektik. Örgüt üyesiyim diye bu davaları birleştiren, sorgusunda ben örgüt üyesi değilim, çıkar amaçlı iş aldım diye ısrar eden adamın bu kez yine örgüt şemaları yapıp bizlere iftira atması yaklaşmakta olan tanık, gizili tanık ifadesi için bir alt yapı oluşturmak için midir? Dilekçesine Saygın Yargıç Köksal Şengün okumak isteyince niçin salondan kaçmaya kalkıştı niçin dilekçemi geri çekiyorum dedi? Niçin ifadelerimi kabul etmiyorum dedi? Bunların bu mahkeme nezdinde hiçbir önemi yok mudur? Hala bir sürü fırıldaklar ile mahkemeyi yönlendirmek isteyen bu adama bu davranışlarının hesabını niçin sormuyorsunuz? Osman Yıldırım’ın hapishanelerde beklentisi kalmamış, ahlaki değerlerini yitirmiş insanlar için iftiracılık müessessinin başlatılmasına kötü bir örnektir. Bu tip insanlara cezaevi, müeyyide, cezai müeyyide uygulamadıkça daha bir sürü Osman Yıldırımlar peydah olacaktır. Nitekim burda çöken tertibe yeni bir malzeme, Erhan Özer diye bed mayi adam kanallarda ve gazete sütunlarında yer almaktadır. Bir kez daha huzurunuzda şahsıma attığı iftiralar için suç duyurusunda bulunuyorum. İtirafçı ve iftiracı olmadığım için savcılar bu talebimi kale almayacaklardır. Talebim mahkeme heyetinedir. Menfur Danıştay saldırısından sonra tertipçilerin aynen Osman Yıldırım karakterinde ve meziyetinde olan bir adam Engin Balbars’ı aleyhime delil üretmek için çok çalıştıklarını fakat aklı selim yargıçların buna itibar etmediklerini çeşitli vesileler ile arz etmiştim. 53. celsede kendisine silah, cephane temin ederek bazı kişileri öldürmesi için benim talimat vermediğimi ikrar ederek ben böyle bir şey söylemedim savcıma, savcı ekleme yapmış, savcı ekleme yapmış ifadesiyle savcıyı suçladığını, halbuki bahse konu savcı tertip içinde olsa benim hakkımda işlem yapılacağını arz ederek bu evrakta sahtecilik yapanları lütfen bulun talebinde bulunmuştum. Zatıaliniz de dosya numarasını aldınız, bilmiyorum bu tertipçilere ulaşabildiniz mi? Bu talebimi de yineliyorum. 41 ay sonra şahsım için lehime tanıklar eşim olmak üzere çevremde insanların dava dosyasına tanık olarak girmeleri istendi ve girdi. Ben artık o tanıkların tanık ifadelerinden feragat etmelerini istiyorum. Benim hiçbir tanıkla bu mahkemeden tahliye olacağım düşüncem yok. Ve onlarında bu mahkemenin uzatılmasına sürecine alet olmalarını istemiyorum. Bütün benim lehime olan tanırların bu dava dosyasından düşürülmesini istiyorum. Şimdi Sayın Başkanım, biraz sonra söz vereceksiniz akşam mütalaada bulunacak sayın savcılar, suç şüphesi mevcut delil durumu ve işte bulundukları durum filan bir şeyler o cümleyi sevmediğim için toparlayamıyorum. Halbuki Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi özür dilerim esas no: 2009/3007, kara no: 2010/6633 savcıların şüpheli olduğunu tescil etti mahkeme kararıyla. Ben şüpheli değilim, savcılar şüpheli. Yine ısrarla benim hiç devlet rejimi demiyor hep hükümete karşı. Halbuki hükmet şey karşı olmuş, laiklik karşıtı eylemlere karşı ben şey yapıyorum. Beni takdir etmesi lazım ki öyle benim gayri yasal bir işlemim yok. Savcılar Atatürk’e hakaret davasından haklarında şey yapılmış, suç duyurusunda bulunmuş. Şimdi geliyoruz bu da çok önemli İstanbul 2. Hukuk Mahkemesini 2010/126 esas sayılı tazminat davasında Savcı Mehmet Ali Pekgüzel’in 22.4.2010 tarihli cevabi dilekçesinde 2. sayfasında diyor ki polisin gönderdiği kayıtları soruşturma dosyasına aynen dahil etmenin bir diziye sakıncası olabileceğinin kabul ve itiraf ediyor. 