Rahşan Ecevit:" Siz bunu bana bakarak söylüyorsunuz ama aramızı açacaksınız onun için
evet."
Can Dündar:" Peki katiyen öyle bir niyetimiz yok. aman Allah bozmasın yok hep örnek
aldığımız bir çiftsiniz sakın."
Rahşan Ecevit:" Yani yokta. Evet. Hu"
Rıdvan Akar:" Bizim için öylesiniz gerçekten. Peki efendim bir şeyi daha yani belgesel
içerisinde hastalığınızla ilgili bölümde kaburganızdaki kırık ve bunun 12 gün sonra tespit
edilmiş olması. Böyle bir şey söz konusu muydu efendim?"
Bülent Ecevit:" Evet."
Rahşan Ecevit:" Şimdi bir ara bi düştüydü. Düşünce gerçekten kaburgası kırılmış. Ama biz
öyle bir şeyi fark etmedik. Daha sonra zaman içinde çıktı onun ağrısı. E zaman içinde
ağrısı çıkınca aa gitti röntgen çekildi ki kırılmışmış. O da dediler ki kaburga kemikleri
kendi kendine iyi olur dediler ve hakikatten kendi kendine iyi oldu bitti."
Can Dündar:" Yanlış tedavi uygulandığına hiç inanmıyordunuz."
Rahşan Ecevit:" Hayır orda hiçbir yanlış tedavi uygulanmadı."
Can Dündar:" Bütün bu süreçte yani hiçbir."
Rahşan Ecevit:" Hayır hiçbir yanlış tedavi uygulanmadı. Zaten hiçbir doktor onu yapamaz.
Ama."
Can Dündar:" Ya bilerek değildir ama yani."
Rahşan Ecevit:" Hayır, hayır hiç öyle bir şey olmadı. Bu sadecene dediğim ama ona da o
izin yok."
Rıdvan Akar:" Peki efendim."
Rahşan Ecevit:" 7 aylık telkin hikayesi evet. "
Can Dündar:" Peki."
Bülent Ecevit:"İlk defa duyuyorum bu 7 aylık telkini "
Rahşan Ecevit: " Ama Bülent öyle söyledi. "
711 /2271
Bülent Ecevit:" Hayır. Kim söyledi?"
Rahşan Ecevit:"Zileli söyledi."
Bülent Ecevit:" Yok."
Rahşan Ecevit:"Öyle söylediler de üstünde çok durdu onun."
Bülent Ecevit:" Hayır."
Rahşan Ecevit:"^ o kadar üstünde durdu ki biz bunaldık ve ayağa kalktın."
Bülent Ecevit:" Hayır."
Rahşan Ecevit:" Evet."
Bülent Ecevit:"Benim bunalışımın nedeni biliyorsun o gazeteciler yine beni yanlış
yakalayacaklar evin önünde sizde evin önündeymişsiniz."
Rahşan Ecevit: "Ha hayır sen hastaneye gitmedin o ayrı. O ayrı ama bunu bize söylediler
ve bizde onu yapmadık. Ve onun üzerine zaten dediler ki aaa Ecevit hastaneyi bıraktı iyi
oldu dediler onun için."
Can Dündar:" O yataktan kalkması yani yatması gerekirken kalkmasını siz mi söylediniz
yani. Bi bir nokta geldi gerçekten siz kalktınız ve o andan itibaren hep ayakta kaldınız."
Rahşan Ecevit:" Evet, evet kalktı ve ayakta kaldı evet."
Can Dündar:" Yani halbuki hep kamuoyuna."
Rıdvan Akar:" Efendim Emin Çölaşan'ın yazısıyla ilgili sizin yorumunuz nedir?"
Bülent Ecevit:" Efendim çok çirkin bir yazıydı tabi Rahşan haklı olarak tepkisini söyledi.
Ve tabi üniversite hastaneden verilen dışarı sızdırılan bir takım şeyler söylentiler,
iddialar o çir, o da ayrıca çirkindi. Kimler yaptı kimler yapmadı onu bilemiyorum tabi.
Neyse ama biraz fazla bu konunun üstünde durduk."
Rıdvan Akar:" Nasılsınız bugün efendim sağlığınız nasıl?"
Bülent Ecevit:" İyiyim çok iyiyim."
Can Dündar:"Yani şunun için durduk üzerinde yani gerçekten kamuoyu da artık sizin
başbakanlık yapamayacağınız yönünde bir inanç oluşturulmaya çalışılıyordu. Bir nokta siz
kalktınız ve hayır ben varım. "
Rahşan Ecevit:"Hu, evet o inanç oluşturulmaya çalışılıyordu."
712 /2271
Bülent Ecevit: "Evet. "Şeklinde kayda giren konuşmalarda başbakan Bülent Ecevit'in eşi
Rahşan Ecevit'in ısrarla Başkent Üniversitesi hastanesinde Sayın başbakanın 7 ay sırtüstü
yatması gerektiğini söylediklerini ifade ettiği anlaşılmıştır.
Duruşmada tanık Recai Bugün'e bu görüntüler izlettirilip "Başkent hastanesindeki tedavi
süreci ile ilgili bölümle ilgili görüntülerde merhum başbakan Bülent Ecevit, "bana öyle bir
şey söylenmedi, hızla iyileştiğim söylendi" sözü üzerine. Sayın Rahşan Ecevit'te yok diyor,
bize farklı söylendi, 7, 8 ay işte sırtüstü yatacaktı ve 7, 8 ay yatması demek bir parti lideri
için siyasi hayatın bitmesi anlamına gelir şeklinde bir beyanı var. Siz bunları duydunuz mu
yani Sayın Bülent Ecevit mi her şeyi bilmiyor veya kendisine aktarılmadı, Rahşan Ecevit
mi daha iyi biliyor veya farklı kişilere, farklı şeyler mi söylendi siz bu noktada tanık olarak
nelere şahit oldunuz?" şeklinde iddia makamınca yöneltilen soruya,
Tanık Recai Birgün: "Efendim ben gerçekten her safhada Sayın Ecevit 'lerin yanındaydım.
Burada konu hakkında bilgiler Sayın Ecevit 'e verilmezdi, zaten Sayın Rahşan Ecevit ve
ben üçümüz olurduk bize aktarılırdı sıkıntı ne, hangi ilacı kullanacağız, nasıl olacak onun
için Sayın Ecevit 'in 7, 8 ay gibi bir ibareden haberinin olmaması çok normal çünkü onun
yanında konuşulmadı bunlar. "
Duruşma savcısının: "Ona söylenmedi mi bu şekilde işte 8 ay yatmanız gerekiyor işte
Sayın Başbakan filan demediler mi?" sorusuna, "Hayır efendim Sayın Rahşan Ecevit. "
Duruşma savcısının: "Sadece kontrole mi gelin dediler yanında... Onun yanında siz sadece
11 gün sonra kontrole gelin mi dendi?" sorusuna, "Onu ben duymadım efendim. "
Duruşma savcısının: "Bu konuyu bahsediyor ama 7, 8 ay denmedi diyor öyle bir şey yok
diyor." sorusuna, "Doğrusu ben 11 gün gibi bir şey de duymadım hatırlamıyorum
söylenmişse de ben hatırlamıyorum ama Sayın Rahşan Ecevit ve benim olduğum bir
yerde. "
Duruşma savcısının: "Kim söyledi yani hatırlıyor musunuz doktorlardan kim söyledi? Bir
de Rahşan Ecevit ve sizin dışınızda başka kimse var mıydı yanınızda?" sorusuna, "Yok
efendim sadece Rahşan Ecevit ile ben vardım ama doktorlardan hangisi söyledi şu an tam
net hatırlamıyorum açıkçası muhtemelen Sayın Haber al vardı çünkü biz Sayın Haber al 'la
ve Sayın Zileli 'yle muhatap olurduk diğer doktorlarla biz direkt görüşmezdik hiç. Yani. "
Duruşma savcısının: "Yani nihai şeyleri yapılacakları onlar mı söylerdi size?" sorusuna,
"Evet efendim. Yani ne ni... "
Duruşma savcısını: "Mehmet Haberal ve Turgut Zileli dediniz." sorusuna, "Evet ne niçin
yapılıyor. "
Duruşma savcısının: "Onun odasında mı söylenirdi yoksa hasta odasında mı yakınında
mı?" "Zaten hemen Sayın Ecevit 'in yattığı odanın karşısında biz oda tahsis etmiştik hem
güvenlik odası hem istirahat odası veya Sayın Ecevit'e ziyaret için gelenlerin aşağıdan
yukarı çıkmasına izin verilenlerin kabul edildiği bir oda ayarlamıştık orada söylendi. Sayın
Rahşan Ecevit 'le ben vardım. 7, 8 ay gibi bir şey bir süreye ihtiyaç var dendiğini ben
biliyorum Sayın Ecevit 'in bunu bilmemesi ve duymaması da normal buradaki beyanları da
713/2271
bence Sayın Ecevit'in de doğru. Sayın Rahşan Ecevit'in de doğru. Ama 11 gün konusu
nerede nasıl konuşuldu, bilmiyorum efendim. "
Şeklindeki beyanları ile Başbakan Bülent Ecevit ile eşinin niçin farklı beyanlarda
bulunduğuna açıklık getirmiştir.
ADLİ TIP RAPORU
Mahkemenizin 10.11.2010 tarih, 2010/746 değişik iş sayılı kararının 18-b maddesinde,
"Merhum Bülent Ecevit ile ilgili olarak iddianameye konu hastalığından dolayı basına
yansıdığı kadarıyla GATA nde de tedavisi devam ettiği dikkate alındığında, bu kuruma da
müzekkere yazılarak merhum Bülent Ecevit. hastanelerinde yattığı süre içerisinde yapılan
tüm işlemler, tanzim edilen evrak, rapor vs tüm yazılı ve digital belgelerin gönderilmesinin
istenmesine, bu belgelerin de geldiğinde Adli Tıp Kurumu na gönderilmesine" şeklinde
alınan karar gereği, Mahkemenizce 06.01.2011 tarihinde Başbakan Bülent Ecevife ait
tedavi evrakları İstanbul Adli Tıp kurumu Başkanlığına gönderilerek, tedavisi ile ilgili o
tarihte yapılan tetkik ve tahlillerin nevi ve sayı itibarı ile uygun olup olmadığı ayrıca
konulan tanı ve uygulanan tedavinin o tarihteki hastalığı, hastalıkları ve yaşı ile uyumlu
olup olmadığı konusunda rapor düzenlenmesi istenilmiştir. İstanbul Adli Tıp tarafından
hazırlanan 19.01.2011 tarih, B.03. l.ATK.0.06.00.001.1-101.01.02-
2011/10.01.2011/77835/4118 sayı ve 198 karar numaralı raporun sonuç kısmında,
"Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde 17/05/2002-27/05/2002 tarihlerinde; tromboflebit, sol
9. kaburga kırığı, pulmoner tromboemboli, Parkinson hastalığı, myastenia gravis, blefarit
osteoporoz, kontrole hipertansiyon tanıları ile yatırıldığı, önerilerle taburcu edildiği,
29/05/2002 tarihinde evde yapılan kontrolde; 7. ve 8. vertebra hizasının ödemli,
palpasyonla ağrılı olduğu, çekilen filmlerde T8 kompresyon kırığı saptandığı, korse ile
fıksasyon ve mutlak yatak istirahatı önerildiği, evde kontrollere devam edildiği,
12/06/2002'de gece evde düştüğü belirtildiği, muayenede omurilik zedelenme bulgusu
olmadığı, ısrarla yatak istirahatı ve korse gerekliliği önerildiği, en son 02/07/2002 tarihli ev
ziyaretine ait muayene bulguları olduğu, 30/5/2003, 11/6/2003, 28/7/2003 tarihlerinde
Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve Askeri Tıp Fakültesi Eğitim Hastanesi'nde anemi
açısından ayaktan takip ve tedavisi yapıldığı, 22/8/2003-29/8/2003 tarihlerinde aynı
hastanede yataktan düşme, kasılma, bilinç kaybı nedeniyle yatırıldığı, yapılan tetkiklerle
epilepsi tanısı konulduğu, en son 1/5/2006 tarihinde intraventriküler kanama nedeniyle
aynı hastaneye yatırıldığı takip ve tedavisi sürerken 5/11/2006 tarihinde öldüğü bildirilen
Bülent Ecevit adına düzenlenen adli ve tıbbi belgelerde bulunan veriler birlikte
değerlendirildiğinde; Kişinin Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde 17/05/2002- 27/05/2002
tarihleri arasındaki yatışında; sol 9. kaburga kırığı, tromboflebit, pulmoner tromboemboli
yönünden değerlendirildiği, uygulanan tedavilerin tıbben uygun olduğu, Myastania
Gravise de uygun tedavi verildiği fakat Parkinson hastalığı açısından hastane ve evdeki
tıbbi kayıtlar ve takiplerde tutulan notlarda eksiklikler dikkati çektiği, Parkinson
hastalığının düzeyi, komplikasyon (unutkanlık, hipotansiyon, uyku problemleri) gelişip
gelişmediğinin, ilaç kullanımı ile ilgili sorunların olup olmadığının not edilmediği,
bunlardan dolayı hastanın son muayene bulgularının düzenli olarak değerlendirilmediği ve
detaylı olarak bildirilmediğinden hastanın kliniğine göre dopaminerjik tedavi ve tedavinin
dozlarının yeterli olup olmadığı hakkında kesin bir yorum yapılamamakla birlikte evdeki
takipte düşmelerin ön planda olduğu, iki taraflı Parkinson hastalığı olan olgunun orta veya
ileri evre (Hoehn and Yahr Skorlaması sonucu en az 3) Parkinson hastalarında görülebilen
bir durum olduğu, bunu destekler biçimde GATA tarafından yapılan takipte ilaç dozunun
714/2271
yükseltilmiş olması ve klinik bulguların daha iyi olduğunun not düşülmesi
düşünüldüğünde dopaminerjik tedavinin yetersiz kaldığının kabulü gerektiği oy
çokluğuyla mütalaa olunur." şeklinde yapılan tedavinin yetersiz olduğu yönünde oy
çokluğu ile görüş bildirilmiştir.
Her nekadar sanık ve müdafileri dönemin BaşbakanT Bülent Ecevit'e yerinde ve doğru
tedavi uygulandığı ve kendi hastanelerinin uyguladığı yöntemle iyileştiğini savunmuşlar
ise de; yukarıda ayrıntısı verilen Adli Tıp Raporu tedavinin yetersiz olduğunu
kanıtlamıştır.
Sanık Yalçın Küçük'ten ele geçirilen 46 numaralı Cd içerisindeki 11 Delalet isimli, 95
numaralı Cd içerisindeki 11 yharman aralık 2004 Delalet isimli Msvvord belgesi içeriğinde
bilgisayarında bulunan Dördüncü Bölüm Saralı Ülke isimli belgede "Öyle sanıyorum,
Recep Erdoğan'ı derhal Haber al'a götürmek gerekiyor, Ecevit misali hastaneden
kaçmaması için de, Aytaç Paşa 'nın jandarmalarından ikisini, kapıya dikmek yerindedir.
Bilemem, iş doktorluktur ve Erdoğan için "çalışamazlık" raporu almak mümkündür.
Memleketin âli menfeatları bu noktadadır. Bu işte bir dalalet görünmektedir.
Bu son kriz budur, Gül gibi bir Gül ile Çiçek gibi bir Çiçek'i ezmiştir. Deniz BaykaPa
gittiler, gün doğdu, hep birlikte zina nın önüne geçtiler; ama, Erdoğan, hem Gül'ü ve hem
de Çiçek'i "çiziverdi"; herhalde dalalet aramak zorundayız.
Muhtemelen, Brüksel'de komisyonlardaki ara kağıtların birinde "alınamaz" yazılmıştır ve
bunu duymuştur, kulağına kar suyu kaçmış ve beyninde patlamalara yol açmıştır.
Haberal'a sevketmek yerindedir. Benim görebildiğim meselelerden birisi budur.
Murat Yetkin'in yazısı da bu yöndedir. Kriz geçti, vazolar kırıldı, "ama tamiri
mümkündür" diyordu. Ertuğrul açıkça "meditasyon" demektedir. Demek ki Yetkin ve
Özkök de benzer teşhisteler. Her ikisi de, her ne ise, kafadaki o patlamayı atlatmış olmanın
nekahatı içindeler; Yahya Kemal, /his var mı bu alemde nekahat gibi tatlı/gönlüm bu
sevincin helecanıyla kanatlı/ diyordu ve aynen öyledirler. Şimdi "AB'nin dahi tepkisini
çeken böyle bir girişime neden" yol açtı diyorsunuz; bilememiştir. O anda ölçüyü
bilememiştir, kaçırmıştır, kaçırırlar; bu yüzden Murat Yetkin ve Ertuğrul Özkök
merhametle yaklaşıyorlar. Her ikisi de sonra "kriz geçti" deyip rahatlamışlar; doğrusu her
ikisinin rahatlığı beni de rahatlatıyor. Anlamaya çalışıyorum, bu AB galiba bizi almıyor,
demişler, kafasının frenleri patlamıştır, öyle oluyor; ancak öyle mi değil mi, Haberal'a
sormak yerindedir. Haberal'a gitmişken bir de tedbiren, "iş göremez" rapor almak
isabetlidir. Yıllar önce Sultanahmet Mapusu'nda birlikte yattığım Karadenizli bir mafya
liderinden duymuştum. Laz telaşla gelmiş. " nedir demiş, simpati nedir", çok telaşlı imiş,
diğeri önemli olmadığını söylemiş, "köti değil uşağım" cevap budur. Ha öyle mi, "ne var,
ne oldu" deyince, "birisi bana sana simpatim var, didi de" demiş; iyi iyi, kötü değil, "peki
sen ne yaptın" sorusu arkasından gelmiş, cevap şudur; "bilemedim, tedbiren oldirdim oni".
Bu nedenle ben hapislerde öğrendim, tedbiri elden bırakmamak iyidir, Haberal'a
götürmüşken, bir "iş göremezlik" raporu mutlaka almak yerindedir. Haberal, bu kez
elinden kaçırmaz, "öyle düşünüyorum" ibarelerinin yer aldığı,
Yine Sanık Yalçın Küçük'ten ele geçirilen "Aydın Bildirgesi- Nesin" isimli belge
içeriğinde;
715/2271
"Hüsnü Göksel, cenazesi Missouri Savaş Gemisi ile getirilen, bunu, Missuori'nin
Yeşilköy açıklarında görünmesini. Amerika Birleşik Devletleri'nin Türkiye'de hegoman
olmasının başlangıcı sayıyoruz, Washington eski Sefiri Münür Ertegün'ün kızı, Ahmet
Ertegün'ün de kız kardeşi. Selma Hanım ile evliydi; o zamanda mutena semt sayılan
Çankaya'da ve Çankaya Köşkü'ne yürüyüş mesafesindeki evini, tümüyle, açmıştı ve
önemli toplantılarımızı burada yapıyorduk ve zaman zaman şaka yollu "Örgüt Evi"
diyorduk. Tam desteği vardı, her imkanını seferber ediyordu. Doktor Mehmet Haberal,
Hüsnü Göksel'in doçentiydi, sonradan "Başkent Üniversitesi" olan yanık hastanesinin
sahibiydi ve Profesör Göksel. Hacettepe'de görevli olmakla birlikte ameliyatlarını yanık
hastanesinde yapıyordu. Haberal'ın (O zaman Doçent Haberal, Aydın yazısını
imzalamaktan kaçındı, not etme gereğini duyuyorum.) tofaş marka bir station-wagonu
vardı, "örgüt" işleri için kullanıyorduk; Göksel sayesindedir. Hüsnü Bey, hem tam destek
sağlıyordu ve hem de pek çok güçlüğü çözüyordu; sevgiyle hatırlıyorum.
Eylemlerinin ürünü olarak görüyordum ve tipolojiler çiziyordum, o sıralarda benim adım,
herkesi toplayabilmek için, "yetersiz" idi, benim üslubum, böyle durumlarda "yeterli"
olanı bulmaktı; Aziz Nesin başımızdaydı ve ben yardımcısı olmuştum. Bu arada "Aydın
Tezleri" için Aziz Nesin'i de incelemiştim, monumental Marko Paşa bir yana, Sabahattin
Ali ve Rıfat İlgaz ile birliktedir, en büyük eyleminin "engellediler" olduğunu tespit
etmiştim. Sonuçlandıramadığı pek çok işi vardı ve pek çoğu bir şekilde engelleniyordu.
Ben, bu çok onurlu işimizin de engellenmesinden korkuyordum. Tetikte idim, zaman
zaman bir melek ve zaman zaman bir "çavuş" oluyordum. "Çavuş", savaştan kaçanları
yakalayan adamdır; bu tip'i de çıkarmıştım. Bir çavuştum. Hüsnü Bey'in yarım dubleks
evinde büyük toplantılar yapıyorduk, büyük hocalarım, büyük bakanlarımız vardı ve
Selma Hanım uzakta oturuyordu, ben ayakları melek ve kolları çavuş hep hazırdım. Önce
Ankara ve İstanbul'da basın toplantıları ile açıklama kararı alınmış ve sonra taliban vaz
geçmişti, işte bu sırada, ak "cumhurbaşkanı" nezdinde müracat ile randevu fikri çıktı.
Kenan Evren'di ve bunu bir "kaçış" olarak değerlendirdim, böyle değerlendirdiğimi
söylememek bir yana hissettirmedim, burada açıklamam için neden görmüyorum, en
uygun ve nazik bir şekilde önledim. Çavuştum, daha doğrusu bu yolu da kapatmayı
başardım; güzel, bekliyorum.
Son günlere yaklaştık ve ben melek-çavuş tetikteyim. Yarım dublekste büyük toplantı
masasındayız, usuldendir, masanın başında Aziz Nesin oturmaktadır ve bir tarafında ben
ve diğer tarafında Uğur var, karşı karşıyayız, oturma usulü budur. Aziz Nesin biraz geç
geldi bir başkomutan havası vardı ve derhal "insan-korkaktır" tiradına başladı; harika
idi, insanın ve kendisinin pek korkak olduğunu üstün bir romantizm ve şiirsellik ile
oynuyordu. Sonra, sırayla, "ben korkağım-sen korkaksın" perdesi açıldı; galiba ben ve
Uğur hariç, masa etrafındakiler hep sırayla korkak oldular. Tabii Aziz Bey, kendisinin çok
korkak olduğunu söylediği için kimse rahatsız olmuyordu ve ben tetikte idim. Bekliyorum.
Düğüm çözüldü, en korkak olana, nihayet geldik, bu İlhan Selçuk idi; çok ağırdı ve çok
uzun sürdü. İlhan, İstanbul'da basın toplantısı yaparak Yazı'yı açıklayacağını söylemişti ve
şimdi yapmıyordu; Aziz Bey, bunu hem çok ağır sözcüklerle ifade ediyor ve hem de
İlhan'ın korkaklığının izlerini bebekliğine kadar sürdürüyordu, bunun. Uğur Mumcu'ya
hücum olduğundan hiç kuşku duymuyordum."Engellenme" aşamasındaydık. Hücumlar
sürdükçe ve dozajı yükseldikçe Uğur yerinde duramıyordu ve en sonunda patladı.
Yanılmamıştım, "yazı" bombalanıyordu, "engelleme" eşiğindeydik..." şeklinde yazdığı
görülmüştür.
716/2271
Mahkemenizin 5.4.2010 tarihli 50. Celsesinde sanık Mehmet Haberal bu notla ilgili olarak;
Duruşma savcısının "Bizim sorumuzun sebebi, bildirgenin içeriğini eleştirmek değil sizin
örgütsel irtibatınızı ortaya koymak. O nedenle soruyoruz, yine dava sanıklarından Yalçın
Küçük'ün bilgisayarında merhum Başbakan Sayın Bülent Ecevit'in sağlık durumu
hakkında bir takım notlar bulunmuş. Şu belgede, belgenin bazı yerlerini size okuyorum,
şöyle diyor. Öyle sanıyorum Recep Erdoğan'ı derhal Haberal'a götürmek gerekiyor. Ecevit
misali hastaneden kaçmaması için de Aytaç Paşanın jandarmalarından ikisini kapıya
dikmek yerindedir. Bilemem iş doktorluktur ve Erdoğan için çalışamazlık raporu almak
mümkündür. Memleketin âli menfaatleri bu noktadadır, bu işte bir dalalet görülmektedir.
Yine bir yazısının devamında... Haberal'a gitmişken birde tedbiren iş göremez raporu
almak isabetlidir. Haberal bu kez elinden kaçırmaz öyle düşünüyorum, gibi notları var
uzunca ben kısaca özet olarak okudum.... Yalçın Küçük ile olan bağlantınızı anlattınız,
sizin hakkınızda bir yazı kaleme almış buna ne diyorsunuz. Sizin hakkınızda bu şekilde
değerlendirmelerde bulunacak kadar yakınlığınız var mıdır, açıklar mısınız?" sorusuna,
Sanık Mehmet Haberal: "Söyledim Yalçın Küçük ile kesinlikle herhangi bir yakınlığım söz
konusu değil bir, iki bu ülkenin başbakanı kim olursa olsun Türkiye Cumhuriyetini temsil
ediyor dolayısıyla hiç kimsenin bu ülkenin başbakanına bu şekilde bir yakıştırma yapmaya
hakkı yok. Çünkü o yakıştırmayı yaptığı zaman aynı zamanda Türkiye Cumhuriyetine
yapıyordur. Ben her zaman şunu söylüyorum, makamlar bizimdir o makamlara oturan
kişiler o gün orada oturuyor, yarın yoklar. Dolayısıyla bizim görevimiz o makamlarda
oturan kişilere makama sahip çıkmak suretiyle herhangi bir zedeleyici şey yapmamaktır.
Bir defa bir kere daha söylüyorum, başında profesör unvanı taşıyan bir kişinin bu şekilde
bir, Türkiye Cumhuriyetinin bir başbakanı için konuşması çok çirkin, kabul edilebilir bir
şey değil ve benim de bu konuyu kesinlikle herhangi bir ne onunla ilişkim vardır, ne de
böyle bir şeyden haberim vardır. Elbette ben doktorum, benimle ilgili herhangi müracaat
olduğu zaman ki zaten geçmişte bugünkü başbakan sayın Tayyip Erdoğan zaman zaman
rahatsızlığında, rahatsızlandığında Başkent Üniversitesi hastanesine gelmiş, kendisini
tedavi etmişizdir, gitmiştir. Hastadır, hasta olarak bize gelen her kişiyi tedavi etmek de
hekim olarak bizlerin görevidir ama bu çirkin yakıştırmaları da kabul etmem mümkün
değildir. " Şeklinde savunma yapmıştır.
Ancak sanık Yalçın Küçük "ün samimi olarak yazdığı notlar usulüne uygun hakim kararı ile
yapılan aramalarda ele geçirilmiştir. Sanık Mehmet Haberal ile Yalçın Küçük'ün irtibatları
çok eski yıllarda başlamış ve birbirlerini çok iyi tanımaktadırlar. 2002 yılında dönemin
başbakanı Bülent Ecevit'e sanık Mehmet Haberal'in kontrolünde olan Başkent Üniversitesi
Hastanesinde yapılanları en iyi şekilde bilen sanık Yalçın Küçük aynı uygulamayı
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a uygulanmasını salık vermekte ve hastaneden
kaçmaması için de başına jandarmalar dikilmesini istemektedir. Sanık Yalçın Küçük'ün bu
beyanları vaktiyle bir ülkenin başbakanına karşı Ergenekon Terör Örgütünün uyguladığı
stratejinin açık bir itirafıdır.
Yine başbakan Bülent Ecevit'e oğlu kadar yakın olan Tanık Recai Birgün ifadesinde,
merhum başbakanı ilk kez Başkent Hastanesine götürdüklerinde, 20 yaşındaki bir gence
dahi bir günde yapılmaması gerektiği söylenen tetkik ve tahlillerin ileri yaşına rağmen
başbakana yapıldığını, çok yorgun olduğu, ayakta duracak halinin bile bulunmadığı haricen
görülmesine rağmen sanık Mehmet Haberal'in hastane çıkışında gazetecilere mutlaka bir
açıklama yapması için zorladığı, bunun üzerine başbakanın basının karşısına çıkarak
717/2271
Mehmet Haberal'in titrini dahi doğru telaffuz edemediğini, o günlerde buna bir anlam
veremediğini beyan etmiştir. Gerek bu olay gerekse başbakan aleyhindeki basına servis
edilen yalan haberlerin kaynağının Mehmet Haberal'in başında bulunduğu hastane olması
iddiaların doğruluğunu teyit etmiştir.
Dava sanıklarından Mahir Akkar ve ismi DSP Genel Başkanlığıma getirilmesi bazı
çevrelerce önerildiği tanıklarca sıkça telaffuz edilen sanık Sinan Aydın Aygün, Başbakan
Bülent Ecevit'e vasi tayin edilmesi için ayrı ayrı dava açmışlardır. Mahkemenizin
24.9.2012 tarihli, 10-A sayılı ara kararı ile Ankara 16. Sulh Hukuk Mahkemesi'nin
2002/1022 Esas ve 2002/848 sayılı kararı dosyaya getirtilmiştir.
Kararın incelenmesinde, Davacımın Sinan Aydın Aygün, Vasi tayini istenilenin Bülent
Ecevit T.C. Başbakanı, davanın, Vasi tayini ve dava tarihinin 05 Temmuz 2002 olduğu
görülmüştür. Dava özellikle Başbakan Bülent Ecevit'in son kez kontrol için Başkent
Üniversitesi Hastanesine kontrol için çağrıldığı dönemde açılmıştır. Bu bir tesadüften
ibaret değildir.
Sanık Sinan Aydın Aygün; Ankara 16. Sulh Hukuk Mahkemesine verdiği vasi tayini
talepli dilekçesinde:
"Başbakan Bülent Ecevit'in sağlık durumunun, 1982 Anayasasının 109. ve 112.
maddelerinde belirtilen görevlerini yapmasına ve günlük faaliyetlerini yürütmesine ve
kişisel ihtiyaçlarını dahi karşılamasına el vermeyecek derecede bozulduğunu, bu
durumun basında çıkan haberlerden ve kendisinin zaman zaman televizyonlarda yaptığı
Dostları ilə paylaş: |