Yine anayasada her şeyin olmasını istemiyoruz yani bugün mevcut Anayasa 177 madde, aşağı yukarı belki 100 maddesinde kanunlarda yer alması gereken yaptırımlar vardır. Yani yeni yapılacak anayasanın belki 50 maddeyi, belki 60 maddeyi, en fazla 80 maddeyi geçmemesi gerekiyor. Burada demokratik normlar, seçim kanunları, diğer taraftan sosyal güvenlik, adalet ve yürütmenin çalışma şekli. Yani belki saydığımız zaman gerçekten demokrasinin omurgası olarak 80, 90 maddeyi yahut da 70 maddeyi geçemeyeceğine inanıyoruz.
Yine yeni anayasada… Mevcut Anayasa, tabii zaten onu tartışmaya gerek görmüyoruz ama cumhuriyet döneminde yapılan bir yanlışlık vardır. Mesela bakıyorsunuz ki bir mezhep zemini üzerinde tek bir Türkiye, Türk olmak mecburiyeti yahut da… Yani tamam hepimiz Türk’üz, Kürt’üz, Çerkez’iz, Arap’ız yani biz bütün insanları bu farklılıklarla seviyoruz, hepsi biziz ama bunu anayasaya tek bir kültür olarak koyduğunuz zaman diğerlerini yok sayıyorsunuz. İşte burada asıl daha büyük sorunlar yaşanacak. Onun için cesaretle bunlara yer verilmemelidir yani ne mezhepçilik ne ırkçılık ne de ideolojiyi besleyen maddeler bu anayasada yer almamalıdır çünkü gerçek laiklik devletin inançlar karşısında tarafsız olmasıdır. Temel hak ve özgürlükler hiçbir zaman belli ölçülerde kırmızı çizgilerle yahut keyfî icraatlara bırakılmamalıdır.
Fertlerin hak ve özgürlükleri güvence altına alınmalıdır.
Din ve vicdan özgürlüğü çağdaş medeniyetler düzeyinde gerçekleşmelidir. Yani bizim bugün bu ortamımızın Osmanlı döneminden daha geri durumda olduğunu söyleyebiliriz. Osmanlı dönemindeki saraylarda on yedi ayrı birim, ayrı inançlar vardı. Bugün yani tek inanç ve tek toplum, tek bir şablon içinde sizi hapsetmişlerdir. Bakıyorsunuz ki 20 milyon Alevi toplumu var bugün artık ve cuma günü bir toplantıdaydı belki 50’ye yakın Alevi kuruluşu orada dokuz saat şeyimiz vardı. Yani bu yeni anayasa dediğimiz şekilde çıkmazsa mücadele vereceğiz, haklılar. Siz kalkıyorsunuz yok sayıyorsunuz. Ama girmesin. Yani anayasaya Alevilik de girmesin, Türk de, Kürt de. Ne girsin? Bu anayasada ırkçılık kalksın, inanç özgürlüğü olsun yani inançlara devlet karışmasın. İnançlar karşısında tarafsızız. Kim nasıl inanıyorsa, kim nasıl ibadetini yapıyorsa, kim nasıl giyiniyorsa, kim nasıl konuşuyorsa özgür olsun. Bu garantilerin konması lazım. O zaman kimse bir şey söyleyemez yani diyemez ki: “Yahu sen şunu koydun, beni koymadın.” Bunların konması şart. Yani ortak değerler zemini üzerinde bir anayasanın oluşmasını temenni ediyoruz. Aksi hâlde Türkiye’de bu anayasa karşı büyük bir beklenti var, büyük umutlar yeşermiştir. Bütün bu umutları tabii ki yok ettiğimiz zaman dünya kamuoyunda ve evrensel düzeyde daha büyük tartışmaların açılmasına sebep oluruz. Yani artık bugün 30, 40, 50, 70, 100 yıl önceki bir ortam değildir. O bakımdan Diyanet İşleri Başkanlığının Anayasa’nın içinden çıkarılması gerekir. Diyanet İşleri Başkanlığı bir inanç kurumu. Tamam Diyanet İşleri Başkanlığımız olsun ama özerk bir kuruluş olarak ya Ehli Sünnet kardeşlerimizin ibadeti, inancı için veyahut da diğer bütün oluşumları, diğer bütün inançları, farklılıkları bünyesinde toplayarak ama özerk olmak kaydıyla. Devlet bünyesinden çıkarılması şart.
Mecburi din eğitimi, kaldırılması gerekir. Devlet inançlara karışmasın. Yüce Rabbimiz insanlara iki şahsi değer vermiş, inanç ve sevgi. Bir devletin ve bir başkasının sevgi ve inanca karışmaya hakkı yoktur. Onun için devlet inançlardan elini çeksin. Bakın son yıllarda 15, 20 yıldan beri toplumlar, cemaatler, görüşmeler, konferanslar bizim vakıfların yaptığı çalışmalar sayesinde -devletin değil- tarihî bir kardeşlik oluştu. Ben tek Alevi’nin olmadığı gittiğim bir ilde cami hocaları, müftüler hepsi toplanıyor “Size minnettarız, sizi seviyoruz, siz bize Ehli Beyt’i öğrettiniz, ortak değerlerimizi öğrettiniz…” Ama şimdiye kadar yoktu, yasak… Yani bizler ayrıca 12 Martı yaşamış, 12 Eylülü yaşamız insanlar olarak… 12 Martta, 1968’de Ehli Beyt Gazetesi çıkarıyordum, beş altı tane kitap yazmıştım öğrencilik yıllarımda ve bize işkence yapıldı, Ehli Beyt Gazetesi toplatıldı, Ehli Beyt kitapları yasaklandı, onlara yaşadık. Onun için… Ha onların yaşanması ne oldu? Bizi bilgisizleştirdi, nefisle yarışan ve çıkarı için yarışan bir toplum, bir kuşak yarattık. O bakımdan yani Diyanet İşleri Başkanlığı Anayasa bünyesinden çıkarılsın. Biz ne Diyanetimize karşıyız ne inancımıza karşıyız ama biz demokratik yani Avrupa’da nasılsa, çağdaş, medeniyet veyahut da bugün demokratik normları en iyi uygulayan ülkelerde nasıl uygulanıyorsa onların olması gerekiyor. Tekrar bunu koyduğunuz zaman yeni tartışmalar başlayacaktır. Sonra ne yapmışız? 1925’te İnkılap Kanunu… Bu Anayasa’ya konmuş. Nedir İnkılap Kanunu? İşte inanç kavramları, ibadethaneler, dergâhlar, giyim kuşam yasak. Ne korkunç bir şey ve buna da Devrim Kanunu, buna da İnkılap Kanunu… Neyin inkılabı, neyin devrimi? Benim inancımı, muhabbetimi, tasavvufumu, benim inanç tercihimi yasaklayacaksınız bunun adına da Devrim Kanunu… Bu bir utanç yani. Geçen gün Anayasa Mahkemesi Başkanımız Sayın Haşim Kılıç İstanbul’da bir üniversitede yaptığı konferansta da “Utanç duyuyoruz.” diyor aynı şekilde. Yani bunların kaldırılması gerekiyor. Onun için inanç ve vicdan özgürlüğünün sonuna kadar mutlaka Anayasa güvencesi altına alınması gerekiyor. Basın yayın, düşünce, toplantı, yürüyüş, temel haklar, ayrıca lisan mesela, Türkçe ortak resmî ana dil olarak olur ama diğer diller eğitimde, öğretimde, sosyal hayatta, kültürlerinde istediği şekilde kullanılsın yani biz bugün zengin bir mozaiğe sahibiz. Türkiye’de aşağı yukarı 36’ya yakın… Rahmetli Özal diyordu, 236 etnik yapı var.” derdi. Biz bunları heder etmişiz, bunları yok saymışız, bunlarla çarpışmışız ve bunlar bizim kültürümüz, bizim değerlerimiz, bunlar bizim zenginliğimiz. Onun için herkes istediği şekilde inancını, kültürünü, lisanını özgürce yaşayabilmelidir.
Yine, diğer taraftan, bu, Türkiye’nin başına sıkıntı olan ve yıllardan beri bize acılar çektiren ve bu toplumun kendi imkânlarıyla, kendi alın teriyle beslediği askerlerimizin her dönemde bize baskılar, işkenceler, zulümler… İşte Dersim olayları, işte 12 Eylülden önceki Maraş, Sivas katliamları, hepsini görüyoruz, bu güçlerin gizli uzantıları ve dış ve iç güçlerle beraber yaptıklarını, işkenceler yaptıklarını halka. Onun için Genelkurmay Başkanlığı mutlaka Millî Savunma Bakanlığına bağlanmalı ve ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğü düzeyine indirilmelidir. Askerlik görevleri Avrupa standartları düzeyinde yeniden düzenlenmelidir. Yani biz bugün Çin’den sonra ikinci büyük askeri besliyoruz. Çin’de 1,5 milyon, bizde 1 milyon, Amerika Birleşik Devletleri’nde 550 bin, Rusya’da 650 bin. Güçlü bir ülke güçlü bir ekonomiyle, güçlü bir kültürle ancak olur. Yani siz insanları toplayacaksınız orada ve bu yoksulluk, bu imkânsızlıklar içinde 1 milyon insan orduda… Bunların hepsinin değerlendirilmesi lazım.
Diğer taraftan hâkim ve savcıların mutlaka yaptıkları icraatlarından sorumlu tutulmaları, yine Yüksek Seçim Kurulunun aynı şekilde çalışmaları, itiraza açılması yani itiraz edilebilmeli, özel mahkemelerin kaldırılması, askerî mahkemelerin mutlaka kaldırılması gerekmektedir. Millî Güvenlik Kurulunun mutlaka kaldırılması gerekmektedir. Siyasi Partiler Kanunu, Sayın Başkanımız bilir, kırk sene öncesinde daha demokratik bir yapı vardı, mesela millî bakiye sistemini biz o dönemde hatırlıyoruz. İnsanlar köy köy gezerdi ve kendini beğendirirdi, konuşurdu ve en saygın insanlar gelirdi ön seçimle ve toplumun her kesimi yansırdı. Şimdi düşünün, mesela bir Türkiye milletvekili olduğu zaman, 8-10 tane ufak partiler vardır, o partiler belki aldıkları oy oranında birer, ikişer kişi yansıyacaktır Meclise, bu da demokratik bir açılım olur. Yani Türkiye milletvekili olması şart, 100 kişi, 150 kişi yahut ve bütün gruplar yansımalıdır. Ne olacak yani? On tane yansır en fazla ama onlar da dışarıda. Yirmi tane yansısın. Onlar da yine hak için ve bu çalışmalar doğrultusunda iradelerini ortaya koyarlar, destek olurlar. Onun için seçim sistemi ve Siyasi Partiler Kanunu’nun mutlaka değiştirilmesi gerekiyor, en demokratik hâle getirilmesi gerekiyor çünkü demokrasinin vazgeçilmez unsuru siyasi partilerin bugün maalesef 12 Eylülün ve daha önce 12 Martın getirdiği müeyyidelerden daha çok geri, daha çok antidemokratik olduğunu söyleyebiliriz. Siyasi Partiler Kanunu’nun mutlaka değiştirilmesi gerekiyor.
Yine, yeni anayasaya, geçmiş tarihlerde, belki bir geçici madde olarak konulması gerekiyor, yani cumhuriyet döneminde yapılan bütün haksızlıkların, devlet eliyle yapılan bütün olayların mutlaka irdelenmesi gerekiyor. Bunların bir nevi hesap sorulması değil de gün yüzüne çıkarılması gerekiyor çünkü çok büyük haksızlıklar yapılmıştır cumhuriyet döneminde. Ve biz öyle bir toplum hâline getirildik ki sistemden kaynaklanan sorunlardan dolayı tanınmaz bir duruma getirildik. Bugün nesillerimiz ne geçmişini ne tarihini ne inancını ne de ortak temel değerlerini maalesef çok eksik bilmektedirler.
Yine üniversiteler düzeyinde, tamamen üniversitelerin özerk olması ve üniversitelerin yeni bir yapıya kavuşturulması şarttır.
Türkiye’de ben şuna inanıyorum, iyi bir anayasa yapıldığı zaman gerçekten Türkiye yeni bir cumhuriyet dönemi yani yeni bir cumhuriyetin doğuşunu beraber kutlayalım. Bu yeni cumhuriyetin doğuşunda çekinmeden, cesaretle yalnız ortak değerleri ortaya koyalım. Yani belli kurumlara yer verildiği zaman mutlaka sorun yaşanacaktır, bunu tekrar tekrar ediyorum. Yani Diyanet İşleri Başkanlığımızı koymayın Anayasa’ya. Diyanet İşleri Başkanlığımız kanunla ne yapılır? Özerk bir yapıya kavuştur ama koyarsanız altından çıkamazsınız çünkü belli bir mezhebe, inanca… Çok büyük çalışmalar da yaptık, saygı duydum o arkadaşlarımıza. O arkadaşlarımızla bir şeyimiz yok bizim. Üç eski Diyanet İşleri Başkanı benim danışma kurulumda, Mehmet Nuri Yılmaz da, Ali Bardakoğlu da, Lütfi Doğan da benim danışma kurulumdalar, beraber çalışıyoruz. Biz Türkiye’de bu oluşumu gerçekleştirmişiz, bizim şahıslarla şeyimiz yok ama sistemin düzeltilmesi, bizim sistemle işimiz yani. Bu arkadaşlarımızın bugün bize çok büyük katkıları, bizim de aynı şekilde, onlarla beraber büyük hizmetler yaptığımızı söyleyebiliriz. O bakımdan bu arkadaşlarımızla hep konuştuklarımız aynı şekilde. Sayın Bardakoğlu’nun elimizde en aşağı on civarında beyanatı vardır: “Devlet bizi rahat bıraksın ve devletin içinden biz çıkmak istiyoruz. Biz özerk olmak istiyoruz. Biz rahat çalışmak istiyoruz.”
Devlet inançlardan elini çektiği zaman inanın hiçbir sorun kalmayacaktır yani burada sorun sistemden kaynaklanıyor. Zaten bu Anayasa’daki bütün amacımız ve bütün temennimiz sistemin düzelmesi yani mevcut sistemin düzeltilmesidir. Yani bazı şeyler aynı şekilde devam ederse bu tartışmalar aynı şekilde devam edecektir çünkü bugün Türkiye’deki tartışmalar artık uluslararası boyutlu yani dünya genelinde, müşterek bir tartışmaya dönüşmektedir. Türkiye artık eskisi gibi kendi içine veyahut da kendi sınırları içinde idare edilen bir ülke değildir, bir dünya ülkesi olma yolunda Türkiye mesafe katetmiştir. Katettiği bu mesafeler dolayısıyla da o hâlde o standartları yakalaması gerekiyor Türkiye’nin. Onun için bugün inancımızla ilgili de çok büyük eksiklikler vardır ve ilk defa bizim vakfımız vasıtasıyla Alevilik, Sünnilik doğru şekilde ortaya konulmuş ve hepsinin ortak değer olduğunu… Bakın, düşünün yüz yıl sonra seyitler toplantısı yapmışız. Bu ne demek? Yüz yıl sonra. Neden? Yüz yıl yasak. 1913’te yasaklanmış ve yüz yıl sonra seyitler toplantısı. Seyitler kim? Anadolu’ya gelip Anadolu’yu İslamlaştıran, tasavvuf boyutuyla, İslam’ı medeniyet boyutuyla, muhabbetle ta Çin’e kadar taşıyan bu mübarekler yasaklanmış, yasak.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Kanunla mı, fermanla mı?
DÜNYA EHL-İ BEYT VAKFI GENEL BAŞKANI FERMANİ ALTUN – Anayasa ile… İttihat Terakki bazı müeyyideler getirmiş. İttihat Terakki getirmiş 1913’te, daha sonra 1923’te Tekke-Zaviyeler Kanunu ile tamamen yasaklanmış. Hatta o zaman Hacı Bektaş Postnişini Cemalettin Efendi’ye “Gel sen Kırşehir milletvekili, Meclis Başkan Yardımcısı ol.” diyorlar. “Biz Kurtuluş mücadelesinde her şeyimizi koyduk ama inancımızı, dergâhımızı, bizi kapattınız, ben istemiyorum.” diyor ve kahrından ölüyor. Yani Meclise gelmeyi de kabul etmiyor, Meclis Başkan Vekilliğini de kabul etmiyor. Ondan sonra zaten her şey başlıyor. Mesela, aslında Dersim olayının temelindeki sorun da dergâhları kapatmak istiyorlar, Dersim karşı çıkıyor 1925’te. Biz dergâhlarımızı kapatmıyoruz çünkü Dersim… Biz de Dersim kökenliyiz, Maraş doğumluyuz ama. Mesela bakıyorsunuz ki ta Gül Baba, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Dersim’den alınmış, Balkanlara gönderilmiş, İslamlaştırmış orada. Yani muhabbetle İslamlaştırmış. Önce cami hocalarını gönderiyorlar, toplum şey yapmıyor, diyorlar ki: “Siz İslamlaştırırsınız.” O mübarekler gittiği zaman muhabbetle, semahlarla, tasavvufla bütün Hıristiyanlar İslamlaşıyor. Yani Dersim seyitlerin bir merkezi, orada seyitler yetişir, tüm dünyaya yayılır. Ben ta Haydarabad’da türbelere rastladım, Dersim’den giden seyitler vardır. Yani onun için geçmişimizi, tarihimizi, o muhabbet zemini üzerinde ulular, veliler, dâhiler, düşünürler, şairler yetişiyor. Peki, son yüzyıllarda niye yetişmiyor, niye yok? Çünkü muhabbet yasaklandı. İnsanı insan yapan değerler sevgidir, ilimdir, dayanışmadır, haktır, hukuktur, nefsini aşmaktır, yüksek ahlaktır. Peki, bunları nasıl yakalayacağız? Muhabbet zemini üzerinden. Diyalog yasak, muhabbet yasak, ilim yasak, düşünmek yasak, yazmak yasak, öğrenmek yasak, ibadet yasak. İbadet yapan insanlar, eli kolu bağlanarak götürülmüş, yok Nurcu, yok bilmem ne… Adam ibadet yapıyor, sana ne ya! Yok adamın giyimi kuşamı, yok bilmem adamın… Yani bunlar bizim için geçmişimizin utanç duyduğumuz uygulamalarıdır, bunların tekrar yaşanmaması için… Getirmişiz Tekke-Zaviyeler Kanunu’nu, seyit yasak, dede, baba yasak, Ehlibeyt yasak, muhabbet yasak, efendi yasak, yasak… Peki, bunun devrimle ne alakası var? Neyin devrimi bu? Kavramlarımızı yasaklıyoruz, temel değerlerimizi yasaklıyoruz. Peygamber Efendi’miz bir hadisi şerifinde diyor ki: “Eğer hayatınızda muhabbetle istişare yoksa cahil kalmaya mahkûmsunuz.” Biz bunu yapmışız. Bunun için nesillerimiz daha yeni yeni Yunus Emre’yi öğreniyor, yeni yeni Hacıbektaş, yeni yeni Mevlânâ, yeni yeni tasavvufa yönelme, yeni yeni daha ama yüz yıl kaybetmişiz. Buraya toplanan insanlar, bakın herkes vardı burada, Şafi, Alevi, Sünni, Bektaşi, her kesim vardı. Onlara dedim ki: “Siz hepiniz ehlibeyt evladı, ehlibeyt ailesi… Böyle bir yapay ayrışmayla sizi uzaklaştırmışlar, yasaklamışlar. Herkes kendi bölgesinde gizli çalışmış ama bunları kaldırıyoruz.” Ağladı bütün insanlar, kucaklaştı. “Allah razı olsun.” dediler. Burada Sayın Cumhurbaşkanının da mesajı: “Bugüne kadar çektiğimiz bütün sıkıntıların temelinde seyitlerin olmayışı…”
Yani biz kendi kurtuluşumuzu, kendi birliğimiz, kendi temel değerlerimizi dünyaya yayan bu argümanlarımızı, bu hak, hukukumuzu, inancımızı kendi elimizle yasaklamışız. Ondan sonra yok Alevi-Sünni, yok bilmem şu. Adam cahilse Alevi olmuş, Sünni olmuş, Hıristiyan olmuş ne fark eder. Zalim ile cahilin dini olmaz. Onun için bu değerleri tekrar kazanmamız için yani nefisle yarışan bir toplum değil, sevgide yarışan, dostlukta yarışan, ortak değerlerde yarışan, ilimde yarışan güzel bir nesil, güzel bir kuşak, güzel bir geleceği kazanmamızın yolu bizim ortak değerlerimizi, inancımızı ve muhabbetimizi, tasavvufumuzu yeniden tesis etmemize bağlıdır. Aksi hâlde bugün işte yetişen gençlerimiz 3 kuruş için insan öldürüyorsa, eğer anasını öldürüyor, babasını, arkadaşını öldürüyorsa bunların çoğalmasının sebebi manevi değerlerinin, ortak değerlerinin toplumun erozyona uğramasından kaynaklanmaktadır çünkü insanlar neyi yanlış görse, neyi eksik bilse onun zararını çeker. Her şeyde öyle, inançta da öyle. İnsanlara inancı doğru bildiği zaman berekettir, kurtuluştur. Yanlış bildiği zaman hem kendisine zarar verir hem başkasına zarar verir hem ülkesine hem geleceğine zarar verir. Demek ki mili birliğin, kardeşliğin tesisi ve geleceğin güzel bir toplum olmasının yolu ortak değerlerin ve temel değerlerin insanlarımıza doğru öğretilmesi. Yüce Rabbimiz: “Ben sizi farklı yarattım. Bu farklılıklarla siz var olacaksınız.” Ama bugün insan cahil kaldığı zaman o farklılıklara düşman oluyor. “Sen benim gibi değilsen ben sana düşman.” İşte bunu sistem yaratıyor. Biz nesillerimize ehli kâmil olarak, âlim olarak yetiştirmek için çok detaylı, çok teferruatlı, medeniyet değerlerini, hatta kendi İslam inancımızın tüm detaylarını öğretmemiz gerekiyor.
Son yapılan Alevi çalıştaylarıyla ders kitaplarına konulan bilgiler çok iyi gelişmelerdir. Tabii, yeterli değil, daha da çoğalması gerekmektedir.
Bu temennilerle, biraz da sizlerin bu konuda bize ışık tutmanız, soru sormanız için zaman bırakmak istiyoruz, devam edeceğiz.
Evet Başkanım.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Çok teşekkür ediyoruz.
Arkadaşlar…
ATİLLA KART (Konya) – Sorum yok.
DÜNYA EHL-İ BEYT VAKFI TEMSİLCİSİ AV. NESRİN SÖYLEMEZ – Küçücük iki noktaya…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Tabii…
DÜNYA EHL-İ BEYT VAKFI TEMSİLCİSİ AV. NESRİN SÖYLEMEZ – Bir kere Anayasa’mızın üslubuna çok dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. “mez, maz”lı bir üsluptan, “edemez, yapamaz” gibi bir üsluptan vazgeçilmesi ve vatandaş için devlet anlayışıyla bir anayasa yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
İkincisi, kendi toplumsal değerlerimize önem veren, artık Avrupa’nın hukukunun bir taklidi olmayan bir anayasa olmasını temenni ediyoruz. Bizim bu yeterli hukuki altyapıya artık sahip olduğumuzu düşünüyoruz. Bir çeviri anayasa istemiyoruz, çeviri yasalar istemiyoruz bu ülkede. Kendi değerlerimizi ön plana çıkaran, bu topluma oturan bir anayasa talep ediyoruz.
Teşekkür ediyorum.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Teşekkürler.
Ahmet Bey…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bu alandaki eserler, tabii, Ahmet Yaşar Ocak’ın incelemeleri nasıl?
DÜNYA EHL-İ BEYT VAKFI GENEL BAŞKANI FERMANİ ALTUN – Başkanım çok iyidir, Ahmet Yaşar Ocak’ın incelemeleri de çok iyidir. Zaten bugüne kadar kaynaklar büyük çapta, hatta bazı kaynaklar heder edilmiştir yani onu söyleyebiliriz. Mesela ilk defa cumhuriyet döneminde Rahmetli Prof. Fuat Köprülü, Sadettin Nüzhet Ergun, Pertev Naili Boratav hocaların ilk defa bu Alevi-Bektaşi klasiklerini ve nefesleri ancak koyabilmişlerdir ortaya ve büyük çapta kaynaklar yeni yeni araştırılıyor çünkü o kadar kaynak çok ki. Mesela altı yüz elli yıllık Osmanlı döneminde tasavvufla ilgili hiçbir yasaklama olmamıştır, çok ilginç. Zaman zaman bu dergâhlar kapatılıp geri açılmıştır. Mesela Yavuz Selim döneminde sekiz yıl kapatılmış, IV. Murat döneminde on üç yıl kapatılmış, II. Mahmut döneminde on yedi yıl yani hepsini topladığınız zaman otuz beş yıl yapıyor.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Hamdullah Efendi mi? II. Mahmut Hamdullah Efendi’yi mi?
DÜNYA EHL-İ BEYT VAKFI GENEL BAŞKANI FERMANİ ALTUN – Evet, evet. Yani tüm altı yüz elli yıllık dönemde otuz beş yıl kapalı kalmış ama tasavvuf yasaklanmamış hiçbir zaman çünkü tasavvuf hem inancımızın alt motifi hem inancımızın kültürü hem de bu inancı bize öğreten, bizi ehli kâmil yapan kutsal değerlerimiz. Mesela şairler, ulular, veliler… Alıyoruz mesela halk kültürü antolojilerini, binlerce şair o dönemde yetişmiş, binlerce. Peki, yüz yıldan beri, teknoloji daha ileri düzeyde, ilmî imkânlar daha ileri düzeyde, neden bugün Mevlânâlar, Hacıbektaşlar, neden o zaman bu büyük değerler yoktur? Çünkü muhabbet yasaklandı.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bu Hacıbektaş Veli’nin ve diğerlerinin şeyini Diyanet Vakfı tıpkı basımla çıkarttı. Onlardan orijinal nüsha olan var mı? Müellif nüshası olan var mı?
DÜNYA EHL-İ BEYT VAKFI GENEL BAŞKANI FERMANİ ALTUN – Var var. Bizde birçok şey bu konuda, hatta Türkiye dışında bazı kaynaklar da vardır. Mesela Horasan’da çok geniş, 450 çeşit kitap orada vardır yani bizim daha son on beş, yirmi yıldan beri. İnanın 1971’de bizim bütün kitaplarımız, benim bir kamyon kitabım, hepsi götürüldü, yakıldı 12 Mart döneminde. 12 Eylülde yine kitap yaktılar aynı şekilde, plakları yaktılar, kasetleri yaktılar, bunları yaşadık yani. 28 Şubatta da aynı şekilde karşı çıktığımız için, ne yaptılar? Efendim, vakfımızı kapatmak için o Batı Çalışma Grubu. Yani o üç aşamayı yaşadım. Yaşamak istemiyoruz bir daha bunları. Mesela bugün hesaplaşmanın yapıldığı 12 Eylülün bir daha yaşanmaması için hesaplaşmalar da yapılmalı ve onlara olanak tanıyan Anayasa’daki bazı şeylerin de kaldırılması lazım. Ne demek yani sizin kendi bünyenizden çıkardığınız ordunuz, kendi bünyenizdeki askeriniz gelecek size işkence yapacak, Türkiye Büyük Millet Meclisini kapacak, milletvekillerini kapatacak? Değil mi yani? Yani onun için bunların bir daha yaşanmaması için… Neden? O zaman biz demokratik sistemi, demokrasimizi sağlam bir zemin üzerinde oluşturursak kurumlarıyla, kuruluşlarıyla ve ayrım yapılmaması. Türkiye’de inanın şu anda bile ayrım yapılmaktadır, samimi söylüyorum ayrım yapılmaktadır. Yani yazık, ayrım yapılmaktadır, Alevi toplumu. Çünkü günlük bütün onların sorunlarıyla biz karşı karşıyayız. Yani bir çöpçü bile Aleviyse alınmıyor yani, samimi söylüyorum Başkanım. Alınmıyor yani, çokça ayrım yapılıyor, bunu aşmamız gerekiyor.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Teşekkür ediyoruz.
Altan Bey var mı sorunuz?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yok, benim de yok.
Teşekkür ederim.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Çok teşekkür ediyoruz, ağzınıza sağlık. Zahmet ettiniz buraya kadar, teşekkürler.
DÜNYA EHL-İ BEYT VAKFI GENEL BAŞKANI FERMANİ ALTUN – Sağ olun.
Kapanma Saati: 15.20
Dostları ilə paylaş: |