52- Yine aynı şekilde eğer onlar, Ömer ve Osman (Radıyallahu anhuma)'nın Irak, Şam ve Mısır ehlinden olan maiyetlerini dînî hususlarda cahil bıraktıklarını söylüyorlarsa, eğer bu iki sahabinin bu halkların üzerine sahabileri vali olarak atamalarına ve onlara heyetler göndermelerine rağmen bu tür iddialara sahip iseler bu, Ömer ve Osman (Radıyallahu anhuma)'nın İslam şeriatını onlara öğretmekte gevşek davrandığını, onları ihmal ettiklerini ve dîni onlardan gizlediklerini îmâ eder ki bu da kendilerinden razı olunmuş bu iki halifeyi (Radıyallahu anhuma) İslam dairesinden çıkarmakla özdeştir. Ömrüme andolsun ki böyle bir şeyi zanneden kişi, bu vehmettiği sıfata kendisi daha layıktır.
53- Yine açıktır ki Medine ehlinin nezdinde mevcut olan ilim, onların dışındaki Mısır alimlerinin nezdinde de aynı derecede96 mevcuttur. Aralarında fark yoktur çünkü ilim gizli değildir. Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah'ındır. Ayrıca Sahabe (Radıyallahu anhum) oradan ayrılıp başka beldelere dağıldıktan sonra Medine ehlinin ilimde diğerlerinden daha öncelikli olma durumu da ortadan kalkmıştır. Tevfik, Allahu Teâalâ'dandır.
54- Hanefîlere97 gelince, önderleri hakkında Resûlullah (SAV)'in ashabından olan Abdullah bin Haris bin Cüz'ün Nebî (SAV)'den bir rivayette bulunduğunu iddia etmişlerdir. Bu sahih değildir çünü Ebu Hanife (Rahimehullah), tartışmasız 150 (yüz elli) yılında 70 (yetmiş) yaşında ölmüştür. Oğlu Hammad, babasının yaşı hakkında böyle konuşmuştur. Bu durumda Ebu Hanife'nin doğumu, 80 (seksen) veya 81 (seksen bir) senesidir. 91 (doksan bir) yılından sonra da Sahabe (Radıyallahu anhum)'dan hiçbiri yaşamamıştır. Ebu Hanife hakkında zikredilen haberde Onun, henüz 16 (on altı) yaşında iken Mekke'de Abdullah bin Haris ile buluştuğu geçmektedir ki bu buluşma da onlara göre 9698 (doksan altı) yılında gerçekleşmiştir. Halbuki Abdullah tartışmasız o sene hayatta değildi. En son ölen sahabînin Enes bin Malik (RA) olduğu99 hususunda Müslüman âlimler arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. O da bu tarihten bir müddet önce ölmüştür.
55- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Bu taassup ve din zayıflığı bazılarını Resûlullah (SAV) adına şöyle bir hadis uydurmaya kadar götürmüştür. Bu mevzu hadisi Me'mun bin Ahmed, bize Ahmed bin Abdullah el-Hırmâzî100 dedi ki şeklinde rivayet etmiştir ki O, Enes bin Malik'ten hadis uydurması ile maruftur. Bu mevzu hadise göre Nebî (SAV) şöyle buyurmuştur: “Ümmetim içerisinde bir adam olacak ki Ona Ebu Hanife denir, işte O, ümmetimin ışığıdır. İçlerinde Muhammed bin İdris denilen bir adam daha olacaktır ki O da ümmetime İblis'ten daha çok zarar verecektir. Ebu Hanife'ye karşı çıkan kimse, sözleri ve reyi kendisine fayda vermeyen birine yardım etmiş olacağından ötürü Ateşteki yerine hazırlansın”. Rezil rüsvay olmaktan Allah'a sığınırız.
56- Birisinin rivayetine göre O, şöyle demiştir: “Alkame, İbni Mes'ud'un aşağısında değildir. İbrahim de Alkame'nin aşağısında değildir. Hamad bin Ebî Süleyman da İbrahim'in aşağısında değildir. Sizin arkadaşınız yani Ebu Hanife de Hamad'ın aşağısında değildir”. Bu sözü de, Ebu Hanife'nin fıkıhta İbni Mes'ud'dan daha az bilgili olmadığı şeklinde bir sonuç çıkartarak tamamlamıştır. Eğer tâbi olanları arasında Ebu101 Hanife'nin fıkıhtaki sıfatı bu ise, Malik'in ve Malik'in dışındakilerin onların nezdinde yeri nedir acaba!
57- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Biz şüphe etmiyoruz ki onların borçlar hukukunda icat ettiği keşif, yazı ve sözlü tasarrufların borçlu aleyhine delil gösterilmesi, ona borcunu ödemesi için 30 (otuz) günü geçmeyecek şekilde süre tanınması, iflas ettiğini açıklayan borçlunun 1 (bir) ay boyunca hapse atılması, sonra durumuna bakılıp herhangi bir sıfatla vekaletinin kabul edilmesi veya herhangi bir sıfatla kabul edilmemesi, tescilden sonra ve tüm tanıklarla görüştükten sonra eğer hakim bu meselenin hükmünü biliyorsa hüccetin kat'î olarak kesilmesi gibi bir icraat Allah'ın Resûlü (SAV) zamanında asla vukû bulmamıştır. Onlar da bundan şüphe etmiyorlar zaten. Şayet bu işler, onlara göre Nebî (SAV)'in hükümlerinin ve Sahabe (Radıyallahu anhum)'un hükümlerinin sıfatında mevcut olan hâle eklenen bir hayır, sonradan bulunan müstahsen bir durum olarak telakki edilmeseydi onlarla amel de etmezlerdi102 meşgul de olmazlardı. İşte “Ebu Hanife, hüküm çıkarma konusunda Allah'ın Resûlü (SAV)'den daha âlimdi” diyen kişinin tam olarak demek istediği de budur. Eğer kılıç korkusu olmasaydı, onlardan nasibi olmayan kimselerin (nasipsizlerin) bunu ortaya atmalarına izin vemrezdik. Bu, eğer onların nezdinde Nebî (SAV)'in tabikatından daha hayırlı olarak ve sonradan ortaya konulmuş güzel bir ilim olarak telakki edilmeseydi, onunla amel etmeyi helal görmezlerdi.
58- Şafiî, Ahmed ve Davud mensuplarından zikredilenlere gelince onlar, bu gibi yalanlar hususunda zirve noktasındadırlar. Biz, Allah'ın izniyle, bu anlatılanlardan, her taifenin kendi imamının diğerlerinden daha âlim, daha fazîletli, daha yüce, daha mükemmel olduğuna inandığını bu cahillere apaçık beyan edecek kadarı olan kısmını yazacağız. Adamın birinin Ebu Sevr'e şöyle dediği rivayet edilmiştir: Falancayı şöyle derken işittim: “Şüphesiz ki Şafiî Malik'ten daha fakihtir”. Ebu Sevr ise o adama şu mânâda bir şey söylemiştir: “Bunda şaşılacak ne var? Şafiî Said bin Müseyyeb'den bile daha fakihtir”.
59- Bazı Şafiîler Resûlullah'tan 'Allah'ın kesinlikle her yüzyılın başında Kureyş'ten bir adam göndererek onunla dini ihyâ edeceğine' dair bir haber zikrederler. Bunu diyen dedi ki: “O, ilk yüzyılda Ömer bin Abdulaziz idi. İkinci yüzyılda ise Muhammed bin İdris eş-Şafiî'dir”. Bazı meşhur tarihçiler onların, Şafiî'nin kabrine şöyle yazdıklarını zikrederler: “Bu, Allah'ın emîni Muhammed bin İdris eş-Şafiî'nin kabridir”. Bu kavmin103 taassubunun nerelere kadar104 uzandığına bak! Onların Resûlullah (SAV)'e isnad ettikleri haberler105 de sahih değildir. Eğer sahih olsaydı bile, onların bu haberleri tevili yalan ve zan olurdu. Rezil rüsvay olmaktan Allah'a sığınırız.
60- Bize Ahmed bin Muhammed el-Esrem'den, onun Ebu Ubeyd el-Kasım İbni Selam'ın meclisinde cereyan eden106 bir mesele hakkında bir rivayet gelmiştir. Rivayete göre Ebu Esrem dedi ki: “Yeryüzünün ne doğusunda ve ne de batısında kendisine denk olabilecek biri vardır ki O107, Ahmed bin Hanbel'dir”. Ebu Ubeyd de demiştir ki: “Doğru söyledin”.
61- Ebu Muhammed (Rahimehullah) demiştir ki: Bana ulaştığına göre Ahmed bin Hanbel'e tâbi olan bazı gruplar, Bağdat'ta İmam Ahmed'in108 evinin önünde bulunan, İmamın oradan geçerken kafasını eğdiği dar bir yoldan geçerek geniş meydana çıkacakları zaman hâlen şöyle diyorlarmış: “Kafanızı eğin, çünkü Şeyh burada kafasını eğmişti”. Kendileri ile gökyüzü arasında bir tavan veya bir engel olmadığı halde orada kafalarını eğiyorlarmış.
62- Bazı tarihçilerin zikrettiğine göre İmamın cenazesinin önünde tâbilerinden biri hem yürüyor hem de olanca sesiyle şu beyti söylüyormuş:
Muhammed'in kaybından ötürü dünya kararmıştı
İbni Hanbel'in kaybından ötürü de dünya karardı
63- “Eğer Ahmed bin Hanbel olmasaydı insanlar küfre düşerlerdi ve hepsi Cehmiyeden olurdu” sözüne gelince bu ifadenin, ne kadar yapmacık olduğu ayan beyan ortadadır. Bunların hepsi ahmaklık ve anlamsız sapkınlıktır. Bunların bir faydası yoktur ve hiç kimse bu kadar sapıklığa düşmemiştir. Elhamdülillah Ebubekir, Ömer, Osman ve diğer sahabeler (Radıyallahu anhum) hakkında böyle şeyler denmemiştir. Bu sapkınlıktır Sadece Rafıziler, Ali hakkında bundan katbe kat sapkın beyanlarda bulunmuşlardır. Allah bize yeter ve O, ne güzel vekildir!
64- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Ebu Nasr Yusuf bin Ömer bin Muhammed (Kadı İsmail bin İshak'ın amca oğlu) (Bu Ebu Nasr Bağdat'a baş kadı109 olarak da atanmıştı) Malik'in mezhebinden Davud bin Ali'nin mezhebine dönüşünü anlattığı risalesinde dedi ki: “Kitaplarını ve meselelerini Said bin Müseyyeb'in, Zührî'nin ve Rebîa'nın kavli ile kaleme alan biri ile, kitaplarını ve meselelerini Allah azze ve cellenin kavli ve O (CC)'nun Resûlü (SAV)'in kavli ve icmâ-ı ümmet ile kaleme alan birini bir tutacak değiliz. Heyhat! Bu, sahibine ikram olunmuş bir fazilet ve celîl bir mertebedir ki Ebu Süleyman (RA) bu hususta örnek olmuştur110.
65- Davud (Rahimehullah)'a tâbi olanlardan birisi meşhur ve uzun bir şiirinde şöyle demiştir:
Cümle ilimlere nazar kıldım da
Özlerin özünü Davud'a bahşettim
Kur'ân'ı111 Nebî ile kavli ile aldı
Müslümanlar da buna delil ve şahittir
İnat edip de Nebî'nin sünnetlerinden sapmadı
Başkaları sünnetlere karşı inatlaştığı demde
Malik'ten veya Onun meclisinden evvel yaşayanlar bugün sağ olsalardı
Bölük bölük Onun huzuruna gelirlerdi
Şafiî şefaatçı olarak dönseydi aramıza
Onun Şafiî'ye de fayda verdiğini görürdün
Eğer Ebu Hanife Onun reyini takip etseydi
Kendi reyini kendi çürütürdü kâmilen
Ebu Muhammed (Rahimehullah) diyor ki işte her taifenin, kendi imamları hakkındaki itikadı böyledir.
66- Hakkında sual ettikleri lafızların beyanının hakikatine gelince; Her şeyden önce şu hususları bilmeleri gerekir: Celaletin/yüceliğin mânâsı nedir? Faziletin mânâsı nedir? Verânın mânâsı nedir? İlmin mânâsı nedir? Fıkhın mânâsı nedir? Biz, Allah azze ve cellenin verdiği güçle bunları beyan ederken bu işin ecrini de Allah azze ve celleden umut ederiz. Allah azze ve cellenin desteği ile kavil ederiz.
67- Celalet sözcüğüne gelince, bu lafızla dünyadaki hâlin celîl olması veya Allah azze ve celle katındaki hâlin celîl olması murad edilir. Üçüncü bir hâle yer yoktur.
68- Dünyadaki celalete gelince, her akıl sahibi şüphesiz bilir ki Malik zamanındaki Medine emirleri Cafer bin Süleyman ve Abdullah bin er-Rebî el-Hârisî ile Medine kadısı 112 Muhammed bin Abdulaziz dünya hususunda Malik'ten daha celalet sahibi idiler. Çünkü onların Malik'e de emir verme yetkileri vardı.
Yine aynı şekilde şüphesiz ki Ebu Hanife'nin hayatta olduğu bir dönemde Kûfe emîri olan Musa bin İsa ve Kûfe kadısı İbni Ebî Leylâ, dünya hususunda Ebu Hanife'den daha celîl idiler. Çünkü o ikisinin Ebu Hanife'ye de emir verme yetkileri vardı.
Yine aynı şekilde Şafiî döneminde Mısır emîri ve kadısı olan Seriyy113 bin el-Hakem Velhia114 bin İsa, dünya hususunda Şafiî'den daha celîl idi. Çünkü onun Şafiî'ye de emir verme yetkisi vardı.
Yine aynı şekilde Davud'un hayatta olduğu bir dönemde Bağdat115 emîri ve kadısı olan Muhammed bin Abdullah bin Tahir ve İsmail bin İshak, dünya hususunda Davud'dan daha celîl idiler. Çünkü o ikisinin, Muvaffak'ın kendisini (Davud'u) İsmail'e karşı116 himaye etmesinden önce Davud'a da emir verme yetkileri vardı. Çünkü aralarında, maruf olan bir şey vukû bulmuştu.
69- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Bu, fazilet addedilemeyecek bir celalettir. Eğer bu sözcüğü kullanan kişi bununla ona tâbi olanların çokluğunu kast ediyorsa, Vasıl bin Atâ ve Amr bin Ubeyd'in tebaası Ebu Hanife'den daha kalabalıktır. Rafızilerin reisi Hişam bin Hakem'in tebaası da Şafiî'ye tâbi olanlardan daha çoktur. Abdullah bin Yezid el-İbazi'nin tebaası Malik'e tâbi olanlardan daha çoktur. Süleyman bin Cerir ez-Zübeydî'nin tebaası da Ahmed'e tâbi olanlardan daha çoktur. Doğrusu şu ki tâbi olanların sayıca çok olmasının bir anlamı yoktur ve ayrıca bunda bir fazilet de yoktur.
Bir dönem Şafiî'ye tâbi olanların sayısı hepsinden az idi. Bugün ise Ona tâbi olanların sayısı hepsinden çoktur. Evzâî'ye tâbi olan pekçok insan vardı. Sonra Ona tâbi olan kimse kalmadı. Eğer tâbi olanların sayıca çokluğu bir fazilet olsaydı, bu faziletler bir hâl üzere kalmazdı, gâh kaybolurdu, gâh artardı. Bu, böyle bir zan içinde olan kişinin deliliğidir. Çünkü fazilet istikrarlıdır ve kişi öldüğü zaman ne kadarsa o kadardır ve asla azalmaz.
70- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Allah azze ve celle katındaki celalete gelince bu, bugün de Nebî (SAV) vefat ettikten sonra da âdemoğullarından hiç kimsenin bilmediği bir durumdur. Bu, faziletle gelen şeyleri sadece Sahabeden alanlar için Allahu Teâalâ'dan ilm olunacak bir durumdur.
Her kim bir nassa dayanmaksızın falancanın Allah katında filancadan daha celîl olduğuna hükmederse, o kimse fasıktır, Allah azze ve celle aleyhine yalan uydurmuştur, büyük cürüm işlemiştir, ve Allahu Teâalâ'nın lanetine uğramıştır. Allahu Teâalâ buyuruyor ki: (Dikkat edin, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir) [Hûd Sûresi: 18. âyet]. Allah azze ve celle aleyhine yalan uyduranla, O (CC)'nun aleyhine zanna dayanarak konuşan kimsenin Kur'ân nassı ile melun olduğu hususunda tüm ümmet arasında herhangi bir hilaf yoktur.
71- Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Fazilet kavramı da aynen böyledir. Fazilet ancak, Allah azze ve cellenin, kendisine başkasından daha fazla tazim duymamızı istediği kişi veya Cennette hemcinsinden daha yüksek bir derecede olan kimse için geçerlidir.Fazilet sözcüğünün bunların dışında bir manası da asla yoktur. Her kim ki bu kavimlerden hangisinin Cennette daha yüksek bir derecede olduğunu bildiğini iddia ediyorsa o, Allah azze ve celleye iftira atmış olur. İkinci ve üçüncü asırda fasıklar ve fazilette kendilerinden sonra gelenlerden daha geride olan kimseler olmuştur kuşkusuz. Bu iki asırda fazilet kavramı kesinlikle galip durumdadır ama bizzat bir insana has olarak değil elbette. Allahu Teâalâ'dan da Resûlü (SAV)'den de birilerine diğerlerinden daha fazla saygı göstermemizi emreden bir nass gelmemiştir. Bilakis onlar da diğer âlimler gibi ilim ehlidirler. Onların lehine olan, diğerlerinin da lehinedir. Onların aleyhine olan, diğerlerinin de aleyhinedir. Bu durumda da onların “kim daha faziletlidir?” ve “kim daha celîldir?” şeklindeki sualleri sakıt olmaktadır, değil mi?
72- Vera kavramına gelince o, şüpheli olan şeylerden kaçınmaktır. Ebu Hanife, Ahmed ve Davud bu hususta son derece titizdiler. Malik ve Şafiî'ye gelince onlar, idarecilerden alıyorlardı, miras bırakıyorlardı, aldıklarını kullanıyorlardı ve böylece zenginleşmişlerdi. Yalnız şu var ki bu iki zatın bu husustaki tutumu, idarecilerden almayı reddedenlerden/terk edenlerden daha doğrudur. Bize göre Malik ve Şafiî'nin bu durumu, asla onların verâsına halel getirmez. Onların hepsi de (Rahimehumullah) son derece verâ sahibi idiler.
73- Allah katında onların daha verâ sahibi olduğuna kat'î biçimde hükmetmek ise gaybî bir konudur ve fasık olmayan hiç kimse böyle bir hükme cevaz veremez. Zahiren onların içinde en verâ sahibi olan ise, Kur'ân'da geçen ve Nebî (SAV)'den sahih olarak gelen hususlara muhalefet117 etmekten en çok sakınan ve kendi reyi ile hüküm118 vermekten en uzak olandır. Cahil olsun âlim olsun her aklı selim sahibi bunu zorunlu olarak bilir. Sadece aklı kendine oyun oynayan ve hisleri çığırından çıkan kimseler bunu idrak edemezler.
74- Hangisinin daha âlim olduğu konusuna gelince; Şüphesiz ki ilmin mânâsı, kişinin nezdinde bu bilginin rivayetinden bir şeyin bulunması ve bu kişinin, nezdinde mevcut olan bu bilgiyi hatırlaması ve ihtisas sahibi olduğu bu ilmin usûlünde bu ilme sahip diğer âlimlerin nezdinde bulunandan daha sebatkâr olmasıdır. Ebu Hanife nezdinde mevcut olan sünen (sünnete dair konular) maruftur, sınırlıdır ve çok azdır. Onun ekseriyetle kullandığı yöntemler kıyası, reyi ve istihsanıdır. Kendisinden yapılan bir rivayet göre O, şöyle demiştir: Bize öğretilen bu husus reydir. Kim ondan daha hayırlısını getirirse onu alırız.
75- Malik'in sahip olduğu tüm ilim de Muvatta adlı eserinde mevcuttur. Onu cem' etmiştir. Muvatta da olmayan hususları da raviler Ondan kolayca toparlamışlardır ki bu küçük bir bölümdür. Onun bilgisinin tümü mevcuttur ve kayıt altına alınmıştır. Hiç kimsenin çıkıp da “Malik'in nezdinde bir ilim vardı da onu sakladı; bildiği sahih hadisleri direndi de söylemedi” şeklinde düşünmesi havsalaların alacağı119 bir şey değildir. Böyle bir şeyden Allah'a sığınırız. Allahu Teâalâ şöyle buyurmuştur: (Bir zaman Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemiyeceksiniz." diye söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler ve onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları bu alışveriş ne kadar kötüdür.) [Âl-i İmran: 187. âyet]. Yine Allahu Teâalâ buyurdu ki: (159- İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya mutlaka onlara Allah lanet eder. Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler.
160- Ancak tevbe edip halini düzelterek gerçeği söyleyenler başka. İşte onları ben bağışlarım. Ben çok merhamet ediciyim, tevbeleri çokça kabul ederim.) [Bakara: 159 ve 160. âyetler].
Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Onun (Malik'in) nezdinde, insanların rivayet ettiklerinin dışında ve insanlara ulaştırdığı kendi rivayetlerinin dışında ilim ve hadisler olduğunu iddia eden kişi, Onu çok kötü bir biçimde120 övmüş olur. Rivayet ettiklerinin tamamı, mürsel ve müsned hadis olmak üzere 1200 (bin iki yüz) hadisi geçmemektedir.
76- Şafiî (Rahimehullah)'a gelince; Onun yanında Malik (Rahimehullah)'ın Muvatta'sı, Süfyan bin Uyeyne'den pek çok hadis vardı. Onun nezdinde mevcut olan kaynakların en yüce ve en sağlam olanları da bunlardı. Sonra bu kaynaklara, terketse daha iyi olacağı İbrahim bin Muhammed bin Ebî Yahya ve benzeri ravilerden121 rivayetler yapmayı karıştırdı.
77- Ahmed bin Hanbel'e gelince; Onun hadisleri/sünnetleri toplama, kaydetme ve bunları hatırlamaya/zikretmeye vâkıf oluş miktarı, sadece sayı saymayı bilmeyen bir cahilin bilemeyeceği kadar meşhur bir miktardır. İlim ehli içerisinde O, tüm zikrettiğimiz zatlardan122 daha âlimdir, daha kayıtlara bağlı, ilim ve Kur'ân'ın beyanı olan sünnetleri daha çok gözetendir123.
78- Davud'a gelince o, çok rivayette bulunan bir zattı. Sünnetleri/hadisleri son derece çok miktarda toplamış ve son derece çok kayıt altına almıştır.
Kim sünnetleri/hadisleri diğerlerinden daha fazla toplamışsa, âlimlerin sözlerini diğerlerinden daha fazla toplamışsa, topladıklarını zikri ve fehmi ile kaydetmişse, “İlmin mânâsı budur ve başka bir şey değildir” şeklindeki sözümüzün zaruri sonucu olarak şüphesiz124 en âlim olan Odur ve kimse onunla boy ölçüşemez.
79- Rey ile fetva vermeye gelince bu ne ilimdir ne de fazilettir. Bu kimsenin yapamayacağı bir şey değildir ki! Bilakis rey, Sahabe (Radıyallahu anhum) ve onlardan sonra gelen tabiîn tarafından zemmedilmiştir. Onlar reyi kullanarak kendileri aleyhine ikrarda bulunuyorlar.
İşte Rebîa, Zührî'ye diyor ki: Ben insanlara kendi reyimi haber veriyorum. Dilerlerse alırlar, dilerlerse kaldırıp duvara çarparlar.
Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Ömrüme and olsun ki, işiten kimsenin duvara çarpılması hususunda muhayyer bırakıldığı hususları derhal duvara çarpmak icap eder. Onlarla dinde fetva vermemek ve onları kullanarak Allahu Teâalâ'dan haberler vermemek gerekir.
İşte125 Malik ölüm esnasında şöyle demiştir: “Beni her bir meselede Malik'in reyi, Ebu Hanife'nin reyi, Evzaî'nin reyi, Süfyan'ın reyi, İbni Ebî Leylâ'nın reyi, İbni Şibrime'nin reyi, Hasen bin Hayy'ın reyi, Osman el-Bettî'nin126 reyi ve Leys'in reyi arasında dolaştırmak istediler. Bunların hepsi reydir ve hiçbiri diğerinden faziletli değildir. Bunların hepsi de ecir verilmiş müctehidlerdir. Onlardan herhangi birini taklit eden kimse hatalıdır, kınanmıştır ve mazur değildir”.
Tüm ümmetin icmâsı ile reyin sıfatı şöyledir ki o zan ile hüküm vermek ve din hususunda yalanlar ortaya atmaktır. Reyi ve rey ile kavil etmeyi çok yapmak, ilim sıfatını hak ettirecek bir şey değildir. Çünkü rey, ilim değildir. Reyleri ezberlemek de ilim yolu değildir. O ancak sadece hakkı bırakıp bâtıl ile iştigal etmektir; mal kazanma kapısıdır; pazarlama ve etraftakilere baş olma, idareciler nezdinde yer edinme cihetidir; para kazanma127 işlerinden bir iştir.. Her kim dîni bırakıp128 da bunlara yönelirse, o kimse kaybetmiştir ve sonu hüsrandır. Rezil rüsvay olmaktan Allah'a sığınırız.
İlim ancak Kur'ân hükümlerini, Resûlullah (SAV)'den sahih olarak gelen haberleri bilmektir; sünnetleri nakledenlerin güvenilir olup olmadıklarını, Müslümanların nerede icmâya vardıklarını ve nerede ihtilaf ettiklerini bilmektir. İlim budur ve bu ilmi taşıyan kimse de âlimdir. Bunun dışındakiler değildir.
80- Şafiî'ye gelince şüphesiz ki O, reye asla cevaz vermez. 129Ahmed, İshak bin Râheveyh ve önce ya da sonra geçen diğer hadis ehli de böyledir.
Davud'un, reyi iptal etme/bâtıl görme hususundaki tutumu ise burada zikre sığmayacak kadar meşhurdur. O da reyin terkinde farklı değildir. Sonra şüphesiz ki tabiîn de sünnetleri -ki ilim odur- Allah'ın hepsinin adaletine tanıklık ettiği kimselerden130 almışlardır. Çünkü Allahu Teâalâ buyuruyor ki: (Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.) [Fetih: 29. âyet]. Yine Allahu Teâalâ buyuruyor ki: (Neden siz Allah yolunda harcamayasınız ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allah'ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşan bir olmaz. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel sonucu vaad etmiştir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.) [Hadid: 10. âyet]. Başka bir âyeti kerîmede ise şöyle buyuruluyor (101- Şüphesiz katımızdan kendileri için güzel şeyler takdir edilmiş olanlar, işte oradan (cehennemden) uzak tutulanlardır.
102- Bunlar onun (cehennemin) uğultusunu bile duymazlar. Canlarının istediği şeyler içinde temelli kalırlar.
103- O en büyük korku bunları üzmez; kendilerini melekler: "Size söz verilen gün işte bugündür" diye karşılarlar.) [Enbiya: 101-103]. Yine Allahu Teâalâ şöyle buyuruyor: (Andolsun o ağacın altında (Hudeybiye'de) sana bey'at ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ile mükâfatlandırmıştır.) [Fetih: 18].
81- İnsanların ilim bakımından en yüce olanları Sahabilerdir131 (Radıyallahu anhum). Şüphesiz ki Sahabi, yanında tek bir hadis bile olsa onu Allah'ın Resûlu (SAV)'den almıştır ve o hadis o sahabinin nezdinde Allah katından gelen hakka-l yakindir. Çünkü o sahabi bu hadisi, önünden ve ardından bâtılın gelemediği kimseden, dînî hususlarda asla hata yapmayan birinden almıştır ve bu hadis, sahabinin nezdinde Allah azze ve cellenin katından sahih olarak varid olma ve kendisine itaatin vacip olması hususlarında132 Kur'ân gibidir.
Onda reyimle kırbaçlayarak kelam ettim
Gel gör ki onun kırbaçlara sabrı yoktur.
Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Ömrüme and olsun ki sahibinin ölürken bu denli pişmanlıkla söylediği bu beyit var ya; Müslümanların kanları, namusları, malları, derileri, dinleri hakkında rey ile hüküm kesen kişi perişan olmuştur.
İşte İbni Kasım diyor ki: Rey kitapları satılmaz/alınmaz. Çünkü biz onların hak mı bâtıl mı olduğunu bilemeyiz.
Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Ömrüme and olsun ki, rey kitaplarının satılmasına izin vermeyen ve bu kitapların hak mı yoksa batıl mı olduğunu bilmediğini söyleyen bir kişi, İslamda ona (reye) dayanarak fetva vermeyi caiz görmekten veya ona (reye) dayanarak Allahu Teâalâ'dan haber vermekten de uzaktır.
İşte Sehnun133 diyor ki: Bu reyin ne olduğunu bilmiyoruz. Onunla kanlar döküldü ve onunla ırzlar helal kılındı.
Ebu Muhammed (Rahimehullah) dedi ki: Eğer bu sözün sahibi reyin ne olduğunu bilmiyorsa, ondan ilim alan kişiler134 de eğer kendilerine gelseler bu sözün mânâsını bilmekten daha da uzaktırlar.
Bunlar, doğruluğu zahir olan hükümlerdir. Bunları ancak dünyasını mamur edip de şeriatını135 yıkmak isteyen mutaassıp kişiler inkâr edebilirler. (Ancak iman edip iyi ameller işleyenler, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar müstesna; haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.) [Şuarâ: 227. âyet].
Dostları ilə paylaş: |