T. C. İStanbul


Duruşmaya kısa bir ara verildi



Yüklə 0,58 Mb.
səhifə6/7
tarix14.01.2018
ölçüsü0,58 Mb.
#37671
1   2   3   4   5   6   7
Duruşmaya kısa bir ara verildi.

Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.

Bu arada daha önce verilen ara kararlar doğrultusunda yazılan yazılara gelen cevaplar okundu.



Mahkeme Başkanı:" Resen İstanbul Cumhuriyet başsavcılığına yazılan 9.4.2010 tarihli yazıya verilen cevapta, sanık Fahri Kepek’in kullanmış olduğu telefonun dinlenmesiyle ilgili kararda dinleme kararının Talat Ertan ismini kullanan ancak gerçekte Fahri Kepek tarafından kullanıldığı anlaşılan telefona ait dinleme kararı verilmiş olduğu. 21.12.2009 tarihli oturumun 2/B nolu ara kararı gereği sanık Fatma Cengiz’e ait 6 ve 14 nolu CD’ler üzerinde yapılan bilirkişi incelemesi sonunda düzenlenen raporun gönderildiği. 13.2.2010 tarihli oturumun 12 nolu ara kararı gereği 12 nolu ara kararının B-a maddesi gereği resen İstanbul 14 Ağır ceza mahkemesine yazılan yazı ile Tuncay Güney hakkında verilen dinleme kararı örneğinin gönderildiği. 7.5.2010 tarihli oturumun 11/F nolu ara kararı gereği resen TİB’den istenen görüşme kayıtlarının gönderildiği. 7.5.2010 tarihli oturumun 10 nolu ara kararı gereği sanık Fatih Hilmioğlu müdafiinin talebiyle ilgili olarak İnönü üniversitesi rektörlerinden istenen bilgilerin gönderildiği. 14.5.2010 tarihli oturumun 14 nolu ara kararı gereği sanık Cengiz Köylü’nün Köylü müdafiinin talebiyle ilgili olarak Ahmet Zeki Üçok hakkında delil karartma ve uydurmak suretiyle örgüt yapılanmasını ortaya çıkmasını engelleyecek örgüte yardım etmek suçundan Cumhuriyet başsavcılığınca 2010/857 soruşturma numarasıyla soruşturma yürütüldüğünün bildirildiği. 26.12.2009 tarihli oturumun 10/C ve 15.1.2010 tarihli oturumun 4/B ve 6/A nolu ara kararı gereği sanık İbrahim Şahin ile ilgili adli tıp kurumu raporunun gönderildiği. Bu rapor el yazısı örnekleriyle ilgilidir. 24.11.2009 tarihli oturumun 11/A nolu ara kararı gereği sanık Mustafa Levent Göktaş’a ait olduğu iddia olunan 51 nolu DVD ile ilgili ek raporun ek bilirkişi raporunun gönderildiği anlaşıldı.”

Sanık Osman Gürbüz müdafii Av. Erdem Olgun söz istedi, verildi:”Saygıdeğer başkanım muhterem heyet, efendim müvekkilim Osman Gürbüz 2008 senesi Temmuz ayı başında Ergenekon terör örgütüne üye olmak suçundan gözaltına alınmış dört günlük sorgusunun ardından da tutuklanarak cezaevine gönderilmiştir. Yani efendim müvekkilim Osman Gürbüz tamı tamına iki yıl yani 24 ay yani 730 günden beri tutuklu olarak cezaevinde yatmaktadır. Müvekkilime iddianamede TCK’nın 314/2. maddesiyle belirtilen terör örgütüne üye olma suçu itham edilmiştir ve bu ithamı da sayın mahkeme değerlendirmeye almıştır. Ancak müvekkilim 730 günden beri tutuklu olarak yargılanmasını sağlayan delillere bakıldığında mışlardan ve muşlardan ibaret baştan aşağı iftiralarla dolu bir kısmı da hakaret içeren gizli ve açık tanıkların anlattığı hikayelerden başka bir delilin olmadığı da görülecektir. Ayrıca müvekkilim bir dönem üyesi olduğu kuvai milliye derneği başkanıyla sadece bir kez yapmış olduğu ve toplamda iki dakika kırk üç saniye süren telefon görüşmesi de maalesef iddianamede en büyük delil olarak kabul edilmiştir. Yani iki dakika kırk üç saniye süren telefon görüşmesi müvekkilimin hayatından tamı tamına 730 gün çalmıştır. Müvekkilim 730 gün tutuklu olarak kalmasını sağlayan maddi deliller ise maalesef tekrar tekrar incelememize rağmen yoktur. Yani müvekkilim resmen mışlarla ve muşlarla tutukludur. Pek muhterem başkanım sayın üyeler ortada kabul edilmiş veyahut ispatlanmış yada deşifre edilebilmiş bir örgüt var mıdır? Yada böyle bir karar var mıdır? Bunun cevabı tabi ki yoktur. Muhtemelen de olmayacaktır. Yani müvekkilim şu anda hayali Ergenekon terör örgütüne üye olma suçundan ve yine hiçbir sübut delile dayanmayan delil bile sayılmayacak tefrikalarla tutukludur. Efendim fazla vaktinizi almak istemiyorum ama kısaca bir iki tane de Yargıtay ilamı daha doğrusu ceza genel kurulu ilamı da okumakta kendimce bir sakınca görmüyorum. Efendim bu ceza genel kurulunun 2003 tarihinde almış olduğu bir karar eski kanun. Sanıklar hakkında ele geçen belgeler örgütle organik bağ içinde olduklarını kanıtlayacak nitelikte bulunmayıp her iki sanığın da eylemleri Türk ceza yasasının 169 devamına istinaden silahlı cemiyet ve çete yardım suçunu oluşturmamaktadır diyor. Yine efendim bu ceza muhakemesi kanunumuzun 225. maddesinde sizin de benden çok daha iyi bildiğinizi hüküm ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve fail hakkında verilir deniyor. Yine bununla da ceza genel kurulunun 2008/11514 sayılı ilamında da der ki kısaca hükmün konusu iddianamede gösterilen eylemlerden ibarettir. İddianamede açıklanan ve suç oluşturduğu ileri sürülen fiilin dışına çıkılması dolayısıyla davaya konu edilmeyen bir eylemden dolayı yargılama yapılması ve hüküm kurulması kanuna aykırıdır. Şimdi efendim ben bunu niye söyledim malumunuz 314/2’den hakkımızda ceza isteniyor. Terör örgütüne üye olmaktan ceza isteniyor ama toplumda ne kadar infial uyandıracak suçlar varsa bir dönem müvekkilime yıkılmaya çalışıldı bunlara örnek verecek olursak siz benden daha iyi biliyorsunuz Gazi olayları, Hablemitoğlu, başka çeşitli olaylar ve bunların hepsinden de gerek buradaki savcılıkça gerek Antalya savcılığı gerek Ankara savcılığı buradaki savcılık sorgulandık diğerleri de gıyabımızda sorgulayarak bizim bu olaylara karışmadığımızı beyan etmiştir. Yani efendim kısaca müvekkilimin evinde üstünde iş yerlerinde bilgisayarlarında yapılan tüm aramalarda kanuna aykırı bir delil ve özellikle sözde Ergenekon örgütüne üye olduğunu bırakın kanıtlayacak ima edecek en küçük bir delil kırıntısı bile bulunamamıştır ve tüm toplanan aramada alınan eşyalar tarafımıza iade edilmiştir. Bir iki tane sim kartı henüz alamadık onu da en kısa zamanda alacağız. Yani sayın mahkeme tüm bu maddi delilleri görmezden gelip neidüğü belli olmayan tanıkların mışlarıyla muşlarıyla biten ifadeleri dikkate almıştır. Yani bir insanın 730 gün cezaevinde tutabilmek herhangi bir şahsın ya bu bunu yapmış bu bunu etmiş böyle duydum şöyle duydum laflarıyla mı sağlanacaktır? Yani bir insanın hayatından 730 günü almak bu kadar kolay mıdır efendim? Yani bizce bu kadar kolay olmaması gerekir. Yani 730 gün iki sene şöyle deyim efendim müvekkilim tutuklanmadan önce 48 yaşındaydı şimdi 50 yaşında. Müvekkilimin oğlu daha ilkokula gitmiyordu okuma yazması yoktu şimdi ilkokul ikinci sınıfı bitirecek üçüncü sınıfa başlayacak. Yani sadece mışlarla muşlarla gizli tanıklar Osman Gürbüz bunu yapmış. Osman Gürbüz bunu söylemiş. Delil yok. Maddi gerçek yok. Sen nerden biliyorsun bana da falanca falanca söyledi. E peki sen kimsin ki bunları bu kadar iyi biliyorsun. Senin sözün nedir ki bir geçmişine bakalım bir sabıkana bakalım şuna bakalım buna bakalım o da yok. Onun her söylediği aa Osman Gürbüz bunu yapmış doğrudur yapmıştır. Böyle bir mantık yoktur efendim yani en azından ben olmadığını tahmin ediyorum muhtemelen de sizde benden çok daha iyi düşünebildiğinize göre sizin de öyle düşündüğünüzü şey yapıyorum. Fazla da vaktinizi almak istemiyorum efendim. Müvekkilimin tutuklulukta geçen süreyi özellikle dikkate almanızı tavsiye ediyorum pardon özür dilerim talep ediyorum. Çünkü 730 gün iki sene efendim gerek birinci iddianamede gerek ikinci iddianamede sadece terör örgütüne üye olma suçuyla yargılanıp da bu kadar uzun süre cezaevinde kalan numunelik tek insan benim müvekkilim Osman Gürbüz’dür. Yani daha ortada böyle bir örgütün varlığı kabul edilmeden müvekkilime bu örgüte üye olmuş gibi işlem yapılıp artık tutukluluktan da çıkıp ceza infaza dönülmüştür efendim yani şu anda hüküm kurulsa beş sene ceza verseniz samimi hali şundan bundan üç senede zaten tahliye olacak üçte ikisini yatmış olacak. E müvekkilim soruyor bana ne oluyor diyor. Bilmiyorum diyorum. Ne zaman tahliye olurum, bilmiyorum. Suçum ne, bilmiyorum. Neden tutuyorlar bilmiyorum. Hakikatten de bilmiyorum efendim yani bize iddianamede Osman Gürbüz’ü bundan bundan bundan bundan dolayı biz yargılıyoruz diye iddianameye verdiler. Biz hepsini teker teker çürüttük. Hani kendi savunmalarımızla da çürütmedik efendim resmi dairelerde mahkemelerden yazı alarak çürüttük. Osman Gürbüz’ün teklif edildiği iddia edilen malumunuz gizli tanık dokuzun cezaevinde olduğunu ispat ederek çürüttük. Gizli tanık dokuz namı değer Osman’ımın yalan söylediğini kendi bilgileriyle kendi belgeleriyle çürüttük. E geriye kaldı bir tek kuvai milliye derneğinin başkanı Fikri Karadağ ile yapmış olduğu iki dakika kırk üç saniyelik telefon görüşmesi, onlar incelendiği zaman en ufak bir kanuna aykırı bir delil yok. Herhangi bir durum yok. Erdoğan Teziç’e suikast düzenlemeye çalışmışlar müvekkilim de gazetelerden okuduğu haberde diyor ki başkanım suikastı düzenleyende bizim derneğin kartı çıkmış doğru mudur diyor. Öyle bir şey yok diyor bunlar diyor Fikri Karadağ diyor bunlar diyor bizim üzerimize gelmek için yapılanlar saygılar başkanım saygılar. Öbür tarafa bakıyoruz madalyonun öbür yüzüne müvekkilimi suçlayan malumunuz Mümin Geleş namı diğer Kıskaç o iki dakika elli üç saniye Fikri Karadağ ile en ufak bir samimiyeti teması olmadan konuşuyor. Konuşurken komutanım bir emriniz var mı yanınıza gelelim şöyle yapalım böyle. Sanki kendi adamıymış gibi konuşuyor. Soruşturma bile geçirmiyor aksine hem açık tanık hem gizli tanık oluyor müvekkilimi suçluyor. Müvekkilim de hukuki hasmı olan eski karasının kocasıyla hukuki hasmı olan mahkemelik olan insanın iftiralarıyla yatıyor ve yine efendim bu mışlı muşlu ifadelerin bizce ileride delil olarak sayılmama ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Her yapılan aramalarda da müvekkilimde en ufak bir suç unsuruna rastlanmamıştır. Tekrar söylüyorum terör örgütü üyesi sıfatıyla yargılanıp da 730 gün bir fiil tutuklu kalan tek insan benim müvekkilim Osman Gürbüz’dür. Artık tutuklama bir tedbir olmaktan çıkıp işkenceye dönüşmüştür. Tüm bunları göz önünde tutarak müvekkilimin bihakkın tahliyesini talep ediyorum saygılarımı sunarım efendim.”

Sanıklar Adil Serdar Saçan ve Oğuzhan Sağıroğlu müdafi Av. Serkan Saçan söz istedi verildi:" Sayın Başkanım Değerli Üyeler, Oğuzhan Sağıroğlu’nun tahliyesi hakkında kısaca konuşmak istiyorum. Müvekkilim 7.1.2009 tarihinde gözaltına alınmış ve 13.1.2009 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklama sebebi Ergenekon terör örgütü üyesi olmak iddiasıdır. Ancak böyle bir örgütün olup olmadığı ortada, hala olmadığı göz önüne alınırken müvekkilin bu olmayan örgütün üyesi olması demin meslektaşın belirttiği gibi savıyla tutuklu kalması bu ay 18. ayına girmek üzeredir. Müvekkilim Tokat’ta öğretmendir. Kendisi İbrahim Şahin’in grubundan diye gözaltına alınmış ve o yüzden bu iddianameye dâhil edilmiştir. Ancak müvekkil İbrahim Şahin’in kiracısıdır, yani İbrahim Şahin Tokat’tan İstanbul’a geldiği, İstanbul’dan Tokat’a geldiği zaman veya başka yerden mecburen kendi evinin altında olan kiracısına da uğruyor. Kendisinin sağlığı yerinde olmadığı için bazı telefon görüşmelerini de kiracısından rica ediyor. Müvekkilin olaya dahliyetinin sebebi bu. Birkaç tane telefon görüşmesi var zaten delil olarak. O da şimdi başkanım konuşacak İbrahim Bey konuşacak diye açıp telefonu konuşacak kimseye veriyor yani dahliyet bunla ilgili. Başka bir delil yok hakkında. Aradan 18 ay geçti gerçi 3. iddianame son sıralarında henüz savunma yapamadık, daha da çok zaman var öyle görünüyor, sanıyorum 3. davada geliyor, bizde tutuklanmadan beklenen fayda çok fazlasıyla hâsıl olmuştur. Müvekkilim çok mağdurdur. Delil karartma şüphesi yoktur. Çünkü delillerin hepsi toplanmıştır, birkaç tane telefon görüşmesidir. Başka delil ihtimali iddiası da yoktur. Müvekkilin terör örgütü tespit edilemediğine göre üye olma ihtimali de yoktur, dolayısıyla suçun değişme mahiyetinin değişme ihtimali çok kuvvetlidir. Adresinin değiştirmesi ihtimali yoktur, devlet memurudur, öğretmendir. Annesi babası bugün burada. Yani 18 aydır vatanını milletini seven düzgün dürüst bir öğretmeni gözaltına almakla devletin, hükümetin, adaletin, hakkın hukukun, bir şey kazanacağını düşünmüyoruz. Yargılamaya bizce tutuksuzda devam edilebilir. Ben şahsınızda avukatı olarak şahsen kendisine kefil olmaya da hazırım. Başka adli tedbirlerde dikkate alınabilir. Müvekkilin tahliyesi hakikaten haklı ve gereklidir. Çünkü müvekkil vatanı seven bir insandır. Milliyetçidir, mukaddesatçıdır. Bir terör örgütüne üye olması değil, terör örgütüne karşı bir insandır. Zaten Sayın mahkemeye geçen celse söylemiştim. Tecrübeleriyle Sayın mahkemeye, Sayın başkan, Sayın üyeler burada kimin ne olduğunu kimin ne yediğini bile artık bilme durumundadır, tecrübeleriniz çünkü insanlara baksanız bile baktığınız zaman bunun terörist olup olmadığını anlayacak düzeyde, kültürde bilgide üst düzey yargıçlarsınız. Müvekkilimi görüyorsunuz çok sakin, kendi halinde, ciddi dürüst bir insandır. Bizce tahliye sebepleri artık kalmamıştır. “

Mahkeme Başkanı:" Tutuklanma sebepleri kalmamış olması lazım.”

Sanıklar Adil Serdar Saçan ve Oğuzhan Sağıroğlu müdafii Av. Serkan Saçan:”Gerçekten tutuklanmasının dışarıdan yapılması tutuklanma sebepleri kalmamıştır Pardon yargılanmasının dışarıdan yapılmasını arz ediyoruz.”

Mahkeme Başkanı:" Müvekkiliniz duymasın sizi yani”

Sanıklar Adil Serdar Saçan ve Oğuzhan Sağıroğlu müdafii Av. Serkan Saçan:”Sayın pardon, tahliye sebeplerini arz ettik. Tahliyesini istiyoruz Sayın heyetinizden özelikle iki üyemizden arz ediyoruz, rica ediyoruz saygılar sunuyoruz efendim.”



Sanık Ayhan Atabek Müdafii Av. İsmet Koç:”Ayhan Atabek’e isnat edilen suç Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin 2. fıkrasında tanımlanan suç yani silahlı terör örgütüne üye olmak. Mesnedi ne İbrahim Şahin'in Elazığ’da bir sünnet düğününe katılması nedeniyle özel harekât şube müdürü daire başkanı olan Ankara’daki intihar ettiği iddia edilen Behçet Oktay’ın telefon görüşmesi ile meydana gelen buluşma. Yani benim müvekkilim Ayhan Atabek İbrahim Şahin'i Elazığ’a geldiği sırada sünnet düğününde aynı masada oturmuş olması. Ha oraya giderken yanında bir emniyet müdürü de var. Oraya giderken şoförlüğünü yapan polis memuru da var ve İbrahim Şahin'in oraya Elazığ’a gelişini müvekkil Ayhan Atabek il emniyet müdürüne telefonla bilgi vermek suretiyle İbrahim Şahin'i karşılamaya gideceğini daha doğrusu bulunduğu yere gideceğinin bilgisini veren Ayhan Atabek. Nerden buna varıyoruz Değerli Başkan? Yani Ayhan Atabek Elazığ’da görev yaparken tarih 29.08.2008. Efendim abi. Behçet, selamünaleyküm. Aleykümselâm abi ne var ne yok. Bu konuşmalar İbrahim Şahin ile Behçet Oktay arasında geçen konuşma iki şey daha okuyacağım. Şey Elazığ’da şube müdürü kim. Bizim şey Rambo Ahmet ufaklık 20. dönem ayrıca bir müdür daha var bizim Mehmet Şenoğlu da orda. Konuşma bu yani 29.08.2000 tarihi itibari ile İbrahim Şahin Ayhan Atabek’le görüşmemiş, tanımıyor nerde olduğunu bilmiyor. Arkasından 29.08.2008 saat 13.49’da yapılan bir görüşme var Değerli Başkan. Behçet Oktay daire başkanı ararda İbrahim Şahin oraya geliyor Ayhan Atabek bizim eski daire başkanımızdır, İbrahim Şahin onla bir ilgilen. Hayır, müdürüm ben daire başkanım ben onunla ilgilenemem, Ayhan Atabek bunu diyemez. Bütün bunlar sadece ön giriş olarak muhterem mahkemeye hatırlatma babında telaffuz edilmiş beyanlar olarak görülmekte. Ayhan Atabek, 16.10.2009 tarihinde el yazısı ile koğuşundan muhterem mahkemenize gönderdiği 12 sayfalık bir savunma yazısı orada anlattıklarını ve huzurunuzda talep babında ileri sürdüğü bütün taleplerde aynı ifadeyi kullanmıştır. Yani sonradan ifadesinde her hangi bir değişiklik yapmamıştır. Başkanım, bizim zamanımızda ben 38 seneyi doldurdum, sorgu yargıçlığı vardı. Bu sorgu yargıçlığında bir olayla ilgili bir soruşturma huzuruna geldiği zaman savcının, pardon savcının böyle bir soruşturmada tutuklama istemiyle sulh cezaya göndermesinin ardından dosya, dosya sorgu yargıcına teslim edilirdi. Sorgu yargıcı davanın açılıp açılmayacağına tutukluluk durumuna ilişkin tespitler yapardı. Bu bir süzgeçti şimdi bu sorgu yargıçlığı, eski tabirle CMUK. Kabul görünce, kabul edilince kaldırıldı. Bunun yerine CMK’ da bu sefer iddianamenin kabulü görevi verildi Mahkemelere. Bu Değerli Başkan, bu şudur yani sorgu yargıçlığının yaptığı incelemeyi siz yapın bu anlamdadır. Ama daha başından beri söylendiği gibi 2500 sayfayı bulan iddianamelerin 15 günlük bir süre içerisinde sorgu yargıcının yaptığı gibi incelenmesi mümkün değil. O nedenle 15 günlük süre içerisinde mahkemeniz bu iddianameyi kabul etti. Ben 1. iddianamede de bir sanığı savunuyordum. Orada söylediğimiz gibi 1. iddianame ucu açık bir iddianameydi ve o iddiamız o savunmamız doğru olarak kabul edildi ikinci geldi üçüncü geldi. Başkanım, tamamda o zaman şöyle yapmak lazım yani siz iddianameyi kabul ettiniz ama uygulamada genelde görüyoruz ki ifadesi alınmayan sanıklar hakkında tahliye yönünde çok bariz şeyler olmadığı müddetçe karar vermiyorsunuz, veremiyorsunuz. Bunu prensip haline getirmiş gibi bir algılama var ama biraz evvel arz ettiğim gibi eğer bu safhayı siz sorgu yargıcı yerine geçerek, değerlendirme yaparsanız heyet olarak ifadesi alınmadan da kişilerin tahliyesine karar verebilirsiniz. Çünkü büyük haksızlık var. Şimdi Cumhuriyetin savcılarına yönelik müthiş bir eleştiri var, Cumhuriyetin savcılarına. Değerli Başkanım, siz yargı organısınız, yanınızdaki üyeler birlikte karar vereceksiniz oy yargı ki adaleti, adaleti temsil edecek, vicdanları rahatlatacak yanınızdaki üyeler ilerde, ilerde o kürsüde başkan olarak görev alacak belki. Başkanım şunu söylemek istiyorum biraz evvel anlattım İbrahim Şahin'in müvekkilimle olan görüşmesi iki yani bir günde bir sünnet düğününde yapılan bir görüşme onun dışında her hangi bir görüşme yok. Bu yani suç şüphesinin varlığı gösteren kuvvetli, kuvvetli suç şüphesi olarak kabul görerek. 314 2 anlamında bir iddia olabilir mi? Bir somut delil olabilir mi? Şimdi bakanız ben şöyle bir şeyle girmek istiyorum. Şairin biri delikanlının sevgilisine karşı bir dize hazırlamış delikanlı diyor ki; senin tarifini istediler, lügati ezberledim vazgeçtiler. Bunun tersini ben şöyle yorumluyorum Değerli Başkan, yani o kadar gizemli ki, daha doğrusu doğrusunu şey yapayım. O kadar ki gizemlisin ki o kadar dolusun ki seni tarif etmek için lügatlerde kelimeler yetmedi. Şimdi başkanım, biraz önce hem Mustafa Balbay, hem Tuncay Özkan, hem diğer sanıklar bu iddianame ile ilgili çok şeyler söylendi. Yargılamanın başından beri çok şey söylendi, vurguladılar savunma ile ilgili olmayan birçok şeyler söylendi. Sizin hoşgörünüze sığındılar, ben hep söylüyorum bunu bakınız ben 11. ceza dairesinin Anadolu İslam federe devleti kurma amacıyla silahlı terör örgütü olduğundan bahisle yargılanan Muhammed Metin Kaplan’ın avukatıyım. Evet, ben avukatım ben kişinin şey görüşüne bakmam ve davasını kabul ederken de ben sizinle özdeşleşmem ben avukatım. Benim gözlerime çok sert bakıyorsun şeklindeki beyanına şöyle söyledim. O gözlerin arkasındaki fırtınayı bilsen ama ben avukatım savundum. Bunu yaparken de Beşiktaş’taki bazı dostlarımıza sorduk hiçbir mahsuru yok dendi. Şimdi nere getirmek istiyorum Değerli Başkan, 11. ceza dairesi görüş değiştirdi. Silahlı terör örgütünün eylem bazında hazırlık hareketi olarak gözüken bulguları eylem olarak kabul etmiyor. Bu kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Daha sonraki bozuldu ondan sonra müebbet hapse, şimdi 314’ten yargılanıyor bugün yarında kararı çıkacak. Nere varmak istiyorum Değerli Başkan, ülke hepimizin etnik kökencisiyle, her şeyiyle bu ülkede yaşıyoruz benim siyasi düşüncem, değişik olabilir bugün Türkiye’de komünist partisi var. Türkiye’deki komünist partisinin iktidar olduğu zaman olaylara değişik mi bakacağız bu kanunlar tahtında. Onun için sizin tarafsızlığınızdan asla şüphe etmedim yargılanmanın başından bu yana. Ama biraz evvel az ettiğim gibi bırakınız Rambo tarih edilen, Ayhan Atabek isim Rambo’luğunu eskiden yaptığı gibi Güneydoğu’da doğu’da, terörist gruplara karşı göstersin iade edin kendisini görevine madalyalarla dolu, taltiflerle dolu bir sicil bir silahlı terör örgütünün üyesi olması mümkün değil saygılar sunuyorum Değerli Başkan.”

Sanıklar Mustafa Levent Göktaş, Ahmet Tuncay Özkan ve Hasan Atilla Uğur müdafii Av. Celal Ülgen söz istedi, verildi:"Sayın Başkan ve Değerli Heyet; bugünkü duruşmada Sayın Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan yaptıkları konuşma ve talepler sırasında bir takım verilerden bahsettiler örneğin Sayın Balbay Yassı ada duruşmalarından söz etti. Yassı ada duruşmaları o duruşmayı yapan siyasi iktidarın duruşma aşamalarını bütün vatandaşların radyosu başında dinleyebilmesi cesaretini göstermişti. Düşünün ki buradaki yargılamada gerek sanıkların ifadelerinin gerekse avukatların savunmalarının da aynı biçimde canlı olarak yayınlanabilirliğini tartışalım. Bu cesaret ister o günkü ihtilal sonrası, sonrası iktidar bu cesareti göstermişti. Sayın Balbay ayrıca 2000 yıl önceden söz ederken köle hukuku tabirini kullandı. Köle hukukundan bugüne gelen çok sayıda hukukçu var bunlardan birisi Çiçero, birisi Papinyanus, Çiçero Roma Devletinde en üst kademelere çıktıktan sonra hatta devletin 2. adamı olduktan sonra aniden bir dönüş yaparak devlette olağanüstü güçlerle donatılan kişilerin ve o zamanki generallerin nerdeyse tanrısallığa ulaşmış olduğunu kabul ederek insanlara zulüm yaptığını görüyor ve bir demokraside gerçek bir demokraside insanların bu kadar büyütülmemesi bu kadar yetki ile donatılmaması gerektiğini söylüyor. Sonuç Çiçero’nun karşıtları onun kellesini vuruyor. Kellesini kim vurdurttu deseniz ismi anımsanmaz ama Çiçero bugün yaşıyor. Çiçero kimi temsil ediyor bugün köle hukuk dediğimiz dönemi temsil ediyor. bir başka hukukçu Papinyanus, Papinyanus’ta Roma’da. Roma tarihinin en gaddar kralı sayılan Karakalla döneminde, karakalla’nın kendi öz kardeşini iktidarı paylaşmaktan men etmek için öldürmesi sırasında Papinyanus’u yanına çağırtıyor ve ona sen büyük hukukçusun bana öyle bir gerekçe bana öyle bir mucip bul ki halk kardeşimi öldürmem konusunda bana hak versin diyor. Papinyanus karakalla’ya bakarak; size böyle bir gerekçe bulmaktansa kendi kardeşimin katili olmayı tercih ederim diyor. Sonu Papinyanus’un da kellesinin vurulmasıdır ama Papinyanus bugün yaşıyor. İşte Sayın mahkeme üyelerimizde Sayın savcılarımızda, artık Papinyanus olmak durumundadırlar. Bu ülkenin Papinyanuslara gereksinimi var, kardeşliğin, güzelliğin, dostluğun yeniden yeşermesi için, yeniden güzel bir Türkiye kurmamız için Papinyanuslar gerekiyor. Buradan kendisini temsil ettiğim Mustafa Levent Göktaş’ın 51 nolu DVD’si ile ilgili bir ek rapordan söz etmek istiyorum. 51 nolu DVD’nin daha henüz biraz sonra sanıyorum elimize ulaşacak ancak yaklaşık 7-8 gün önce basından öğrendik. Ek raporda polislerin daha DVD Mustafa Levent Göktaş’ın evinde yakalanmadan bir hafta önce imajının çıkartıldığını söylüyor. Şimdi böyle bir durumda bunu sanık konumuna getireceğimiz polislere sorduğumuz zaman ne diyecekler daha adamda yakalanmamış siz örneğini çıkarmışsınız diye sorduğumuzda sanık konumuna gelen polisler ne diyecek, sanık, şüpheli konumuna gelen Cumhuriyet savcıları ne diyecek. Diyecek ki kardeşim siz bakmayın o tarihe bilişim ürünlerinde bilgisayarlarda, disketlerde, CD’lerde, tarih geçerli değildirdir. Her zaman doğruyu yansıtmaz, peki bir ne yapıyoruz 2 yıldır biz neyi anlatmayı çalışıyoruz 2 yıldır bunu söylüyoruz. Oradan Hasan Atilla Uğur’un durumuna geçmek istiyorum. Bugün aslında Levent Ersöz’ün savunmasından sonra Hasan Atilla Uğur'un durumu daha çok güncellik kazanıyor. Hasan Atilla Uğur son günlerini sağlık sorunlarıyla geçiriyor. Halk arasında eskiden o kadar çok üzüldüm ki o kadar çok stres altında kaldım ki, verem oldum sözü vardı. Bugünlerde de ya şu olay beni kanser etti diye bir söz var ama en geçerlisi Silivri. Silivri’ye gelenler bütün sağlıklarına yitiriyorlar çünkü bu kişiler bu haksızlıklar karşısında bu duruma nasıl geldikleri sorusuna cevap verememe karşısında çaresiz durumu düşüyorlar ve sağlıklarını yitiriyorlar. Dışarıda hiçbir şeyi olmayan dışarıda hiçbir rahatsızlığı olmayan Silivri’nin kapısının içerisine adım atar atmaz, ya tansiyonu yükseliyor ya kalp riskleri başlıyor ya da bir başka rahatsızlık baş gösteriyor. Hasan Atilla Uğur 2 yıla yakın bir süredir tutuklu. Ne kadar tutukluluğunun anlamsız olduğunu, ne kadar boş olduğunu, 2 gün süren Levent Ersöz’ün savunması sırasında bir kez daha anladım. Dünyanın neresinde bir futbolcu futbol oynadığı için, suçlanabilir? Dünyanın neresinde bir istihbaratçı görev yaptığı dönemde emir kumanda zinciri içerisinde istihbarat yaptı diye sorgulanabilir? Bu sadece bizim ülkemize özgü bir durum. Şimdi bütün istihbarat yapanları, bütün istihbaratçıları, sorgulamak durumunda kalırsak jandarmada istihbarat dairesi kimin zamanında kurulmuş ise onu da buraya getirmek gerekir. Levent Ersöz savunması sırasında çokça anlattı. Alınan ses kayıtlarının ve çözümlerinin, aslında üst komutanlıklara iletildiğini, resmi kayıtlarda dosyalandığını söyledi. Üstelik Cumhuriyet savcılarımız bu bilgi ve belgeleri bu resmi kayıtlardan almak yerine, nedense nasıl ele geçirildiği belli olmayan bir yöntemle ya tahrif edilmiş ya da kes kopyala yöntemi ile nitelikleri değiştirilmiş çözümleri alarak onlara inandı ve iddianamelere kondu. Bu nedenle Sayın mahkeme öncelikle Jandarma Genel Komutanlığı’na bir yazı yazarak bu dosya kapsamında ismi geçen insanların kişilerin ses kayıtlarının orijinallerinin olup olmadığı eğer orijinalleri Jandarma Genel Komutanlığı kayıtlarında bulunuyorsa bunların delil bütünlüğü ve delil sağlığı ilkelerine uygun olarak gönderilmesini istemelidir. Bu yeter mi yetmez, bir şey daha yapmak gerekir. Eğer bu kayıtlar geldiği takdirde bu kayıtların üzerindeki bilgilerle Sayın Cumhuriyet savcılarının iddianameye koyduğu belgeler arasında bir değişiklik varsa, tahrifat varsa o takdirde geriye doğru kaynağına inerek bütün sorumluların hakkında mahkemece suç duyurusunda bulunulması gerekli. Bu dosyalarda ihbarcıdan geçilmiyor. Örneğin Hasan Atilla Uğur'la ilgili olarak Heredot Cevdet diyebileceğiz bir kardan adam. Bir ihbarnamesinde nerdeyse yüzlerce kişinin bilgisini sunuyor. Bir ihbarcı, herhangi bir konuda ihbar yaparsa bir ya da bilemediniz iki kişiyi için ihbarda bulunur. Ama bu kişi hakikaten tarih yazar gibi alıyor ve insanların ilişkilerini de kurarak yüzlerce kişiyi bir dilekçede bir ihbar mektubunda ihbar ediyor. Bütün bunlar Sayın mahkemenin artık dikkatini çekiyordur umarız. Hasan Atilla Uğur'da ele geçtiği söylenen ve içerisinde bulunan bilgiler aleyhine kanıt olarak kullanılan bilgiler aslında hep baştan beri söylediğimiz gibi CMK 134. maddesine aykırı olarak elde edilmiş bilgilerdir. Bizim buradaki aykırılık iddiamız bu bilgilerin doğruluğu konusunda, bir kuşku yaratmak amacında değildir. Bu bilgiler, CMK 134 kapsamında yanlış olmasaydı doğru olacaktı? Hayır. Bunlar tümden yanlış olan bilgiler ancak buradaki sıkıntı doğru bir bilgi sadece usulen yanlış yakalanmış değil. Buradaki sıkıntı o CD’ler yaratılmış, yaratılmış CD’ler CMK 134 kapsamında yasaya uygun şekilde elde edilmediği için içindeki bilgilerde yanlış. Peki bu kadar, bu kadar zaman bu insanlar bu bilgiler nedeniyle tutuklu kaldılar. Artık buna bir son vermek gerekir. Bu tutukluluk konusunu, yargılamanın başladığı günden beri açıkladığımız ve her defasında yinelemek istemediğimiz nedenlerle ve tutukluluğun CMK’daki statüsü gereğince artık sonlandırılması gerekiyor. Müvekkillerimden Tuncay Özkan’da Mustafa Balbay için aslında gazeteci oldukları için yargılanıyorlar ve aslında düşünceleri nedeniyle yargılanıyorlar. Kanıtlara baktığınız zaman iddiaya baktığınız zaman korkunç gerçek kendisini gösteriyor. Burada düşünce yargılanıyor. Tuncay Özkan müvekkilim konuşması sırasında bir ülkeden ve haklar bildirgesinden söz etti bizde haklar bildirgesinin olmadığını belirtti. Aslında bizde de haklar bildirgesi var. Örneğin birkaç tanesini okumak istiyorum. Anayasamıza Ceza Muhakemeleri Kanunu'na, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve taraf olduğumuz diğer uluslar arası anlaşmalara göre herkes kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir. Soruşturma ve kovuşturma anayasamızda ve yasalarımızda yer alan kişiden kişiye değiştirilmeyecek emredici kurallara tabidir. Üç, anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan kanıtlarla somutlaşan ceza yargılaması kuralları keyfi olarak uygulanır ise hukuk devleti ortadan kalkar. Hukuk devletinin olmadığı yerde kişi hak ve hürriyetlerinden, yargı bağımsızlığından, yargı güvencesinden, adil yargılanmadan, kişi güvenliğinden söz edilemez. Dört, suçluluğu kesin hükümle sabit olununcaya değin herkes suçsuz kabul edilmek zorundadır. Suçsuzluk karinesi anayasamızın ve yasalarımızın güvencesi altındadır. Beş, yasama, yürütme ve yargı organları kişilerin suçsuzluk karinesinden yararlanma hakkını korumakla yükümlüdür. Basın ve yayın organları kesin hükümle mahkûm olmamış kişileri toplum gözünde suçlu ilan edecek yayınlar yapamaz. Altı, hiçbir kamu görevlisi bireylerin adil yargılanma hakkını ihlal edemez. Aksine davranan kamu görevlileri, hukuki ve cezai açıdan sorumlu olacaklarını bilmelidirler. Yedi, bireylerin savunma hakkı kısıtlandığı takdirde hukuk devleti giderilmesi olanaksız biçimde yara alır. Bu 50’ye kadar gidiyor. Bizde de haklar bildirgesi var ama bu haklar bildirgesini gazetelere İstanbul Barosu tam sayfa ilan vererek altına da ceza hukuku alanında profesörlerin imzasını alarak yayınladı. O günden bu tarafa değişen ne hiçbir şey değişmedi. Müvekkillerimin, tutuklu bulunan müvekkillerimin daha önce ayrıntılı biçimde izah ettiğim, çeşitli dilekçelerimle izah ettiğim nedenlerle tahliyesine karar verilmesine talep ediyorum, saygılar sunuyorum.

Sanık Tuncay Özkan müdafii Av. Ahmet Çörtoğlu söz istedi, verildi:" Sayın Başkan, Sayın Heyet; bugün Sayın mahkemenize 3 adet dilekçe sunduk. Tahliye istememize ilişkin dilekçe ve bunun yanı sıra 07.05.2010 tarihli ara kararınıza Susurluk Raporunun Başbakan Mesut Yılmaz’dan ve başkanlık teşhis kurulundan istenmesine dair ara kararınızdan, rücu edilmesine ilişkin dilekçelerimize her iki üyeye de iletilmek üzere üçer adet sunmuştuk. Ancak bugün müvekkilim Tuncay Özkan’ın bana celse arasında ibraz ettiği kendisine Tekirdağ özel tip cezaevinden gelen bir mektupla ilişkin taleplerimizi içeren dilekçeyi sadece bir nüsha olarak mahkemeye sunduk. Bu mektupla ilişkin taleplerimizi dile getirerek konuşmaya başlamak istiyorum. Hatırlanacağı ve kayıtlara bakıldığında görüleceği üzerine Tuncay Özkan ifadesinde burada bulunmasının sebeplerinden bir tanesinin de AKP Diyarbakır milletvekili İhsan Arslan’ın kendisine duyduğu özel duygular olduğunu dile getirmişti. Bu konuda İhsan Arslan’ın Tuncay Özkan’a karşı açtığı iki dava vardı bir davası red olundu bir davası da devam etmektedir. Bu davanın konusu, bu davanın konusu Tuncay Özkan kanal Türk televizyonu ile yayın hayatına devam etmekte iken talimatı İhsan Arslan’dan ve onun adamı olduğu iddia edilen Orhan Aykut’tan aldığı söylenen şüpheli kişilerin kanal Türk televizyonu kurşunlanmasına ilişkindi. Kamuoyunda matkap operasyonu olarak bilinen operasyon kapsamında Tuncay Özkan bizzat kişilerden şikâyetçi olmuş ve bu kişiler hakkında İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/185 esas sayılı dosyasında dava açılmıştır. Şimdi bu şahıs yani o davanın yargılanan sanığı Orhan Aykut bir örneğin dilekçemiz ekinde Sayın mahkemeye sunduğumuz 25.05.2010 tarihli bu mektubu ile direk olarak cezaevi idaresinden verilmiş ve buradaki cezaevi idaresi tarafından görüldü alınarak Tuncay Özkan’a iletilmiştir. Bu mektupta mektubu yazan Orhan Aykut Tuncay Özkan’a yapılanları bir haksızlık ve bir komplo olduğunu özet olarak, bütün yapılanların sorumluları İhsan Arslan ve Ramazan Akyürek olduğunu ve buna yapılan komplonun ne olduğuna dair Tekirdağ mahkemelerine talimaten ifade verildiğini mektupta iletmektedir. Bu nedenle eğer yanılmıyorsak 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/185 esas sayılı dosyasında Orhan Aykut’un ifadesinin celbini talep etmekteyiz. Mahkeme eğer ilgili şahıs bu ifadeyi başka bir mahkemeye sunmuş ise bunun tespiti halinde de bu mektubun aslını ya da aslının aynıdır tasdikini taşıyan bir örneğini mahkemeye sunulmak üzere elden takip yetkisi talep etmekteyim. Hatırlanacağı üzere Sayın mahkeme 7 Mayıs 2010 tarihli ara kararında Tuncay Özkan’ın evrakları arasında bulunan Susurluk Raporunun kırmızı mühürlü bir örneğinin karşılaştırma yapılmak üzere Sayın Başbakana dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’dan ve Başbakanlık Teftiş Kurulundan istenmesine talep etmiştim. Bizde 15.05.2010 tarihli duruşmada bu ara karardan rücuunu dile getirmiş, Sayın mahkememizde aynı tarihli ara kararla talebimizi reddetmiştir. Ancak o tarihten sonra gelişen hukuki bir değişim nedeniyle Yargıtay 9. Ceza Dairesinin, 3 Şubat 2010 tarih ve 2008/7821 esas sayılı dosyası üzerinden vermiş olduğu bir örneği tüm heyete ayrı ayrı sunulan dilekçe ekinde de bulunan bir karar nedeniyle, konuyu yeniden gündeme getirme ihtiyacı hissettik. Bizim buradaki esas amacımız Sayın mahkemenin ara karardan dönmesi değil, ilgili Yargıtay kararında açık bir şekilde ifade edinildiği üzerine suç unsurları oluşmamış bir belge üzerinde ısrarla getirttirilme talebi nedeniyle yargılanın geciktiği düşüncesindeyiz. Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu kararında diyor ki: Eğer içeri itibariyle devlet sırrı niteliğinde olan gizli kalması gereken bir belge eğer teşhir olmuş, halka açıklanmış gizliliğini ve sır olma önemini yitirmişse artık gizli belge temin etme ve devletin sırlarını bulundurma gibi bir suçun unsuru olamaz. Bu belge gizli niteliğini yitirmiş ve bu belge nedeniyle suç unsurları oluşmaz açıkça belirtmektedir. Susurluk Raporunun 22 Ocak 1998 tarihinde bizzat dönemin başbakanı tarafından halka açıklanması takiben Kutlu Savaş’ın hazırladığı Susurluk Raporunun tam metni ibaresi ile 1998 yılı içinde Radikal Gazetesi tarafından ek olarak bütün halka dağıtılması. Bir gün sonra ilgili kitapçığından dağıtılmasının, bir gün sonrada Susurluk Raporunun tam metni diye internette yer alması nedeniyle biz bu raporu devletin gizli ve sır niteliğindeki belgeleri temin etme bulundurma veyahut açıklama gibi Türk Ceza kanununun ilgili maddelerinde yer alan bir suç oluşmadığı düşüncesiyle sizlerin deyimiyle yargılamaya yenilik getirmeyeceği için bunun yanı sıra bir süre önce İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmekte olan ve bizim 1. iddianame olarak nitelendirdiğimiz dosyada da aynı raporun başbakandan istendiği başbakanın, başbakanın mahkemeye, dönemin başbakanının mahkemeye sunduğu, Başbakanlık Teftiş Kurulundan isteneninse bizde yok gerekçesi ile mahkemeye sunulmadığı sabittir. Bu nedenle bu konuda Sayın mahkemenin yeterli ve gerekli bilgisi vardır. Kaldı ki, müvekkilim Tuncay Özkan.”

Mahkeme Başkanı:" Rapor mahkemeye ulaştı avukat bey. Yani rapor mahkemeye ulaştı. Başbakanlık tarafından ( bir kelime anlaşılamadı) o konu hakkında.”



Sanık Tuncay Özkan müdafii Av. Ahmet Çörtoğlu:”Tamam olabilir. Ben zaten ara kararda rücu konusunda değil, ben unsurları bakamından. Kaldı ki, müvekkilim Tuncay Özkan bir kendi kendimize Sayın başkan, Sayın heyet kendi kendimize niye burada kalıyoruz sorusuna cevabını arıyoruz. Eğer bu soruların cevaplarından bir tanesi de ilgili Susurluk Raporuysa onla ilgili de açıklama ihtiyacı hissediyorum bunun için söylüyorum. Kaldı ki, müvekkilim Tuncay Özkan bu raporunu kendisinde olduğunu, raporun aslı olduğunu, üzerindeki mührün gerçek olduğunu bunları çok net bir şekilde dile getirmekte. Bu raporu bütün Türkiye biliyor. Hala internette var, gazeteler dağıtmış, başbakan televizyonda açıklamış bunların bütün belgelerini bu dilekçemizin ekinde artık raporun aleni olduğunu Tuncay Özkan’da bulunmadan önce alenileştiğini devlet sırrı olması niteliğini kaybettiğini. Böyle nedenle devlet güvenliğine ilişkin bir belge olması ihtimalinde olmadığı düşüncesiyle bu rapor geldikten sonra artık ara kararda rücu talep etmek gereksiz. Bunun ilgili suç unsurlarını oluşturmayacağını belge içeriği itibariyle de Türk Ceza Kanunun 327 ve 334’te belirtilen maddelerdeki isnatların bir delili olarak görülemeyeceğini dile getirdim. Belirttiğimiz dilekçelerin yanı sıra 03.06.2010 başlık tarihli 04.06.2010 imza tarihli tahliye istememizi, içeren dilekçenin içeriğinden de biraz söz etmek istiyorum. 15.05.2010 tarihli ara kararınızda Sayın mahkeme 11 yaklaşık 11 aydır süren yargılamada ilk defa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını atıf yapmak suretiyle. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararların makul süreye ilişkin kısımlarını atıf yapmak suretiyle savunmaya bir süre sınırı getirildi. Bunu gelirken geçen hafta İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinde yaşadığım bir anekdotu anlatmak istiyorum. Bir gazetecinin terör, bir savcıyı terör örgütlerini hedef göstermesi nedeni ile yapılan yargılamada gazeteci ifadesini sundu sorumlu yazı işleri müdürü ifadesini verdi yanında da sorumlu yazı işleri müdürünün vekili oturmaktaydı. Sayın 11. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı sorumlu yazı işleri müdürünün avukatına, vekiline söz verdi, ayağa kalktı saygıdeğer meslektaşım konuşmaya başlarken sen ne yapıyorsun dedi bu dedi sorgu dedi. Bu savunma değil dedi savunma bu işin sonunda yapılacak dedi. Sorguya ekleyeceğin bir husus var mı yok mu dedi. Sayın başkan, Sayın heyet biz buradaki bütün yargılamalarda Ceza Muhakemeleri Yasamızın gösterdiğinin aksine sanığın sorgusundan sonra bir savunma yapar nitelikte bir beyanda bulunmaktayız. Ceza Muhakemeleri Yasasında böyle bir şey yok biz sadece sorguya ekleyeceğimiz husus olup olmadığını beyanla mükellefiz, sizde bunu sorabilirsiniz. Bugüne kadar gösterdiğiniz geniş anlayış görüntüsü içerisinde bu yargılamanın uzamasına belki de iyi niyetli yaklaşımınızla neden oldunuz. Şimdi sanıkların sürelerinin iki günle, konuşma sürelerinin iki günle sınırlanmasını karar altına aldınız. Benim esas ifade etmek istediğim husus sanıkların iki günle sorgulama sınırlamasında aldığınız kararına gerekçe yaptığınız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin makul süreye ilişkin kararlarıdır. Dosyamız ekinde yaklaşık 15 tane yargılama sırasındaki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin özellikle 5. maddesinin 3. fıkrasına dair karar örnekleri sunduk bu karar örneklerinin hepsinde açıkça belirttiği üzere bizim anayasamızın 90. maddesinin son bendi gereği bizim için bağlayıcı olan ve üst hukuk normu haline gelen uluslar arası sözleşmelerden kaynaklanan mahkeme kararlarında sanığın huzurdaki Tuncay Özkan gibi 21 ay süren bir savunmasından son, tutuklu kalmasından sonra artık yoğun kuvvetli suç şüphesinin, salt tek başına tutukluluğun devamına gerekçe olamayacağı. Eğer tutukluluğun devamına gerekçe olarak gösterilecek kaçma, delilleri yok etme ve karartma iddialarının ve olgularının somut bir şekilde ortaya konma gerekliliğinin. Bunun yanı sıra yargıca karar verene, hükmü tesis edene eğer makul süreyi aşmış bir yargılama varsa ya yargılayacaksın ya da bırakacaksın yönünde, pardon ya yargılayacaksın yani ceza vereceksin ya da tutukluluğuna kuvvetli suç şüphesiyle devam edeceksin yönünde bir karar veremeyeceğini aksine anayasamız ve temel insan haklarına ilişkin belgelerde belirtildiği üzere aksi sabit oluncaya kadar kişinin masumiyet ilkesinden kaynaklandığı, kaynaklanması nedeniyle makul sürenin aşılması halinde sanığın tutuksuz olarak yargılanmasına devamı gerektiği çok açık bir şekilde ortaya konmaktadır. Sayın mahkeme malumları ki bu metinleri bizlerden çok daha iyi bilmektedir incelemesi de kapsamındadır. Tuncay Özkan’ın tutukluluk hali 21 aydır devam ediyor. Bize yargılama sırasında iki tane somut delil, iddia makamının iki tane somut delil olduğu beyan edildi 25.12.2009 tarihinde iddia makamı adına gerek soru sorma yönteminde, soru soran Sayın savcı Nihat Taşkın’ın 16 Aralık 2003 tarihli belge ile ilgili soru dediğinizde Sayın Başkan, siz bizzat müdahale ederek 16 Aralık 2003 tarihli belgeyi kabul etmiyor. Bunla ilgili soru sormayın dediğinizde Sayın savcı 16 Aralık 2003 tarihli belge bizim Türk Ceza Kanunu 311 ve 312 kapsamında doğrudan delilimizdir beyanında bulundu. Sabırla bekledik Sayın Levent Ersöz’ün de ifadesinin alınmasını. Jandarma Genel Komutanlığından gelen belge 16 Aralık 2003 tarihli resmi randevu defterini de göndererek 16 Aralık 2003 tarihinde Tuncay Özkan’la her hangi bir görüşme olmadığını bu görüşmeye katılan sanık Hasan Atilla Uğur ve Levent Ersöz açık bir şekilde Tuncay Özkan’la böyle bir görüşme olmadığını Tuncay Özkan’la böyle bir görüşme yapmadıklarını buna ilişkin de her hangi bir kayıt olmadığını da dile getirmektedir. Mahkeme dosyasında bulunan, mahkeme dosyası eklerinde bulunan 16 Aralık 2003 tarihli belgeye ilişkin tutanak ne bir ses kaydıdır ne bir ses kaydının çözümüdür ne görüntü kaydı vardır ne de görüntü kaydının çözümüdür. İddia makamının hazırlık soruşturması esnasında aldatma ve kandırma yöntemi izleyerek ısrarla başka sanıklara sorduğu sorularak rağmen, başka sanıklara sorduğu sorulara rağmen bu belgenin varlığını dile getirmiş olmasına rağmen Genelkurmay Hukuk Müşavirine soruyorlar ve diyorlar ses kaydının çözümü var sonra daha ileri aşamada ses ve görüntü kaydının çözümü var diyorlar. Bugüne kadar böyle bir belge Sayın mahkemeye sunulmamıştır. 15 Mart 2010 tarihinde dosyaya gelen emniyetten gelen yazıda da artık dijital ya da yazılı hiçbir bilgi ve belgenin emniyette bulunmadığı söylenmektedir. Bu durumda açıkça ortaya çıkıyor ki 16 Aralık ha pardon. Birde Levent Ersöz ifadesinde diyor ki: Bu belge içeriği ve yazım tipi itibariyle bizim, bizim hiçbir şekilde iç yazışma yada tutanağı alma gibi usul ve esaslarımızda belirtilen ihtivayı taşımamaktadır üyelikler ihtivada değildir diyor. Biz büyük küçük harfler yazılarda kullanmayız. Biz koyu font yapmayız, o yüzden bu belgenin bizden çıkmadığı açıktır. Bunun yanı sıra mefhumu muhaliften hareketle burada bulunan sanık levent Ersöz ve sanık Hasan Atilla Uğur, diğer kişilerle yaptıkları bütün görüşmeleri çok açık ve net bir şekilde ses ve görüntü kayıtları ile var ise dosyaya sunmuş bu görüntülemeyi ve bu görüşmeleri içeriği itibariyle de kabul etmişlerdir. Eğer böyle bir görüşme olsa bunları bu görüşmeleri bu görüşme 16 Aralık 2003 tarihli Ahmet Tuncay Özkan’la yapılan görüşmeyi inkâr etmelerinin hiçbir nedeni yoktur. O metnin içeriğini biliyorsunuz etli fasulyeyi sevmekten Tuncay Özkan’ın geri dönüp dönmediğini anlatmaktan, mantık silsilesiyle de çok farklı başlayan yanlış ters başlayan enerji bakanına YÖK’le ilgili bir sorununun açıklamasıyla tutukmuş bir tutanaktır. Ahmet Tuncay Özkan 11 aylık yargılamanın her aşamasında samimi bir şekilde bunların içerik olarak bir kısmının doğru olduğunu ancak farklı farlı ortamlarda yaptıklarını, konuşmaların usulsüz bir şekilde kayda alınarak daha önce kendi yaptığı bir gazetedeki bir röportajla verdiği bilgilerle birleştirerek bir metin haline getirilip dosyaya sunulduğunu beyan etmiştir. Bizde bütün yazılarımızda bütün yazılı beyanlarımızda bunları söyledik. Sayın başkan, Sayın heyet, iddia makamının iddianame kapsamında 311 ve 312’nin somut delili olarak sunduğu 16 Aralık 2003 tarihli belgenin hiçbir hukuki ve maddi külfeti yoktur, delil niteliği taşımaz, gerçek değildir, düzmecedir, yapmadır, bir kağıt parçasıdır. Bu beyanlarımın hepsi hukuken nitelendirilmesi gerekir. 21 aydır tutuklu sanık Ahmet Tuncay Özkan’a ilişkin delillerin toplanmamış olması da gerekçe olarak gösterilemez. Sanık hakkında bütün deliller toplanmış ve İstanbul Emniyet Müdürlülüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlülüğünün yanı sıra İstanbul Emniyet Müdürlülüğü Organize Suçlar Şube Müdürlülüğünden de gelen yazılardan anlaşılacağı üzere bizim yargılama hukukumuza çok aykırı bir şekilde mahkemede oluşan iddia makamı tarafından artık mahkeme dosyasına sunulacak delilde kalmamıştır. Yargıtay, hazırlık soruşturması esnasında Halkalıdaki depoda bir kısmının Tuncay Özkan’a ait olduğu kendi tarafından da kabul edilen ama büyük bir kısmının 15 yıllık bir arşivi içerdiği yaklaşık 250 kişiye ait olduğu depoda bulunan patlayıcı olduğu iddia edilen gerçekten ve gerçekten Sayın mahkeme getirin huzurunuzda bakın, hiçbir patlayıcı özelliği olmayan, korkutucu emniyetin raporuna göre korkutucu bomba özelliğinde olan, kandillerin ise müvekkilimin hiçbir şekilde, hiçbir şekilde tutuklu olarak yargılanmasını gerektirir nitelikte olmadığı düşüncesindeyim. Tüm bunların yanı sıra pazartesi günkü oturumda Sayın Tuncay Özkan’ın mahkemeye dile getirdiği 29 Mayıs 2010 tarihli Yeni Şafak Gazetesinde çıkan bu dosyanın tutuksuz sanıklarından bir tanesiyle yaptığı telefon görüşmesini benim büro ortağım olan ve Cumhuriyet Halk Partisi Manisa milletvekili Şahin Mengu’yle yaptığı çok farklı bir konuşma ile birleştirmek suretiyle birleştirmek suretiyle, iddianamede yer alan Cumhuriyet Halk Partisi’ni ele geçirme hareketlerine delil olarak, çarpıtarak adil yargılamayı ve Sayın mahkemeyi etkilemek üzere sunulan konuşmada o dönemin Cumhuriyet Halk Partisi İl Başkanı olan Kemal Karataş’ın soyadı değiştirilmek suretiyle Kemal Kılınçdar olarak olarak belirtilerek, Sayın mahkeme üzerinde kanunsuz, usulsüz ve hukuksuz bir şekilde etki yapılmak, adil yargılanmanın, müvekkilimin adil yargılanmasının engellenmesi düşüncesi hareketi vardır. Sayın mahkemeye, bu Yargıtay ceza dairesinin kararını biz suç duyurusunda tazminat davası açtık suç duyurusunda bulunmadık. Bugünkü talebimizi değerlendirmenizden sonra ona göre suç duyurusunda bulunacağız. 11. Ceza Dairesi İlhan Cihaner olarak bilinen dosya kapsamında verdiği kararda Cihan, Yargıtay’da İlhan Cihaner planı başlıklı haber nedeniyle. Zaman, Star, Yeni Şafak, Bugün ve Vakit gazeteleriyle Samanyolu TV’si hakkında adil yargılanmayı etkiledikleri gerekçesiyle suç duyurusunda bulunma kararı almıştır. Bugüne kadar olanın aksine TCK 205 kapsamında değildir. Duruşma esnasında işlenmemiştir gerekçesiyle talebimizi reddetmeden önce düşünmenizi ve talebimizi kabul etmenizi diliyorum. Çünkü buradaki amaç açıktır, içindeki sanık konumunda olan kişilerin mahkeme huzurunda iddia makamının dayanaksız iddialarını geçerli gibi göstermek amacı vardır. Bu gündemin Cumhuriyet Halk Partisi kurultayını, Cumhuriyet Halk Partisini özellikle yayınlandığı gün Cumhuriyet Halk Partisi MYK seçimlerini olması nedeniyle de gazeteye yer aldığı bizim kendi tespitimizdir. Israrla ve ısrarla talep ediyorum. Buradaki amaç açıktır, sanığı ve diğer sanıkları kamuoyu önünde suçlu gibi göstermek bütün ifadelerde açıkça var olan bir soyadı değiştirerek Karataş soyadını Kılıçdaroğlu yaparak bu konuşmanın Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanını devirmek yerine Kemal’i desteklemek Kemal’in soyadı da var yazıyor. Kemal’le oynayıp. Bu hususta şudur Sayın başkan belki şeyimiz yoktur. Cumhuriyet Halk Partisi gençlik kolları seçimi yapacak, orda bir takım parti içinde her zaman olduğu gibi bir takım etkin isimler vardır. Dosya sanığı Evrim Baykara’da Cumhuriyet Halk Partisi Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı, bununda haliyle İzmir’de yaptığı, İzmirli olması nedeniyle kendisinin etkisinde bulunan kendisini yakınında olan üstünde etki yapabileceği dört tane delege vardır. Bu delegeyle ilgili eğer yönetimi ele geçirebileceklerse yani yönetimde hâkim olmak istiyorlarsa bunlar siyaset yapıyorlar. İl başkanı Kemal Karataş’ın desteklenmesi gerektiği kendilerine ifade edilmektedir. Yoksa burada hiçbir şekilde 2008 yılında Kılıçdaroğlu’nu desteklenip Deniz Baykal’ın düşürülmesi böyle bir şey söz konusu değildir. Yayını yapan basın organı bugüne kadar tüm sanıklarla ilgili yaptığı gibi buradaki sanığı sizlerin ve kamuoyunun önünde suçlu olarak göstermek düşüncesidir. Eğer Sayın mahkeme bunlara bir dur demezse 205 kapsamında duruşma esnasında işlenmiş suçları çok dar olarak yorumlarsa kaldı ki 11. Ağır Ceza Dairesinin İlhan Cihaner dosyasında aldığı suç duyurusunda bulunma kararını size arz ettim. Bunların hepsi devam edecek. Martin Luther King ne diyor biliyor musunuz? Yasalarla halkın beni sevmesini zorlayamazsınız ama yasalarla kamuoyunun beni linç etmesini engelleyebilirsiniz. Sizlerden dileğimiz budur Sayın başkan, Sayın heyet. Açıkça ilk konuşmayı yapan saygıdeğer meslektaşım Ali Rıza Bey’in değindiği gibi bende adaleti sizlerde bu heyette arıyorum artık iddia makamına bugüne kadar yapıla gelenlerden dolayı bir hukukçu olarak görevimi yitirmiş bulunuyorum. Gündemimizde bir konu var hani her yerde diyorlar ya biz hiçbir kimseden etkilenmeyiz özellikle yürütmeden hiç etkilenmeyiz. Hayır değil tamamen yürütmeden etkileniyorlar. Yürütmenin etkisi kanımca yürütmenin etkisi ve baskısı altındalar. Pazartesi günü önceki adalet bakanlarımızdan Seyfi Oktay gözaltına alındı ve İstanbul’a getirildi. Bu arada Seyfi Oktay bir alevi yani ben olayı anlatmak için söylüyorum. Alevi milletvekilleri anında Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde toplandılar. Başbakana basından, Başbakana ulaştılar bu AKP’ye karşı yapılan bir komplodur. Pazar günü biten Alevilerle ilgili kurultayda Cumhuriyet Halk Partisi’nin desteklenme kararı Kılıçdaroğlu’nun desteklenme kararı alınmıştır. Bu kararla devamla devam eden o dini görüş içinde olan o inanış içinde olan insanlardan özelliği olan bir şahsın gözaltına alınması hem de 76 yaşında eski adalet bakanlığı yapmış bunu gözaltına alma emri verenlerden çok daha iyi hukuku bilen yılların hukukçusunun apar topar bu şekilde gözaltına alınması, gözaltına alınmasının kendilerine karşı yapılan bir oyun olduğunu Alevi oylarının verilmemesini, Cumhuriyet Halk Partisi’ne gideceğini düşüncesiyle Başbakana ulaşıyorlar tamamen gazete haberi. Başka ulaşıyorlar ve Başbakana bunu belirtiyorlar. Bunları yapanlar Adalet ve Kalkınma Partisi içindeki Alevi kökenli milletvekilleri ve dün bugüne kadar hiç olmadığı bir şekilde Seyfi Oktay hakkında gözaltına alınma kararını gözaltına alınmışken ama yani gözaltına alınmamışken birkaç defa oldu gözaltına alınma kararından vazgeçilmesi. Gözaltına alınma kararından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı vazgeçti, davetiye çıkartıldı. Gözaltına alınan Seyfi Oktay’da hastaneye kaldırıldı. Bu açık şekilde söylüyorum, iddia makamı yürütmenin ve bence benim bilmediğim aklıma bile getiremediğim bir takım güçlerin baskısı ve etkisi altında kalıyor. Bu benim hukuki düşüncem. Samimi olarak söylediğim hiçbir şekilde kişiselleştirmediğim bir düşüncem. Bu nedenlerle diyorum ki; bizim tek umudumuz Sayın mahkeme ve bugüne kadar tüm taleplerimizce, kanımızca, hukuken geçerli olmayan ve ayrıntılı bir şekilde reddeden Sayın üyelerdedir. Yargının bağımsızlığı ve yansızlığı insanlığın bulduğu en gerçekçi çözümdür. Hukuk devletini uygulamak istiyorsak yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını bulmak zorundayız. Eğer hukuken ve adaletin uygulayıcısı bizlerin hukuk ve adalet beklediği Sayın mahkeme bizlerin nezdinde inandırıcılığını ve saygınlığını devam ettirmek istiyorsa o onun tarafsızlığa bağlıdır. O onun erdemidir tüm bu beyanlarımla birlikte Sayın mahkemeye sunduğumuz taleplerimizle içere, ayrı ayrı heyet üyelerine de arz ettiğimiz taleplerimizi de içeren gerekçelerimizi, lütfen ve lütfen değerlendirilmesi esnasında incelenmesini ve bu inceleme yapıldıktan sonra taleplerimiz doğrultusunda karar verilmesini. Tuncay’ın sardunyasına, Tuncay’ı annesine, kızına özgür bir şekilde ve Türkiye’ye bağımsız bir şekilde bu ülkenin menfaatleri demokrasinin ve hürriyetin bir temsilcisi olarak özgürlüğüne tekrardan kavuşmasını vereceğiniz tahliye kararı ile sağlanmasını talep ederim.”

Sanık Mehmet Haberal Müdafii Av. Dilek Helvacı söz istedi, verildi:"Sayın Başkan, Sayın Üyeler, Sayın İddia makamı; müvekkilimiz Mehmet Haberal’ın huzurunuzda ifade ve sorgusu tamamlanmıştır ve müvekkilimiz bu sorgusu sırasında gerek Sayın iddia makamı gerekse Sayın mahkemeniz üyelerinin kendisine yönettiği her soruya büyük bir samimiyetle cevap vermiştir ki, bu soruların büyük bir bölümü iddianamenin ekleri arasında yer almamasına ya da başka iddianamelerin konusunu teşkil etmesine ya da hukuka aykırı delil niteliği taşımasına rağmen avukatı olarak benimle dahi duruşma sırasında tartışarak bu kuvvetli suç şüphesi neyse ben bundan ayrılmak istiyorum. O nedenle yasal olsun ya da olmasın bana yöneltilen her soruyu cevaplandırmaya hazırım diyerek suç şüphesinden tamamıyla arınmıştır. Nitekim Sayın mahkemeniz başkanının müvekkilimizin sorgusundan sonra mevcut delil durumu delillerin karartılma ve kaybolma riskinin olmaması, kaçma şüphesinin olmaması ve buna ilaveten müvekkilimizin toplumdaki konumunu göz önünde bulundurularak tahliyesini talep etmesini de müvekkilimiz hakkında kuvvetli suç şüphesinin bulunmadığının açık göstergesidir. Ancak müvekkilimiz bu sorgusu sırasında lütfen bana kuvvetli suç şüphesi neyse söyleyiniz diye ısrarla Sayın iddia makamına da Sayın mahkemeniz üyelerine de soru yöneltmesine rağmen Sayın mahkemeniz üyelerinin tutukluluk halinin devamına ilişkin oy çokluğu ile verdiği karara baktığımızda maalesef yine bu kuvvetli suç şüphesinin ne olduğunun belirtilmediği ve Ceza Muhakemeleri Kanununun 34 ve 101/2. maddelerine aykırı olarak tutukluluğunun devamına gerektiren hukuki ve fiili sebeplerin her bir sanık için ayrı ayrı belirtilmeksizin genel soyut gerekçelerle tutukluluk halinin devamına karar verildiği görülmüştür. Oysaki müvekkilimiz bugüne kadar üçü Sayın mahkemeniz başkanı olmak üzere toplam 16 mahkeme kararında belirtilen muhalefet şerhleriyle mevcut delil durumu itibariyle tahliyesi istenmiş bir kişidir. Aynı şekilde 6 Cumhuriyet savcısı da müvekkilimizin mevcut delil durumu itibariyle tahliyesine karar verilmesi gerektiği şeklinde mütalaa vermiştir. Şimdi aynı dosyada aynı iddianameye dayalı olarak 16 ayrı mahkeme kararında belirtilen mahkeme başkanı ve üyeleriyle 6 Cumhuriyet savcısının dosyadaki mevcut delil durumu itibariyle tahliyesini istediği bir durumda müvekkilimiz için artık aynı delillere dayalı olarak kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunu kabul etmek mümkün değildir. Bu konuda gerek müvekkilimizin gerekte kamuoyunda çeşitli kişilerin bana zaman zaman sordukları soru şu; müvekkilim ifadesinden sonra bu duruşma tutanaklarını bir kitap haline getirdi ve “suçum ne” diye yayınladı. Bu kitabı okuyanlar herkes şu psikoloji içinde okuduklarını söylüyorlar. Kitabı okurken hep bir sonraki sayfasında her halde bir şey çıkacak her halde bir şey var ama 14 aydır tutuklu olduğunu göre ve bir terör örgütü yöneticisi olarak tutuklandığını göre fakat kitabın sonuna geldiğinde bunlardan dolayı bu bilim adamı 14 aydır tutuklu mahkeme başkanı ve diğer başkan ve üyelerin muhalefet şerhlerine rağmen hangi kuvvetli suç şüphesiyle tutuklu olduğu sorusunun cevabını bulamamaktadır. Açıkça söylemek gerekirse 21 yıllık bir hukukçu olarak bende müvekkilime bu sorunun cevabı veremiyorum ve müvekkilim bana acaba iki mahkeme üyesi bizim görmediğimiz bir başka iddianameye dayalı olarak mı bu yargılamayı devam ettiriyorlar. Bu önyargının sebebi nedir, hangi etkilerle böyle bir karar veriyorlar diye bana soru yönelttiğinde salt hukuka dayalı olarak bu dosyayı inceleyen biri olarak ben bu sorunun cevabını kendisine veremiyorum, anlaşılan odur ki bu sorunun cevabını Sayın mahkemenizi üyeleri de veremiyorlar ki hiçbir zaman için müvekkilimiz için tutukluluk halinin devamına ilişkin gerekçelerde somut bir kuvvetli suç şüphesi ya da tutukluluğun devamını gerektiren bir sebebi belirtmemişlerdir, bu da bu şeyin gerçek olmadığı kuvvetli suç şüphesinin ortaya koymaktadır. Nitekim müvekkilimize çapraz sorgusu sırasında gerek iddia makamı gerekse mahkemeniz üyeleri tarafından terör örgütünün yöneticisi olmaktan dolayı 14 aydır tutuklu olmasından rağmen bu konuda hiçbir soru yönetmemiştir. Sorulan sorular milli egemenlik hareketi, Bülent Ecevit’in Başkent Üniversitesindeki tedavisi ile ilgili iddialar ya da bu konu ile ilgili olarak kimlerle görüştüğü telefon konuşmaları buna dayalı olarak çeşitli sorular yönetilmiştir. Ki, bunlarla hiçbir zaman müvekkilimizin terör örgütünün yöneticisi olmayacağı açıktır. Müvekkilimiz tamamen anayasa ile her ferde tanınan haklarını kullanarak yasal sınırlar içerisinde faaliyette bulunmuştur. Müvekkilimizin aynı zamanda tutuklamanın devamını gerektirecek kaçma ve delilleri karartma şüphesi altında bulunmadığı açıktır. Müvekkilimiz uzun zamandır devlet koruması altındadır, sabit ikametgâh sahibidir, sabıkasız dünyaca tanınmış bir bilim adamıdır. Bu yönüyle de müvekkilimiz için tutuklanmanın devamını gerektiren sebeplerin mevcut olmadığı açıktır. Sayın mahkemenizin her ne kadar sorgunun tamamlanmasından sonra Sayın mahkemeniz başkanı müvekkilimizin tahliyesine yönelik muhalefet şerhi verdikten sonra verdiği kararda müvekkilimizin sağlık durumu itibariyle hayatı risk teşkil edip etmediğinin tespiti için adli tıp kurumuna sevkine karar vermiş ise de bu raporunu davaya yeni bir boyut kazandırmayacağı açıktır. Çünkü Sayın mahkemeniz daha önce adli tıp kanununun 31. maddesi uyarınca resmi bilirkişi konumunda bulunan İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsünde görevli uzmanlar tarafından düzenlenen heyet raporlarına doğru kabul ederek müvekkilimizin hayati risk altında olduğu gerekçesiyle oy birliği ile müvekkilimizin video konferans yöntemiyle ifadesinin alınmasına karar vermiştir. Sayın mahkemeniz bu kararı verdiğinde bu raporların doğruluğu konusunda en küçük bir şüphesi olmadığına kanaat getirerek bu kararı oy birliği ile vermiştir. Şimdi müvekkilimizin sorgusunun tamamlanmasından sonra eşdeğer bir bilirkişi konumunda olan adli tıp kurumundan yeniden görüş sorulmasının hukuksal hiçbir izahı bulunmamaktadır. Çünkü Yargıtay kararlarında açıkça adli tıp kurumunun sağlık konusunda tek ve son merci olmadığı üniversitelerin sağlık heyetlerince düzenlenen raporlarında eşdeğer bir nitelik arz ettiği belirtilmiştir. Sayın mahkemenizin bu ara kararından sonra konuyla ilgili olarak adli tıp kurumuna sevkine karar verilmiştir ancak kardiyoloji enstitüsü 1 Haziran tarihi itibariyle yeniden bir heyet raporu düzenlemiştir ve bu heyet raporunda da müvekkilimizdeki rahatsızlıkların halen daha ani ölüm riski teşkil ettiği açıkça belirtilmiş ve daha önce adli tıp kurumuna sevk edildiği sırada yaşanan olaylar nedeniyle orda saatlerce bekletilip bir sürü olumsuz muameleye maruz bırakılmıştır müvekkilim. Ardından orda da kalp atakları yaşamıştır nitekim duruşma sırasında da dosyaya sunmuş olduğumuz ve Sayın naip hâkim Hüsnü Çalmuk tarafından da tespit edildiği üzere yine ani ölüm riski teşkil eden ciddi kalp atakları yaşamıştır ve doktorların söylediğine göre bu ataklar birkaç saniye daha devam ettiği zaman kalbin durup ani ölüme sebebiyet veren aniden gelişen ve önceden öngörülemeyen rahatsızlıklardır. Adli tıp kurumu kardiyoloji enstitüsünün bu raporu üzerine hem bugün itibariyle Sayın mahkemenize bir yazı göndermiştir. Bu yazıda da birincisi bu ciddi katekolominerjik mentrüküler taşikardinin ani ölüm riski olduğundan, hayati risk taşıdığı belirtildiği bu raporda buna göre, kişinin iyileşerek adli tıp kurumuna gelene kadar muayenesinin ertelenmesine karar vermiştir. Adlı tıp başkanı Haluk İnce’nin yazısında müvekkilimizin halen hayati risk altında olduğu ve ani ölüm riski taşıdığı açıkça kabul edilmiştir. Şimdi bu kısır döngü içerisinde bir taraftan dosyada müvekkilimizin hayati risk altında olduğuna dair çok sayıda rapor var ve bunlar resmi bilirkişi konumundaki kurumlar tarafından düzenlenmiş. Bir taraftan adli tıp kurumu evet hayati risk altında ve ani ölüm riski teşkil ediyor bu rapora göre o zaman ben muayene edemem iyileşince bana gelsin diyor ve müvekkilimiz böyle bir ara kararına dayalı olarak Sayın mahkemeniz üyelerince delillerin halen daha toplanmamış olması gerekçe gösterilerek tutukluluk halinin devamına karar veriliyor. Bunun hukuksal hiçbir izahının olmadığı açıktır. Eğer Sayın mahkemeniz üyeleri şayet müvekkilimizin sağlık durumunu iyi niyetli bir tahliye gerekçesi olarak kullanmak istiyorlarsa adli tıp kanunu 31’e göre resmi bilirkişi konumunda olan kardiyoloji enstitüsünün raporlarıyla yetinmeleri gerektiği açıktır. Çünkü adli tıp kurumu 3. ihtisas kurulunda bir kardiyolog ve psikiyatrik uzman bulunmadığından başka kurumlardan iki üye çağrılarak önceki rapordan anlaşılacağı üzere heyet teşkil edilmesine rağmen kardiyoloji enstitüsüne düzenlenen raporlar 5 veya 6 kardiyoloji uzmanı ve bunların hepsi profesördür, onlar tarafından düzenlenmiştir. Bu nedenle eğer bu gerekçe ile isteniyorsa ve adli tıp kurumunun da bugün gelen bu yazısı karşısında Sayın mahkemenize son olarak sunmuş olduğumuz 1 Haziran tarihli rapor çerçevesinde müvekkilimizin hayati risk altında olduğu tartışmasız bir gerçektir. Kaldı ki gerek bir gerekse müvekkilimiz savunmasında biz hiçbir zaman sağlık sebebine dayalı olarak doğrudan bir tahliye talebinde bulunmadık biz mevcut delil durumu itibarıyla tutuklamayı gerektiren hiçbir sebebin bulunmadığını buna ilaveten sağlık sebeplerinin hayati risk teşkil etmesi sebebiyle tahliye nedenini gerekçesini oluşturacağını söylemiştik. Müvekkilimizde sorgusu sırasında tahliyesinin sağlık sebebine değil delil durumuna dayanması gerektiği inancını taşıdığını belirtmiştir. Nitekim Sayın mahkemeniz başkanı tarafından verilen muhalefet şerhinde de sağlık sebebi tahliye gerekçeleri arasında gösterilmemiştir. Aynı şekilde Bülent Ecevit’e Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesindeki tedavi sürecinde kendisine yaşı ile uyumlu tedavinin yapılıp yapılmadığı konusunda alınacak raporunda müvekkilimizin hukuki durumuna olumlu ya da olumsuz hiçbir katkı sağlamayacağı açıktır. Çünkü müvekkilimiz dosyadaki belgelerle ve raporlarda açıkça görüldüğü üzere Bülent Ecevit’in tedavisini yürüten sağlık ekibinde yer almamıştır. Ayrıca Sayın mahkemeniz huzurunda dinlettiğimiz Can Dündar’ın “Karaoğlan” belgesinin kamera arkası görüntülerinde Can Dündar’ın “gizli bahçe” isimli kitabında bu konuda Milliyet Gazetesinde yayınlanın röportajında da gerek Sayın Bülent Ecevit’in gerekse Rahşan Ecevit’in Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesinde yanlış tedavi yapıldığı iddialarını şiddetle reddettiği ve kesinlikle burada yanlış bir tedavinin uygulanmadığını belirttiği Bülent Ecevit’in buna ilaveten bu hastanede kendisine uzun süreli bir dinlenme tavsiyesinde de bulunulmadığı belirttiği sübuta ermiştir. Bu çerçeve de adli tıp kurumu 3. ihtisas kurulundan gelen yazı cevabından Bülent Ecevit’in hastaneye yattıktan önce ve yatmasından, taburcu olmasından sonraki tüm tedavi evraklarının toplanmasının uzun zaman alacağa ve bununda yargılamaya sürüncemede bulunduracağı göz önünde bulundurularak bu ara kararının da müvekkilimizin tutukluluğunun devamına bir gerekçe olarak gösterilemeyeceğini belirtmek istiyorum. Sayın mahkemenize dosya kapsamındaki bu veriler çerçevesinde hukuki açıdan tutuklamanın devamını gerektiren sebeplerin bulunmadığını arz ettim ancak müvekkilimizle ilgili son derece önemli bir gelişmeyi de Sayın mahkemenize arz etmek istiyorum. Müvekkilimiz Mehmet Haberal, tutuklanmadan önce uluslar arası yanık derneğinin 50. yılı dolayısıyla Türkiye’de ilk düzenlenecek olan uluslar arası yanık derneği kongresinin başkanı olarak görevlendirilmiştir. Bu konuda müvekkilimizin yerel başkan olarak görev aldığı broşürler basılmış, kitapçıklar basılmış ve bu dünyanın dört bir yanına dağıtılmıştır. Müvekkilimiz bu çalışmalara başladıktan sonra maalesef tutuklanmıştır bu tutukluluk sürecinin uzaması üzerine bu komitenin başkanı tarafından bir karar alınarak müvekkilimize bu kongrenin Türkiye’de Mehmet Haberal’ın maruz bırakıldığı bu hukuka aykırı uygulamalar ve bağlı olduğu üniversitenin maruz bırakıldığı haksızlıklar telafi edilene kadar kongrenin İstanbul'da yapılmasından vazgeçilmesine karar verilmiştir ve o dönemde çeşitli basın yayın organlarında da yayınlandığı üzere müvekkilimiz bunun üzerine uluslar arası yanık derneğine bir yazılı açıklamada bulunarak bu olay ülkemle benim sorunumdur. Dış ülkelerin bunu hiçbir şekilde müdahale etmeye hakkı yoktur. Ülkemiz her zaman için güvenlidir ve ben bu kongrenin İstanbul'da yapılmasının tüm sorumluluğunu üzerime alıyorum diyerek kongrenin ülkemizde yapılmasını sağlamıştır ve bu kongre 21-25 Haziran tarihleri arasında İstanbul’da yapılacaktır ve bu kongreye 47 ülkeden yaklaşık 1000 kişi katılacaktır. Müvekkilimiz hastanedeki sınırlı imkânları dâhilinde bu kongrenin hazırlanması için elinden gelen tüm gayreti göstermiş ve tüm hazırlık çalışmalarını tamamlamıştır. Bu nedenle devletine karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarını korumak adına kendisine yüklenen görevi layıkıyla yerine getirmenin haklı onuru içerisindedir. Ancak şunu belirtmek isterim ki, bu kongre Profesör Doktor Mehmet Haberal’ın başkanı olduğu bu kongreye gelen binlerce kişi Profesör Doktor Mehmet Haberal nerde? Sorusuna bir terör örgütünün yöneticisi olduğu gerekçesi ile 14 aydır tutuklu mahkeme başkanı ve onun dışında 16 ayrı mahkeme kararıyla tahliyesinin istemesine rağmen mahkemenin iki üyesinin oy çokluğu ile verdiği kararla tutukluluk hali devam ediyor cevabı ile karşılaşacaktır. Bu cevap açıkça söylemek gerekirse ülkemizin uluslar arası platformda itibarını ve onurunu son derece rencide edecek bir durumdur. Bu sorun artık Mehmet Haberal’ın kişisel bir sorunu değil devlet sorunu haline gelmiştir. Çünkü şayet müvekkilimiz tahliye edilerek bu kongreye katılabilmiş olsaydı, sağlık sorunları nedeniyle tabidir ki başkan olarak görev yapamazdı ama doktor refakatinde en azından o gelen binlerce konuğa ve bizim ülkemize ilk gelecek olan bu kişilere hoş geldin diyebilecekti ve ülkemizin itibarını en azından bu açıdan koruyabilecekti. Nitekim bütün dünya isimli dergide yazar Gülçin Orkut binden fazla bilim adamı geliyor ama davet sahibi Profesör Doktor Haberal hiç birine hoş geldin diyemiyor diyerek ülkemizin düştüğü ve düşeceği durumu açıkça belirtmiştir. Şunu söylemek istiyorum değil mi ki bir bilim adamı ömrünü insanlığa adamış bugüne kadar yüzlerce hekim yetiştirmiş ve binlerce hastaya şifa dağıtmış olan bir kişi dünyada ilklere imza atmış bir bilim adamı, kongreye gelen binlerce kişiye bir terör örgütünün yöneticisi olarak tutukludur cevabı verilecektir ve işte herkes gördü çapraz sorgusunda terör örgütünün yöneticisi olarak belirtilen kişiye terör örgütüyle ilgili hiçbir soru sorulmamıştır. Anayasal hakları çerçevesinde kullanmış olduğu bu hakların hiçbir zaman için suç olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Son olarak şunu belirtmek istiyorum; bu kongre ile ilgili olarak bazı dernek üyeleri müvekkilimize şöyle bir teklif getirmişler, Adalet Bakanlığına başvuruda bulunarak hastane odasından sizin açılış konuşmasını yapmanızı talep edelim bu konuda en azından bir bant yayını yapalım diye bir talepte bulunmuşlardır, bu konuda Adalet Bakanlığına yazılı başvuruda bulunmak istemişlerdir. Müvekkilimiz ise bunu avukatlarına dahi danışmadan ben ülkemi o kadar yabancı ülke karşısında küçük duruma düşüremem orda benim hastane odasında jandarmalarla görüntümün alınması benim itibarımı zedelemez çünkü benim bu zamana kadar bilim dünyasından verdiğim hizmetler açıktır ama ülkemin itibarını zedeler diyerek bize danışmadan böyle bir teklifin yapılmasını engellemiştir. Müvekkilimizin bu çerçevede iddianamede kendisine isnat edilen suçlamaların tamamen anayasal hakları çerçevesinde olduğu göz önünde bulundurularak Sayın mahkemenize Papaz Martin Niomeler’in bir dörtlüğün okumak istiyorum. Önce sosyalistleri topladılar sesimi çıkarmadım çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar sesimi çıkartmadım çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar sesimi çıkartmadım çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı. Bu olay açıkça söylemek gerekirse hepimiz için geçerli görüyoruz avukat arkadaşlarımız gözaltına alınıyor tutuklanıyor, savcılar tutuklanıyor, adalet bakanları gözaltına alınıyor. Bu süreç eğer bir kez hukuka aykırı bir süreç içerisine girildiği zaman hepimizi bugün buradayken farklı konumlarda olabiliriz hiçbir zaman için anayasal hakların kullanılması bir başka çevreyi rahatsız ediyor diye suç olarak değerlendirilmemeli ve yargı bağımsız olmalı. Çünkü hepimiz bir hukuk devletinde, demokratik bir hukuk devletinde yaşamanın güvencesi altında kendimizi hissetmemizi istiyoruz. Bu çerçevede müvekkilimizin halen kaçma, delilleri karartma şüphesi altında bulunmaması, çapraz sorgusunun tamamlanması ve 21 Haziranda başlayacak olan kongrede ülkemizin itibarının uluslar arası platformda zedelenmemesi göz önünde bulundurularak. Müvekkilimizi bihakkın ya da adli kontrole tahliyesine karar verilmesin istiyorum.”

Mahkeme Başkanı:" Buyurun efendim.”



Yüklə 0,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin