Sonuç
Yapılan açıklamalardan anlaşılan şudur ki, Allah Rasülü (s.a.a) Kur’an’ın bütün anlam ve ögretilerine vakıftı. Kendisi, risalet asrında Kur’an’ın tamamını tefsir etmiş, tüm mana ve maarifi açıklamış, tenzil ve tevilini izah etmiş ilk ve en üstün müfessirdi. Hz. Ali de (a.s), Allah Rasülü’nün (s.a.a) beyan ettiklerini eksiksiz öğrenmiş ve hıfzetmişti. Fakat ne yazık ki bu birikimin tamamı elimize geçmemiştir. Hazret’in Kur’an tefsirine dair söylediklerinin pek azı muteber senedi olmayan rivayetler arasında bize ulaşmıştır ve hiç tereddütsüz çağımızda tefsirin kıymetli kaynaklarından sayılmaktadır. Fakat ayetlerin tefsiriyle ilgili olarak Hazret’ten nakledilenlerin hepsi güvenilir değildir. Çünkü Peygamber’in (s.a.a) zamanında bile o kadar yalan uydurulmuştu ki insanlara hitap ederek şöyle buyurdu:
ایها الناس قد کثرت علی الکذابة92 فمن کذب علی متعمدا فلیتبوء مقعده من النار93
“Ey insanlar, bana yalan isnat edenlerin sayısı arttı. Kim kasden benim adıma söz uydurursa ateşte yerini hazırlasın.”
Bu rivayet her halükarda Allah Rasülü (s.a.a) adına söz uydurulduğunu gösteren kesin delildir. Çünkü ya Allah Rasülü (s.a.a) bu sözü söylemiştir ve rivayete göre Hz. Peygamber’e yalan yere söz isnat edenler çoktu, ya da söylememiştir ve bu durumda bu rivayet yalan yere ona söz isnat edildiğinin kanıtıdır. Dolayısıyla kendisine isnat edilen tefsirle ilgili rivayetler arasında sadece mütevatir veya kesin karine yoluyla Hz. Peygamber’den geldiğini kesin olanlara güvenilebilir. Yahut hiç olmazsa mevsuk raviler kanalıyla bize ulaşmış olmalıdırlar.
Hz. Ali (a.s)
Geçtiğimiz bahislerden ikinci meselede nakledilmiş rivayetlerden gayet net anlaşılmaktadır ki Hz. Ali (a.s), Allah Rasülü’nün (s.a.a) eğitimlerinden yararlanması sayesinde Hz. Peygamber gibi Kur’an-ı Kerim’in bütün anlamlarına ve malumatına vakıftı. Kur’an’ın bütün anlamları ve öğretilerini tefsir edecek yeterlilikteydi. Kur’an’ı anlama ve tefsir etmede her hata ve hevadan masundu. Allah Rasülü’nden (s.a.a) sonra Kur’an’ın tüm anlamlarını bilen müfessir Hz. Ali’ydi. Sözkonusu rivayetlere ilaveten Şii ve Sünni kitaplardaki başka pek çok rivayet bu hakikate delalet eder. Bu rivayetlerden bir kısmını nakledeceğiz:
- Şii ve Sünni birçok rivayette Ra’d suresinin sonundaki
“مَنْ عِندَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ” cümlesi, kasdedilenin Hz. Ali (a.s) olduğu manasıyla tefsir edilmiştir. Ehl-i Sünnet’ten Hakim Haskani bu konuda altı rivayete yer vermiştir.94 Şiilerden Seyyid Haşim Bahrani, Burhan tefsirinde bu ifadeyi tefsir ederken yirmibeş rivayeti toplamıştır.95 Onyedi rivayette bu kelime Hz. Ali’ye96 (a.s), yedi rivayette de, Hz. Ali’nin de (a.s) içlerinden biri olduğu Masum İmamların hepsine97 atıf olarak tefsir edilmiştir. Her iki grupta da sahih senedli rivayet vardır.98 “el-Kitab”taki “elif” ve “lam” harfleri ya somut varlıkla99 ilgilidir ve kasdedilen kitap Kur’an-ı Kerim’dir ya da cins bildiren “elif” ve “lam”dır ve kasdedilen, içinde Kur’an-ı Kerim’in de bulunduğu genel anlamda semavi kitaplar ve Levh-i Mahfuz’dur. Her nasıl olursa olsun bu kelime tefsir rivayetlerine ilave edildiğinde Kur’an-ı Kerim’in bilgisinin Emirulmüminin’in (a.s) elinde olduğuna delalet eder. “İlm”in “el-Kitab”a izafe edilmesi, kitabın tüm ilminin onların nezdinde olduğuna delildir. Çünkü masdarın, tüm öğeleri eşit biçimde içinde yeralarak bir bütün olarak izafe edilmesi kuşatıcılık ve umumilikte zuhur edebilir.100 Bu yüzden başka bir ayette, kitabın ilminden bir kısmına sahip kimse hakkında “الَّذِي عِندَهُ عِلْمٌ مِّنَ الْكِتَابِ” ifadesi101 kullanılmıştır. Bazı rivayetler de bu izahı desteklemektedir. Çünkü onlarda, gayet açık biçimde bu kelimenin delaleti kitabın tamamının bilgisine, “kitaptan ilmi...” ifadesinin delaleti ise kitabın bir kısmının bilgisinedir. Rivayetin sonunda ise İmam Sadık (a.s) eliyle göğsüne işaret etti ve şöyle buyurdu:
“Allah’a yemin olsun ki kitabın tamamının bilgisi bizdedir. Allah’a yemin olsun ki, kitabın tamamının bilgisi bizim yanımızdadır.”102
Bu açıklamadan anlaşılan odur ki, Kur’an’ın bu kelimesi, onu tefsir eden rivayetlerin ilavesiyle Emirulmüminin’in (a.s) Kur’an’ın bütün anlam ve ilimlerine vakıf olduğunun delillerinden biridir. Kimi rivayetlerde bu ayet Emirulmüminin’in (a.s) en büyük meziyeti sayılmıştır.103 Bu da, çıkarılan anlam için bir başka teyit olmaktadır.
Şii ve Sünni kitaplarda muttasıl senedle Allah Rasülü’nden (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir:
علی مع القرآن و القرآن مع علی لن یفترقا حتی یردا علی الحوض104
“Ali Kur’an’la, Kur’an da Ali’yledir. Bu iki havzın kenarında bana ulaşana dek birbirinden ayrılmazlar.”
Ehl-i Sünnet’in ünlü âlimlerinden Hakim Nişaburi ve Zehebi bu hadisin senedini sahih kabul etmişlerdir.105 Kasdedilenin, Hz. Ali’nin (a.s) cismi ile Kur’an’ın kâğıt ve mürekkebi olmadığı açıktır. Aksine birinci cümlenin manası, Ali’nin (a.s) ilim ve amel bakımından daima Kur’an’la birlikte olduğu, bilgisi ve davranışlarının daima Kur’an’a mutabık bulunduğudur. İkinci cümlenin manası ise (Kur’an Ali’yledir), Kur’an’ın bütün ilim ve öğretilerinin Ali’nin elinde olduğudur. Çünkü Kur’an’ın bir kısmını ve onun maarifini bilmese o kısım Ali’den (a.s) ayrı demektir ve sözü geçersiz kılar. Öyleyse bu rivayet Ali’nin (a.s) Kur’an’ın tüm anlam ve malumatını bildiğine, kıyamet gününe kadar bu bilgilerin onun için baki olduğuna, unutkanlık ve benzeri şeylerle Hazret’ten ayrılmayacağına delalet eder. Bu rivayetin benzerini Saduk (r.h) sahih senedle ve çok sayıda senedle Hisal’de zikretmiştir.106
Ehl-i Sünnet’in ünlü âlimlerinden Hakim Haskani, Şevahidu’t-Tenzil kitabında bir bölümü “Ali’nin (a.s) Kur’an’ı ve anlamlarını tanımada, nüzulünü ve içindekilerini bilmede yegane olması” başlığına ayırmıştır. Bu bölümde, bazıları geçen bahiste ikinci meselede nakledilen,107 diğer bazılarını da burada tercüme edeceğimiz yirmiiki rivayeti muttasıl senedle zikretmiştir.108
- Allah Rasülü’nden (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir:
“Ali (a.s) benden sonra insanlara Kur’an’ın teviliyle ilgili bilmediklerini öğretecektir.”109
- Hz. Ali’nin (a.s) vahyin maarifini ve Kur’an-ı Kerim ilimlerine öğrenmeye duyduğu büyük ilgiyi anlatan aşağıdaki rivayet iki senedle bizzat Hazret’in kendisinden nakledilmiştir:
“Hz. Muhammed (s.a.a) zamanında Cebrail’in o sırada indirdiği helal veya haram, sünnet veya kitap, emir veya nehiy ne varsa, bütün bunlar neyle ilgili ve kimin hakkında nazil olmuşsa öğrenmeden (asla) gözüme uyku girmedi.”110
- Yine aşağıdaki muhteva -Hazret’in olağanüstü yeteneğini ifade eden- iki rivayette kendisinden nakledilmiştir:
“Allah’a yemin olsun ki ne hakkında indiğini, nerede ve kimin için nazil olduğunu bilmediğim hiçbir ayet inmedi. Hiç kuşku yok, Rabbim bana akleden bir kalp (idrak ve anlama ile), fasih ve akıcı bir lisan (bir nakle göre “sorularla dolu”) ihsan etmiştir.”111
- Allah Rasülü’nün (s.a.a) sahabesi Ebu’l-Tufeyl’den rivayet edilmiştir:
“Ali’nin (a.s) huzurunda hazır bulundum. Hutbe okuyor ve “bana sorun” buyuruyordu. “Allah’a yemin olsun ki, kıyamet gününe kadar vuku bulacak herşeyi bana sorun, size anlatayım. Allah’ın kitabını bana sorun. Allah’a yemin olsun ki nerede indiğini bilmediğim bir tek ayet yok; gece veya gündüz, çölde veya dağda.”112
- Aişe’den rivayet edilmiştir:
“Ali, Muhammed’e (s.a.a) nazil olan hakkında Muhammed’in (s.a.a) en bilgili sahabesiydi.”113
- Şa’bi’den rivayet edilmiştir:
“Ümmet içinde iki kapak arasındakini ve Muhammed’e (s.a.a) nazil olanı Ali’den (a.s) daha iyi bilen hiçkimse yoktur.”114
- Abdulmelik b. Süleyman’dan rivayet edilmiştir:
“Ata b. Ebi Rebah’a dedim ki: “Peygamber’in ashabı içinde Ali’den daha bilgili kimse var mıydı?” Dedi ki: “Hayır. Allah’a yemin olsun ki ondan daha bilgili kimseye rastlamadım.”115
- İbn Ömer’den rivayet edilmiştir:
“Ali, Allah’ın Muhammed’e (s.a.a) indirdiği konusunda insanların en bilgilisidir.”116
- Ebu Naim Hilyetu’l-Evliya’da Nebiyy-i Ekrem’den (s.a.a) şöyle rivayet etmiştir:
ان القرآن انزل علی سبعة احرف ما منها حرف الا له ظهر و بطن و ان علی بن ابی طالب عنده علم الظاهر و الباطن117
“Hiç şüphe yok Kur’an yedi harf üzerine nazil olmuştur ve her harfinin bâtını ve zâhiri vardır. Doğrusu şu ki, Kur’an’ın zâhir ve bâtın ilmi sadece Ali b. Ebi Talib’in yanındadır.”118
- Ebu’l-Hasan Amuli (r.h) Mir’atu’l-Envar’da İbn Abbas’tan şöyle rivayet etmiştir:
جل ما تعلمت من التفسیر من علی بن ابی طالب علیه السلام ان القرآن انزل علی سبعة احرف ما منها حرف الاوله ظهر و بطن و ان علیا علیه السلام علم الظاهر و الباطن119
“Tefsir hakkında ne öğrendiysem Ali b. Ebi Talib’tendir (a.s) . Şüphesiz Kur’an yedi harf üzerine nazil olmuştur ve zâhiri ve bâtını bulunmayan bir tek harfi yoktur. Gerçekten de Ali (a.s) onun zâhirini de, bâtının da bilir.”
Görünen o ki, “الظاهر و الباطن”daki “elif” ve “lam” hatırlatma amaçlıdır.120 Buna göre hadisin son cümlesinin manası şöyle olur: Kur’an’ın harflerinden her birinde bulunan zâhir ve bâtını Ali (a.s) bilir.
- Saduk (r.h) Uyun ve Emali kitaplarında muttasıl senedle İmam Rıza, babaları, Peygamber, Cebrail, Mikail ve İsrafil’e dayanarak (salavatullahi aleyhim ecmain) Allah Teala’dan şöyle rivayet etmiştir:
انا الله لا اله الا انا خلقت الخلق بقدرتی فاخترت منهم من شئت من انبیایئ و اخترت من جمیعهم محمدا حبیبا و خلیلا و صفیا فبعثته رسولا الی خلقی و اصطفیت له علیا فجعلته له اخا و وصیا و وزیرا و مؤدیا عنه بعده الی خلقی و خلیفتی علی عبادی لیبین لهم کتابی121
“Ben, benden başka mabudun bulunmadığı Allah’ım. İnsanları kudretimle yarattım ve dilediğimi peygamber olarak aralarından seçtim. Hepsi içinde Muhammed’i habib, halil ve safiy seçtim. Onu rasül ünvanıyla yarattıklarıma gönderdim. Ali’yi de onun için seçtim ve onun kardeşi, vasisi ve veziri yaptım. Ondan sonra kitabımı açıklamak üzere kullarıma karşı halifem olacak ve onun mesajını iletecek kişi olarak tayin ettim...”
Bu rivayet gayet açık biçimde İmam Ali’nin (a.s), Allah’ın kitabını kullarına izah etmek üzere Allah tarafından halife seçildiğini ve Allah Rasülü’nden (s.a.a) sonra Allah’ın kitabını bildirmede onun makamını temsil ettiğini söylemektedir.
- Aynı şekilde Allah Rasülü’nden (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir:
معاشر الناس تدبروا القرآن و افهموا آیاته و انظروا الی محکماته و لا تتبعوا متشابها فوالله لن یبین لکم زواجره و لا یوضح لکم تفسیره الا الذی انا آخذ بیده و مصعده الی و شائل بعضده و معلمکم ان من کنت مولاه فهذا (علی) مولاه وهو علی بن ابی طالب أخی و وصی122
“Ey insan grupları, Kur’an üzerinde düşünün ve onun ayetlerini anlayın. Onun muhkemlerine bakın ve müteşabihlerinin peşine düşmeyin. Allah’a yemin olsun ki onun yasaklarını size açıklayacak ve sizin için tefsirini yapacak tek kişi, sizin yanınızda elini tutup havaya kaldırdığım ve kolunu havada tutup size “Ben kimin mevlasıysam o da (Ali) onun mevlasıdır” dediğim kişidir. O kişi, kardeşim ve vasim Ali b. Ebi Talib’tir.”
- Başka bir hadiste Hz. Peygamber’den şöyle rivayet edilmiştir:
فمن عمی علیه من علمه شئ لم یکن علمه منی و لا سمعه فعلیه بعلی بن ابی طالب علیه السلام فانه قد علم کما قد علمته ظاهره و باطنه و محکمه و متشابهه123
“Herkes, benden öğrenemediği, işitemediği ve ona örtülü kalan Kur’an ilminden herhangi bir şey için Ali b. Ebi Talib’e (a.s) müracat etmelidir. Çünkü o, Kur’an’ın zâhir ve bâtınını, muhkem ve müteşabihini, ben nasıl biliyorsam öyle bilir.”
- Hz. Peygamber’den rivayet edilen bir hutbede şöyle geçmektedir:
ان الله عز و جل انزل علی القرآن و هو الذی من خالفه ضل و من ابتغی علمه عند غیر علی هلک 124
“Hiç kuşku yok Allah azze ve celle Kur’an’ı bana indirmiştir. Kim ona muhalefet ederse sapıtmış demektir. Kim onun ilmini Ali’den (a.s) başkasından talep ederse helak olmuş demektir.”
Bu tür rivayetler -aslında sayıları çoktur, ama burada hepsini zikretmeye fırsatımız yoktur-, önceki bahiste geçen ikinci meselede zikredilmiş rivayetler ve “Kur’an’ın tüm manalarına vakıf diğer müfessirler” bölümünde değinilecek rivayetler gözönünde bulundurulduğunda Ali b. Ebi Talib’in (a.s) Kur’an’ın bütün anlamlarına vakıf ikinci müfessir olduğuna tereddüt kalmamaktadır. O, Kur’an’ın zâhir ve bâtınını, tenzil ve tevilini bilen, hata ve unutkanlıktan masun, Allah’ın kitabını beyanda Allah Rasülü’nün (s.a.a) halefi ve Kur’an’ın mana ve maarifinin tamamını tefsire güç yetirebilen tek kişiydi. Fakat acaba kendi zamanındaki insanlara Kur’an’ın hepsini tefsir etmiş miydi? Acaba yazılı bir tefsiri var mıydı? Ona ait tefsirin ne kadarı elimize ulaşmıştır? Bunlar, cevabını vermek için tahkik edilmesi gereken sorulardır. Fakat burada kısaca verdiğimiz cevapları tafsilatlı olarak açmaya fırsatımız yoktur.
İmam Ali (a.s) ve Tüm Kur’an’ın Tefsiri
Hz. Ali’nin Kur’an’ın tüm anlamlarını tefsir edecek ve tefsire ilişkin her soruya cevap verecek kapasitede olduğuna ve kendi zamanındaki insanların kabiliyetleri ve salahiyetleri miktarınca ve arzu ettikleri kadarıyla Kur’an-ı Kerim’i onlara tefsir ettiğine tereddüt yoktur. Saffar, muttasıl senedle Yakub b. Ca’fer’den şöyle rivayet etmiştir:
Mekke’de Ebu’l-Hasan’la (Ali aleyhisselam) birlikte idim. Bir adam ona şöyle dedi: “Allah’ın kitabından hiç işitmediğim bir şeyi gerçekten tefsir edebilir misin?” Ebu’l-Hasan şöyle buyurdu: “(Allah’ın kitabı) herkesten önce bize nazil oldu, insanlar arasında tefsir edilmeden önce bize tefsir edildi. Biz haram ve helali, nasih ve mensuhu, seferi (yolculuk sırasında nazil olan) ve hazari (vatanda nazil olan) ayetleri biliriz; hangi gece ne kadar ayet nazil olduğunu, kimin hakkında ve neyle ilgili nazil olduğunu da (biliriz)...”125
İbn Abbas’tan şöyle rivayet edilmiştir: “Tefsirden öğrendiklerimin çoğu Ali b. Ebi Talib’tendir (a.s) .”126 Aynı şekilde Nakkaş da İbn Abbas’tan şöyle rivayet etmiştir:
Ali b. Ebi Talib (a.s) bana buyurdu ki: “İbn Abbas, yatsı namazını kıldığında çölde benim yanıma gel.
İbn Abbas şöyle anlatır: Namazı kıldım ve Hazret’in yanına gittim. Mehtaplı bir geceydi. Hazret bana dedi ki: “el-Hamdu’daki elif’in ve “el-Hamdu”nun tamamının tefsiri nedir?” Cevap verecek bir şey bilmiyordum. Bunun üzerine tam bir saat onun tefsiri hakkında konuştu. Sonra şöyle buyurdu: “el-Hamdu’daki lam’ın tefsiri nedir?” “Bilmiyorum” dedim. Onun tefsiri hakkında da tam bir saat anlattı. Sonra şöyle buyurdu: “ el-Hamdu’daki mim’in tefsiri nedir?” “Bilmiyorum” dedim. Onun tefsiri hakkında da tam bir saat anlattı. Sonra buyurdu ki: “el-Hamdu’daki dal’ın tefsiri nedir?” “Bilmiyorum” dedim. Bunun üzerine onun tefsiri hakkında gün ağarıncaya kadar anlattı ve bana dedi ki: “İbn Abbas, kalk evine git ve farizan için hazırlık yap.” İbn Abbas der ki: “Buyurduklarını öğrenmiş olarak yerimden kalktım. Daha sonra kendi kendime düşündüm ki, benim Kur’an ilmim Ali’nin (a.s) ilmi karşısında, ‘mun’ancer’ (deniz) karşısında ‘karare’ (tencerenin dibindeki yemek yanmasın diye damlatılan su) gibidir.”127
Yine ondan şöyle rivayet edilmiştir: “Ali’nin (a.s) ilmi karşısında benim ve Muhammed’in (s.a.a) ashabının ilmi, yedi deniz karşısında bir damla gibidir.”128
Alkame’den rivayet edildiğine göre İbn Mesud’a şöyle denmiş: “Ali’yle (a.s) karşılaştın mı?” Cevap vermiş: “Evet, onunla karşılaştım. Ondan Kur’an’ın ilmini öğrendim ve ona kıraat ettim. Allah Rasülü’nden (s.a.a) sonra en âlim ve en iyisidir. Bizzat şahit olarak onun derin bir derya olduğunu gördüm.”129
Fakat o zamanki insanlara Kur’an’ın tamamının tefsir edilmesi onların kabiliyet, salahiyet ve kapasitelerine bağlıydı, lakin çoğu bu niteliklerden mahrumdu; Hazret’in sinesinde taşıdığı ama o zamanın insanlarının öğrenme istidadı ve salahiyeti bulunmayan ilimler. Lakin Allah’ın hikmeti, insanlık için lazım olan vahiy bilgisinin korunmasını gerektirdiğinden, sayıları da az da olsa Kur’an’ın tüm manalarını ve maarifini öğrenme kabiliyeti ve salahiyetine sahip birileri her zaman bulunmuştur. Hiç tereddütsüz Hz. Ali Kur’an tefsirinin tamamını böyle kişilere beyan buyurmuş veya yazılı biçimde onlara aktarmıştır.
Kumeyl b. Ziyad’ın Nehcu’l-Belağa’da geçen rivayeti de bu meseleye delalet etmektedir. Kumeyl b. Ziyad şöyle der:
قال کمیل بن زیاد اخذ بیدی امیرالمؤمنین علی بن الی طالب علیه السلام فاخرجنی الی الجبان فلما اصحر تنفس الصعداء ثم قال یا کمیل بن زیاد ان هذه القلوب اوعیة فخیرها اوعاها فاحفظ عنی ما اقول ... ها ان هیهنا لعلما جما و اشار بیده الی صدره لو أصبت له حملة بلی أصبت لقنا غیر مأمون علیه مستعملا آلة الدین للدنیا و مستظهرا بنعم الله علی عباده و بحججه علی اولیائه او منقاد لحملة الحق لا بصیرة له فی أحنائه ینقدح الشک فی قاله لاول عارض من شبهة الا لا ذا و لا ذاک او منهوما باللذة سلس القیاد للشهوة أو مغرما بالجمع و الادخار لیسا من رعاة الدین فی شیئ اقرب شیئ شبها بهما الانعام السائمة کذلک یموت العلم بموت حاملیه اللهم بلی لا تخلو الارض من قائم لله بحجة اما ظاهر مشهورا و اما خائفا مغمورا لئلا تبطل حجج الله و بیناته و کم ذا و این اولئک والله الاقلون عددا و الاعظمون عند الله قدرا یحفظ الله بهم حججه و بیناته حتی یودعوها نظراءهم و یزرعوها فی قلوب أشباههم هجم بهم العلم علی حقیقة البصیرة و باشروا روح الیقین و أستلانوا ما استوعره المترفون و انسوا بما استوحش منه الجاهلون و صحبوا الدنیا بأبدان أرواحها معلقة بالمحل الاعلی اولئک خلفاء الله فی أرضه و الدعاة الی دینه آه آه شوقا الی رؤیتهم130
Emirulmüminin Ali b. Ebi Talib (a.s) elimi tuttu ve beni sahraya götürdü. Sahraya vardığımızda derin bir nefes aldı. Sonra şöyle buyurdu: “Ey Kumeyl b. Ziyad. Hiç şüphesiz şu kalpler kaplar gibidir. En iyileri, en hacimli olanlarıdır. Şu halde söyleyeceklerimi hatırında tut.” Hazret eliyle göğsüne işaret ederken şöyle buyurdu: “Bil ki burada çok fazla ilim var. Keşke onu öğrenecek birilerini bulabilseydim. Tabii ki bulurum ama güvenebileceğim keskin anlayışlısı yok. Dinin alet edevatını dünya için kullanır onlar ve Allah’ın kulları ve evliyasıyla çatışmada Allah’ın nimet ve hüccetlerinden destek alırlar. Ya da hakkı taşımak için teslimiyet gösteren ama etrafındaki hakkı(n rumuz ve nüktelerini) göremeyen kimseler var. Musallat olan ilk şüpheyle birlikte kalplerinde gedik açılıverir. Bil ki ne bu ehildir, ne de o. Yahut hazza talip olan kimse var, kolayca şehvete teslim olan ve nefsinin isteğine uyan. Yahut mal toplayıp biriktirmeye tutkun ama dinin hiçbir şeyine riayet etmeyen kimseler var. Bunlara en çok benzeyen, otlayıp hayvanlardır. İşte böyle bir ilim, onu taşıyanın ölümüyle birlikte ölür. Fakat Allah’ın apaçık hüccetleri ve delilleri ortadan kalkmasın diye yeryüzü hiçbir zaman Allah’ın hüccetini ayakta tutan kimseden boş kalmaz; ister aşikar ve meşhur olsun, ister korkup gizlensin. Ama onlar kaç kişidirler ve nerededirler? Sayıca çok azdırlar ama Allah nezdindeki miktarları ve konumları çok kıymetlidir. Allah, onlar sebebiyle, kendilerine benzeyenlere emanet edene, onu onların kalbine ekip büyütene dek açık hüccetlerini korur. İlim hakiki bir görüşle toptan onlara yönelerek yakinin rahatlığıyla hemdem olmuşlardır. Müreffeh yetişmiş olanların güç kabul ettiklerini kolay bilirler ve cahillerin korktuklarına alışıktırlar. Dünyada, ruhlarının refik-i a’lâya ait olduğu bedenlerle yaşarlar. Onlar Allah’ın yeryüzündeki halifeleri ve Allah’ın dinine davet edenlerdir. Ah, ah! Onları görmeye nasıl da iştiyak duyuyorum.”
Bu sözlerden gayet iyi anlaşılmaktadır ki, Emirulmüminin’in (a.s) zamanındaki insanların çoğu Hazret’in sahip olduğu ilimleri kabul edebilecek ve onlara tahammül gösterebilecek yetenekte ve ehliyette değildi. Hazret, kendisinin ilimlerini öğrenme yeterliliğine haiz kimseleri bulma arzusundaydı. Fakat Allah’ın hüccetleri ve beyyinelerinin (apaçık delilleri) ortadan kalkmaması için belki sayıları az ama Allah katındaki yerleri oldukça büyük birileri daima varolmuştur ve varolacaktır. Allah açık hüccetlerini ve delillerini işte bu kimseler nedeniyle muhafaza eder ve yeryüzü hiçbir zaman böyle kişilerin aşikâr veya gizli varlığından boş kalmaz. Dolayısıyla Hz. Ali (a.s) zamanında da Kur’an’ın tüm anlam ve öğretilerini kavrayabilecek yeterlilikte böyle kişiler bulunmuş ve Hazret, Allah Rasülü’nden (s.a.a) öğrendiği Kur’an’ın bütün bilgilerini onlara aktarmıştır.
Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir:
Talha, İmam Ali’ye (a.s) dedi ki: “Bana, sendeki Kur’an ilmini, onun tevilini, haram ve helal bilgisini kime verdiğini ve sende sonra onun sahibinin kim olacağını söyler misin?” Şöyle buyurdu: “Allah Rasülü’nün (s.a.a) vermemi emrettiği kişiye.” Dedi ki: “O kimdir?” Buyurdu ki: “Benim vasim, benden sonra insanların en liyakat sahibi olanına, oğlum Hasan’a. Oğlum Hasan da rıhletiyle birlikte onu diğer oğlum Hüseyin’e verecek. Daha sonra Hüseyin’in (a.s) oğullarına birbiri ardınca intikal edecek. Ta ki onların sonuncusu havzın kenarında Allah Rasülü’nün (s.a.a) yanına gidene dek. Onlar Kur’an’la birliktedir, Kur’an da onlarla birlikte. Onlar Kur’an’dan ayrılmayacaklar, Kur’an da onlardan ayrılmayacak.”131
Bu rivayetten anlaşılmaktadır ki Emirulmüminin’in (a.s) ilimleri kendisinden sonra ardarda imamlara intikal etmiş ve her imam, onu kendisinden sonraki imama aktarmıştır. Bu rivayet ve Allah Rasülü’nün (s.a.a) Kur’an’ın bütün maarifini Ali’ye (a.s) öğrettiğine delalet eden diğer rivayetler gözönünde bulundurulduğunda Hazret’ten sonra imamların da Kur’an’ın tüm öğretilerine vakıf olduğu ortaya çıkmaktadır. Rivayetin “Onlar Kur’an’la birliktedir, Kur’an da onlarla birlikte. Onlar Kur’an’dan ayrılmayacaklar, Kur’an da onlardan ayrılmayacak.” ifadesinin geçtiği devamı da bu manayı vurgulamaktadır.
Dostları ilə paylaş: |