4. sayfasında didik didik okudum diyor ki polisin gönderdiği kayıtlara incelemeden iddianameye dahil ettiğini beyan ediyor. Bende hep bugüne kadar diyorum ki savcılar bu iddianameyi hazırlamadılar ki, bakın belgeli. Yine bir belge Sayın Başkanım. Burda da Savcı Zekeriya Öz hakkında Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü Galip Tuncay Tatar imzalı 7 Ocak 2009 tarihli ve 13207 sayılı müfettiş raporunda Zekeriya Öz’ün suç teşkil eden eylemleri olsa bile zaman aşımına uğradığı tespitinde bulunmuş. Ha beni bu devamlı karalamak isteyen savcılar var ya başkanım beni, şimdi bakın onlar hakkında neler var? Diyor ki avukatlık yaparken 94 yılında hakimlik mesleğine geçmesine rağmen 18.12.97 tarihine kadar baro kaydını sildirmedi. Cine Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığı dönemde Mehmet Ocaklı isimli iş adamından haraç ve bu kişiye ait benzin istasyonundan ücretsiz benzin aldı. Haraç ve ücretsiz benzin alması nedeniyle Mehmet Ocak tarafından rehin alındığı halde şikayetçi olmadı. Çine’de görev yaptığı sırada diğer Cumhuriyet Savcısına ATGV adına bu nedir herhalde avukatların bir şeyi başkanım, ada, vakfıymış edilen gelirleri paylaşma teklifinde bulunduğu. Çine’de görev yaptığı sırada İstanbullular Nakliyat isimli firma ile araba alım satım işi yaparak ticari faaliyette bulunduğu, Fethullahçılar tarikatıyla ilişkisi olduğu, Mustafa Kemal Atatürk’e beton Kemal diye söz ettiği İstanbul’da geçekleştirilen çeşitli terör eylemlerinin sanığı olarak Koceli 1. nolu F tipi yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumunun tutuklu bulunan Lauis Saka ile ABD’den gelen 4 CIA ajanıyla 15.11.2005 tarihinde görüşüldü. Şimdi burda da bir darbü mesel aklıma geldi. Ey ne günlere kaldık gazi hünkar eşek murdar başı katır hükümdar. Şimdi bitti başkanım. Daha çok var konuşacağım ama sabrınızı zorlamak istemiyorum. Son olarak şunu söylüyorum; Kim katlanırdı, kim katlanırdı yoksa zalimin kırbaçlarına, küfürlerine, zorbanın haksızlığına, kibirli adamın hakaretlerine, hor görülen vatan aşkının acılarına, adaletine gecikmesine, devlet görevlisinin kendini bilmezliğine, sabırla bekleyen erdemli kişinin değersiz insanlardan gördüğü muameleye. İnsan yalın bir hançer darbesiyle hesabı kesebilecekken kim katlanırdı bu yorgun yaşamın yükü altında homurdanıp terlemeye, yukarıdaki sözleri yıllarca önce Hamlet söylemiş. Lakin bugün benim yaşadıklarımı ve duygularımı öylesine güzel anlatıyor ki, dursun keyfi hükmünde terazzüyü adalet. Haffın var ise mahkemeyi ruzu keza da. Ziya Paşa kıyamet günün mahkemesinden korkun var ise adalet terazisin daime avucunun içinde tut. Orada bulunsun diyor. Ziya Paşa doğru diyor da bu terazi şimdi nerde beni sabırla dinlediğiniz için saygılarımı arz ediyorum.”
Sanık Veli Küçük söz istedi, verildi:” Sayın Başkanım, Değerli Üyeler burda birkaç kez savunma yapmaya çalıştım yani, çalıştım da olmadı demek. Pek anlatamadım söylediklerimi demek. Burda halen bekliyoruz bir şeyler söyleyecekler, bir şeyler yapacaklar, bana bir bilgi verecekler diye bu bilgiyi verende yok. Kısa keseceğim Sayın Başkanım geçen süremi aşmışım onu telafi ederim. 2 senedir yargılanıyoruz. O kadar çok aksaklıklar tespit ettik ki. O kadar çok yanlışlar ortaya çıktı ki. Bunu siz çok açık gördüğünüz gibi artık kamuoyuna da mal oldu bu mahkeme bu dava. Ama bu yanlışlardan bir türü geriye dönülmedi ve dönülmeyecek. Sayın Başkanım bütün samimiyetimle söylüyorum sizi anlıyorum ben. Savcılar dahil olmak üzere. Şu salonda oturulması en zor olan yer orası ben orda rahatım yatacağım. Niye tutturdular, bunun ne davası olduğunu ben anlayamadım. Yargıtay dedi ki bakın dedi şu Osman Yıldırım dediğimiz güvenilir, itimat edilir, aslan gibi adamımız, diyor ki biz Ergenekoncularla beraberdik diyor. Şunu bir araştırın diye size buraya dosyayı gönderdi. Osman güvenilir kişi. Bir bakın dedi irtibatları var mı bunların biz irtibatı araştırmıyoruz şimdi. İrtibat yok. Biz doğrudan doğruya bu Ergenekon dediğimiz çakma sözde örgütün tutuklu sanıklarını Danıştay’ın sanıkları gibi yargılıyoruz. Şimdi onu yapıyoruz. Halbuki Yargıtay dedi ki bir bakın irtibat diyor bu dedi. Biz onun yapmıyoruz şuanda yargılıyoruz. Ha irtibat varsa devam edin yoksa bu davayı ayırın dedi. Ayıramıyoruz niye sizin oturduğunuz yer zor bir yer. Siz de görüyorsunuz ki bu davada bir irtibat kalmamış. Ama komşusunun komşundan bir şey bulabilirsek. Komşusunun komşusu ben Veli Küçük’ü veyahut da Doğu Perinçek’i o mahalleden geçerken gördüm. Bir güzüm ısırıyor yüzde 10 falan derse diye bekleme durumundasınız niye e yukarısı diyor ki bunu ayırma, mecbursunuz. Bunu ayırma diyor. Bunu devam ettireceksiniz. E siz bakıyorsunuz. Yav devam ettirecek bir şey yok. İki arada bir derede değimi bu sizin kürsü için geçerli. Ben orda rahatım. Ama bu böyle gitmeyecek Sayın Başkanım, bu böyle gitmez. İlanihaye gitmez. Ben bugün 26 Ekim benim ve benimle beraber olanların 1000. günü. 1000. gün bugün. Kutlama yapıyorum ben. 1000. günü, ben 1000 günde neler olduğunu anlatacağım. 1000 günde yalnızca burda değil, bu mahkemede değil, Türkiye’de neler olduğunu söyleyeceğim. Efendim, şimdi Osman’ı geçtik. Gizli tanıklar başlayacak şimdi. Osman bitti diyelim. Bitmezde. Osman çok itimat edilir, güvenilir birisi. Bitmezde bittiğini kabul edelim, yeni gizli tanıklar çıkacak. Size geçenlerde savunmamda bir şeyler söylemiştim. Bana Erzurum’dan meşhur Erzurum’dan gelen cezaevinden gelen bir mektubu savcılığa göndermiştim. Cezaevi mührüyle. O şey olacaktı. Gizli tanık olma peşinde zarf atmıştı. Savcılığa müracaat ettim gereken yapıldı. Şimdi yine gelen bir mektup var. Bu alır mı burdan ne bileğim. Ha alıyor bak ha. Bir mektup daha var. Bu mektup diyor ki bakın bu da cezaevinden Adana’dan geliyor. Adana’da hani ben gene Jandarma Genel Komutanlığı yapan Aytaç Yalman’la beraber 500 milyon doları getirmiş bir bankanın deposuna koymuştuk ya. Trenle getirmiştik yayın yapılmıştı. O bölgeden geliyor mektup diyor ki; Beni çok iyi tanıyan sözde birisi bu. Benim hakkımda bazı suçlamalar oldu ama ben hiçbirini kabul etmem. Etmeyeceğimde. Değerli komutanım ben burada bu burada bir şey yazmış karalamış sonra, yahut da birisi karaladı. Ben bu için çok olaylara karıştım. Çok faaliyet, faili meçhullerim oldu. Ama yıkılmadım. Ayaktayız. Hiçbir zaman yıkılmayacağız. Bunu cezaevinden yazıyor. Cezaevi bu mektubu gördüm diyor. Bir de şiir yazıyor arkasına benim için. Mühürlüyor, basıyor. Tanımıyorum. Ha bu gizli tanık olacak bir tertip daha var. Birisi çıkıyor diyor ki, cezaevinde yine, ben diyor Erhan Özen diye birisi. Bununda Cumhuriyet Savcılığının, özel yetki, Malatya Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığının talimatıyla tutuklu bulunduğu Amasya Cezaevinde ifadesini alınmış. Diyor ki; Ben diyor JİTEM’de çalıştım diyor. JİTEM’in adamıyım diyor. E kimle çalıştın, ben diyor 97 ile 2005 yılları arasında JİTEM’de gayri resmi istihbarat elde etmek amacıyla Veli Küçük ve Muzaffer Tekin birde Levent Ersöz emrinde çalıştım diyor. Ben 97’de Giresun Bölge Komutanıydım. 2000’de de emekliydim. Bu 2005’de benimle çalışmış. Muzaffer Tekin’le çalışmış. Levent Ersöz’le çalışmış. Bunun ifadesi alınıyor. Ve bu da karşımıza bir Osman getirilecek. Bu mahkeme böyle gidiyor. Bu dava böyle devam ediyor. Böyle devam edecek. Efendim şöyle düşünüyorum Sayın Başkan, buraya komşunun komşusu da getirildi. Dendi ki bakın dendi, bakıldı. Olmadı. Dendi ki bir ayağı kalkın dendi. Ayağı kalktık gene olmadı. Birde dediler ki Veli Küçük sen kalk. Menemen bocudu gibi geldim şuraya dikildim, kalktım. Geldi kadın baktı baktı baktı. Gene benzetemedi bir şeye. Birisi dedi ki savcıda herhalde gözlüklü ismini hatırlayamıyorum. Güzlüklü bıyıklı olan savcı. Yaşı neydi, bıyığı nasıldı falan gibi de soruldu. Gene bir şeye benzetemedi beni. Ya deseydi ki şöyle düşünüyorum; Deseydi ki eh yüzde 10 gibi bir benzetmem var birazcık, bir tarafı bir tarafı bıyığı benziyordu. Dava bitmişti Veli Küçük Danıştay’a saldırı olacaktı. Komşusunun komşusu. Ve birileri maalesef Sayın Başkanım, bakın kesinlikle söylüyorum birileri o Tunceli Valisi var ya. Ankara havası oynayan meydanda. Çıkacak birileri meydanlarda yakaladık diye Ankara havası oynayacaklardı. Böyle dava olur mu böyle duruşma olur mu? Böyle dava, böyle mahkeme olur mu? Ya öyle bir şey deseydi. Amma Alparslan Arslan’ın 100 kere 300 kere görüştüğü Süleyman’a kimse sormadı bu telefon kimin diye. soramazlardı. Talimat yukardan öyle gelmişti. Amerika’daki bahayi şeyhi İslamiyeti yok etmeye çalışan o bahayi şeyhi, o İslam’ın dışındaki adam öyle talimat vermişti. Yapmayın Sayın Başkanım, yeter artık. Sizin yerinizi biliyorum çok zor oturuyorsunuz ama yapmayın böyle. Ben İslamiyet’ten vazgeçmeyeceğim. Bahayi şeyhinin o Fethullah denen şeyhin dinine geçmeyeceğim. Onun için burda bekleyeceğim. Ve devamlı soruluyor şimdi savcıların imza attığı emniyetin hazırladığı iddianamede 929. sayfada diyor ki Veli Küçük’ün suçu olarak. Örgütsel suçu diyor başlık. Güzel bir şey yazmış oraya. Diyor ki örgütün köprü elemanı olduğu, köprü elamanının şöyle şöyle olduğu, üstten aldığı talimatları örgütün alt kademesine ilettiği. Alttan organizeyi yaptığı. Talimatları ve kontrolü götürdüğü kişidir diyor. Veli Küçük. Bunun için ne diyor ha. Bunun için şöyle bir liste yapmış. Listeyi yapan ortada. Liste yapmış, diyor ki işte diyor bak Veli Küçük’ün talimat aldığı organizeyi yaptığı üstündeki kişiler. İşte diyor altında, 60 kişi 64 kişi ve altında 5 kişi üstünde 64 altında 69 kişi. Bir Doğu Perinçek ile Veli Küçük’ün ismini açmışlar. Diyor ki işte gördünüz mü diyor bunlar diyor, bu işi götürenler diyor. Bende diyorum ki tamam ben örgütün köprü elemanıyım, yukardan bir talimat alıyorum aşağıdakileri dövüyorum. Aşağıdan talimat alıyorum yukarıdakilere iletiyorum emriniz var mı diyorum. Benim şu aşağıdakilerle yukarıdakileri kimden emir alıp nereye ne verdiğimi bir söyleyin diyorum ki ben savunma yapabileyim. Efendim diyorlar yok, ben diyorlar. Kapatırım üstünü diyorlar. Buyurun. Ben üstünü kapatırım. E ben nasıl savunma yapacağım bana ne diyor. Sen terörsün. E açığı da burda diyorum. Açığı da burda. Bu açığında her şey var. Bu basında yayınlandı. Ben bunlarla hangisiyle konuşmuşum bana bir gösterin diyorum. Yok sen gel sıkarsa kendini savun diyor. Sayın Başkanım, biraz espri olacak ama ben Türk müziğinden de ilgileniyorum. Udum da var burda. Ud da şarkıyı hüzzamı değiştirdim. Yine açmış iddianamenin ucunu sıkıyorsa savunmanı yap diyor diye şarkıyı değiştirdim böyle çalıyorum artık. Değiştiremiyoruz. Sayın Başkanım, az önce söyledim. Biz burada şuanda benimle beraber tutuklananlar 1000. gününde 1000 gün doldu. Bu 1000 gündür, onurları ile neyle suçlandıklarını bilmeden, olmayan adaletin tecellisini bekliyoruz benimle tutuklananlar ve değerli arkadaşlar. Silivri adasındaki bu tutsaklarda 1000 günde gerek aile yapılarında gerekse sıhhatlerinde oldukça değişiklikler oldu. Başta ben olmak üzere. Ama hiçbir zaman hastayım diye gitmedim, gitmeyeceğim. Ancak bu değişiklikler yalnızca bu tutsaklarda, bizlerde olmadı Sayın Başkanım. Türkiye’de ve Asil Türk Milleti üzerinde de çok büyük değişiklikler oldu. İşte Sayın Başkanım 1000 günde meydana gelen değişiklikleri söylüyorum size bakın. Bu vatan bölünmez. Türk milliyetçisiyim, ulusalcıyım, yabancı hegemonyasını kabul etmiyorum diyenlerin yok edilmesi için planlı bir şekilde hazırlanan senaryolar uygulama safhasına konuldu 1000 günde. Bunun için hazırlanmış ekiplerle. Gece yarıları evler, işgal ordularının askerlerini aratır şekilde basıldı ve nice askerler, akademisyenler, vatanseverler örgüt militanı diye göz altına alındı 1000 günde. Bu vatanseverleri yargılamak amacıyla Silivri Cezaevinin içerisine özel bir mahkeme kuruldu. Her ne kadar mahkeme başkanı biz özel mahkeme değiliz bu sözü söyleyenin anlının karışlarım dediyse de Sayın Başkanım, karışlama kararından daha sonra vazgeçildi. Yok öyle bir karar. Zira Partişah Recep Bey ve Adalet Bakanı da biz özel mahkeme kurdurduk, özel yargılama yaptıklarını açıkça söylediler. Kamuoyuna söylendi bu. 1000 günde yalnızca bunlar mı oldu Sayın Başkanım, 40000 vatandaşımızın ölümüne neden olan PKK militanları açılım çevresinde örgüt giysileriyle geldiler ve devletin yetkilileri tarafından törenle karşılandılar bu 1000 günde oldu. Bu örgüt militanları futbol maçlarında şeref tribünlerinde ağırlandılar. Onlarla mücadele edeler ise maalesef tavuk hırsızı gibi tutuklandılar 1000 günde. Çadır tiyatrosu değil, Sayın Başkanım çadır mahkemeleri icat edildi. Seyyar hakimler ve savcılar göreve çağırıldı ve böyle bir seyyar mahkeme heyeti kuruldu. Dağdan inen mintanlardan korkulduğu için Sayın Başkanım, çadır mahkemesindeki Atatürk’ün resmi ve Türk Bayrağı kaldırıldı. Evet. PKK’nın şehir örgütlenmesi olan KCK alenen faaliyetlerine başladı. 1000 günde. Bu 1000 gün içerisinde polise karşı her türlü direniş her türlü müsamaha sergilendi. Molotof kokteyli atıldı, taş atıldı her şey yapıldı. Türk Bayrağı bu 1000 günde gönlerden indirildi gözümüzün önünde. Buna demokratik hak dendi. Polisi taşlamalarından dolayı tutuklanan ve yaşları 18-20 olan PKK sempatizanlarına çocuk muamelesi yapılarak yasa çıkarıldı ve serbest bırakıldılar. Bu çocukların sözde yerlerine vatanseverler ve BOP eş başkanına muhalif olanlar hepsi toplanıp konuldu. Bu 1000 günde Anayasa’nın değiştirilemez olan ilk 3 maddesi değiştirilme çalışmalarına başlandı. 1000 günde. PKK’nın ele başlarından Murat Karayılan Türkiye’nin bir türlü bulamadığı Kandil Dağında basın toplantısı yaptı. Satılmış basın koşarak gitti ve çok rahat da buldular. Biz bulamadık. Bebek katili ile devletin görüştüğünü, Recep Beyin açıklamalarından bu toplum öğrendi bu 1000 gün içinde. Devlet görüşüyor dedi. Devlet Barzani ile Apo’yu bu 1000 gün içinde muhatap olarak kabul etti. Silivri’de tutuklulara bayram da yasal hakları olan açık görüşmeye müsaade etmeyen Adalet Bakanlığınca PKK koruyucusu olduğu herkesçe bilinen Aysel Tuğluk’a İmralı’da Apo’yla rahat görüşmesi için gemi kiralandı. 1000 günde. Bu 1000 gün içerisinde PKK’nın yapmış olduğu şehir eylemleri suç olarak görülmedi, yapanlar örgüt elemanı olarak sayılmadı. Camlar, çerçeveler kırıldı, molotof kokteylin, onlar örgüt elemanı olarak kesinlikle sayılmadı bu 1000 günde. Hiç eylemi olmayan kendiside olmayan sanal bir örgüt yaratılarak vatanseverler örgüt üyesi olarak tutuklandı. Onlar örgüt üyesi olarak kabul edilmesi taş atan çocuklar. Bin günde Öcalan ile pazarlıklara girişildi Kürtçe Tv’den sonra Kürtçe eğitimin kapısı aralandı. Atatürk’ün Cumhuriyetine yeni isim aranmaya başlandı bu bin gün içerisinde. Partişahın başkanlığı, kapısı aralandı. Amerika’daki başkanlık sistemi getirelim partişahımız başkan olsun diye. Öcalan dinlenmemesi kaydıyla kırmızı telefon istedi İmralı’ya bin günde. Bu bin günde Sayın Başkanım, neler olmadı ki ağlayarak kandıranlar partisinin yani AKP’nin ağlamakla ün yapan bakanı Bülent Arınç, Ergenekon Davasında yargılananlar için Türkiye bağırsaklarını temizliyor dedi. Evet. Öyle dedi. O ağlayan bakan. Ancak Bülent Arınç’ın hakkını da Sayın Başkanım yememek lazım. Ergenekon tutuklularına yaptığı destek de inkar edilemez bu kişinin. Bu kez haşin tavrı ve uyarıcı endamıyla sert bir beyanat verdi. Ne dedi tahliye olanlar kuzu kuzu gitsinler evinde otursunlar. Televizyonlarda konuşuyor, konuşma yapıyorlar sonrada tutuklanıyorlar, tekrar tutuklanıyorlar diyerek tahliye olanların yapmaları gerekeni anlattı. Bu iyiliği unutulmaz. Yani bir acıdan bize biat edenlerin tavuğuna kışt demeyiz dedi. Ağlayan politikacının bu iyiliği unutulmayacak Sayın Başkanım. Verdiği öğütün ötesinde tutuklamaların ve tutukluluğun devamı kararının kimler tarafından verildiği de kesinlik kazandı. Gidin otunun, televizyona konuşmayın değilse tekrar tutuklatırım diyor. Evet öyle dedi. Ben demiyorum. Hasan Cemal’de geri kalmadı. Sifon çekiliyor şeklinde yazdı. Evet. Amerika’daki bahayi şeyhi İslamiyet’i Museviliğin emrine vermek faaliyetini biraz daha ilerletti. Humeyni’nin Fransa’dan dönüşüne benzer şekilde dönüş hazırlığına başladı. Bin günde oldu bunlar. 23 Nisan Bayramında Sayın Başkanım Atatürk’ün makamına usulden olan bir çocuğun oturtulması uygulamasına cemaatin bir sempatizanı sakal tıraşı yapılarak çocuk diye oturtuldu. Bin günde oldu bu. 23 Nisanda Başbakanlık koltuğuna oturtulan öğrenciye BOP eş başkanı ve Başbakan artık Başbakansın ister asarsın, ister kesersin diyerek Atatürk’ün Cumhuriyetinde gerçekleştirmek istedikleri yönetim şeklini açıkladı. Bin günde oldu bu. Bu bin günde devletin yasal dinlemelerinin suç, cemaatin dinlemelerinin normal olarak karşılandığı görüldü. Bu bin günde maden de göçük altında kalan işçilerin cesetlerine parasızlık nedeniyle ulaşılamıyor iken partişahın bir yetkilisi ölenler için çok güzel öldüler dedi. Ancak Türkiye’de bulunan yıkıntılar kilise olarak değerlendirildi. Milyon dolarlar masraf yapılarak kilise açılımları yapıldı. Gariban işçiler için bulunamayan paralar bu kiliseler için su gibi aktı. Bu bin günde oldu bunlar. Bu bin günde uluslar arası sözleşmelerde açıkça konumu belirtilen Fener Rum Ortodoks Kilisesinin Baş Papazı devlet büyüğü olarak muamele gördü. Ağlayarak kandıranlar partisini yetkilileri sık sık ziyaretine gitti. Fatih Kaymakamlığına bağlı olan papaza ekümenik sıfatı verilmesi çalışmalarına başlandı bu bin günde. Bu durum devam ederken Atatürk’ün Türk Milletine emaneti olan ben Türk dostu değil Türk oğlu Türküm diyen Türk Ortodoks Patrikhanensin kurucusu Baba Eftim’in torunu Patrikhane sözcüsü Sevgi Erenerol Bartelemosun isteği doğrultusunda tutuklandı ve şuanda bin gündür içerde. Evet bin günde çok güzel şeylerde oldu Sayın Başkanım hep bunlar değil çok güzel şeyler oldu. Mesela emeklinin, memurun, esnafın, gelir düzeyi çok artı. Öyle ki parayı harcayacak yer bulamadılar. Bol bol gezip eğlensinler aradıkları mücevherleri kolayca bulabilsinler diye gemi filomuza yeni gemiler katıldı. Pırlanta ithalatından vergi kaldırıldı KDV’si sıfırlandı pırlanta dükkanlarımız arttı. Bin günde köylümüzün refah seviyesi çok yükseldi köyden şehre göç ettiler spor olsun diye hamallığa başladılar. Bin günde Yüce Allah yalnızca birilerine yürü ya kulum dedi. Bin günde itibarımız çok yükseldi. Partişahımıza yurtdışından da birileri tarafından BOP eş başkanlığı görevi verildi. Bin günde akrabalarımız da çoğaldı. Postal yalayıcısı dediğimiz kişi ağabeyimiz oldu. Bu bin günde adı Türkiye olan ülke de Türkler azınlık oldu. Bin güne damgasını vuran yöneticilerimiz daha önce Türk düşmanı bir kardinalin gölgesinde teslimiyet imzası atmışlardı. Bu bin günde Sevr’in ayak sesler tekrar duyulmaya başlandı. Bin günün sonunda vatanına sahip olanlar ve bitaraf olanlar bertaraf oldular. Evet bin günün sonunda partişahlığın, padişahlığın yerine partişahlık rejimi geldi. Şuanda rejim sistemimiz partişahlık rejimi. Bin gündür ülke açıldıkça açıldı. Sayın Başkanım, şimdi boğulmak üzere evet. Bin günün sonunda Bizans’ın surlarını Fatih’in topları döverken kardinallerin, meleklerin cinsiyetini tartıştıklarına benzer şekilde ülkede türban mı eşarp mı kavgası birinci mesele oldu. Şuanda bizim bin günün sonunda birinci meselemiz türban meselesi. Fatih’in topları döverken de kardinaller melekler dişi mi erkek mi diye mücadele ediyordu. Bin gündür Sayın Başkanım Ergenekon Örgütünün Ergenekon’un örgüt olup olmadığına karar verilemedi. Bin gündür hala olmayan suç aranıyor, suç aranıyor bin gündür. Bir davada Sayın Başkanım delillerin üstü kapatılarak yargılama yapılmasını sanık diye esir alınanlar bu bin günde gördüler öğrendiler. Delilerin üstü kapatılarak yargılama olur dendi. Bu bin günde toplum bir davada savcılığı partişahın yaptığını gördü. Partişah ben savcıyım diye çıktı. Evet bu davada görüldü. Bin günde Adalet Bakanı mahkemeye korkamayın arkanızdayım dediğini toplum duydu. Türk hukukuna bu bin gün içerisinde yeni bir kavram olan gizli tanık, aleni gizli tanık, yalancı gizli tanık, sistemi bu bin gün içinde girdi. Bin günde Sayın Başkanım, 160 kere savcının kuvvetli suç şüphesi nedeniyle tutukluluk hallerinin devamına diyen sesi duyuldu 160 kere. Nedir kuvvetli suç şüphesi belli değil gizli o. Bin gündür hala suçum bana söylenemedi Sayın Başkanım. Bin gündür Tuncay Güney’in ifadesi alınamadı ve alınamayacak. Bin gündür Osman Yıldırım’ın söylediklerine inanıldı hale inanılıyor. Bu davanın bu duruma geleceğini Sayın Başkanım baştan beliliydi. Nasıl mı? Bakın biricisini söyleyeyim; Bin gün önce, bin gün önce sanıkları sözde dinleyen Nöbetçi Hakim Sedat Sami Haşıloğlu, formalite olarak gördüğü sorgu sürecinde uyandığı bir anda önceden yazılan tutuklama kararını okuduğunda ki peşinen verilmiş karardı peşinen. Bakın Sayın Başkanım, bütün buradaki sanıklar şey yapıyor. Sanık niye dinlenir? Bu sanık bu suçu işlemiş mi işlememiş mi karar vermek için dinlenir. Sedat Sami Haşıloğlu bir kere olsun bir sanığı dinledi mi hayır. Önceden karar verilmiş. Önceden ona bir şeyler söylenmiş bu karar kesin artın onda. Kesinlikle dinlemez hala devam ediyor bu. İkincisi, ikincisi 2455 sayfa Sayın Başkanım bakın. 2455 sayfa iddianameyi ve 200 bin sayfa eklerini 14 günde inceleyerek kabul eden mahkeme heyetinin başkanına zatıalinize duruşmada sanıkların keşke iddianameyi okuyarak ve inceleyerek kabul etseydiniz. Şeklindeki önerilerine başkanımız zatıaliniz hem de iki defa okudum dediğinde bu davanın bu duruma geleceği belli olmuştu. Evet bin gündür kimsenin tavuğuna Sayın Başkanım bin gündür kimsenin tavuğuna kışt denmedi. Çünkü tilkilere kümese bekçi yapıldı, kümeste tavuk kalmadı. Kimsenin tavuğuna kışt demedik. Doğru, kışt mı dedik dedi birisi denmedi çünkü kümese tilkiler bekçi. Evet. bin günde PKK yasallaştı. PKK’nın 30 senede yapamadığını birileri evet PKK’nın 30 senede yapamadığını birileri bin günde yaptı. Evet. Şimdi nice bin günlere mi denilecek. Hayır, hayır, Sayın Başkanım, şaşmayan bir kural vardır. Çok önemli, şaşmaz bu kural. Sular çekildiğinde karıncalar balıkları yer. Ama sular geri geldiğinde balıklar karıncaları yer. Ben Türk adaletinin geri geleceğine kesinlikle inanıyorum. Türk adaleti geri gelecek. Türk adaletini bu kürsülerde oturan bağımsız hakimler, yargıçlar yerine getirecek. Ankara’daki değil, BOP Eşbaşkanı değil. Sular geri gelecek Sayın Başkanım. Sayın Başkanım çok kısa bir arzım daha var, bir dilekçem var. Şimdi bir yasadan söz ediliyor. Yüce Adalet Bakanımızda bunun açıklamasını yaptılar. Ben bu konuda bir dilekçe veriyorum. Lütfen kabul buyurunuz. Uygulamamasını yapınız. Dilekçe mi arz ediyorum. 28 Ocak ayından 28 Ocak ayından bu yana tutuklu olarak yargılanmaktayım. Ne suç işledim bilmemekle beraber ısrarla sorularıma rağmen işlediğim suçun ne olduğu tarafıma bildirilmediği gibi. Olmayan Ergenekon örgütü üyesi olarak suçlanmaktayım ki olmayan örgütünde ne eylemi olduğu açıklanmamaktadır evet. Defaten gerek şifahi gerek yazılı kime bağlı olarak çalıştığımı kimden talimat aldığımı kime talimat verdiğimi ısrarla sormama rağmen tarafıma bildirilmediği gibi polisin Tuncay Güney’le hazırladığı ve üstü kapatılan Ergenekon şemasıyla yargılandığım ima edilmektedir. Direkte söylenmedi öyle ima ediliyor, Tuncay Güney’in şemasıyla yargılanıyor iken bu kez Danıştay saldırısından dolayı müebbet hapis cezasıyla hükümlü iddia makamının Osmanım dediği hem gizli hem açık tanık hem de sanık olan Osman Yıldırım’ın hazırladığı mahkemeye sunduğu yeni bir Ergenekon şemasının daha mevcut olduğu 159. duruşmada Mahkeme Başkanı tarafından açıklanmıştır. Devam eden Ergenekon davasının tamamen içi boş bir dava olduğu ağlayarak kandıranlar partisine muhalif olanların vatanseverlerin, milliyetçilerin susturulmasına terörist başı Öcalan’ın affına, AKP’nin gayri milli politikalarına karşı olanların yok edilme amacına yönelik olduğu özellikle Ergenekon örgütü diye bir örgütün olmadığı tamamen uydurma olduğunun kamuoyunda açıklık kazanması üzerine başta BOP eşbaşkanı olmak üzere ağlayarak kandıranlar partisi yetkililerinde panikleme başladı. Evet panikleme başlamıştır gelinen son durumda basına da intikal ettiği şekilde Adalet Bakanı tarafından 3 yılı doldurulan tutuklular için elektronik kelepçe takılarak belli kurallar dahilinde tahliye edilecekleri açılması yapıldı, yapılmıştır bu konumda tahliye olacaklar içerisinde benimde olacağım gazete haberlerinde belirtilmiştir. Ben Sayın Başkanım ben Türk ordusunda 35 sene onuruyla, şerefiyle hizmet vermiş vatanım sözünü dahi ibadet vecdi içinde telaffuz eden emekli bir general olarak böyle bir uygulamanın şahsıma ve yüce Türk ordusuna hakaret olduğunu kabul ediyorum. Ordunun emekli bir generali ayağında prangayla dolaşmaz, ordunun başına çuval geçiren emperyalistler ordunun ayağına pranga takma gayreti içerisindedirler maalesef. Ancak takamayacaklardır, yüce Atatürk'ün ordusu buna müsaade etmeyecektir. Veli Küçük olarak ölünceye kadar cezaevinde kalsam dahi Türk ordusunun ayağına pranga takma zevkini kimseye tattırmayacağımın bilinmesini isterim. Veli Küçük emekli olmuş olsa da Türk ordusunun bir neferi asil Türk milletinin hizmetkarıdır. Taleplerim bir, hangi eylemimden dolayı yargılandığımın tarafıma bildirilmesini. İki, Aralık ayında yürürlüğü girme ihtimali olan yasanın şahsıma uygulanmamasını arz ediyorum ve ıslak imzamı atıp zatıalinize veriyorum.”
Dostları ilə paylaş: |