Tefsir ekolleri I. Cİlt ilk Müfessirler, Rivayet Ekolü, Rivayet Tefsirleri


Akli Malumata Dayanarak Manayı Anlamak



Yüklə 7,5 Mb.
səhifə9/42
tarix17.11.2018
ölçüsü7,5 Mb.
#82931
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   42

Akli Malumata Dayanarak Manayı Anlamak

Akılcı tarzın iletişimdeki diğer özellikleri arasında akli malumatların, kesin aşikâr bürhanların ve aksiyomların sözün karinelerinden kabul edilmesi vardır. Sözün anlamı ve söyleyenin maksadı bunlar gözönünde bulundurularak elde edilebilir. Gerçek müfessirlerin tefsir rivayetlerinde de bu özellik sıklıkla görülmektedir. Bunun bazı numunelerini zikredeceğiz:

Babasından nakleden Ali b. Faddal’dan şöyle rivayet edilmiştir: Allah azze ve cellenin sözünde -Rabbin ve melekler saf saf geldi-284 kasdedileni (İmam) Rıza’ya (a.s) sordum. Şöyle buyurdu: “Allah sübhan gelip gitmeyle vasfedilmez. O, intikalden (yer değiştirmeden) münezzehtir. Burada, Rabbinin sözü ve buyruğunun gelmesinden başka bir şey kasdedilmemiştir.”285

Bu rivayete göre İmam (a.s), lafzi anlamı kesin olarak “Rabbin geldi”nin akli karinesi olan “Rabbin geldi” cümlesini, Allah sübhanın gelmek ve gitmekle vasfedilemeyeceği ve intikalden münezzeh olduğu yönündeki akli malumata istinaden “Rabbinin buyruğu geldi” şeklinde tefsir etmiştir.



Ebi Cafer’den (Muhammed b. Numan) şöyle rivayet edilmiştir:

عن ابی جعفر (محمد بن نعمان) قال سألت ابا عبدالله علیه السلام عن قول الله عز و جل وَهُوَ اللّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الأَرْضِ286. قال کذلک هو فی کل مکان. قلت بذاته قال ویحک ان الاماکن اقدار. فاذا قلت فی مکان بذاته لزمک ان تقول فی اقدار و غیر ذلک و لکن هو بائن من خلقه محیط بما خلق علما و قدرة و احاطة و سلطانا و ملکا و لیس علمه بما فی الارض باقل مما فی السماء لا یبعد منه شیئ و الاشیاء له سواء علما و قدرة و سلطانا و ملکا و احاطة 287

Bu rivayette de Allah Teala’nın zâtının mekan sahibi olduğu reddedilerek ve bunun akli malumatlardan olan gereklerine istinaden


وَهُوَ اللّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الأَرْضِ288 ayeti, Allah Teala’nın gökleri, yeri ve diğer mahlukatı ihata ettiği, Allah’ın yeryüzündekilerle ilgili bilgisinin semadakilerle ilgili bilgisinden daha az olmadığı, ondan hiçbir şeyin uzak olmadığı, onun ilmi, kudreti, mülkü, hükümranlığı ve ihatası karşısında herşeyin eşit olduğu biçiminde tefsir edilmiştir.

عن البرقی عن ابیه یرفعه الی ابی عبدالله علیه السلام فی قول الله عز و جل فَلَمَّا آسَفُونَا انتَقَمْنَا مِنْهُمْ289 قال ان الله تبارک و تعالی لا یأسف کأسفنا و لکنه خلق اولیاء لنفسه یأسفون و یرضون و هم مخلوقون مدبرون فجعل رضاهم لنفسهم و أنشأهما لجاز لقائل ان یقول ان المکون یبید یوما لانه اذا دخله الضجر و الغضب دخله التغییر و اذا دخله التغییر لم یؤمن علیه الابادة ولو کان ذلک کذلک لم یعرف المکون من المکون و لاالقادر من المقدور و لا الخالق من المخلوق تعالی الله عن هذا القول علوا کبیرا290

İmam Sadık’tan (a.s) nakledilmiş bu rivayette de öfkenin (gazap) Allah Teala’da görülmesinin reddedildiği bu akli malumatın karinesiyle, ayette geçen “öfkelendirdikleri”deki “bizi” isnadı mecazi bir isnad ve akli mecaz telakki edilmiştir. Bu durumda “bizi öfkelendirdiklerinde” cümlesine “Allah’ın evliyasını öfkelendirdiklerinde” manası verilmiştir. Rivayete göre Amr b. Ubeyd, İmam Bâkır’a (a.s) “وَمَن يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِي فَقَدْ هَوَى291


ayetini sormuştu. Hazret şöyle buyurdu: “Ey Amr, o (gazap) cezadır. Çünkü Allah azze ve cellenin bir halden başka bir hale değiştiğini zanneden kimse onu mahluk sıfatıyla sıfatlandırmış olur. Hakikat şu ki, Allah azze ve celleyi hiçbir şey ihata edemez ve onu değiştiremez.”292

Bu rivayette de gazabın bilinen anlamıyla yaratılmışların sıfatı olduğu, Allah’ı hiçbir şeyin ihata edemeyeceği ve değiştiremeyeceği akli bilgisine dayanılarak Allah’ın gazaplanması Allah’ın cezalandırması olarak tefsir edilmiştir. Bu tür rivayetlerin sayısı çoktur.293 Özet için İmam Bâkır (a.s), İmam Sadık (a.s) ve İmam Rıza’dan (a.s) nakledilmiş bu dört rivayetle yetiniyoruz.



Sözü Söyleyenin Özelliklerine Göre Manayı Anlamak

Ulema sözün manasını anlarken onu söyleyenin sıfatlarını dikkate alır ve sözden, o sözü söyleyenin sıfatlarına uygun anlamı çıkarır. Gerçek müfessirlerin kimi rivayetlerinde de bu özellik görülmektedir. Mesela nakledilen bir rivayette İmam Sadık (a.s) Ebu Hanife’ye hüccet getirirken bazı ayetler için zikrettiği anlamı “Allah hak dışında söz söylemez” ilkesine istinaden reddetmiştir. Bu rivayetin bir bölümü şöyledir:

... İmam Sadık (a.s) buyurdu ki: Allah azze ve cellenin

وَقَدَّرْنَا فِيهَا السَّيْرَ سِيرُوا فِيهَا لَيَالِيَ وَأَيَّامًا آمِنِينَ294

sözündeki “seyir mahalli”nin nasıl bir mevki olduğunu (manasını) bana anlatır mısın? Dedi ki: “Mekke ve Medine arasıdır.” Ebu Abdullah (İmam Sadık aleyhisselam) mecliste bulunanlara döndü ve şöyle buyurdu: “Allah hayrınızı versin. Kanlarınız katledilmekten ve mallarınız hırsızlıktan emin olduğu halde Mekke ve Medine arasında seyahat etmiyor musunuz? (Bundan başka ne olabilir?)” Dediler ki: “Evet, Allah’a yemin olsun (ki böyledir)” Ebu Abdullah (a.s) şöyle buyurdu: “Vay sana Ebu Hanife, kesinlikle Allah haktan başka söz söylemez.” (İmam bir kez daha buyurdu ki): “Allah azze ve cellenin ‘Oraya kim girerse emniyet içinde olur’295 sözünde geçen “emniyetli yer” hangi mevki olduğunu söyle bakayım.” (Ebu Hanife) dedi ki: “Beytullahi’l-Haram’dır.” Hazret tekrar mecliste bulunanlara döndü ve şöyle buyurdu: “Allah hayrınızı versin, Abdullah b. Zübeyir ve Said b. Cubeyr ona (Ev’e) girdiklerini ve orada öldürülmekten emin olamadıklarını bilmiyor musunuz?” Dediler ki: “Evet, Allah’a yemin olsun ki (böyledir)” Ebu Abdullah (a.s) (yine) şöyle buyurdu: “Vay sana Ebu Hanife, kesinlikle Allah haktan başka söz söylemez...”296

Bu rivayette İmam’ın (a.s), birinci ayette geçen seyahat mahallini Mekke ve Medine arası, ikinci ayette geçen emniyetli yeri Kabe olarak gösteren Ebu Hanife’nin tefsirini iptal etmek için Allah Teala’nın haktan başka söz söylememe sıfatına istinat ettiği anlaşılmaktadır.



Muhatabın Özelliklerine Bakarak Manayı Anlamak

Ulemanın yorum yaparken kullandığı yöntemin boyutlarından bir diğeri de muhatabın özelliklerini karine kabul etmek, sözün manasını ve söyleyenin maksadını anlayıp yorumlamada ona odaklanmaktır. Gerçek müfessirlerden nakledilmiş bazı tefsir rivayetlerinde de bu özellik görülmektedir. Mesela bir rivayette nakledildiğine göre Yahya b. Eksem bir mektup aracılığıyla birtakım meseleleri İmam Cevad’ın (a.s) oğlu Musa’ya soruyordu. Bu meselelerden biri de


فَإِن كُنتَ فِي شَكٍّ مِّمَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ فَاسْأَلِ الَّذِينَ يَقْرَؤُونَ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكَ297 ayetinde muhatabın kim olduğu idi. Eğer bu ayetin muhatabı Peygamber (s.a.a) ise Allah’ın indirdiklerinden kuşkusu yokken bu nasıl olabilir? Musa, kardeşi İmam Hadi’ye (a.s) bu meseleyi sordu. Hazret şöyle buyurdu:

“Ayetin muhatabı Allah Rasülü’dür (s.a.a) ve Allah’ın kendisine indirdiğinden şüphesi yoktu. Fakat cahiller diyorlardı ki, neden Allah bize melek peygamberler göndermiyor. Yeme içmeye ve çarşılarda dolaşmaya ihtiyaç duymama bakımından bizimle onun (Hz. Muhammed, sallallahu aleyhi ve alihi) arasında hiçbir fark yok... Allah azze ve celle Peygamber’ine vahyetti: “O cahillerin bulunduğu sırada senden önceki (semavi) kitabı okuyanlara sor bakalım, Allah senden önce yemek yiyen ve çarşılarda dolaşan bir peygamberden başkasını göndermiş mi göndermemiş mi?” Gerçekten de (Allah) “Şüphede isen” buyurmuştur, oysa o (Peygamber, sallallahu aleyhi ve alihi) şüphede değildi. Ama onlarla uyum sağlamak ve ortak paydayı bulmak için bu gerekiyordu. Tıpkı Hazret’e,

فَقُلْ تَعَالَوْاْ نَدْعُ أَبْنَاءنَا وَأَبْنَاءكُمْ وَنِسَاءنَا وَنِسَاءكُمْ وَأَنفُسَنَا وأَنفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَل لَّعْنَةَ اللّهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ298

buyurulduğunda olduğu gibi. Eğer Yüce Allah “Dua edip Allah’ın laneti sizin üzerinize olmasını dileyelim” buyursaydı (Hıristiyanlar) lanetleşme299 davetine icabet etmezdi (bu yüzden Allah böyle buyurdu). Halbuki Peygamber (s.a.a) risaleti eda ettiğini ve yalancılardan olmadığını biliyordu. Aynı şekilde (bu ayet hakkında da) Peygamber (s.a.a) orada söylenenin doğru olduğunu biliyordu (ve hiçbir şüphesi yoktu). Fakat insaflı davranmayı (ve kendisini onların yerine koymayı) severdi.300

“Eğer sana indirdiğimizden şüphede isen” cümlesinin muhatabı olan Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a), kendisine indirilenden şüphe duymamak bir yana, böyle bir şüphenin zemininin bile reddedilmesi gerektiği kesinleştiğine göre ayetin asıl muhatabının, ona nazil olandan kuşku duyan veya böyle bir kuşkuya maruz kalan kişiler olduğu ortadadır. Ama onun muhatabında (Peygamber-i Ekrem, sallallahu aleyhi ve alihi) böyle bir şüphenin ortaya çıkma zemininin imkansızlığı karinesiyle böyle bir tezahür gözardı edilmiş, Hazret’in nübüvvetine muhalif olanlarla uyum ve ahenk sağlanmasına ve onlara karşı insaflı davranıldığına hamledilmiştir. İşte bu, akılcı davranışın tarzı olarak muhatabın özelliklerini gözönünde bulundurma karinesidir.

Burada değinilmesinde yarar olan şey şudur ki, Kur’an-ı Kerim’deki hitapların çoğu “iyyake a’ni ve “esmai ya care”301 metoduyla yöneltilmiştir. Nitekim muteber rivayette302 İmam Sadık’tan (a.s) şöyle nakledilmiştir: Kur’an “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” metoduyla nazil olmuştur.303 Çoğu yerde sarfınazar karinesi304 muhatabın hususiyetleridir.



Sözün Mevzusunun Özelliklerine Bakarak Manayı Anlamak

KuranTefsiriMetodolojisi’nde açıklandığı gibi, ulemanın yorumda sözün karinesi yaptığı şeylerden bir diğeri de sözün mevzusunun harici özellikleridir. Bu özelliklerin muhatap tarafından bilinmesi veya bilinebilir olması durumunda, söyleyen onu kendi sözünün karinesi yapar ve kendi maksadını ifade ederken o özelliklerin karinesiyle maksadını muhataba anlattığı lafızla yetinir. Bu sebeple her sözün muhatapları, o sözün manasını mevzunun harici özelliklerini gözönünde bulundurarak elde edebilir. Sözkonusu özellikler dikkate alınarak sözden anlaşılan anlamı da muteber, söyleyenin muradını keşfeden ve sonuç çıkarılabilir kabul eder.305 Gerçek müfessirlerden nakledilmiş tefsir rivayetlerinde de ayetlerin mevzusunun harici özelliklerine bakıldığı ve ayetlerin manasını ortaya çıkarmak için onlardan yardım alındığı görülmektedir. Mevzusu doğal fenomenler olan ayetler tefsir edilirken o tezahürlerin özellik ve vasıfları beyan edilmiştir. Örnek olarak “Ve alametler de. O yıldızla da yönlerini bulurlar.”306 ayeti hakkında Allah Rasülü’nden (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“O kutup yıldızıdır. Çünkü o batmayan bir yıldızdır, kıblenin binası onun üzerindedir, çölde ve denizde olanlar onun vasıtasıyla yönlerini tayin eder ve yollarını bulurlar.”307

Bu rivayete göre Allah Rasülü (s.a.a), bu ayette geçen “yıldız”ın hangi yıldız olduğunu açıklamak ve yine ayette bahsedilen “yıldızla yön bulma”yı tefsir etmek için kutup yıldızının özelliklerini beyan etmiştir.

Mevzuları tarihsel olaylarla ilgili olan ayetleri tefsir ederken de o olayların harici özellikleri açıklanmıştır. Mesela “Ve kazıklar sahibi firavuna”308 ayetini tefsir ederken Eban Ahmer’den şöyle nakledilmiştir:

Ebu Abdullah’a (İmam Sadık, aleyhisselam) sordum: Neden (firavun) kazıklar sahibi olarak isimlendirilmiştir?” Şöyle buyurdu: “Çünkü bir kişiye işkence etmek istediğinde onu yere yatırıp ellerini ve ayaklarını gerer ve çivilerle yere çakardı. Bazen de aynı şekilde tahtaya çiviler ve bu halde ölünceye dek bırakırdı.309 İmam’ın (a.s) bu rivayetine göre “kazıklar sahibi” kelimesinin tefsiri için onunla ilgili tarihsel bir olay anlatılmıştır.

وَكَانُواْ مِن قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُواْ310 ayet-i kerimesini tefsir ederken İmam Sadık’tan (a.s) muteber bir senedle311 nakledilmiş rivayetin özeti şöyledir:

Yahudiler kendi kitaplarında Hz. Muhammed’in (s.a.a) hicret ettiği yerin “Ayr”312 ile “Uhud” arasında bir yer olduğunu görmüşlerdi. Araştırdıklarında orasının Medine olduğunu anladılar. Bu yüzden orada ikameti tercih ettiler. “Tübba”313 başlarda onlarla savaştı. Onların ahaliden zayıf olanlara ihsan ve şefkat gösterdiği haberi ona ulaştığında onlara eman verdi ve onların beldesinde yaşamaya karar verdi. Yahudiler ona “Bu mekan sana ait değil. Burası peygamberin hicret yeri. Ondan başka kimse için değil.” dediler. O da şöyle cevap verdi: “Öyleyse ben de buraya kendi yerime, o peygamber geldiğinde ona yardım edecek kişileri bırakıyorum.” Orada Evs ve Hazrec adında iki küçük kabileyi halefi olarak bıraktı. Bu iki kabilenin sayısı arttığında Yahudilerin mallarını ellerinden almaya başladı. Yahudiler onlara dedi ki: “Muhammed (s.a.a) gönderildiğinde kesinlikle sizi evlerimizden ve mallarımızdan uzaklaştıracak.” Allah, Muhammed’i (s.a.a) gönderdiğinde Ensar (Evs ve Hazrec) ona iman ettiler, Yahudiler ise inkar etti. Bu Allah azze ve cellenin sözünün manasıdır (ki şöyle buyurmuştur):

وَكَانُواْ مِن قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُواْ فَلَمَّا جَاءهُم مَّا عَرَفُواْ كَفَرُواْ بِهِ فَلَعْنَةُ اللَّه عَلَى الْكَافِرِينَ314

Bu rivayette İmam Sadık’ın (a.s) bu ayetin manasının aşikar olması için mevzusunun harici özelliklerini taşıyan tarihsel bir olayı hatırlattığı görülmektedir.

Bu tür rivayetler çoktur. Burada tamamını zikredemeyeceğimizden bu rivayetlerin bazılarının yerlerine işaret etmekle yetineceğiz.315

Aynı şekilde, mevzuları Peygamber’in (s.a.a) miracı, cennet kabilinden gaybi konular olan ayetlerin anlamını ortaya koymak için vahiy yolundan ve vahiyle irtibatlı olanlardan başkasıyla anlaşılamayacak bu konuların harici özellikleri rivayetlerde beyan edilmiştir. Buna bir örnek şöyledir:

Necm suresi 14. ayette geçen “Sidretu’l-münteha” kelimesi izah edilirken Ebu Cafer’den (İmam Bâkır, aleyhisselam) şöyle nakledilmiştir:

“Sidretu’l-münteha olarak isimlendirilmiştir, çünkü [amelleri] kayıt tutan melekler, yeryüzü ehlinin amellerini Sidre mahalline kadar çıkarırlar ve Sidre’de iyi kaydediciler, kulların yeryüzündeki amellerinden kendilerine çıkarılmış olanları yazarlar.” Buyurdu ki, “Öyleyse onu (amelleri) Sidre mahallinde nihayete erdirirler.”316

Bu rivayete göre İmam Bâkır (a.s) “Sidretu’l-münteha”yı tefsir etmek için kulların amellerinin yanına kadar çıkarıldığı ve amellerin orada nihayete erdiği ağacın harici özelliklerini beyan etmiş ve bu açıklamayla “Sidre”nin “el-Münteha” ile vasıflandırılmasının manasını ortaya koymuştur.

 فَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّةُ نَعِيمٍ وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ أَصْحَابِ الْيَمِينِ فَسَلَامٌ لَّكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّين فَنُزُلٌ مِّنْ حَمِيمٍ وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ 317

ayetlerinin açıklamasında İmam Sadık’tan (a.s) mümin ve kâfirin kabirdeki durumuna dair bir rivayet nakledilmiştir. Rivayete göre Nekir ve Münker mümin için cennetten yiyecek getirirler. Bu onun için “ravh (rahatlık)” ve “reyhan (güzel koku)” olur. Bu, “Eğer yakınlaştırılmışlardansa ona rahatlık, güzel koku...” ayetinde vadedilen rahatlık ve güzel kokudur. Kâfir içinse cehenneme bir kapı açılır ve cehennemden onun için kaynayan su hazırlanır. “Yok eğer sapkın yalanlayanlardansa ona da kaynar sudan bir ziyafet...” (buyuran) Allah azze ve cellenin sözünün manası budur.318 Bu beyanla “rahatlık” ve “güzel koku”nun kabirde mümine bahşedilecek nimetlerden, “kaynar su”yun ise kabirde kâfire verilecek cezalardan olduğunu ortaya koymuştur.

Söyleyenin Diğer Sözlerine Bakarak Manayı Anlamak

Ulemanın sözün manasını anlama ve yorumlama metodu şöyledir: Eğer söyleyenin sözünün medlulu bir yönden kapalı ve belirsiz ise bu kapalılık onun diğer sözlerinden yardım alarak bertaraf edilir. Eğer söyleyen, bir mevzu hakkındaki konularını bir defada beyan etmeyen ve tedricen açıklayan kimselerdense sözünde kasdettiği şeyi anlamak için onun diğer sözlerine yönelmek ve onları araştırmak gerekli görülmüştür. Gerçek müfessirlerden nakledilen tefsir rivayetlerinde de Kur’an tefsirinde böyle bir metodun kullanıldığı sıklıkla görülmektedir. Ayetlerin mana ve maksadını izah ederken muhtelif suretlerde diğer ayetlerden yararlanılmıştır.

- Bazen bir ayetin gerçek ve harici manalarını belirlemek için başka bir ayetten yardım alınmıştır. Misal olarak İmam Hasan Askeri’den (a.s) ve Müminlerin Emiri’nden (a.s) “صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ319 ayetini tefsirine dair şöyle nakledilmiştir:

ای قولو اهدنا صراط الذین انعمت علیهم باتوفیق لدینک و طاعتک و هم الذین قال الله عز و جل و من یطع الله و الرسول الله فاولئک مع الذین انعم الله علیهم من النبیین و الصدیقین و الشهداء و الصالحین و حسن اولئک رفیقا 320

Bu hadiste “işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir” cümlesinden, “الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْifadesinin gerçek manasının peygamber, sıddıklar, şehitler ve salihler olduğu anlaşılmaktadır.

وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍ321 ayetini tefsir ederken İmam Hasan Mücteba’nın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Şahit Muhammed’dir (s.a.a), şahit olunan ise kıyamet günüdür. Sübhan olan Allah’ın “يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا322 buyurduğunu; yine “ذَلِكَ يَوْمٌ مَّجْمُوعٌ لَّهُ النَّاسُ وَذَلِكَ يَوْمٌ مَّشْهُودٌ323 buyurduğunu işitmediniz mi?324

- Kimi zaman çok sayıda anlamı ve kullanımı olan kelimenin mana ve maksadı başka bir ayetin yardımıyla açıklanıp belirlenir. Mesela
وَيَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلِ الْعَفْوَ325 cümle-i kerimesinde geçen “afv” kelimesi, fazlalık ve çokluk,326 terk [ceza],327 gayrısı328 gibi birçok anlamda kullanılmıştır. Bu ayet-i şerif tefsir edilirken dört görüş -ailenin harcamalarından fazlası, yıllık giderin fazlası, en temiz ve en iyi mal, israf ile iktarın ortası329- zikredilmiştir.330 İmam Sadık’tan (a.s) nakledilmiş bir rivayette, ayette geçen “afv” kelimesi “Onlar infakta bulunurken ne israf, ne de cimrilik ederler. Bu ikisi arasında orta yolu tutarlar.”331 ayetine istinaden vasat (israf ve iktar arasındaki orta nokta) kelimesiyle tefsir edilmiştir.332

Yine “Sizden hayra çağıran, marufu emredip kötülükten sakındıran bir ümmet olsun”333 ayetinde “sizden” kelimesindeki “min”334 edatı acaba içlerinden bir kısmını ifade etmek için335 midir ve iyiliği emredip kötülüğü nehyetmek vacib-i kifaye midir, yoksa açıklamaya dönük “min” edatı336 mıdır ve iyiliği emredip kötülüğü nehyetmek vacib-i ayni midir?337 İmam Sadık’dan (a.s) nakledilmiş bir rivayette, “وَمِن قَوْمِ مُوسَى أُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ338


ayetinde “min” edatının teb’iz, yani içlerinden bir kısmını ifade etmek için olduğuna dayanarak yukarıdaki ayette de “min”e teb’iz manası verilmiştir ve ayetin hükmü Müslümanların bir kesimine (hepsine değil) özgü hale gelerek iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın ümmetin tamamına vacip olmadığına, emrine uyulan ve iyiliği kötülükten ayırt edebilen güçlü bireye vacip olduğuna delil oluşturduğu belirtilmiştir.339

Bazen bir ayette beyan edilmiş meseleyi bulup çıkarmak ve onun manasını izah etmek için başka bir ayetten yardım alınmıştır. Mesela İmam Rıza’dan (a.s) nakledilmiş “Allah kalplerini mühürlemiştir...”340 ayetini açıklayan rivayette, neden kalplerine mühür vurulduğu ve kalplere mühür vurmakla neyin kasdedildiği beyan edilirken “Bilakis Allah küfürleri nedeniyle onları mühürlemiştir. Pek azı hariç inanmazlar.”341 ayetinden yardım alınmıştır.342

Yine İmam Sadık’tan (a.s) nakledilmiş;

الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمُ343 ayetini tefsir eden rivayette, onların Son Peygamber’i (s.a.a) nereden oğulları gibi tanıdıklarını beyan etmek için;

 مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ 344

ayetinden yararlanılmıştır.345

Kimi zaman da bir ayetin içeriğinden çıkan soruya cevap vermek için başka bir ayetin yardımına başvurulmuştur. Örnek olarak, zâhirine bakıldığında Nebiy-yi Ekrem’in (s.a.a) kendinden önceki peygamberlere sormasının emredildiği;

 وَاسْأَلْ مَنْ أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ مِن رُّسُلِنَا أَجَعَلْنَا مِن دُونِ الرَّحْمَنِ آلِهَةً يُعْبَدُونَ 346

ayetinden, Hazret’in onların çağında bulunmadığı ve en sonuncuları olan Hz. İsa (a.s) ile arasında beşyüz yıl bulunduğu gözönünde bulundurulursa Hazret’in onlara sormasının niteliğinin ne olduğu sorusun ortaya çıkmaktadır. Eğer bunun cevabı verilmezse ayetin zâhirinden anlaşılan mana kapalılık ve tereddüdün konusu olacaktır. İmam Bâkır’dan (a.s) nakledilmiş bir rivayette;

 سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلًا مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا 347

ayetinden istifade edilerek ve gösterilen ayetlerden birinin de önceki peygamberlerin Hazret’in yanında toplanması olduğu beyan edilerek bu sorunun cevabı verilmiştir.348 Her ne kadar bu rivayette beyan edilen manada zikredilmiş ayetin tefsir şekli rivayetin senedinin sahih olmasına bağlıysa da Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) miracına dair çok sayıda ve tekrarlanmış rivayetlerden çıkan sonuç349 dikkate alındığında bu rivayette beyan edilen mana uzak ihtimal değildir ve ayette bu anlamın murat edilmiş olma ihtimali reddedilemez.

Bazen ayet için beyan edilmiş manadan uzaklaşmayı gidermek için onun benzeri başka bir ayete bakılmaktadır. Mesela;

 وَإِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الأَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَقْصُرُواْ مِنَ الصَّلاَةِ إِنْ خِفْتُمْ أَن يَفْتِنَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُواْ 350

ayetini tefsir ederken İmam Bâkır’dan (a.s) nakledilmiş bir rivayette, “günah yoktur” ifadesinin namazı kısaltmanın vacip olmasına aykırılık oluşturmadığını ve bu anlamdan uzak olmadığını beyan için;

إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِن شَعَآئِرِ اللّهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ أَوِ اعْتَمَرَ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ أَن يَطَّوَّفَ بِهِمَا351
ayetine istinat edilmiştir.352

Kimi zaman da mücmel olan hükmün mevzusunu açıklığa kavuşturmak için başka bir ayetten yardım alınmıştır. Şu örnekte olduğu gibi: İmam Cevad’dan (a.s), “وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُواْ أَيْدِيَهُمَا353 ayetini izah ederken hırsızın elinin dirsekten ve bilekten değil, dipten itibaren dört parmak yukarıdan kesilmesi gerektiğini açıklamak için


وَأَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا354 ayetine istinat ettiği ve şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Mescitler’den kasıt, üzerine secde edilen yedi organdır ve Allah’a için olan bir şey kesilmemelidir.355

Bu tür rivayetlerin sayısı çoktur. Fakat daha fazlasını zikredecek fırsatımız olmadığından ulaştığımız diğer rivayetlerin yerlerine dipnotta değinmekle yetineceğiz.356

Bu bölümde sözü, Nehcu’l-Belağa’dan, genel kural olarak bazı ayetleri başka ayetlerin yardımıyla yorumlamak gerektiğini teyit eden bir cümle zikrederek sona erdireceğiz:

“Allah’ın kitabı... bazısı diğer bazısı aracılığıyla konuşur, bazısı diğer bazısına delil oluşturur.”357



Yüklə 7,5 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin