T. C. İStanbul cumhuriyet başsavciliği sayı : 2009/191 Esas no



Yüklə 31,9 Mb.
səhifə102/335
tarix17.08.2018
ölçüsü31,9 Mb.
#71833
1   ...   98   99   100   101   102   103   104   105   ...   335

çalıştığı, tüm bu yollara başvurup sonuç alamayınca da ülkemizi kaosa sürükleyecek

eylemler gerçekleştirip, gerekli ortamı hazırlayarak, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde askeri

hiyerarşiye aykırı hareket etmesini istedikleri bir grubun askeri darbe yapması için göreve

çağırdıkları tespit edilmiştir.


Yapılan yargılama ve toplanan delillere göre sanıkların yöneldikleri hedefin, kendi

amaçlarına göre yönetip yönlendiremedikleri hükümetlerin cebir ve şiddet ile görevlerini

yapmalarını kısmen veya tamamen engel olmak şeklinde ortaya çıkması dikkate

alındığında, bu eylemlere ilişkin sanıklar hakkında TCK'nın 312/1. maddesinin

uygulanması talep edilmiştir. Her nekadar darbeler gerçekleştiğinde meclis ve diğer

anayasal kurumlar görevlerini yapamaz hale geliyor ise de; Ergenekon terör örgütü ve

sanıkların öncelikli kastlarının hükümete yönelik olması nedeniyle ayrıca TCK'nın 311/1.

maddesinin uygulanması talep edilmemiştir. İddianamelerde yer alan 311/1. maddesi talep

edilen sanıklar hakkında, yalnızca 312/1-2. maddesinin tatbikinin yeterli olacağı kanaatine

varılmıştır.


3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu:
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1. maddesinde terör'ün tanımı yapılmıştır.

Maddede; "terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya

tehdit yöntemlerinden biriyle. Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi,
672 / 2271
hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez

bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek,

Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve

hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı

bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç

teşkil eden eylemlerdir." denmektedir.


Hukuka aykırı bir örgütlenmenin terör örgütü olarak nitelenmesi için ulaşmak istediği

amaç ve bu amaca yönelik olarak kullanacağı cebir, şiddet, baskı gibi yöntemlerin

belirlenmesi gerekmektedir. Farklı örgütlerin farklı ideoloji unsurları olmakla birlikte

örgütlerin amaçlarının temelinde. Devlet otoritesinin zaafa uğratılarak veya ortadan

kaldırılarak, örgütün amacına ulaşması yatmaktadır. Bir terör örgütü içerisinde sivil kanat

ve silahlı kanat arasında, örgüt üyeliği ve ya örgüt yöneticiliği bağlamında konum olarak

fark yoktur. İki grup arasındaki fark eylem farkıdır. 3713 sayılı Terörle Mücadele

Kanunu'nda yer alan tanıma uygun, hukuk dışı yapılanmaların tüm üyelerinin cebir

şiddet içerikli eylemlerinin olması veya tüm terör örgütü mensuplarının silahlı olması

gerekmez. Örgüt adına yapılan her eylem için de ayrı cebir unsuru aranmamalıdır.

Cebir ve şiddetin terör örgütü tarafından yöntem olarak belirlenmesi yeterlidir. Kaldı

ki, 3713 sayılı kanunun 1. maddesinde belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere

kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde, 3713 sayılı kanunun

4. maddesinde yazılı suçlar da terör suçu sayılır ve bunların içerisinde cebir ve şiddete

ihtiyaç duyulmaksızın işlenebilecek suçlar da bulunmaktadır.
3713 sayılı kanunun 3. maddesinde; "Türk Ceza Kanunu'nun 302, 307, 309, 311, 312, 313,

314, 315 ve 320. maddeleri ile 310. maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör

suçlarıdır." şeklinde amir hüküm yer almaktadır. Bu hüküm gereğince sınırlı olarak sayılan

bu suçları işleyenler de terör örgütü mensubu olacaktır. Bu suçlar Devlet otoritesini

sarsacak veya ortadan kaldıracak nitelikte suçlardır. Bu suçları işleyenlerin resmi veya

siyasi kimliği ne olursa olsun suçlar terör suçu, işleyenler ise terör örgütü yöneticisi veya

üyesi olacaktır.
3713 sayılı kanunun 5. maddesinde; "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler

hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adli para cezaları yarı

oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için,

gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet

hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur." hükmü

getirilmiştir. Bu nedenle sanıklar hakkında ayrıca 3713 Sayılı kanunun 5. Maddesinin

tatbiki istenmiştir.
İddianamelerde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan

kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek

suçundan dolayı cezalandırılması istenilen sanıkların, aynı zamanda Ergenekon terör

örgütü yöneticisi veya üyesi olmak suçundan da cezalandırılmaları istenmiştir. Ancak,

Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin 07.06.2011 tarih 2011/4205 esas, 2011/3247 karar sayılı

ilamında da belirtildiği üzere "5237 sayılı TCK'nın 314. maddesinde tanımlanan suç,

devletin güvenliğine toprak bütünlüğüne, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı

suçları işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütlerin kurucularını, yöneticilerini ve üyelerini

cezalandırmaya yönelik hazırlık hareketlerini suç sayan ve yaptırıma bağlayan özel bir suç

tipi olup; amaç suç işlendiğinde fail geçitli suçlardaki özellik nedeniyle, amaç suç ile amaç


673 /2271
suça yönelik olarak gerçekleştirilmiş bulunan araç suçlardan ilgili hükümlere göre

cezalandırılacak, ancak örgütün kurucusu, yöneticisi ve üyesi olmaktan ceza

verilmeyecektir." şeklinde ve benzer şekilde yerleşik kararları olduğu görülmüştür.
Dava sanıklarından haklarında TCK'nın 312/1. Maddesinin tatbiki istenenler hakkında

geçitli suç olması nedeni ile ayrıca TCK'nın 314/1 veya 314/2. maddelerinin uygulanması

istenmemiştir.
Mahkemenizde birleştirilen davalara ait iddianamelerde Ergenekon Terör Örgütünün Cebir

ve şiddet ile Hükümetin görevini kısmen veya tamamen yapmasına engel olmaya teşebbüs

suçuna ilişkin iddialar farklı şekilde yer almış olmakla, mütalaamızda kronolojik sıra takip

edilerek eylemler anlatılacaktır.


1)2002 YILINDA HÜKÜMETTE BULUNAN DEMOKRATİK SOL PARTİ GENEL

BAŞKANI MERHUM BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT VE PARTİSİNE YÖNELİK

YÜRÜTÜLEN FAALİYETLER;
İstanbul (CMK 250. Maddesi ile Yetkili) Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 17.07.2009 tarih,

2009/1498 Soruşturma, 2009/751 esas ve 2009/565 sayılı iddianamesinde sanık Mehmet

Haberal ile ilgili bölümde açıklandığı üzere;
Sanık Ergün Poyraz'ın dijital verilerinde yapılan inceleme neticesinde; "cinayet" isimli

330 sayfadan oluşan word sayfasında Mehmet Haberal başlığı altında özetle; "Ankara

Doğuş Locası 424 no'lu üyesi masonlarından olduğu, Ecevit'in rahatsızlığında yanlış

tedavi uygulamakla suçlandığı, üniversite ile hastanenin yapımı için aldığı 60 milyon

dolarlık krediyle Hazine'yi zarara uğrattığı, TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu,

hakkında "Meclis soruşturması'" açılmasını isteyerek "Yüce Divan" sürecini başlattığı ve

şüphelinin sahibi olduğu Başkent Üniversitesi'ne yönelik de usulsüzlük suçlamasında

bulunduğu komisyonun raporunda, Ecevit'in başbakanlığı döneminde tedavi gördüğü ve

daha sonra kendisine yönelik "komplo" yapılmaya çalışıldığı iddiasıyla terkettiği Başkent

Hastanesi'nin de sahibi olan sanığa ait Başkent Üniversitesi'ne kampus ve hastane projesi

için kullandırılan 60 milyon dolarlık kredi ile Hazine'nin zarara uğratıldığı, "Başkent

Üniversitesi'ne, Fon ile yapılan uluslararası nitelikteki anlaşmaya, Bütçe Kanunu'na.

üniversite ile yapılan devir anlaşmalarına aykırı ve Hazine zararına neden olacak şekilde

kredi kullandırılmıştır" denilen raporda ayrıca "Yüzde 30 Faizli Kredi" "Düşük İpotek"

"62 Milyon Dolar" "Haksız Kredi" "Gerçeği Yansıtmadılar" "Ödeme Gecikti, Yaptırım

Yok" başlıklarının yer aldığı.


Bülent Ecevit'in 2001 yılında bazı çevreler tarafından görevden uzaklaştırılarak, yerine

Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ı getirmek istedikleri ve durumu Hüsamettin

Özkan'ın kabul etmediği, 2002 Mayıs ayından itibaren Bülent Ecevit'in hastalığına dair

haberlerin ve yorumların ağırlık kazandığı, Emin Ç.Tn 2 Temmuz 2002"de Hürriyette;

"Ecevit'in Başbakanlık yapamayacak durumda olduğu, evinde iyi beslenemediği, hatta

yıkanmadığı, derisindeki lekelerin ve kabarmaların bakımsızlıktan kaynaklandığı"

şeklindeki yazısı ile verildiği, birkaç gün sonra 8 Temmuz 2002 tarihinde Hüsamettin

Özkan'ın DSP'den 61 milletvekili ile beraber istifa ettiği ve İsmail Cem ile birlikte Yeni

Türkiye Partisi'ni kurdukları, 4 Mayıs 2002'de Mehmet Haberal'ın rektörü olduğu Başkent

Üniversitesi'ne kaldırılan Bülent Ecevit'e bağırsak iltihabı teşhisi konulduğu, bir gün sonra

hastaneden çıkan Bülent Ecevit'in Oran'daki konutunda dinlenmeye çekildiği, iki gün
674 / 2271
sonra ise evde sırtını çarpması sonucu kaburgasının kırıldığı açıklamasının yapıldığı, 17

Mayıs 2002'de Başbakan"ın doktoru Prof. Turgut Zileli ve Başkent Üniversitesi Rektörü

Prof. Mehmet Haberal'ın Başbakanlık konutunda rahmetli Bülent Ecevit'i muayene ettiği,

kapsamlı bir çek-up yapılması için ikna ettikleri, yeniden aynı hastaneye kaldırıldığı ve

burada kaldığı 11 gün sonunda durumunun daha da kötüleştiği, 27 Mayıs 2002'de 11 gün

kaldığı Başkent hastanesinden çıkarak evine gittiği ve Başkent Üniversitesi'nden gelen

doktorları kabul etmeyerek. Demiryolları Hastanesi'nde çalışan Ortopedist Dr. Mücahit

Pehlivan tarafından tedavisine devam ettirildiği, o dönemde. DSP Grup Başkanvekili olan

Emrehan Halıcı tarafından rahmetli Bülent Ecevit'in 11 Temmuz 2002'deki son randevuya

gitmemesinin nedeni olarak "Gitseydi, kendisine çürük veya "iş göremez" raporu verilecek

ve bu rapora dayanılarak Başbakanlıktan düşürülecekti. " şeklinde beyanlarda bulunduğu,

o dönemde, rahmetli Bülent Ecevit'in koruma amirliğini yapan Recai Birgün tarafından o

günlerle ilgili olarak yapılan açıklamalarda "dünyada tedaviyi kesip de ayağa kalkan tek

insan Sayın Bülent Ecevit 'ti. Ne zaman tedavi kesildi, ayağa kalktı. O gün yaşananlara da

57. Hükümet'e yapılan operasyonun bir parçası olarak baktık. 57. Hükümetin iktidardan

düşürülmesi için yapılan bir operasyondu. " şeklinde beyanlarda bulunduğu anlaşılmıştır.


Tanık Recai Birgün, 29.04.2009 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nda vermiş

olduğu yeminli ifadesinde özetle; "Kendisinin Bülent Ecevit'in koruma müdürü olduğu

dönemde Ecevit'in Koalisyon Hükümetinde başbakanlık görevinde bulunduğunu,

04.04.2002 tarihinde bir rahatsızlık geçirdiğini, Tedavisi için Başkent Hastanesine

gittiklerini ve bir günlük tahlil ve tedavi sonucu eve geri geldiklerini, evde 3 gün sonra

birden sırtında bir acı hissettiğini ve tekrar Başkent Hastanesine gittiklerinde

kaburgasında kırık olduğunun söylendiğini ve 11 gün kadar hastanede kaldığını, kaburga

kırığı için yapılacak bir şey olmadığını kendiliğinden iyileşeceğini söylediklerini, ayrıca

bacaklarında tranbofolit rahatsızlığının olduğunun söylendiğini, 11 günün sonunda

tedavisinin evde yapılması için hastaneden ayrıldıklarını,


İlk gittikleri gün kendisine ilerlemiş yaşına rağmen hastanede birçok tetkik ve tahlil

yapıldığını, Orada hastanedeki görevlilerden bazılarının kendisine, 20 yaşındaki genç

birine dahi bir günde bu kadar tahlil yapılmaz dediklerini, Bülent Ecevit 'in hastanede

gerçekten ciddi bir şekilde yorulmuş olduğunu, ayakta duracak halinin de bulunmadığını,

hastaneden çıkarken Bülent Ecevit'e gazetecilerin dışarıda olduğunu söylediklerini ve

kendisine yorgun olduğunu ve herhangi bir açıklama yapmaması gerektiğini ısrarla

söylemelerine rağmen, o sırada Mehmet Haberal'ın mutlaka birkaç kelime söylemesi

gerektiğini söylediğini, kendilerinin kapının önüne çıktıklarında bütün gazetecilerin orada

olduklarını ve Başkent Üniversitesi'ne ait kürsünün dahi hazırlanmış olduğunu, o sırada

Bülent Ecevit'in kürsüde konuşma yapmak istediğinde konuşamadığını, boğazının

düğümlendiğini, hatta Mehmet Haberal'ın ismini dahi söyleyemediğini, daha sonra

konuşma yapmadan gittiğini, Mehmet Haberal'a niye böyle oldu diye sorduğunda, biz

beyefendiye endoskopi yaptık ve boğazını da uyuşturduk, bunun için konuşamamış olabilir

demesi üzerine kendisinin de madem böyle bir durum vardı neden konuşmasına izin verip

birkaç kelime söylemesini istediniz diye söylediğini, Mehmet Haberal'ın da neyse olur

böyle şeyler dediğini, kendisinin de o zamanlar bunun normal bir şey olduğunu

düşündüğünü,
Eve geldikten 2-3 gün sonra Bülent Ecevit'in evde dengesini kaybedip sırtını koltuğa

vurmuş olduğunu, bir iki günde sırt acısı ile durduğunu kendisine söylediğinde hemen

hastaneye götürelim dediğini, daha sonra sırtında kaburga kırığı olduğunun söylendiğini
675/2271
ve 11 gün hastanede kaldığını, hastaneden eve geldiğinde tekrar bir sırtında yanma

hissedince geri hastaneye götürdüklerini, burada kendilerine omurgasının çöktüğünü ve

Bunun çok sıkıntılı bir şey olduğunu söylediklerini, buna rağmen kendisinin tedavinin evde

yapılmasında ısrar ettiğini, tedavi sırasında doktorların kesinlikle yataktan kalkmaması,

tuvalete dahi gitmemesi gerektiğini söylediklerini, bu arada Bülent Ecevit'in evin içinde

bütün gün normal bir insan gibi ihtiyaçlarını gidermesine rağmen, doktorlara saygısından

ötürü doktorlar geldiğinde yatakta kıpırdamadan yattığını, zamanla kendisinin hastalığının

Türkiye nin ekonomisinin sipeküle edilmesine, borsanın düşmesine sebep olarak

gösterilmeye başlayınca, Bülent Ecevit 'in bu durumdan ciddi bir şekilde rahatsız olduğunu

ve basın açıklaması yapmak için ısrar ettiğini, doktorların çok büyük baskılarına rağmen

bu kararından vazgeçmediğini, kendisine söylenen aman tepişirsen omurgaya baskı olur

felç olabilirsin denmesine rağmen "bu ülkeye benim bir can borcum var canımı da

veririm " diyerek nasıl açıklama yapacağını doktorlardan öğrendiğini, en sonunda çok

kalın, kaba ve uzaktan fark edilebilecek bir korse kendisine giydirilerek basının karşısına

çıkıp bazı açıklamalar yaptığını, daha sonra evinde tedaviye devam ettiğini, bir ara tekrar

bu tür olumsuz haberler çıkınca kendisinin Bakanlar Kuruluna katılmak için ısrar ettiğini,

ancak yine doktorların kesinlikle yataktan kalkmamasını, felç olabileceğini söylediklerini,

kendisinin çok ısrar etmesine rağmen doktorların Bakanlar Kuruluna katılmasını

engellediklerini ve medyada o tarihlerde yine Bakanlar Kuruluna katılamadı şeklinde

devlet yönetiminde otorite zafiyeti olarak haberler yapıldığını, her gün doktorların gelip

aynı kontrolleri yapıp, "aman ha hareket etmişsiniz" diyerek durum tehlikeli diyerek

Bakanlar Kuruluna katılmasına engel olduklarını.


Daha sonraki dönemde gelip düzeliyorsunuz, iyi gidiyorsunuz şeklinde her gün aynı tür

kontrolleri yaptıklarını, bu durumun yaklaşık 3 ay sürdüğünü, kendilerinin Bülent Ecevit'in

evde gündüz herhangi bir rahatsızlığı ve hastalığı olmadığını gördükleri halde, doktorların

ısrarla kendisinin çok hastalığı varmış gibi davrandıklarını.


Mayıs 2002 tarihindeki MGK toplantılarına Bülent Ecevit'in katılmak istediğini,

toplantıdan bir gün önce doktorların yarın katılabileceğini ancak yine de sabah bir kontrol

etmeleri gerektiğini söylediklerini, MGK toplantısının 9.30'da başladığını, Bülent

Ecevit'in doktorlarının da aynı saatte geldiklerini, Bülent Ecevit'in Cumhurbaşkanı ile

görüşüp ilk defa MGK toplantısını saat 10:30'a aldırdığını, doktorların geldiğinde yine

omurganın baskı yaptığını, kesinlikle katılmaması gerektiğini söyleyince medyada yine

katılamadı şeklinde taciz edici ve devlet yönetiminde zafiyet varmış gibi haberlerin

yapıldığını, son olarak aynı tarihlerde Kıbrıs Zirvesinin olduğunu, Bülent Ecevit'in bu

zirveye önem verdiği için çok katılmak istediğini, ancak yine zirve öncesi doktorların

katılabileceğini söylemelerine rağmen, sabah kontrolünde katılamayacağını

söylediklerinden katılamadığını, doktorların bu söylediklerine rağmen Bülent Ecevit'in

normal olarak evin içinde günlük ihtiyaçlarını giderebilecek kadar da sağlık durumunun

iyi olduğunu,
Bu durumun devam etmesi üzerine kendisinin Rahşan Ecevit ile bu konuyu görüştüklerini

ve Rahşan Ecevit'e, bir ortopedist arkadaşının olduğunu, onu çağırıp bir kontrol ettirelim

dediğini, bu konuyu Bülent Ecevit 'e açtıklarını, onun da uygun görmesi üzerine, arkadaşı

olan ve alanında çok iyi olan ortopedist doktor arkadaşı Mücahit Pehlivan 'ı gizli olarak

eve getirdiklerini, çünkü sürekli evin önünde gazetecilerin durduğunu ve kimin eve girip

çıktığını takip ettiklerini, arkadaşı olan Mücahit Pehlivan 'ın Türkiye 'de kıkırdak naklini ilk

yapan doktorlardan biri olması sebebi ile bu konunun da uzmanı olduğunu, kendisi
676 / 2271
muayene ettikten sonra herhangi bir hastalığının olmadığını, omurga çökmesinin

iyileştiğini söylediğini, kendisinin de doktor arkadaşına muayene ettiği kişinin Başbakan

olduğunu, lafla bu tür şeylerin söylenip ileride herhangi bir sıkıntı olduğunda ciddi bir

spekülasyona yol açacağını söylemesi üzerine gece gizlice bir özel hastanenin seyyar

röntgen cihazlarını alıp eve getirdiğini, kendisinin film çektiğini ve orada da aynı şekilde

hastalığın tamamen iyileştiğini, hiçbir sıkıntı olmayacağını, ama yine de hareketlerine

dikkat etmesinin gerektiğini, kendisine ince, kibar ve ufak bir korse takmasını söylediğini,

bu olaydan sonra Başkent Üniversitesi Hastanesi doktorlarının kontrol süresini 3 günde

bire indirdiklerini, Bu arada Bülent Ecevit 'in ara ara dışarı çıkmaya başladığını, dışarı

çıktığı zamanlarda doktorların sürekli kendisini arayıp niye çıkarıyorsunuz, bir şey olursa

sorumluluğu kim alacak şeklinde yoğun baskı oluşturduklarını, doktorlardan ismini

hatırladığı kadarıyla Turgut Zileli ve Mehmet Haberal'ın olduğunu, Mehmet Haberal'ın

ara sıra geldiğini, Hastane başhekimi olduğu için son sözü sürekli Mehmet Haberal'ın

söylediğini, Doktorların muayene bulgularını Mehmet Haberal 'a ilettiklerini, o da yine

telefon açıp aman çıkmayın, etmeyin şeklinde Bülent Ecevit'e baskı yaptıklarını, hatta o

tarihlerde hastane önünde bekleyen medya mensuplarına, Mehmet Haberal'ın Başhekim

Yardımcısı olan Bayan doktorunun şu da var bu da var diye gazetecilere bilgi verdiklerini,

gazetecilere bunları yazmalarını söylediklerini kendisine bizzat gazetecilerin

söylediklerini, hatta Emin Çölaşan 'ın Başbakanın evinde iyi bakılmadığını, vücudundaki

siyah lekelerin yıkanmaması nedeni ile oluştuğunu yazdığını ve bu konunun o dönemlerde

gazete manşetlerinde yer aldığını, Mehmet Haberal 'ı aradığında kendisinin haberi yazan

Emin Çölaşan 'a karşı ağır laflar söyleyerek bunlara aldırış etmemeleri gerektiğini

söylediğini, hatta gereğini yapacağını söylemesine rağmen herhangi bir şey yapmadığını,

daha sonra hastane önündeki gazeteciler ile yaptığı görüşmelerde bu tür haberlerin bizzat

hastane tarafından kendilerine aktarıldığını, kendilerinin bu tür uygunsuz haberleri

merkeze iletmeyip, yazılmalarına engel olunca doğrudan haberleri merkeze, merkezden

kendi tanıdıkları yazarlara bu tür bilgileri sızdırıp yayınlamasını sağladıklarını kendisine

gazetecilerin söylediğini, o tarihlerdeki gazete yazıları, manşetlere bakıldığında organize

ve planlı bir şekilde bu konunun medyada abartılıp baskı unsuru olarak kullanıldığının çok

açıkça anlaşıldığını,


Daha sonra kendilerinin tedaviyi kestikten bir süre sonra son olarak hastanede tetkik

yapılması gerektiğinin söylendiğini, gitmeye hazırlanırlarken parti yetkililerinden

kendilerine sakın gitmeyin Bülent Ecevit 'e iş göremez raporu verilecek şeklinde bilgiler

gelince, gitmekten vazgeçtiklerini, daha sonra Mücahit Pehlivan 'ın doktor olarak Bülent

Ecevit'in bütün tedavisini üstlendiğini, Bülent Ecevit'in Başkent Üniversitesi ile bütün

ilişkilerini kestikten sonra normal hayatına geçtiğini ve görevine başladığını,


Daha sonra medyada sürekli Ecevit'in hasta olduğu, devleti yönetemeyeceği şeklinde

yoğun propaganda amaçlı haberler çıktığım, hatta Ecevit siz ve MHP'siz hükümet

formüllerinin konuşulduğunu, Bülent Ecevit evinde istirahatte iken o dönem ekonomiden

sorumlu devlet bakanı olan Kemal Derviş 'in 13 gün ortadan kaybolduğunu, başbakan

dahil kendisinden kimsenin haber alamadığını, nerede olduğunun, ne yaptığının bu gün

dahi hala sır olduğunu, O dönemlerde Amerika 'nın Türkiye üzerinden Irak 'a müdahale

edilmesine dair yoğun bir baskı olduğunu, Başbakanın bu müdahaleye karşı çıktığı için

kendisine karşı hükümetin değiştirilmesi gibi birçok formüller gündeme getirildiğini,

hatta Amerika'da Bush ile yaptığı görüşme sonrası "Amerika'nın niyeti Saddam'ın

kellesini almak, ama biz Amerika'nın Irak'ı işgaline karşıyız" şeklinde açıklama yaptığını

hatırladığını, o günlerde 1,5 saatlik görüşmelerinde 3 kelime sürçü lisan etmiş ise birçok
677 / 2271
medya organlarının bu görüntüleri sürekli verip Başbakanın vazife göremez olduğu

iddialarını sürdürdüklerini, aynı tarihlerde Tansu Çillerin, Amerika Irak'ı işgal edecek

bende başbakan olacağım şeklinde televizyonlara açıklama yaptığını, Cengiz Çandar İn

da, 30 Kasım 2001 tarihinde "eğer bir gün Amerika Irak'ı işgal edecek olursa, o gün

Bülent Ecevit Başbakan olarak bırakılmayacak" şeklinde yazı yazdığını, daha sonra da

Başbakanın hastalığı iyileşmiş olduğu halde sürekli devletin çok önemli işleri için görevi

yapmasına tıbbi olarak önlemeye çalıştıklarına yönelik şüphelerinin yoğunlaştığını,
Daha sonra Bülent Ecevit, Başbakanlığı bırakmamakla ısrarlı bir tutum sergileyince

Ecevit'siz ve MHP'siz koalisyon hükümeti şartları da oluşturulamayınca o dönem

itibariyle mecliste çoğunluğu elinde bulunduran DSP'nin (Demokratik Sol Parti)

meclisteki grubunun çeşitli oyunlarla ikiye bölündüğü ve yeni bir oluşuma gidildiğini, bu

oluşumun başında da Kemal Derviş, İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan isimli şahısların

önde yer aldıklarını, hem parti içinde hem hükümet içinde çok ciddi bir zafiyet ortamı

oluşturulduğunu, nasıl oldu ise birden Kemal Derviş İn kurulma aşamasında olan YTP

(Yeni Türkiye Partisi) 'den istifa edip CHP'ye geçtiğini, herkesin bu duruma şaşırdığını, bu

süreçte DSP'den istifa edip YTP adı altında bir oluşum kurulurken CHP ye geçmesinin

kendilerindeki soru işaretlerini daha da kuvvetlendirdiğini.


Kendisinin o tarihlerde sadece koruma müdürü olduğunu. Başbakan 'a yakın olunca bazı

şeyleri ister istemez öğrendiğini ve her olaya güvenlikçi olarak yaklaştığı için olayları o

tarihlerde fark ettiğini, Başbakanın makam aracına da bizzat kendisinin bindiğini, o

tarihlerde kendisine askerlerin de "Çekil" baskısı yaptığı yönünde Murat Yetkinin yazısı

çıkınca Başbakan İn da olayı doğruladığını, ancak isim vermediğini,
Sonraki süreçte bildiği kadarı ile MHP Genel Başkanına, şu anda DSP ikiye bölündü

mecliste ikinci parti sen görünüyorsun, bu şekilde hükümeti boz, biz Ecevitsiz bir hükümet

formülü gündeme getirip seni başbakan yapacağız dediklerini, ancak Devlet Bahçeli 'nin

bu formüle sıcak bakmadığını, çünkü mecliste tek başına hükümet kuramayacağını

bildiğini, daha sonra kendilerine gelen bilgilere göre Devlet Bahçeli 'ye "eğer hükümetten


Yüklə 31,9 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   98   99   100   101   102   103   104   105   ...   335




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin