Cevap:
Bu söze karşılık, Kur’an’ın zâhirinden Allah Teâla’nın muradının keşfedilebileceği, bunun hüccet olduğu ve ona güvenilebileceği sonucuna birkaç nedenle varmak mümkündür:
1. Kur’an-ı Kerim fasih Arapça ile nazil oldu. Onu anlamanın metodu, insanların diyaloglarında kullandığı metodun aynısıdır. İnsanlar, ortaya çıktığı zamanda ve ona özgü edebi kurallara göre muttasıl ve munfasıl karineleri gözönünde bulundurarak kelimelerin örfi manalarından anladıklarına göre her sözde konuşanın muradını bilir ve onunla istidlal yapıp onu hüccet olarak kullanırlar. Bu metod bütün zamanlarda ve tüm insanların diyaloglarında geçerlidir. Yüce Allah bu metodu reddetmediğine ve anlamak için yeni bir metodu beyan buyurmadığına, hatta bilakis;
“إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ”1165 ve
“وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ”1166
Buyurduğuna göre demek ki o da Kur’an-ı Kerim’de ve rasülleri aracılığıyla insanlarla onların kendi lisanlarında konuşmuştur. Onun anlatma metodu da insanların kendi diyaloglarında kullandıkları metoddur. Dolayısıyla Kur’an ayetlerinin zâhirinden, kelimelerin örfi manalarının nüzul zamanında ve fasih Arapça’nın kurallarına göre ayetlerin muttasıl ve munfasıl karineleri gözönünde bulundurularak anlaşılan şey, Allah Teala’nın muradının keşfedilmesidir ve hüccettir. Kişi, Allah Teala’nın belki de kelamındaki zâhiri kasdetmemiş olabileceğini söylediğinde eğer ayetlerde, Peygamber’in ve İmamların rivayetlerinde karine araştırması yaptıktan sonra ve bunun aksine bir karine bulunmadığında o söz insanların nazarında kulak verilecek ve önem gösterilecek bir şey olmaz. Karine arama metodu, Allah tarafından reddedilmemediği için Allah Teala’nın onayladığı ve teyit ettiği metod sayılır.
Eğer kelimelerin örfi manalarında veya ayetlerle ilgili edebi kurallarda ya da muttasıl ve munfasıl karinelerde kapalılık varsa ve bunun sonucunda yahut başka herhangi bir nedenle ayetlerin anlamı ve maksadı belirsiz ve tereddütlüyse tabii ki tefsire ihtiyaç ortaya çıkacaktır. O halde müfessir, uygun ilmi gayretle kapalılık ve tereddüdü bertaraf edebiliyor ve ayetlerin delaletini güzelce ortaya çıkarabiliyorsa; yine ayetlerdeki nesh ihtimalini, tahsis, takyid ve tevili diğer ayetler ve Masumların (a.s) rivayetleri üzerinde yaptığı araştırmayla sona erdirebiliyorsa onu Allah Teala’nın muradını keşfetmenin imkanına dönüştürmesine, hüccet getirmesine ve onunla istidlal etmesine engel yoktur. Ama eğer büyük çaba göstermesine ve içtihada rağmen kapalılığı veya tereddüdü bertaraf etmeyi başaramaz ve ayetlerin manasını ortaya çıkaramazsa bu durumda cehalet ve acziyetini itiraf etmeli, ayetin anlamı konusunda sessiz kalmalıdır. Tıpkı nasih mensuhu, tahsis ve takyidi, Kur’an’ın gerçek öğretmenleri tarafından yapılmış özel tefsiri, kayıt ve karine alıp almadığını araştırmadan Kur’an’ın zâhirine takılıp kalınamayacağı gibi.
2. İslam Peygamberi’nin (s.a.a), Kur’an’ı kendi nübüvvetinin mucizesi olarak ortaya koyduğu ve tüm muhaliflerinden, eğer kendi nübüvvetinden ve Allah’ın kelamından şüpheleri varsa onun benzeri bir sure veya söz getirmelerini istediğinde ihtilaf ve tereddüt yoktur. Bu meydan okuyuştan anlaşılmaktadır ki Kur’an-ı Kerim’deki surelerin anlamlarının beşer kelamı olmadığı ve insanın onun gibi bir söz beyan edemeyeceği teşhis edilmiş olmakla birlikte tüm insanlar, hatta kâfirler için bile anlaşılabilir bir kitaptır. Çünkü manası Masumlar (a.s) dışındakiler için tamamen anlaşılabilir olmayan bir kelamla meydan okunması makul değildir ve bu sözün, hikmetli Allah’tan ve şanı yüce Peygamber’den sadır olmasına imkân yoktur. Kur’an’dan bir sure ile de meydan okunduğu gözönünde bulundurulursa Kur’an’daki her sureyle ilgili olarak zikredilen ölçekteki anlamanın Masumlar (a.s) dışında kalanlar için de mümkün olduğu ve bunun bazı surelere mahsus olmadığı sonucu çıkmaktadır.
Kur’an’daki surelerle meydan okumaktan maksadın, manasının Peygamber (s.a.a) tarafından tefsir edilip açıklanmasından sonra olduğunu öne süren sözün zayıflığı ortadadır. Çünkü birincisi, bu genel olarak Kur’an’ın meydan okumasına aykırıdır. İkincisi, kâfirlerin hiçbir manasını anlamadığı ve söyleyenin maksadını bilmediği bir kelamla meydan okunması ve Peygamber’in (s.a.a) nübüvvetini inkar edenlere onun tefsirini Peygamber’den işitmelerinin, mana ve maksadını ondan öğrenmelerinin ve sonra da eğer yapabiliyorlarsa onunki gibi bir sure getirmelerinin söylenmesinin manası yoktur.
3. Kur’an’daki ayetlerde, Kur’an’ın insanlar için beyan ve hidayet1167, öğüt almak için de kolaylaştırılmış olduğuna1168 sarih delalet vardır. Bazı ayetlerde Kur’an ve onun ayetleri üzerinde düşünmek ve ondan öğüt almak teşvik edilmiş1169, hatta kimi ayetlerde onun üzerinde düşünmemek kınanmıştır.1170 Bu ayetlerden gayet açık anlaşılmaktadır ki Kur’an-ı Kerim’in bir kısım anlamları (malumatlar, hükümler, nasihatler) herkes için anlaşılabilirdir ve kolaydır. Herkes temel ve ihtiyaç duyulacak ilimleri tahsil etmek suretiyle ayetler üzerinde düşünerek birtakım konulardan haberdar olabilir ve ondan öğüt alabilir. Bu sebeple bazı ayetlerde, müşriklerin Kur’an üzerinde düşünmemesi ve eğer Allah’tan başkasından gelseydi içinde çok sayıda çelişki bulunacağının kınama konusu yapılmasından1171 anlaşılıyor ki Kur’an’ın tamamı, içinde çelişki bulunmadığını anlayabilecek ölçüde müşrikler ve nübüvveti inkar edenler için bile anlaşılabilirdir.
Bu ayetlerde Kur’an-ı Kerim’e bakışın Nebiyy-i Ekrem’in (s.a.a) tefsir ve beyanından sonra olduğunu savunan söz, önceki izahta ifade edilen cevaba ilaveten, “هَذَا بَيَانٌ لِّلنَّاسِ”1172 ve “وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ”1173 tabirleriyle de bağdaşmamaktadır.
Bu istidlalin, ayetlerle istidlalin caiz olup olmadığı üzerinde tartışma bulunduğu ve bunu ispat için ayetlerin delil getirilmesinin bâtıl döngü sayılacağı şeklindeki beyana dönmesindeki eleştiriye, tartışmanın, ayetlerin zâhiriyle istidlalin caiz olup olmamasıyla ilgili olduğu; değinilen ayetlerin de Kur’an-ı Kerim’in naslarından olup tartışma konusu yapılamayacağı cevabı verilmiştir.
Bu ve önceki izaha yönelik eleştiri hakkında söylenebilecek olan şey şudur ki, meydan okuyan ayetler ve zikredilen ayetler, tartışma konusu olmayan Kur’an naslarına dönüktür ve tartışmalı bir konu olan, Kur’an’ın zâhirinin Allah Teâla’nın muradını keşfettirebileceği, hüccet oluşturabileceği ve onunla istidlal edilebileceğine delaleti yoktur ve istidlale konu olan ayetlere genel olarak istinat edilmesi bu sorunu ortadan kaldıramayacaktır. Çünkü ayetlerin mutlak halleriyle istidlal, tartışmalı bir alan olan Kur’an’ın zâhiriyle istidlal demektir ve bu istidlal de bâtıl döngüdür. Dolayısıyla bu ekolün, Kur’an’ın manalarını anlamayı mutlak olarak Masumlarla (a.s) sınırlayan ve dinin nazari meselelerinde başvuru merciini Masum İmamların (a.s) rivayetlerine münhasır kabul eden1174 müfrit nazariyesini reddederken bu iki izah delil olarak gösterilebilir. Ama bu ekolün, Kur’anın naslarıyla istidlali yasaklamayan ve
“أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا”1175 ayetinin delil gösterilmesine cevaben, “Biz bazıları gibi, bu ayetteki manayı da ortadan kaldırmaya yolaçacak şekilde Kur’an’dan cüz’i anlamayı bütünüyle menetmiyoruz. Çünkü ayetlerin ilahi hududu aşan kişiye vaad, ceza, zorlama, tehdit ve teşvikine delaleti aşikârdır ve bu ayet üzerinde düşünmekten maksat da budur”1176 diyen mutedil taraftarların nazariyesini reddederken bu iki izah delil gösterilemez. Tabii ki Kur’an’ın bütün surelerle ilgili meydan okumaları ve “أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِندِ غَيْرِ اللّهِ لَوَجَدُواْ فِيهِ اخْتِلاَفًا كَثِيرًا”1177 ayetindeki kapsam ve genişliğin, herkesin Kur’an’daki manalardan bir mertebeyi anlamasının Kur’an naslarını aşan bir şey olduğuna delalet ettiği söyleniyorsa başkadır. Çünkü nübüvveti inkar edenlerin Kur’an’ınki gibi bir sure getirmedeki acziyetlerini anlamaları ve yine Kur’an’da çelişki bulunmadığını görebilmeleri Kur’an’ın zâhirini anlamalarına ve bunun güvenilir olmasına bağlıdır. Aynı şekilde dil üzerinde düşünmeye tefekkür, anlama, düşünme ve hakikati kavrama anlamı verildiği1178 gözönünde bulundurulursa Kur’an üzerinde düşünme ayetlerinden, haklarında ayetlerde sarih delalet bulunmayan ve ancak ayetler üzerinde düşünme ile anlaşılabilecek mevzuların da güvenilir olduğu ve hüccet oluşturduğu sonucu çıkartılabilir. Fakat bu delaletin nas olmadığı, bilakis zâhir olduğu ve onunla istidlalin, bâtıl döngünün tartışma konusu olduğu söylenebilir.
4.
هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا 1179
ayeti Kur’an ayetlerinin iki grup olduğuna delalet etmektedir: Muhkemat ve müteşabihat. Kınama konusu olan, müteşabihlerin ardına düşmektir. İlmi Allah’a ve ilimde derinleşmiş olanlara özgü kabul edilen de Kur’an’ın tevilidir. Fakat muhkemlerden meseleleri anlamanın ve bu ayetlerin zâhirini delil olarak kullanmanın karşılıklılık ve taksim karinesiyle manası yoktur. Kur’an’a “Kitab’ın tamamı” ve Furkan’a, amel edilmesi vacip olan muhkem kısmı anlamı veren rivayet1180 de bu istidlali teyit etmektedir. Müteşabih ayetlerden olma ihtimali bulunmayan hiçbir ayetten bahsedilemeyeceğini, çünkü muhtemeldir ki mensuh olabileceğini ve rivayetler itibariyle mensuh ayetlerin de müteşabih ayetlerden olduğunu savunan görüşün1181 zayıflığı ortadadır. Zira öncelikle bu söz, Kur’an-ı Kerim’ın asıl bölümünün muhkem ayetler olduğunu açık delaleti bulunan yukarıdaki ayete aykırıdır. İkincisi ayetlerin çoğunun mensuh olmadığı kesindir ve nesih ihtimali sözkonusu olan ayetler de onları nesheden ayetler araştırılıp bir nesheden bulunamadığında mensuh olmadıkları anlaşılacaktır. Kur’an’ın zâhirinin ne muhkemlerden, ne de müteşabihlerden olmama ihtimali ve bu ayetin Kur’an’ın zâhiriyle çelişmediği sonucunun çıkarılması, bu ayetin Kitab’ın muhkem ve müteşabih olarak ikiye ayrıldığına açık delaleti bulunduğu dikkate alınırsa geçersizdir. Kur’an’ın zâhiri, her ne kadar bir kayıt ve karinenin varolduğu ihtimali bakımından munfasıl karinelerin araştırılmasından önce müteşabihlerden sayılsa da araştırma yapıldıktan ve onun için bir kayıt ve karine bulunmadığı anlaşıldıktan sonra Kur’an’ın muhkemlerindendir. Tıpkı rivayetlerin zâhirini, onun karşısında bir kayıt ve karine bulunmadığı anlaşıldıktan sonra herkesin, hatta bu ekolün taraftarlarının bile muhkemlerden kabul etmesi gibi.
5. Hz. Ali’nin (a.s) Malik Eşter’e ahidnamesinde
“فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ”1182 ayetinin altında şöyle geçmektedir: “فالرد الی الله الآخذ بمحگم کتابه” çekişmede Allah’a dönme ve Kitabındaki [ayetlerin] muhkemine istinattır.”
Bu ayet, altında geçen rivayet gözönünde bulundurulduğunda müminlere, çekişme ve ihtilaflarda Kur’an-ı Kerim’in muhkem ayetlerine istinat etmeleri emri vermektedir. Öyleyse muhkem ayetlerin manalarını anlamamız, onları delil olarak kullanmamız ve onlara istinat etmemizin yasaklanmaması bir yana, bilakis onlara uymamız emredilmiştir.
Şeyh Hürr (r.h) bu istidlaldeki soruna dair şöyle buyurmuştur: “Bu ayet, atıf ifade eden vav harfinin delalet ettiği gibi, çekişme zamanında Allah’a ve Rasül’e birlikte müracat etmeyi emretmekte, onlardan birine başvurmakla yetinmeye delalet etmemektedir. Bu bizim beğendiğimizdir, sizin beğendiğiniz değil. Çünkü her bir ayette nesh ve başka şeylerin birçok yönü muhtemeldir, bu mecburen araştırılmalıdır, ayetin manasına dair Peygamber’den veya İmamdan sahih ve sarih bir nassın varlığı dışında tamamlanamaz. Şu halde ayet bütünüyle iddiamızla mutabakat içindedir.”1183
Böyle bir sorun mevcut değildir. Çünkü her ne kadar bu ayette “وَالرَّسُولِ” kelimesinin “اللّهِ”a atfedilmesi, onun manasına dair varid olan rivayet hesaba katıldığında çekişme ve ihtilaflarda Kur’an’a ilaveten Allah Rasülü’nün (s.a.a) sünnetine de başvurmak gerektiğine delalet ediyorsa da, bunun gereği, ayetlerin anlamının Allah Rasülü’nün (s.a.a) sünnetini gözönünde bulundurarak elde edilebileceğinden fazlası değildir. Ama eğer araştırmayla sünnette ayetlerin zâhirine aykırı bir şey bulunmadığı anlaşılırsa ayetlerin zâhirine başvurmanın caiz olmamasının açıklaması yoktur. Tıpkı sünnetin zâhiri bir hükme delalet ediyorsa, o hükme aşikar delaleti bulunan bir ayet olmadığında sünnetin zâhiriyle istidlale mani bir durum olmaması gibi. Öyleyse vav harfiyle atfın delalet ettiği şey, Kur’an-ı Kerim’e Allah Rasülü’nün (s.a.a) sünnetiyle ilgili men-i istiğna’dır. Fakat bu iddiasına (tefsir eden veya ona muvafık bir rivayet bulunmadıkça hiçbir ayetin zâhiriyle istidlal yapılamayacağı) delalet etmez.
Bu açıklamadan anlaşılan odur ki, bu istidlalin
“فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ”1184 veya
“وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا”1185 ya da
“وَلَوْ رَدُّوهُ إِلَى الرَّسُولِ وَإِلَى أُوْلِي الأَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذِينَ يَسْتَنبِطُونَهُ مِنْهُمْ”1186 yahut “قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي”1187 kabilinden ayetlerle çelişkisi yoktur.1188 Zira bu ayetlerden çıkan sonuç, Allah Rasülü’ne ve ululemre başvurmanın lüzumudur ve bu, araştırmayla muhalif veya muvafık bir rivayetin bulunmadığı anlaşılan ayetin zâhiriyle istidlalden menetmez.
6. Mütevatir senedle Allah Rasülü’nden (s.a.a) nakledilmiş sakaleyn hadisinde1189;
“انی تارک فیکم الثقلین کتاب الله و عترتی اهل بیتی ما ان تمسکتم بهما لن تضلو ا ابدا”
ifadesiyle Kur’an’a sarılmanın itrete sarılmayla aynı hizada sapmamanın şartı olarak gösterilmesinden gayet net biçimde anlaşılıyor ki Kur’an-ı Kerim’in maarif ve ahkâmını anlamamız, onunla istidlal ve ona istinat etmemizin yasaklanması bir yana, üstelik ona sarılmak -bunun anlamı da bilgi ve hükümleri ondan almak, kalp ve amelle ona bağlanmaktır-1190 insanın sapmamasının şartı olarak tanıtılmıştır. Gerçi bu hadiste itrete sarılmak da Kur’an’a benzer şekilde ve sapmamanın şartı olarak gösterildiğine göre her meselede ve her ayette Masumların (a.s) rivayetlerine başvurmak lazımsa da eğer araştırmadan sonra bir ayetin manasını beyan ederken Masumlardan (a.s) bir kayıt veya karine ve özel bir tefsir gelmediği anlaşılırsa bu durumda ayetin zâhirine sarılmanın menedilmesi bir yana, bilakis bu rivayet, onun mana ve tefsirini anlama yükümlülüğü getiren sarılmanın1191 insanın sapmamasının şartı olduğuna delalet edecektir.
7. Peygamber’den ve imamlardan (a.s), Müslümanları Kur’an-ı Kerim’deki malumat ve hükümleri anlamaya teşvik den çok sayıda rivayet nakledilmiştir. Bunlardan bazı örneklere değineceğiz:
a) Allah Rasülü’nün (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
فاذا التبست علیکم الفتن کقطع اللیل المظلم فعلیکم بالقرآن... وهو الدلیل یدل علی خیر سبیل و هو کتاب فیه تفصیل و بیان1192
“Fitneler ne zaman üzerinize karanlık gecenin parçaları gibi örtülürse Kur’an’a yönelin... O, en iyi yola yönlendiren delildir. İçinde [hakikatlere dair] tafsil ve beyan bulunan bir kitaptır.”
b) Hz. Ali’nin (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
فانظر ایها السائل فما دلکم القرآن علیه من صفته فاتم به واستضئ بنور هدایته1193
“Bak ey [Allah’ın sıfatlarını] soran kişi. Allah’ın vasfı konusunda Kur’an’ın sana kılavuzluk ettiği şeyi izle ve onun hidayet nuruyla aydınlan.”
Yine Hazret’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
و تعلموا القرآن فانه احسن الحدیث و تفقهوا فیه فانه ربیع القلوب1194
“Kur’an’ı öğrenin, çünkü o en güzel sözdür. Onun üzerinde derinlemesine düşünün, çünkü o kalplerin baharıdır.”
Bir yerde de şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
و علیکم بکتاب الله فانه الحبل المتین و النور المبین... و العصمة للمتمسک و النجاة للمتعلق1195
“Allah’ın kitabına yönelin. Çünkü o sağlam bir halat (irtibat dalı) ve aydınlık bir nurdur... Ona sarılan için ismet (sürçmeden masun kalma) ve asılan için [ilahi azaptan] kurtuluştur.”
Aynı şekilde şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
و اعلموا ان هذا القرآن هو الناصح الذی لا یغش و الهادی الذی لا یضل و المحدث الذی لا یکذب و ما جالس هذا القرآن احد الا قام عنه بزیادة و نقصان زیادة فی هدی و نقصان من عمی... و استدلوه علی ربکم و استنصحوه علی انفسکم و اتهموا علیه آرائکم 1196
“Bilin ki, bu Kur’an, ihanet etmeyen bir öğüt vericidir. Saptırmayan bir kılavuzdur. Yalan söylemeyen bir sözcüdür. Onun yanına, oradan artma ve azalma ile kalkmamış hiçkimse oturmamıştır. Hidayette artma ve körlükte (cahillikte) azalma... Onu Rabbinize [onu tanımada] delil yapın, nefisleriniz için ondan nasihat alın ve ona aykırı görüşlerinizi itham edin.”
Bu tür rivayetler epey fazladır, ama burada tamamını aktarmaya yerimiz bulunmuyor. Bu rivayetlerin tamamının, ister malumatlar, ister hükümler olsun Kur’an ayetlerinin en azından bir kısmının açık delalet taşıdığına ve istinat edilebilir olduğuna dair delil oluşturduğu inkar edilemezdir. Elbette ki ayetlerin manasını anlamada Peygamber’in ve Masum İmamların (a.s) tefsirine de dikkat edilmeli ve ayetlerin manası, ayetler için zikrettikleri kayıt ve karineler gözönünde bulundurarak tespit edilmelidir. Fakat eğer derinlemesine araştırmayla bir ayet konusunda onlardan özel bir tefsirin ulaşmadığı anlaşılırsa ayetin zâhiriyle istidlalin yasak olması bir yana, tam tersine bu rivayetlerin hükmüne göre bunu yapmaya mecburuz.
Haberleri Kur’an’a arzeden rivayetler1197, çelişkili rivayetlerin ilacı olmak üzere tercih edilenlerden birini Kur’an’a muvafık kılan rivayetler1198, kitaba muhalif olma şartını riayet edilmesi vacip olan şartlardan istisna tutan rivayetler1199 Kur’an’ın zâhirinin hüccet olduğuna ve maarifin bir kısmını herkesin anlayabileceğine delalet eder. Sözün daha fazla uzamaması için bu istidlale değinmeyi ve onları açıklamayı gözardı ediyoruz.
Kur’an’dan Deliller
Bu ekolün taraftarlarını tanıtırken açıklananlardan anlaşılmış olmalıdır ki bu ekolün mensupları mutedil ve müfrit olmak üzere iki seviyede ele alınmalıdır. Hadaik sahibi gibi bazıları, Masumların (a.s) tefsirinden yardım almaksızın akılla yapılan tefsiri reyle tefsir kabul etse de delaleti aşikâr olan ve tefsire ihtiyaç duyurmayan ayetlerden yararlanmayı münasip görmekte ve Kur’an’dan bir meseleyi anlamayı bütünüyle menetmemektedir. Yine Şeyh Hürr Amuli de Kur’an naslarından bir meseleyi anlamayı -ne kadar az olursa olsun- menetmemiş ve Kur’an’ın zâhiriyle istidlali, onun tefsiri hakkında veya muhtevasına muvafık bir rivayet ulaşmasına bağlamıştır. Fakat Emin Esterabadi gibi kimilerinin sözlerinden, Kur’an’ın maarif ve ahkâmını anlamayı mutlak olarak Peygamber’e ve Masum İmamlara (a.s) mahsus gördükleri ve bunların dışında kalanlar için hiçbir ayetle istidlali uygun bulmadıkları anlaşılmaktadır.
İfrat görüşün taraftarlarının kendi görüşlerini ispatlamak için Kur’an ayetlerini delil gösteremedikleri ortadadır, çünkü onların temellerine aykırıdır. Ama mutedil görüşün taraftarlarına göre Kur’an’la istidlalin kapısı üzerimize tamamen kapalı değildir. Çünkü Kur’an naslarıyla istidlali veya delaleti aşikar olan yahut tefsirine ilişkin veya muhtevasına uygun rivayetlerin bulunduğu ayetlerle istidlali münasip görmektedirler. Fakat bu nazariyede nas olan veya onun sıhhatine ilişkin net bir delaleti bulunan bir ayet mevcut olmadığında mutedil görüş taraftarlarının delili de, tefsirlerine dair veya muhtevalarına uygun rivayetlerin ulaştığı ayetler ve rivayetlerdir. Hakkında bir tefsir veya muhtevalarına uygun rivayet bulunmayan ayetlerle istidlal ise sadece cedel ve hasmı ilzam babından olursa kabul görmüştür.
Bu çerçevede Şeyh Hürr Amuli kendi iddiasına ve nazariyesine on sekiz ayeti delil olarak göstermiş ve bunu gerekçelendirirken iki sebep öne sürmüştür. Biri, hasmı ilzam babındandır, ikincisi ise takiyeye muhalif, ayetin zâhirine muvafık mütevatir rivayetlerdir.
Delil olarak kullandığı ayetler şöyledir:
Dostları ilə paylaş: |