389
bir öfkenin yükseldiğini görür gibiyim. Peki ne yaptım/ Ne söyledim?»
Oturdu. «Beni tahrik etmiş olmalı. Bilmeden bir yerime dokunmuş olmalı. Herhalde ben de kendimi korumadım. Hayır yalan! Korumuş olmalıyım. Her hareketimi hesaplamış olmalıyım. Küçük hesaplar yapmış olmalıyım. Kalbi çalıştıralım albayım; kalp hareketleri yapalım. Kalbe giden damarları genişletelim: İki altı sekiz beş. Koşalım, durmadan koşalım. Herkes kendine bakmalı. Herkes kendini sever. Aziz varlığımızı koruyalım, aziz aklımızı koruyalım. Bizi, biz olduğumuz için sevmezler; sağlam olalım. Bizim oyunları bir arkadaşa okuyordum albayım; o günlerde bir kıza âşık olduğu için beni dinlerken uyukladı. Yalan albayım, böyle bir şey olmadı; fakat olabilirdi. Her an tetikte olalım. Kötü ihtimalleri bir bir düşünelim. Beyin jimnastiği yapalım. Birkötü ikikötü üç-kötü dörtkötü. Şimdi hep birlikte nefes alalım. Koşalım albayım, durmadan koşalım. İtirazlarınızı dinlemiyorum albayım. Koşuyorum.» Koşarak odadan çıktı, merdivenlerden inerken düşüyordu. Hemen masanın başına geçti. Kaldığımız yerden devam edelim.
canavar ben değilim. Belki de canavarım. Son günlerini bu odada geçirmek zorunda kalan emekli bir canavar. Can sıkıcı anılarını hatırlayarak acıklı canavar sesleri çıkaran bir kara ejderi. Vuuu vuuu! Canavarın en kötü günleri hangisi? Canavar takvimine göre perşembeleri. Çünkü perşembeleri sevmem. O günleri hatırlamak istemem. Hangi 'öğünleri'? Sevmem işte. Özellikle perşembe günleri pencereden bakıyorum: Gaz tenekeleri var, içlerine toprak doldurulmuş. Kim doldurmuş? Ben doldurdum. Karışık bir takım tohumlar ve çiçekler satan adama dedim ki: Bana bir çiçek ver. Arsız çiçeklerden verdi. Bilirsin işte: Begonya mı derler? Kırmızıdır, mat yapraklıdır, kötü-boyanmış mahalle kadınları gibi bir çiçektir. Elimden bu kadarı geldi. Belki ayrıca, kuru akvaryum içinde solucan
390
_____ ....^o duaıeıerım Kuvvetlenince onu da
yaparım. Sen tabiî, perşembe günleri ne olduğunu merak ediyorsun. Bu sözlerin sonunda esaslı bir itiraf bekliyorsun. Yok canım, beden eğitimi derslerinden nefret ederdim ve altı yıl her perşembe bu münasebetsiz ders vardı. İsmini bile yazmak istemem bir daha bu sıkıcı dersin. Öyle sözler ediyorum ki, ne ağlanır ne de gülünür bunlara değil mi? Bir zamanlar insanları güldürürdüm. Ne yapalım? Komedi aktörleri bile sonunda duygulu filimlerde oynamaya özenmiyorlar mı? Ben de kalabalık yerlerde ağlayan sarhoşlara döndüm. İnsan böylelerini görünce meyhanenin kapısını vurduğu gibi çıkar gider. Sevgi'nin bir akrabası vardı.- Ergun gibi bir şeydi adı. Bak o gülmezdi sözlerime. Çünkü Selim Bey miydi neydi bir akraba vardı arada. Onun mirasına göz koyduğumuzu sanırdı bu Ergun. İnsanların adlarını da unutuyorum artık. Bir kız vardı, onun da adını unuttum; oysa aylarca dolaşmıştım bu kızla. Üstelik bir kere de ağlatmıştım onu. Fazla ağlamasına fırsat kalmadan kaçtım, kız benimle evlenmek istiyordu çünkü.
