Tafa İzzet Efendi'den hat dersleri almış



Yüklə 1,2 Mb.
səhifə4/28
tarix11.01.2019
ölçüsü1,2 Mb.
#94736
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   28

564

devrinin bir kısmı için ne gibi kaynaklar­dan faydalandığı bilinmemekle beraber diğer kısmını da reîsülküttâb olan baba­sı Hasan Bey'den naklen vermiştir. Asıl önemli olan ikinci bölümde, III. Mehmed devrinden itibaren kendi müşahedeleri yanında katıldığı seferler ve devlet hiz­metinde aldığı görevler dolayısıyla hadise­lerin içinde bulunduğundan tarihî olayla­rı kronolojik sırayla bazan sebep ve neti­celeriyle birlikte anlatmıştır. Ayrıca her padişahın hayrat ve hasenatını: şehza­delerin, Osmanlı vüzerâ, ulemâ ve meşâ-yihinin de kısa hal tercümelerini eseri­ne kaydetmiştir. Hasanbeyzâde tarihinin önemli bir özelliği de çeşitli telif devrele­ri geçirmiş olmasıdır. İlk telifin 1038 Mu­harreminden (Eylül 1628) önce başlayıp en geç 1039'da (1629) tamamlandığı, ikinci telifin Rebîülâhir-Şevval 1038 (Kasım 1628-Haziran 1629} arasında kaleme alındığı, üçüncü ve dördüncü teliflerin IV. Murad devrinde yazılıp 1040 Recebinden (Şubat 1631) önce sona erdikleri, beşinci telifin Rebîülevvel-Receb 1045 (Ağustos-Aralık 1635) arasında, son telifin de Rebîülev­vel 1045 (Ağustos 1635) ile 16 Receb 104S (26 Aralık 1635) arasında yazıldığı tesbit edilmiştir. Atâî Hasanbeyzâde'nin ikinci telif devresinden, Peçuylu İbrahim üçün­cü teliften. Kâtib Çelebi ikinci teliften is­tifade ettikleri gibi Naîmâ üçüncü telif­ten, Solakzâde Mehmed Hemdemî ise be­şinci telif merhalesinden faydalanmıştır. Eser Nezihi Aykut tarafından doktora te­zi olarak üç cilt halinde hazırlanmıştır (İÜ Ed.Fak. Tarih Semineri Kitaplığı, nr. 3277). 2. Usûlü'l-hikem îî nizami7-âlem. Ha­sanbeyzâde siyasetnâme mahiyetinde­ki bu eserini, Zemahşerrnin RebVu'l-eb-rar'ına dayanan Muhyiddin Mehmed b. Hatîb Kâsım'ın Ravzü'l-ahyâr adlı ese­rini kısaltmak suretiyle meydana getir-



miştir. II. Osman devrinin sadrazamı Gü­zelce Ali Paşa adına kaleme alınan eser (İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, nr. 0-49, vr. lb| bir mukaddime, dört bö­lüm ve bir hatimeden meydana gelmek­tedir. 3. Mecmua. İsmi bilinmeyen bir ki­şi tarafından tertip edilen bu mecmua, Hasanbeyzâde'ye ait olup kendi kalemin­den çıkmış Aynî Hatun Vakfiyesi ile dört manzumeyi, yirmi kadar münşeatı ve biri tamamlanmamış üç adet Kanije fetihna­mesini ihtiva etmektedir (Baysun, 7D, 11/ 3-4, s. 97). Hasanbeyzâde, Hamdi mah­lası ile bazı şiirler de yazmıştır.

BİBLİYOGRAFYA :

BA. MD, nr. 78, s. 782; BA. MAD, nr. 7266, s. 9; Hasanbeyzâde Ahmed, Târih (haz. Nezihi Ay­kut, doktora tezi, 1980), İÜ Ed. Fak. Tarih Semi­neri Kitaplığı, nr. 3277.1. 8-9; II, 291-292, 315-317; Tbpçular Kâtibi Abdülkadir. Târih (haz. Ziya Yılmazer, doktora tezi. 1990), İÜ Ktp., nr. TE80,s. 93, 196,211,323,448-449, 552; Se-lânikî. Târih (İpşirli), II, 806-807, 821; Atâî. Zeyl-İ Şekâik, s. 476; Mehmed b. Mehmed, riuhbetü't-teuârîh ue'l-ahbâr, İstanbul 1276, s. 203-204. 211; Peçuylu İbrahim. Târih, II, 155, 238. 403; Safî Mustafa Efendi, Zübdetü 't-teuâ-rih, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 2429. vr. 2'b; Kâtib Çelebi. Fezleke, II, 2, 13-16; Keşfü'z-zunûn, I, 285; Naimâ. Târih, II, 202, 215-219; Sefînetü'r-rüesâ, s. 26; a.e., Millet Ktp., Tarih, nr. 720, vr. 19b; Solakzâde. Târih, s. 610, 631, 635, 659, 661, 749, 763; Hisâlî Ab-durrahman. Metali'u'n-nezâir, Nuruosmaniye Ktp.. nr. 4252. vr. 116". 129". 283"; nr. 4253, vr. 195b, 300°; Cemâleddin Mehmed, Âyîne-i Zurefâ, İstanbul 1314, s. 21 vd.; Sicill-i Osmâ-ni, IV, 795; Osmanlı Müellifleri, III, 46; M. Cavid Baysun, "Reisü'l-Küttâb Küçük Hasan Bey". TD, 11/3-4(1952], s. 97-102; a.mlf.. "Hasan Bey­zade Ahmed Paşa", TM, X (1953), s. 321-340; Feridun Emecen, "Ali'nin Ayn'i: XVII. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Bürokrasisinde Kâtib Ru­muzları". rD,XXXV(1994).s. 140, 144; Orhan F. Köprülü. "Hasan Beyzade", İA, V/l, s. 334-337; J. H. Mordtmann -[V. L. Menage], "Hasan Beyzade", El2 (Ing.), İÜ, 248-249.

imi Nezihi Aykut

HASANEFENDİZÂDE ÂHÎ ÇELEBİ

(bk. ÂHÎ ÇELEBİ, Hasanefendizâde).

F HASANKEYF "

Hısnıkeyfâ Artukluları'nın merkezi,

günümüzde Batman iline bağlı

ilçe merkezi olan şehir.

Roma ve Bizans kaynaklarında, Süryâ-nîce kifo (kaya) kelimesinden türetilmiş Kifos ve Cepha / Ciphas isimleriyle zikre­dilen şehir, Arapça kaynaklarda Hısnu Keyfâ / Keybâ şeklinde kaydedilmiş, da­ha sonra bu ad Osmanlı belgelerinde His-

nıkeyf, halK arasında da Hasankeyf şek­line dönüşmüştür.

Şehir Yukarı Mezopotamya'dan Ana­dolu'ya geçiş güzergâhı üzerinde ve Dic­le nehrinin kenarında stratejik bir nok­tada kurulmuştur. Kale, Sâsânîler'in Ana­dolu'daki Roma topraklarını tehdit eden bir güç haüne geldikleri sırada İmparator II. Konstantios (337-361) tarafından inşa ettirilmiş ve Erzen bölgesinin merkezi ya­pılmıştır (Honigmann, s. 2-3). Şehirde bu döneme ve daha öncesine ait tarihî eser bulunmaması, o sırada henüz küçük bir müstahkem mevki özelliği taşıdığını gös­termektedir. Hıristiyanlık bölgede IV. yüz­yıldan itibaren yayılmaya başladı. Ancak üç ayrı din ve beş mezhebin mevcudiyeti burada kanlı çatışmaların çıkmasına yol açtı. Hıristiyanlar beş mezhebe ayrılmış­lardı; ayrıca bölgede Şemsîler ile (güneşe tapanlar) yahudiler de bulunuyordu. Ha-sankeyfte V. yüzyılda Nesturi piskoposu oturuyordu. Mezopotamya'yı Bitlis-Van üzerinden İran ve Kafkasya'ya bağlayan yolun güzergâhında yer alan Hasankeyf, Anadolu'daki Bizans varlığının iktisadî ve idari bakımdan çökmüş olması sebebiyle bu dönemde adı geçen bölgelere açıla­madı.

Hasankeyf ve çevresi. Hz. Ömer'in ha­lifeliği sırasında İyâz b. Ganm'ın kuman­dasındaki İslâm ordusu tarafından fet­hedildi (19/640). Kaynaklarda, şehrin fe­tihten X. yüzyıla kadar uzanan tarihi hak­kında bilgi yoktur. Bu yüzyılda meşhur

coğrafyacı Makdisî, Hasankeyf in müs­tahkem bir kalesiyle çok sayıda kilisesinin bulunduğunu ve çarşıları, hanları, taştan ve tuğladan yapılmış evleriyle güzel bir şehir olduğunu söyler {Ahsenü't-tekâsîm, s. 141). Yüzyılın başlarında Abbasî Halife-liği'nin siyasî gücü azalmış, Irak bölgesi­nin önemli bir kısmı Hamdânîler'in kont-, rolüne girmişti. Bizans kuvvetleri, İmpa­rator I. Romanos Lakapenos döneminde (920-944) Hamdânî Emîri Seyfüddevle'-nin Bağdat'a müdahalesinden faydala­nıp Hasankeyf e yakın yerleri ele geçirdi­ler (931); Bizans saldırıları XI. yüzyılda da sürdü. Güneyde ise Hamdânîler'in zayıf­lamasını ve Büveyhîler'in kuvvetlenerek Bağdat'a yönelmesini fırsat bilen Mervâ-nîler Musul ve Diyarbekir ile birlikte Ha-sankeyf'i de zaptettiler. Ancak Mervânî döneminde şehir ve yöresi Türkmen bey­lerinin nüfuzu altına girmeye başladı. 1043'ten sonra Boğa, Anası -oğlu ve Gök-taş'ın idaresindeki Türkmenler Musul-Diyarbekir arasına hâkim oldular; Tuğrul Bey de bu bölgeyi adı geçen beylere iktâ etti (Sümer, s. 96). 1071'den sonra Bi­zans'ın Anadolu'daki siyasî varlığının çö­küşünün ardından Türkmen boylarının bu topraklara göçleri sırasında Hasan-keyfin çevresine ayrıca Yıva, Döğer ve Kayı boyu mensupları da yerleştiler. Ni­hayet Sultan Melikşah zamanında Sel­çuklular Mervânî hâkimiyetine son verip bölgedeki diğer şehirlerle birlikte burayı da aldılar (1085).

Musul Emîri Kürboğa'nın Ölümü üzeri­ne (495/1102) Musul eşrafı, şehrin valili­ği için Emir Karaca'ya karşı Kürboğa'nın Hasankeyf naibi Türkmen Musa'yı des­tekleyip şehirlerine davet ettiler. Ancak Cizre Emîri Çökürmüş karşı saldırıya ge­çince Müsâ, Sökmen b. Artuk'tan yardım istedi ve karşılığında kendisine 10.000 dinarla birlikte Hasankeyf İ vermeyi vaad etti. Sökmen'in desteğiyle Çökürmüş'ü bozguna uğratan Mûsâ kısa bir süre son­ra öldürülünce Sökmen Hasankeyf'e gi­dip şehri teslim aldı; böylece burada Ar-tuklular'ın Hısnıkeyfâ kolu kurulmuş ol­du (495/1102). Urfa Kontu Baudouin du Bourg ile Tel Bâşir Kontu Joscelin, Harran Savaşı'nda (9 Şaban 497/7 Mayıs 1104) Sökmen b. Artukve Çökürmüş tarafın­dan esir alınmış ve Sökmen Joscelin'i Ha-sankeyfe götürerek hapsetmiştir {ürfa-lı Mateos Vekayi-nâmesi, s. 224). Artuk-lu Emîri Dâvud zamanında Urfa Kontu Joscelin de Courtenay Âmid yakınlarına kadar gelmiş, ancak geri püskürtülmüş-tü (1129). Davud'un yerine geçen oğlu

HASANKEYF

Fahreddin Karaarslan, İmâdüddin Zen-gî'ye karşı Anadolu Selçuklu Sultanı 1. Mesud ile ittifak yaptı. Meşhur tarihçi İbnü'l-Ezrakel-Fâriki, Muharrem 562'de (Kasım 1166) kendisinin Hasankeyf nazır­lığına tayin edildiğini ve bu sırada Emîr Çubuk'un soyundan bir cemaatin de Fah­reddin Karaarslan'ın oğullarının hizme­tinde olduğunu söylemektedir {Târîhu Meyyâfarikin, s. 213). Emîr Nûreddin Mu-hammed, Selâhaddîn-i Eyyûbfnin hizme­tine girdi. Daha sonraki emirlerden Nâsı-rüddin Mahmud da sırasıyla Eyyûbîler'e, Anadolu Selçuklulan'na ve sonra tekrar Eyyûbîler'e tâbi oldu (1220). Hasankeyf Artuklulan'nın son emîri Mesud zama­nında, Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü'l-Kâ-mil Nâsırüddin Muhammed önce Âmid'i, daha sonra Hasankeyf'i zaptederek Ar-tuklular'ın buradaki hâkimiyetine son ver­di ve şehri oğlu el-Melikü's Salih'in idare­sine bıraktı (629/1232).

Artuklular, vergileri komşularına nis-betle düşük tutarak Diyârırebîa halkının bölgeye yerleşmesini sağlamışlardı. Yeni nüfusun bölgeye taşıdığı imkânlar bura­yı birden bire bir kale kasabası durumun­dan çıkararak şehir haline getirdi. Başta Boz-ulus Türkmenleri olmak üzere, her yıl kışladıkları Yukarı Mezopotamya saha­sından Bingöl yaylası ile Murad Suyu va­disi (Muş-Malazgirt) taraflarına yayla­mak amacıyla giden göçebelerin nehri geçmeleri için Artuklu Emîri Fahreddin Karaarslan döneminde yaptırılan ünlü Dicle Köprüsü (Hasankeyf Köprüsü) bu dönemin eseridir. Burada inşa edilen çar­şılar, hanlar, hamamlar ve mahalleler mo­dern şehircilik uygulamasına Örnek gös­terilmektedir. Artuklular zamanında Ha-sankeyfteki medreselerden birçok âlim yetişmiştir. İleriki dönemlere ait Osman­lı tahrir ve evkaf defterlerinde yer alan bilgilerden de anlaşıldığı üzere şehir Ar­tuklu ve Eyyûbî dönemlerinde âdeta yeni baştan inşa edilmiştir. Büyük masraf ge­rektiren imar faaliyetleri Hasankeyf'in zenginliğinin bir göstergesidir. Her yıl bin­lerce göçebeyle kervanların ve Dicle bo­yunca mal nakliyatı yapan keleklerin bu­radan geçmesi hem emîrlere hem şehir halkına önemli bir kazanç sağlıyordu. Sel-çuklular'ın bölgeye sevkettikieri göçebe­lerin ürettikleri yün ve deri gibi ham mad­deler çevredeki şehirlerle birlikte burada işleniyordu. Evkaf kayıtlarından, şehirde değişik üretim yapan çeşitli esnaf çarşı­larının bulunduğu anlaşılmaktadır. Kır ke­simindeki iktâlardan ve şehirdeki üretim­den sağlanan vergi gelirleri vakıflar yo­luyla buranın imarı için harcanmaktaydı.

365


HASAN KEYF

Bölgedeki olumlu şartlar devam ettiği sürece Hasankeyfin gelişmesi kesintiye uğramadı. Yâküt el-Hamevî, buranın XIII. yüzyılda büyük bir şehir olduğunu ve ken­disinin Dicle üzerindeki köprünün bir ben­zerini görmediğini yazar (Mı/cernü'l-bül-dân, II, 306)- Buradaki darphânede hem Artuklular hem de Eyyûbîler adına sikke basılmıştır (Artuk, İstâmî Sikkeler Kata­logu, I, 249, 401; II, 498; Şeşen, s. 201). 658'de (1260) Moğollar'ın işgal ve kıs­men tahribine mâruz kalan şehirde Ey-yûbî emirleri birçok vakıf eser inşa ettir­mişlerdir. Bunlar arasında Rızâ Camii. Ey-yûbiye Mescidi, Melikülümerâ Mescidi ve Has Mescidi ile Mesudiye, Ziyâiye, Şücâ-iye, Adiliye medreseleri ve Baba Selim, Şeyh Hasan, Köşk. Zühriye, Nebî, Şeyh Ço­ban zaviyeleri sayılabilir. Hasankeyf Köp­rüsü ile kalesinin bakım ve tamir gider­lerini karşılamak üzere İki ayrı vakıf ku­rulmuştu. Köprü için gerekli harcamalar buradan geçenlerden alınan ücretlerle dükkân, değirmen ve hâne gelirlerinden karşılanıyordu. Kale için bir kervansaray, iki mahzen ve bazı ahırlar inşa edilmişti. Yine Hasankeyfte fakir müslümanlara kefen ve şehrin kalesindeki tutuklulara nafaka temini için kurulmuş bir vakıf var­dı (Vakf-ı Ekfân-ı Fukarâ-İ Müslimîn ve Nafaka-yı Mahbûsân-ı Zindân-ı Kal'a-i Hısnıkeyfâ). Bu vakfın gelirleri on bir dük­kân, üç ev, bir mahzen ve bir değirmen­den alınan kiralardı.

Hasankeyf, X!V. yüzyılda önemli bir merkez olma özelliğini koruduysa da es­ki parlak günlerine kavuşamadı. Hamdul­lah el-Müstevfî, buranın önceleri büyük bir şehir iken VIII. (XIV.) yüzyılda kısmen harap durumda olduğunu ve buradan ancak 82.500 dinar vergi toplanabildiği­ni belirtir {Nüzhetü'l-kulûb, s. 104). Ha­sankeyf, XV. yüzyıl başlarında Karakoyun-lu ve Akkoyunlu Türkmen beyliklerinin etkisi altına girdi; şehrin Eyyûbî melikleri zaman zaman bunlara bağlanarak var­lıklarını sürdürdüler. Seyyahlar XV. yüz­yılda burada birkaç cami ile güzel evlerin bulunduğunu, çarşılarında manifatura­cıların ve tacirlerin yoğun biçimde faali­yet gösterdiğini ifade ederler (Turan, Do­ğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, s. 210). Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan tarafından zaptedilen şehir 1501'den sonra Safevî-ler'in nüfuz alanında kaldı; yöredeki Türk­men grupları da bu arada Azerbaycan tarafına göç etmişlerdi. Şah İsmail, Siirt ve Hasankeyf i elinde bulunduran ve aynı zamanda eniştesi olan Eyyûbî Meliki Ha­lil'i Tebriz'de hapse attırıp yöreyi idaresi

366


altına almıştı. Ancak kısa süre sonra Ya­vuz Sultan Selim'in Çaldıran zaferi üzeri­ne hapisten kurtulan Melik Halîl diğer bazı beylerle birlikte Osmanlılar'a itaat arzetti ve Siirt'i geri aldıktan sonra Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sırasında (1517) Mardin'in fethinin ardından Os-manlılar'ın desteğiyle Hasankeyf i ele ge­çirdi. Şehrin idaresi ona bırakıldı ve böy­lece burada Osmanlı dönemi başladı (Fe­ridun Bey, I, 4!8).

Hasankeyf. Osmanlı devlet düzeni için­de Diyarbekİr beylerbeyiliğine bağlı önce kaza, sonra da sancak merkezi oldu ve giderek gelişme gösterdi. 1526'da on dört mahalleli orta büyüklükte bir şehir merkezi durumundaydı ve Güneydoğu Anadolu'da Mardin, Diyarbekir ve An-tep'ten sonra fizikî görünümü ve nüfusu açısından Urfa ile birlikte bölgenin dör­düncü büyük şehrini teşkil ediyordu. Şe­hirde dört cami, otuz mescid, iki muallim-hâne, on bir zaviye, iki kervansaray. Kay-seriye denilen yetmiş dükkanlı bir bedes­ten ve beş hamam mevcuttu: ayrıca yağ çıkarılan bir tahinhâne, debbâğhâne, bo­yahane ve mumhâne gibi sanayi kuruluş­ları vardı. 1301 hanenin 494'ü müslüman­lara, 787'si hıristiyanlara ve yirmisi yahu-dilere aitti; nüfus da tahminen 7000-7500 civarında idi. Hıristiyan nüfus muh­temelen yüzyılın başlarında, bölgedeki karışık ortam dolayısıyla bu merkezi des­teklemek için getirtilmişti; ayrıca bura­nın Tür Abdîn bölgesinde bulunuşu ve bir piskoposluk merkezi oluşu da hıristiyan-ların toplanmasında rol oynamıştır. XVI. yüzyılın ikinci yarısında şehrin daha da geliştiği anlaşılmaktadır. Bu sıralarda 1006'sı hıristiyanlara, 694'ü müslüman­lara ait olmak üzere hâne sayısı 1700'e yükselmiş (9000 -9500 nüfus), yaklaşık el­li yıllık sürede nüfus artışı % 30 dolayına

ulaşmıştır. Buna göre şehrin o yıllarda ekonomik açıdan önemli bir merkez du­rumunda bulunduğu söylenebilir; ancak bu tarihlerde yahudiierin varlığı hisse-dilmemektedir. XVI. yüzyıl sonlarında 10.000"e ulaşan nüfusu ve sanayi kuru­luşlarının varlığı göz önüne alındığında şehrin taşıdığı iktisadî önem daha iyi an­laşılmaktadır. Doğuya yapılan seferler so­nucu Bağdat-Basra-Tebrizyoluyla bölge­deki şehirlere bağlanması, XVI. yüzyılda burada görülen büyük gelişmenin başlı­ca sebebini oluşturmuştur denilebilir.

XVII. yüzyıldan itibaren gelişen yeni şartlar, XVI. yüzyılda önemli bir merkez teşkil eden Hasankeyf'i olumsuz yönde etkiledi. Basra-Bağdat üzerinden gelen ana ticaret yolunun sönükleşmeye başla­ması. Osmanlı-İran savaşları ve İran am­bargosu ticarete önemli bir darbe vur­du. Hasankeyfi hem nüfus hem de ham madde ve ticari talep bakımından besle­yen çevresindeki yoğun göçebe kitlesi, üretilen yün ve deri gibi maddelerin ar­tık yeterince alıcı bulamaması yüzünden zor duruma düşmüştü. Bunun ortaya koyduğu meseleler Osmanlı Devleti'ni aşi­retlerin iskânına doğru sevkedince Ha­sankeyf de çevresiyle irtibatı giderek za­yıflayan bir kasaba haline geldi. Şehirde­ki tarihî binaların tamirat ve bakım mas­raflarının karşılandığı kira getirici tesis­ler kiracı bulamayınca birçok hizmet ak­samış, bazı yapılar artık onarılamaz hale gelmiştir. 1831 nüfus sayımı tutanakları İle, XIX. yüzyıl Osmanlı idare teşkilâtının önemli kaynaklarından 1867 tarihli Vilâ­yet Nizamnâmesi'nde yine Diyarbekir eya­leti içinde kaza merkezi mertebesinde olduğu görülen Hasankeyf bir ara Mid­yat'a bağlı bir nahiye merkezi durumuna gelmiş, 1926 yılında da Mardin'in kaza merkezlerinden Gercüş'e bağlanmıştır;

bugün ise 1990'dan beri Batman iline bağlı bir ilçe merkezidir ve 1935"te 1425 olan nüfusu 1990 sayımına göre 4399'a ulaşmıştır.

Hemen tamamı XII-XV. yüzyıllar arasın­da inşa edilmiş tarihî binalarıyla Türk- İs­lâm şehir tipinin en güzel örneklerinden birini oluşturan Hasankeyf, günümüzde bir müze-şehir durumundadır. Bu yapı­lar sağlam bir şekilde ayakta durmasa-lar da Hasankeyf'in Ortaçağ'daki önemi­ne ve ihtişamına tanıklık etmektedirler. Söz konusu eserler arasında en başta zik­redilmesi gereken şehrin kalesidir. Kale, Dicle nehrinin yatağından 100 m. kadar yüksekte nehre hâkim sarp bir yarın üs­tündeki düzlüğe yerleştirilmiş olup ku­zeydoğusunda bulunan şehirden kanyon biçiminde yarılmış derin bir sel yatağı ile ayrılmaktadır; ırmağın sol yakasında da bazı eski kalıntılara rastlanır. Bu şekliyle yerleşme merkezinin, yukarı şehir (kale) ve günümüzde de ikamet edilen aşağı şe­hirle karşıyaka denilebilecek Dicle'nin sol yakasındaki üçüncü kesimden meydana gelmiş olduğu söylenebilir.

Yukarı şehirdeki tarihî eserlerin başın­da büyük saray ile ulucami gelir. Bunlar­dan büyük saray kalenin kuzey kesimin­de Dicle'ye hâkim kayalıklar üzerinde ku­rulmuştur. Kitabesinin günümüze ulaş­mamasına rağmen Albert Gabriel tara­fından mimari Özelliklerine bakılarak XII. yüzyıla tarihlenen ve Artuklular'a mal edilen yapı günümüzde tamamen harap durumdadır. 50 x 50 m. boyutlarındaki bir alanı kaplayan binanın doğu kısmın­da düzensiz çıkmalar ve girintiler vardır. Büyük saraydan güneybatıya doğru uza­nan bir set üstünde de ulucami bulunur. Son şeklini XIV. yüzyılda Eyyûbîler zama­nında alan cami aslında XII. yüzyıl Artuk-lu eseridir (bk. ULUCAMİ). Yukarı şehirde bunlardan başka yarısı kayalar içine oyul­muş, yarısı taştan inşa edilerek bu kıs­ma eklenmiş mescid ve küçük mahalle hamamı gibi yapı kalıntılarına da rastlan­maktadır. Her tarafı derin uçurumlarla Çevrilmiş olan kaleye yalnız doğu ucunda­ki dolambaçlı taş döşeme yoldan çıkıl­maktadır. 200 basamaklı olan bu merdi-ven-yol aynı zamanda Dicle'den su al­mak maksadıyla kullanılmıştır.

Aşağı şehirle kaleyi birbirinden ayıran derin sel yatağının yamaçlarında yine ka­yalar içine oyulmuş mağaralara rastlanır. Hasankeyfte çeşitti amaçlarla kullanılan bu mağaralar bir mimari tarzı oluştur-

muştur ve bu mimarinin en güzel örne­ğini XV. yüzyılda yapılan Mescid-i Ali Ca­mii (On İki Mihraplı Cami (teşkil eder. Ka­ledeki eski iskân sahasından daha geniş bir alana yayılmış olan aşağı şehrin en önemli eserleri arasında Eyyûbîler'den kalan Rızık Camii dikkati çeker. İlk şeklini koruyamayan caminin kuzeydoğu köşe­sinde kare bir kaidenin üzerinde silindi-rik gövdeyle yükselen 30 metrelik mina­re orijinaldir ve kitabesinden 811 (1409) yılında Eyyûbî Sultanı Süleyman tarafın­dan yaptırıldığı öğrenilmektedir. Rızık Ca-mii'ne göre daha doğuda, yani şehrin da­ha merkezî bir yerinde bulunan Süley­man Camii çok harap bir vaziyettedir. 809 (1407) yılında yine Sultan Süleyman tarafından inşa ettirilen caminin Özellik­le şerefesine kadar mevcut olan minare­si çok ihtimamlı bir işçilik örneği göste­rir: Rızık Camii'nin minaresiyle aynı mi­mari yapıya sahiptir. Bunlardan başka yine Eyyûbî dönemine ait olan Koç Camii, Kızlar Camii ve Küçük Cami de şehrin önemli tarihî eserleri arasında yer alır. Dicle'nin sol sahilinde bulunan eserler için­de en önemlisi Uzun Hasan'ın torunu Zey­nel Bey'in türbesidir. XV. yüzyılın üçüncü çeyreğinde yapıldığı tahmin edilen silin­dir biçimli kümbet yer yer bozulmuş ol­masına rağmen ana çizgilerini korumak­tadır; kapısı çeşitli geometrik ve bitkisel figürlerle süslenmiştir. Dicle'nin sol yaka­sındaki bir başka önemli eser de bir tepe üzerinde harap bir şekilde duran İmam Abdullah Türbesi'dir.

Bu tarihî eserlerin günümüzdeki en bü­yük problemi tahriplerine engel olunama-masıdır. Önce 1967 yılından beri aşağı şe­hir harabeleri üzerinde gelişimini sürdü­ren yeni Hasankeyf yerleşmesin deki kö­tü yapılaşma tarihî dokuya zarar vermiş,

HASANKEYF

daha sonra Güneydoğu Anadolu Projesi'-nin (GAP) alt birimlerinden biri olan Ilısu Barajı'nın gündeme gelmesi Hasankeyf'in sular altında kalması tehlikesini doğur­muştur. Projenin başlangıcında 1994'te tamamlanması planlanan ve su kodu 525 m. olarak öngörülen barajın gerçek­leşmesi halinde Dicle'nin sol yakasındaki Zeynel Bey Türbesi ile aşağı şehirde bu­lunan tarihî eserlerin çoğu göletin altın­da kalacak, sadece kalenin yukarı kesim­lerindeki eserlerin bir kısmı kurtulacak­tır. Her ne kadar birçok arkeolog ve sa­nat tarihçisinin yürüttüğü kurtarma ka­zıları halen devam etmekteyse de özel­likle ana kayaya oyulan mağara mesken­lerin ve bu arada Mescid-i Ali Camii'nin kurtarılması mümkün olamayacaktır. Ba­rajın yapımının gecikmesi kurtarma ça­lışması yapan bilim adamlarına süre ka­zandırmakta, bu arada bazı eserlerin başka yerlere taşınması fikri de günde­me gelmektedir.

Hasankeyfliler Haskefî (xjtLaxi\) nis-besiyle anılırlar. Meşhur şair ve hatip Ebü'l-Fazl Yahya b. Selâme el-Haskefî ile Alâeddin Muhammed b. Ali el-Haskefî Hasankeyfli bir aileye mensupturlar.

BİBLİYOGRAFYA :

BA. TD, nr. 998, s. 250 vd.; TK. TD, nr. 97, vr. 117--129'; nr. 522, vr. 30M2"; Makdisî. Ahse-nü't-tekâsım, s. 141; Azİmİ Tarihi: Selçuklu­larla ilgili Bölümler (trc. ve nşr. Ali Sevim), An­kara 1988, s. 39-40; İbnü'l-Ezrakel-Fâriki. Târî-hu Meyyâfârikin, s. 33, 35, 56, 60, 140, 173, 213-216, 219, 224. 256, 269, 283; ürfalı Ma-teos Vekay i-nâmesi (952-1136) ue Papaz Gri-gor'un Zeyli (1136-1162) (trc. H. D. Andreas-yan], Ankara 1987. s. 224; Yâkût, Mu'cemü'l-büldân fCündî), 11, 305-306; İbnü'1-Esîr, el-Kâ-mil, IX, 71; X, 246, 342-343, 355, 390, 502, 646,664; XI. 13. 79, 112, 123, 140, 153,280, 303. 427; XII, 170, 193, 338, 342, 412; Müs-tevfî. Nüzhetû'l-kulûb (Strange), s. 104; Feri­dun Bey. Münşeat, I, 418; İbrahim Artuk, Mar­din Artukoğuttarı Tarihi, İstanbul 1934, s. 45-46; a.mlf.. islâm'ı Sikkeler Katalogu, I, 249, 401; II, 498; Genel Nüfus Sayımı: 20 İtkteşrin 1935, İstanbul 1937, XLII, 12; Gabriel, Voyages, s. 55-82; a.mlf.. "Hasankeyf ve Tarihi Köprü" (trc. Nuri Akkurt), Karayolları Bülteni, sy. 172, Ankara 1964, s. 15-24; G. LeStrange, TheLands oftheEastern Caliphate, Cambridge 1966, s. 113; N. Elisseeff. Nür ad-Din, Damas 1967, I, 21, 137; II, 294, 334, 344, 352, 366, 373. 387, 394, 449, 450, 456, 617, 658; H. von Moltke. Türkiye Mektupları (trc. Hayrullah Örs), İstan­bul 1969, s. 167-168; Nejat GÖyünç. XVI. Yüz­yılda Mardin Sancağı, İstanbul 1969, s. 6-18, 37-41; a.mlf.. "XVI. Yüzyılda Güney-Doğu Anadolu'nun Ekonomik Durumu", Türkiye İk­tisat Tarihi Semineri, Ankara 1975, s. 79-80, 82, 84 vd.; Ahmet Necdet Sözer. Diyarbakır Hau-zası, Ankara 1969, s. 46, 78; E. Honigmann.

367


HASANKEYF

Bizans Devletinin Doğu Sının (trc. Fikret Işıl-tan|. İstanbul 1970. s. 2-3, 4, 10, 16, 24, 29, 33, 34, 74; Faruk Sümer. Oğuzlar: Türkmenler, An­kara 1972, s. 96, 127-128; İşın Demirkent. ür-fa Haçlı Kontluğu Tarihi: 1098-1118, İstanbul 1974, s. 46, 92. 106, 108; a.mlf.. ürfa Haçlı Kontluğu Tarihi: 1118-1146, Ankara 1987, s. 52, 59, 89, 95, 125, 127, 134, 142; Ara Altun, Anadolu'da Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi, İstanbul 1978, s. 194-199,211-214; Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1980, s. 9. 92, 116, 126, 133. 139, 143-145, 147, 190, 193, 202, 210, 211, 215-216. ayrıca bk. İndeks; a.mlf., Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1984, s. 139, 152, 170. 212, 260, 418-419. 516; Metin Sözen. Anadolu'da Akkoyunlu Mimarisi, İs­tanbul 1981, s. 140. 148. 175; Metin Tuncel. "Tarih Boyunca Türkiye'de Kent Kuruluşla­rı", Doğumunun 100. Yılında Atatürk'e Ar­mağan, İstanbul 1981, s. 340; Ali Sevim, Suri­ye oe Filistin Selçukluları Tarihi, Ankara 1983, s. 19; a.mlf., "Artukoğlu Ilgazi", TTK Belleten, XXXV1/104 (1962), s. 666*667; Ramazan Şeşen. Saiahaddin Devrinde Eyyübîier Devleti, İstan­bul 1983, s. 46, 48, 64, 201; Ali Kılıcı, "Hasan-keyf Vakıf Eserleri", V. Vakıf Haftası: 7-13 Ara­lık 1987, Ankara İ987, s. 159-165; G. Ostro-gorsky, Bizans Devleti Tarihiitrc. Fikret Işıltan), Ankara 1981, s. 258-259; Oluş Arık - Metin Ahunbay, " 1990 Yılı Hasankeyf Kazı, Araştır­ma ve Onarım Çalışmaları", 13. Kazı Sonuçla­rı, Ankara 1992, s. 403-407; Oluş Arık, "Hasan­keyf Kazı ve Onarım Çalışmaları: 1991", 14. Kazı Sonuçlan, Ankara 1993, s. 447-456; a.mlf., "Kültürümüzün Temel Taşı Hasankeyf Kurta­rılmalı", Sanat, sy. 2 |baskı yeri yok|, 1993, s. 17-41; G. Taylor. ■"Iravels", JRGS, XXXV (1885), s. 34-36; Ali Emîri, "Hasankeyf Eyyubiye Hü­kümeti", TOEM, V/26 (1330), s. 65-83; Claude Cahen, "XVII. Asır Ortalarında Cezire: İzzeddin Şeddad'a Göre" (trc. Neşet Çağatay), AÜİFDJV (1953), s. 93; Cevdet Çulpan. "XII. Yüzyıl Ar-tu.kogu.llan Devri Taş Köprüleri ve Özellikle­ri", STY, III (1970), s. 38-40; Emrullah Güney, "Dicle Irmağında Kelek Taşımacılığı", Coğrafya Araştırmaları, sy. 2, Ankara 1990, s. 323-328; Remzi Ataoğlu, "Hısn-ı Keyfa Artuklu Hüküm­darı Davud'un Siyasi Faaliyetleri", TAD (1994). s. 27, 33-43; İlhan Akbulut. "Hasankeyf, İlgi, sy. 83, İstanbul 1995, s. 3-7; Besim Darkot, "Hısn Keyfa", İA, V/l, s. 452-454; S. Ory. "Hısn Kayfa". E/2(lng.), III, 506-509.


Yüklə 1,2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin