Tasdik İle İlgili İtikat


Kifaye Yoluyla Sünneti Müekked Olan İtikaf: Ramazân'ın son on gününde yapılan itikattır. 3



Yüklə 0,93 Mb.
səhifə9/12
tarix28.07.2018
ölçüsü0,93 Mb.
#61127
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12

2. Kifaye Yoluyla Sünneti Müekked Olan İtikaf: Ramazân'ın son on gününde yapılan itikattır.

3. Müstehab Olan İtikaf: Bu ikisinin dışında, bir mescitte, ibadet niyetiyle yapılan itikattır.

itikafa girmek, nefsi, yasaklardan korumada daha etkili bir yöntem olduğu gibi, Ramazân'ın son on gününde olması tahmin edilen Kadir gecesine rastlama İm­kanı ve umudunu da artım. İtikaf, insanı dünyevî meşgalelerden uzaklaştırıp daha fazla ibadete vesile olması yanında, genel anlamda, hayatın anlamı üze­rinde tefekkür etme imkanı da sağlar. İnsanlann zaman zaman böyle derin te­fekküre ihtiyacı vardır. İtikaf, bu tefekkürü gerçekleştirmek için bir fırsat olarak kullanılabilir. B.k.z: Komisyon, İlmihal, T.D.V, 1/404-405; Y. Kerimoğlu, Ema­net ve Ehliyet, 1/432 (ç)



138[138] Bakara: 2/125

139[139] Buhârî, Fadlu Leyletİ'1-Kadr 3, 1'tikaf 1, 14; Müslim, İtikaf 6 (1173); Ebu Dâvud, Sıyâm 77 (2464); Tirmia, Savm 71 (790); Ahmed b. Hanbel, 6/92 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 76-77.

140[140] "Hac" kelimesi sözlükte; kast etmek, yönelmek anlamına gelmektedir. Terim olarak ise; Mekke şehrindeki Kabe'yi ve civarındaki kutsal sayılan yerleri, özel vakit içinde, usulüne uygun olarak ziyaret etmek ve yapılması gereken diğer Menâsiki yerine getirmek demektir.

İslam'ın beş temel esasından biri olan hac, hicretin 9. yılında farz kılınmıştır. Haccın nostaljik boyutu; inanan bir kimsenin inanç kökleriyle bağlantısını tazelemesi bakımından önemlidir. Müslümanlık açısından düşünüldüğünde İs­lam peygamberinin ve arkadaşlannm tevhid ve adaleti hakim kılma mücade­lesi, bu süreçte yaşanmış acı tatlı anılar, adeta bîr film şeridi gibi bu kutsal yer­leri ziyaret eden kişinin gözünün Önünden geçer. Bu nostalji, inanan kişiye, daha yoğun bir dinamizm kazandınr ve daha üst düzeyde bir sahiplenme şu­uru verir.

Haccın Rabbani boyutu ise; mahşeri andırmasıdır. Farklı dil, ırk, bölge ve kül­türlere, sosyal konum ve ekonomik güce sahip insanlann eşit statüde ve aynı renk ve tip elbiseler İçinde toplanması, akın akın koşuşturması ve topluca iba­detler etmesi, bir bakıma ahirette yaratıcının huzurunda dirilişi ve toplanışı ha­tırlatır. Hac, mümin kimseyi; ahiretteki bu diriliş ve toplanmaya hazırlar, bu bi­linci kazanmasında ona yardıma olur

Gerçekten de hac ibadetinde Müslüman, İslam'a gönül vermiş olmanın mut­luluğunu ve hazzını daha yakından idrak eder, yeryüzündeki bütün Müslüman­larla birlikteliğin ve kardeşliğin kolektif şuuruna erer.

Dünyanın çeşitli bölgelerinden adeta her biri bir temsilci ve gözlemci sıfatıyla Mekke'ye akın eden Müslümanlar, "mikat" denilen belirli sınırlarda; dünyayı, dünyevî farklılığı, hatta bencilliği ve ihtirasları temsil eden elbiselerini çıkarıp

hepsini eşitleyen, birleştiren, onlan dünya Müslümanlığının bir üyesi olmanın bilincine erdiren ihram elbiselerini giyerler. Artık "ben" yok, "biz" vardır. Mü­minler, bir ufuktan diğerine akan beyazlar seli içinde yok olur, adeta ölmeden önce ölümü ve ahiret hayatını yaşarlar. B.k.z. Komisyon, İlmihal, T.D.V, 1/512 (ç)



141[141] Âl-i İmrân: 3/97

142[142] Hac: 22/27

143[143] Bakara: 2/1%

144[144] Buhârî, İmân 1; Müslim, İmân 21 (16); Tirmizî, İmân 3 (2609); Nesâî, İmân 13

145[145] İbn Huzeyme, Sahîh, 1/3 (1), 4/356 (3065); İbn Hibbân, Sahîh, 1/398; Heysemî, Mevâridu'z-Zsm'ân ilâ Zevâidi İbn Hibbân, 1/35 (16); Müslim, İman 2-3 (8). Yalnız Müslim, bu hadisin lafzını bu şekilde rivayet etmemiş, senedini zikretmiş, fakat umre, boy abdesti ve abdest ifadelerine yer vermemiştir. Dârekutnî'de, Sünen, 2/282'de bu hadisi rivayet edip daha sonra da şöyle der: "Hadisin senedi, sahih olup sabittir. Müslim'de, bu hadisi, bu senedle rivayet etmiş olup hadîs sahihtir."

146[146] Beyhakî, Sünenü'l-Kübrâ, 4/334. Hadisin senedi, zayıftır. Tirmizî'de, Hac 3 (812)'de, bu hadisi, bu manada Hz. Ali (r.a)'tan rivayet etmiştir. Bu hadisin senedi de, zayıftır. Yalnız bu hadisin sahih bir yolu vardır. Bu da, ancak Hz. Ömer (r.a) yolundan mevkuf olarak gelmiştir. Bu hadisi de; Beyhakî, Sünenü'l-Kübrâ, 4/334'de rivayet edip sonra da der ki:

"Yahudi yada Hıristiyan olarak ölür' (buyurdu). Resuîullah (s.a.v), bu sözü üç kez söyledi. Adam, hac etmeden öldü. Bundan dolayı (kötü) bir genişlik bul'du."

Bu konuda daha geniş bilgi için tahkikini de yaptığım İbnü'l-Esîr'in, Câmiu'l- Usûl, 3/7'e bakabilirsiniz. Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 77-80.


147[147] "Cihad" kelimesi, sözlükte; güç ve gayret sarfetmek, amelde mübalağa etmek ve zahmet gibi anlamlara gelen "cehd" kökünden türemiştir.

Terim olarak ise; yüce Allah'ın dini için; can, mal, dil ve diğer vasıtalarla güç ve gayret sarfetmeye cihad denir.

İslam, İnsan toplumunun ıslahını, sulh içinde yaşamalannı gaye edinmiş ve insan hak ve hürriyetlerini korumayı esas almıştır. Savaş halini meşru kılan sebepler şunlardır:

1."Meşru müdafaa" denilen ve Müslümanlara doğrudan yada dolaylı yollarla İslam toplumunun varlık ve bağımsızlığına ve Müslümanlann dinlerinde fitneye yol açacak şekilde ülkelerine, mallarına ve kendilerine saldın İİe İslam tebliğ ve davetini engellemek ve gerçek bir tehlike sayılacak şekilde Müslümanlara karşı kötü niyet beslenmesi.

2. Önceden mevcut olan bir savaşın kesintiye uğramasından veya yapılmış bir sulhun düşman tarafından bozulmasından sonra edeblendirme ve sulh halinin sağlanması maksadıyla savaşa devam edilmesi.

3. Zayıf durumundaki azınlık Müslüman bir topluluğun, onlara zulmeden ve hakianni çiğneyen kendi gayri Müslim devletlerine karşı İslam devletinden yar­dım istemeleri halinde, onlara yardım maksadıyla,

Hanefi, Hanbeli ve Mâliki hukukçularının oluşturduğu cumhuru fukahaya göre; savaşın illet ve sebebi, düşmanın İslam'a ve müslümanlsra karşı savaş ve saîdınsıdır. Şâfiîlere göre ise; savaşın illet ve sebebi, bizzat küfrün kendisidir. B.k.z: Dr. Ahmed özel, İslam Hukukunda Ülke Kavramı, İklim Yayınlan, 4. baskı, İstanbul 1991, s. 70-93 (ç) ,



148[148] Hac: 22/78

149[149] Mâide:5/54

150[150] Tevbe: 9/123

151[151] Enfal: 8/65

152[152] Buhârî, Hac 4, İman 18; Müslim, İman 135 (83); Tirmizî, Fezâiiu'l-Cihâd 22 (1658); Nesâî, Hac 4; Ahmedb. Hanbel, 2/268, 269,287

153[153] "Allah'tan afiyet dileyin" ifadesiyle; bedene ait iç ve dış hastalıklarla dünya ve

âhirete ait bütün kötülüklerden kurtulmak istenmiştir. Çünkü yegâne koruyucu ve yardımcı, Allah'tır. O'ndan başka güven kaynağı yoktur. O'nun iradesi dı­şında insana hiçbir kimse afiyet veremez, (ç)



154[154] Bu ifadeyle; Allah yolunda kılıç sallamanın sevabının cennet olduğu, kılıcın gölgesinin klıçtan aynlmadığı gibi cennetin de, Allah yolunda kılıç sallayan iözellikle kılıcın zikredilmesinin sebebi; Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında en büyük ve en faydalı harp aietinin kılıç olmasıdır, (ç)



155[155] Buhârî, Cihâd 112, Temenni 8; Müslim, Cihâd 20 (1742). Bu hadisin sonunda şu ifade yer almaktadır:

"Ey (peygamberlerine) Kitap indiren, bulutlan hareket ettiren, (kafir) toplu­lukları bozguna uğratan Allahım! Onları perişan et, onlara karşı bize yardım et." Buhârî, Cihâd 112,156

Hafız İbn Hacer, "Fethu'1-Bârî Şerhti Sahihi Buhârî"de bu hadis ile ilgili olarak şöyle der: "Burada, bu üç nimetin büyüklüğüne dikkat çekme var. Çünkü Ki-tab'ın inmesiyle, uhrevî nimet meydana gelir. Bu, İslam'dır. Bulutları hareket ettirmekle, dünyevî nimet meydana gelir. Bu, nzıktır. Kafir toplulukları bozguna uğratmakla, hem uhrevî ve hem de dünyevî nimet elde etme söz konusu olur. Sanki Peygamber (s.a.v) bu sözüyle:

Allahım! Bize, dünyevî ve uhrevî iki büyük nimet verdiğin gibi bu iki nimeti elde etme ve onu devam ettirme imkanı da ver!" demektedir. Aynca bu hadis için b.k.z: Ebu Dâvud, Cihâd 89 (2631); Ahmed b, Hanbel, 4/353,354 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 80-82.



156[156] Al-i Imrân: 3/200

157[157] Buhârî, Cihâd 73; Ahmed b. Hanbel, 3/433, 434, 5/330

158[158] Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005:83-84.

159[159] Enfâl:8/45

160[160] Enfâl: 8/15-16

161[161] Enfâl: S/65

162[162] Buhârî, Cihâd 112, 156, Temenni 8; Müslim, Cihâd 20 (1742); Ebu Dâvud, Cihâd 89 (2631); Ahmed b. Hanbel, 4/353,354 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 84-85.

163[163] Enfâl: 8/41

164[164] Al-l İmrân: 3/161

165[165] Abdulkays, kabileler içerisinde Hz. Peygamber (s.a.v)'e ilk gelen heyettir. Bu kabile, Mekke'nin fethedildiği yıl gelmiştir. Heyetin başında, Eşeccu'l-Asarî la­kabını taşıyan Münzir b. Aiz bulunuyordu. Bunlann kaç kişi olduklan ihtilaflıdır. Abdulkays kabilesi, Rebia kabilesinin bir koludur. Bahreyn tarafında yaşamak­taydılar. Mudar kabilesi, aslında Rebia kabilesinin kardeşi olmakla birlikte he­nüz o sırada müşrik idiler. Bundan dolayı Rebialılar, Medine'ye gidemiyorlardı.

Ancak haram ayların gelmesini bekliyorlardı. Çünkü müşrikler, haram aylara hürmetten dolayı savaşmazlardı.

Haram aylar; Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Receb. Bu konuda alimlerin ittifakı vardır. Bu aylarda savaşmak, Hz. İbrahim (a.s) zamanmda haram kılınmıştı. Bu yasak, İslam'ın ilk yıllarına kadar devam etmişti. Nihayet Receb ayında sa­vaş helal kılınmış, diğerlerinde yine haram olarak kalmıştır. Hatta bazılarına gö­re, Receb ayında bî!e savaşmak haramdır. Bunun sırrı, güvenliği sağlamaktır. (Ç)


166[166] Humus (=beşte bir) vergisinden maksat, düşmandan cihad yoluyla elde edilen malların, "Biliniz ki, ganimet olarak aldığınız şeylerin beşte biri; Allah'a, pey-gamber'e, yakın akrabalara, öksüzlere, muhtaçlara ve yolculara aittir" (Enfâl: 8/41) emrine uyarak ayette belirtilen yerlere vermektir, (ç)

167[167] Bu yasak, bir müddet devam ettikten sonra Büreyde hadisiyle nesh edilmiştir. Ebu Hanîfe, Şafiî ve alimlerin çoğunun görüşü de bu şekildedir. Büreyde ha­disi için b.k.z: Ebu Dâvud, Eşribe 7 (3698). (ç)

168[168] Buhârî, İman 40, Örn 25, Mevâkftu's-Salat 2, Zekat î, Farzu'I-Humus 2, Meğâzî 69, Müslim, İman 23-24 (17); Ebu Dâvud, Eşribe 7 (3692); Tirmizî, İman 5 (2611); Nesâî, İman 25; Ahmed b. Hanbel, 1/22 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 85-87.

169[169] Kölelik: Bilindiği kadarıyla, eski Mısır, Babil, Mezopotamya, eski Yunanistan ve Roma medeniyetlerinden itibaren binlerce yıllık geçmişi olan eski inanç, fel­sefe ve uygarlıklarda kökleşmiş bir kurumdur..

İslam dini, kölelik kurumunu, kademeli olarak kaldırmayı hedeflemiştir. İlk önce kölelerin durumlannı iyileştirme yönünde çok önemli yenilikler getirdi. Öncelikle İslam'ın getirdiği eşitlik İlkesine göre, hür-köle ayınmı yapılmaksızın bütün insanlar bir erkek ile bir kadından yaratılmıştır (Hucurât: 49/13, Ebu Dâvud, Edeb 111, Tirmizî, Menâkıb 73).

Hz. Peygamber (s.a.v), savaş durumu dışında, hür bir insanı yakalayarak kö­leleştirmeyi yasaklamıştır.

Gönüllü olarak köle azad etme, en değerli ibadetlerden sayılmıştır (Buhârî, Itk 1, Keffârât 6; Müslim, Itk 5, 6; Ebu Dâvud, Itk 14; Tirmizî, Nüzûr 20; İbn Mâce, Itk 4). Bazı suçların ve hatalı davranışların günahlanndan temizlenmek için köle azad

edilmesi şart koşulmuştur. Köleliğin devam ettiği dönemlerde Müslümanlar, Kur'an ve Sünnetteki öğretiye uygun olarak, çoğunlukla köîe ve cariyelerine birer aile üyesi olarak bakmışlar, aynca köle satın alıp azad ederek Allah'ın rızasını kapanmayı ahlakî bir şuur

oİarak sürekli canlı tutmuşlardır. B.k.z: Komisyon, İlmihal, T.D.V., İstanbul 1999, 2/327-328 (ç)



170[170] Beled: 90/11-13

171[171] Bu hadis, köle ve cariye azad etmenin en faziletli amellerden biri olduğuna delildir. Köle azadı sayesinde insan cehennemden kurtulup cennette girer. Bundan dolayıdır ki, azad edilecek köle ve cariyenin sakat ve organının noksan olmaması müstehab görülmüştür. Gerçi sakat ve organının noksan olmasıyla da sevab kazanılır. Fakat ne de olsa, vücudu noksansız olan derecesinde değil­dir. Çünkü organa bedel organ azad edeceği açıklanmaktadır.

Geçmişte olan kölelik bugün tam anlamıyla olmadığına göre, köle azad etmek; "fakir bir insanı, normal bir yaşama döndürmeye çalışacak kadar yardımda bu­lunma" şeklinde de olabilir, (ç)



172[172] Buhârî, Keffârât 6; Müslim, Itk 23 (1509); Ahmed b. Hanbel, 2/420, 422, 447. Hadisin lafzı, Müslim'e aittir. Buhârî'deki lafızda "Müslüman bir köle" ifadesi, Müslim'deki lafzı ise "Mümin bir köle" ifadesi yer almaktadır. Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005:87-88.

173[173] Kasten öldürmelerde, öldürülen kimsenin yakınlarının da istemesi şartıyla, ka­tilin kısasen öldürülmesi esastır (Bakara: 2/178-179; Mâide: 5/45). Kısas İs­tenmez veya mümkün olmazsa ölenin kan bedeli demek olan diyet ödenir. Hataen öldürmelerde ise kural olarak, Ölenin mirasçılarına diyet ödemesi ya­pılır (Nisa: 4/92}.

174[174] Zıhâr Kefareti: Bir kimsenin karısına "sen bana anamın sırtı gibisin" diyerek, onu kendisine haram kılması.

İslâm öncesi Arap toplumunda bir adam, karısının herhangi bir davranışına kızdığı zaman, ona, "sen bana anamın sırtı gibisin" derdi. Bunun üzerine kansı ona haram olurdu. Fakat bu boşanma sayılmazdı. Aralarındaki aile bağlan kopmasa bile helal kabul edilmezdi. Ancak tam anlamıyla boşanmış da sayı­lamayacağı için kadın, başka bir yol seçemezdi.

Zıhar, cahiliyye döneminde talakın en ağır şekliydi. Çünkü zıharla zevce, ebedi haram olan anne gibi, ebedi haram kılmıyordu. Bu sebeple zıhar yapan birisi­nin zevcesini tekrar alması hiçbir şekilde caiz değildi. İslâm bu hükmü, Müca­dele: 58/1-4'teki âyetler nazil olunca geçersiz kıldı. Yine de keffaret verinceye kadar geçici bir haramlığa sebebiyet verdiğini kabul etti. Cahiîiyyet dönemin­deki gibi onu kesin bir talak gibi görmedi.

Alimier, aharın haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu sebeple zıhar yapmak caiz değildir. Üstelik yalan ve iftiradır. Zıhar yapan kimse büyük günah İşlemiş olur. Eğer kişi zevcesine lisanıyla zıhar veya talak yaptığını söylerse, zıhar veya talak yapmış oîur. Niyeti İsterse zıhar veya talak yapmak olmasın. Önemli olan niyet değil, zikredilen sözlerdir.

Zıhar yapan kimseye, keffaret verinceye kadar zevcesine yaklaşması haramdır. Ve pişman olup zevcesini geri almak isteyenlerin de keffaret vermesi farzdır. Zıhar kefareti; bir köle azad etmektir. Eğer köle yok ise, altmış gün aralıksız oruç tutulur. Hastalık ve yaşlılık gibi sebeplerden dolayı oruç tutmayan kimse­ler ise, altmış fakiri doyururlar.

Fukahanın çoğunluğuna göre zıhar yapan kimse, kefaretini vermeden önce zevcesiyle münasebette bulunursa Allah (c.c)'a isyan etmiş ve günah işlemiş oİur. Tevbe ederek, kefaretini verinceye kadar zevcesiyle yeniden temasta bu­lunamaz. Kefaretinde de artma olmaz, (ç)



175[175] Yemin ettikten sonra yeminini tutmayan kimsenin yemin kefareti Ödemesi gerekir. Yemin kefareti ise şunlardır:

1. Gücü yetiyorsa, bir köle azad etmek,

2. Sabah-akşam on fakiri doyurmak, birer parça elbise giydirmek,

3. Aralıksız olarak 3 gün oruç tutmak, (ç)

176[176] Orucu bozup hem kazanın ve hem de kefareti gerektiren durumların başında, Ramazân günü oruçlu iken yapılan cinsel ilişki gelmektedir. Zaten Hz. Pey­gamber (s.a.v), oruç kefareti hükmünü, o zaman vuku bulan böyle bir cinsel

ilişki olayı üzerine vermiştir. Oruç kefareti konusunda eldeki tek örnek ve delil, sadece budur.

Bu bakımdan bütün fıkıh mezhepleri, Ramazân günü oruçlu iken bilerek ve İsteyerek normal cinsel ilişkide bulunmanın, hem kaza ve hem de kefareti ge­rektireceği konusunda görüş birliği etmişlerdir. Fakat bir şey yiyip içmenin keffareti gerektirip gerektirmediği konusu ise mezhepler arasında tartışmalıdır. Haneliler, bilerek ve isteyerek bir gida ve gıda özelliği taşıyan her türlü mad­deyi almayı da bu hükme kıyas ederek bu durumda da hem kaza ve hem de kefaret gerekeceğini söylemişlerdir.

Ramazân'da oruç bozmanın kefaretle cezalandırılmasının altında; Ramazân ayının saygınlığına karşı işlenmiş bir suç bulunması yatar. Ramazân'da oruç bozmak, Ramazân ayına ve Ramazân orucuna karşı yapılmış bir hürmetsizlik olduğu için böyle yapan kimseler için keffaret öngörülmüştür. Konuyla ilgili hadisin metninde de belirtildiği üzere; orucu bozmanın keffareti, köle azad etme, iki ay arka arkaya oruç tutma ve altmış fakir doyurmaktır. Bunlar, sırayla ödenir. Yani öncekine gücü yeten kişi, sonrakine geçemez. Herkes istediğiyle keffaretini ödeyemez. Ebu Hanîfe, Şafiî ve Mâlikilerden İbn Habîb bu görüştedir.

Hanefilere göre; Ramazân'da, kendi istekleriyle cinsel ilişkide bulunan kadına ve erkeğe keffaret gerekir. Fakat kocasının zorlamasıyla cinsel İlişkide bulunan kadına kefaret gerekmez, (ç)


177[177] Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 88-90.

178[178] Mâide:5/1

179[179] İnsan: 76/7

180[180] Hac: 22/29

181[181] Tevbe:9/75

182[182] Nahl: 16/91

183[183] Ahde vefasızlık gösteren yönetici ve halk kesiminden her kimse için kıyamet günü bir sancak dikilmesinden maksat; o kimseyi, İnsanlar huzurunda teşhir edecek bir alamet dikilmesidir. Eskiden bir kimse verdiği sözüyerine getirmez­se, Araplar, Pazar yerlerinde sancaklar dikerek onun vefasızlığını teşhir ederler-di. (ç)

184[184] Buhârî, bu hadisi, bu lafızla rivayet etmemiştir. Doğrusu bu hadis, bu lafzıyla; Müslim, Cihâd 12-13 (1736)'de geçmektedir.

Bu hadisin; Buhârî, Cizye 22'deki lafzı, Abdullah ibn Mes'ud ile Enes b. Mâlik yolundan şu şekilde gelmiştir:

"Kıyamet günü ahde vefasızlık gösteren her kişi için bir sancak vardır." (Ravilerden biri, bu hadisi:) 'dikilir' şeklinde rivayet etti. (Diğer bir ravi de:) 'Kıyamet günü kendisiyle ahde vefasızlığının derecesinin tanınacağı (bir ala­met) görülür' şeklinde rivayet etti."

Yine bu hadis; Buhârî, Cizye 22, Edeb 99, Hayl 9'da Abdullah ibn Ömer'den şu şekilde gelmiştir:

"Kıyamet günü ahde vefasız gösteren kimse için bîr sancak dikilip: 'Bu, filan oğlu filanın vefasızlığıdır' denilecektir."

Abdullah ibn Ömer'den gelen bu hadis; Müslim, Cihâd 10 (1735)'de bu şe­kilde geçmektedir.



185[185] Münafık: İçinden kafir olup dışından Müslüman görünen kimsedir. Eğer bu renkli görünüş, "iman" hususunda ise münafıklığı "küfür"dür. İman hususunda değil de, "amel" hususunda ise o kimsenin münafıklığı, "ameli" olur. (ç)

186[186] Buhârî, İman 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106 (58)

187[187] Bazılarına göre; nikah sırasında yerine getirilmesi gereken en haklı olan şart; er­keğin, kendisiyle kadının cinsel organını hela! kılmak istediği şarttır. O da, nikah sırasında tayin edilen mehirdir.

Baalanna göre ise; bu şartı, sadece mehir şartına dahil etmeyip bu sırada ko­nulup taraflarca kabul edilecek her türlü meşru şartlarla genelleştirmiştir. Bu mana, hadisin lafzına daha uygundur, (ç)



188[188] Bu hadisi, müellifin belirttiği üzere, sadece Müslim rivayet etmemiştir. Çünkü bu hadisi, hem Buhârî ve hem de Müslim rivayet etmiştir.

Buhârî, Şurût 6'da bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Yerine getirmeniz gereken şartların en haklısı, kendisiyle cinsel organını helal yapmak suretiyle (kadına verîn)dir."

Buhârî, Nikâh 53'de ise bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Yerine getirmeniz gereken şartların en haklısı, kendisiyle cinsel organını he­la) yapmak suretiyle (nikah sırasında kadına söz verilen)dir."

Müslim İse Nikâh 63 (1418)'de şu lafızla rivayet etmiştir:

'Şüphesiz ki yapılması gereken şartların en haklısı, kendisiyle cinsel organını helal yapmak suretiyle (nikah sırasında kadına söz veriİen)dir."

Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 90-93.



189[189] Şükür: Görülen nimet ve ihsanın kadir ve kıymetini bilip övgü ve duada bulun­maktır. Şükür iki kısma ayrılmaktadır:

1. Lügavî Şükür: Nimeti vereni verdiği nimetten dolayı ta'zim ipti yapılan iştir. Bu fiil; ya kalple olur, ya dille yada diğer organlarla olur. Ancak bu tür şükür; kulun Allah'a olan şükrünü İfade eder. Allah'ın kula olan şükrü ise onun taatini kabul ederek bu taat karşılığında ona ikram ve ihsanda bulunmasıdır.

2. Örfî Şükür: Allah'ın vermiş olduğu göz, kulak gibi bedenî nimetle ve diğer nimetleri yaratılış ve veriliş gayesine uygun olarak kullanmak ve sarf etmektir. Görüldüğü üzere bu ve bu manadaki şükür, lügavî manadaki şükürden daha kapsamlı ve daha genel olduğu için Allah'a yapılan şükürleri kapsadığı gibi kul­lara yapılan teşekkürleri de kapsamaktadır, (ç)

190[190] W: 17/111

191[191] Nahl: 16/18

192[192] Duhâ: 93/11

193[193] Bakara: 2/152'

194[194] Kitabın Arapça metninde, ^ ifadesi var. Bu, hem "baba" anlamında ^ "Ebi" ve bir sahabinin ismi olan "Übey" ^ şeklinde gelmektedir. Abdulkadir Amâût, hadisin, Buharı1 de Übey yolundan değil de Ebu Zerr'den geldiğini fark ederek hadisin Buhârf de Ebu Zerr1 den nakledildiğini kitabin Arapça dipnot açıklama­sında belirtmiştir, (ç)

195[195] Bu ifadeyle kast edilen; "Senin ismini zikrederek yaşarım, Senin ismini zikrede­rek Ölürüm" demektir. Bununla birlikte bu İfadenin; "Beni yaşatan Sensin, öl­dürecek olan da Sensin" anlamında olduğu da belirtilmiştir, (ç)

196[196] Bu ifadenin; "uyuttuktan sonra uyandıran" anlamında olduğu kaydedilmiştir. Çünkü uyku, burada ölüm olarak verilmiştir, (ç)

197[197] Buhârî, Deavât 16, Tevhîd 13 Bu hadisi; Buhârî, Deavât 7, 8, 16, Tevhîd 13'da Huzeyfe (r.a)'tan rivayet etmiştir.

198[198] Bu hadiste; mümin kulda bulunması gerekli olan iki özellikten bahsedilmekte­dir: 1. Şükür, 2. Sabır. Mü'min kul; mevki, makam, sağlık, nimet, ev, başarı gi­bi dünyada hoşa giden şeylerle karşılaştığında Rabbine şükreder. Hastalık,kıntı, musibet, kaza gibi hoşa gitmeyen şeylerle karşılaştığında ise sabreder. Do­layısıyla hem şükrettiği için ve hem de isyan etmeyip bunun bir imtihan ol­duğunu düşünüp sabrettiği için hayr kazanmış olur. (ç)

199[199] Müslim, Zühd 64 (2999); Ahmed b. Hanbel, 4/332, 6/15,16

200[200] Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 94-96.

201[201] Beyhakî der ki: "Yalanın mertebeleri vardır. Çirkinlik ve haram yönünden en büyüğü; Allah'a, sonra Peygamber (s.a.v)'e yapılan, sonra kişinin kendisine, li­sanına ve diğer organlanna, sonra anne-babasına, sonra Müslüman olan en yakınlarına karşı yapılan yalandır. Bu yalan türü, insanın; kendisine, malına, ailesine ve çocuklanna verdiği zarardan daha büyüktür. Daha sonra yemin üzere yapılan yalan, yemin üzere yapılmayan yalandan daha büyüktür. Bunu, kişiyi övmede dalkavukluk, İfrat ve çirkinliği gerektiren yalan izlemektedir. Bu tür yalanın en çirkin olanı ise kişinin yüzüne karşı yapılan yalandır. Bunu, her­hangi bir şeye kendisini kaptıran kimseye bir fayda sağlamayan ve gereksinim duymayan düşüncesizlik izlemektedir. Susmak böyle bir kimsenin işine yara­maz.. Bunu; çok konuşmak, az sözle yetineceğine sözü uzatmak ve bir defada yapabileceği şeye karşı tereddüt etmek ve onu tekrar tekrar sormak izlemekte­dir."

202[202] Ahzâb: 33/35

203[203] Tevbe: 9/119

204[204] İsrâ: 17/36

205[205] Zumer: 39/32

206[206] Zumer: 39/33

207[207] Nahl: 16/116

208[208] ognıluk, 6 şeyde aran,r ve bunlar bir kimsede bulunduğu takdirde doğrulu­sun kemal mertebesi meydana gelmiş olur. Bu üstün dereceye sahip olan kim-şeye de "sıddîk" denir. Doğruluğun 6 bölümü şunlardır:

Yüklə 0,93 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin