T. C. İStanbul


Duruşmaya kısa bir ara verildi



Yüklə 327,15 Kb.
səhifə2/5
tarix23.01.2018
ölçüsü327,15 Kb.
#40646
1   2   3   4   5

Duruşmaya kısa bir ara verildi.

Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.

Bu arada tutuksuz sanıklar Hüseyin keskin, Yüksel Dilsiz ile bir kısım sanıklar müdafileri Av. Cahit Subaşı, Av. Şule Gökay Ağazade, Av. Filiz Esen ve Av. Zeki Aksoy’un da geldikleri görülmekle, huzurdaki yerlerine alındı.

Sanık Kemal Aydın tekrar huzura alındı.

Sorgu ve savunmasına kaldığı yerden devamla.”



Sanık Kemal Aydın:”Saygıdeğer Başkan Saygıdeğer Heyet, diyebilirsiniz ki niçin Türkiye Cumhuriyeti devletinde her kurumdan önemli saydığınız hatta kendi deyiminizle esas devlet diye adlandırdığınız Türk Silahlı Kuvvetlerinin mensubu olmadığınızı özellikle de ifade etme gereği duyuyorsunuz. Aziz kız kardeşim Neriman Aydın hanımefendi 2. kez gözaltına alındığında kendisine sorguda o kadar çok Kemal bey asker mi, siz özel kuvvet misiniz sorusuna muhatap edildi ki Yüce mahkeme huzurunda soruyorum bu savcılar hangi ülkenin savcılarıydı? Sorularından Türk Silahlı Kuvvetlerine ihtiyaçlarının bulunmadığı başka ordularının olduğu çok açık olarak anlaşılmaktadır. Yazdıkları iddianamede her şeyi çok açık olarak anlatmaktadır. Bu sorgulama sırasında Neriman Aydın hanımefendi Türkiye’nin düşmanları ile yapılan bin savaşta kendisini düşmana esir düşmüş gibi hissetmiştir. Halen de bu duygular içerisindedir ve de Yüce mahkemeye savunmasını düşmana esir düşmüş esire hissiyatı ile yapacaktır. Bu vahim ve de düşündürücü durumu takdirlerinize sunuyorum. Kız kardeşim Neriman Aydın hanımefendinin sorgusunu yapan savcılar Amerika Birleşik Devletlerinin, İsrail’in, İngiltere’nin yoksa Yunanistan’ın savcıları mıydı? Türk Silahlı Kuvvetlerinden olsa olsa Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin düşmanlarının savcıları rahatsızlık duyabilirlerdi. Yoksa bu savcılar adı geçen düşmanlarımızın adına mı görev yapmaktadırlar? Diye sormanın taktirlerini Yüce heyetinize bırakıyorum benim ve kız kardeşim Neriman Aydın hanımefendi için üzüntü bu durumun Türk tarihinin sayfalarında ebediyen kalacak olmasıdır. Bu iddianamenin nasıl yazıldığını, kimlerin yazdığını göstermesi açısından bir gazete sayfasını taktirlerinize, bilgilerinize sunmak istiyorum Saygıdeğer Başkanım. 26 Mart 2009 Perşembe günkü Vatan gazetesi bu gazete sayfası bu iddianamenin hangi güç odakları tarafından, hangi istihbarat örgütleri tarafından hazırlandığının da belgesi niteliğindedir 25 Mart’ta iddianamemizin kabul edildiği açıklanıyor 26 Mart’ta gazete sayfası. Kemal Aydın’a, Neriman Aydın’a ve Kemal Aydın’la birlikte olanlara bir yer belirlemişler. Emekli orgeneral Şener Eruygur, Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz emekli başmüfettiş Kemal Aydın. Gazetenin sayfası tanzim edilen Hasan Atilla Uğur koşmuşlar resmi üniformalı Neriman Aydın ve teğmen Mehmet Ali Çelebi efendim. Gazetenin sayfası Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Levent Ersöz ve Kemal Aydın. Şimdi bu gazete sayfasını gazete yönetimi mi hazırladı? Türkiye’de basın istisnaları varsa tenzih ediyorum tümüyle Siyonist ideolojinin emrindedir derken bunları afaki nedenlerle sadece kendi düşüncelerimiz için Yüce mahkemeye arz etmiyorum. Önceden hazırlanmış ellerine verilmiş onlarda gazete sayfası haline dönüştürmüşlerdir. Saygıdeğer Başkan Saygıdeğer Heyet önemli gördüğüm bir başka hususun huzurunuzda açıklanmasında da millet değerlerim açısından fayda görmekteyim. Bu husus ayrıca daha doğru anlaşılmama da katkıda bulunacaktır. İtibar insanın nefsine değildir ve olmamalıdır. İtibar insanın yaratılışına mana ve anlam veren Allah’ın emri olan esasa yani ruha ait olmalıdır. Cenabı hak beni bu millet kürsüsüne meşhur olmak için çıkarmadı. Bir ömür buna hiç gerekte duymadım. Hayatım boyunca bu manada bir özlemimde olmadı bilinmez olmak bizim için esastır bu hal Allah’a layıkıyla kul olmanın da gereğidir. Millet nezdinde layığı şekilde fert olarak kalabilmek şereflerin en yücesi en büyüğüdür insan kendisi için değil değerleri için önemli olmalıdır. Değerli için yaşayıp değerli için ölmelidir. İşte o zaman milletin gönlünde ve tarihinde layık olduğu yeri alabilir. Diğer türlü unutulmuş mezar taşlarında kalırsınız. Ben ikincisine değil birincisine talibim. Saygıdeğer Başkan Saygıdeğer Heyet bu güne kadar hayatımda hiç kitap yazmadım. Ömrüm olursa ilk yazacağım kitabın konusu Milli İstihbarat Teşkilatı olacaktır. Milli İstihbarat Teşkilatının emperyalist düşmanlarımızın arasında bulunan ABD, AB, İsrail, İngiltere’nin istihbarat örgütleri ile birlikte hareket ederek Türk milletine ve Türkiye Cumhuriyeti devletine ne tür ihanette bulunduklarını yazmak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin olmazsa olmaz kurumlarından biri olan Milli İstihbarat Teşkilatında nasıl azınlık ırkçılığı yapıldığını Türk milletinin vatansever evlatlarının emperyalist oyunlarla yok edilmelerine nasıl seyirci kaldıklarını. Etnik azınlık ırkçılığı temelindeki bölücülüğe nasıl katkıda bulunduklarını siyasette, bürokraside, ticari hayatta ki ve de basındaki görevlileri aracılığıyla Türk milletine nasıl zarar verdiklerini yazacağım. Yazamazsam mutlaka yazılmalıdır, eli kalem tutan bir vatansever mutlaka yazmalıdır. Saygıdeğer Başkan Saygıdeğer Heyet Ankara Hoşdere Caddesi 149/7 adresi Milli İstihbarat Teşkilatına aittir. Bu adresteki büronun MİT adına sorumlusu Şahin Başbağ’dır. Bu büro sorumlusunun ricası ve isteği üzerine en çok uğradığım özel bürodur. Saygıdeğer Başkan Saygıdeğer Heyet faili meçhul cinayetlerden hiç kimsenin haberi olmasa da Milli İstihbarat Teşkilatının mutlaka haberi olmalıdır bence de vardır. Savaş bölgesinde faili meçhul diye bir şey olmaz, olamaz. Ben askerliğini yapmamış olsam da kitabi bilgilerden biliyorum ki savaşta sadece ateş edilir. Güneydoğu bölgemizdeki savaşta terör örgütü taşerondur. Asıl savaştığımız düşman ABD ve müttefikleridir. Milli İstihbarat Teşkilatı faili meçhul diye adlandırılanlarla ilgili araştırma yapmadı mı yapmıyor mu? MİT ne için susuyor, MİT niçin susuyor? MİT sustuğu için Türk Silahlı Kuvvetleri saldırı altındadır. Yoksa MİT’in de emperyalist düşmanlarımız ile iş birliği mi var? Jandarma genel komutanı Orgeneral Sayın Eşref Bitlis’i kim öldürdü? Unutmayınız ki bir ülke ordusu ne kadar güçlü olursa olsun istihbarat çökerse o ülke ayakta kalamaz. Türk Silahlı Kuvvetleri bertaraf edilen MİT’in yerine kendi istihbarat örgütünü kurduğu için bu gün saldırı altındadır. Yapılanlar şu general bu general için değildir. Hedef Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Bu çok önemli hususları Türk milletinin kayıtlarında bulunması için Yüce mahkemeye ifade ediyorum. Biz görelim görmeyelim önemli değil nasıl olsa Türk milleti sorumlularından bir gün hesabını mutlaka soracaktır. Saygıdeğer Başkan Saygıdeğer Heyet devletlerarası ilişkilerin anayasasıdır diplomasi günümüz Dünya’sında diplomasi çok önemli bir bilim dalı haline gelmiş bulunmaktadır. Devletlerarası ilişkiler her geçen gün çok daha girift hale gelmektedir. Bu girift ilişkilerde karşılıklı menfaatlerin korunması bilgi, maharet ve marifet gerektirmektedir. Bu da ancak diplomasi ile mümkün olabilmektedir. Diplomasi kendi lehine Dünya’da en iyi kullanan devletin İngiltere olduğunu bilinmektedir. İngiltere geçen yüzyılda çok büyük bir sömürge imparatorluğu kurmuştur bunu onlarca devlet, millet ve de toplulukla savaşarak gerçekleştirmiştir. Bilindiği üzere sonrasında da sömürgelerinden çekilmek mecburiyetinde bırakılmıştır. Sömürgelerinde kan ve gözyaşı kültür emperyalizminin çok büyük tahribatını da bırakmış olduğu halde sonrasında çekilmek mecburiyetinde kaldığı bu ülkelerle ilişkilerini uyguladığı diplomasi ile iyi ilişkilere hatta dostluğa dönüştürebilmiştir. Ne yazıktır ki 10 Kasım 1938’de ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler geçmişte Osmanlı devletinin parçası olan devletlerle sağlıklı ilişkiler kuramamışlardır. Bu da yetmiyormuş gibi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye ile ilişkileri geliştirecek, pekiştirecek olan Bağdat ve Balkan paktları da bırakın geliştirilmesini yaşatılamamıştır. Çünkü bu birliktelikleri yaşıyor olsaydı emperyalist güçler ne Balkanlarda ne Irak’ta ne Afganistan’da asla olamazlardı. Onların işine böylesi yarıyordu onun içinde bu paktların dağılması teşvik ederek başardılar. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Osmanlı devlet coğrafyasında bağımsızlık kazanan devletlerle ilişkileri emperyalist güçlerin menfaat, planlarına göre yürütülmektedir. Böyle olduğu içinde bu ülkelerde Türkiye’ye karşı düşmanlık ve kinin bitmediğini görmekte ve yaşamaktayız. Günümüzde de emperyalist büyük güç ABD ve ortakları bu diplomasiyi çok iyi uygulamaktadır. Dünya’nın değişik ülkelerinden o ülkelerin değişik konularda ki siyasi, etnik, bölgesel muhaliflerini kendi ülkelerinde himaye altına almakta ve onlara her türlü desteği Dünya’nın gözleri önünde vermektedirler. Böyle olduğu halde ilgili ülkelerle hem ekonomik ilişkilerini hem de diplomatik ilişkilerin sağlıklı şekilde yürütebilmektedir. Daha dün denecek bir zamanda savaş yaptığı ülkelerle Vietnam örneğinde olduğu üzere diplomatik ilişkilerini çok üst düzeylere taşıyabilmektedir. ABD’nin büyük güç haline gelmesinin elbette ki bunda rolü vardır ancak ilişkilerin tümünü bu büyüklüğe bağlamakta mümkün değildir. ABD Çin’in işgalindeki Doğu Türkistan Türklerinin lideri konumundaki muhalefet önderini diplomatik yollardan hapisten çıkarıyor ülkesine götürüyor onu Çin üzerindeki amaçları için hazırlıyor uygun zamanı bulduğunda da bundan istifade ediyor. Hayatta hatta amaçları için gözünü kırpmadan kullanıyor. Bütün bunları yaparken Çin’le de hem diplomatik hem de ekonomik ilişkilerine zarar getirmeden de devam edebiliyor. İşte maharet burada Türkiye Cumhuriyeti devleti ise ne tarihsel ne kültürel kökleri ile ne de yaşama alanları ile ilgili olarak hiçbir siyaset ve yol belirleyememektedir. Dümeni bozulmuş gemi misali okyanusta yol almaya çalışmaktadır. Tabi dalgalar gemiyi nereye götürürse o tarafa doğru. Türkiye kontrolüne girdiği emperyalist güçlerin okyanusundaki dalgalara göre hareket etmektedir böyle olduğu içinde Türkiye Cumhuriyeti devleti lehine olabilecek hiçbir sonuca ulaşamamaktadır. Çin devleti işgali altında tuttuğu doğu Türkistan’da Türk varlığına yüzlerce yıldır soykırım uygulaması niteliğinde zulüm ve katliam yapmaktadır. İstisnasız her ay Doğu Türkistan’da onlarca Türk kurşuna dizilerek öldürülmektedir. Çin’in iddialarına bakılırsa Doğu Türkistan’daki olayların patlak vermesinde Rabia Kadir’in önemli rolü bulunmaktadır. Tabi ki Çin’in bu iddiası mutlak doğru olarak kabul edilemez. Çin Doğu Türkistan’daki katliam için elbette ki mazeret uyduracaktı. Şimdilerde de onu yapmaktadır. Bu durum her iki haliyle de emperyalizmin amaçlarına hizmet etmektedir. Bu durumdan hem Çin hem de Doğu Türkistan Türklüğü büyük zararlar görmüşlerdir. Sonrasında da her iki tarafa tarafta zarar görmeye devam edecektir. Doğu Türkistan’daki olayların çıkış sorumlusunun Rabia Kadir olduğunu farz edersek eğer Rabia Kadir Çin’de hapisten kurtulduğunda Türkiye’ye sığınabilse ve Türkiye’de kalabilseydi ABD onu emperyal amaçları için kullanamazdı. Rabia Kadir’in 2006 yılında Türkiye’de bulunuyor olmasından rahatsızlık duyan Çin’in talebi diplomasi yoluyla diplomatik yollarla çözülerek Türkiye’de kalması yönünde Çin ikna edilebilseydi bugün Çin ve Doğu Türkistan’ın yanında Türkiye Cumhuriyeti devleti de kazanmış olacaktı. Ne yazık ki her üç tarafta tam tersini yaşamaktadır. Bu konuda Kemal Aydın ve onun gibi düşünenler bugün Türk yargısına hesap vermektedirler. Ancak ne ben ne de benim gibi düşünenler Türk varlığı için hesap vermekten ne korkarız ne pişmanlık duyarız. Bundan sonra da duymayacağım bu gelişmeler bana Türk Dünyası ile daha yakından ve daha çok ilgilenmem gerektiğini göstermiştir. İlerleyen zamanda bu konudaki eksiklerimi tamamlayacağım nasıl olsa ihtiyaç duyulan tüm bilgilere sahibim. Bugün bizler için tertip hazırlayanlar tuzak kuranlar yarınlarda mahkeme kürsüsünde bulunan siz Sayın Saygıdeğer yargıçlar içinde aynı şeyleri yapabilirler. Yargıç olarak sizlerde geleceğinizden emin olamazsınız. Faşist, komünist ve din oligarşisine dayalı diktatörlük rejimlerinde bunların örnekleri binlercedir. İktidar edenlerin hırslarının sonucunda canavarlaştığını ve sonrasında yavrularını dahi yediklerini tarih sayfalarında görmek mümkündür. Tarih sayfalarına bakan herkes oralarda bunları görecektir. Yaşı 50 civarında olanlar yakın tarihimizde 2 örneğini yaşayarak görmüşlerdir. Irak diktatörü Saddam Hüseyin’in zulmü öyle bir hal aldı ki 2 kızı ve damatları bile bu zulümden bizal oldukları için Irak’tan kaçarak Ürdün’e sığındılar. Bir şekilde Irak’a dönmeleri sağlandı ancak damatlarını ve torunlarını hunharca öldürttü. Diktatör ruhu başka bir ruhtur hadi damatlarına kıydın torunlarına nasıl kıydın demeyiniz. Diktatörler babalarını da öldürürler onların varı yoku iktidarlarıdır. Her şeylerinden vazgeçerler ama iktidarlarından asla vazgeçmezler. Humeyni 1960’lı yıllarda şaha ve rejimine karşı muhalefet ederken sürgüne gönderilmiştir o günkü İran yasalarına göre idamlık bir suçun failiydi idam edilmekten ancak Ayetullah olması durumunda kurtulacaktı. İşte böyle bir ahvalde şeriat medari zamanı gelmediği halde Humeyni Ayetullah yaparak idam edilmekten kurtarmıştır. İşte bu Humeyni 1979 yılında İran’a dönüyor hakimiyeti ele geçirdiğinde hayatını borçlu olduğu hem de hocası olan Ayetullah şeriat Medarinin en ufak uyarı ve tenkitlerine dahi tahammül edememiş ve onu ömrünün sonuna kadar kum kentinde göz hapsine mahkum etmiştir sonrasında hayatı göz hapsinde nihayetlenmiştir. Çok daha vahimleri Hitler’in Nazi Almanya’sında Lenin’in, Stalin’in Sovyetlerinde Mao’nun Çin’inde ziyadesi ile yaşanmıştır. Bu liderler iktidarı ellerine geçirdikten sonra muhaliflerini ve karşıtlarını bertaraf etme eylemine girişmişler Saygıdeğer Başkan Saygıdeğer Heyet öncelikle hakimiyetlerine aldıkları emniyet ve istihbarat güçlerini kullanarak muhalif ve karşıtlar için iftira ve yalana bağlı olarak suçlar icat ettiler. Sonrasında bu uydurma suçları sahte delil ve uydurma tanıklarla desteklediler ancak bu yeterli değildi. Önce savcılara sonrasında da muhaliflerini mahkum edecek hakimlere ihtiyaçları vardı çok zaman geçmeden iktidar gücünün yardımıyla onları da buldular bu yolla muhaliflerini ve karşıtlarını birer birer bertaraf ettiler. Bu süreç tamamlanınca da diktatörlüklerini ilan edip diktatörlük rejimlerini kurdular orada artık kendileri dışında hiç kimseye yer yoktu. Acaba Recep Tayyip Erdoğan’ın yönettiği Türkiye onları mı çağrıştırıyor? Olanlar bana onları çağrıştırıyor başarabilecekler mi? Asla başaramayacaklar. Türk milletinin onlara mani olarak feraseti ve gücü bulunmaktadır Saygıdeğer Başkanım Saygıdeğer Heyet. 2008 yılında Türkiye’de iktidarda olan R.T’de alnı yolu izlemektedir. Diktatörlüklerini ilanda önlerindeki önemli engellerden birisi bağımsız yargının mahkemeleridir. Oradan geçemeyecekleri ümidini taşımak istiyorum. Hakkımda açılmış bulunan bu davanın Cumhuriyet savcıları tarafından açılmadığını Cumhuriyet savcılarının sadece usul şartlarını yerine getirdiğini, davanın asıl sahiplerinin Büyük Ortadoğu projesinin planlayıcısı emperyalist güçler ile büyük Ortadoğu projesinde eş başkanlık görevini kabul eden hükümetin başı R.T’nin olduğu muhakkaktır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin 2 kurumu da bu tertibe başta tertibe taşeronluk görevi üstlenmişlerdir. Bu kurumlar emniyet teşkilatı ile Milli istihbarat teşkilatıdır. Bu kurumlar Türkiye Cumhuriyeti devleti ile yasaların emrinde olarak hareket ederek etmeleri gerekirken R. T ve AKP hükümetinin emrinde olarak hareket ederek tertibe yardımcı olmuşlardır. Bu şekilde hareket ederek de Türkiye’nin de parçalanması projesi olan Büyük Ortadoğu projesine katkıda bulunmuşlardır. Bu katkı ihanettir Türk milleti mutlaka bir gün hesabını soracaktır. İleriki zamanlarda bu eylemlerden dolayı bu kurumların sorumluları da inanıyorum ki mutlaka bunun hesabını Türkiye Cumhuriyeti devletine vereceklerdir. Basında da bu tertibin ABD ile birlikte planlandığının açık açık yazıldığını da biliyoruz. Emniyet teşkilatı ile istihbarat teşkilatı hakkında büyük Ortadoğu projesinin istihbarat teşkilatının emrinde olan emniyet teşkilatı ile istihbarat teşkilatı hakkımda uydurma ve düzmece suç fiilleri icat ederek bunları abartılı bir biçimde Cumhuriyet savcılığına vermişlerdir. Zira yapılan aramalarda, telefon dinlemelerinde, hakkımda herhangi bir suç unsurunun mevcudiyetine rastlanılmamıştır. Bu defada daha sonra bulabiliriz miyiz düşüncesi yaşamaya başladılar bu varsayımla da beni beni tutukluyken ben tutukluyken evimin yeniden aranmasına benimle yakınlığı olan insanların sorgulanmasına gerek duyuldu. Bu yollarla suç delilleri arandı ancak bulunamadı. Bulunamazda, yaratılabilir mi onu bilmiyorum yaratma çok gayret ettikleri iftiranamenin sayfalarından anlaşılmaktadır. Onları sırası geldiğinde gerekli cevapları ilerleyen bölümlerde de arz edeceğim. Bu düşünce ve varsayımlara dayalı olarak soruşturma makamı Cumhuriyet savcılığının düşüncesinde acaba oluşturdular. Yoksa delil olarak ortaya konulan hususlarla değil tutuklanmam yargılanmam dahi söz konusu olmazdı. Anayasamızda uluslar arası sözleşmelerde ve çağdaş hukuk ilkelerinde masumiyet karinesi lekelenme hakkı ile adil yargılanma hakkının korunması ve gözetilmesi olarak kabul edilmiştir ancak gözaltına alındığım tarihten başlayarak sorgu süreci de dahil olmak üzere halen devam etmekte olan süreçte masumiyet karinesi ile lekelenmeme haklarımın yazılı ve görsel basın yoluyla alabildiğine çiğnendiğini gördüm ve yaşadım. Kişilik haklarımı hiçe sayan bu yayınlara tutuklu olmam hasebiyle karşı koyabilmem elbette ki mümkün değildi. Bu alçaklığı ancak demokratik hukuk devletinin yasaları durdurabilirdi ve vahim ve de acıdır ki bu güne kadar hukukun da müdahalesini görmedim. Bu durum Türkiye Cumhuriyeti devletinin demokratik hukuk devleti niteliğini yitirmekte olduğunun açık göstergesidir. Bunun arkasından gelinecek bunların arkasından gelinecek nokta faşizmdir. Bu ne ütopyadır ne de varsayım. Hitler Almanya’da seçim yoluyla iktidara gelmiş sonrasında devletin gücünü kullanarak Nazizmi yaratmıştır. R.T’nin de aynı yolu takip etmekte olduğu görülmektedir. Hitler faşizmini yaratırken dış Dünya’dan yardım almamıştı bizim için tehlike Hitler’inkinden de büyük çünkü R. T Dünya’nın en büyük emperyal gücü ve onun ortaklarından da yardım görmektedir. Daha da beteri Hitler faşizminin her türlü zulmüne muhatap olmuş Avrupa Birliğinin tüm üyelerinden de büyük destek görmektedir. Konu Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devleti olunca emperyalist düşmanlarımız için akan sulan bile durmaktadır. Böyle olduğu içindir ki daha dün denilecek bir zaman olan 65 yıl öncesini hemen unutmuşlardır. Olanlara bakınca adil yargılanma hakkı konusunda da pek tabi şüphelerim oluşmuştur. Bütün bunlara bakınca bakılınca yadırganmaması gerekir diye düşünüyorum. İddianamede ben olmayan Kemal Aydın bile bulunmaktadır. Hem de ben Kemal Aydın olarak Zekeriya Öz ve takımını bu konuda da kutlamak lazım. Eş başkan R. T iktidarını kaybetme korkusunu çok erken yaşamaya başladı. Bu hal düşünce dünyasında korku ve endişe yarattı. Buna birde sonsuz hükmetme ihtirası eklenince dava arkadaşları da aynı duygularla dolu olunca bu durumu gören yandaşları son padişah unvanını takdim ederek arzu edilen ihtiyaca cevap vermişlerdir. Adolf Hitler’i de Adolf Hitler’de Adolf Hitler’e de Führer unvanı benzer şartlarda verilmiştir. Hitler Führer unvanını aldıktan sonda bu unvanına sahip olmasında önemli pay sahibi basın, yayın organları başta olmak üzere bürokrasi ve toplumun diğer katmanlarından inanılmaz övgü ve alkış almaya başladığında diktatörlüğünü ilan etmesinin önünde engel kalmamıştı o da gereğini yaptı. Türkiye’nin bugün itibari ile içinde bulunduğu şartlarda Hitler Almanya’sına aynen benzemektedir. İnşallah biz yanılmış olalım devlet karşı koymazsa yanılmayacağım ancak devletin direndiğini görüyorum mutluluğunu da mutluluğumda bundan ibarettir. Saygıdeğer Başkan Saygıdeğer Heyet soruşturma sonrasında çıkarıldığım mahkemede Saygıdeğer yargıç Sedat Sami Haşıloğlu’nun ilk sorusu Türk müsün, nereden geldiniz, Türklükten neyi kastediyorsunuz sorusuydu. Bu soruya muhatap olunca inanılmaz derecede şaşkınlık yaşadım. Halen de yaşamaya devam ediyorum. Ömrümün sonuna kadar da yaşayacağım, geçen ömrümde bana bu soru hayatımda hiç kimse tarafından bir defa olsun bile sorulmamıştır. Ben de bu ülkenin hiçbir yurttaşına Türk müsün diye sormadım. Ancak ister öngörü, ister kehanet kabul ediniz tutuklanarak zindana koyulmamın birinci nedenini Türk yaratılışımın oluş, Türk yaratılışım oluşturmaktadır. Halbuki bu suç benim değildi suçun asıl sahibi beni Türk olarak yaratan Allah’tı. Saygıdeğer Yargıç Sedat Sami Haşıloğlu Bey hakkımda vermiş olduğu mahkumiyet kararı ile beni değil yaratanımı mahkum etmişti. Ben mahkum olmamak için yaratılışımı yani Türklüğümü inkar ederek bu suçtan kurtulmayı hiçbir zaman düşünmedim. Bundan sonrada kalan ömrümde Türk yaratılmış olmanın suçuyla, şerefle yaşayacağım. Ne yapayım ki Saygıdeğer Yargıç nihai kararda da hakkımda karar verecek Yüce mahkeme Yüce makamda oturmaktadır. Bu durumda kurtulmama imkan bulunmamaktadır. Türk milleti adına yargılama yapan mahkeme tarafından bana böyle bir sorgunun sorunun sorulmasının ne hukuki ve de insani bir gerekçesi bulunmamaktadır ve de olamaz. Bu soruya muhatap olduğumda niçin yargılandığımı ne ile karşı karşıya olduğumu bu felaketin sadece şahsım için olmadığını Türk milletinin de Türk adının da hangi tehlikelerle karşı karşıya bulunduğunu çok daha iyi anladım. Saygıdeğer mahkemenin bu sorusuna muhatap olduktan sonra bu ülkede 36 etnik unsur var Türkler de azınlıktır diyenlerin ne kadar yol aldıklarını neleri başardıklarını görmüş oldum. Bu vatan coğrafyasındaki Türk egemenliğine son verme savaşlarının asırlardır yapılmakta olduğu bilinmektedir. Emperyalist güçler ve ülkemdeki işbirlikçileri Selçuklu dönemi Osmanlı dönemi de dahil özellikle de 10 Kasım 1938 tarihinde ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünü müteakip Türkiye Cumhuriyeti devletinde de bu uğraş ve mücadelelerine devam etmektedirler. Selçuklu devletinin beyliklere bölünerek parçalattırılmasının arkasındaki esas sebebin Türk adının bölünmeye bağlı olarak unutturulmasıdır. Osmanlı devleti döneminde de Türk adı hakir görülür hale getirilmiş olup pis Türkler gibi hakaret dolu aşağılık ifadelere muhatap edildiği bilinmektedir. Ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmasına kadar Türk milletine Türküm demeyi unutturmuşlardı. Öyle ki Türk varlığı Türklüğünü ifade etmekten utanır hale gelmişti. Böyle bir soruya muhatap olunca Saygıdeğer kahraman kardeşim Ali Özoğlu beyefendinin şifre çözüldü isimli muhteşem eserindeki satırlar beynimde canlandı. Şöyle diyordu bu eserin 177. sayfasında. Ne mutlu ki Türküm ve yaşamımın olmazsa olmaz ilk prensibi de önce vatandır bu ifadelerle yaşadığını ilan edenlerin başına hangi melanetliklerin musallat edileceğini de zaman içinde hep birlikte görmüş olacağız tespitine kehanet mi öngörü mü diyeyim onu da sizin taktirlerinize bırakıyorum. Böyle dediğimiz için o da bende Yüce mahkeme huzurunda yargılanıyoruz. Emperyalist güçler Türk adının tarihten silinmesi hususunda mücadelelerinde arzu ettikleri sonuca ulaştıklarını düşündükleri ve de Türk adının yok olduğundan emin oldukları içinde hasta adam adını taktıkları Osmanlı devletini ortadan kaldırmaya karar vermişlerdir. Türk adının silinmiş ve unutturulmuş olmasından emin olmasalardı hasta adamı arzu ettikleri bir zaman daha yaşatırlardı. İngiltere’nin o tarihte savaş bakanı olan Churchill Çanakkale harbi sonrasındaki yenilgileri ile ilgili olarak meclislerine bilgi verirken sorulan bir soruya cevabında her şeyi hesap ettik ve planladık ancak Mustafa Kemal gibi bir dahi ile karşılaşacağımızı nerden bilebilirdik? Böyle adamlar bin yılda bir gelir o da Türklere nasip oldu diyerek Türk adının ve o adı taşıyan Türk milletinin asla yok edemeyeceğini bir nevi itiraf etmiş bulunmaktadır. Türk milletinin ebedi ve ezeli düşmanı İngiltere’nin harp bakanı böyle söylerken Türk milletinin büyük düşünürü bilge insan Kaşgarlı Mahmut’ta 1011 yılında bu millete Türk adının tanrının ikramı olduğu gerçeğini Türk tarihinin sayfalarına kayıt etmiştir. Yargılandığım mahkemede bana Türk müsün sorusunu soran hakimin hangi millete mensubiyet duyduğu beni ilgilendirmiyor beni ilgilendiren tarafı ifa etmekte olduğu görevinin Türk milleti adına olduğunu bilmiyor olmasıdır. Yüce Türk milleti ve kutsal Türkiye Cumhuriyeti devleti için çok hazin ve çok vahim bir durumdur. Türk milleti buna benzer durumları çok yaşadı ve onların üstesinden geldi eminim ki bugün içinde bulunduğu durumun üstesinden gelecektir. Türk milletine Türklüğünü unutturmayacağız. Tanrıda yardımcımız olduğuna göre mesele yok. Burada ki ifadelerim Saygıdeğer Yargıcı incitmek anlamında değildir. Yaşanan tarihi bir olaya bağlı olarak doğruların tarih sayfalarında kalmasını sağlamak için arz ediyorum. Saygıdeğer Başkan Saygıdeğer Heyet şüpheye yer olmayacak şekilde Türküm, şüpheye yer olmayacak şekilde Türküm. Türklük bir yaşayış biçimidir, kültürdür, düşüncedir, hissetmedir, mensubiyet duymadır. Bu değerlere sahip değilseniz Türk yaratılmış olmak hiçbir şey ifade etmez. Bu değerlere sahipseniz Türk yaratılmış olmamak sizin Türklüğünüze helal getirmez. Bunun içindir ki ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk Ne Mutlu Türküm Diyene ifadesinde kendine yer bulanları benliğinin ve yaratılışının ortağı kabul etmiştir. Benim Türklük anlayışımda Atatürk’ün büyük düşüncesinde saklıdır bu büyük düşünce benim Türklük yolumu aydınlatan ışıktır bu ışığımı asla söndürmeyeceğim. Saygıdeğer yargıcın bana mahkemede sorduğu Türk müsün nereden geldiniz, Türklükten kastınız nedir talihsiz ifadesinin ona ait olmadığını elbette ki tahmin edebiliyorum. İçinde bulunduğum bu büyük emperyal savaşın planlayıcılarının isteği olarak şahsıma sorulmuştur. Ancak Saygıdeğer yargıca düşen görev bu sorunun sorulmamasının, sorulmasının Türk milletini yok sayma ve incitmek anlamına geleceğini bilmemesidir. Bu soru Türk milleti adına talihsizliktir. Kendi ülkem Türkiye’de Türklük ile ilgili bir soruya Türk milletinden olmayan bir yazarın düşünce ve görüşleriyle cevap vermek mecburiyetinde de kaldığım için kendi adıma üzüntü duyuyorum. Bakınız Fransız yazarı La Martin Türk milletini hangi ifadelerle anlatmaktadır. La Martin diyor ki Türkler bir ırk ve millet olma haysiyeti ile yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. Karakterleri pek asil ve pek yücedir asaletleri alınlarında ve amellerinde yazılıdır. Onların yurdu efendiler diyarıdır. Kahramanlar, şehitler ülkesidir, bence insaniyete şeref veren böyle bir milletin düşmanı olmak insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Allah beni korusun. Bu büyük ifadeyi bu tarihi yargılamada Türk milletinin sayfalarında tekraren kalması için arz ediyorum Saygıdeğer Başkanım. La Martin o büyük insan hakkı teslim eden hak böyle teslim edilir böyle tek şöyle buyuruyor. Türkler bir ırk ve millet olma haysiyeti ile yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. Karakterleri pek asil ve pek yücedir. Asaletleri alınlarında ve amellerinde yazılıdır. Onların yurdu efendiler diyarıdır kahramanlar şehitler ülkesidir. Bence insaniyete şeref veren böyle bir milletin düşmanı olmak insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Allah beni korusun. Türk milletine mensup olmayan bir Fransız yazar Türk gerçeğini görebildiği ve ortaya koyduğu bu gerçeği yazarak da tarihe bıraktığı halde Türk milleti adına karar veren bu mahkemenin hakim ve savcıların bu gerçekten habersiz dahası Türk gerçeğine karşı duyarsız ve ilgisiz olmaları Türk milleti adına düşündürücüdür. Aynı zamanda Türk milletinin geleceği açısından da kaygı vericidir. Dileriz bu gaflet duygusundan tez zamanda kurtulmuş olsunlar. Büyük Türk düşünürü Diyarbakır doğumlu merhum Ziya Gökalp’in Türklüğü veciz ifadelerle anlatan mısralarını acize acz içerisinde bulunan hakimler, savcılar ve Büyük Ortadoğu projesinin eş başkanı unvanlı Başbakanda dahil herkese ithaf ediyorum. Deme bana Kayı Oğuz, İlhanlı, Türküm bu ad her unvandan üstündür. Yoktur Azer, Kırgız, Özbek, Kazanlı Türk milleti bir bütündür. Merhum Ziya Gökalp’ın ifadelerinde anlamı saklı tehlikeyi daha da açarak tarihe bırakıyorum. Unutmayalım ki Kürdüm, Çerkezim, Gürcüyüm. Arnavutum demekle Aleviyim, Lazım, Azeriyim, Tükmenim, Yörüküm demenin arasında Türk milletine ve Türkiye Cumhuriyeti devletine açılan yok etme savaşlarında ifade ettiği anlam bakımından hiçbir fark yoktur. Emperyalist düşmanlarımız ve işbirlikçileri nasıl ki Kürt dedirttiklerinin eline silah vererek dağlara çıkardılar yarınlarda da kendileri bu türden ifadelerle anlatanların da eline silah vererek Türkiye Cumhuriyeti devletine çok rahat savaş açtıracaklardır. Bu tespitlerim öngörünün çok ötesindedir bu tespitlerim sadece siyasi yöneticiler içinde değil devletimiz hakim, savcı da dahil tüm bürokratik yöneticileri içinde geçerlidir. Saygıdeğer yargıç Sedat Sami Haşıloğlu beyin özellikle dikkatine sunuyorum bana Türk müsün, nereden geldiniz sorusunda hangi tehlikelerin saklı olduğunu anladığını ümit etmek istiyorum. Emperyalist güçler ve onların işbirlikçilerinin tüm uğraşları Türk adının unutturulması ve Türk varlığının bölünmesine yöneliktir. Bu kültür emperyalizminin önünde duran herkes onların açık gizli düşmanlarıdır. Ben Türklüğün ve Türk milletinin düşmanlarının düşmanı olmaktan şeref duyuyorum. Düşmanlarımıza bu savaşta galip gelmesini bildik hapishaneye işbirlikçileri aracılığıyla koyulmam onlar için sadece bir tesellidir. Çok sıcak yaz gününde bir bardak soğuk suyun sağladığı ferahlık ve rahatlık kadardır. Suları bitti hararet onların sonunu getirecek, çölde kaldılar, suları da bitti ölüm artık Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin düşmanları için kaçınılmazdır. Ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk’ün muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur ifadesine anlatımına yürekten inanmış bir Türküm. Bu millete Türk adı tanrının ikramıdır Allah’ın koyduğu adın silinemez olduğunu bilemediler. Kültür emperyalizmi başta olmak üzere emperyalizmin her türlüsüne hayır diyebilen bir fikrin idraki ile Türküm. Kültür emperyalizmi başta olmak üzere emperyalizmin her türlüsüne hayır diyebilen bir fikrin idraki ile Türküm. Şahsi varlıklarımdan gözü kapalı vazgeçmeyi ama milletimin olan bir karış çorak toprak için savaşın namus olduğunu Metehan’dan öğrenmiş bir Türküm. Türk ecdadımın yaptıklarını unutmayacak ve unutturmayacak kadar şuurlu, idrakli bir Türküm. Düşmanımı ve düşmanımın yaptıklarını unutmayacak kadar ferasetli bir Türküm. Benim yegane fehrim, fahrim ve servetim Türklüğümden başka bir şey değildir diye övünen ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk kadar Türküm. İstiklal Marşının yazarı Mehmet Akif Ersoy sönmeden yurdumun üstünde en son ocak ifadelerindeki hürriyet ve bağımsızlığından ödün vermeyecek bir Türküm. Yüksel Türk senin için yükselmenin hududu yoktur ifadeleri ile Türklüğüne sonsuz güven duyan Mustafa Kemal Atatürk kadar Türküm. Esasında Türk’e vatan sorulmaz tarih Türklerin bu coğrafyaya Hazar denizinin güneyinden ve kuzeyinden bir de batıdan balkanlardan geldiğini yazmaktadır. Benim mensup olduğum Türk boyu Hazar’ın güneyinden gelenlerden Kerkük, Musul, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan ve Gümüşhane havzasındakiler hep aynı boydandırlar. Türk’e vatan sorulmaz gerçeğine rağmen yargıda sorulmasının bir mecburiyeti olarak cevaplamak zorunda kaldım. Yoksa hayatımda soy kütüğüne hiç gerek duymadım. Çünkü Türklüğümden hiç kuşku duymadım. Türklüğümden rahatsızlık duyacağım bir durumda söz konusu olmamıştır. Bu bilgileri de günün birinde sorulursa diye şöyle üstünkörü bir araştırayım dedim. Karşıma arz ettiğim bilgiler çıktı bu vatan coğrafyasındaki Türk varlığı 1071 Malazgirt’te başlatılsa da Türk milleti hakkında her konuda olduğu gibi bu konuda da daha deha sahibi olan ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk’ün tespitleri ile bu coğrafyadaki Türk varlığının binlerle ifade edilen yıllar öncesinde dayandığını Etiler ve Sümerlerin de Türk olduklarını Mezopotamya’daki Sümerlere ait kazılardan çıkan eserlerin yazı biçimlerinden ve alfabelerinden öğrenmiş bulunuyoruz. Bu coğrafyadaki Türk egemenliği ve Hititlerle ilgili bilgiler büyük Atanın görüşlerini teyit etmektedir. Eğer Etiler başka millet olsaydı soykırım yaşamadıklarına göne hala onlara ait dil ve kültürlerden insanların yaşıyor olması gerekirdi. Etilerden geriye kültürel farklılıklar kalmadığına göre Hititlerin de Türklüğü bir gerçek olarak kabul edilebilir ve de öyledir. Selçuklu hükümdarı sultan Alparslan ile Romen Diyojen arasında Malazgirt’te yapılan savaşta Bizans ordusunda bulunan Türk asıllı askerlerin saf değiştirerek Türk tarafına geçtikleri de tarihinin kayıt ettiği bir gerçektir. Bu hakikatte bu coğrafyadaki Türk varlığının çok öncelerde olduğunu pekiştiren hususlardır. Mensup olduğum Türk boyunun bir ihtimalle Saka İskit Türk imparatorluğuna dayandığı da varsayılmaktadır. Yaşadığımız Gümüşhane dolaylarına Hazar’ın kuzeyi Kafkasya üzerinden gelmiş olabileceğimiz de ihtimaller arasındadır. Yargı makamları tarafından bu soruya muhatap olduğum için ömrüm yeterse nereden geldiğimiz hususunu çok ayrıntılı olarak araştırıp mutlaka bulacağım.

Mahkeme Başkanı :”Nokta koyunuz efendim.”



Yüklə 327,15 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin