Akli Malumata Dayanarak Manayı Anlamak
Akılcı tarzın iletişimdeki diğer özellikleri arasında akli malumatların, kesin aşikâr bürhanların ve aksiyomların sözün karinelerinden kabul edilmesi vardır. Sözün anlamı ve söyleyenin maksadı bunlar gözönünde bulundurularak elde edilebilir. Gerçek müfessirlerin tefsir rivayetlerinde de bu özellik sıklıkla görülmektedir. Bunun bazı numunelerini zikredeceğiz:
Babasından nakleden Ali b. Faddal’dan şöyle rivayet edilmiştir: Allah azze ve cellenin sözünde -Rabbin ve melekler saf saf geldi-284 kasdedileni (İmam) Rıza’ya (a.s) sordum. Şöyle buyurdu: “Allah sübhan gelip gitmeyle vasfedilmez. O, intikalden (yer değiştirmeden) münezzehtir. Burada, Rabbinin sözü ve buyruğunun gelmesinden başka bir şey kasdedilmemiştir.”285
Bu rivayete göre İmam (a.s), lafzi anlamı kesin olarak “Rabbin geldi”nin akli karinesi olan “Rabbin geldi” cümlesini, Allah sübhanın gelmek ve gitmekle vasfedilemeyeceği ve intikalden münezzeh olduğu yönündeki akli malumata istinaden “Rabbinin buyruğu geldi” şeklinde tefsir etmiştir.
Ebi Cafer’den (Muhammed b. Numan) şöyle rivayet edilmiştir:
عن ابی جعفر (محمد بن نعمان) قال سألت ابا عبدالله علیه السلام عن قول الله عز و جل وَهُوَ اللّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الأَرْضِ286. قال کذلک هو فی کل مکان. قلت بذاته قال ویحک ان الاماکن اقدار. فاذا قلت فی مکان بذاته لزمک ان تقول فی اقدار و غیر ذلک و لکن هو بائن من خلقه محیط بما خلق علما و قدرة و احاطة و سلطانا و ملکا و لیس علمه بما فی الارض باقل مما فی السماء لا یبعد منه شیئ و الاشیاء له سواء علما و قدرة و سلطانا و ملکا و احاطة 287
Bu rivayette de Allah Teala’nın zâtının mekan sahibi olduğu reddedilerek ve bunun akli malumatlardan olan gereklerine istinaden
“وَهُوَ اللّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الأَرْضِ”288 ayeti, Allah Teala’nın gökleri, yeri ve diğer mahlukatı ihata ettiği, Allah’ın yeryüzündekilerle ilgili bilgisinin semadakilerle ilgili bilgisinden daha az olmadığı, ondan hiçbir şeyin uzak olmadığı, onun ilmi, kudreti, mülkü, hükümranlığı ve ihatası karşısında herşeyin eşit olduğu biçiminde tefsir edilmiştir.
عن البرقی عن ابیه یرفعه الی ابی عبدالله علیه السلام فی قول الله عز و جل فَلَمَّا آسَفُونَا انتَقَمْنَا مِنْهُمْ289 قال ان الله تبارک و تعالی لا یأسف کأسفنا و لکنه خلق اولیاء لنفسه یأسفون و یرضون و هم مخلوقون مدبرون فجعل رضاهم لنفسهم و أنشأهما لجاز لقائل ان یقول ان المکون یبید یوما لانه اذا دخله الضجر و الغضب دخله التغییر و اذا دخله التغییر لم یؤمن علیه الابادة ولو کان ذلک کذلک لم یعرف المکون من المکون و لاالقادر من المقدور و لا الخالق من المخلوق تعالی الله عن هذا القول علوا کبیرا290
İmam Sadık’tan (a.s) nakledilmiş bu rivayette de öfkenin (gazap) Allah Teala’da görülmesinin reddedildiği bu akli malumatın karinesiyle, ayette geçen “öfkelendirdikleri”deki “bizi” isnadı mecazi bir isnad ve akli mecaz telakki edilmiştir. Bu durumda “bizi öfkelendirdiklerinde” cümlesine “Allah’ın evliyasını öfkelendirdiklerinde” manası verilmiştir. Rivayete göre Amr b. Ubeyd, İmam Bâkır’a (a.s) “وَمَن يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِي فَقَدْ هَوَى”291
ayetini sormuştu. Hazret şöyle buyurdu: “Ey Amr, o (gazap) cezadır. Çünkü Allah azze ve cellenin bir halden başka bir hale değiştiğini zanneden kimse onu mahluk sıfatıyla sıfatlandırmış olur. Hakikat şu ki, Allah azze ve celleyi hiçbir şey ihata edemez ve onu değiştiremez.”292
Bu rivayette de gazabın bilinen anlamıyla yaratılmışların sıfatı olduğu, Allah’ı hiçbir şeyin ihata edemeyeceği ve değiştiremeyeceği akli bilgisine dayanılarak Allah’ın gazaplanması Allah’ın cezalandırması olarak tefsir edilmiştir. Bu tür rivayetlerin sayısı çoktur.293 Özet için İmam Bâkır (a.s), İmam Sadık (a.s) ve İmam Rıza’dan (a.s) nakledilmiş bu dört rivayetle yetiniyoruz.
Dostları ilə paylaş: |