Kalemi bıraktı. Bir kadını daha ağlatmıştm. O kimdi? Düşündü. Evet, yüzü yaralı bir kadındı. Anadolu'daydım albayım. Pokerde kaybetmiştim. Şoförle muhasebeciyi randevu evine götürecektim. Öyle söz vermiştim. Sonra nasıl oldu bilmiyorum, bir kamyonda gidiyorduk —artık olayların bazı kısımlarını hatırlamıyorum— şehre varınca onları randevu evine götürecektim. Kumar borcuydu. Oysa yol boyunca yemek paralarını da ben vermiştim. O sayılmamıştı. Otelde kalmıştık. Onlar horlamışlardı. Kokudan ve gürültüden uyuyamamıştım. Onları uyandırmak ve ben ömrümde randevu evine gitmedim, demek istemiştim. Benim bu insanların içinde ne işim vardı? Onlardan nefret ediyordum. Bununla birlikte sanki onlara yaranmak istiyordum. Allah kahretsin, onlarla çok samimi bir görüntü içinde konuşuyordum. Bu adını unuttuğum kızı da anlat-tırmışlardı bana sonunda. Çok baskı yapmışlardı: Karı-
391
tılara girmişlerdi. Bir şey söylemezsem çok ayıp olacaktı. İşte ben de zora gelemiyordum. İşletme müdürü de kızını benimle evlendirmek istiyordu, ikide birde yemeğe çağırıyordu beni. Muhasebeci de kamyonda giderken sırtıma vurup duruyordu; sana şu kızı yapalım diyordu. Bana yapıyorlardı. Nazmi de yapmıştı: Behçet'in karısıyla ilişki kurduktan sonra bana da bir kadın yapmıştı. Bir gece, daha önce hiç gitmediğim bir evde, birdenbire kadını yanımda bulmuştum. Burası kadının eviydi. Nazmi de Behçet'in karısıyla birlikte yatak odasındaydı. Kadın pan-talon giymişti.
Neden kumarda kaybettim? diye hırsla vurdu yumruğunu masaya. Neden o gece otelde horlayanları uyandırıp, adını şimdi unuttuğum kızla yattığım yalan! diye suratlarına bağırmadım? Neden pantalonlu kadını —çirkin ve ihtiyar olduğu halde— divanda öptüm? Sonra, Allah kahretsin, bu pantalon yüzünden bir şey yapamadım. Çünkü kadın nazlandı. Hay Allah! tabii ilk gece olmazdı, kadının da bir şerefi vardı. Neden Behçet'e de ihanet ettim? Nazmi, onun karısıyla yatak odasına gidince neden kaçıp gitmedim? Kadın, sevgilim, dedi. Rezalet: Annem yaşındaydı. Hayır, belki daha büyüktü. Pantalon a çıkarabilseydim mesele yoktu. Bile bile kötülük budur işte. İlk gece okşayacaksın, ikinci gece... Kadın sonra Nazmi ile ne haberler gönderdi? Büsbütün küçüldüm. Kadının kulağına da o gece Allah bilir, sevgilim filan da dedim. Nazmi, pantalon meselesine çok güldü. Aman Allahım! Demek ona da anlattım! Bir pantalon yüzünden küçüldüm. Hayır, küçüldüğüm halde, bir pantalon yüzünden... Aynı şey. Kendimi sattım, paramı vermediler; ya da bunun gibi bir şey. Sonra ne oldu randevu evinde? Yüzü yaralı kadınla da yatamadım işte. Onlar oteldeydi, horlamalarını sürdürüyorlardı. Erkenden çıktım, bir randevu evi buldum. Nasıl bulduğumu Allahtan hatırlamıyorum. Belki otel kâtibine sormak alçaklığını filan göstermişimdir. Ka-
yüzü yaralı değildi, yüzüne bant yapıştırmıştı, hayır böyle bir resmini vermişti, yıllarca cüzdanımda taşıdım, yalan, aylarca, belki de günlerce, ne uzatıyorsun? cüzdanıma bir bakayım, olur mu canım? elbette yok işte, kadını ağlattım sonra, neden ağlattım? çünkü yatamadım, bir şey yapmam gerekiyordu ona, ben de ağlattım, o işi yapamadığıma göre, beni öptü ağlarken, evet, bir ıslaklık hatırlıyorum yüzümde, tuzlu bir ıslaklık, sonra o işi de yaptık, yattık yani, demek istiyorum ki tam değil, ben geldim yani sonunda, kadın benimle alay etmedi, bir tanesi etmişti çünkü, onun için sevmezdim böyle yerleri, kadını ağlatmıştım, çünkü sarhoştum, çünkü ne yaptığımı bilmiyordum, yalan, hayır doğru.
Kadına söz vermiştim tekrar gelirim diye. Ben de sahte acımacmın biriyim. Bu kadma hiç olmazsa bir kere daha gidebilirdim, belki ikinci seferde başarılı olurdum. Şimdi gitsem bulabilir miyim acaba? Polis kayıtları filan. İmkânsız mı? Ne yapabilirdim? Elbette sonunda bir kadına gidecektim. İnsanlardan kaçamazdım. (Mektubu yazmağa devam etmeliyim.) Bunları kime anlatmalı? Bilge'ye. Mektubu yazmalısın. .İnsanlar bilmeli. Belki yarın ölürsün çünkü. Bunları hemen yazmalısın. Götürüp postaya atmalısın. Yolda giderken de kimseyle mesele çıkarmamalı. Kafamda, demek istiyorum. Fakat onlar benimle ne meseleler çıkarıyorlar. Yolda karşıdan karşıya geçerken bile mesele çıkıyor: Otomobiller, insanı nefretle sıyırarak geçiyor. Önüne baksana, beni çiğneyecektin alçak! Araba uzaklaşıyor, işkence devam ediyor. Bana alçak diyemezsin. Otomobil gidiyor, kavga kalıyor. Kafama işkence ediyorlar. Sizi şikâyet edeceğim. Adam pis pis gülüyor. Ne gülüyorsun? Ben sana gösteririm. İhtilal yapıyoruz, ben diktatör oluyorum. Ben karşıdan karşıya geçerken bana gülen şoförü, arabasıyla yanımdan hışım gibi geçen haini bulup getirin. Biz ihtilali bunun için yaptık. İşte seni yakaladım. Karşımda domuz gibi susup durma. Özür dile, yerlere ka-
!^f
392
393
see
o 'TâASg ipaBA i[noo£ aiq u§aA apunjsfi :rj apunS aiq nxantuSBA «jap jfxi araiAa ap S jiŞB
uajjaBaeA anuiŞBA Bp izii[ umŞn^un iuipB ng "î[Bobıo uep -uo 'unABpxoA aiq zisfmSy ia^iîiBadBA pjapaaA apaaau 'Piaj jepoXip UIISA8UI n^unznH 'îîbobŞbA anuiSe^ 'nq'B^ tubs -âiuiBui5{'Bî aaaxAaS aiq ıuıbjbıı BpBais o 'unaazas nunŞnpjo aaazn îjauigiŞap uiaaxuiiSAaui 'UBpaBmuiips ztsjipq tzeq umSnpAnQ ¦tuipBuiBAn aaaxunsAaj^j 'uupBiaBio 'raipBui{o nf? -nooö jBTqe^ ui5i unuo 'l^iq^ n§ z^uiAn otq ap auuajuiis -Aatu uiuitii ia^iUBSui atuanSn ııs-bu aiaaiuiisAatu na -ap âirajag a^q^quos 'ipAqBdB^ babh ¦uituoAiuisjst -§Biop
A nuif^^» uoAipiâ tAı uiruna « pc^sn a ip^ jjbz WBpieypi'BQ 'ipui uapaajuaAipaaui fB§iBö aŞaraeuiunânp Aa§ aia •jpuiAig jıŞb JiŞy "T» tuutqpa^ 'un§np nuo i-rinqBdeA" aaiati bubs lOB^sod "buubjito ajasaui uisjiib jj^z u^pi^îi^Ba 'stinjsn diöaS -uxoS a
-ifap ap njn^unzn
'HHH aiq uıöı uiuas
¦Bq-'BH =uiruoXning 'uiijifap taj •qna uituoAnio ap'BJi 'aa[uaAaurnq raiseuiAas uoz bubs '9nr^a ifBaaıu iuiiŞipB§BA psBU 'luiiSx^dBX -auiunânp uajîiaoaiaS BuiisBa ^nun tuaq —ununun ap
-Abjo luAy ¦uiiutoAiuia^si j[auupS luas 'uiruoAiraajST ^aui-iog iuas ¦utiAapujii istzip öns jiq UBAB^SBq uapunS uinŞnpfoci uiruoAipassiq npns iiuipua^j •uituo^iuiubs lUtfaoaAa^si îjaui -joS BqBp atq iuaa 'sSlia uinaoATitrçassni xAi ituipua^j :uiiiapa uiBAap 'nuBA ipiesi BpusX drujfaj^ uo^iuiAas joAiixi
P6S
'uiıfaoaAauiaaoâ Bq^p aiq lA.asna "îiaoaiaâ as^ÂaS ıy\ç>y[ aai§i n\q^[ BraiSBa 'Baups arifrizoq nsnAnq
nuna 'Uısbıuibîı uı^ba i xAi :un§np ubxabxo n^p^ UBpBuunp
au BszBuiBanpanp iuisaoun§np ubsui 'i^aj ^inipauiapa uapau nunq soup Bt[BQ -a^Si }isBq aBpB5[ nq exasap\[ -u Bui§Bq aB^uo "aoapBs uıöbij ua^euiunSııp taaıAaS ıAj -B uisauipS Bui§Bq aBjunq ıî[ f
jinnaoAnunSnp aapu uiiqBnv '
npn^ B^§Ba "aipBpuruoz
aaq jbx"ubAb§bA ziu^b^ 'aipS BUigBq b^.î[ou o 'ubs b^ou aiq bsî[oj^ '^aB§ î[amun§np -uaraaq unsanunSnp BxAiaBtnuiaAB nuo uiii njpii aaq unŞn^an uapuısauiiaS aaq unŞn^^ao^ "zauiSa^aûaaS aa^Aaâ njp^ uasanunSnp aa^Aağ n^p^ •zamSa^aöaaS laapounönp uıubsuı -ranAnxoaoq BtniSiiaBAnp nq Bp ıuııŞııŞbs
ua^9uiun6np uaxiBUii^qi n^pji ap uaa ' q -tuiiptta^ urnaoAixu^assiq n^AA
-B3X 5xaoaxiqB§Bxi§aBii axAauqBS na 'ziuxbA utsauiapS ^ Bp nuo lPaTüclaj;nSnp aaaA di^t tuaq ' buısbiıbâ 'uiipaixTq^Soîi uaput&ad unuo uaq 'i
uapuaq raBpy ¦8-i9X5tnIW°5i nq znaoAnsns aAip. xq aziq ubuib Bp znaoAnapS BpuiaBXBii&Bq un3 •aoAidBA aaxsu auiaaxaiqaiq unS aaq aBxuBsuj -i
anjp uaa TP-inicl'e-tlPzi;H T^^a piiaoaAauiaxTP anzp ipABSdaB^) uaxuip nuo sa^aaq 'anxo iuB5X§Bq aiq
d^ BdaBo
xXm BUBq 'ıpaBA nğnunapS aiq ^aas 'npaoAipiS BpxoA
ipaBA a^j ¦"ipaBA Aa§ ap aia 'ttnan^pS ' nSaos -uuiıaâ BUBq aouQ uizip Bunâanii uapaiq rais -daq 'uiAbxbjxbA ap lAifi^axiq •exArunuiaui B;sO(j "in ziuipBui -3IBq BjBaBi nq :ziuipAasaxAps aoup BqBa "uırı^a^! B^^Ba -np na "ui§Bxop BxABaBd Jinzoq asAaxaoB ziut§| -axaoB uii§t unanpzoa '^ipaiaaA ipABSxo iwn 3loA ziu iziuisiui aiaaA \n^ ^iMiS aAauBqB^soj -ix
lara takılsaydım, neden duvarlarınıza balık ağları asmıyorsunuz? deseydim.; sanatçı işaretleriniz nerede? diye sor-saydım. Sen sanki ne yaptın? diye küçümserlerdi belki beni; işte görmemişin biri bu Hikmet, diye düşünebilirlerdi. Ben de onlara hırslanırdım, sonra hepsini yakalatırdım. Benimle yaptığınız tartışmayı kazanmakla sanki daha iyi bir ressam mı oluyorsunuz Nursel Hanım? Alaycı bir şekilde gülümsedi. Beni bir gören olsa... Sonra hepsini yakalatırdım: İnsanlarla uğraşamam. Soğukkanlılıkla hepsini ortadan kaldırabilirim, bütün delilleri ortadan yok edebilirim. İnsanlar benim için birer deneme tavşanıdır. O kız da bir tavşandı. Kahvede, oda arkadaşımla oturuyorduk ve adını şimdi unuttuğum bu kızdan bahsediyorduk. Bugün kızla buluşacağım dedim. Yarın bu şehirden ayrılmak zorunda olduğumu söyleyeceğim, dedim. Durumu iyice hesaplamıştım. Bu kızdan artık kurtulmak gerekiyordu. Benimle evlenebilirdi. Biraz da korkuyordum. Mesele çıkar diye. Sen bir canavarsın dedi, oda arkadaşım. İnsanları kullanıyorsun. Müstehzi bir tavır takındım. Rolümü iyi oynadım. Oda arkadaşım beni anlamıyordu. Beni kimse anlamıyordu. Bu nedenle kıza daha kötü davranmağa karar verdim. Yolda giderken birden söyledim bu şehirden ayrılacağımı. Bu sözleri duyunca elbette ağladı. Bunu beklemiyordum. Birden yağmur başladı. Tenha bir yerlerde yürüyorduk. Onu daha önce hiç öpmemiştim. Yolda kimseler yoktu. Bir ağacın altında telaşla öptüm onu: Vaktim kalmamıştı. Ertesi gün gidiyordum. Odam boştu: Arkadaşıma, her ihtimale karşı evde bulunmamasını söylemiştim. Kızın dudakları ıslaktı; göz yaşından olmalıydı. Onu eve götürdüm. Yolda bir kere daha öpmüştüm, sonra beni itmişti. Eve girince hemen perdeleri kapattım. Çünkü kız, çok kalamayacaktı, bir yerde çalışıyordu, işine dönmesi gerekiyordu. Onu divana yatırdım. Pencerenin önünde oynayan çocukların seslerini duyuyorduk. Kalktı, perdeyi açtı. Bana aksilik etmek istiyordu. Elini tuttum. Bu temasla ikimiz de ürpermeliydik. Olmadı. Divanın üstüne otur-
396
>uun. oemm gidişimi konuştuk. Beni suçladı. Ona yazacağıma söz verdim. Oysa adresini anlamıştım; bunu biliyordu. Sesini çıkarmadı. Şimdi adını bulurdum, adresini almış olsaydım. Gene divana yattık. Kollarımla onu sardım, saatime baktım, ikiye geliyordu. Elimi bacaklarına uzattım. Aylarca birlikte dolaşmıştık. Bir iki günüm daha olsaydı. Fakat biliyordum ki bu yakınlığı, gidişimin yarattığı gerginliğe borçluydum. Yarım yamalak seviştik divanda. Sonra birden fırladı, eteklerini düzeltti, perdeleri açtı, geç kaldığını söyleyerek aceleyle çıktı gitti. Divanda, uzandığım yerde kaldım. Onu bir daha görmedim. Sonra adını da unuttum. Onunla evlenseydim korkunç bir şey olurdu. Başkasıyla evlendim, gene korkunç oldu. Sevgi böyle davranmamıştı bana: Gocuğunu çıkardıktan kısa bir süre sonra kendi isteğiyle kucağıma oturmuştu.
Göğsünde bir sıkışma hissetti. İçine bir hüzün çöktü. Mevsim insanı etkiliyor demek. Başı döndü, bir elektrik direğine tutundu. Yoldan geçenlerin görünüşü iyi. Demek dünyanın durumu iyi. Ben de iyiyim. İyi deme. Yağmur başladı işte. İnsanın kazağından içeri girer, iğne gibi derisine batar. Kendimi yormadan yürüsem, bir kahveye gir-sem. Kahve bakımından düzenli bir şehirdir: Her yerde bir tane bulunur. Kahvenin yaylı kapısını itti, pencerenin önündeki bir masaya oturdu. «Bana bir çay.» «Beye bir çay.» Burada insana iyi davranırlar, bir geleneği vardır çünkü, insan kendini boşlukta hissetmez. İyi şeyler düşündüğün halde iyi şeyler olur. Yağmurdan kaçışan insanları ilgisiz gözlerle seyretti. Kusura bakmayın, sıkıntım var. Kendimi yaşamak zorundayım. İnsanları ve tab;atı sevmeyen birine saldırmakla daha mı iyi olacaksınız?
Sevgi'nin elbiselerini kolay çıkaramamıştım; oysa kendimi soğukkanlı hissediyordum. Gene bir acele vardı işin içinde. Bazı şeyleri yaşamakta geç kalmıştık, zaman kazanmak zorundaydık. Telaştan, doğru dürüst sevişemedik. Aylar sonra bir düzene girebildik. Bütün oyunları kısa bir süre içinde sahneye koymak istedik. Bu endişe yüzünden
397
heyecanlar çabuK tüKenaı. .tsıraz aana ıaare eueuuiruus.. Çayını yudumladı. Elimizi kolumuzu nereye koyacağımızı bilmiyorduk. Şimdi olsaydı daha düzenli davranırdım. Doğru kapısını çalardım, ben geldim Sevgi, derdim. Ona neden giderdim? Geçen gün yolda görmüştük ya, işte ondan. Uzun süre yalnız başıma düşündüm Sevgi, buhranlarımı senden saklamak istemiyorum artık. Bana bir çay pişir. Bırakalım her şey kendi kendine düzene girsin: Yavaş yavaş soyunalım. Bir şey kaybetmek korkusuyla yaşamayalım. Ne olacak endişesine kapılmayalım. Bırakalım zaman her şeyi halletsin. Bu söz bize korkunç gelmesin. Aynı ırmağa bir kere daha girelim. Acele etme, çay kendi kendine demlenir. Sen gideli neler oldu bak diyerek her şeyi bir çırpıda anlatmayalım: Bu sağlık bozucu davranıştan kaçınalım. Hemen birbirimizi eskitmeyelim. Dur ıslanmışsın, sana kuru bir şeyler vereyim, deme. Hürriyetime düşkünüm biliyorsun. Nasıl olsa kururum. Günlük yaşantıların küçük koşuşmaları içinde bunalmayalım, nefes nefese kalmayalım. İnsan kendini kaybediyor sonra.
Peki Hikmetçiğim, dedi Sevgi. İnsanlar birbirini anlamadan da sevebilir. Her ırmağa istenildiği kadar girilebilir. Tecrübe insana bir şey kazandırmaz. Çok bilen çok yanılır, damlaya damlaya göl olur. Saçmalama, dedi Hikmet kendi kendine. Ben küçük burjuvaları sevmiyorum Sevgi. Kapı tokmağını da tamir etmek istemiyorum. Ne olur bir marangoz çağır. Ampulü değiştirmek için de elektrikçi gelsin. Seviştikten sonra yataktan hemen kalkmayalım. Hiç kalkmazdık zaten Hikmet. İçimiz kalkmasın demek istiyorum. Çok becerikli olmalıyım: Birbirimizin kusurunu görürüz o zaman. Zaten becerikli olacak gücüm yok Hikmet. Sen gideli çok zayıfladım. Biliyorum, yolda farket-tim seni görünce. Belki bir çocuğumuz da olur Hikmet. Çocuk mu? Evet, öyle ya: Geride bir şeyler bırakmak gerekiyor. Her şey denenmeli. Yavaş yavaş. Evet; yavaş yavaş hamile kalırsın Sevgiciğim, çocuğu karnında iki yıl taşırsın. Hızlı bir gebeliğin gerilimine dayanamayacağımı his-
398
uexiuire ouyuK bir karınla karşılaşmaktan korkuyorum. Sancı filan da çekme olur mu? Dünyada yeteri kadar acı var zaten. Kendimi çok yorgun hissediyorum. Yavaş yavaş doğur, olur mu? Çok yavaş seviştiğimiz bir günün sonunda hamile kalırsan bütün bunları başarırız, belki. Çocuk da yavaş ağlasın. Yorgun yaşayalım dünyayı. Yorgun bir aşk olsun ilişkimiz. Bana iki aspirin ver, her tarafım ağrıyor. Evliliğimizin ilk günlerinde olduğu gibi, fakat telaşı eksik bir yaşantı olsun: Durgun bir havuzun, ılık sularına girer gibi...
Uzun ve durgun bir yaşantı için aklımızı koruyalım; Çünkü Sevgiciğim, sen de biliyorsun ki, en büyük hazinemiz aklımızdır. Geliyorum Sevgi, yağmur dinsin geliyorum. İnsanların arasına sıkışmadan geleceğim, yavaş yavaş yürüyerek geleceğim. Önce çayımı bitireceğim; sonra, sakin ve ilgisiz bir tavır takınarak, garsonun yaklaşmasını, önüm-, den bardağı kaldırmasını bekleyeceğim. Sonra, yavaş ya-, vaş uzatacağım parayı. İnsan endişe etmezse küçük hesap-. lara kapılmaz. Birçok işi bir anda yapmağa çalışmazsa, her an ne yapacağını unutmaz. Bütün kötülükler dalgınlıktan çıkıyor. İnsan nerede olduğunu, ne yapmakta olduğunu her an bilmeli. Mesela ben şimdi kahvedeyim, bunu uzun uzun düşündüm, Hikmet sen kahvedesin dedim kendime, çayını içtin dedim, parasını ödeyeceksin dedim. Dı^ şarda yağmur yağıyor, sen yağmurun dinmesini bekliyorsun. Mevsimlerden sonbahardır ve içindeki bu yavaş hüzün, sonbahar yüzündendir. İlkbahar olsaydı böyle hissetmezdin. Mevsimlerin değiştiğini gözden kaçırmamalısın, mevsimleri ve insanları birbirine karıştırmamaksın. Kahvede otururken Sevgi'ye gideceğini durmadan düşünüp, sonra da çayın parasını verip vermediğini bilmez bir duruma düşmemelisin. Hızla kapıdan çıkıp, yürümeğe karar vermiş olduğun halde yanılayak otobüse binmemelisin. Hiç bir zaman, birdenbire kendini bilmediğin bir yerde bulmamalısın. Bütün kötülükler hazırlıklı olmamaktan doğuyor. İlerisi için çok hesap yapmamalısın. Hesap yapmağa aiış-
399
maniailS CUUUl ÜULUllUVleı au^amıiuaıuaıı uubuıu».
İnsan acele etmeden kendini seyrederse, alışkanlıkların kölesi olup olmadığını görebilir.
Ben de yavaşlıktan yanayım Hikmet. Ben de yorulmamaktan yanayım. Senden yanayım. Benim sözlerimi kullanıyorsun Sevgi ne iyi. Ben de bundan sonra dikkat ederim Sevgi: Senin nasıl konuştuğunu kulaklarımla izlerim ve senin seslerini çıkarırım. Birinci seferde aceleye geldi biliyorsun. Bunu unutalım Hikmet. Evet unutalım. Yalnız her şeyi unutmayalım. Yağmurun dinmesini beklediğimizi unutmayalım. Hayatın bir oyun olduğunu unutmayalım. En büyük hazinemizin aklımız olduğunu unutmayalım. Aklımızı korursak bütün oyunları istediğimiz gibi oynayabileceğimizi unutmayalım. Dalgınlıkla yanlış kelimeler kullanmayalım; birbirimizi bu hususta her zaman uyaralım. Dikkat et, hatırlıyorsun ya, diyelim; aman elini unutma, elinden bir kaza çıkmasın. Bir de ne olur, kelimelere dikkat et, yalvarırım kelimeleri unutma!
Yağmurun dinmesini bekledi. Yağmur dindikten sonra hesabı ödedi. Ağır adımlarla kahveden çıktı. Karşıya geçmeden bir süre kaldırımda yürüdü. Yolun boş olduğu bir sırada karşı kaldırıma geçti. Güneşsiz gökyüzü, havanın kokusu ve yolların gölgesizliği ona, başka bir zamanı, daha önce içinde yaşadığı başka bir şehri hatırlattı. Hatıralar, bana duyularımın var olduğunu belirtiyor; gelecek zaman da sadece endişe veriyor. Geçmişin dalgınlığına da kapılmamalı-, geleceğin endişeleri artar sonra, kararlarda sarsıntılar olur. Uzun yolunu yavaş yavaş yürüdü. İşte hürriyet budur: Her köşeyi dönerken heyecanlı bir insan yüzü görülebilir. Hiç bilmediği, bir sokağa girdi: Buradan da çıküabilir Sevgi'nin evine. Ona derim ki: Ben geldim. Ölmek üzere olan bir insan korkmamalı. Ölmek nedir? Yaşayabileceğini hayal ettiğin olayların bitmesidir ya da insanın öyle sanmasıdır. Küçük şeylerle avunamaz mı insan? Yanımdan geçen şu kadının, birlikte yürüdüğü erkeğe bakışı gibi bir görüntüyle teselli olamaz
400
mıv unlarla sonuna kadar gidebilseydim, buradan nereye gittiklerini ve birbirlerine neler söyleyeceklerini ve nasıl ayrılacaklarım ve ayrıldıktan sonra ne yapacaklarını ve gece nasıl soyunacaklarını ve nasıl yatağa gireceklerini ve kendileriyle başbaşa kaldıkları zaman ne düşüneceklerini bilseydim belki bir yaşama gücü bulurdum içimde. Ayrıntılar olmadıktan sonra... Vitrinlere baktı. Vitrinlere bakanlar, sonra dönüp birbirlerine bakarlar. Vitrindaşlar. Birbirlerini beğenmezler. İnsan, kendine benzeyenden hoşlanmaz da ondan. Yok canım. Ben, bana benzeyen birini bulabilseydim, geleceğe güvenle bakabilirdim. Vitrinlerin önünde bana ters bakanları görmezdim. Elbette öyle bakacaklar; vitrindaş olmaktan başka ortak bir yanımız yok ki. Ben vitrinleri, değiştirilirken seyretmeyi severim aslında. Kocaman beyaz bez pabuçlar giyen tezgâhtarlar, suçüstü yakalanmış gibi olurlar. İşte asıl onlar ters ters bakarlar adama. Hayvan herif! derler bakışlarıyla; bakacak başka zaman bulamadın mı? Bütün gün orada durdun, sonunda bu münasebetsiz saati seçtin. Sonra da seni görmüyormuş gibi yapar: En sakin görünüşüyle ya-nmdakinden toplu iğne ister. Böyle çatışmaları severim. Seninle tanışmamışsa, aranızda vitrin gibi bir engel, aşılmaz bir duvar varsa, tek taraflı bir eğlencedir bu. Senin inatla orada duruşun, yoldan geçen yabancıları da etkiler. İşte sayın baylar! Dünyanın en garip vitrin canavarını görüyorsunuz. Çıngır çıngır! Ha-ha. Dağılm! Maymun mu oynatıyoruz burada? Vitrindeki bir şey söyleyemez. Biz de mankenin soyunmasını bekleriz. Manken karışık bir durumdadır. Onu hiç böyle görmemiştim. Demek eğilip bükülebiliyormuş. Siz de satılık mısınız bayım? Görülmemiş bir canavar: Bezden yüzgeçleri var. İnsan olsa, öyle şey takar mı ayaklarına? Canavar, canavar. İnsanlarla aklımda kavga etmeyi, böyle anlarda severim. İşte vitrinin de en mahrem yerini gördük. Yazık ki kadın tezgâhtar pantalon giyiyordu. Yarın aynı yerden, küçümseyici bakışlarla geçebiliriz artık. Kalabalık artar. Ben de bir gün canlı manken görmüştüm vitrinde. Sonra aynı
[ğ. HALK
401
adamı sokakta sigara içerken seyrettim. Aynı aaam mıydı? Emin misiniz? Hayır değildi; basit insanları kandırmak için aynı adammış gibi gösteriyorlardı onu. Unut bütün bunlan. Bir vitrinle bu kadar uğraşırsan... Yol uzundu. Bir sigara aldı. Yeni heyecanlar bskliyor beni. Kendini dağıtma onun için. Bir taksiyi durdurdu, pazarlık etti. Öğle yemeği vaktini geçirdik ve böylece bir taksi parası kazandık. Arabanın arkasına kuruldu, köşeye oturdu, pencereden baktı: Meseleler hızla önünden geçti.
Kapıyı Sevgi açtı. Ben hazınm. «İşte geldim.» Gülümsedi mi? Dikkat etsene. Çok şaşırsaydı farkederdim. Sen kendi planını uygula, dış etkileri hesaba katma. Oturma odası kalabalıktı. Eşyayı ve insanları tanıyorum: Benim koltuğum, Nursel Hanım, kitaplık, halı. Ergun da var. Oysa geç vakitlere kadar bu kanepede oturup Ergun için neler söylemiştik. Sevgi de bana karşı çıkıyor. Çaresizlikten. Tanımadığım insanlar da var, yeni bir sehpa ve bir masa örtüsü de alınmış. Ergun ne kadar kibar: «Nasılsın Hikmet?» Bir küfür ederim, senin bile yüzün kızanr. «İyiyim.» Beni şaşırtmayın; mesele sizinle ilgili değil. Bu kısmına hazırlıklı değildim meselenin. Sustu. Buraya susmaya mı geldin? Fakat günlük hayatlannı yaşıyorlar, ben burada değilmişim gibi davranıyorlar. Evet, hazırlandılar; beni yenilgiye uğratmak için manevralar hazırladılar. Bir kere oyun bozanlık ettin sen; piyesin yansında, hiç bir şey olmamış gibi içeri giremezsin. Girerim. Ben görünmeyen adamım: Sözler beni delip geçer. Yaralanıyorum oysa. Ben de insanım. Hayır canavarsın. Seni hiç konuşmadık mı sanıyorsun? Terbiyemizden susuyoruz. Beni tanımayanlar: Kim bu adam? Tanıyanlar: Eski kocası. Anlamıştık. O halde neden sordunuz? Böyle sorular hayatın tadı tuzudur da ondan. Kim dedi bunu? Tanıyanlar: Biz dedik. Sıkıntılı bir sessizlik. «Kahve içer misin Hikmet?» Karnım aç ama, «İçerim.» Sen odadan çık da beni iyice bir süzsünler. Ulan biz bunlara hazırdık be! Ben öldüm, sizden mi korkacağım? Burada bir ölüyü
Dostları ilə paylaş: |