içerisindeki örgüt mensupları ile yetinmesinin kifayetsiz kalacağı, değişen ve gelişen 21.
yy koşullarında "sivil unsurlar"dan da sonuna kadar yararlanılmasının bir zorunluluk
olacağı belirtildiği, daha sonra bu sivil unsurların: Sivil Toplum Örgütleri, Ulusal Medya,
Milli Güç Birliği ve Meclis İçindeki Milli Kuvvetler ile konu dışı olduğundan detayına
girilmeyen İstihbarat, Gelir Getiren Her Türlü Ticari Faliyet ve İllegal Faaliyetler gibi
diğer alanlardaki faaliyetler olduğu, bir başka anlatımla; anılan alanlarda yer alan kişi /
grup / kurumların Ergenekon Terör Örgütü'nün kurucu unsurlarından olduğunun yazılı
olduğu,
Görüldüğü gibi Doğu Perinçek Milli Kuvvetler: Halk Hareketi, Milli Güç Birliği,
Meclisteki Milli Kuvvetler, Ulusal Medya ve Türk Ordusu derken aslında Ergenekon Terör
Örgütü'nün kurucu unsurlarından bahsettiği; dolayısıyla. Hükümeti yıkacak / Doğu
Perinçek'in tabiri ile "bertaraf edecek" gücün de Ergenekon Terör Örgütü olduğunu üstü
kapalı olarak "Milli Kuvvetler" rumuzu ile ifade etmiş olmaktadır. Ancak, pek tabii olarak
açıkça 'Ergenekon' diyemeyeceği için bunu remizli olarak "Millet-Ordu İşbirliği" ibaresi
ile anlatmaktadır. Bunun başka şekilde tevil edilmesi ve anlaşılması da mümkün değildir.
Zira, demokrasilerde hükümetleri değiştirmek seçim ile olur; "Millet-Ordu İşbirliği" ile
olmaz. TSK'nin Türk Milleti ile el ele verip hükümeti bertaraf etmek gibi bir görevi yoktur.
Bu nedenle "Millet-Ordu" işbirliği süresindeki "Ordu" ibaresinin TSK içerisine sızmış
Ergenekon Terör Örgütü üyelerini. "Millet" ibaresinin de TSK içerisine sızmış Ergenekon
Terör Örgütü üyeleri ile entegre edilme /koordineli hareket etme hedefi güdülen
Ergenekon Terör Örgütü'nün "Lobi Yapılanması" içindeki "sivil unsurlar"ı temsil ettiği,
sanık habib Ümit Sayınin Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi sanık Mehmet Şener
Eruygur'un Ergenekon ile STK'ları koordine etmek için ADD'nin başına geçtiği şeklindeki
beyanının da bu gerçeği teyit ettiği,
Sanık Doğu Perinçek'in yazısındaki "Millet-Ordu İşbirliği ile hükümetin bertaraf edilmesi"
ibaresi dışında "Milli Güçbirliği", "Ulusal Medya" ve "Meclisteki Milli Kuvvetler"
ibarelerinin de geçtiği, bunların. Ergenekon Terör Örgütü'nün kurucu unsurlarını belirtmesi
yanısıra Ergenekon Terör Örgütü terminolojisinde her birinin özel bir anlam ifade ettiği ve
her bir ibarenin bir / birkaç örgüt belgesine işaret ettiği anlaşılmaktadır. (Bu durum aynı
zamanda sanık Ümit Oğuztanin kendisinde ele geçen çok sayıda örgüt belgesi ile ilgili
olarak belgeleri kimin yazdığı sorusuna; resimdeki fırça darbelerinden bile resmin hangi
sanatçıya ait olduğunu işin erbabı olan kimselerin anladığı gibi kendisinin de belgelerde
kullanılan üslup ve seçilen kelimelerden belgeleri yazan kişinin Doğu Perinçek olduğunu
anladığı şeklindeki açıklamasını teyit ettiği görülmektedir.) Keza, tapelerde Ergenekon
Terör Örgütü üyeleri bir birlerinden "Milli Kuvvetler" / "Milli Güçler" olarak bahsettikleri
ve kendilerini bu şekilde adlandırdıkları, Ergenekon Terör Örgütü tarafından kurdurulan
demeklere "Kuvayi Milliye", "Kuvva-i Milliye", "Milli Güç Birliği" gibi "Milli Kuvvetler"
in değişik versiyondaki ifadesinin isim olarak verildiği olgusu da dikkate alındığında
Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi Doğu Perinçek'in. sanık Mehmet Haberal hakkında
"milli kuvvetleri bir araya getirme amacı ile hareket ettiği" şeklindeki ifadesinin; sanığın
bu yöndeki faaliyetlerinin örgüt faaliyeti olduğunu ve pek çok Ergenekon Terör Örgütü
a I - 2020/2271
yöneticisi ve üyesinin katıldığı Patalya Otel'de düzenlenen toplantıların da örgüt toplantısı
olduğunu gösterdiği,
Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi Muhittin Erdal Şenel'den elde edilen Karanlık Savaş
Konsepti-2 başlıklı dokümanda: Ülke içerisinde çok kompleks (karmaşık) bir yapı
oluşturulması gerektiği bu yapının içerisinde her sahadan, etkin ve nüfuzlu şahısların /
grupların ve kanaat önderlerinin bulunması gerektiği, bu şahıslara ve gruplara Ergenekon
Terör Örgütü çıkarları doğrultusunda faaliyet yaptırılabileceği ve bunların örgütsel görev
ifa ederken dahi içinde bulundukları bu kompleks yapı adına faaliyet yürüttüklerini
bilmeyeceklerinin ifade edildiği, bu doküman içeriği ve örgüt belgelerinden anlaşıldığı
üzere; Ergenekon Terör Örgütü'nün hedeflerinden bir tanesinin de Ergenekon Terör Örgütü
yönetici / üyelerinin öncülüğünde toplantılar tertipleyerek örgüte sempati duyan Ülkemizin
etkin ve nüfuzlu kimselerini üye olacak şekilde örgüte kazandırmak ve bu şekilde siyasi,
yargı, bürokrasi, ticaret, medya ve sanat camiasında daha etkin şekilde yer alarak örgütün
önüne çıkması muhtemel engelleri bertaraf etmek ve Ergenekon Terör Örgütü'nün amaçları
doğrultusunda bu kişi/gurupları kullanmak olduğu; somut olarak, Ergenekon Terör
Örgütü'nün suç tarihinden önceki yakın nihai hedefinin cebir ve şiddet kullanarak Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmak veya görevlerini kısmen veya tamamen
yapmasını engellemek olduğundan, bu kişilerin nüfuz ve güçlerinden yararlanarak darbeye
zemin hazırlama kapsamında kamuoyunu yönlendirme ve kamuoyu oluşturma amacını
taşıdığı anlaşılmıştır.
Telefon görüşme tapelerinde; Sanık Mehmet Haberal ile daha sonra Milli Egemenlik
Hareketine dönüşen Diyalog Gurubu Başkanı K.l.'nin arasında geçen görüşmelerde;
Sanığın, K.İ'ye emir ve talimat verdiği, K.İ'nin de sanığa vakıaları arz ettikten sonra
yapılacak işler konusunda sanığın emirlerini aldığı ve kendisinin yapmayı düşündüğü bazı
işlerde de sanığın iznini aldığı; keza. bu toplantıların öncülerinden ve katılımcılarından biri
olan Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi sanık Ahmet Hurşit Tolon'un da sanığa hitaben :
"emrinizdeyim, gece üçbuçukda da çağırsanız hemen gelirim" dediği; diğer sanıkların
kendi aralarındaki görüşmelerinde Patalya toplantılarını sanığın adıyla özdeşleştirerek
anmaları göz önüne alındığında; sanığın. Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi olmasının
yanı sıra Diyalog Gurubu / Milli Egemenlik Hareketi'nin perde arkasındaki gizli başkanı
(yöneteni/yönlerdireni) olduğu, bu durumunda bir örgüt stratejisi olduğu, sanık Mehmet
Haberal'ın da görünürde K.İ'ı başkan yapıp el altından Diyalog Gurubu / Milli Egemenlik
Hareketi'ni yönettiği, böylece STK faaliyetlerinde ön planda gözükmeyeceği, diğer
Ergenekon Terör Örgütü yöneticileri gibi arka planda kalacağı, bunun da örgüt
belgelerinde öngörülen "gizlilik" ve "yöneticiler açısından dikkat çekmeden faaliyet
yürütülmesi" şeklindeki Ergenekon Terör Örgütü prensiplerinin bir uygulaması ve
Ergenekon Terör Örgütü stratejisinin bir sonucu olduğu anlaşılmıştır.
Yukarıda sözü edilen strateji doğrultusunda, Sanığın ev sahipliğinde ve gizli başkanlığında.
Ergenekon Terör Örgütü yöneticileri Mehmet Şener Eruygur ve Ahmet Hurşit Tolon'un
öncülüğünde, Patalya Otelde örgüt toplantıları icra edildiği, bu toplantılara sanık Mustafa
Ali Balbay'ın da katılarak Ergenekon Terör Örgütü merkezi ile bu gurup arasındaki
koordinasyonu sağladığı, Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi sanık Doğu Perinçek'in de
zaman zaman katılarak katılımcılara konuşmalar yaptığı ve onları "Ordu-Millet işbirliği ile
hükümetin bertaraf edilmesi" konusunda motive ettiği ve yönlendirdiği, Patalya
Toplantıları ile sanık Mehmet Haberal'in, sanık Doğu Perinçek'in dediği gibi "milli
kuvvetleri bir araya getirmeyi amaçladığı", bir başka anlatımla Ergenekon Terör
2021 /2271
Örgütü'nün sivil unsurlarını organize ederek "lobi faaliyeti" yürütmeyi amaçladığı
anlaşılmakla, bu toplantıların örgüt amaçları doğrultusunda yapılan örgütsel faaliyet ve
toplantı olduğu, sanığın aksi yöndeki savunmalarının sadece kendisini suçtan kurtulmaya
matuf olduğu bu nedenle itibar edilemeyeceği,
Ergenekon Terör Örgütü üyesi sanık Orhan Tunç'un e-posta incelemelerinde: '19 oca'
isimli belgede "Pazartesi günü Ankara Kızılcahamam'daki Patalya Otel'de Başkent
Üniversitesi Rektörü Mehmet Haheral'ın ev sahipliğinde düzenlenen ulusalcıların ilk ciddi
toplantısında, 'AKP 'ye muhalefet için yeni bir metot veya yöntem belirlenmesi tartışılırken,
acil bir siyasi oluşumun gerekip gerekmediği enine boyuna tartışıldı. " şeklinde belgenin de
yukarıdaki olguyu teyit ettiği; keza. Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi sanık Doğu
Perinçek'e ait dijital verilerde ank mih katilimcilar isimli bir Word belgesi içerisinde; Milli
İktidar Harekâtı (MİH) başlığı altında. 14 Ocak 2008 tarihli Patalya Oteli Ankara'da
yapılan toplantıda Başkanlık divanı üyeleri içerisinde Mehmet Haberal, Başkent Üni.
Rektörü şeklinde sanığın isminin geçtiği hususu dikkate alındığında yukarıda yazılanları
doğruladığı görülmüştür.
Ergenekon Terör Örgütü'nün iletişim ve medyaya özel bir önem verdiği, en çok kullandığı
yöntemlerden birisi olan ve "kara propaganda" veya "gri propaganda" olarak da
isimlendirilen "dez-enformasyon" metodunun icrası için en uygun ve etkili araç olarak
medyayı gördüğü, bu hususun "Ergenekon Analiz, Yeniden Yapılanma , Yönetim Ve
Geliştirme Projesi, İstanbul 29 Ekim 1999" isimli Ergenekon Terör Örgütü ana
belgesinde: "Ergenekon, medya kuruluşlarının kontrol etme yönündeki faaliyetlerini kendi
medya kuruluşlarını oluşturarak, mevcut ulusal ve uluslar arası oluşumları, doğal işleyişi
içinde örtülü bir biçimde etkileme, denetleme ve kontrol altına alma yönetimini
uygulamaya koymaya, kaçınılmaz bir biçimde zorunludur. Aksi halde çok uluslu jinans
ortaklıkları kurularak örtülü bir biçimdi ele geçirilmiş olan mevcut medya yapılanmasının
kontrolde tutulması mümkün olmayacaktır. " denilerek vurgulandığı; keza diğer örgüt
belgelerinde de benzer temaların sıklıkla işlendiği ve bu alanda "Ulusal Medya 2001",
"Televizyon Analiz Yönetim ve Geliştirme Projesi", " Dergi Analiz Proje", "Kanal 6
Analiz Yönetim ve Geliştirme Projesi", "Cumhuriyet Gazetesi Re/Organizasyon
Çalışması" isimli örgüt belgeleri hazırlanarak hem medyaya ne kadar önem verildiğinin
gösterildiği hem de medya ana başlığı altındaki bir kısım hususların özel bir hassasiyetle
ayrıntılı olarak ele alındığı görülmüştür.
Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi (kovuşturma aşamasında ölen) sanık İlhan Selçuk ile
İ.Y. arasındaki görüşmede; sanık İlhan Selçuk'un kendisinin "Ulusal Medya" nın başına
geçirilmek istendiği, ulusal medya içerisinde yer alan TV'lerin birleştirilmesinin
düşünüldüğünden bahsedip bu TV'lerin Başkent TV, Avrasya TV. Kanaltürk ve Ulusal TV
olduğunu belirttiği görülmekle sanığın sahibi olduğu Başkent TV'nin Ergenekon Terör
Örgütü'nün medya gurubu içerisinde yer aldığının bizzat Ergenekon Terör Örgütü
yöneticileri tarafından itiraf edildiği, sanık Mustafa Ali Balbay'ın da beyanlarında: İlhan
Selçuk'un Kanal B sahibi Mehmet Haberal ve ART TV sahibi Mustafa Özbek ile Kemal
Alemdaroğlu'nu bir araya getirme gayretlerinin olduğunu söyleyerek bu durumu tevilli
olarak doğruladığı anlaşılmıştır.
Sanık Kemal Kerinçsiz'den ele geçirilen mektupta: "Elimizdeki İmkanlara gelince; 1-
USİAD (Ulusal Sanayici ve İşadamları Derneği), 2-YEMDD (Yerli Malı Destekleme
Derneği), 3-Sizin Derneğiniz
2022/2271
Yayın Kuruluşları: 1 -Yeniçağ Gazetesi, 2-Bazan Cumhuriyet, 3-Kanal B Televizyonu, 4-
Avrasya Televizyonu, 5- Kanal Türk, 6- Anadolu 'muzda Bulunan yerel Televizyonlar, 7-
Üniversiteler (Başkent, Gazi, Hacettepe)" yazdığı görülmekle sanığın sahibi olduğu Kanal
B'nin Ergenekon Terör Örgütünün kontrolündeki medya içerisinde ve yine sanığa ait
Başkent Üniversite'sinin de Ergenekon Terör Örgütü'nün kontrolündeki üniversiteler içinde
anıldığı,
Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi sanık Ahmet Tuncay Özkan ile M.Ö. arasında geçen
görüşmede sanık Ahmet Tuncay Özkan'ın sahibi olduğu TV kanalı için fınansal destek
istemek üzere sanık Mehmet Haberal'a gittiği, sanığın da "Derhal, bu vatan için bir çivi
çakmak değil vatani bir borçtur" diyerek olumlu yaklaştığı tapeden anlaşılmakla sanığın
Ergenekon Terör Örgütü medya gurubu içinde olan diğer TV'ler için de fınansal destek
sağlama çabası içinde olduğu, ayrıca, sahibi olduğu Kanal B televizyonunu Ergenekon
Terör Örgütü tarafından düzenlenen etkinlik / gösteri / miting vb. toplantıların
propagandasında ve bu suretle kamuoyu oluşturulmasında etkin olarak kullandığı, keza,
sahibi olduğu TVmin müdürüne AKP'yi kastederek: "bunların oyunu azaltmak için ne
p.ştluk biliyorsan yap " şeklinde talimat verdiği dosya kapsamından anlaşılmıştır.
Keza, Ergenekon Terör Örgütünün kontrolünde faaliyet yürüten Sivil Toplum Örgütlerinin
örgütsel çalışmaları kapsamındaki faaliyetleri için yönetimi altındaki yerleri tahsis etmek
suretiyle örgütsel faaliyetlere katkı sağladığı, CÇG faaliyeti kapsamında organize edilen ve
Ergenekon Terör Örgütü mensupları sanıklar Kemal Yalçın Alemdaroğlu. Halil Kemal
Gürüz, Fatih Hilmioğlu. Mustafa Abbas Yurtkuran, Rıza Ferit Bernay ile birlikte 25 Ekim
2003 tarihindeki, bazı üniversite öğrencilerinin "Ordu Göreve" pankartları taşıdığı
gösteriye sahibi olduğu Başkent Üniversitesi'nin tüm akademik kadrosu ile birlikte
katıldığı beyanlar ve dosyadaki fotoğraflardan anlaşılmıştır.
Sanık Mehmet Haberal tarafından Ergenekon Terör Örgütü üyesi Sanık Fatih
Hilmioğluma 24 Nisan 2005 tarihinde gönderilen e-postada: "Sayın Rektörüm;
Üniversitenize yapacağınız idari atamalarda dikkatli olmalısınız. Eski yönetimlerle
diyalogu olan personellerin atamalarının şube müdürlüğüne yapılması için çalışmalar
yapıldığına dair duyumlar aldım. Bu atanacak kişilerin zihniyeti ve fikirleri bellidir.
Üniversitemizin gelişmesine faydalı olacak aydın ve demokrat personellerin görevlere
getirilmesinde fayda vardır. Bu kişileri araştırmadan ve soruşturmadan işlem yapmayınız.
Görevinizde başarılar diliyorum. " şeklinde yazılı olduğu, sanığın görünürdeki akademik /
sosyal konumu itibariyle bir rektöre emir veremeyeceği dikkate alındığında, sanığın
siyasilere, emekli ordu komutanlarına ve bakanlara emir verdiği gibi e-mailin çekildiği
tarih itibariyle rektör olan bir Ergenekon Terör Örgütü üyesine de emir ve talimat vermesi
olgusunun sanığın Ergenekon Terör Örgütü yöneticisi olması ile açıklanabileceği,
Sanık Ergün PoyrazTn dijital verilerinde yapılan inceleme neticesinde; "cinayet" isimli
330 sayfadan oluşan Word sayfasında Mehmet Haberal başlığı altında özetle; Ankara
Doğuş Locası'nın 424 üye numaralı masonlarından olduğu, Ecevit'in rahatsızlığında
yanlış tedavi uygulamakla suçlandığı, üniversite ile hastanenin yapımı için aldığı 60
milyon dolarlık krediyle Hazineyi zarara uğrattığı, TBMM Yolsuzlukları Araştırma
Komisyonunun kendisi hakkında "Meclis soruşturması" açılmasını istediği ve "Yüce
Divan'' sürecini başlattığının yazılı olduğu,
2023 / 2271
Tanık Recai Birgün, 29.04.2009 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığımda vermiş
olduğu yeminli ifadesinde özetle;
Kendisinin Bülent Ecevit'in koruma müdürü olduğu dönemde Ecevit'in Koalisyon
Hükümetinde başbakanlık görevinde bulunduğunu, 04.04.2002 tarihinde bir rahatsızlık
geçirdiğini, Tedavisi için Başkent Hastanesine gittiklerini ve bir günlük tahlil ve tedavi
sonucu eve geri geldiklerini, evde 3 gün sonra birden sırtında bir acı hissettiğini ve tekrar
Başkent Hastanesine gittiklerinde kaburgasında kırık olduğunun söylendiğini ve 11 gün
kadar hastanede kaldığını, kaburga kırığı için yapılacak bir şey olmadığını kendiliğinden
iyileşeceğini söylediklerini, ayrıca bacaklarında tranbofolit rahatsızlığının olduğunun
söylendiği, 11 günün sonunda tedavisinin evde yapılması için hastaneden ayrıldıklarını,
İlk gittikleri gün kendisine ilerlemiş yaşına rağmen hastanede birçok tetkik ve tahlil
yapıldığını, Orada hastanedeki görevlilerden bazılarının kendisine, 20 yaşındaki genç
birine dahi bir günde bu kadar tahlil yapılmaz dediklerini, Bülent Ecevit 'in hastanede
gerçekten ciddi bir şekilde yorulmuş olduğunu, ayakta duracak halinin de bulunmadığını,
hastaneden çıkarken Bülent Ecevit'e gazetecilerin dışarıda olduğunu söylediklerini ve
kendisine yorgun olduğunu ve herhangi bir açıklama yapmaması gerektiğini ısrarla
söylememize rağmen o sırada Mehmet Haberal'ın mutlaka birkaç kelime söylemesi
gerektiğini söylediği, kendilerinin kapının önüne çıktıklarında bütün gazetecilerin orada
olduklarını ve Başkent Üniversitesi 'ne ait kürsünün dahi hazırlanmış olduğunu, O sırada
Bülent Ecevit'in kürsüde konuşma yapmak istediğinde konuşamadığını, boğazının
düğümlendiğini, hatta Mehmet Haberal'ın ismini dahi söyleyemediğini, daha sonra
konuşma yapmadan gittiğini, Mehmet Haber al'a niye böyle oldu diye sorduğunda, biz
beyefendiye endoskopi yaptık ve boğazını da uyuşturduk, bunun için konuşamamış olabilir
demesi üzerine kendisinin de madem böyle bir durum vardı neden konuşmasına izin verip
birkaç kelime söylemesini istediniz diye söylediğini. Mehmet Haberal'ın da neyse olur
böyle şeyler dediğini, kendisinin de o zamanlar bunun normal bir şey olduğunu
düşündüğü,
Eve geldikten 2-3 gün sonra Bülent Ecevit'in evde dengesini kaybedip sırtını koltuğa
vurmuş olduğunu, bir iki günde sırt acısı ile durduğunu kendisine söylediğinde hemen
hastaneye götürelim dediğini daha sonra sırtında kaburga kırığı olduğunun söylendiği ve
11 gün hastanede kaldığı, hastaneden eve geldiğinde tekrar bir sırtında yanma hissedince
geri hastaneye götürdüklerini, burada kendilerine omurgasının çöktüğünü ve Bunun çok
sıkıntılı bir şey olduğunu söyledikleri, buna rağmen kendisinin tedavinin evde
yapılmasında ısrar ettiği, tedavi sırasında doktorların kesinlikle yataktan kalkmaması,
tuvalete dahi gitmemesi gerektiğini söyledikleri bu arada Bülent Ecevit'in evin içinde
bütün gün normal bir insan gibi ihtiyaçlarını gidermesine rağmen, doktorlara saygısından
ötürü doktorlar geldiğinde yatakta kıpırdamadan yattığını, zamanla kendisinin hastalığının
Türkiye 'nin ekonomisinin speküle edilmesine, borsanın düşmesine sebep olarak
gösterilmeye başlayınca Bülent Ecevit 'in bu durumdan ciddi bir şekilde rahatsız olduğu ve
basın açıklaması yapmak için ısrar ettiği, doktorların çok büyük baskılarına rağmen bu
kararından vazgeçmediğini, kendisine söylenen aman tepişirsen omurgaya baskı olur felç
olabilirsin denmesine rağmen "bu ülkeye benim bir can borcum var canımı da veririm "
diyerek nasıl açıklama yapacağını doktorlardan öğrendiğini, en sonunda çok kalın, kaba
ve uzaktan fark edilebilecek bir korse kendisine giydirilerek basının karşısına çıkıp bazı
açıklamalar yaptığını, daha sonra evinde tedaviye devam ettiği, bir ara tekrar bu tür
olumsuz haberler çıkınca kendisinin Bakanlar Kuruluna katılmak için ısrar ettiği, ancak
a * . 2024 / 2271
yine doktorların kesinlikle yataktan kalkmamasını, felç olabileceğini söyledikleri,
Kendisinin çok ısrar etmesine rağmen doktorların Bakanlar Kuruluna katılmasını
engelledikleri ve medyada o tarihlerde yine Bakanlar Kuruluna katılamadı şeklinde devlet
yönetiminde otorite zafiyeti olarak haberler yapıldığını, her gün doktorların gelip aynı
kontrolleri yapıp, "aman ha hareket etmişsiniz " diyerek durum tehlikeli diyerek Bakanlar
Kuruluna katılmasına engel oldukları.
Daha sonraki dönemde gelip düzeliyorsunuz, iyi gidiyorsunuz şeklinde her gün aynı tür
kontrolleri yaptıkları, Bu durumun yaklaşık 3 ay sürdüğünü. Kendilerinin Bülent Ecevit 'in
evde gündüz herhangi bir rahatsızlığı ve hastalığı olmadığını gördükleri halde, doktorların
ısrarla kendisinin çok hastalığı varmış gibi davrandıkları.
Daha sonraki dönemlerde Mayıs 2002 tarihindeki MGK toplantılarına Bülent Ecevit'in
katılmak istediği, toplantıdan bir gün önce doktorların yarın katılabileceğini ancak yine de
sabah bir kontrol etmeleri gerektiğini söyledikleri, MGK toplantısının 9.30'da başladığını,
Bülent Ecevit 'in doktorlarının da aynı saatte geldiklerini, Bülent Ecevit 'in Cumhurbaşkanı
ile görüşüp ilk defa MGK toplantısını saat 10:30'a aldırdığını, doktorların geldiğinde yine
omurganın baskı yaptığını, kesinlikle katılmaması gerektiğini söyleyince medyada yine
katılamadı şeklinde taciz edici ve devlet yönetiminde zafiyet varmış gibi haberlerin
yapıldığını, son olarak aynı tarihlerde Kıbrıs Zirvesinin olduğunu, Bülent Ecevit'in bu
zirveye önem verdiği için çok katılmak istediğini ancak yine zirve öncesi doktorların
katılabileceğini söylemelerine rağmen, sabah kontrolünde katılamayacağını
söylediklerinden katılamadığını, doktorların bu söylediklerine rağmen Bülent Ecevit'in
normal olarak evin içinde günlük ihtiyaçlarını giderebilecek kadar da sağlık durumunun
iyi olduğunu.
Bu durumun devam etmesi üzerine kendisinin Rahşan Ecevit ile bu konuyu görüştüklerini
ve Rahşan Ecevit 'e bir ortopedist arkadaşının olduğunu, onu çağırıp bir kontrol ettirelim
dediğini, bu konuyu Bülent Ecevit'e açtıklarını, onun da uygun görmesi üzerine benim
arkadaşım olan, alanında çok iyi olan ortopedist doktor arkadaşı Mücahit Pehlivan i gizli
olarak eve getirdiklerini, çünkü sürekli evin önünde gazetecilerin durduğunu ve kimin eve
girip çıktığını takip ettiklerini, arkadaşı olan Mücahit Pehlivan in Türkiye 'de kıkırdak
naklini ilk yapan doktorlardan biri olması sebebi ile bu konunun da uzmanı olduğunu,
kendisi muayene ettikten sonra herhangi bir hastalığının olmadığını, omurga çökmesinin
iyileştiğini söylediği, kendisinin de doktor arkadaşına muayene ettiği kişinin Başbakan
olduğunu, lafla bu tür şeylerin söylenip ileride herhangi bir sıkıntı olduğunda ciddi bir
spekülasyona yol açacağını söylemesi üzerine gece gizlice bir özel hastanenin seyyar
röntgen cihazlarını alıp eve getirdiğini, kendisinin film çektiği ve orada da aynı şekilde
hastalığın tamamen iyileştiğini, hiçbir sıkıntı olmayacağını, ama yine de hareketlerine
dikkat etmesinin gerektiğini, kendisine ince, kibar ve ufak bir korse takmasını söylediğini,
bu olaydan sonra Başkent Üniversitesi Hastanesi doktorlarının kontrol süresini 3 günde
bire indirdiklerini, Bu arada Bülent Ecevit in ara ara dışarı çıkmaya başladığını, dışarı
çıktığı zamanlarda doktorların sürekli kendisini arayıp niye çıkarıyorsunuz, bir şey olursa
sorumluluğu kim alacak şeklinde yoğun baskı oluşturduklarını, doktorlardan ismini
hatırladığı kadarıyla Turgut Zileli ve Mehmet Haberalin olduğunu, Mehmet Haberalin
ara sıra geldiğini, Hastane başhekimi olduğu için son sözü sürekli Mehmet Haberalin
söylediği, Doktorların muayene bulgularını Mehmet Haber al 'a ilettikleri, O da yine telefon
açıp aman çıkmayın, etmeyin şeklinde Bülent Ecevit 'e baskı yaptıklarını, hatta o tarihlerde
hastane önünde bekleyen medya mensuplarına, Mehmet Haberal in Başhekim Yardımcısı
2025 / 2271
olan Bayan doktorunun şu da var bu da var diye gazetecilere bilgi verdiğini, gazetecilere
bunları yazmalarını söylediklerini kendisine bizzat gazetecilerin söylediklerini, Hatta Emin
Çölaşan 'ın Başbakanın evinde iyi bakılmadığını, vücudundaki siyah lekelerin yıkanmaması
Dostları ilə paylaş: |