TARİHİN ZAFERİNDEN, GÜNÜMÜZÜN MEŞALESİNE
ŞANLI
TÜRK ORDUSU
Özkan Karaca
Özkan Karaca, 1977 Malatya doğumlu. İlköğrenimini İstanbul’da Güngören İlkokulunda (1988) Ortaokulu, Güngören Ortaokulunda (1992) Lise öğrenimini Zeytinburnu Cevizlibağ Tekstil Teknik Meslek Lisesinde tamamlamıştır. Lise öğreniminden sonra tahsili sürdürmeyerek iş hayatına atılmıştır. Bir televizyon kuruluşunda aktüel kameramanlığı yapmış, askerlikten sonra da bir süre bu kuruluşta çalışarak iş değişikliği dolaysı ile ayrılmıştır. Daha sonra film ve dizi filmlerin setlerinde önce kameraman asistanlığı, ardından kameraman olarak prodüksiyon çalışmalarında aktif olarak yer almıştır. Küçük yaşlarından bu yana ara vermeden yazı denemeleri karalayarak üslubunu geliştirmiştir. Şiir ve makaleleri çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmıştır. 2007 yılında İki Kanat Yayınları’nı kurmuştur.
Çeşitli tarihlerde; market, lokanta, beyaz eşya ve mobilya işletmeciliği yapmıştır. Sinema diline vakıf olarak, kamera plan ve açı tekniğini kavrayarak hikâye tasvirini birleştirmesi ile film senaryoları da yazmaktadır. Tarihsel duygu ve günümüzün yaşamsal kodlarını açarak ülkemizin tarihi ve kültürel zenginliklerini tanıtmaya yönelik çeşitli belgesel filmleri üretirken, bir yandan da kaliteli bir teknik alt yapı oluşturan: Atlantik Medya ve Prodüksiyon şirketinde olan belgesel dizi-televizyon filmlerine yönelik yapımcı ve yönetmen olarak faaliyetini sürdürmektedir. İLESAM, Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER), Türkiye Gezginler Kulübü Derneği ve İzollu Vakfı üyesidir.
Bu vatan toprağının muzaffer bekçisi ve koruyucusu olan fedakâr: Türk Ordusuna…
Sultan Alparslan’dan bu yana Türkiye’nin toprak parçasını müdafaa ederek canını veren şehitlerine ve uzvunu kaybeden gazilerine ithaftır…
İçindekiler
Önsöz 7
Giriş 8
Tarihte Türk Ordusu 9
Osmanlı Devletinde Türk Ordusu 15
Devşirme Sistemi.. 19
Devşirilen Çocukların Özellikleri 20
Devşirmelerin Eğitimi 22
Millet Sistemi 27
Osmanlı Kara Ordusu Kapı Kulu Piyade Askerleri 28
Yeniçeri Ocağı 28
Yeniçeri Ocağının Kaldırılması 36
Akıncılar 38
Akıncı Ocağının Hazin Sonu 40
ÖNSÖZ
Geçmiş zamanın izleri; çöllerin ardında, gözlerin yurdunda ve vesikaların kuruluğunda donarak toprağın bağrına, taşların altına gizlenmiştir. Geçmişten günümüze döşenen iz taşları: Sanat estetiğinde, mimari güzellikte, ilim araştırmalarında ve geliştirmelerinde medeniyet yürüyüşü olmuştur. Geçmişte yaşanılan acılar veya mutluluklar günümüzü çınlatan, sözlerimizi ıslatan hatıralar olarak kalmıştır. Dünya’nın dört yanına yayılan farklı kültürler mozaiğinde kenetlenen ve medeniyet mermeri üzerinde yaşayan topluluklar vardır. Toplulukları ayakta tutan ve geliştiren din direkleri ve medeniyet dilekleri kat kat yığılan çağların alnına yaslanmıştır. Akıl defterine yazılan ve yürek adresine kazılan nice hatıralar. Kimi hatıralar zamanın sert rüzgârı ile savrularak unutulup gitmiştir. Kimi zamanda toplumları sarsan ve yıkan acı olaylar nesilden nesile taşınan gözyaşı abidesi olarak kurulmuştur. Kimi hatıralarda ise, tarihin aynasında insanlığa yaptığı şefkatin sözleri çağların uzaklıklarına aktarılmıştır. Tıpkı Türk tarihinde yaşananlar gibi. Tarihin zaferinden, günümüzün meşalesine taşınan: Şanlı Türk Ordusu…
Türk ordusunun binlerce yıllık yaşamı boyunca savaşta kazandığı tecrübelerle, ordu-millet kenetlenmesinde düşmanı dize getiren zaferleri ile tarih not düşmüştür. Tarihin ve insanlığın akıl defterinden silinmeyende Türk Ordusunun gösterdiği yüksek karakter örneğidir. Türk ordusu masum insanlığa zulmetmedi, kan döktürmedi ve bulunduğu yerlerde gözyaşı döktürmedi. Dili, dini, ırkı ne oluşa olsun aman diyerek yardım çığlıklarına koştu, durdu. Zira Türklerde zulmetme damarı, kan dökme hastalığı yoktur. Bunun örneklerine zamanların ruhu sayısız kere şahit olmuştur. Türkler dolası ile Şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri düşmanın topraklarını çiğnemesine, hürriyetlerinin kısıtlamasına dur diyerek savaş meydanında çarpışmıştır. Tıpkı 1. Dünya Savaşında Mustafa Kemal Paşa’nın ve arkadaşlarının komutanlığında ve askerlerinin fedakârlığında yapılanları tarih unutmayacak. Günümüzde de askerlerimizin ve polisimizin gayretleri nesiller ötesinde hayırla yâd edilecektir.
Türklerin, tarihsel bilinç ve kültürel birikimi, çağların ötesini algılayışı ve değerler üstü estetiği; ruhumuzun süruruna, yüreğimizin parıltısına ve düşüncelerimizin yapısına yansımaktadır. Türk milleti üç kıtaya mührünü vurmuş, üç bin direkli eserler kurmuş, her biri üç yüz bin çınar olan ecdat torunları olarak yayılmıştır. Devlet geleneğinde binlerce yıldır kadim medeniyetini muhafaza eden Türk milleti. İnsanlığı adalet tebessümünde yöneten değerler üstü kıymetlerin payidarı olarak, duyguların hüznünü söndüren olmuştur. Çağlar ötesi tarihin takibinde, insanlığın talihinde çürümez çınar olarak kökleri sağlamlaşarak dünyayı tutmuştur. Yüreklere sökülmeyecek tahtla kurulmuştur. Türkler, büyük devlet ve medeniyet tecrübesiyle yerleştirdiği yerlerde; adalet, barış ve kardeşlik ufkuyla insanlıkla kucaklaşmıştır. Dil, din ve ırk gözetmeksizin şefkatini göstermiştir. Yüzlerce yıldan bu yana insanlığın yararı için yaptırdığı tarihi ve kültürel miraslarını bırakarak çekilmiştir. Türk ordusunun her bir mensubu göklerdeki yıldız gibi, dünyanın geniş topraklarını aydınlatmıştır.
Özkan Karaca, İstanbul, 20.04.2016
“Türkler,
Bir ırk ve millet olmak haysiyetiyle yeryüzünün en şerefli insanlarıdır.
Karakterleri pek asil ve yücedir…
Asalet alınlarında ve amellerinde yazılıdır…
Onların yurdu efendiler diyarıdır…
Kahramanlar ve şehitler ülkesidir… ”
Fransız Şairi ve Politikacısı
Alphonse Lamartine1
GİRİŞ
Türk Kara Kuvvetlerinin teşkilatlı bir şekilde kuruluşu, Büyük Hun İmparatorluğunda, Mete Han zamanında M.Ö.209 senesinde olmuştur.
Bu tarih, Türk Kara Kuvvetlerinin ilk kuruluş yılı olarak kabul edilmektedir. Türkler kendi yaptıkları sapan, ok, yay, kargı ve topuzu savaşlarda kullanırlardı. Genel olarak Türk kuvvetlerinde itaat, disiplin, savaşma azmi çok yüksek olurak çocuklar küçük yaştan itibaren asker olarak yetiştirilirlerdi. Ata binmek, ok atmak herkesin en tabiî haklarındandı. En önemli sporları ise avcılıktı, bilhassa sürek avları hakiki bir savaş manevrası özelliğini taşırdı.
Hükümdar aynı zamanda ordunun başkomutanıydı. Bu durum, Osmanlılar dâhil bütün Türk devletlerinde hiç değişmemiştir. Eski Türk devletlerinde en büyük rütbe Kaanlık olup, sonra Yabguluk rütbesi gelirdi. Komutanlara tuğ verilir, savaştaki başarısına göre rütbesi ve tuğu arttırılırdı. Türk ordusu onluk sisteme göre teşkil edilirdi. Birlikler on, yüz, bin ve tümen denilen on binlik de binliklere bölünürdü. Bunların komutanlarına Onbaşı, Yüzbaşı, Binbaşı, Tumanbaşı, Tomanbey veya Tümenbeyi denilmekteydi.
İslamiyet’ten sonra Orta Asya Türk devletleri ve Anadolu Selçuklu Devleti ile Beyliklerin askerî teşkilâtı Mete devrinden beri süregelen askerî teşkilâtın aynısıdır. Selçuklular bu askerî teşkilâtı aynen kendi bünyelerinde tatbik edip geliştirmişler ve 800 yıla yakın bir zaman İslâm dünyasında askerî ve mülkî idarelerin tanziminde örnek olmuşlardır.
Selçuklu orduları, özel bir eğitime tâbi tutulup doğrudan doğruya sultana bağlı “Gulaman-ı Saray” ile her an savaşa hazır “Hassa ordusu”, meliklerin, şahanelerin askerleri ve nihâyet tâbi hükûmetlerin kuvvetlerinden oluşmaktaydı. Ayrıca gerektiğinde halktan ücretli asker toplanırdı.
TARİHTE TÜRK ORDUSU
Türk milleti, tarih sahnesinde uzun yıllar boyunca kesintisiz yer almış, irili ufaklı yüzlerce devletler kurmuştur. Bu devletlerin hâkimiyet süreleri farklılık göstermesine rağmen, hemen hepsinin en göze çarpan niteliği askerî karakteri olmuştur.2 Tarihin ilk bilinen devirlerinden itibaren Türkler; ordu düzenine ve eğitimine özen göstermişlerdir. Talim görerek çevik kalan, her şartlara hazırlıklı bulunan ve savaş disiplinden en ufak taviz vermemiş olan ordularının sayesinde devletler kurmuşlardır. İlk kez Mete Han tarafından M.Ö. 209 yılında kurulan “Türk Kara Ordusu” Türklerin Ordu Kuvvetlerinin başlangıcı kabul edilerek, dünden bu güne ulaşan “Türk Kara Kuvvetleri” kurumudur. Bu yönüyle Türk Kara Kuvvetleri, dünyanın ilk ve en eski düzenli ordusu niteliğini taşımaktadır.
Tarihte ilk defa Mete Han tarafından, aşiretleri birer tümen olarak gruplandırmış, her aşireti de biner, yüzer, onar kişilik birliklere bölmüştür. Sayı itibarıyla 10.000 atlıdan oluşan en büyük birlik, “Tümen” olarak adlandırılmıştı. Tümenler binlere, binler yüzlere, yüzler onlara ayrılmış, her birinin başına Tümenbaşı, Binbaşı, Yüzbaşı ve Onbaşı rütbelerine sahip birer komutan görevlendirilmiş ve aşağıdan yukarıya doğru emir-komuta zinciri içerisinde birbirine bağlanmıştır.
Mete Han ile tarih sahnesine çıkan bu teşkilatlanma modeli günümüze kadar uzanan yelpaze içerisinde, Türk milleti toprak bütünlüğünü ve Devlet geleneğini sürdürebilmiştir. Tarihte Türk ordusu uzaktan atılabilen silahlardan sapan, ok ve yay ile donatılmıştı. Geliştirdikleri; topuz, mızrak, kılıç ve kargı da muharebenin özelliğine göre kullanılmaktaydı.3 Hun’lar atıldığında ses çıkaran bir ok icat ederek düşman üzerinde psikolojik baskı sağlamışlardı.4
Tarihin en eski ve köklü milletlerinden biri olan Türkler, mazileri boyunca irili ufaklı; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında birçok devlet kurmuşlardır. Bu devletlerin ortaya çıkması ve ilerlemesinde en önemli faktörlerden birisi askerî teşkilatlanmaları olmuştur. Gerek İslamiyet’ten önce, gerekse sonra kurulan birçok Türk devletini askerî açıdan temel alan Osmanlı Devletidir. Bu açıdan Osmanlı Devleti, askerî teşkilatlanma ve gelişmesi adına en önde gelen Türk devletlerinden birisi olmuştur.
Türklerin bilinen ortalama 5000 yıllık tarihinin tamamına yakını sıcak savaşlarla geçmiştir. Bu uzun süre içerisinde, yabancı birçok tarihçilerinin daha sonra adını koydukları strateji ve taktik esaslarının, Türkler tarafından başarı ile uygulandığı tozlu arşivlerden çıkan araştırmaların sonuçlarına dayanılarak yazılmaktadır. Türkler, hemen her defasında düşmanla arasında sayı bakımından aleyhine büyük dengesizlikler olmasına rağmen, büyük zaferler ve kazançlar elde etmeyi başarmışlardır.
Ordu millet bütünleşmesinde olan Türklerin en büyük hususiyetlerinden birisi de savaşçılıklarıdır. Barış zamanında günlük işleriyle meşgul olan halk, savaş zamanında çoluğundan çocuğuna top-yekûn seferberlik halinde bulunuyorlardı.
Askeri strateji sanatı örnekleri Türk savaş tarihinde de pek çok örneklere ve kaynaklara sahiptir.5 Türk tarihine ait kaynaklardan öğrendiğimize göre, savaş ve ordu komutanlığı sadece erkeklerin işi değildir. Kadınlar da birliklere veyahut da ordulara kumanda edebildikleri gibi, at üstünde okları, yayları ve kılıçları olduğu halde savaşlara katılıyorlardı.6 Hunlar ve Kök Türkler boynuzdan yaptıkları yaylar, ıslık çalan oklar7 , süngü, bıçak, kılıç, kement ve kuşatmalarda faydalanılan koçbaşları. Bunun gibi daha birçok değişik silahlara sahip oldukları gibi, davulun yanında boynuz veya diğer madenlerden imal ettikleri boru ya da zurrnaları da bulunuyordu. Hatta ordu bandolarının kuruluşunun temelinde bile eski Türk askeriyesindeki davul ve onu izleyen Mehter birliği bulunuyordu.8
Çağlarına göre daha modern silah, sistem ve taktikleri kullanmışlardır. Nitekim Mete Han tarafından dünya askerî teşkilatına kazandırılan “onlu sistem” yanında atın üzerinde manevra kabiliyetini artıran pantolon ve ceketlerin kullanımı, savaşlarda ağır teçhizatlı düşmanların paniklemelerine neden olan hafif süvari birlikleri, “sahte ricat” taktiği ve ıslıklı okların kullanımı bunların başında gelmiştir. Öncelikle Çin olmak üzere göçler nedeniyle; Roma, Bizans ve diğer Avrupalı milletler de, çoğu kez Türk ordu teşkilatı ve teçhizatını örnek almışlardır9
M.Ö. 3000’lerden itibaren askeri birliklere sahip olan Türklerin, bu güçleri sayesinde sürekli Çin sınırlarına taarruzlar yapmışlardır. Eğer düzenli bir orduya sahip bulunmasalardı, Çin imparatorluğu Türklere karşı M.Ö. 9. asırdan itibaren yapımına başlanan Çin Seddi’ni meydana getirmek zorunda kalmazdı. Bununla birlikte araştırmacılar, Türk ordusunun diğer kavimlerin askeri yapılarından farklı olan üç yönünü tespit etmişlerdir;
-
Türk ordusu ücretli değildir10.
- Türk ordusu daimidir.
- Türk ordusu temelde süvarilerden oluşur
Türklerin yüzyıllar boyu uyguladığı pek çok strateji ve taktiksel çarpışmalar Batılılar tarafından taklit edilmiştir. Mete Han tarafından oluşturulan ve uzun bir süre Türk devletlerince devam ettirilen ordu-devlet yapısı zamanla Türk toplumunca kemikleşerek bedenleşti. İslâmiyet’in kabulünden sonra İslâm ordu yapısından büyük ölçüde etkilenmişse de, atlı süvari geleneğini muhafaza etmiş, bir anlamda Türk ve İslam ordu geleneğini bu bedende ruh bularak sentezlenmiştir. Selçuklu Devleti’ne kadar geçen zamanda, Karahanlılar, Gazneliler, Tulunoğulları gibi devletlerde aşama aşama gelişen bu ordu yapısı Selçuklu Devleti’nin kurulmasıyla birlikte, yeni bir evreye girmiştir.
Eski çağlarda savaş usullerinden birisi de, iki ordu karşılıklı vuruşmaya başlamadan evvel, bir veya birkaç yiğit adamın er meydanına çıkarak dövüşmeleriydi. Türkler bunlara “alplar” diyorlardı. Onlar o kadar gözü kara kişiydiler ki, tek başlarına onlarca askerle mücadeleden bile korkmuyorlardı. Bu özelliklerinden dolayı sonraki zamanlara ait kaynaklarda onlara “deli bahadırlar” denilmiştir.11
Türk ordusunun savaş sırasında saf tutması da belirli bir düzen dâhilinde olmuştur. Türkler, Çin imparatoru Kaoti’yi kuşattıklarında, Türk süvarilerinin atlarının rengine göre dizildikleri gözlenmiştir. Buna göre batıda kır atlar, doğuda gök, kuzeyde yağız, güneyde de doru atlar yer alıyordu. Hatta batıdaki Peçeneklerin yurt dağılımları bile atların rengi esasında oluyordu.12 Hiç şüphesiz askeri araç ve gereçlerin içerisinde atın yeri çok önemlidir. Adeta Türk, at ile özdeşleşmiştir.
Türk ordusunun ve milletinin savaşa daima hazırlıklı bulunmasının nedenleri arasında, Orta Asya bozkırlarında yaşamanın güçlüğünün yanı sıra, onların sosyal hayatıyla da alâkalıdır. Ekonomilerinin esası konar-göçer hayvancılığa dayalı olan Türkler, zaten yılın yarısından fazlasını hayvanlarının peşinde, dağlarda ve yaylalarda geçirdiğinden, bünye olarak sağlam bir yapıya sahiptiler.13
Türk insanı çocukluklarından itibaren koyunların üzerinde ata binmeyi, yay ve oklarla kuşlara nişan almak suretiyle atıcılığı öğreniyorlardı. İyi birer savaşçı olmaya mecburdular, çünkü harp ganimetlerinden14 elde edilen gelirler de önemli bir meblağ tutuyordu.15 Yine bu süvarilerin en önemli özellikleri çok hızlı olmalarıydı ve hepsinin bir de yedek atları bulunuyordu. Adeta rüzgârla yarışıyorlardı.
Türklerin harp usulleri de çok ilgi çekmiştir. Bu hususta geçmişte ve günümüzde birçok araştırma yapılmıştır. Eski Türkler savaşa başlamadan önce, esas kuvveti saklama ve yedek güç ayırmaya büyük önem veriyorlardı. Tarihte Türk savaş taktiği Kurt Kapanı, Kaz Ayağı ve en çok bilinen şekliyle Turan Taktiği olarak anılmıştır.16 Turan taktiğinin en büyük hususiyeti sahte harekâttır. Düşmanla karşılaşılmadan evvel Türkler, savaş meydanının sağına ve soluna birtakım kuvvetlerini saklarlardı. Daha sonra düşman ordusu Türk akıncılarıyla karşılaşıp, onların da geri çekildiğini görünce, bütün güçleriyle saldırırlar, bu geriye çekiliş esnasında dahi arkalarına dönerek çok mükemmel ok atabilirlerdi.17 Ayrıca, Türk-Hunlar savaşa girmeden evvel hasımlarını ok atışlarıyla yıpratıyorlar18 ve bunu onları yorana kadar sürdürüyorlardı.
Savaşın vaktinin seçimi de tecrübeye dayalı tercih olmuştu. Türk-Hunlar düşmanlarına dolunay vakitlerinde saldırıyorlar, ay küçülmeye başlayınca da geri çekiliyorlardı. Yağmurlu, karlı ve tozlu günlerden kaçınırlardı. Çünkü yağmur yağdığında yayların kirişleri gevşer; tozlu ve bulutlu zamanlarda da hedefler iyi görünmezdi.
Uygurları anlatan Çin vesikalarında, savaş sırasında onların sahte bir karargâh oluşturduklarına ve düşman askerleri buraya doğru hücuma kalkıştıklarında, etrafta saklanan esas ordu tarafından tuzağa düşürüldüklerine dair haberler de vardır19.
M.Ö. 140’larda Türk ordu sistemi hakkında bilgi veren Çinli bir vezirin tespitlerine göre; Türk askerleri insanı şaşırtan bir çeviklikle hareket ediyorlardı. En yalçın dağları çok kısa bir sürede tırmanırlar ve inerlerdi. Selleri ve ırmakları elbiseleriyle yüzüp, geçerler. Rüzgâra, yağmura ve susuzluğa dayanırlar. Her türlü arazide dinlenmeden zorlu yürüyüşler yaparlar. Onların atları en dar yarıklardan bile geçmeye alışıktır.
Gündelik hayatta karınlarını doyurmak amacıyla, avlarda yararlandıkları ok ve yaya öyle maharetle hükmediyorlardı ki, at üzerindeyken dahi ileriye, geriye, sağa ve sola oklarını gönderebiliyorlardı. Savaşla ilgili kullanılan birtakım deyimler de vardır ki, onlardan bazıları da şunlardır: Tokımak, süngüşmek (savaşmak), sülemek (ordu göndermek), atlıg (süvari), yadag (piyade), akınçı (düşmana baskın yapan), yizek (ordunun önde giden bölüğü), karakol (bekçi, devriye), yortug (hakanın yanında bulunan koruma görevlilerinden), içgirmek (itaat almak)
Savaşta askerler, komutanlarına yüzde yüz itaat etmek zorundaydılar. En küçük bir uygunsuzluk veya isyan hareketinin cezası son çare olarak idama hükmedilirdi. Savaşa girecek er atının kuyruğunu bağlar veya keserlerdi ki, buna eski Türkler “tullama” diyorlardı.20 Kelimenin aslı bugün de Türkçe ’de kullandığımız “dul” sözüyle eş anlamlıdır. Atını da bir eş gibi gören Türkler, çarpışma esnasında öldüğünde atının ve evdeşinin ersiz kalacağını bildiğinden, savaş öncesi böyle bir tören icra ediyordu.
Silah konusunda Türkler Ortaçağda oldukça ileriydiler. Savaş esnasında çok cesur olan Türk milleti, aynı zamanda zengin maden yataklarına sahipti ve silah işçiliğinde de oldukça ustaydılar. Mesela Türk kabilelerinden Bayırkular, sadece at yetiştiriciliğinde değil, demircilikte de maharetliydiler.
Kırgızların ağaçtan yapılmış kalkan ve zırhları kullandıklarına dair kayıtlar mevcuttur. Atlarını da zaman zaman ince bir zırhla kaplıyorlardı. Bu durumu kanıtlayacak arkeolojik bulgularda, Asya’nın değişik bölgelerinde figür ve motiflere rastlanmıştır.21 Yine batıdaki On Ok Türkleri demir ticareti de yapmışlardır. Türk milleti açısından madenciliğin gelişmesi, Türk kağanlarının ordularını en iyi araç-gereçle silahlandırması, Börüler22 diye adlandırılan vurucu güce sahip zırhlı süvarilerin bulunması ayrı bir üstünlüktü. Savaş malzemeleri de dâhil olmak üzere madenden imal edilen her şeyleri gayet mükemmeldi.
Uygurlar, yaylarının kirişlerini at kılından yapıyorlardı. Hem kaya resimlerinde, hem de Orkun Vadisi’nde yer alan Bilge Kagan ve Köl Tigin anıt mezarlıklarında gerçekleştirilen kazılarda ise değişik ebatlarda ve özelliklerde ok uçları görülmüştür.23 Mo-tun devrinden beridir bir savaş aleti olarak vazife gören ıslık çalan okları, Moğollar da kullanmıştır.
İlk Türk-İslam devletleri içerisinde en güçlü ve düzenli ordu, dört temel askerî unsurdan oluşan Büyük Selçuklu Devleti ordusudur. Bunlar, başta Türkler olmak üzere çeşitli milletlerden seçilerek sarayda özel bir eğitimden geçirilen Saray Gulamları, hükümdarın yanında her an savaşa hazır bulunan Hassa Ordusu, büyük komutan ve devlet görevlilerinin beslediği Eyalet Askerleri ile sınır bölgelerinde fetihlerle görevli ve her an savaşa hazır Türkmenler idi. Buna yakın bir askerî teşkilat Anadolu Selçuklularından da devam etmiş ve bu yapı basit şekliyle Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarında da kendini göstermiştir.24
623 yıllık varlığı (1299-1922) süresince Osmanlı Devleti askerî temeller üzerinde oturmuş ve bu özelliği ile birçok bölgede hâkimiyet kurmuştur. Kuruluş döneminde Osmanlı askerî teşkilatı, Anadolu Selçuklu Devleti, İlhanlı ve Memlûk askerî teşkilatlarına benzer özellikler taşımıştır. Genel itibarıyla merkeze bağlı her bey, kendisine bağlı aşiret kuvvetleriyle savaşa iştirak etmiştir.
Ancak, bu aşiret askerleri atlı birlikler olduğu için, özellikle kale muhasaralarında istenilen başarıyı elde edememişlerdir. Bu yüzden devamlı, savaşa hazır yaya ve atlı kuvvetlerin oluşturulması ihtiyacı doğmuştur. Böylece, Orhan Bey döneminde Türk gençlerinden meydana getirilen ilk düzenli ordu oluşturulmuş; bunların atsız askerine “yaya”, atlı askerine “müsellem” adı verilmiştir. Bu askerî birlikler, 15. yüzyıl ortalarına kadar savaşlarda bizzat kullanılmıştır.25
OSMANLI DEVLETİNDE TÜRK ORDUSU
Osmanlı Ordusunun en kuvvetli temel taşı Türk gençlerinden oluşan Tımarlı Süvariler ile yaya unsuru olan Azaplar idi. Azaplar muharebede merkez ordusunun önünde bulunup ilk düşman hücumunu karşılarlardı. Bunların gerisinde toplar, toplarında gerisinde Yeniçeriler dururdu. Savaş başladığında Azaplar sağa ve sola açılarak Topçu ateşine imkân verirlerdi. Bu kuvvetlerin haricinde hafif süvari kuvveti olan ve düşman topraklarında keşif, istihbarat ve akın harekâtı yapan Akıncılar bulunmaktaydı. Geri hizmet birlikleri ise Yayalar, Müsellemler, Cerahur veya Serahurlar (yol açma, kale yapma gibi işler için), Canbazlar ve Tatarlar (işçi birlikleri)’dan meydana gelirdi.26
Osmanlı Devlet teşkilâtında ordu; Orhan Gazi devrinde aşiret kuvvetlerinden daimî orduya geçildi. Ordu; Kapıkulu Ocakları, Eyalet askerleri ve geri hizmet kıtalarını meydana getiren Yayalar-Yörükler, Müsellemler, Conbarlardan meydana gelirdi. Eyalet Askerleri, Tımarlı Süvari, Azaplar ve Akıncılardan teşkil edilirdi.
Osmanlı Ordusunun savaş düzeni klasik Türk tertiplenmesinde olduğu gibi merkez, sağ ve sol kol olmak üzere üç kısım halinde idi. Bunların önünde kademeli öncü kuvvetleri ve geride ise ağırlıklarla Artçılar gelmektedir. Akıncıların gerisinde yol açmak, köprü tamir etmek ve kılavuzluk için Kazmacılar görevlendirilmiştir. Bunların arkasında hafif piyadeler ve ordunun ileri karakolları bulunurdu. Hilalin iki ucundan Tımarlı Sipahi giderdi. Padişah veya Vezir-i Azam hilalin tam ortasında olur, Yeniçeriler Padişahın önünden giderdi. Padişahın arkasında saltanat bayrakları, sağında vezirler solunda ise kazaskerler yer alırdı. Duruma göre yeniçerilerin önünde toplar olurdu. Ordunun hızlı müdahale etmesi için savaş esnasında ön taraf hilal şeklinde bir miktar açık bırakılırdı. Savaş snasında askerin gerilemesine ve kaçmasına mani olmak için ordu etrafında atlı çavuşlar bulunurdu.
Osmanlı Orduları hiçbir zaman esaslı bir hazırlığı olmadan sefere çıkmazdı. Toplanma bölgeleri, konaklama ve yürüyüş güzergâhı ile ilgili keşifler yapılırdı. Menzilname veya Ruzname denilen savaş ceridelerine hangi gün ne yapıldığı, hava durumu vb. her şey not edilirdi. Bu defterler Padişaha ve ilgililere ulaştırılarak memleket içinde olan biten her şeyden haberdar olunurdu. Osmanlılar genelde savaş için yaz aylarını tercih ederlerdi. Nisan - Mayıs aylarında toplanır, harekâta başlar, sonbaharda dönerdi.
1521 yılında Belgrat’a seferine çıkıldığında Edirne’de birlikleri topladığı halde Padişah vezirlerine bile seferin Belgrat’a olacağını söylememişti. Düşman ordusu hedef olarak seçilir, üzerine gidilerek aranır ve nerede bulunursa taarruz edilirdi. Osmanlı komutanları basmakalıp savaş usulleri kullanmazlar, duruma göre tertip alır ve düşmanı baskına uğratmaya çalışırlardı.
Osmanlılarda daima kesin sonucu taarruzla kazanmak esas olduğundan alınacak savaş şekil ve tertibi de bu maksada uydurulurdu. Eğer düşman durumu açık değilse Kapıkulu birlikleri genel ihtiyat olarak merkez grubu gerisinde tutulur ve durumun gelişmesine bağlı olarak kesin sonuç alınacak yerde kullanılırdı. Türkler, Büyük Frederik’ten çok önceden beri stratejik ve taktik düşünceleri uygulamakta idi;