70
AHMED HÂLİD EFENDİ
2/210) mealindeki âyetlerde geçen "rab" ve "Allah" lafızlanyla isa'nın kastedildiğini; aynı şekilde, "Allah Âdem'i kendi suretinde yarattı" (kaynakları ve yorumu için bk. İbn Fûrek, s. 12-31) anlamındaki hadiste bulunan "suret"in sahibi olan ilâhın, insan kılığına bürünmüş kadîm kelime* yani İsa olduğunu savunmuştur.
İlkel toplumların ve Hint dinlerinin bariz özelliği olan tenasüh* inancının Ahmed b. Hâbıt'ın düşüncesinde büyük bir yer tuttuğu görülmektedir. Ona göre Allah, kullarını daha önce, bulunduğumuz âlemin ötesinde başka bir âlemde akıllı, yetişkin ve sağlıklı olarak yaratmış, onlara kendini bilme özelliğini ve bütün nimetleri ihsan etmiştir. Daha sonra Allah'ın kendilerine bazı vazifeler yüklediği bu kullardan ilâhî emirlere eksiksiz uyan zümre nimetler âleminde bırakılmış, tamamen âsi olanlar ise cehenneme atılmıştır. Bu emirlere bazan uyup bazan uymayanlarsa bir beden kalıbına konularak içinde bulunduğumuz âleme gönderilmiştir. İlk âlemlerindeki amellerinin değerine göre güzel veya çirkin bir canlının suretine konulan bu kimseler, ilk âlemdeki suç ve günahları ölçüsünde belâ ve sıkıntılarla imtihan edilirler. Ruhun saflığı kötülüklerle bozulduğu sürece çeşitli kalıplar içinde dünyaya geliş devam edecektir. Ahmed b. Hâbıt, bu düşüncesinin sonucu olarak beş âlem (dâr) kabul etmektedir. İlk ikisi nimetler âlemidir. Bunların birinde yeme içme ve cinsel hazlar bulunduğu halde diğerinde yalnız ruhanî lezzetler vardır. Üçüncü âlem. sadece azap yeri olan cehennemdir. Diğer iki âlemin biri kulların ilk yaratıldığı yer (dârü'l-ibtidâ), diğeri de içinde bulunduğumuz mükellefiyetler dünyasıdır (dârü'l-ibtilâ).
Ahmed b. Hâbıt, Allah'ın görülmesi (riiVetullah*) iie "Si11 hadisleri değişik bir şekilde ele almıştır. Ona göre görülecek olan zât-ı ilâhî değil, varlıkları şekillendiren (kendisinden şekillerin çıktığı) faal akıl veya aklü'l-evvel-dir. Yine ona göre Hz. İsa beden haline gelmeden önce "akıl'dan ibaretti. İbn Hâbıt, çok evliliği sebebiyle Hz. Pey-gamber'e ta'netmiş, Ebû Zer el-Gıfâ-rfnin ona nisbetle nefsine daha hâkim ve daha faziletli olduğunu ileri sürmüştür.
Onun ve arkadaşı Fazlü'l-Hadesfnin müştereken benimsedikleri bu görüşler, daha önce mensubu bulundukları Mu'-
tezile dahil, bütün müslüman âlimler tarafından reddedilmiş, fikirleri İslâm'a, ilmî ve tarihî gerçeklere aykırı görülerek küfür sayılmış ve kendileri de lanetlenmiştir. Bazı kaynaklarda (bk Şeh-ristânî, I, 60) Ahmed b. Hâbıt ile Faz-lü'l-Hadesrnin bu müşterek görüşlerini benimseyenlere Hâbıtıyye ve Hadsiy-ye ( V-"*31) denildiği kaydediliyorsa da tarihte böyle bir zümrenin varlığı tesbit edilememiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
Hayyât, el-İntişâr (nşr. M. Nyberg), Beyrut 1957, s. 107-110, 142-143; İbn Fûrek. MüşA:;-lü'l-hadîş (nşr. Abdüİmutî Emin Kal'acî), Ha-leb 1402/1982, s. 12-31; Bağdadî. el-Fark (Abdülhamîd), s. 274-278; Beyrûnî. Tahkiku mâ li't-Hind, Beyrut 1403/1983, s. 39; İbn Hazm. el-Fasl (Umeyre), V, 64-65; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 60-63; et-Ta'rtfât, "el-Hâ'i-tıyye" md.; Makrizî. el-Hıtat, M, 347; "Ahmed", İA, I, 170; Ch. Pellat, "Ahmad b. Hâbit", El2 (İng ), !, 272; a.mlf., "Ahmed b. Hâbıt", ÜDMİ, 11.60-61. r—1
\m Mustafa Öz
P AHMED b. HADRAVEYH ^
Ebû Hâmid Ahmed b. Hadraveyh el-Belhî (ö. 240/854)
tik safîlerden ve Melâmetiyye'nin ilk temsilcilerinden.
L J
Dinî ilimleri öğrendikten sonra tasavvufa yöneldi. Hatim el-Asam ve Ebü Tü-râb en-NahşebFden istifade etti. Bâye-zîd-i Bistâmî ve Ebû Hafs el-Haddâd ile görüştü. Sohbetine katılanlar arasında, "müeddibü'l-evliyâ" unvanını alan Ebû Bekir el-Verrâk ile Ebü'l-Hüseyin en-Nûrf ve Ebü Abdullah el-Belhîyi saymak gerekir.
Ahmed b. Hadraveyh fakirlikteki izzetin ve dervişlikteki şerefin gizli tutulmasını ister ve diğer ilk devir Melâme-tîleri gibi, gönül dünyasının sırlarını açığa vurmama konusu üzerinde önemle durur. Ebû Hafs onun için, "Ahmed'den daha büyük bir himmete, daha doğru bir hale sahip bir başkasını görmedim" derken Bâyezîd-i Bistâmî, "Üstadımız Ahmed'dir" demişti. Ahmed b. Hadra-veyh'in "Horasan'ın güneşi ve fütüvvet ehlinin yöneticisi" olduğunu söyleyen Hücvîrî onun melâmet yolunu tuttuğunu söyler. Zevcesi Fâtıma'nın da en derin tasavvufî konulan Bâyezîd-i Bistâmî ile tartışabilecek kadar bu hayatın İçinde olduğu rivayet edilir. Hücvîrî, Ahmed b. Hadraveyh'in er-Ri 'dye bi-hukükıl-tâh adlı bir eseri olduğunu kaydeder.
BİBLİYOGRAFYA:
Sülemî, Tabakât, s. 103; Ebü Nuaym, Hilye, s. 42; Kuşeyrî Risalesi (trc. Süleyman Uludağ). İstanbul 1981, s. 133; Höcvîrî, Keşfü'i-mahcûb: Hakikat Bilgisi (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982. s. 219; Attâr. Tezkiretü't-evliyâ (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1985, s. 382; Sa'rânî. et-Tabakât, I, 95; Münâvî, el-Keuâkib, 1, 198; Abdülhüseyin Zerrînkûb. Cüstücû der Taşauuuf-i JrSn, Tahran 1367 hş., s. 39; Sezgin. GAS, I, 639. i—i
İmi Mustafa Kara
F AHMED HALtD EFENDİ *
(ö. 1882)
Türk hukuk âlimi, Mecelle Cemiyeti âzası.
Ahmed Hâlid Efendi. Kazasker Yûsuf Efendi'nin oğiu ve Sultan II. Abdülha-mid devri şeyhülislâmlarından Cemâ-leddin Efendi'nin babasıdır. İlmiye mesleğine müderrislikle girdi. Mayıs 1853'te
Mecelle Cemiyeti'nin 9 Kitap hakkındaki lâyihasında sağ basta Ahmed Hâlid Efendi'nin mührü (ba. h-ad*. Dosya Usulü. 65/7)
fr^;^
71
AHMED HÂLİD EFENDİ
Diyarbekir mollası, daha sonra mahreç* payesini alarak Şubat 1861'de Şam mollası oldu. Ardından Mekke-i Mükerreme payesini elde etti. Ağustos 1866'da askerî kassam* lık görevine getirildi ve ilmî rütbesi İstanbul payesine yükseltildi. Nisan 1876'da bilfiil İstanbul kadısı oldu. Bundan sonra Anadolu kazaskerliği payesini kazanarak Emvâl-i Eytâm Dairesi reisliğine tayin edildi. Temmuz 1878'de Tedkîkât-ı Şer'iyye ve İntihâb-ı Hükkâm meclisleri reisi oldu. 13 Şevval 1299'da {28 Ağustos 1882) İstanbul'da vefat etti. Fatih'te babasının yanına defnedildi.
Ahmed Hâlid Efendi'nin MeceJie'nin altı, yedi ve sekizinci kitaplarında "kas-sâm-ı askerî", dokuz-on dördüncü kitaplarında "Tedkîkât-ı Şer'iyye Meclisi âzası", on beş ve on altıncı kitaplarında da "Dârülhilâfe kadısı" unvanıyla mührü vardır. Bize kadar intikal etmiş müstakil eserleri bulunmamakla beraber âlim, aynı zamanda müdebbir ve vakur bir zat olduğu kaynaklarda belirtilmektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
Mecelle-i Ahkâm-t Adliyye, İstanbul 1308; Sicilt-i Osmânî, II, 268; İtmiyye Salnamesi, s. 615; EbİH-Ulâ Mardin, Medenî Hukuk Cephesinden Ahmed Cevdet Paşa, İstanbul 1946, s.
164-165. m
İni Hulusi Yavuz
AHMED b. HALİD en-NASIRİ
AHMED HAMDİ, Serbestzâde
(1864-1939) Son devir tefsir âlimi ve şair.
L
İskilip Ulaştepe mahallesinde doğdu. Babası Serbestzâde Hasan Efendi'dir. İlk öğrenimine İskilip Hacı Nuh Mekte-bi'nde başladı. Rüşdiyeyi de aynı yerde
Serbestzâde
Ahmed Hamdi
Afımed
Hamdi'ye
Suttan
II Abdülhamıd
tarafından
hedive edilen
V32i takımı ile
üçüncü
rütbeden
aldığı
Mecidî
nisanı
(Süreyya Serbest &wl koleksiyonu)
bitirdi. Daha sonra İskilip Tabakhane Medresesi'ne devam etti. Bundan sonraki öğrenimini Kastamonu'da sürdürdü. Hocası Ballıklızâde Ahmed Mahir Efendi'den icazet aldı.
İlk resmî görevi İskilip belediyesi memurluğudur. Daha sonra Kastamonu, İskilip, Araç ve Taşköprü'de âşâr* memurluğu yaptı. 1890-1891 yılları arasında Safranbolu ve Tosya'da mal müdürü. 1895'te de Bolu ve çevresinde belediye müfettişi olarak çalıştı. Bundan sonra sırasıyla Boyabat mal müdürlüğü. Hakkâri ve Van muhasebe müdürlüğü görevlerini yürüttü. Bir ara Manastır vilâyeti muhasebeciliği ve İşkodra vilâyeti defterdarlığı yaptı. 1906 yılında Trabzon defterdarlığına tayin edildi. Bu görevi yürütürken bir süre valiliğe de vekâlet etti. Bu vekâleti sırasında Trabzon Serası Matbaası'nda Mansur Bey-rûü mahlastyla neşrettiği Hicivnâme, dönemin bazı İleri gelenlerini rahatsız edince, kendisini teftişe gidenleri zehirli kahve içirerek öldürdüğü rivayet edilen Hicaz valisini teftiş etmek üzere oraya gönderildi. Daha Önce bu rivayeti duyan ve Hicaz'a niçin gönderildiğini bilen Ahmed Hamdi Efendi, vali ile iyi münasebetler kurarak görevini tamamladı. Hicaz dönüşünde Konya defterdarlığına tayin edildi (1907). Bu görevde iken emekliye ayrılarak memleketi olan İskilip'e döndü. Emekliliği sırasında bir müddet Süleymaniye ve Fâtih medreselerinde tefsir ve fıkıh dersleri okuttu. İstiklâl Savaşı sırasında tekrar memuriyet hayatına döndü ve Ganâim-i Harbiyye Komisyonu reisliğine tayin edildi. Savaştan sonra Konya Tasfiye Komisyonu reisliğine getirilen Ahmed Hamdi Efendi, maliye teftiş grup başkanı sıfatıyla Gümüşhane'de görev yaparken yaş haddinden ikinci defa emekli Oldu (1926).
2 Mayıs 1939'da İskilip'te vefat etti. Memuriyetindeki başarılı çalışmaları dolayısıyla Osmanlı döneminde kendisi-
ne üçüncü rütbeden Mecîdî nişanı verilmiş (1907) ve Sultan II. Abdülhamid'in özel iltifatlarına mazhar olmuştur. Ahmed Hamdi Efendi aynı zamanda şairdi. Hamdı, Mansur Beyrûtî mahlaslany-la şiirler yazmış ve şiirlerini bir divanda toplamıştır. Bazı şiirleri ise 193S yılında Çorum Gazetesinde yayımlanmıştır. Arapça, Farsça ve Fransızca bilen Ahmed Hamdi Efendi, tefsir ve edebiyat sahasındaki çalışmalarıyla tanınmıştır.
Eserleri. 1. Tercümân-ı Kur'ân Tef-sîru Kadı Beyzövî. Beyzâvî tefsirinin şerh ve tercümesi mahiyetinde yedi ciltten oluşan ve oğlu Süreyya Ser-best'in özel kütüphanesinde yazma halinde bulunan bu eserin ilk üç cildi (En'âm sûresinin sonuna kadar) temize çekilmiş, diğer ciltleri ise müsvedde halindedir. Eserin sonunda müellifin otobiyografisi de yer almaktadır. 2. İîm-i Kelâmdan Akâid-i Adudiyye Şerhi Celâl Tercümesi. Adudüddin el-fcrnin el- 'Aka3 id 'inin metnine Celâleddin ed-Devvânî tarafından yapılmış şerhin tercümesi olan bu eser, Fetvahane'de bir komisyon tarafından tetkik ettirildikten sonra yayımlanmıştır (Trabzon I310). 3. Dîvân-i Ahmed Hamdi. Mansur Beyrûtî mahlasıyla yazıp neşrettiği (Trabzon 1906) Hicivnâmesi ile birlikte seksen dört varaktan oluşan bu divanın yazma nüshası müellifin özel kütüphanesinde bulunmaktadır. 4. Diplomasiden Hikmet-i Siydsiyye (İstanbul 1328). Edep Matbaası'nda yayımlanan bu eser 341 sayfadır. S. Seyahatnâme-i Ahmed Hamdi. Seyahat hâtıraları m, yolculukları sırasında başından geçen olayları anlattığı bu eser de özel kütüphanesinde yazma halinde mevcuttur. 6. Şerhu duayı ricâli'i-gayb. Yetmiş üç risaleden meydana gelen 166 varaklık bir mecmuadır. 7. el-Kevâkibü'd-dürriyye fî usûli'l-cilriyye. Cifr ilmine dair olan bu eser de yazma halinde özel kütüp-hanesindedir.
Müellifin özel kütüphanesinde yazma nüshaları bulunan diğer eserleri ise şun-
72
AHMED HAN, SevY'd
lardır: Rehber-i Vüsûl ilâ ilmi'1-usûl; Amelî ve Nazarî Ta'lîm-i Lİsân-ı Ara-bî; îlm-i Âdâbdan Mir'öt-ı Münazara; Mutavvel Üzerine Ta'lîköt; İnsan öldükten Sonraki Ahvâline Dâir Tet-kîkât-ı Felsefiyye.
BİBLİYOGRAFYA:
Serbestzâde Ahmed Hamdİ Efendi'nin Sicil Özeti, Mâliye Nezâreti Memurîn ve Levazım Müdüriyeti, 6 Haziran 1328 tarihli dosya, nr. 1242; Özeğe. Katalog, II, 705; Çorum Gazetesi, XIII/750, Çorum 1935, s. 2 (ayrıca oğlu emekli kaymakam Süreyya Serbestten alınan şifahî bilgilerden faydalanılmıştır}.
İni Kâmil Şahin
AHMED HAN, Seyyid
( jU. -U»-t ,L« )
(1817-1898)
Hindistanlı tanınmış fikir adamı ve yazar.
J
17 Ekim 1817'de Delhi'de doğdu. Babası Seyyid Muhammed Muttaki Han'dır. Ataları, Şah Cihan devrinde Herat'-tan Hindistan'a gelip yerleşmiş ve burada çeşitli devlet hizmetlerinde görev almışlardır. Neseplerinin Hz. Hüseyin vasıtası ile Hz. Peygamber'e ulaştığı yolundaki iddiadan dolayı aile fertleri "seyyid" unvanını taşımaktadır. Ahmed Han, ilk tahsilini annesinin nezaretinde geleneklere uygun olarak tamamladı. Daha sonra Farsça. Arapça, matematik ve geometri öğrenimi gördü; şiir ve edebiyatla ilgilendi; bu arada devrin önde gelen edipleriyle yakın ilişki kurdu. 1838 yılında babası Muttaki Han'ın ölümü üzerine hayatını kazanmak için çalışmak zorunda kaldı ve Delhi Ceza Mahkemesi zabıt kâtipliğine tayin edildi. Burada hâkim olan amcası Halîlullah'ın yanında meslekî bilgisini İlerletti. Bu sırada açılan hâkimlik imtihanını kazanarak 1841'de Manipûr'a stajyer hâkim oldu. Bir yıl sonra Fetihpûr Sikri'ye ve 1846'-da Delhi'ye gönderildi. Delhi'de kaldığı dokuz yıl zarfında, resmî görevi yanında bir taraftan da kitap ve risaleler yazarak büyük bir şöhrete kavuştu. 1855 yılında daha yüksek bir hâkimlik derecesi olan "sadr-ı emîn" unvanı ile Bİcnor'a tayin edildi.
1857 yılında İngilizler'e karşı başlatılan ve Hint tarihine "sipahi ayaklanması" olarak geçen hareket sırasında Bic-nor'da bulunan Ahmed Han, tamamen İngilizler'e bağlı kaldı. Bicnor'daki birçok kadın ve erkek İngiliz'i Meerut'a
göndermek suretiyle hayatlarını kurtardı. Bu hareketi İngilizler tarafından takdirle karşılanarak kendisine "Star of In-dia" (Hint yıldızı) nişanının Companion rütbesi verildi. Daha sonra intikam almak için mukabil harekete geçen İngiliz askerlerine karşı, bu defa masum halkın kurtarılmasında büyük hizmetleri oldu. Hareketten sonra kendisine, hizmetlerine karşılık olmak üzere, yerlilerden müsadere edilen ve yıllık on beş bin İngiliz lirası gelir getiren bir mülk bağışlandıysa da kabul etmedi. 1857'-den sonra Murâdâbâd'da daha üst bir derece olan "sadrü's-sadr" unvanı ile hâkimlik görevine devam etti. Burada müslümanların sosyal hayat ve eğitimle ilgili problemlerini dile getiren bazı yazı ve broşürler yayımladı. Loyal Moham-madan oî India ve Esbâb-ı Beğavât-ı Hind adlı eserlerini bu sırada yazdı. İkinci eser Hindistan'da sıkıyönetim uygulandığı sırada neşredilmiş olup Hindistan halkının devlet kademelerinde temsil edilmediği yönünde birçok tenkitler İhtiva etmektedir. 1859'da eşini kaybeden Ahmed Han. aynı yıl Murâdâ-bâd'dan Gâzîpûr'a ve 1864 yılında Ali-garh'a giderek hâkimlik görevini sürdürdü. Burada da müslümanlartn eğitim düzeyinin mutlaka yükseltilmesi gereği üzerinde önemle durdu.
Ahmed Han, 1869 yılında oğullan Hâ-mid ve Mahmud'la birlikte İngiltere'ye gitti. On yedi ay müddetle meslekî tetkiklerle birlikte İngiliz üniversite teşkilâtını da inceledi. Özellikle Kraliçe Victoria'dan ve İngiliz devlet adamlarından büyük ilgi gördü. Hindistan'a dönüşünde Tehzîbü'l-ahlâk adıyla aylık bir gazete çıkararak müslümanlan Batı kültürüne ve İngiliz hükümetine ısındırmak için çaba gösterdi; din ile dünya işlerinin birbirinden ayrılması ve dinin her işe karıştırılmaması gerektiğini savundu. 24 Mayıs 1875'te, Kraliçe Victo-
Sevvid Ahmed Han
ria'nın doğum yıldönümünde, en büyük eseri sayılan Aligarh'taki Mohammadan Anglo-Oriental College'i kurdu. 1876'da mesaisini tamamen okula vermek istediği için hâkimlik görevini bıraktı ve Ali-garh'a yerleşti. 1877de kraliyet naibi Lord Lytton yeni kolej binasının temelini attı; 1878'de Cambridge ve Oxford örnek alınarak yüksek öğretim sınıfları açıldı. Bu kolej Ahmed Han'ın ölümünden sonra 1920 yılında üniversite haline getirildi. Hindistan'daki günümüz müslüman aydınlarının birçoğu Aligarh Koleji veya üniversitesinde yetişmiştir.
1878'den 1883'e kadar kraliyet naibinin yasama meclisinde üye olan Ahmed Han, halkın direnişinden korkan birçok İngiliz memurun muhalefetine rağmen, bulaşıcı hastalıklara karşı mecburi aşılanma kanununu kabul ettirdi. 1886'da. ülke müslümanlarını eğitim, öğretim ve siyaset alanlarında aydınlatmak amacıyla ve her yıl toplanmak üzere, The Mohammadan Educational Con-ference'ı (İslâm Eğitim Konferansı) başlattı. Aynı yıl Hint aydınları tarafından kurulan All-lndia National Congress'e karşı çıkarak müslümanların bu harekete karışmamaları için bütün gücüyle çalıştı. 1887'deki İslâm Eğitim Konfe-ransı'nda Millî Kongreyi şiddetle tenkit etti. Onun kanaatine göre müslüman-lar, İngiliz hükümetinin aleyhine olan Millî Kongre ile birlik oldukları takdirde İngilizler'in teveccühünü kaybedecekler ve bu kuruluşun istediği seçim tarzı getirilirse mağdur olacaklardır. Onun bu çabalan İngiliz hükümetince büyük bir memnuniyetle karşılandı ve kendisine "Sir" ve "Knight Commander of the Star of India" (Hint yıldızı nişanının şövalye kumandanı) unvanı verildi. 1889'-da Edinburg Üniversitesi tarafından fahri doktor unvanıyla taltif edildi. 27 Mart 1898 tarihinde Aligarh'ta öldü.
Dinî ve Siyasi Görüşleri. İslâm'ın akılla uzlaştığını kabul eden Ahmed Han, XIX, yüzyıl Avrupa akılcılığfve tabiat felsefesinin geniş ölçüde tesirinde kalmıştır. İnanç sistemlerini değerlendirirken "tabiata uyma" ilKesini kabul etmiş ve İslâm'ın bu ölçüye en çok uyan bir din olduğu sonucuna varmıştır. Aklı en önemli standart sayarak İslâm'ı buna göre açıklarken radikal İslâmî yorumu canlandırmak yerine, Ortaçağ İslâm filozof-lannın sudur* görüşünü yoruma tâbi tutarak benimsemiş ve Allah'ı ilk sebep şeklinde ifade etmiştir. Ahmed Han.
73
AHMED HAN, Seyyid
Bati akılcılığına dayanarak İslâm'ı kendi şahsî yorum ve fikirleriyle uzlaştırmaya çalışmıştır.
Ona göre kâinatta sebep-sonuç prensibi hâkimdir ve kâinat bu prensibe bağlı olarak yönetilir. Bütün varlıkların yaratıcısı, yani ilk sebebi Allah'tır. Allah, tabiat kanunlarını yaratmış ve kesinliğe bağlamıştır; bu yüzden kâinatta bu kanunlara aykırı hiçbir şey cereyan etmez. Bu anlayıştan hareket eden Ahmed Han. peygamberlerin mucizelerini ve velîlerin kerametlerini kabul etmeyip bunlarla ilgili nasları tabiat kanunlarına uygun bir şekilde yorumlamaya çalışır. Ona göre vahiy tabii bir olaydır ve peygamberin melek vasıtasıyla değil, kendi sahip olduğu istidatla ilâhî kelâmı duyması halidir. Buna göre peygamberlik de istidada bağlı tabii bir olaydır. Nasıl ki bütün istidatlar insanın fizik yapısıyla ilgiliyse, Allah tarafından verilen nübüvvet de peygamberin fizik yapısına bağlı bir özelliktir. Bu bakımdan peygamber ana rahminde iken de peygamberdir. Nübüvvet Hz. Muhammed'le sona ermiştir. İslâm Peygamberİ'nin her sözü. konusunda söylenecek en son sözdür. İşte bu özelliğinden dolayı o son peygamberdir. Kendisinden sonra bin peygamber de gelse, onun söylediklerinden başka bir şey söylemeleri mümkün değildir.
Kur'an en mükemmel prensipleri ihtiva eder ve değiştirilemez. Fakat onun bütün muhtevası dinle ilgili değildir. Kur-an'da bulunan dinî mahiyetteki emirler (ahkâm âyetleri) beş yüz civarındadır. Kur'an'da dünyevî konuların zikredilmesi, onların dinin bir bölümü olduğunu göstermez. Hadisler Kur'an derecesinde mevsuk değildir. Çünkü onların çoğu sonraki nesillere aynen nakledi İm emiştir. Sahabe ve halefleri, naklettikleri hadislerde bizzat Hz. Peygamber'in kullandığı lafızları kullanmayıp kendi ifadeleriyle rivayet etmişlerdir; böylece hadis metinleri kitaplara son râvinin ifadesi ile girmiştir. Bundan dolayı, bu râviye kadar Hz. Peygamber'in ifadesinin ne derecede korunduğunu tesbit etmek çok güçtür. Râvinin, hadisi ve ifade ettiği mânanın mahiyetini anlayamaması sonucu, asıl metnin tamamen yanlış bir ifadeye bürünmesi de mümkündür. Hadis bilginleri, hadis ricalinin güvenilir olup olmadığı hakkında tenkitler yürüttükleri halde, hadisin metni hakkında tenkitte bulunmamışlardır. Buna göre hadis akıl ve dirayet* yoluyla sabit olmadıkça kabul edilemez. Ah-
med Han, Hz. Peygamber'in hadislerde beliren söz ve fikirlerine karşı saygılı olmakla beraber bu nakillerin peygamberin hayatındaki fonksiyonunu ifa edeceği görüşünde değildir. O, bu kanaatiyle hadisin otoritesini kabul etmeyen ve Kur'an'la yetinen bir telakkiyi benimsemektedir. Ona göre, İslâm âlimlerinin görüş ve kanaatleri doğru veya yanlış olabilir. Yanlış olması halinde düzeltilir ve bu durum Kur'an'a zarar getirmez. Çünkü Kur'an ıslaha muhtaç değildir. Geçmişte İslâm âlimlerinin siyasî, içtimaî, hukukî, iktisadî vb. meselelerle ilgili münakaşa ve münazaralara getirdikleri çözüm tarzları fıkıh kitaplarında toplanmış ve sonraki nesillere kanun, şeriat ve İslâm'ın kendisi imiş gibi sunulmuştur. Âlimlerin şahsî görüş ve kanaatlerinden ibaret olan bu çözüm tarzlarının mükemmel ve değişmez bir hayat nizamı olduğuna inanılmış, fıkhın her sahada yeterli olduğu görüşü yayılmış, böylece müslüman topluluklar fikrî donukluğa sürüklenmişlerdir.
Ahmed Han'a göre, dünya ile ilgili konuların temel olarak değişmeyen dine dahil edilmesi büyük bir hatadır. O, bizzat kendisinin de bu hataya düştüğünü, nitekim konuyla ilgili olarak daha önce yayımladığı Râh-ı Sünnet ve Bid-cat adlı eserinde dinî hükümleri iki gruba ayırdığını, birinci grubu akîde ve ibadetler, ikincisini de sosyal âdetler (yeme, içme ve diğer muaşeret kaideleri) olarak belirttiğini, ancak ikinci kısmı dinden saymakla hata ettiğini söyler. Bu düşünceye göre din iman. ibadet ve ahlâkî hükümlerden ibarettir (/S, VI, 294-2951.
Siyasetin dinden aynlması Ahmed Han'ın önemle üzerinde durduğu konulardan biridir. Ona göre müslümanlar hiçbir devirde vahye dayanarak siyaset yapmamışlardır. Bizzat Hz. Peygamber çeşitli konularda ashabı ile istişarede bulunmuş ve ona göre hareket etmiştir. Daha sonra da hiç kimse siyasî meselelerle ilgili hadislerin ilâhî vahyin bir kısmı olduğunu düşünmemiştir. Gerek Kur'an gerekse Peygamber, yönetim konusunda idarecilere ülkelerindeki âlimlerle istişare esasına dayalı olarak geniş bir hareket serbestliği tanımıştır.
Ahmed Han. kendi zamanında Hindistan'daki müslümanların bir kısmının yahudiler gibi dışa dönük ve şekilci olduklarını, diğerlerinin de Katolikler gibi içe yöneldiklerini İfade ederek, her iki anlayışın da müslümanların gerçek İs-
lâm'a olan imanlarını zedelediğini ve dinî hayatlarını dejenere ettiğini İleri sürmüştür. Halka yeni şeyler telkin edilmek istendiğinde söz konusu zümrelerin karşı çıkışından yakınan ve modern ilimlerle uzlaşacak yahut onları aşacak bir kelâm ilminin geliştirilmesinin zaruri olduğuna inanan Ahmed Han, fıkıh, hadis ve tefsir ilimleriyle bunlann dayandığı prensiplerin yeniden münakaşa edilmesi gerektiğini, bu bakımdan Hindistan'ın bir Luther'e ihtiyacı olduğunu iddia etmiştir. Onun bu tür cüretli fikirlerinden, Protestanlık reformuna benzer bir hareketin İslâm dünyasında da meydana getirilmesini arzu ettiği sezilmektedir. Ahmed Han bu düşüncelerini Teh-zîbü'l-ahlâk'ı çıkarmakla geliştirmeye başlamıştır. Bu gazete, müslümanlarda hâkim olan âdetlerin ve sosyal alışkanlıkların akıl ve faydacılık yönünden münakaşa edildiği bir yayın organı haline gelmiştir. Ahmed Han. siyasî görüş bakımından, çağdaşı olan Gemâleddîn-i Ef-gânrnin temsil ettiği Panislâmizm'e karşıdır. Nitekim Hint müslümanlarını İslâm dünyasının diğer bölgelerinden, özellikle Osmanlı ülkesinden ayn tutmuş, cihanşümul bir islâm hilâfetine karşı çıkmıştır.
Ahmed Han, düşünce ve uygulamalarından dolayı bazı İslâm âlimlerinin tekfir* e kadar varan tenkitlerine hedef olmuştur. Onun bu alışılmamış görüşlerine, özellikle Kur'an tefsiri konusundaki anlayışına ve Bati medeniyetini olduğu gibi taklit etme fikrine karşı çıkan âlimlerin başında, Deyûbend Dârüluiümu'-nun kurucusu Muhammed Kasım en-Nânevtevî (ö. 1881) gelir. Ahmed Han da Nânevtevfnin ilmî gücünü, münazaradaki ihlâs ve takvasını kabul etmiştir (Ebü'l-Hasan en-Nedvî, eş-Şırâ*, s. 72). Oemâleddîn-i Efgânî ve Muhammed Ab-duh, Ahmed Han'ın İngilizler'in sömürgecilik emellerine hizmet eden bir dehrî (materyalist) olduğunu söyleyerek, yazdığı tefsirde Allah'ın kelâmını bozmaya varacak kadar fahiş:hatalar yaptığını ortaya koymuşlar, ayrıca Hint müslüman-lan arasına ihtilâflar soktuğunu belirtmişlerdir lel-'ürvetü'l'Vüşkâ, s. 412, 417). Ahmed Han hareketinin tabii ilimler ve maddeci Batı medeniyetine hayranlık ve bağlılık esasına dayandığı, onun İslâm'ı modern hayata uydurmaya çalıştığı hususu da kendisine yöneltilen tenkitler arasında yer almaktadır (Muhammed el-Behî, s. 31-32). Batı kültür ve medeniyetinin sonuçlarını hiçbir şekilde
74
AHMED b. HANBEL
seçime tâbi tutmadan bunların müslü-man toplumlarca uygulanmasını istemesi, kurduğu müesseselerde İngiliz hocalara öncelik tanıyarak yeni neslin İngiliz kültürü ile yetiştirilmesini sağlaması ve Batı'ya gereğinden fazla değer vermesi bir başka tenkit konusudur. Yine kurduğu okullarda uygulamalı ilimler terkedilip sadece teorik ilimler, dil ve edebiyat okutulması da ayrıca eleştirilmiştir (Ebü'l-Hasan en-Nedvî, eş-Şırâc, s. 83-84).
Dostları ilə paylaş: |