T. C. İStanbul



Yüklə 0,58 Mb.
səhifə5/7
tarix14.01.2018
ölçüsü0,58 Mb.
#37671
1   2   3   4   5   6   7


Sanık Emcet Olcaytu:”Doldu mu o zaman hemen hemen bir önemli konuya daha değineyim bütün bu yürütülen soruşturmada bizim gayri ciddi diye nitelendirdiğimiz olaylara başka bir şey eklendi. Hafta başında adalet eski bakanı Seyfi Oktay gözaltına alındı, ben şimdi o Seyfi Oktay’ın neden gözaltına alındığını söyleyim. Basının tabi ki bunu değerlendirmesi mümkündü ama Seyfi Oktay bu soruşturmayı yürüten Zekeriya Öz hakkında soruşturma açtıran adalet bakanı. Ben size üç dört ay önce adalet bakanlığı ceza işleri genel müdürlüğüne yaptığımız şikayetle ilgili soruşturmaya gerek yoktur belgesini okurken, bir bölümü dikkatinizi çekerek okumuştum. Orada 1995 yılında adalet teşkilatını güçlendirme vakfıyla ilgili şikayetler üzerine şifreli olmasın söyleyim bizim bilgimiz dahilinde çünkü oradaki diğer savcıya bu teşkilat adalet güçlendirme vakfı paralarını paylaşma teklifinde bulunduğu için şikayet edildi. O zaman yer değiştirme cezası verildi. Çine’den Mutki’ye zaten başka türlü gidilmez. Artı Zekeriya Öz tempo dergisine röportaj verirken Mutki de göreve başladığını söyledi. Bunun da yalan olduğu çıktı. Haa işte Seyfi Oktay’dan ancak bir intikam alma operasyonu. Diğer gelişmeler de bu söylediğimi doğruluyor. Başsavcı dosyayı Zekeriya Öz’den niçin aldı. Bu intikam operasyonunu benim kadar net teşhis edemese de burada bir usulsüzlük döndüğünü tahmin veya tespit etmiş olsa gerek. Son cümlelerimi söylüyorum. Bütün bu işlemlerden şikayet eden sadece biz değiliz. Mahkemenin terörüne maruz kaldım diyen bir Cumhuriyet başsavcısı. Gazeteden gösteriyorum bunlar iddia değil yalanlanmış da değil zaten kendisi söyledi. Bir tane daha aynı başsavcının bir lafı beni eşkıya buraya kapattı diyor. Bu eşkıyanın kim olduğu konusunda herkesin elbette bir fikri var. Onu müsaadenizle ben söylemeyeyim. Bütün bu cesaretin nedeniyle ilgili belgeyi takdim edip sözlerimi bitireceğim. Takdim edeceğim belge şudur. 2008 yılının 25 Şubatında o dönemin adalet bakanı bakın nasıl bir açıklama yapıyor. Zaman gazetesinde yayınlanan söyleşi. Adalet bakanı olarak yargı mensuplarına şu güvenceyi vermek istiyorum. Hiçbir şeyden çekinmeyin her şeyin üstüne gidin hükümet arkanızdadır. Yargı mensuplarına hiçbir mağduriyete uğramayacaksınız teminatını vermek durumundayım. İşte onu öyle dediğiniz zaman bu iş nereye gidiyor bir başsavcı beni buraya eşkıya kapattı demek zorunda kalıyor. Bu söyleşiyi internetten ben çıkarttım gazete kupürüne ulaşma imkanım yok çünkü. Son cümlesini okumamıştım şimdi de onu okuyorum bitiriyorum sözlerimi. Savcılardan sonuna kadar gidin diyor ya. Onların sonuna kadar gitmesi için ne ihtiyacı varsa bunu karşılayacak olan bir iktidar iş başında. Bunu şu nedenle söyledim; Hangi sanığın dosyasında arama tutanağına baksanız teknik ve fiziki imkansızlıklar nedeniyle imajı alınamadı onun için bilgisayarı kucakladı götürdüler. Teknik ve fiziki imkansızlıklar kadro yetersizliği nedeniyle telefon görüşmelerini vesaireyi polis hazırlıyor o bize yolluyor. E burada siz, siz savcı olarak adalet bakanının sözüne güvenmiyor musunuz? Sonuna kadar gidin hiçbir mağduriyete uğramayacaksınız lafını pekala kullanıyorsunuz. Başsavcıları alıyorsunuz beni buraya eşkıya kapattı diyecek muamelelere maruz bırakıyorsunuz ama her türlü imkanı ihtiyacınızı karşılayacak bir iktidar iş başında lafı peki niçin göz ardı ve devre dışı bırakılıyor? Bizim bilgisayarlarımızdan kopya almaya gelince fiziki teknik imkansızlık, telefon tapelerini okumaya gelince kadro yetersizliği, filan olunca yoğun iş. İsteyin o zaman kadro verilsin. Vaktiyle bunu eski Yargıtay başsavcısı buraya otuz kırk savcı tahsis etmek lazım dediği zaman havalara zıpladılar. E bu kadar şeyde artık kimin neyi ne kadar ciddiye alacağını gösteren yeteri kadar zannediyorum kanıt kayda geçmiş oldu. Ben size bu taleplerimi içeren dilekçemi ve eklerimi sunuyorum. Lütfen bunları değerlendirin kabul edilecek taleplerimle ilgili kararı mahkemenin kararını bekliyorum. Teşekkür ederim.”

Sanık Adil Serdar Saçan söz almadan konuştu:”Başkanım, başkanım bu konuyla ilgili bir şey söyleyebilir miyim?”



Sanık Mustafa Ali Balbay söz istedi, verildi:”Sayın Başkanım, son üç aydır savunmamın tamamlanmasının ardından savunmama ek olmak üzere ana bölümleri tekrar mercek altına yatırıp hem benden sonra savunma yapanların durumu biraz daha netleştirmesinden de güç alarak savunmama ekler yapıyorum. Bu kez Sayın Başkan, Sayın üyeler öncelikle sizin şahsınızda heyeti ve bütün salonu saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, bana yönelik suçlamaların özeti şu, meclisi ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek. Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek. Halkı isyana teşvik etmek ve silahlı terör örgütüne üye olmak. Ama tıpkı gerek bu soruşturmalar süresince gerekse biraz önce Sayın Olcaytu’nun da söylediği gibi gerçekten bize yönelik suçlamalarla bizimle ilgili iddianame de ve eklerinde yer alan deliller arasında hiçbir bağlantı yok. Ben burada özellikle sormak istiyorum şu anda bizi hangi eylemimizle silahlı terör örgütüne üye olmaktan yargılıyorsunuz. Ben normal yaşamda hatta havaalanında yada benzer yerde üzerinizde silah var mı diye sorduklarında hep elimi cebime atar ve kalemimi gösterirdim başka hiçbir şey tanımadım. Ama şu anda biz hayatta en son ilgimizin olabileceği bir şeyle suçlanmaktayız. Yine halkı isyana teşvik etmek burada beni izleyen gerektiğinde kitaplarımı okuyan konferanslarda beni dinlemiş olan insanlar var. Ben halkı değil silahlı isyana silahsız isyana bile teşvik etmeye yönelik bir düşüncem olmadı. Çünkü her şeyin demokrasiyle ve halkın bu parlamenter sisteme inanmasıyla çözebileceğine inanan bir kişiyim. Ve yine bana yönelik suçlamalarda meclisi ortadan kaldırmanın iddia makamının da sorularında böyle bir soru dahi ortaya atılmadı siz şu eylemde bulundunuz diye. Ama bütün bunlardan sonra Sayın Levent Ersöz’ün sorgusuyla birlikte ben kendi açımdan özellikle bana yönelik suçlamalarda siz kimi görüşmeler yapmışsınız bu görüşmelerde darbe planlarının parçası olmuşsunuz gibi iddiaların bence daha bir netlik kazandığına inanmaktayım. Sayın Ersöz’ün söyleyeceklerine herhangi bir ekleyeceğim yada kendisine soracağım bir şey yok ancak yaptığı açıklamaların ardından bir dört beş dakika hem bu soruyu Sayın Balbay’a yöneltiyorum dedi. İki yerde bana soru yöneltti. Bir de genel benim notlarla ilgili bir kez daha açıklama yapma gereği duyuyorum. Sayın Başkan her şeyden önce Sayın Balbay’a sormalı dediği Sayın Balbay’ın savcılık ifadesinde yer alan bir bölümü soruyorum dedi. Ben bunun fotokopisini çıkardım eğer Aydın bey verebilirse üç adet gerçekten özellikle dikkat etmenizi diliyorum. Üç adet çıkardım Sayın heyet üyelerine de bu iddianamenin nasıl hazırlandığını bizim yerine göre gerçekten kes yapıştır denilmiştir birbiriyle alakası olmayan şeyler konmuştur iddiamızın ne ölçüde doğru olduğunu ortaya koyan bir durum. Ben iddia makamına da Sayın savcıların da dikkatlerine sunuyorum. Şimdi Sayın Başkan 3. sayfada çünkü diyor ki soruldu cevaben, soruldu cevaben böyle geliyor. Lütfen dikkat buyurun. 3. sayfada soruldu. Soruldunun karşısında şu var Sayın Başkan, soruldu. Erdal Şenel Levent Ersöz, Engin Aydın, Hurşit Tolon, Şener Eruygur’un katıldığı aylık veya haftalık toplantıların bazılarına katılırım bu toplantıların farklı kişiler organize eder bu toplantıları bazen otellerde restoranlarda olur her zaman bu toplantının yeri zamanı değişir ben yemeklere katılanlardan yemek ücretlerini yemeklere katılanlardan yemek ücreti kendilerinden alınır. Neresi sorun. Şimdi efendim lütfen 5. sayfayı rica ediyorum. şimdi 5. sayfada efendim soruldu diyor. Mustafa Balbay’a soruldu. Sizin 5.7.2008 tarihli savcılık beyanınızda Levent Ersöz isimli şahısla ilgili olarak Eruygur’un jandarma genel komutanlığı olarak görev yaptığı dönemde tahminimce 1 Mart teskeresi sürecinde gazeteci kimliğiyle jandarma genel komutanlığına görüşmek için gitmiştim. Anımsadığım kadarıyla kendisiyle görüşmemden önce de o dönemde istihbarat dairesi başkanı Ersöz bir albay ile kısa bir kahve içimi görüşme yaptım. Ersöz de bunun dışında birkaç kez gazeteci kimliğimle telefonla görüştüm. Bunun dışında görüşmem bulunmadığı dediğiniz fakat Ersöz isimli şahsın 16.1.2009 tarihli mahkeme sorusunda Sayın Mustafa Balbay’ı gazeteci olması sebebiyle tanırım, bu bir iki defa ziyaretime geldi Cumhuriyet gazetesinde genç subaylar rahatsız diye bir haber çıkmıştı. Genel komutanın takdirleri üzerine kendini çağırdım. Haber ile ilgili görüştük dediği tespit edilmiştir. Bu çelişkili ifadeler hakkında detaylı bilgi veriniz. Sayın Başkan cevaben bu toplantılara Levent Ersöz’ün katıldığını hatırlamıyorum. Bu Kent otel toplantıları belirli bir grup değil sürekli değişken kişiler katılırdı. Levent Ersöz’ü bu toplantılara katıldığını hatırlamıyorum dedi. Sayın Başkanım, soru ne, cevap ne. İşte inanın belgeler de bilgiler de ortaya konanlarda hepsi böyle. Benim ifademle Ersöz’ün ifadesi arasında çelişki bulmuş iddia makamı bana çelişki soruyor. Benim Kent otel toplantılarına Levent Ersöz’ün katıldığını hatırlamıyorum dediğimi koyuyor. Ama iki sayfa önce ne diyor. Ersöz her hafta gelirdi demişim. Şimdi ben bunu demiş isem orda savcının sorması gerekmez mi Sayın Balbay iki sayfa önce her hafta gelirdi dedin şimdi katılmıyorum dedin demesi gerekmez miydi? Böyle olmadı çünkü. Bakın 3. sayfada diyor ki soruldu soru değil benim cevabım gibi yer almış. 5. sayfada da bana ifadenin arasında çelişki var diyor. ben Kent otele Levent Ersöz katılmazdı diyorum diyor. Ben buradaki çelişkileri sorgum sırasında da ayrıntılarıyla aktarmıştım. Öteki sayfalarda da çok çelişki var Sayın Başkanım. Yine burada diyor ki Kemal Kılıçdaroğlu ile ilhan gazete içinde telefonla görüşmüştür Cumhuriyetin santralından bunun devamında bu görüşme nasıldır diye bana soruluyor. Devamında bunlar vardı. Burada da Sayın Ersöz’ün sorusu üzerine bir kez daha gündeme geldi ve bunu özellikle bu iddianamenin nasıl hazırlandığını iddia makamının ne kadar ciddiyetle baktığını dikkatinize sunmak istiyorum Sayın Başkanım. Şimdi bu böyleyse siz öteki yani bizim huzurumuzda bizim bilgimiz dahilinde alınan ifade böyleyse öteki belgeleri bilgileri iddiaları nasıl alt alta konulduğunu sizin takdirinize bırakıyorum. Sayın Ersöz yine Balbay ile görüşmem için emir verildi görüştüm diyor. Sayın Başkan Sayın üyeler, ben gazeteci olarak Ankara da pek çok kesimle görüştüm. Başta cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Yargıtay başkanı Eraslan Özkaya, dönemin SPK başkanı Doğan Cansızlar, kuvvet komutanları, jandarma genel komutanı dahil, Genelkurmay, MİT müsteşarı Şenkal Atasagun bunlarla görüşen bugün gazetelerde manşet yapıyor. Cumhurbaşkanı, Genelkurmay başkanı, cumhurbaşkanı görüştü belgeyi şu belgeyi sundu diyor. Şimdi bunu bu görüşmeyi yapan gazeteciler şu anda ödüllendiriliyor ben cezalandırılıyorum. Sayın Ersöz dedi ki, üç Ankara temsilcisiyle görüştüm dedi. Demek ki, sadece hani görüşen ben değilim ve yine Ersöz gazeteci kimliği dışına çıkmayan bir tek Balbay’dı dedi. Ötekiler başka şeyler söylemiş. Kurumunun artısını eksisini söylemiş. Ben bu görüşmenin gıyabımda gizli kamerayla kayda alınmasından üzgünüm. Ama şu gelinen noktada Sayın Başkan Sayın üyeler, iyi ki çelişmiş diyorum. Ben kendi gıyabımda benim dışımda böyle tamamen kapalı karşımda askeri yetkilerin olduğu bir ortamda neler dediğimi görüyorsunuz. Kayıtları iyi ki dökümleri yapılmış. En ileri sözüm en ileri sözüm Sayın Başkan şu, ben sokaktaki insanla konuşuyorum evet ben sokağa çıkıyorum. Ben gazeteciliği sırça köşklerde yapmıyorum. Plazalarda yapmıyorum. Sokakta yapıyorum ve insanlar bana diyorlar ki, şu içinden geçtiğimiz süreç biz atmışı yetmişi sekseni gördük eğer bir darbe ortamıysa bu en beteriydi diyorlar. Ben sokak öyle diyor diyorum. Bu gazetecinin görevidir ve gizli çekimde en gizli çekimde dediğim bu ve ama diyorum kendi görüşüm bu oyun sahasında oynanmalı diyorum. Siyaset dilinde oyun sahası meclistir. Ben bir kez daha o dönemdeki bütün gazeteciliğimle övünüyorum. Ben ne gördümse onu aktarmaya çalıştım. Bir başka ileri söylediğim Cumhuriyet gazetesinin satışını arttıramaz mıyız? Şimdi iddia makamı bunu medyayı ele geçirme faaliyeti olarak anlatıyor. Ben Cumhuriyet gazetesini Sayın Başkan daha güçlü olması için çırpındım. Ben Cumhuriyeti her iki Cumhuriyeti de aşkla seviyorum ve bir fazla satsın diye üniversitelerde indirimli satılabilir mi diye bir plan yaptık. Hacettepe evet dedi yüzde elli indirimle öğrencilere sattık. ODTÜ evet dedi yüzde elli indirimle sattık. Ankara üniversitesi evet dedi sattık. Acaba kışlalara da olabilir mi diye bir hayal kurdum. Kışlaya Cumhuriyet giremez mi? Eğer bizim yüzde elli indirimli satışlarımız olursa biz orda Cumhuriyeti satamaz mıyız? Buradan nasıl suç üretirler? Eğer burada bir darbe iddiası varsa iddia makamının demokrasiye darbesi var. Düşünce özgürlüğüne darbesi var. Ben bağımsız bir gazetenin bir holdingden sırtımızı bir holdinge dayayıp üç kuruş yani ordan üç milyon yada birkaç milyon para alıp gazeteyi güçlendirmeyi çok iyi bilirdik ama onu istemedik halkı gazetenin satışı daha çok artsın dedik. Ben bunun için çırpındım. Ailemle görüşme, görüşmelerimi geç saatlerde eve gelecek ve bir saat bile benim kızımla eşimle görüşmem çok kıymetli olduğu halde akşamın geçine kadar olmadık toplantıya katıl gerçekten gazete biraz daha satar mı biraz daha güçlenir mi bunun yanında ben gazetecilik olarak biraz belge alabilir miyim, biraz bilgi alabilir miyim diye çırpındım. Size verdiğim kitaplar Sayın Başkan, Sayın üyeler 2005-2006-2007 yılı baskısı. O yıllarda edinebildiğim devletin değişik katlarından aldığım belgeler çünkü suçlandığım konulardan biri bu. Ben sorgusu sırasında öğrendim. Levent Ersöz 2004 Ağustosunda görevinden ayrılmış. Nasıl belge verebilir bana. Emekli olmuş. Ben 2000, 2006 yılında örneğin bir belgeyi haberleştirmişim kitap yapmışım 2007 yılında kitap yapmışım. Benim hiçbir zaman belge kaynağım olmadılar. Diyelim ki oldu yani başka kaynaklardan da aldım şu anda belgeye dayalı gazetecilik suç mu? Sayın Başkan, Sayın üyeler, ben yeri geldiğinde gazeteciliğin gelişimini internetin gidişini sizlerle paylaştım. Şu anda öyle bir şey yapıyorsunuz ki örneğin gizli belgeye ulaşmak. Hatta bana yönelik suçlamalar 326. 334. madde açıklanmaması istenen bilgilere ulaşmak maddesi Sayın Başkan şu anda yeryüzünde her beş yılda bir mevcut bütün bilgiler ikiye katlanıyor. On yıl sonra her yıl bütün belgeler bütün bilgiler ikiye katlanacak. Yirmi yıl sonra Sayın Başkan yetmiş günde bir bütün bilgiler ikiye katlanacak. Böyle bir dünya giderken gizli bilgi diye bir şey çok komik kalıyoruz ve bu internet bilgisayar ortamı için dünyanın tanımı artık şu yedinci kıta. Bir kıta artık orası böylesine bir dünya ve Sayın Başkan devleti ele geçirebilirsiniz, medyayı ele geçiremezsiniz. Çünkü medya böyle bir dünya oluyor artık ve bizi tirajı atmış yetmiş bin olan Cumhuriyetin Ankara temsilcisini bu medyayı ele geçirmek, geçirmek çabasıyla suçluyorsunuz. Hiçbir mantığı hiçbir gerçekçi zemine oturur tarafı yok bunun Sayın Başkan. Ve şu da olsa canım yanmayacak Sayın Başkan, Sayın üyeler, keşke kışlada satabilseydik iki Mehmetçik de Cumhuriyet okusaydı. Hani daha ucuz satabilseydik. Olmadı. Planları olabilir mi diye konuştuğumuz hiçbir şey olmadı. Bunu şöyle bir örnekle noktalamak istiyorum bu konuyu yıllar önce bir validen dinledim. Kaymakamlığı sırasında bir köye ilk defa gitme kararı almış. Köy ihtiyar heyeti yeni kaymakamı karşılayacak köy ihtiyar heyeti toplanmış kaymakam bu kararı defterini yıllar sonra görmüş. Köy ihtiyar heyeti kaymakamımız geliyor ne yapacağız. Bir karar defterine yazmışlar bir, iki adet koyun kesilmesine, iki, bir kazan pilav pişirilmesine, üç, iki kazan şerbet karılması şerbet pişirilmesine, dört, iki tepsi baklava yapılmasına, beş, kasada para olmadığı için bu yemeğin iptal edilmesine karar verilmiştir demişler. Başkan jandarma genel komutanıyla ben konuştum yani Cumhuriyetin tirajı artar mı? Hep virajımız mı artacak biraz tirajımız artsın dedim. İşte gazete çeşitli posterler veriyor vesaire bunlar değişik satılır mı? Ama yok hiçbir şey yapamadık. Ama şimdi sanki bütün bunlar olmuş gibi iddia makamı bizi suçluyor. Keşke olsaydı dediğim gibi keşke gazeteyi indirimli satabilseydik. Biz bu uygulamayı halen sürdürüyoruz. Yine o gizli kayda alındığı için üzüldüğüm ama şimdi iyi ki alınmalı dediğim o kayıtların birden fazla seçenekli deşifrelerinden birinde Sayın Ersöz diyor ki, Sayın Balbay bir haber doğrulatmak istediğinizde bizi arayın diyor. Şimdi Allah aşkına bana belge veren kişi bana belgeyi verecek sonra telefon edip doğru mu bu diyeceğim. Ama kendisi zaten 11 ay görev yapmış orda onun dışında emekli olduktan sonra da hiçbir temasım olmadı. Ben bu vesileyle Sayın Ersöz’ün konuşmalarının tekrar ediyorum emir aldık Balbay ile konuşun dediler o kısımlarını bilemem. O kendi iç kurum işleyişleri nedir bilemem. Ben gazeteciyim. Yine o dönem ben MİT müsteşarıyla da görüştüm. Benim böyle bir talebim yok. Meslektaşlarımı hiç suçu olmadığı halde ama yine de adının geçmesini istemem. Eğer gerekli görüyorsanız ya Balbay doğru mu söylüyordur bir bakalım acaba bu MİT müsteşarıyla falan çünkü üç Ankara temsilcisiyle görüştüğünü bizzat kendisi Ersöz söyledi. 2002-2003-2004 MİT müsteşarı başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın izniyle kaç gazeteciyle görüşmüştür. Eğer itham şu anda heyetiniz ayrıca merak ediyorsa acaba bunlar oluyor mudur Balbay bize bunu yani abartılı mı söylüyordur diye bir düşüncesi varsa bir getirsin bir istesin çünkü bunlar gizli saklı değil altını çiziyorum başbakanın izniyle. Bütün gazetelerin temsilcileri yazarlarıyla bu tür yemekler yendi çünkü o dönem bir belamız vardı. Bu terör olgusu nasıl sıfırlanır sıfırlanmışsa nasıl büyümez. Bu eve dönüş yasası nasıl hayata geçer. Ben o dönem şöyle bir yazı yazmıştım Sayın Başkan, bu gidişle bu eve dönüş yasası dağa dönüş yasası olacak demiştim. Ama şimdi yani haksız mı çıktım. Çünkü öyle görünüyordu sonra bana sitem ettiler yani biz destek istedik sen dağa dönüş dedin. Ama dedim yani süreci göreceğiz. Şu anda maalesef gidiş o. Son bir ay gerçekten yüreğimiz yanıyor. Bütün şehitlerimize bir kez daha rahmet diliyorum ve bu konuyla ilgili de yani Ersöz’ün genel anlamda dediğim gibi söyledikleriyle ilgili değerlendirmelerim bunlar. Şimdi Sayın Başkan, son bir hafta yine gazeteci olarak ben okurken derin ah çektiğim elli yıl öncesine bakanlar bugünü nasıl görmezler dediğim bir duruma da beş dakika ayırmak istiyorum Sayın Başkan. Yassı ada davalarıyla ilgili iddialar haberler var. Bir hafta boyunca yassı ada salonları yassı ada yargılamaları nasıl yapıldığı anlatıldı. Gazetelerde dizi yazılar oldu. Ben o salonlara baktım. Sayın Başkan, bizim yargılanma şeklimiz yassı adadan daha geri. Yassı ada da baktım yan tarafta gelenlerin yakınları beraber oturuyorlar onları görüyorlar. Ben cezaevinde bir suçtan tutuklanmış yargılanmakta olan berber Sezai bizi tıraş ediyor. Sezai diyorum ensemi tıraş et. Ön tarafı boşver. Niye abi diyor. bütün ziyaretçilerimiz bizim ensemizi görüyor diyorum. Ense tıraşımız iyi olsun yeter ki diyorum. Biz görmek istersek dönüp geldiler mi yada uzaktan yada yaklaşıp böyle bakabiliyoruz. Şuradaki düzen bile gazeteciler meslektaşlarımız buranın en kötü yerinde. Yani konuşmaları alıp kim ne dedi belki de not almak isteyebilecekleri bir yer en kötü şekilde dizayn edilmiş salon. Doğrudan sizin sorumluluğunuz anlamında söylemiyorum Sayın Başkan. Ama burası yassı adadan daha kötü bir ortamda biz yargılanıyoruz ve yassı adada bir davalar başladığında dava belli. Dosya belli. Suçlamalar doğrudur yanlıştır ayrı konu ama son dakikada ek bir belge getirdik yanınıza iki tane daha sanık soktuk üç kişi daha getirdik yapılmamış. Bir çerçevesi olmuş. Ama burada bu davaya kimin ekleneceğini bilmiyoruz. Yassı adada yargılananların bir bütünlüğü var. Demokratik partililere karşı bir dava açılmış. Ama mahkeme de bir ihtilal mahkemesiydi. Ama burası bir burası bir ihtimal mahkemesi. Ne olacağı belli değil. Bir ihtimal daha var o da özgürlük mü dersin. Bir esir gibi bekliyoruz burada biz. Ve şu anda yassı ada tabi işin içine ölüm girince Sayın Başkan hiçbir şey söylenemez. Ölüm herkesi sıfırlıyor. Herkesi eşitliyor. Adnan Menderes ve idam edilen iki kişiye bir kez daha tanrıdan rahmet diliyorum. Ölüm hiçbir şeyin karşılığı olamaz. Ceza değil çünkü ölüm ceza ıslah etmek için yada belli bir şey için verilebilir. Ama o davalarda üç kişi idam edildi. Sonra üç üç diye yetmiş bire gelindi ve yitmiş birde üç kişi idam edildi. Sayın Başkan üç kişi de burada fiilen infaz edildi. Öldü. Kuddusi Okkır, Türkan Saylan, Prof. Uçkun Geray. Biraz daha devam ederse burası yassı adayı da 12 Martıda geçecek Sayın Başkan. Çünkü buradaki suçlamaların somut bir şey olur ben şundan yargılanıyorum onu yanıt vermeye çalışırsınız. Sayın Mehmet Ali Pekgüzel önceki duruşmada alınganlığını söyledi hakaret sayıyorum dedi kimi söylemleri. Ama bu iddianamenin bize beş bin sayfa hakaret. Bizim yaşam biçimimiz gazete olarak Cumhuriyete sevgim Cumhuriyet Türkiye Cumhuriyeti değerleri için sadece gazeteciliği ona vakfetme duygumuz şuanda bizim suç. Bize yaşam biçimi suç diyorlar. Yassı adadan daha ağır ve daha kabul edilemez bir durumla karşı karşıya olduğumuzu bu, bu hafta bu konu çok tartışıldığı için Sayın Başkan ayrıca altını çizmek istedim. Şimdi burada bu salonun gerçekten biz şimdi buradan içeri giriyoruz. Tuvalete gitmek istedik Sayın Başkan altı tane duş kabinimiz iki tane tuvaletimiz var. Altı tane duş. Burada biz soğuk duşu yeterince alıyoruz. Ama orada bu ne dediğimizde görevliler dediler ki, abi burası spor salonu yapıldığı için spor salonu. Yani bu tablo bile spor salonundan bozmuş şu salon ortamı bile buranın ne kadar özel ve genel hukukun genel ilkeleri dışında bir mahkeme olduğunu bence göstermeye yetiyor ve o yassı adadan demokrasi ticareti yapanları buradaki gerçekleri görmeye çağırıyorum. Orda eğer kin biriktiyse burada, burada da bir kin birikmekte Sayın Başkan. Yıllar sonra yine böyle birbirimize karşı orda şuydu burada bu muydu diyeceğiz. Ama şimdi bu sürecin, bu sürecin Sayın Başkan noktalanması gerçekten benden önce zaman zaman Sayın Olcaytu’nun da söylediği gibi bu sürece bir nokta koymak bu süreci biçimlendirmek heyetinizin elinde. Çünkü buradaki yargılamalarda öyle bir cesaret var ki artık polis istediği her şeyi yapabilen istediği her türlü dosyayı hazırlayabilir bir ortamda hissediyor kendini. Şimdi burada tabi hukuk biliminin ayrıntılarına girip uzmanı olmadığım bir alanda ahkam kesmek istemem. Ama dünyada terör olgusu ortaya çıktığı andan beri bu ceza davalarında olağanüstü bir değişiklik var. Bütün ülkeler ceza davalarını değiştirdiler. Evet ve hukukta ceza hukukunun bunu içeriğindeki değişme Türkiye’de de zaman zaman tartışılmakta ve kimi ülkeler bu terör suçlarına karşı daha acımasız tutuklamadan yargılama şekline kadar daha acımasız davranmakta evet. Ama oralarda yargıçlar var. Bir eğer bir dava nasıl terör suçu nasıl değil gayet kendilerince ayrıştırıyorlar. Örneğin şu anda Avrupa da genel kabul gören terör örgütü tanımını okumak istiyorum. Terör örgütü ikiden fazla kişiden oluşan belli bir zamanda kurulan ve terörist suçlar işlemek için bir şekilde beraber hareket eden yapılandırılmış bir örgüt. Şimdi burada Sayın Başkan bu iddia edilen örgütün kuruluş tarihi belli mi? Hangimiz ortak hareket ediyoruz. Burada zaten onun olmadığını sizde zaman zaman kimi konuşmalarda hemen saptıyorsunuz. Ama bu yargılamada bu çerçevesi gayet düzgün çizildiği içinde onlar yasaların çok acımasız çıkarmışlar. Ama çerçevesini çok net çizmişler. Ama biz o acımasız kısmını almışız ama çerçeveyi boşver demişiz. Böyle bir yargılama şekli devam ediyor Sayın Başkan. Şimdi ben bu yargılamayla yassı ada arasındaki karşılaştırmayı kendim yapmayacağım Sayın Başkan. Bu köşe yazarlığında duayen de diyebileceğimiz yıllardır yazan hürriyet gazetesinden Sayın 2 Haziran tarihli hürriyetin Sayın Başkan başlık yassı adadan Silivri’ye. Bunu ana hatlarıyla okumak istiyorum. Ege Cansen’in, Ege Cansen’in. Başlık yassı adadan Silivri’ye 27 Mayıs 60 darbesi yapıldığında ODTÜ de son sınıf geçmiş sınıfa geçmiştim. Demokrat partiye sempati duyuyordum. Belki de bu yüzden CHP muhalefetinin DP’yi çıldırdığı çıldırttığı kanısındaydım. İstiklal harbi kahramanı İsmet paşayı takdir ediyor ama sevmiyordum. Meclisteki DP’lilere sizi ben bile kurtaramam diye tehdit etmesine çok kızmıştım. 27 Mayıs oldu darbenin ardından darbe yapıldı meclis lav edildi. En çirkini cumhurbaşkanı Bayar onu korumakla görevli muhafız alay komutanlar tarafından tutuklanmıştı. Milletvekilleri meclisi dağıtan cuntanın atadığı ve yetkisini onlardan alan yargıçlar tarafından meclis çalışamaz hale getirilmekle suçlanıyordu. Bu kara mizah değil kapkara bir dramdı. Yargıçlar faraza beraat kararı verse yargıçlar beraat kararı verse kapanan meclisin tekrar açılması ve herkesin eski görevine iade edilmesi gerekecekti. Bu mümkün değildi. O zaman ne yargılanıyordu. Yassı adada oynanan tiyatro beni siyasallaşan hukuktan nefret ettirdi. O gün bugündür yassı ada benzeri bir mahkeme tarafından mahkum edilmekten korkarım. Yıllar önce yassı ada hakkında ne hissetmişsem bugün aynısını Ergenekon mahkemeleri için duyuyorum. Beşer bir sayfalık kendi içinde tutarsız iddianameler gizli tanıklar ifade değiştiren itirafçı şahitler sahte hahamlar ihbar mektupları dinlenen telefonlarla mülkün temeli adalet rencide ediliyor. Diğer taraftan köstebekler tarafından sakla dosyayı gelir zamanı diye turşusu kurulan evrakın tarafgir gazetelere yedi yıl sonra servisiyle ve yaş imzasıyla eldeyken kuru kopyasıyla tuzaklar kurularak yargı propagandaya alet ediliyor. Verilmemiş mahkumiyet kararlarının fiili infazı toplumu siyasetin emrine giren hukukla dehşete düşürüp esir alıyor. Sayın Başkan, bu yazı Sayın Ege Cansen’in ki daha çok ekonomi konularına girer bu davaya bakışının bence bugün insanların yazmak istediklerinin yüzde biri. Ben bunu hissediyorum. Hafta içinde örneğin Metin Minür bir yazı yazdı dört yıl önce yazamadıklarımı usul usul yazmaya çalışıyorum dedi. Birazcık korku duvarını aştığını hissediyordu belki de ama inanın dışarıda böyle bir enerji birikiyor. Bu anlamda sorumluluğunuz var. Şimdi Sayın Başkan, burada bu sabah yine biz totomuzu oynadık. Tahliye totomuzu. Burada acaba dedik kontratsız emlakçı Muzaffer bey mi Erzincan dolaylarından Hüdai bey mi yani kim tahliye olabilir. Çünkü hiçbir kıstasımız yok elimizde. Bir yanda beni de daha iddia makamının beni de dahil etmeye çalıştığı bu Cumhuriyetçi çalışma grubunun ki Levent Ersöz o konuda da aradaki tarih farklarını ortaya koydu. Onun direktifleriyle gazetecilik yapmakla suçlanıyorum ama bütün o raporları bilgisayarında yazdığını iddia ettiğiniz iddia edilen kişi sorgusu bile yapılmadan serbest. Ama öte yanda sorgusu yapılanlar hala şüphe ile özgürlük bekliyorlar. Sayın Başkan, 2000 yıl önce Roma da bir köleyi azat edecekleri zaman onun da bir azat hukuku vardı özgürlük hukuku vardı. Ya mayistralar yada o dönem oluşturulan özel mahkeme o dönemin koşulları içinde mahkemede bir kişi kölesini azat edeceği zaman hakimin karşısına çıkıyordu. Üçüncü bir kişi bence bu kişi azat edilmeli diyordu. Diyelim ki savcı şekli diye özetleyebiliriz. Eğer köle sahibi sesini çıkarmazsa o kişi azat ediliyordu. Biz Roma hukukunun köle hukukuyla yargılandığımızı hissediyoruz. Sayın Başkan, Nizam-ül Mülk siyasetnamesinde önemli bir bölümü adalete ayırıyor. Nizam-ül Mülk Selçuklu sultanlarından biri bakmış ki adalet isteyen korkuyor. Ya başına bela başı belaya giriyor adalet istediği için güçlü kişiler onu engelliyor. Şöyle bir yöntem uyguluyor. Sarayın dış kapısına uzunca bir zincir astırıyor. Adalet isteyen diyor bu zincire vursun. Zincire vurunca o çıkan yüksek sesle saraydaki herkes bir kişinin adalet istemeye geldiğini hissediyor ve görüşülüyor. Sultan da ne olduğunu soruyor daha sonra. Bir gün yine bir gürültüyle saray çalışanları ve sultan ayağa kalkıyor. Bakıyorlar ki bir eşek vurmuş başını sonra da yürüyor. Etrafındakiler diyorlar ki ya merak etmeyin eşekmiş. Sultan diyor ki, yine de bulun o eşeği diyor. iki kişi görevlendiriyorlar ve belli bir uzaklıkta o eşeği buluyorlar. Çevreden bu eşeğin kime ait olduğunu soruyorlar. Bir kişi diyor ki benimdi. Ama ben yeterince çalıştırdım şimdi artık işe yaramıyor o yüzden bıraktım diyor sokağa. Saray görevlileri de diyor ki hayır bırakamazsın diyor. Madem yıllarca o sana baktı şimdi de sen ona bakacaksın diyor. Dönüp sultana haber veriyorlar. Diyorlar ki sultanım haklıymışsınız eşek sahipsiz birinin sahipli birininmiş sokağa bırakılmış ve iade ettik bakacak diyorlar. Sultan diyor ki, adalet isteyen eşek bile olsa verin diyor. Sayın Başkan roma hukukunun köle hukuku, Nizam-ül Mülkün eşek hukuku bilmem bizi ne yerine koyuyorsunuz onu da bilmiyorum ama biz adalet istiyoruz. Biz şu anda ben halkı isyana teşvikle suçlanıyorum. Sayın Başkan, benim şu anda tek isyanım daha doğrusu tek çabam içimdeki isyanı bastırmak. Bizi böylesine ucu bucağı belli olmayan sınırları belirsiz bir hukuksuzluk ortamında ne zaman özgür kalabilirsiniz duygusuyla daha fazla baş başa bırakmamalısınız. Burada herkes kendi yaptığı işin gerçekten burada herkes özgürlüğüne kavuştuğunda işine gidecek al işte ere geçen hafta daha doğrusu önceki duruşmada Emre Baltacı’yı tahliye ettiniz. Nereye gitti? Görev yerine gitti. Buradaki herkes görev yerine gidecek. Bende tahliye olduğumda özgürlüğüme kavuştuğumda önce aileme, sonra gazeteme teslim olacağım. Burada herkes böyle ve burada bizim tabi herkesin kendi mesleğiyle ilgili söyleyebileceği var ama Sayın Haşıloğlu 1 Haziran Salı günü öğleden sonra, Kemal Aydın’a soru yöneltirken aynen şu cümleyi kullandı; Sayın Aydın siz ihalelerle ilgili elinize bir belge gelmiş. Siz gazeteci değilsiniz. Neden size geldi dedi? Bilmiyorum belki Haşıloğlu’na Allah söyletti. Ama gazeteciye gelir onlar çünkü Sayın Haşıloğlu da biliyor. Bize de doğal olarak her türlü belge gelir bilgi gelir. Ama biz bunlar nedeniyle yargılanmamız Sayın Başkan, şu anda bunu abartarak da söylemiyorum uluslararası hukukun da daha doğrusu uluslar arası kamuoyunun da bir parçası haline gelmeye başladı. Türkiye’deki 11 gazeteci örgütü geçen ay yurtdışında bir toplantı yaptılar önümüzdeki ay tekrar bir toplantı yapacaklar cezaevlerinde bulunan gazetecilerin serbest bırakılması için uluslar arası bir kampanya başlattılar. Kaldı ki sadece gazeteciler değil ne yazık ki Türkiye’deki tutukluluk sürelerinin gerçekten hukuk dışı olduğu herkesin altını çizdiği bir durum artık. Şimdi savunma süresini kıstınız. Sayın Olcaytu dedi ki, Emcet abi Emcet Olcaytu dedi ki, iddia makamının soru süresini de kısacak mısınız? Ben de sormak istiyorum tutululuk süresini de kısmak istemez misiniz? Savunma süresini kıstınız. Bu da yargılamanın parçası olarak değerlendirilemez mi? Çünkü burada artık tutukluluk süresi insanların herkes bir yılı geçti şu anda benim de 16 ay oldu Sayın Başkan ama şu anda şu anda bizim hem yargılanma biçimimiz hem yargılanma süreci içinde iddia makamının ortaya attığı iddialarla ilgili olarak koyduğu tavır şu anda iddia makamı bizden delil üretmeye çalışıyor Sayın Başkan. Biraz kalsınlar belki bir delil daha çıkar diyor. Böyle bir tabloyla karşı karşıyayız ve genel anlamda önümüzdeki dönem itibarıyla karşılaştırdığımızda hem yassı ada daha sonraki yargılamalarda da ben pek çoğunu gazeteci olarak da izledim bunların. Ama en son Hasan Atilla Uğur İmralı’yı da anlattı ama hiçbir davanın böyle sınırsız ve çerçevesiz bir yanı yoktu Sayın Başkan. Bizi Sayın Başkan toparlıyorum, toparlıyorum. Bizi evet yargılayın bu noktadan sonra zaten yargılanmak istemiyoruz demiyoruz. Ama tutuksuz yargılayın özgür yargılayın ve şu anda Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tabloda hukukun emniyet teşkilatı ben polis kurumuna da saygı duyuyorum. Dışarıda da yazılarımda da yazdım ben bunu. Hukukun polisin bu kadar özgürce kullandığı bir alan haline getirmeyin Sayın Başkan. Çünkü son bir şeyi daha eklemeden geçemeyeceğim yine Avrupa’da da tartışılan bir şey var Sayın Başkan. Terör davalarındaki bu olağanüstü yetki kullanımı için şöyle bir tanım geliştiriliyor. Polis mahkemeleri. Çünkü yargıçların işlevinin azaltılması doğrudan polisin kendini bir yargı makamı gibi görmesini beraberinde getirebilir ve bu çok ciddi bir tehlikedir değerlendirmesi var. En son Sayın adalet bakanı eski adalet bakanı Seyfi Oktay’a geçmiş olsun diyorum. Seyfi Oktay ile ilgili olarak açıklama yapan Sayın Ali Balkız alevi Bektaşi dernekleri federasyonu genel başkanı oldu tekrar kutluyorum. Ali Balkız Seyfi Oktay ile ilgili şu açıklamayı yaptı. Dedi ki, bu hukuksuzluk bu kabul edilemez durum geçecek Seyfi Oktay pir sultan gibi dönecek dedi. Sayın Seyfi Oktay bu davanın Sayın Ali Balkız bu davada sizde çok iyi biliyorsunuz Sayın Başkan suikasta uğrayacağı için müdahil olarak gösterilen kişilerden biri. O bile şimdi bu operasyondan yakınıyor. Bu sözümü yabana atmayın bir gün Mehmet Ali Pekgüzel ile Nihat Taşkın da bu operasyonlardan yakınacak. Bu iş böyle bir ucu bucağı belirsiz her tarafı açık bir elektrik kablosunun fırtınanın önünde koşmasına benziyor gitmesine benziyor ve bu bağlamda da bu davaya müdahil olan herkesi müdahilliğini ciddi yapmaya davet ediyorum. Gelsinler burada gerçeği arasınlar. Madem ki kamuoyunda bir böyle suikast yapılacaktı şu tim vardı diye onlarda müdahil oluyorlar gelsinler gerçeği arasınlar burada. Gerçeği aradıklarında burada teğmenleri gazetecileri olayla belki hiç bağlantısı olmayan kişileri görecekler Sayın Başkan. Ben bu toplama kampını dağıtmanızı bizi özgür yargılamanızı talep ediyorum. saygılar sunuyorum.”

Mahkeme Başkanı:" Buranın bir duruşma salonu olduğunu asla unutmayın lütfen. Asla unutmayın.”



Sanık Mustafa Ali Balbay:”Sayın Başkanım bende sükunete davet ediyorum, ama bu tür şeylerin yassı adada dört beş kat fazla olduğunu anımsatmak istiyorum.”

Sanık Ahmet Tuncay Özkan söz istedi verildi:”Sayın Başkan, Sayın heyet, saygıdeğer avukatlar, sevgili dostlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sevgili dostlarım bazen bulunduğumuz yerlerin kuralları bizi sıkabilir. Bazen duygularımız bizi bulunduğumuz yerde aslında zorla oturduğumuzu yada bazı şeyleri yapmamak için büyük enerji harcamamız gerektiğini bize söyleyebilir. Ama gelin daha anlaşılır olmak için daha etkili olabilmek için suskunluğunda bir silah olduğunu unutmayalım. Şimdi silah deyince Sayın Haşıloğlu hemen bunu not eder Sayın Özese buna dikkati çeker savcılar bu konuda bir soruşturma açmak isteyebilirler Sayın Başkan gözlüğünün altından sert sert bakabilir. Buna aldırmayın çünkü bu dava kapsamında bu tür sözler çok önemli. Ama siz bu yargılamanın savunma tarafında bulunduğunuza göre yani başka bir sanık heyeti şey destekleyen heyet bulunmadığına göre siz savunmanın silahlarından birini yani alkışı ve tezahüratı lütfen derin bir sessizlik olarak mahkeme heyetine karşı kullanın. Öyle sessiz olun ki sessizliğiniz o büyük sessizlikle buluşsun o büyük çığlık buradaki acıları mahkeme heyetinin önüne koysun. O kadar derin sessizlik içinde olun. Saat beşe beş var efendim benim saatim öyle dörde beş var özür dilerim ben çok ileri gittim değil mi? Aslında çok ileri gittiğim için buradayım. İleri gitmek bazen insanlar için bir şanstır bazen bir şansızlıktır. Mesela Metin Minür diyor ki ya başbakanın evini villasını ben dört buçuk yıl önce öğrendim ama o zaman korktum yapamadım haber diyor. Biz yaptık. Villanın içinden görüntüleri de yayınladık. Havuzun, altın varaklı odaların, altın tahret musluklarını falan görüntülerini yayınladık faturalarını yayınladık. Çok ileri gittik. Herkes bana dedi ki elli bin kişi toplanırsa mitinglerde Türkiye de demokrasi bir zafer ilan eder. Biz dört milyon insana ulaştık. Demokrasi hakikatten zafer ilan etti. Kanada da ve İtalya da muhalefetler iktidar muhalifleri bu mitingleri örnek alarak yeni mitingler yaptı. Ben miting düzenlediğim için buradayım. İleri gittim ama ileri gitmek lazım. İlericilik ileri gitmek devrimcilikten daha başka bir kavram. O yüzden ilericilik kavramı toplumların gelişmesinde büyümesinde çok önemli bir şey. İktidarlar açısından da ilericilik çok önemli bir şey. Örneğin bana göre ilerici hükümet işsizlik sorununu sıfır, sıfır rakamına kadar çözebilen hükümettir. Çözülür mü bu popülizmdir bir tek kişi işsiz kalır Türkiye de herkes iş bulur bir tek kişi işsiz kalır o işsizin adı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Onun dışında herkesin bir işi olur. O da işsizliği çözemediği için emeklilik maaşıyla geçinen işsiz bir eski başbakan olarak yerinde kalır. Biz eğer bu ülkenin yönetimini dört yıl üstlenebilirsek sıfır işsizliğe getiririz. Popülizm diye bilenler onlar tercihlerini halktan çalışan kitlelerden yana değil halkı ve çalışan kitleleri ucuz işsizlik kümesi olarak gören onların sırtından rant elde etmeye çalışan siyasetçilerde o yüzden işsizlik var. Dünyada kapitalist ekonomilerin dışında sıfır işsizliği başarabilmiş pek çok model var. Bugün kapitalizmin sıfır işsizlikle, sıfır evsizlikle sokakta yatan sayısını sıfıra indirgeyebilecek ekonomik politikaları uygulamamaktaki sebebi ucuz işçilik gücü yaratmasıdır. İnsanların sefaleti üzerinden pirim elde etmesidir. Yoksa sıfır ekonomik sıfır rakamlarıyla işsizliği sıfır rakamıyla evsizliği çözmek mümkündür. Bunu çözemeyeceğini baştan ilan eden bir kişiyi başbakan seçip seçmemek Türk halkının takdiridir. Hükümetler alçak olabilirler. Hükümetler zalim olabilirler. Hükümetler her türlü zorbalığı yapmak isteyebilirler. Bu tür hükümetlerde çok görülmüştür. Örneğin Amerikalılar bir hükümetin alçak olabileceğini zalim olabileceğini zulmedebileceğini öngördükleri için amerikan haklar yasası diye bir yasa çıkartmışlardır, amerikan haklar yasası. Türkiye de yurttaşlar hangi haklara sahip olduklarını bilmezler. Çünkü onlar sadece yönetilmek için vardır gibi görünürler. Ama amerikan haklar yasası bakın ne diyor. Buradan okuyacağım masum insanlar işlemedikleri suçlardan dolayı cezalandırılabilir. Hükümetler sözü geçen suçla ilgisi olmayan nedenlerle sevmediklerine burayı tekrar etmek istiyorum. Hükümetler sözü geçen suçla ilgisi olmayan nedenlerle sevmediklerine iftira atabilirler. Haklar yasası davalıları korur. Kimi zaman masumu cezalandırmamak için suçlu serbest bırakılır. Bu yalnızca ahlaki bir erdem değildir. Aynı zamanda sevilmeyen görüşleri yada düşünceleri hor görülen azınlıkları baskı altında tutmak için ceza hukukunun kötüye kullanılmasını engeller. Burayı da tekrar okumak istiyorum. Ceza hukukunun kötüye kullanılmasını engeller. Bu da hata düzeltme mekanizmasının bir parçasıdır. Bu bölümü de lütfen dikkatli dinleyin. Amerikan haklar yasasını okuyorum size. Haklar yasasının birinci ve en öncelikli amacı hükümet din birliğinin hükümeti yıkacak ve dini alçaltacak olduğu inancını esas almasıdır. Yani hükümetle din arasında bir birlik oluşursa bu birlik hükümeti yıkar dini de alçaltır diyor. Türkiye ile bunların hiçbir alakası yok. Türkiye de hükümetle din arasında bir ilişki oluşturulamaz. Türkiye de hükümetler alçakça hukuku da çiğneyerek zalimce şahıslara topluluklara insanlara zulmetmezler o yüzden böyle haklar yasasına da ihtiyaç duyulmaz Türkiye de, Türkiye de Silivri olur Türkiye de yassı ada olur, Türkiye de merkez kapalı cezaevi olur orada yargılamaları yapan yargıçlar meşhur olur. Ali Elver de olursunuz, Baki Tuğ olursunuz, tarihe geçersiniz, ama fidan olursunuz, darağacında üç fidan olursunuz, Silivri de orman olursunuz yana yana bir mum gibi karanlığı yiye yiye eğer bu ülkeyi aydınlatmaya çiğnenen hak ve onuru çiğnenen şeyleri ayağa kaldırmaya çalışmazsanız bir haklar yasanız olmazsa bu zulüm devam eder gider. Bırakın üstümüzden geçsinler. Bırakın bizi toplara gübre olarak gömsünler. Bu topraktan doğacak şey asla kötü olmayacaktır. Asla kötü olmayacaktır. Belki de günün birinde buradaki yargılamaları en ağır şekilde eleştirenler beyefendilerin çocukları olacaktır. Bırakın bu yargılamalar sonuna kadar sürsün. Ama burada zulmettiğiniz yada haksızlık içinde davrandığınız kişiler sadece biz değiliz. Bizlerin ailemizde var. Benim bir televizyon şirketim vardı. Orda yüz yirmi kişi çalışıyordu ve bunun parasını ben geciktirmeden ödüyordum. Kanal biz kapandı. Artık 120 kişi çalışmıyor. Bu kadar basitçe söyleyebiliyor muyum? O insanların aileleri o insanlar nerede. Peki adalet dağıtırken hakkaniyet nerede? Neden ben o şirketin başında değilim? Neden o insanlar işsiz kaldılar? Neden ben siyasi partimin başında sokakta değilim? Neden ben siyasi propaganda yapamıyorum? Neden ben işsizliği sıfırlayacağımı ve bunun hangi ekonomik büyüme içerisinde gerçekleşeceğini ve bununla ilgili hangi önlemleri aldığımda Türk halkının artık işsizlik diye 15 milyon insanla beraber boğuşmayacağını anlatamıyorum. Neden bunu yapamıyorum? Mani olan şey nedir? Haklar yasamız olmadığı için mi? İnsanlara iftira eden bir hükümetimiz olmadığı için mi? Dini kullanarak iktidarda oturmaya çalışan bir iktidar olmadığı için mi? Bunun için mi ben bunları yapamıyorum. Süre çok güzel bir şeyde bulundunuz dediniz ki geçen seferki kararda Avrupa insan hakları kararlarından Avrupa insan hakları mahkemesi kararlarından esinlenerek artık iki güne indirdik. Ben zaten uzun savunmalara çok karşıyım biliyorsunuz kendi savunmamı da mümkün olsa iki gün değil bir gün içinde bitirmek istiyorum. Herkese sıra gelsin çünkü burada biriken acıyı biliyorum. Bu insanlar sadece burada gözyaşlarını içine akıtıp dik durmaya çalışıyorlar ama içeri geçtiklerinde o insanlarla biz karşı karşıya kalıyoruz. O insanların acısını biliyorum. O acıyı yaşayan bir insanın o acıyı gören bir insanın zaten buna izin vermesi mümkün değildir. Çok güzel bir karar verdiniz dediniz ki, iki günle sınırladık. Peki, Avrupa insan hakları mahkemesinin mahkumiyetleri uzun mahkumiyetleri sınırlayan kararlarının ne yapacaksınız? Onları görmezden mi geleceksiniz? Onları yok mu sayacaksınız? Kendi adımıza düşünemiyorsak konuşamıyorsak otoriteyi sorgulamak istemiyorsak güç sahiplerinin oyuncağı oluruz. Yani ben düşünmeyeceğim, ben başıma gelen şeyi sorgulamayacağım, o zaman güç sahiplerinin oyuncağıyım ben. Eleştiri hakkımı kullandığım için yada karşı çıkma hakkımı kullandığım için nasıl suçlanabilirim. Beni nasıl suçlayabilirler? Örgütlenmek örgütlü olmak burada insanlar çıkıp konuşuyor 12 Eylül öncesinden çok büyük ders aldık bizim memlekete asla örgüt giremez biz zaten hiçbir örgüte üye değiliz biz örgü ben örgütlere üyeyim. Sivil toplum örgütü kurmak için kendimi yırttım. Sivil toplum örgütleriyle beraber hareket etmek için kendimi yırttım. Sivil toplum örgütlerinin içerisinde var olmak için her şeyi yaptım. Örgütlü olmayan sivil toplumla buluşmayan hiçbir düşüncenin değeri yoktur. Sivil toplum örgütleriyle birlikte hareket etmeyen iktidarlar o ülkeler o ülkelerin devletleri sivil toplum örgütlerinden yararlanmayan siyasi partileri yeteri gibi değerlendirmeyen ülkeler demokrasi olamaz. Halk yönetime katılamaz. Halkın yönetime katılma aracı sivil toplum örgütleridir, kooperatiflerdir, çok ortaklı şirketlerdir. Bunlar olmazsa yönetim olmaz. Bunlar olmazsa otokrasi olur. Otokrasi dediğimiz şey bir kişinin bütün hükümet etme erkini kendi başına elinde kullanmasıdır. Hani 23 Nisanda kötü emsal emsal olmaz. 23 Nisanda bir başbakan çocuğu oturttu koltuğa ne dilersen o olur hani ne istersen iste ne söylersen yaparlar dedi. O olur. Astığını as kestiğini kes. Öyle değildir. Öyle değildir. Öyle olduğu zaman karşı çıkılır. O yüzden barolar birliği anayasal teminat altındadır. O yüzden mühendis mimar odaları birliği yasal anayasal teminat altındadır. İktidarlar günün birinde bir başbakanla beraber astıklarını asıp kestiklerini kesmesinler diye. Oraları ortadan kaldırmasınlar diye ve eğer biz bugün haklarımızı korktuğumuz için kullanamıyorsak ve eğer bugün biz haklarımızı korktuğumuz için çıkıp da itiraz etme hakkımızı kullanamıyorsak bu ülkenin sonu gelir. Bu ülkeyi yok ederiz. Ben eleştiremeyeceğim hangi dünya görüşünden olursanız olun eleştiremediğiniz bir yapının içinde yaşayamazsınız. Böyle bir şey olamaz. Aile bile birlikteliğini sürdüremez. Türkiye de eleştiri olmasın isteniyor bu mümkün değildir. Eğer biz haklarımız ve onu koruyan yasalar bunun için önemlidir deyip anayasamızı anayasamızdan kaynaklanan haklarımızı burada savunamazsak o zaman biz bizim bir şey yapmamıza gerek yok. O zaman şeytan gelmiştir buradaki iktidarı ele geçirmiştir ve eğer biz ona engel olamıyorsak insanlığımızı kaybederiz. Eğer biz karşı çıkma hakkımızı eleştirme hakkımızı sivil toplum örgütü olarak varolabilme hakkımızı siyaset yapma hakkımızı iktidarlara ve güç odaklarına karşı durma hakkımızı kullanamıyorsak ölürüz. Yıllarca dünya sigara tekelleri karşısında sustu, yıllarca sustu. Sigara tekelleri istediklerini yaptılar ve milyonlarca insanın kanserden ölmesine yol açtılar. Ama bugün bakın uygulamaya hiç kimse itiraz etmiyor. Hiç kimse itiraz etmiyor. Çünkü demokrasi gelişti ve biz o tekel karşısında konuşabilme hakkını elde ettik. Belgelerimizi koyup bu insanlar kanserden ölüyor deme hakkını elde ettik. Bu zamanla gelişiyor. Bugün bizim eleştirilerimizi ileri bulabilirsiniz ama yarın inanın bugün yaptığımız eleştiriler çok daha ileriye gidecek bizi geçecek ve belki de bugün bunları yapıyoruz bu eleştirileri yapıyoruz diye bizi burada tutanlar yarın onları daha büyük eleştirilerle onlardan çok daha büyük adımlar atacaklar. O yüzden eğer hak ve özgürlük yoksa yaşam yoktur. Eğer hak ve özgürlük yok diyorsak bunu düşünüyorsak o zaman yaşam yoktur. Bizim bunu mutlak görmüş olmamız ve mutlak tescil etmemiz lazım. Peki ya biz sana hak ve özgürlük verdik git de darbe mi yap dedik kardeşim. Darbe yapma özgürlüğü mü verdik. E ispatla. Soruyorum benim suçum ne sayın başkanım. Artık savcılara sormuyorum. Onların verecekleri yanıt falan yok. Yazılı verdin gene söylemiyor. Benim suçum ne sayın başkanım bana suçumu söyleyin. Kiminle nasıl ne zaman bir araya gelmişim darbe girişiminde bulunmuşum. Türkiye Büyük Millet Meclisini ben ne zaman yok etmeye kalkmışım. Ne zaman? Hak aramak için meclise yürümek isteyen ben. Meclisin ekmeği kursağında duran ben. Meclisi her şeyden üstün görün ben. Meclise girmek için siyasi parti kuran ben ama meclisi yok etmekle suçlanan ben. Ne zaman, nerede, kiminle, hangi delil, kim görmüş, kim duymuş, kim söylüyor, gizli tanık bile razıyım? Gelsin söylesin de bari gizli tanık var adam beni suçluyor bende ona karşı bir şey söyleyeceğim derim. Nedir bu 311? Bu delilikle niye beni burada tutuyorsunuz? 311’in delili nerede burada iddianamede sayın Özese, sayın Haşıloğlu? 311’in delili nerede yazıyor bu iddianamenin hangi sayfasında var? Lütfen bana söyleyin. 312 hükümeti devirmek. Recep Tayyip Erdoğan 1800 dava açmış dört yılın içinde. Bu Kanal Türk burama geldi demiş, burama geldi. Her şeyi söylemiş her şeyi yapmış. Ben Recep Tayyip Erdoğan’a karşı eylemi ne zaman yapmışım. Ben Recep Tayyip Erdoğan’a karşı miting yaptım. Ben Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştirdim. Ha bunlardan dolayı buradaysam e tamam o zaman söyleyin bunu bana yeter bitti. E diyorsunuz ki 16 Aralık 2003 bak (1-2 kelime anlaşılamadı) keşke kabul etseydim yalan söyleseydim keşke. Çıkar burada aslanlar gibi içinde yazan şeyleri söylerdim. 16 Aralık 2003’ün bana belgesini delilini gösterin lütfen. Savcılık göstersin. Koysunlar belgesini delilini. Hodri meydan diyorum işte. Bekledim sabırla bekledim bunu söylemek için. Levent Ersöz de konuşsun ondan sonra konuşalım diye. Hodri meydan diyorum. Koyun hadi belgeleri ortaya. Nerede varmış 16 Aralık 2003.”

Mahkeme Başkanı:" Aramızda üç metre mesafe yok.”

Sanık Ahmet Tuncay Özkan:”Sesim size değil efendim siz duyuyorsunuz ama duymayanlara duyurmaya çalışıyorum. Tutanaklara net geçsin istiyorum.”

Mahkeme Başkanı:" Çok net geçiyor hiç meraklanmayın. Evet neticede bağırmanıza gerek yok yani lütfen lütfen lütfen.”

Sanık Ahmet Tuncay Özkan:”Ama duymayanlar da duysun sayın başkanım. Üç dakikayı sizden aldım sayın başkanım.”

Mahkeme Başkanı:" Siz sakinleşin, biz size beş dakika veririz.”



Sanık Ahmet Tuncay Özkan:”Beş dakikayı da yazdım sekiz dakika oldu sayın başkanım teşekkür ederim. Gerçekler bu salonda hayalet gibi geziyorlar. Gerçekler bu salonda birer hayalet gibi geziyorlar. Burada ilk kez bir sürü yargılamaya girdim çıktım ben yargılama şampiyonuyum. Burada ilk kez bazı savcıların hatta zaman zaman yargıçların hırsla baktıklarını gördüm. İlk kez şahsileştirdiklerini gördüm. Nihat Bey, karşılıklı bunun bir anlamı var mı? Yok. Yok bunun bir anlamı. Nihat Bey bana belgeyi koyacak. Belgeyi koyacak bana. Tuncay ben sana inanmadım. Tuncay ben sana inanmadığımı savcılıktaki adı belgedir. Belgeyi koyarsınız Tuncay o zaman ortadan kalkar. Peki Tuncay’ı iki yıl burada bağırtmanın bir anlamı var mı? Belge nerede iddianamenin neresine koydunuz bunu? Hangi sayfası söyleyin dediğim zaman bana bunu göstermemenin bir anlamı var mı? Biz bunu nasıl halledeceğiz sayın Özese. Nasıl çözeceğiz biz bunu? Ben şimdi nasıl çözeceğim sizinle ben diyalogumu nasıl kuracağım? Bana söyleyin lütfen. Niye koymuyorlar bunu belgesini efendim? Benden saklıyorlar size mi gösteriyorlar bunu? Yani bir şey var arka tarafta bir yer var bana söylemedikleri belgeleri ve belgeleri bak burada diye mi gösteriyorlar. Bana da gösterin bende bileyim. Bileyim de susayım beni susturun. Beni susturun. Beni susturun lütfen. 16 Aralık 2003 dediniz. 16 Aralık 2003 diye bir şey yoktur. Yoktur. İlk gün söyledim. Avukatım bile ya bu kadar ısrar ediyorlar belki bir yerde bir şey var yok dedim ya yok böyle bir şey. Yok böyle bir şey. Bugünde söylüyorum yoktur ve olmayacakta. Ama varsa bir şey bana söyleyin. Bende size yanıt vereyim. Bu insanlar buraya namuslu erdemli sözüne güvenilir inancını imanını sağlam tutan adam gibi bir adamın peşinden geliyoruz diye geliyorlar. Söyleyin demokrasi düşmanlığımı özgürlük ve barış düşmanlığımı ispat edin bu insanlar gelmesinler. Bu insanlara zulmetmeyin. Bu insanları üzmeyin. Bu insanların inancını sömürmeme izin vermeyin eğer ben bir inanç sömürücüsüysem. Ama yoksa kırın bu zincirlerimi ben Türkiye için çalışmak istiyorum. Gerçekleri bir hayalet şekline sokmayın. Ama yalanlar onlar çok kolay inandırılabilecek bir kisvenin altındalar. Orada bir Word belgesi var. Hayatım boyunca böyle bir şeyle böyle bir şeyi yaşamamanızı ve başınıza gelmemesi için dua ediyorum. günün birinde bir yer basılacak oradan bir Word belgesi çıkacak ve sizler hakkında birer orda bazı ithamlar yer alacak ve bunların bir kısmı hakikatten sizin yaptığınız belirli yerlerde yaptığınız konuşmalardan oluşacak. Böyle bir şey hayatınız boyunca yaşamayın. Ama burada bunu söyleyen insana da azıcık kulak verin ve bu gerçekle ilgili olarak bu sahteyi gerçekle değiştirmeyin. Buna izin vermeyin. Farklı düşüncelere karşı önyargı her zaman kötü sonuçlar doğurur ve burada bir kötü sonuç doğmuştur. Bana öyle yada böyle ceza verseniz yedi yıl ceza verseydiniz ben bu kadar yatacaktım. Neden benim hayatımdan bunu aldığınızı siyaseten neden benim burada bulunduğumu ben biliyorum o bedellerle ilgili olarak bir itirazım yok. Ama hukukçu olarak size soruyorum. Bir zan bir iddia sonucu nasıl oldu da benim hayatımdan bunu alabildiniz. Nasıl oldu da beni iki yıldır burada hiç vicdanınız kanamadan tutabildiniz? Vicdanınız kanıyorsa pansumanı neyle yapıyorsunuz? Bismarkın bir sözü var. Diyor ki, süngüyle iktidar olabilirsiniz ama o süngünün üstünde oturamazsınız diyor. Yani o iktidar sürekli olamaz diyor. Bakın Türkiye de güç hemen hemen dört buçukla sekiz yıllık bir süreç içerisinde el değiştirir. İşin kötü tarafına Mustafa Balbay değindi. Kinci intikamcı olmak. Biriktirdiğiniz bir hırsı bir sonraki iktidar değişiminde vay siz bana bunu yapmıştınız diye devam ettirmek. Gelin Türkiye’yi bundan kurtaralım. Gelin bu işler uzamasın artık. Eğer bu işler uzarsa bugün değil on sene sonra yirmi sene sonra bunlarla ilgili olarak Türkiye de çok kötü şeyler olur. Hukukun görevi kan davasını kini nefreti ortadan kaldırmaktır. Ama bu belgeyle olur. Anlattım, anlattım durdum. İnsanlar burada kalktı anlattılar. Bu 16 Aralık 2003 denilen şey yoktur diye. Ama bana 16 Aralık 2003 ile ilgili yapılan şey ilk gün işte Nihat bey burada benim sorguma katıldı. Söylesin ilk gün ne söylediysem aynı şeyi söylemiyor muyum Nihat bey. İlk gün ne söylediysem aynı noktada değil miyim? Desin ki hayır ilk gün öyle dedin böyle dedin ama böyle oldu. İlk gün ne söylüyorsam aynı noktadayım ve her gün beni doğrulayacak her geçen gün beni doğrulayacak. Ali’nin kenti Küfe’den Hazreti Ali’nin kendi Küfe’den Muaviye’nin kendi Şam’a bir deveci deve yüküyle birlikte mal satmaya gelmiş. Şam’ın girişinde bir adam Küfe’den gelen devecinin elindeki Küfe’yi almış bu benimdir iddiasında bulunmuş. Deveci demiş ki, kardeşim bak bu dişi devenin üstündeki yük de bu dişi deve de bana aittir. Adam demiş ki sen kör müsün baksana altına bu dişi değil erkek. Adam eğilmiş bakmış demiş ki kardeşim bu deve dişi deve ve bu deve benim bunun içinde de şu yükler var bu da benim. Adam ısrarla hayır bu erkek deve demiş. Bunun üzerine kavga büyümüş kavga büyüyünce demişler ki bu işi Muaviye çözer. Valiye gideceğiz. Valiye gidilmiş. Muaviye on bin kişilik bir kalabalık toplamış Şam meydanına ve mahkeme görülüyor. Adam anlatmış Küfe’den şu gün şu saatte yola çıktım devem dişidir yüküm şudur geldim kentin girişinde bu adam karşıma çıktı bunu aldı ve bu benimdir dedi. Muaviye sonunda demiş ki, kardeşim sen bunun bu devenin dişi olduğunu mu iddia ediyorsun. Evet demiş bu devenin dişi olduğunu iddia ediyorum. dönmüş kalabalığı ey Şamlılar demiş. Bakın bakalım bu Küfe’den Ali’nin kentinden gelen deve dişi midir erkek midir? Şam meydanında toplanan on bin kişi hep bir ağızdan bağırmış erkek diye. Deveci perişan yükü devesi hep beraber teslim edilmiş giderken Muaviye deveciyi çağırmış gel demiş buraya. Şimdi demiş bu deve ve yükü önemli değil. O yerine konur. Ama senin bundan sonra yapacağın şey git o Ali’ye söyle Şam da Muaviye’nin dişi deveye erkek diyen on bin kişisi var demiş. Ben soruyorum şimdi bugün kendini çok güçlü hissedenler bugün ergenekona dişi erkek diye bağıranlar hak ve adalet arama yeri burasıysa bu Ergenekon konusunda karar verin. Buradaki insanların zekasıyla dalga geçmek oluyor bazı şeyler. Şimdi ben burada işte bazı insanlar var adlarını verdiğim zaman benim aleyhime çıkıp konuşuyorlar. Onlar benim yöneticim. Ben burada olanın bitenin farkına varmayacağım. Burada insanlar niye yatıyor onu bilmeyeceğim. Onu görmeyeceğim onu algılamayacağım burada oturacağım her şeyi kabul edeceğim. Böyle bir şey olabilir mi? Hayatım boyunca mücadelesini verdiğim mafya gruplarının hayatım boyunca mücadelesini verdiğim özgürlüğün hayatım boyunca mücadelesini verdiğim demokrasinin ortadan kaldırılmasıyla suçlanacağım ve susacağım. Soruyorum Nuray Başaran John Kustater niye burada yok diye sordum. Niye Nuray Başaran’ı aldığınız zaman Nuray Başaran’a niye gittin Levent Ersöz’e, niye gittin Şener Eruygur’a Tuncay Özkan ile ilgili bir sürü yalan söyledin. Niye bunları yaptın diye niye sormadınız diye sordum. E sorar getiririz onu da alırız diyor. iki yıl geçti, iki yıl geçti. Bir alçak bir hain eline aldığı uydurma dosyalarla kapı kapı gezerek Ankara da bugün içinde bulunduğum belgeleri üretmiştir ve teslim etmiştir. Sonuç, o irticacı olduğu için takip edilen bir Ankara gazete temsilcisi ben terörist. O John Kustater diye CIA’in Ankara bölge şefinin asistanı ben terörist devlet düşmanı. Soruyorum niye bu insanlar burada yoklar. Neden yoklar? Faruk Demir niye yok? Bir gün Çukurova grubundayken grubun CİO’su bana geldi. Dedi ki amerikan büyükelçiliğinden grubun gazeteci yöneticileriyle bir görüşme talebi var. Dedim ki, olmaz. Onlar gelirler eğer amerikan büyükelçiliği diplomatik misyondan birisi görüşmek istiyorsa gelir burada ağırlarız. Dedi ki, onlar zaten seni istemiyorlar dedi. Ne demek o dedim. Diyorlar ki, dedi Tuncay Özkan’ın dışında SHOW’un ben medya grup başkanı olduğum için SHOW’un işte akşamın SKYTÜRK’ün yöneticileri gelsin ikişer kişi onlarla görüşmek istiyoruz. Ben buna şiddetle karşı çıktım. Dediler ki, ay bu Amerikalılarla ilişkiler şu bu bak işte haber alamaz ekipler bırak gitsinler falan. Bunun üzerine genel yayın yönetmenleri ve Ankara temsilcilerinin katılması koşuluyla evet dedim. Genel yayın yönetmenleri ve Ankara temsilcileri katıldılar toplantıya. Şimdi o kişinin kim olduğunu çıkartıyorum John Kustater oturuyor. Siyasi müsteşar oturuyor ve bir erkek oturuyor yanlarında. Amerikalılar gayet edepli konuşuyorlar arkadaşlardan sonra aldığım beni istemedikleri için ben katılmıyorum. Gayet edepli konuşuyorlar o erkek Türk olan erkek ve kendisini danışman olarak tanıdan erkek konuşmanın bir yerinde ya siz aptal mısınız diyor ya bu ulusalcılık mulusalcılık bu ayaklara takılmış gidiyorsunuz. Görmediniz mi anlamadınız mı kafanıza çuval geçirdik hala algılayamadınız mı diyor. Bunun üzerine arkadaşlarım tepki gösteriyorlar. O erkek şahıs görevli büyükelçiliğin danışman kadrosundan. O kişinin adı Faruk Demir. O kişinin adı Faruk Demir. Onunla ilişkide bulunan kişinin adı Nuray Başaran. Onunla ilişkide bulunan kişinin adı John Kustater. Size soruyorum bir gazeteci görevinden ayrılmış atılmış ayrılmış ne olmuşsa olmuş. Ceketimi almışım ve çıkmışım. Bir Ankara temsilcisi olduğunu iddia eden gazeteci eline bütün bu kağıtları alıp niye Şener Eruygur’a gidiyor. Ben gitmedim Şener Eruygur’a ben başvurmadım Şener Eruygur’a. Ben tanımıyorum tanımadığımı zaten Mustafa Balbay’ın bilgisayar notlarının bir yerinde geçen bir kısım bir tek cümleden anlıyorsunuz. Ya Tuncay Özkan diye birisi geldi diyo bana diyo. Tanımıyorum Cumhuriyetçiymiş falan kimdir o diyor. Ordan görebilirsiniz. Ama bağıra bağıra söylüyorum anlatıyorum burada diyorum ki Faruk Demir diye bir adam var. Nereden söylüyorum Levent Ersöz’ün yargıçlık ifadesinden söylüyorum. Niye diyorum bir gazeteci kadın eline benimle ilgili yalan belgeleri alıp Şener Eruygur’a gider. Neden Şener Eruygur’dan çıkar Levent Ersöz’e gider niye akla hayale sığmayacak yalanları benimle ilgili anlatır. Ben ayrılmışım. Ben grubumda kadına gazetecilik yaptırmadım. Çünkü çıkmayan manşeti gazetenin daha benim görüp onayladığım baskıya girmeyen manşeti hemen Mesut Yılmaz’a ve Hüsamettin Özkan’a yetiştiriyordu. Onlar da patronu arıyorlardı patron da beni arıyordu. Bu manşeti çıkart olmuyor diye. Bu yüzden kadının haber yetkisi yoktu ben elinden almıştım. Şimdi bu kadın bu belgelerle dolaşıyor ben bunu anlatıyorum söylüyorum bununla ilgili araştırma inceleme yok. Kadının ifadesine başvuruluyor. Kadın yalanlarına devam ediyor. Ama kadına en küçük bir sorgulayıcı soru yok. Neden yok? Niye yok? Ben sizi tanımam. Mehmet Ali beyi tanımam. Neden derinleştirmediniz sorguyu. Niye yapmadınız bunu? 16 Aralıkla ilgili ilk gün söyledim size ilk gün söyledim böyle bir şey yok bu uydurma dedim. Bana CD var görüntü var o var bu var dediniz çıkartın koyun dedim. Çıkartırız getiririz koyarız dedi Zekeriya bey getiremedi. Getire getire Aykut Cengiz Engin ile konuştuğum iddiası olunan bir CD getirdi. O da yalandır. Avukatım diyor ki ya Tuncay bu ses senin sesine benziyor. Yok ya bu ben değilim diyorum. Öyle bozulmuş cızırtılarla dolu bir CD. Peki bütün bunlar toplandığı zaman şimdi ben söylüyorum. Soruyorum. Hodri meydan diyorum. Savcılık bana bu belgeleri koysun. O koymuyorsa siz koyun başkanım. Ortaya dökün bende deyim ki ben artık susuyorum. Ben artık susuyorum deyim. O belge ordan mı geldi bu belge buradan mı geldi. Belgelerin hepsi bana ait. Ne olur. Bende belge olmayıp ne olacak zaten yani. Bu ne hırs bu ne intikam. Evladım gibi sevdiğim kitaplarımın beş binini parçalamak için bu ülkede ben ne yaptım. Eğer bu hırsı intikamı oluşturacak bu garezi oluşturacak bir hatam varsa da özür dilerim. Ben böyle bir şey yapmak istemem. Asla istemem. Ben Türkiye de insanların birbirine güvenmesini insanların birbirini sevmesini eğer bu ülkede ben öleceksem ve bu sorunlar düzelecekse eğer bir dakika yaşarsam namerdim. Ama ben diyorum ki, ben bütün kolumu göğsümü gönlümü açtım. Aşkla açtım. Bu ülkeyle kucaklaşmak için yolculuk yapıyorum. Ama siz beni burada niçin tuttuğunuzu söylemezseniz beni anayasal haklarımı kullandığım için beni yasalardan doğan haklarımı kullandığım için beni karşı olduğum için burada tutarsanız olmaz. O zaman kavga ederiz. Sizden rica ediyorum kararınızda benim burada niçin bulunduğumun hukuki fiili gerekçesini yazın ve bana bu iddianame ki yasaya aykırı düzenlenmiştir bu iddianamede benim suçum nerede yazıyorsa gösterin. Hangi sayfada varsa onu bana gösterin. Lütfen bunu bana söyleyin. Ben bu kadar açığım susacağım bir daha konuşmayacağım. Bugün hayatımda aldığım en kıymetli hediyeyi aldım. Avukatım Celal bey bitiriyorum sayın başkanım üç dakikamı kullanacağım. Bugün bana hayatımdaki en güzel hediyeyi getirdi bana. Bu hediye bu sakız değil. Bu sakız kutusunun içindeki sardunya. Kırmızı çiçeğiyle birlikte bir dal sardunya. Ben tam 22 ay boyunca yıldız görmedim. Ayda görmedim ve sardunya da görmedim ve hayatımın en güzel hediyesi bu özgür sardunya. Aklıma bu sardunya Can Yücel’in 71’de affa kadar tutuklu kaldığı dönemde yazdığı sardunyaya ağıt şiirini getirdi. Keskin ceza evinde yazmış şiiri. Onu okuyup sözlerimi sonlandırmak istiyorum. Bu sardunyayı ben içeri sokamam çünkü içeri yeşil girmesi yasak. Bu sardunyayı mahkemeniz bir karar verirse bu sardunyayı ya özgür bıraksın yada bunun tutukluluğuna karar verecekse o zaman vicdanlarınıza sesleniyorum bu sardunyaya siz bakın. İkindiyi saat beşte başgardiyan Rıza başta karalar bastı koğuşa ikindin saat beşte. Seyre durduk tantanayı tutuklayıp sardunyayı attılar dip kapalıya ikindiyin saat beşte. Yataklık etmiş zaar suçu tevatür ve esrar elbet bir kızıllığı var ikindiyin saat beşte. Birlik düzenlik kurulur müdür koltuğa kurulur çiçek demire vurulur ikindiyin saat beşte. Canların gözü yaşta aklı idamlık yoldaşta yeşil ölümle dalaştı ikindiyin saat beşte. İkindi vaktidir. Sardunyayı ya özgür bırakın ya ona güzel bakın. Teşekkür ederim.”

Sanık İbrahim Özcan söz istedi verildi:”Sayın başkan, sayın heyet, 14 Mayıs 2010 tarihinde söz hakkı aldığımda özel mahkemenin bazı özel yargıladığı suçları tek tek anlattım. Ama şunu gördüm bu gerçekten insanın içini acıtıyor. Niye derseniz? Savcı bey mütalaadan önce feryat ediyor bunu işte böyle böyle şundan bundan suçlanıyoruz diye. Ben bu ay dolduğu zaman üçüncü seneme gireceğim. Bu ay dolduktan sonra üç senedir tutukluyum. İddia makamı ben örgüt üyeliğinden tutuklanıp da cezaevinde örgüt yöneticiliğine terfi ettirildim dedim ki çok önemli bir şeyler yapmışım ki bu terfii yapmışım. Ama ne yazık ki sorgumda Fatih Sultan Mehmet hanın komutanı Karaca beye mevlit okutmam fotoğrafları burada gösterilip burada ne yapıyorsunuz dendi. İnancım sorgulandı. Ecdadıma saygım sorgulandı. Türk milletinin inancı sorgulandı burada. Resmi kuvai milliye törenine katılıyoruz uluslar arası bir yarışma 26 tane yarışmacı var. Kemer Golf Country de yapılıyor. Atatürk’ün 40. yıl koşusuyla beraber yapılıyor. Buraya katıldığımızda siz burada ne yapıyordunuz diyor. Bu mahkemede yargılanan iddia makamı şimdi feryatlarını söylüyor. Kaymakam Kemal beyin kabri başında ben Kadıköylüyüm anma törenine katılmamız sorgulanıyor. Mustafa Kemal’in askerleriyiz afişini dağıttığımız örgüt afişi terör örgütünün örgüt afişi olarak sorgulanıyor. Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır dağıttığımız yayınevinin dağıttığı promosyon afişleri örgüt afişi olarak terör örgütünün faaliyetleri olarak burada yargılanıyoruz. Protokol gereği sayın başkanım sayın heyet o afişleri biz Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanından muhtarına kadar gönderiyoruz. Bakın Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanından muhtarına kadar. Şimdi iddia makamına sesleniyorum. 18 Mart şehitler haftası TRT de kutlanıyor. Programda sunan ve skeçleri sunan sunucu protokolde İbrahim Şahin oturuyor TRT genel müdürü. Ondan sorumlu devlet bakan başbakan yardımcısı. Bizim üstümüzden geçeceğini söyleyen sonra da beraat ederler para verip çıkar para veririz alırlar tazminatlarını diyen Bülent Arınç oturuyor ve devlet protokolü oturuyor. Orda sunucu diyor ki mevzu bahis vatansa gerisi teferruattır. Sayın savcı onlar hakkında ne yapmayı düşünüyorsun. Beni burada bundan sorguluyorsun. Örgüt afişi olarak yargılıyorsun. 3. seneme geliyorum bir ay sonra Kemal Unatıkan bunu mecliste söyledi. Kemal Unatıkan’a da gönderdim o afişten doğru bütün hükümet kabinesine gönderdim. Parlamentoya da gönderdim. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da dedi mevzu bahis vatansa gerisi teferruattır. Biz gönderdikten sonra dedi o afişleri gördü. O afişlerde Mustafa Kemal var, Türk bayrağı var, başka bir şey yok. Ama burada bir şey var bir hesaplaşma var. Bu iddianameyi yazanlar Cumhuriyetin kurucu iradesiyle kurucu felsefesiyle ve kurucu ruhuyla savaşçı ruhuyla savaşıyor. Onun hesaplaşması burada iddianamede yansıyor. Eğer bunun dışında benim hakkımda bir delil varsa buraya koymak zorunda iki yıldır buradayım ben. üçüncü yılıma geliyorum. Delil olsaydı burada kordu. Katıldığım törenlerin fotoğraflarını gösterdi. Karar almanıza rağmen delil dosyamı bilgisayar kullanmadığımdan dolayı vereceğinizi söylemenize rağmen dokuz ay sonra savunma yaptım yine vermediniz. İkinci senem bitiyor üçüncü seneme geliyorum hakkımdaki delil dosyamı yine vermiyorsunuz. Ben 12 Eylül mahkemelerini gördüm sayın başkanım. Burası sayın Balbay 27 Mayısı anlattı ben de size anladım. Gerçekten 12 Eylül mahkemeleriyle burası aynı. Ama farklılıklar var. 12 Eylülde de insanlar kapalı spor salonlarında toplu yargılanıyordu. Neyden düşüncelerinden suç aletleri kitaplar düşüncelerdi. Burada da CD’ler düşünceler yaptığınız faaliyetler. Bu iddianameyi yazanlar devletin Türkiye Cumhuriyeti devletini kurucu iradesiyle tekrar söylüyorum kurucu felsefesiyle ve ruhuyla savaş halindedir. Öyle olmasa bunları suç dosyalarının arasına koymazlardı. Türkiye de beş yaşında çocuğu alın Atatürk’ün resmini verin Türk bayrağını verin bu suçtu dedirtemezsiniz. Ama sayın savcılar bunları suç delili olarak buların arasına koymuşlar şimdi de 14 Mayıstaki mütalaasında feryat ediyor sayın savcı. Millet düşman,ı Atatürk düşmanı, Cumhuriyet düşmanı, Türk Silahlı Kuvvetler düşmanı, Allah düşmanı, hain, emperyalist, işbirlikçi, kuvai milliye düşmanı diye devlet kurum ve görevlilerine hakaret ediyormuşuz. Sayın başkan iddia makamı sizin üzerinizden bize aba altından sopa gösteriyor. Ama faydasız. Sizin üzerinizden iddia makamı bize aba altından sopa gösteriyor. Dava açarım diyor. korkutmaya e bunları sen koymadın mı sayın savcı burada kabir başında hangi inanca mensup olursanız olun ister İncil’e ister Tevrat’a ister Zebur’a ister hak din Kuran’a ister ateist olun ne olursanız olun kabir başında insanlar ellerini açmış dua ederken bir resimde burada ne yapıyorsunuz denmez. Bu hangi inanç olursa olsun bu hakarettir. Benim inancıma hakaret ediyorsun. Kabir orası yazıyor Fatih Sultan Mehmet hanın donanma komutanı. Ben Türküm ecdadıma saygı şehidime saygı geçmişime hürmet ve saygı yapmak mecburiyetindeyim. Bu benim kanımda ruhumda var. Ha bunu suç diye yargılıyorsanız o zaman siz Türkiye Cumhuriyetinin dedim istiklal savaşının bir anlamı da gericilik cehalet ve hurafecilikle savaşmıştır. İstiklal savaşının bir anlamı da budur. Şimdi affınıza sığınarak mahkemenizi ve savcını tenzih ederek bir fıkra söylemek istiyorum anlatmak istiyorum bu temelin fıkrasına döndü. Temel koyunları var bahçesi var işte salıyor otlanıyor bahçesinde çitleri koyunlar atlıyor hep lahanaları yiyor. Bir iki öyle bir iki öyle kış geliyor. Lahanaları yiyor Temel de diyor ben size gösteririm. Engelleyemiyor bir türlü. Kar her taraf Temel de bu lahana saplarını kesiyor dolduruyor ağıla. Kışın geliyor ot yok bir şey yok. Koyunların önüne lahana saplarını koyuyor. Koyunlar başlıyor melemeye. Temel bir gün iki gün bakmıyor üçüncü gün bakmıyor. Dördüncü gün dayanamıyor artık bütün ağıl meliyor. Temel geliyor yok öyle diyor. Lahanaya gelince kıt kıt sapına gelince me yok. Bu iddianameye siz yazdınız bunu feryat etmeyeceksin. Bunlar hakkında da biz sizin hakkınızda suç duyuruları açacağız, açacağız. Bu iddianameye bunları koyanlar hakkında da suç duyurusunda bulunacağız. Çünkü bu Türk milletinin değerlerine hakarettir. İnançlarına hakarettir. Şehitlere hakarettir. Kaymakam Kemal Bey bu ülkede ilk milli şehittir meclisin ilan ettiği. Ben onun mezarı başına gidip fatiha okumam sorgulanıyorsa vay bu ahalinin haline hangi ülkede yaşıyoruz biz. İsrail’de miyiz dünyanın tek din devleti İsrail’dir. Tevrat’a göre yönetilen tek din devleti İsrail’dir. Biz bu faaliyetlerimiz sorgulanıyor. Bunlardan yatıyoruz yatarım. Eğer bu faaliyetlerinden dolayı burada tutuyorsa tutuyorsanız beni ben sayın mahkemenin o kanaatte olduğuna inanmıyorum eğer ondan dolayı tutuyorsanız ben ömrümün son nefesine kadar yatmaya razıyım. Bir gün de ah demem. Bir gün ah demem. Bir tane seksen yaşında anam var. O da bugün yarın Allah’ın hakkına kavuşur. Şimdi iddia makamı bunları yazıyor ondan sonra da diyor ki bize hakaret. İddia makamına soruyorum bu dosyaları siz hazırlamadınız mı? Suç delillerini siz koymadınız mı? Eğer buradaki samimi olarak burada o gün 14 Mayıs 2010 tarihinde ben samimi olduğuna inanıyorum Mehmet Ali Pekgüzel’in bu beyanını doğru kabul edersek sayın Mehmet Ali Pekgüzel; iddianameden imzanızı çekin o zaman. Çekin imzanızı iddianameden. Bu beyanınızda ben samimi olduğunuza inanıyorum. Sürprizler yaşıyorsunuz. Kuran ayeti suç çıkıyor kiminde bilmem ne çıkıyor artık. Yani bu, bu artık bir savaş inançlara değerlere karşı verilen bir savaş. Sayın her mahkeme bunu soracağım. Yine soracağım. Lütfen bana tutuklandığım tarihteki suç tarihimi ve suç yerimi söyleyin. Ben 12 Eylülde de yargılandım. Hırsızın tevkif müzekkeresinde de suç tarihi ve suç yazar bir şey yazar. Ya buraya bir şey yazın bir şey söyleyin ikisi iki yıldır tutuyorsunuz burada. El insan el vicdan ya. Söyleyin tarihi söyleyin. Bir söyleyin hangi tarihte nerede işlemişiz biz bu suçu veya teşebbüs etmişiz. Veya bir konuşmamızda darbeye hükümete yıkalım vuralım şunu yapalım nerede var sayın başkanım burada bütün her şeye açıklığıyla cevap verdim ben. ilk şahıs diye savcılığın emniyet mensuplarının ismini yazmadı hepsine de cevap verdim. Benim sorgumu farkındasınız 33 yıl önceden başlandı. Yıl 1978’den başlandı. Benim veremeyeceğim hiçbir hesabım yok. Allah’a bir can borcum var. Veremeyeceğim hiçbir hesabım yok veririm bütün hesabı veririm. Varsa cezamı çekerim. Ama ya bunu yani artık böyle bir dava yüzyılın davası artık dünyanın bütün devletleri davaya müdahil. Avrupa birliğisi Amerika’sı herkes bu dava için bir şey konuşuyor. CIA’si de açıklama yapıyor MOSSAD’I da açıklama yapıyor herkes açıklama yapıyor. Ama artık söyleyin eğer bu yargılandığım burada savcının iddia makamının onların başı başka delil varsa verin delil dosyamı vermiyorsunuz artık istemiyorum. Yani bir delil dosyası, dosyası olmadan yargılanan biri bir insan konumundayız burada. Haksızlıklar bunlanda bitmiyor. Şimdi bide yaşadığımız yerde haksızlıklar var. Silivri toplama kampında. Şimdi cezaevinde yemekler yenmiyor dökülüyor. Zaten bizden yatanların çoğu da bilir yemez. Resmi gazete 17.6.2005 tarihinde adalet bakanlığının ceza evlere bir tamim gönderiyor. Tutuklu ve yükümlülerle ilgili. Cezaevi müdüründün istedim verdi sağ olsun burada diyor ki diğerlerini okumayacağım. Elektrikli eşyalar bölümünde aydınlatma dışındaki elektrik giderleri hükümlü tarafından karşılanır. Bakın tamimi vereceğim size tarihini de veriyorum. Aydınlatma giderleri, aydınlatma dışındaki yani ortak olan tuvalet banyo dışındaki yani televizyon ketle kullandığımız prizlerin elektrik paralarını bizden alıyorlar. Ama tamimde de diyor ki hükümlü tarafından karşılanır. Şimdi bunu niye söylüyorum. Silivri toplama kampında on bine yakın insan var. Gardiyan personel falan on iki bin. Gardiyanlarda şikayetçi yemek yemiyor dökülüyor trilyonlarca lira. Ben müteahhitleri mahkemeye verdim. E sayın başkanım inanın gelin göstereyim koğuşumdaki bahçe duvarında kırk santim delik jandarmaya bakıyoruz ya. Yedi ay kaldı yedi ay sonra daha dün sıva yaptılar orayı. Cezaevinin her tarafı dökülüyor. Lavaboları mahkum alır. Lavaboları biz alıyoruz. Muslukları biz tamir ettiririz her şeyini biz. Elektrik parasını da ödüyoruz. Ama tamimde de hükümlüden alınır diyor. Ey adalet bakanı bebek katiline beş trilyon harcadın. Avrupa’dan bilmem ne duvar kağıtları getirttirdin burada Silivri de parası olmayan bir kişi bir bardak çay içemez. Bir bardak çay içemez. Çünkü fişleri çekerler. Hemen ay sonlarında dinlerler hapishanede elektrik paralarını ödemeyenlerin elektrikleri kesilecek. Adalet mi bu? Bir bardak çay içemez bırakın. Biz oldu mahkemeye gelirken kesmişler haberimiz yok. Verdik iki gün sonra açtılar. Cezaevinde Silivri toplama kampında diğer cezaevlerinde Tekirdağ’da da vardı bilmiyorum diğerlerinde de var mı parası olmayan adam bir bardak çay içemez. Televizyon seyredemez. Hangi şartlarda adaleti arıyoruz. Ben artık kanıksadım her şeyi. Paran yoksa cezaevinde çay içemezsin bir bardak. Bitti fişlerini çekerler televizyon seyredemezsin. Ama tamimde diyor ki, hükümlüden alınır. Toplanan para sayın başkanım bir hesap ettik yıllık bir trilyon eski parayla şimdi parayla bir milyon liraya yakın. Müdüre sordum paralar nereye gidiyor açık cezaevinde bir hesaba yatırıyoruz. Bilmiyorum dedi. Ama biz dedi mecburuz dedi. Kişi başına on lira ortalama ayda elektrik parası alınıyor. Hukuksuzluk kanunsuzluk ve adaletsizlik her yerde hüküm sürüyor. İnsan hakları komisyonu başkanına söylüyoruz beni ilgilendirmez diyor. O da mecliste, mecliste milletvekili. Savunmamda anlattım dönem dönem ülkelerin siyasi erklerine siyasi değişimlere göre dönem dönem düşünceler suç kabul edilir. Şimdi bizi bunlara, bu düşüncelerimizden yaptığımız yayınlardan ve faaliyetlerden dolayı yargılanıyoruz sorgulanıyoruz. Sayın başkanım cezaevinde gardiyanlar bile şikayetçi. Size mahkeme kayıtlarına geçmesi bakımından söylüyorum. Bu makbuzumuz ödediğimiz makbuzlar. Her ay ödüyoruz. Çok ilginç de bir şeyimiz var faturamız bunu da göstereyim Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle bir fatura var mı? Bunları kayıtlara tarihi çünkü bunlar kayıtlara geçmesini istiyorum. Evet elektrik faturamızı görüyor musunuz? Resmi elektrik faturamız. Çok gülünç değil mi cezaevinden ortalama her yıl bir trilyona yakın para şu kağıtla toplanıyor. Adaletsizlik her tarafta neyini bahsedeyim cezaevinin müteahhitleri yolları yaptı bir yılda yollar göçüyor şimdi asfalt yapıyorlar. Asfaltı Büyükşehir yapıyor müteahhit parayı aldı koydu. Asfaltı Büyükşehir yapıyor. Onun şeylerini o ödüyor. Cezaevini ben iki sefer burada da söyledim bura da çökecek dedim sayın başkanım. İki ay önce iki ay sonra da çöktü. Her taraf hırsızlık üzerine yalan ve riya üzerine hiçbir doğru inşa edilemez. Yalan ve riya üzerine asla hiçbir şey inşa edilemez. Kantinde en yani malzemeler en yüksek fiyata satılıyor. Araba deterjanlarının üstüne merdiven altı imalathaneleri üstüne bulaşık deterjanı yapmış kağıdı yapıştırmış onlarla bulaşık yıkıyoruz ne yapacaksın. Hani tabiri caizse elimiz mahkum. Öyle diyorlar alırsan al bu. Başka bir şey yok. Başka bir şey yok. Yani biz hukuksuzluğa adaletsizliğe bu davayla yaşadığımız yerde de aynı. On bin kişi mahkum var burada on bin kişi toplama kampı. Personel falan on üç on dört bin kişi. Yemiyoruz diyor personelde. Allah aşkına bu Türkiye soruyorum burada insanlar oturuyor evinde makarnayı yağda kavurup da sonra sıcak suyla haşlayan var mı ya. Böyle geliyor bunu elli bin kere söylüyoruz. Buraya gelen yemeği karıştırmayın buraya gelen yemek başka. Tabldotta çıkardıkları yemek. Söylüyoruz müdüre diyor açık cezaevi. Her şey açık her şey açık. Yani haksızlık sayın başkanım sadece iddianamede değil orada da yaşıyoruz. Her gün bunları boğuşuyoruz. Yaşıyoruz. Artık ben iddianameden hiçbir şeyine şey ettim çünkü artık bu siyasi dava olduğu en başından beri bir senedir söylüyorum bu siyasi dava siyasi atmosfer değişmeden sizin karar verme yetiniz yok. Ben buna inanıyorum. 12 Eylülde aynıydı şimdi de aynı Türkiye dönüşüm, hesaplaşma. Bu hesaplaşma anca iktidarın değişmesi veya iktidar güçlerinin yetkilerinin elinden alınması ne derseniz seçimle kaybetmesi mi ancak o zaman. Ama bu arada kazanmak için üçer beşer ikişer tahliye yaparsınız. Ama şunu tarihe geçirmek için söylüyorum bu iddianameyi yazanlar tarih önünde hesap verecekler. Ama on yıl sonra ama öldükten sonra kime nasıl öldükten sonra iadeyi itibar yapıldı bunlar yargılanacak. Türk milleti vicdanında zaten yargılıyor. Zaten yargılıyor ama bunlar tarih önünde hesap verecekler. Geçen rahatsızım ayağımda dört santim ödem oluştu ameliyat dediler olmayacağım kırılsın ayağım yine olmayacağım. Karar almıştı hastane olmayacağım. Bu yaşadığımız süreç her ne olursa olsun Balbay’ın dediği gibi kin nefret kin doğuruyor. Nefret, nefret tohumları ekiliyor. Çatışma Türkiye’yi çatışmaya götürüyor. Türkiye’yi çatışmaya götürüyor on yıl sonra da bu çatışmanın dediği gibi şeyleri su yüzüne çıkar Tuncay’ın dediği gibi doğru söylüyor Türkiye çatışma noktasına kin besliyor insanlar. Nefret besliyor. Soruyorum verin suç delilimi verin diyorum delil dosyamı verin diyorum vermiyorsunuz. Yat. Suç tarihi söyle yok. Yav teşebbüs ettiysem onu söyle yok. Yav bir telefon konuşmam deki şu telefon konuşman dolayısıyla yatıyorsun de. Deyin bunu deyin bir şey söyleyin yani. Üçüncü ay bu ay bitiyor üçüncü seneme geliyorum. Sayın başkanım bilmiyorum da biraz kul hakkına doğru gidiyor artık. Yaradan bütün her şeyi affeder ama kul hakkını asla. Ne söyleyim şimdi sözlerime son verirken biz Dante’nin hani cehennem adlı trajedisinde cehennem tanrısal komedyasında diyor ya cehennem kapısında buraya girerken umutlarınızı dışarıda bırakın. Sayın başkanım biz Türk’üz inancımız ve itikadımız gereği umutlarımızı bırakıp buraya girmedik. İnancımız gereği de ölene kadar da umudumuz hep yeşil kalacak hep yeşerecek. Bunu bilmenizi istiyorum saygılarımla.”

Sanık Fahri Kepek söz istedi, verildi:”Sayın başkanım sayın mahkeme üyeleri, 14 Mayıs 2010 tarihli 65. celsede savunma içerikli konuşmamı keserek ve beni keserek beni ve diğer sanıkları zan altında bıraktınız. Böylece en kutsal hak olarak gördüğünüz savunma hakkımı da kısıtladınız. Eğer o günkü konuşmamda bir hakaret sezdiyseniz sizden ve heyetinizden özür dilerim. Ben ilkokul mezunu olabilirim. Ancak 18 aydır cezaevinde her gün sabahtan öğleye kadar bilgisayarda çalışma çalışıyorum ve yazılarımı yazıyorum. Bundan başka her gün günlük on iki tane gazete geliyor bende bu gazeteleri dergileri iki üç günde bir tane de kitap okuyorum. Benim sayın mahkemeye verdiğim dilekçeler ve okuduğum yazılar bana aittir. Hiç kimsenin yardım almıyorum. Beni hiçbir Allah’ın kulu yönlendiremez. Sadece okuduğum dilekçeler, okuduğum dilekçelerin içeriklerinin bazı yerleri okuduğum gazete ve kitaplardan alıntı yapmamdan ibarettir. Sizlerin benim hakkımdaki duygu ve düşüncelerine tabi değilim. Bende Allah’ın bir kulu olup dokuz ay on günlüğüm. On sekiz aydır tutukluyum. Eşimden ayrılmış olmam ve psikolojik ve ailevi sorunlarım olduğundan ellerinizden öper üç tane kızım vardır. Kızlarım dahil hiçbir kimseyle 18 aydır konuşamıyorum ve de hiçbir şekilde irtibatım yoktur. Mahkemede okuduğum yazılar benim duygu düşünce ve fikirlerimi yansıtmaktadır. Fikir ve düşüncemden dolayı beni yargılayacaksanız buyurun ceza verin. Dosyamı Yargıtay’a göndermekte geç kalmayınız. Makamınıza ve de yaşınıza saygım vardır. Ben sabır taşı değilim ve bende peygamber sabrı asla yoktur. Ben sizlerden peygamber sabrı değil adalet ve de faaliyette icraat bekliyorum. Fakir bir ailenin çocuğu olduğum için sizler gibi hukuk fakültesi okuyamadım. Mesela sokak dilini, dilini çok iyi bilirim ve de uygularım. Örneğin orta okul son sınıfta orta okul son sınıfta okurken bir arkadaşım ve ben bir arkadaşım ve benim not ortalamam pekiyi idi. Arkadaşım ve ben astsubaylık sınavına başvuru yaptık. Ben maddi yönden Ankara’ya sınava gidemedim. Arkadaşım Ankara’ya gitti ve sınava katıldı. Arkadaşım şu an sekiz yıldır askeriye de astsubay olarak görev yapıyor. Beni küçümseyen ve hor gören şahıslara sesleniyorum. Bunlar deve kuşu gibi kafalarını kuma saklayınca kişiliklerini sakladıklarını mı düşünüyorlar. Bu salonda bazıları ve bazılarının avukatı kendilerince çok bilmişler hoş laflar ederek kendilerini meftun etmeye kalkıştılar. Bunlar müvekkillerine hizmet etmek yerine fakat bir hal elde edemeyince bir muhabbet görmeyince hileye sapıp utanmazlıklarını ele verdiler. Muhabbet velilere ve peygamberlere adettir. Utanmazlık ise her aşağılık kişinin sığındığı bir sanattır. Onlar hoşuz diyerek insanları kendilerine çekerler. Ama iç yüzlerine bakılırsa hiçte hoş değillerdir. Sen o nefse zahmet ve eziyet vermeden riyazetle cihat etmeden o ne uslu rahat ve vakar bir halde tutmayı mı umuyorsun. Nefsi zaptetmek her aşağılık kişiye nasip mi olur. Bu da kendilerini bilmeyenlere kapak olsun. Sayın başkanım sayın mahkeme üyeleri, benim sayın mahkemeye geldiğim zamanlarda psikolojim bozuluyor. Ben sayın mahkemeye sadece talep günü gelmek istiyorum. Benim için hakkımda karar almanızı saygılarımla arz ederim.”

Sanık beyanları sırasında tutuksuz sanık Adil Serdar Saçan ile bir kısım sanıkların müdafileri Av. Rukiye Kibar, Av. Bülent Vural, Av. Dilek Gökdemir ve Av. Serkan Saçan’ın da geldikleri görülmekle huzurdaki yerlerine alındı.

Sanık Adil Serdar Saçan söz istedi verildi:”Sayın başkanım, mahkemenizi bilgilendirmek babında konuşuyorum. Emcet bey açıklama yaparken bu 2001 yılında aldığımız izinle ilgili bir iki sayfalık metnin üzerinde çok gizli olduğunu ve savcılık emanetine alındığından bahsetti ve 14 Mayısta da mahkemenin verdiği bir kararla çok gizli belgesi olduğundan kendisine verilemeyeceğini söyledi. Birincisi bu bunlar zaten bütün gazetelerde yayınlandı yani, ikincisi de ben talepte bulunmuştum. Mahkemeniz İstanbul Cumhuriyet başsavcılığına yazı yazdı Turan Çolakkadı imzasıyla geldi dosyaya girdi Nisan ayında. O dosyanın tamamının sadece o iki sayfanın değil, tamamının gizliliği olmadığına dair İstanbul Cumhuriyet başsavcısının yazısı var. Yani gizliliğinin kalktığına dair benim talebim üzerine gelen bir cevap var. Bu konuda sizi aydınlatmak istedim, belki gözden kaçmıştır diye arz ederim efendim.”


Yüklə 0,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin