Sanık Ömer Ülkü İfadesinde:Telefon konuşmalarında geçen maçı satın alacağım ifadelerinin, kendi futbolcularına para verme konusu ile ilgili olduğunu, Abdurrahman Yakut ile yaptığı görüşmeleri ise Ulaş Ortakaya isimli futbolcunun transferi için yaptığını belirtmiştir.
Sanık Abdurrahman Yakut İfadesinde:Telefon görüşmesinde geçen “Daha teslim etmedim” ifadesinin, Ömer Ülkü'nün yöneticilere teslim etmesi için kendisine verdiği 8-10 paket fındığı kastettiğini belirtmiş, Ulaş Ortakaya isimli futbolcuyla transfer amacıyla görüştüğünü beyan etmiştir.
Sanık Mustafa Ulaş Ortakaya İfadesinde: Diyarbakırspor kulübünde bir sene futbol oynadığını, Abdurrahman Yakut'un o dönemde kulüp başkanı olduğunu, kendisiyle ailecek görüştüğünü, şike faaliyeti içerisinde olmadığını, öyle bir teklif almadığını, Karşıyaka-Giresunspor maçında sakat olduğu için oynamadığını, Abdurrahman Yakut'un Hakan Şirin isimli menajerden alacağı olduğunu, ona kızdığını, bu nedenle bu konuda kendisiyle görüştüğünü belirtmiştir.
Sanık Ömer Ülkü'nün 297 nolu tapede:" Ben parayla gene alacağım maçı merak etmeyin... Karşıyaka maçını da bağlayacağım, başka çare yok bununla olmaz..., Karşıyaka maçını da satın alacağım"
Abdurrahan Yakut'un 300 nolu tapede:" Ben o çocukla konuştum Ulaş'la..., dedim senin orda kanka olduğun kendin gibi birileri var mı dedi var, dedim o zaman bi çalışma yapacağız önümüzdeki haftaki bir misafir için dedi tamam abi başımın üstüne", Ömer :" Tamam" dediği anlaşılmıştır.
Klasör 9 dizi 146 da yer alan sanık Ömer Ülkü ile Abdurrahman isimli kişi arasında geçen telefon görüşmesinde “ bu Karşıyaka'lı oyuncuya arayacaktın unuttuk “, “ben aradım onu cebi kapalı daha teslim etmedim o bana döner “, “ ben sana onu çözeceğim sen rahat ol “ , “ o benim evladımdır sen rahat ol”, “o orada bir ikiyi de şey yapar düşürür yani sen rahat ol bana” şeklinde şikeyle ilgili ve maçların para ile satın alınmasına yönelik konuşmalarının olduğu görülmüştür.
Her ne kadar sanıklar Ömer Ülkü ve Abdurrahman Yakut, M.Ulaş Ortakaya ile birlikte transfer amaçlı görüştüklerini ileri sürmüş iseler de; sanık M.Ulaş Ortakaya ise bu sezon futbolu bıraktığı kendi beyan ve samimi ikrarından anlaşılması karşısında bu savunmalarının inandırıcılıktan uzak olduğu kanaatine varılmıştır.
Her ne kadar sanıklar Ömer Ülkü ve Abdurrahman Yakut hakkında Karşıyakaspor Kulübü futbolcusu M.Ulaş Ortakaya üzerinden Karşıyakalı futbolculara yönelik şike girişiminde bulundukları mahkememizce sabit görülmüş olmakla birlikte, bu girişimin M.Ulaş Ortakaya tarafından kabul edildiğine dair delil elde edilemediği, bu nedenle sanıkların eylemin teşebbüs aşamasında kaldığı kanaatine varılmıştır.
Sanık savunmaları, iletişim tespit tutanakları, fiziki takip tutanakları bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylemin örgüt faaliyeti kapsamında işlendiğine dair somut ve inandırıcı delil elde edilememiştir. Dolayısıyla her ne kadar sanık Olgun Peker hakkında bu maç yönünden örgüt faaliyeti çerçevesinde şike yapmak suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de beraat kararı verilmesi gerektiği anlaşılmıştır.
Sanıkların kolluk ve C. Savcılığı aşamasında birbiri ile çelişen savunmaları, maç öncesi ve sonrası sanıkların birbirleri ile yapmış oldukları telefon görüşmeleri ve oluşa uygun olduğu değerlendirilen tapeler hep birlikte değerlendirildiğinde sanıklar Ömer Ülkü ve Abdurrahman Yakut'un 18/04/2011 günü oynanan Karşıyaka-Giresunspor maçında Giresunspor lehine şike yapılması eylemine teşebbüs ettikleri, bu sanıkların Karşıyakaspor'un sanık Mustafa Ulaş Ortakaya üzerinden bazı Karşıyakalı futbolcularla şike anlaşmasına varmaya çalıştıkları, ancak bu futbolcuların kimler olduğunun belirlenemediği anlaşılmakla üzerlerine atılı şikeye teşebbüs suçunu işledikleri sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Her ne kadar sanık Mustafa Ulaş Ortakaya hakkında 18/04/2011 günü oynanan Karşıyaka-Giresunspor maçında şike yapılması eyleminden dolayı cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de sanığın atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin, yeterli ve inandırıcı delil elde edilemediğinden sanığın atılı suçtan delil yetersizliği nedeniyle beraatine karar vermek gerekmiştir
3- 24/04/2011 GÜNÜ OYNANAN GİRESUNSPOR - MERSİN İDMAN YURDU KARŞILAŞMASINDA ŞİKE YAPILMASI :
Giresunspor'un ligin 31.haftasına girerken 34 puanla küme düşme riskinden kurtulduğu, Mersin İdman Yurdu'nun şampiyonluğa oynadığı, bu nedenle de puan kaybına tahammülünün olmadığı, 24/04/2011 günü oynanan Giresun- Mersin İdman Yurdu futbol müsabakası öncesi Mersin İdman Yurdu Asbaşkanı Beşir Acar'ın Giresunspor Başkanı Ömer Ülkü ile irtibata geçerek şike amaçlı görüşmeler yaptığı, bu görüşmelerde, Beşir'in küme düşme potasında bulunan ve Giresunspor'un rakipleri olan Akhisar ve Güngören'i yenerek Giresun'un küme düşme riskini azalttıklarını kastederek " Biz görevimizi yaptık, senle görüştüklerimizi unutmayalım" diyerek şike amaçlı desteğini istediği, Ömer'in de "Yav birşeyler yapacağız işte, sizin için gerekeni yapalım" diyerek maçın Mersin lehine sonuçlanacağı yönünde imada bulunduğu,
Maç öncesi Mersin İdman Yurdu Taraftar Derneği Yöneticisi Murat Tanış ile Giresun Çotanak Taraftar Lideri Özden Tütüncü'nün samimi görüşmeler yaptıkları, Çotanakların maçta "Mersin İdman Yurdu" lehine tezahürat yaptıkları, 24/04/2011 günü saat: 20:00 de başlayan Giresun- Mersin İdman Yurdu maçının 1-2 skorla Mersin İdman Yurdu lehine sonuçlandığı,
25/04/2011 günü Ömer Ülkü'nün, Hacı isimli şahısla yaptığı görüşmede "Bu hafta maçı sattık" diyerek yaptıkları şikeyi itiraf ettiği ve sanıklar Ömer Ülkü ve Beşir Acar'ın 24/04/2011 günü oynanan Giresunspor - Mersin idman yurdu maçını Mersin lehine sonuçlanmasını sağlayarak şike yaptıkları iddiasıyla cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır.
Sanık Ömer Ülkü İfadesinde: Yaptığı telefon görüşmelerinin şike unsuru içermediğini, konuşmalarının şakadan ibaret olduğunu, herhangi bir menfaat temin etmediğini, iyi niyetli konuşmalar yaptığını beyan etmiştir.
Sanık Beşir Acar İfadesinde: "Murat Tanış'ı taraftar derneği üyesi olduğu için tanıdığını, Ömer Ülkü'yle uçak yolculuğunda tesadüfen tanıştığını, karşılaşmalarda şike faaliyetinde bulunmadığını, menfaat temin etmediğini, şampiyonluğa oynadıkları için her maçı kazanmak zorunda olduklarını ama hiçbir karşılaşmada şike faaliyetinde bulunmadığını, yaptığı konuşmalarda şikeyi kastetmediğini, Mersin İdman Yurdu'nun zaten Bankasya liginde güçlü birtakım olduğunu, bu nedenle yeneceklerini kastettiğini" beyan etmiştir.
Sanık Beşir Acar 304 nolu tapede: " Senle görüştüklerimizi unutmayalım ama", Ömer: " Yav bişeyler yapacağız işte de onun için şey yapalım, iyi başkana da söyle de bizi arasın, yani şey yapalım, sizin için gerekeni yapalım tamam"
Ömer Ülkü 310 nolu tapede:" Bu hafta maçı sattık oğlum", H. " Sattınız oğlum, telefonlar dinleniyor valla, alırlar içeri ha", Ömer: " Oğlum alsınlar ne olacak"
Murat Tanış 412 nolu tapede:" Siz maçı aldınız Allah razı olsun abi, taraftar hiç bir şey yapmadı, Giresun'lular hiç bir şey yapmadı, abi yöneticiler işi bitirdi abi", şeklinde iletişim tespitinde yer aldığı anlaşılmıştır.
Her ne kadar Giresunspor kulüp Başkanı olan sanık Ömer Ülkü'nün 24/04/2011 günü oynanan Giresunspor-Mersin İdman Yurdu maçında şike yapmak eyleminden dolayı cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de; sanık Ömer Ülkü'nün Beşir Acar ile şike anlaşması yaptığına ilişkin yeterli kanıt elde edilemediği ancak sanığın çelişkili savunmaları, maç öncesi ve sonrası yapmış olduğu telefon görüşmeleri ve dosya da mevcut iletişim tespit tutanakları bir bütün olarak değerlendirildiğinde maçın Mersin İdman Yurdu lehine sonuçlanmasını sağlamak amacıyla şikeye teşebbüs suçunu işlediği sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Her ne kadar sanık Beşir Acar hakkında 30/04/2011 günü oynanan Giresunspor – Mersin İdman Yurdu maçında şike yapılması eyleminden dolayı cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de sanığın atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin, yeterli ve inandırıcı delil elde edilemediğinden sanığın atılı suçtan delil yetersizliği nedeniyle beraatine karar vermek gerekmiştir.
Sanık savunmaları, iletişim tespit tutanakları, fiziki takip tutanakları bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylemin örgüt faaliyeti kapsamında işlendiğine dair somut ve inandırıcı delil elde edilememiştir. Dolayısıyla her ne kadar sanık Olgun Peker hakkında bu maç yönünden örgüt faaliyeti çerçevesinde şike yapmak suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de beraat kararı verilmesi gerektiği anlaşılmıştır.
MENAJERLİK SORULARININ ELE GEÇİRİLEREK SINAVDA USÜLSÜZLÜK YAPILMASI, RÜŞVET ALMA-VERME, RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK, BU SUÇA İŞTİRAK, NİTELİKLİ DOLANDIRICILIĞA TEŞEBBÜS
Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığınca 2011/3341 sırasındaki soruşturma evrakının görevsizlik kararı verilerek İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi ile söz konusu evrakın mevcut mahkememiz dosyası ile birleştirildiği anlaşılmıştır.
Futbol camiasında menajerlik olarak anılan "Futbolcu Temsilciliği" mesleğinin FİFA tarafından verilen lisansla yürütülebildiği, T.F.F bünyesinde hazırlanan futbolcu temsilcileri talimatında söz konusu mesleğin sadece gerçek kişiler tarafından yürütülebileceğinin belirtildiği, lisans alınmadan yapılan temsilcilik işlemlerinin " Yetkisiz Menajerlik" olarak tanımlandığı ve bu durumun tespiti halinde T.F.F tarafından idari yaptırımların uygulandığı, Mart ve Eylül aylarında olmak üzere yıl içerisinde iki defa futbolcu temsilciliği sınavının yapıldığı, sınavda sorulan 20 sorudan 15 sorunun FİFA, 5 sorunun ise üye ülke federasyonu tarafından hazırlandığı,
T.F.F tarafından düzenlenen 2011 yılı Mart ayındaki futbolcu temsilciliği sınavının, 31/03/2011 tarihinde saat: 10:20'de başlayıp 11:50'de sona erdiği, sınav öncesinde FİFA tarafından 25/03/2011 günü kargo yoluyla gönderilen sınav sorularının Genel Sekreter Ali Parlak'a teslim edildiği, 24/03/2011 günü T.F.F. Başhukuk Müşavir Vekili Ömer Bedük'ün mail adresine FİFA tarafından ingilizce olarak gönderildiği, tercüme edilmesi için NPU tercüme bürosuna mail şeklinde gönderildiği, tercüme edildikten sonra 28/03/2011 günü dağıtımlı olarak T.F.F Birinci Başkan Vekili Lütfi Arıboğan, Hukuktan sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Yunus Eğemenoğlu, Federasyon avukatları Ömer Bedük, Murat Aygörmez, Billur Tuğba Kakışım, Hazer Akil ve Ergin Akçay'a yine mail ortamında gönderildiği, 30/03/2011 günü soruların kitapçık haline getirildiği, söz konusu sınavda asıl yetkinin Sanık Haldun Şenman'ın başkanlığını yaptığı Profesyonel İşler Müdürlüğünde olduğu,
Sanık Olgun Peker'in menajerlik sınavına girmeden önce Haldun Şenman ile sınav hakkında görüştüğü, sınavdan bir gün önce T.F.F Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Levent Kızıl ile Masa adlı restaurant'da buluştuğu, buluşma sırasında Levent Kızıl'ın Ali Parlak'ı arayarak sınav hakkında bilgi aldığı ve bu bilgiyi Olgun Peker'e ilettiği,
Sanık Olgun Peker'in hem Haldun Şenman aracılığı ile hem de Sami Dinç üzerinden sınavda çıkacak sorulara ulaşabilmek için çaba sarfettiği ve bu amaçla görüşmeler yaptığı, Sami Dinç'in kendisine soruları Talat Emre Koçak'tan alabileceğini ifade etmesi üzerine, Olgun Peker'in "O da aynı işleri yapabilir değil mi" diye sormak suretiyle teyit etmeye çalıştığı, Sami Dinç'in " Hiç şüphe yok" şeklinde cevap vererek kendisini ikna ettiği, ancak daha sonra Olgun Peker'in Haldun Şenman aracılığıyla sınav sorularına ulaştığı, hatta bu konuyu Sami Dinç'e " Samiciğim o dediğim konuyu hallettim" demek suretiyle ifade ettiği,
30/03/2011 gecesi Olgun Peker'in sınava girecek olan sanık Abdullah Cila'yla buluştuğu ve ele geçirdiği soruları bu şahsa da verdiği,
Sanık Özden Aslan'ın söz konusu sınav sorularına ulaşabilmek için Altay Spor Genel Müdürü Erman Ertaş ile görüştüğü, sanık Serdar Berkin'den bilgi aldığı, daha sonra ise Özden Aslan'ın Erman Ertaş aracılığıyla soruları alabilmek için Haldun Şenman ile anlaştığı ve sorular karşılığında 17.500 dolar vermeyi kabul ettiği, ardından bu parayı kredi çekmek suretiyle temin edip sınav öncesi Haldun Şenman'a verdiği, Özden Aslan'ın 30/03/2011 günü Türkiye İş Bankası Zincirlikuyu şubesinden 23.000 TL para çektiğinin belirlendiği,
Özden Aslan'ın Serdar Berkin ile telefon görüşmesinde " Yemek yedik beraber Haldun filan... parayı istedi ben vermedim, soruyu vereceğim dedi, 17.500 dolar bu, belgemi vereceksiniz, parayı alacaksınız dedim." şeklinde konuşarak, Haldun Şenman'la menajerlik belgesini alma karşılığında 17.500 dolara anlaştıklarını ifade ettiği, daha sonra da Özden Aslan'ın FİFA'nın hazırlamış olduğu 15 soru ve cevapları Haldun Şenman'dan aldığı,
Sanık Sami Dinç'in menajerlik sınavına girecek olan sanıklar Olgun Peker, Ümit Aydın, Mahmut Güneş, Tarık Özaslan ve Volkan Bahçekapılı ile ortak hareket ederek bu kişilerin sınavda başarılı olabilmesi için soruların cevaplarına ulaşmaya çalıştığı, bu amaçla sanık Talat Emre Koçak ile görüşerek Haldun Şenman üzerinden sorulara ulaştıkları ardından da Talat Emre'nin soruları çözdüğü ve soruların cevaplarını Sami ile birlikte yukarıda belirtilen şahıslara para karşılığında verdikleri,
Talat Emre Koçak'ın FİFA tarafından hazırlanıp gönderilen 15 soruyu çözdüğü sırada iki sorunun cevabında yanlışlık yaptığı, bunun üzerine Talat Emre Koçak ve Sami Dinç'in aldıkları paraları iade etmeye karar verdikleri, bu konuda Talat Emre Koçak'ın "Bizim elemanların hepsi 13 almış, abi vermemiz lazım yani paralarını, çok ayıp birşey..." , demek suretiyle Sami'ye bu konuyu ifade ettiği,
T.F.F tarafından düzenlenen Futbolcu Temsilciliği sınavının 31/03/2011 günü yapıldığı, sınavda toplam 20 soru sorulduğu, bu soruların 15 tanesini FİFA'nın hazırlayıp federasyona gönderdiği, kalan 5 soruyu ise T.F.F 'nin hazırladığı, sınava toplam 118 kişinin katıldığı, sınava katılanlardan 38 kişinin, 14 ve daha fazla doğru cevap vererek sınavda başarılı olduğu, kalan 80 kişinin ise sınavda geçerli not alamadığı,
Sınav kağıtları üzerinde yapılan incelemede, sanıklar Olgun Peker, Özden Aslan, Abdullah Cila, Mahmut Güneş, Ümit Aydın ve Volkan Bahçekapılı'nın sınavda FİFA'nın hazırladığı 15 sorunun cevaplarında bire bir aynı şıkları işaretledikleri ve 12 soruya doğru 3 soruya da yanlış cevap verdikleri, soru kitapçıklarında hesaplama gerektiren soruların cevaplarına yönelik herhangi bir yazı, işlem, not göze çarpmadığı sadece Mahmut Güneş'in sınav kağıtçığının birinci sayfasına notlar yazdığı, T.F.F tarafından hazırlanan 5 sorudan 3 tanesine Olgun Peker ve Tarık Özaslan'ın doğru cevap verdiği ve başarılı olduğu, Özden Aslan'ın ise 5 sorudan 2 sine doğru cevap vererek başarılı olduğu, Abdullah Cila, Mahmut Güneş, Ümit Aydın ve Volkan Bahçekapılı'nın ise sadece 1 soruya doğru cevap vererek başarısız oldukları,
Olgun Peker, Özden Aslan, Tarık Özaslan, Abdullah Cila, Mahmut Güneş, Ümit Aydın ve Volkan Bahçekapılı'nın FİFA tarafından hazırlanıp gönderilen sorulardan aynı sorulara aynı şıkları işaretleyerek yanlış cevap verdikleri, T.F.F tarafından hazırlanan sorulara verdikleri cevapların ise birbirinden farklı olduğu,
Menajerlik sınavına girebilmek için lise mezunu olmak şartı arandığı, Olgun Peker'in lise mezunu olmaması nedeniyle sınava girebilmek için kendisi adına düzenlenen sahte bir lise diplomasıyla müracaatta bulunduğu, söz konusu diplomanın Bulgaristan Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı Tenço Hubenov Mekanik ve Teknik Lisesi Elektrik Bölümü'nce hazırlanan, B-0 0014326 seri, 0116/04.07.1992 kayıt numaralı, Olgun Peker adına düzenlenen sahte diploma olduğu, Bulgaristan makamları ile yapılan yazışmalarda böyle bir diplomanın bulunmadığı ve diplomada yer alan 7301224652 birey vatandaşlık numarasının Reni Alyoşeva İvonova isimli bayan şahsa ait olduğu anlaşılmıştır.
İlkokul mezunu olan Olgun Peker'in sınavı kazanmasından şüphelenen T.F.F görevlilerinin olayı araştırmaya başladıkları, öncelikle olayın yurtdışı kaynaklı olduğunu düşündükleri, daha sonra işin aslını öğrenen Şekip Mosturoğlu'nun T.F.F Başkanı Mahmut Özgener'e sınavda şaibe olduğunu söyleyerek ve "Biz kaynaklı, bu bizden kaynaklanıyor, para karşılığı aldığını söyleyen insanlar var" demek suretiyle olayın kendileriyle ilgili olduğunu ifade ettiği,
Sınav sonuçları açıklandığında sanık Abdullah Cila'nın Olgun Peker'i arayıp aynı cevapları yaptığı halde Abdullah Cila kendisinin ve Volkan Bahçekapılı'nın sınavı geçemediğini, Olgun'un ise sınavı geçtiğini söylediği belirlenmiş, sınav sonrasında ise Sami Dinç'in Talat Emre Koçak'ı arayarak Olgun Peker'e sınav sorularını Haldun Şenman'ın verdiğini söylediği, Emre Koçak'ın " Özden Aslan başarılı" demesi üzerine Sami'nin "Haldun verdi ona" diyerek cevapları Haldun Şenman'ın verdiğini ifade ettiği,
Sanık Olgun Peker'in kendi adına sahte lise diploması düzenleterek bu belgeyi sınavda kullanmak suretiyle resmi belgede sahtecilik, kendisi ile birlikte hareket eden avukatları sanıklar Sami Dinç, Talat Emre Koçak ve sanık Haldun Şenman'ın bu suça feri şekilde iştirakleri,
Sanıklar Sami Dinç, Talat Emre Koçak ve Haldun Şenman'ın haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulan suç örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan,
Menajerlik sınav sorularını para karşılığında satan TFF profesyonel işler müdürü Haldun Şenman'ın rüşvet alma, bu iş karşılığında para veren sanıklar Olgun Peker, Özden Aslan, Abdullah Cila, Ümit Aydın, Mahmut Güneş, Volkan Bahçekapılı ve Tarık Özaslan'ın rüşvet verme, rüşvete aracılık eden sanıklar Sami Dinç ve Talat Emre Koçak'ın suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak suretiyle yardım etme, sanıklar Erman Ertaş ve Serdar Berkin'in suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek ve eylem öncesi aralarındaki bağlantıyı sağlamak suretiyle yardım suçuna iştirak ettikleri,
Sanıklar Olgun Peker, Özden Aslan, Abdullah Cila, Ümit Aydın, Mahmut Güneş, Volkan Bahçekapılı ve Tarık Özaslan'ın özel belgede sahtecilik suçundan,
Sanıklar Olgun Peker, Haldun Şenman, Sami Dinç, Talat Emre Koçak, Özden Aslan, Abdullah Cila, Ümit Aydın, Mahmut Güneş, Volkan Bahçekapılı, Tarık Özaslan, Erman Ertaş ve Serdar Berkin'in nitelikli dolandırıcılığa teşebbüs suçlarını işledikleri iddiasıyla ayrı ayrı cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır.
GENEL OLARAK,
A-RÜŞVET SUÇU: TCK nın 252.maddesinde bir kamu görevlisinin görevinin gereklerini aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması amacıyla kişiye vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlaması, rüşvet olarak tanımlanmıştır.
Kamu hizmetlerinin gerek eşitlik, gerek liyakatlilik açısından adalet ilkelerine uygun yürütüldüğü, kamu görevlilerinin rüşvet kabul etmez ve “satın alınamaz” oldukları hususunda toplumda hakim olan güvenin, inancın sarsılmaması gerekir. Rüşvete ilişkin suç tanımı, bu güveni korumayı amaçlamıştır.
Rüşvet suçunun oluşabilmesi için, kamu görevlisinin elde ettiği menfaatin beli bir amaca yönelik olması gerekir. Haksız menfaatin, hukuki olmayan bir işin yapılması ya da yapılmaması amacıyla temin edilmiş olması gerekir. Haklı bir işin gördürülmesi amacıyla kamu görevlisine menfaat temininin, rüşvet suçunu oluşturmayacağı kabul edilmiştir.
Rüşvet suçu, bir karşılaşma suçudur, bu nedenle, çok failli bir suçtur. Bir tarafta, rüşvet veren; diğer tarafta ise rüşvet alan kamu görevlisi yer almaktadır. Rüşvet veren ve alan, aynı amacın gerçekleşmesini hedeflemektedirler. Bu itibarla, veren ve alan açısından rüşvet suçu tek bir suçtur. Söz konusu suç, menfaatin edilinceye kadar suç menfaatin temin edildiği anda tamamlanmış bulunmaktadır.
Rüşvet suçunun oluşabilmesi için amaçlanan şeyin yapılmasına veya yapılmamasına gerek yoktur. Amaçlanan şeyin kamu görevlisinin görevine giren bir iş olması gerekir. Kamu görevlisinin görevine girmeyen bir işin yapılması amacıyla menfaat temini halinde, rüşvet suçu oluşmaz.
Maddenin dördüncü fıkrasında rüşvet suçunun uygulama alanı, sadece kamu görevlisine rüşvet verilmesiyle sınırlı tutulmayıp, genişletilmiştir. Buna görev, kamu kurumu niteliğindeki meslek niteliğindeki meslek kuruluşlarının iştirakiyle kurulmuş şirketler, bunların bünyesinde faaliyet icra eden vakıflar, kamu yararına çalışan dernekler, kooperatifler ya da halka açık anonim şirketlerle hukuki ilişki tesisinde veya tesis edilmiş hukuki ilişkinin devamı sürecinde, bu tüzel kişiler adına hareket eden kişilere görevinin gereklerine aykırı olarak yarar sağlanması halinde de rüşvet suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
Rüşvet suçu, iki taraflı bir suçtur. Bir karşılaşma suçu olduğu için, zorunlu olarak suçun işlenişine katılanlar, aynı amacın gerçekleşmesini hedeflemekte, fakat farklı yönlerden hareket etmektedirler. Bu suç ile yasaklanan eylemler, rüşvet alan kamu görevlisi bakımından rüşvet alma, rüşveti veren fail bakımından ise, rüşvet vermedir. Yararı sağlayan veya bu yolda anlaşmaya varan (vaatte bulunan) kişi ile kamu görevlisi arasında, serbest iradeye dayalı bir “rüşvet anlaşması” bulunmaktadır.
Gerek Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairenin yerleşmiş kararlarında, gerekse öğretide ağırlıklı bir görüş olarak kabul gördüğü üzere, kamu görevlisinin, görev alanına giren, yapmaması gereken bir işin yapılması veya yapması gereken bir işin yapılmaması karşılığında, fertle arasında, haksız yararın sağlanması hususunda rızalarının tam olarak uyuşması ile rüşvet anlaşması gerçekleşmiş olur. Teklif veya önerinin fert veya kamu görevlisinden gelmesinin önemi bulunmamakla birlikte, rüşvet veren ve alanın aynı amacın gerçekleştirilmesine yönelik olarak, kamu görevlisi tarafından ferde veya fert tarafından kamu görevlisine doğrudan veya örtülü bir istek veya önerinin yapılması ve bunun da karşı tarafça kabul edilmesi gerekir. Böyle bir anlaşmanın varlığının kabulü için, anlaşmaya ilişkin rızalar özgür irade ürünü olmalı, başka deyişle, cebir, tehdit, hile ve sair nedenlerle fesada uğratılmamış bulunmalıdır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30.10.007 tarih ve 2007/5-174 esas-2007/213 sayılı kararında ise; “Yapmak zorunda olunan bir işin yapılması için elde edilen menfaatin rüşvet suçunu oluşturmayacağı” hükme bağlamış, “haklı bir işin gördürülmesi amacıyla kamu görevlilerine menfaat temininin rüşvet suçunu oluşturmayacağı, koşulları gerçekleştiğinde irtikaptan söz edilebileceği”, yapması gereken işi yapmak için menfaat temin eden kamu görevlisinin, irtikap düzeyine ulaşmayan eyleminin görevde yetkiyi kötüye kullanma suçunu oluşturabileceği düşünülmelidir” ,
Yargıtay 5.Ceza Dairesinin 07.07.2011 tarih ve 2011/7022-2011/9666 sayılı kararı; “Kamu hizmetlerinin eşitlik ve likayat açısından adalete uygun yürütüldüğü, kamu görevlilerinin rüşvet kabul etmez ve satın alınamaz oldukları hususunda toplumda hakim olan güvenin korunması amacıyla TCK nun 252.maddesinde düzenlenmiş olan rüşvet suçunun bir kamu görevlisinin ya da anılan maddenin 4.fıkrasında sayılan tüzel kişiler adına hareket eden kişilerin görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı yasal zeminde bulunmayan her iki tarafın aynı amacın gerçekleştirilmesine yönelik olarak ortaya koydukları doğrudan veya örtülü bir istek ile özgür irade ürünü rızalar sonucunda oluşan ve şarta bağlı olmayan anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıyla oluşacağı cihetle...” yönündedir.
(Kaynak: İhaleye fesat karıştırma ve rüşvet suçları kitabı, A. C. Tuğrul, sayfa 332-354 )
Bu noktada TCK da yer alan kamu görevlisi tanımını yapmak gerekmiştir. 5237 Sayılı TCK nun tanımlar başlıklı 6.maddesinin c fıkrasına göre kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yolu ile ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi anlaşılmaktadır.
765 sayılı TCK’nın 279. maddesinde, Devlet faaliyetlerini kamu görevi ve hizmeti olarak ikiye ayırmaktaydı. Bu faaliyetler içerisinde personelin işlevinin kamu görevi olması durumunda ‘memur’ olduğu, buna karşın, personelin işlevinin kamu hizmetini yürütmek olması durumunda ‘hizmetli’ olduğu kabul edilmekteydi. Örneğin, belediyede veya nüfus müdürlüğünde görev yapan yönetici veya daktilo memuru olan kişiler kamu görevlisi sayılırken, 657 sayılı Kanuna da tabi olmasına karşın odacı, itfaiye eri, ahçı, marangoz, vb. kimseler ve kadrolu işçiler ‘kamu hizmetlisi’ kabul edilirlerdi. Dolayısıyla 765 sayılı Kanun, kamu personelinin kamu fonksiyonu içerisindeki hukuki işlevini, görevini esas alan ve bu anlamda ‘sübjektif’ sayılabilecek bir ölçüt kullanmakta idi.
5237 sayılı TCK 6/1-c maddesinde ise kamu görevlisi; “kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi” biçiminde tanımlanmıştır. Bu tanım uyarınca artık kamu personelinin idari fonksiyon içerisindeki işlevinin ne olduğu araştırılmayacaktır. Bunun yerine, idarenin fonksiyonunun ‘kamusal faaliyet’ niteliğinde olup olmadığı ve personelin de bu faaliyete yasaya uygun olarak iştirak edip etmediği incelenecektir.
Ancak, yeni TCK’nin getirdiği tanım da yeni tartışmalara yol açmıştır. Önceki yasa döneminde sürdürülen “kamu görevi nedir?” veya “kim memurdur?” tartışmalarının yerini; “kamusal faaliyet nedir?” ve “kamu görevlisi kimdir?” tartışmalarına bırakmıştır. Kamusal faaliyet teriminin anlaşılabilmesi için İdare Hukuku kavramlarından yararlanılmalıdır.
Faaliyet, etkinlik kelimesiyle eş anlamlıdır. İdare Hukukunda ‘faaliyet’ kavramı; ‘idarenin görevi’ veya ‘fonksiyonu’ anlamında kullanılmaktadır. Yine ‘idarenin etkinliğinin ne olduğu’ sorusunun cevabının da, “kamu hizmetlerini yürütmek” olduğu kabul edilmektedir.
İdare Hukukunda ‘kamusal faaliyet’ yerine, ‘kamu hizmeti’, ‘kamu fonksiyonu’ ve ‘kamu yararı’ kavramları kullanılmaktadır. Anayasanın 128. maddesinde de, Devletin etkinlikleri; ‘kamu hizmeti’ olarak adlandırılmaktadır. Ayrıca Anayasanın 128/1. maddesinde Devlet, KİT’ler ve diğer kamu tüzel kişilerince yürütülen “kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği” belirtilmektedir. Şu halde, kamusal faaliyet kavramının ‘kamu hizmeti’ kavramı ile eş anlamlı olup olmadığını incelemek gerekmektedir.
İdare Hukukunda kamu hizmeti kavramı, yalnızca Devlet ve kamu kurum ve idarelerince yürütülen kamuya yararlı hizmetlerle sınırlı değildir. Bunun yanında diğer özel veya tüzel kişilerce, kamu idaresinin denetiminde yürütülen kamuya yararlı hizmetleri de (imtiyaz usulü vb.) kapsamaktadır. Bu nedenle, kamusal faaliyet kavramının temelinde kamu hizmetinin bulunduğunu, ancak Ceza Hukuku bakımından ‘kamu hizmeti’ teriminden daha dar ve özel bir anlam içerdiğini kabul etmek gerekmektedir. Başka bir anlatımla, kamusal faaliyet niteliğini taşıyan tüm etkinliklerin mutlaka ‘kamu hizmeti’ vasfında olduğu kabul edilebilecek iken, her kamu hizmetinin kamusal faaliyet niteliğinde olmadığı söylenmelidir.
Bu açıklamalara göre; kamu hizmeti olarak üstlenilen bir faaliyetin, yasaya veya siyasi iradeye dayalı olarak kurulmuş olması ve yürütülmesinde “genel idare esaslarının” geçerli bulunması (Any.m.128/1) durumunda kamusal faaliyetin varlığından söz edilebilir. Genel idare esasları kavramı; kamu hukuku rejiminin ve kamusal yönetim usullerinin varlığını gerektirmektedir. Kamu hukuku rejiminin varlığı ise; faaliyetin kanunla kurulup, işlem ve eylemlerinin yargı denetimine tabi olmasını, idarenin bütünlüğü ilkesine uyulmasını, yönetim anlayışının merkezi idare veya yerinden yönetim ilkesine dayanmasını, personelin görev ve sorumlulukları ve disiplin yönünden güvenceye kavuşturulmuş olmasını zorunlu kılmaktadır.
Konuyu yine İdare Hukuku terimleriyle açarsak; kamu idarelerini oluşturan; merkezi idare (Başbakanlık ile bakanlıkların merkez ve taşra örgütleri) merkezi idareye yardımcı kuruluşlar (Milli Güvenlik Kurulu, Sayıştay, DPT, TSK, Devlet Denetleme Kurumu vs.) ve mahalli idareler, yasama organı ve yargı organları kamusal faaliyet yürütmektedir.Ayrıca; kamu kurumları olan, hizmet yerinden yönetim kuruluşları niteliğindeki üniversiteler, TRT, TODAİ, TÜBİTAK, KİT’ler vb. kurumların da kamusal faaliyet yürüttükleri kabul edilmelidir.
Hangi kamu tüzel kişisinin kamusal faaliyet yaptığı belirlenince, bu faaliyete iştirak eden kişinin de kamu görevlisi olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle artık, kamusal faaliyetin yürütülmesine iştirak eden kişinin, kamu hizmeti mi yoksa görevi mi yaptığı şeklinde bir ayrım yapılmaksızın, tümünün kamu görevlisi olduğu kabul edilmelidir. Ancak kamusal faaliyete iştirakin herhangi bir biçimde değil, ‘kamu hukuku usulünce’ olması gerekir.
Devlet Memurları Kanununun 4/1. maddesine göre kamu hizmetleri; memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürülür. Bu hüküm uyarınca, işçilerin dahi kamu hizmeti yürütebilecekleri kanun koyucu tarafından kabul edilmiştir. Dolayısıyla önemli olan husus, istihdam edilen kişi ile yönetim arasında “genel idare usullerine uygun olarak” bir hukuki münasebet (kamu hukuku ilişkisi) kurulmasıdır. Bu hukuki ilişki sayesinde hizmet gören personel, idarenin emir ve talimatları çerçevesinde ve denetimi altında kamu hizmetini yürütmekte ve bu sırada iştirak ettiği kamusal faaliyet dolayısıyla az da olsa kamu gücünü temsil edip kullanmaktadır.
İlgili yasal düzenlemelerde belirtilen yönteme uygun olarak kamusal faaliyete iştirak eden tanık, bilirkişi, seçim sandık kurulu üyesi, belediye veya il genel meclisi üyesi, muhtar, milletvekili, belediye başkanı olan kişiler de kamu görevlisi sayılmaktadır. Yargıtay, 5237 sayılı TCK döneminde 399 sayılı KHK kapsamına girdiği için KİT rejimine tabi bulunan PTT personeliyle ilgili bir kararında, hem KİT’lerin kamusal faaliyet yürüttüklerini kabul etmiş ve hem de bu personel hakkında 4483 sayılı Yasanın uygulanamayacağını ifade etmiştir :
“Posta dağıtıcısı olan sanığın posta gönderileriyle ilgili olarak 399 sayılı Yasa Gücünde Kararnamenin 11/b maddesi ve Tebligat Yasası kapsamındaki görevini yapması nedeniyle de 7201 sayılı Tebligat Yasasının 52,57. maddeleri uyarınca 765 sayılı TCY uygulamasında ‘memur’ sayılarak memur gibi cezalandırılması gerektiği gibi, 5237 sayılı TCY’nın 5, 6/c maddeleri gereği ‘kamusal faaliyete’ katılması dolayısıyla kamu görevlisi olarak kabul edilmesi gerekmekte ise de, anılan yasal düzenlemeler maddi ceza hukuku ile ilgili bulunup, soruşturma yöntemi bakımından 4483 sayılı Yasaya bir göndermede bulunulmamıştır. Bundan ayrıca, Anayasanın 128. maddesinin birinci fıkrasından ‘kamu iktisadi teşebbüsleri’ sözcükleri çıkarılmak suretiyle aynen alınan 4483 sayılı Yasanın 2/1. maddesindeki; “Bu Kanun, Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında uygulanır” hükmü uyarınca, yasa kapsamının sınırlandırılmış bulunması ve yürürlükten kaldırılan 765 sayılı TCY. döneminde olduğu gibi 5237 sayılı kanunun yürürlüğe girdiği 1 Haziran 2005 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından da bu durumun değişmeyeceği gözetilmelidir.” (4.CD’nin 18.10.2006, 2081/17292)
(Kaynak: O. Yaşar, H. T. Gökcan, M. Artuç Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu)
Dostları ilə paylaş: |