Kader Başka Bir Kaderle Giderilir
Kadere iman, hiçbir şekilde günah işlemek için cürat-karlığa bir yol, günahlara sebeb, Allah'ın zorlamasına bir mazeret olamaz. Kadere iman, ancak yüce amellerin ve büyük gayelerinin gerçekleşmesine yol olabilir.
Kader, başka bir kaderle giderilir. Açlık, toklukla, susuzluk kaderi, suya kanma kaderiyle hastalık kaderi tedavi kaderiyle, tembillik kaderi çalışma kaderiyle giderilir.
Rivayet edilir ki, Hz. Ömer (r.a.) Şam'a doğru yolu çıktığında, bazı valiler, orada taun hastalığının olduğunu haber vermişler. O da muhacir ve ensara danışmış ve taundan kaçmak için dönmeye karar vermişler. Hz. Ömer de bunu emretmiştir. O sırada Ebu Ubeyde, Hz. Ömer'e: "Allah'ın kaderinden mi kaçıyoruz." der. Hz. Ömer: "Keşke bunu başkası deseydi. Evet, biz Allah'ın bir kaderinden, diğer bir kaderine kaçıyoruz. Söyle bakalım, senin develerin olsa ve biri otlak diğeri kurak iki yanı olan bir vadiye gitsen, otlak veya kurak yerde otlatman, Allah'ın kaderi ile midir?".
Burada maksat, Hz. Ömer, hastalık ve taun kaderinden, sıhhat ve afiyet kaderine kaçıyor. Bu şekilde otlak ve kurak yerleri örnek veriyor. Yani develeri kurak yerden, otlak yere götürmek, bir kaderden, diğer bir kadere geçiştir. Peygamberimiz, cehalete bilgiyle, hastalığa ilaç ve tedavi ile, küfür ve isyana, cihadla karşı koymuştur. Peygamberimizin, galib geldiği savaşları, Allah'ın kader ve dilemesine göre hareket eden yüksek iradesinin görüntülerinden biridir. 118
Kadere İman Ve Sebeblere Yapışmak
Kadere inanmakla beraber sebeblere yapışmamız ve herşeyin hükümranlığı elinde olan Allah'a tevekkül etmemiz gereklidir. Bu konuda birçok Kur'ân ve hadis metinleri mevcuttur.
Kur'ân'da şöyle buyrulur:
"De ki: "İstediğinizi işleyin; Allah, peygamberi ve müminler işlediklerinizi görecektir. (Tevbe: 105)
"İsteyen, istemeyen, hepiniz, savaşa çıkınız. Allah yanında mallarınızla ve canlarınızla cihad ediniz.". (Tevbe: 41)
"Şüphesiz Allah, kendi uğrunda kenetlenmiş bir duvar gibi, sıra halinde savaşanalrı sever.". (Saff: 4)
"Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah'ın lüt-fundan rızık isteyin.". (Cuma: 10)
"Yeryüzünü, size boyun eğdiren O'dur; öyleyse yerin sırtlarında dolaşın» Allah'ın verdiği rızıkdan yiyin, sonunda dönüş O'nadır.". (Mülk: 15)
"Asra yemin olsun ki, insan hiç şübhesiz hüsran içindedir. Ancak, inanıp yararlı iş işleyenler, birbirlerine gerçeği tavsiye edenlerle sabırlı olmayı tavsiye edenler bunun dışındadır.". (Asır Sûresi)
Sünnette de şunlar beyan edilir:
Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu:
Sizden birinizin bir kucak odun demetlemesi, sonra bu demeti sırtına yükleyip bunu satması, kendisi için verecek, yahut vermeyecek olan bir kimseye gidib istemesinden elbette çok hayırlıdır. (Müslim: 69 Zekât: 10) 119
Başka bir hadiste Peygamberimiz:
"Sizden biriniz bir iş yaptığı zaman onu güzel yapmasını Allah sever.", buyurur.
Diğer bir hadiste:
"Kıyamet kopmak üzere iken bile, birinizin elinde bir fidan varsa gücü yeterse hemen diksin.", buyurulur.
Başka bir hadiste:
"Her derdin bir devası vardır. Binaen aleyh der devasına denk gelindiği zaman Azız ve Celîl olan Allah'ın izniyle, o dert iyi olur. (Müslim, Selâm: 69) buyurur.
Ayrıca, "Allah yeryüzüne indirdiği her derdin şifasını vermiştir." buyurulur.
Başka bir hadiste de Usâme b. Zeyd şöyle anlatır:
Peygamberimizin yanında iken köylüler geldi ve Peygamberimize: Ya Rasûlullahî Tedavi olalım mı? dediler. Peygamberimiz: "Evet, ey Allah'ın kulları! Tedavi olunuz. Zira Allah hiçbir dert yaratmadı ki ancak o-nun şifası olmasın. Yaşlılık müstesna.". Peygamberimiz meşru sebeblere sarılmanında kader olduğunu beyan etmiştir.
Ebu Huzeyme Peygamberimize:
"Ya Rasûlullah! Okunarak veya ilaçla tedavi olalım mı? Korktuklarımızdan sakınalım mı? Bu, Allah'ın kaderini geri çevirir mi? dedi. Peygamber'imiz: O da Allah'ın kaderidir.", buyurdu.
Tevekkül sebeblere yapışmakla olur. Bu konuda da birçok ayet-i kerime ve hadis-i şerif mevcuttur.
Kur'ânMa buyurulur:
"Eğer inanıyorsanız Allah'a güveniniz.". (Maide: 13)
"İnananlar ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalbleri titrer; ayetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır. Ve Rablerine güvenirler.". (En-fal: 2)
"Allah, kendisine karşı gelmekten sakınan kimseye kurtuluş yolu sağlar, ona beklemediği yerden nzık verir. Allah'a güvenen kimseye O yeter. Allah,buyruğunu yerine getirendir. Allah, herşey için bör ölçü var etmiştir.". (Talak: 3)
Sünnet de iki sahih kitabda şöyle buyurulur:
Peygamberimiz şöyle derdi:
Ey Allah'ım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim, seni vekil edindim, senin adına düşmanlık ettim.
Hz. Ömer'den naklen Peygamberimiz şöyle buyurur:
"Şayet siz Allah'a hakkıyla tevekkül etseydiniz, Allah sizi kuşları rızıklandirdığı gibi rızıklandırırdı. Kursakları boş olarak sabah erkenden çıkar, karınları şiş olarak akşam dönerler.".
Hadisden anlaşılmaktadır ki doğru tevekkül, ancak çalışma ile olur. Bunun delili, Allah kuşları yuvalarında rı-zıklandırmamış olmasıdır. Zira onlar sabah gitmiş ve akşam dönmüşlerdir.
Bir alim şöyle der:
"Bazı insanlar tevekkülün ve sebeplere yapışmanın çalışmaya engel olduğunu zannetmişlerdir. Bütün işler önceden takdir edildiğine göre sebeblerle ilgilenmeye gerek yoktur." derler. Bu, bozuk bir düşüncedir. Halbuki Peygamberimiz en iyi Allah'a tevekkül eden idi, savaşlarında zırh giyer, para kazanmak için pazarlarda dolaşırdı.
İbni Kayyim şöyle der:
Alimler, tevekkülün sebeblere yapışmaya engel olmadığında görüş birliği içindedirler. Tevekkül ancak bu şekilde olur. Aksi takdirde bu ihmalkarlık ve bozuk bir tevekküldür.
Devam ederek şöyle der: "Tevekkül, istenilenin elde edildiği, istenmeyinin defedildiği en büyük bebedir. Se-bebleri inkar edenin tevekkülü doğru değildir. Fakat sebeblere tamamen meyletmemek ve kalbin ilişkisini kesmek, tevekkülün tamam oluşundandır. Kalbinin hali Allah ile; bedenin hali de sebebler ile kaim olmalıdır. Sebebler, Allah'ın hikmetinin, emrinin ve dininin meydana geldiği yerlerdir. Tevekkül; O'nun Rabliğine, O'nun kaza ve kaderine bağlıdır. Her şeyi en iyi bilen Allah 'dır.
Sebeblerin belli sonuçları ancak Allah'ın izni ile meydana getireceği de bilinmesi gerekir. Sebebleri yaratan Allah, müsebbeb ve sonuçlan da yaratır. Nesil isteyenin sebeblere yapışarak evlenmesi gerekir. Evlilik bazen nesil meyvesini verir,bazen vermez. Bu da Allah'ın iradesi ile olur.
Allah Tealâ şöyle buyurur:
"Dilediğine kız çocuk, dilediğine de erkek çocuk verir. Yahut hem kız, hem erkek çocuk verir, dileğini de kısır kılar. O, bilendir, herşeye kadirdir.". (Şura: 49-50)
İnsan toprağa tohumu atar, bazen biter, bazen bitmez. Bazen büyür meyve verir bazen vermez. Bu da Allah'ın iradesi ve dilemesi ile olur.
Allah şöyle buyurur:
"Söyleyin, ektiklerinizi yerden bitirenler sizler misiniz, yoksa Biz mi bitiriyoruz? Dilersek biz onu çerçöp yaparız.". (Vakıa: 63-65)
İnsan ilaç alır bazen şifa bulur, bazen Allah'ın iradesi ve dilemesiyle şifa bulmaz. Nitekim şöyle buyurulur:
"Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah* münezzehtir.". (Yasin: 83)
Diğer ayette de:
"Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.". (İnsan: 30) buyurulur. 120
İnsan Hür İradesi İlemi Hareket Eder
Yoksa İşlerini Tamamen Yüce Allah mı Yürütür?
İmanın en önemli gereklerinden biri de; Allah'ın geniş bir ilim sıfatı, her şeyi kaplayan bir irade sıfatı ve tam mükemmel olan bir kudret sıfatı olduğuna inanmaktır. Allah dilediğini yapan ve yapılanları da bilir. Kaza ve kader inancı bu sıfatlara dayanır. Bunlara iman, Allah'a imanın tamamlayıcı bir parçasıdır. Bu şekilde Allah ilmiyle herşe-yi kuşatır, bütün mekanları ve zamanları kaplar.
Kur'ân'da şöyle buyurur:
"Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabb'inden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir kitabdadır.". (Yunus: 61)
İşte bu "Kitab"ın sayfalarında Kaza ve Kader satırları yazılmış, işler bilinmiş, iyi-kötü sonuçları açıklanmıştır. Fakat biz onlan nereden bilebiliriz?
Kaza ve Kader, hayatın olayları, insanların işleri ve tasarrufları ile ilgilidir. Bunlardan her birinin hükmü diğerinden ayrılır.
Konuyla ilgili şu bölümleri açıklayacağız121
1) Cebrî (insan iradesinin etkisi olmadığı) Sorgulama ve Hesaba Çekilme Olmayan İşler
Bazı işler sırf Yüce Kudret sahibi Allah'ın iradesi ile-meydana gelir. İnsanlar bu işleri ister istemez kabullenirler, ister bunu hissetsinler ister hissetmesinler. Çeşitli akıllar, onlardaki zeka veya geri zekalılık,sakin veya sinirli karakterler, uzun veya kısa boylu bedenler, güzellik veya çirkinlik insanın doğduğu zaman dilimi, yetiştiği bölge, imkanlarından yararlandığı anne-babası, kalıtım yoluyla kendisine geçen huy ve yönelişler, -hayat, ölüm, sıhhat- hastalık, fakirlik, zenginlik, gibi konularda insanın hiç bir müdahalesi yoktur. Ve bunlar hakkında hiçbir sorguya da çekilmeyecektir.
Kur'ân'da konuyla ilgili şöyle buyurulur:
"Şüphesiz gökte ve yerde hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz. Ana rahminde sizi dildiği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur, güçlüdür. Hâkimdir.". (Al-i İmran: 5-6)
Diğer bir ayette de:
"Rabb'in dilediğini yaratır ve seçer, onlar için seçim hakkı yoktur. Allah onların koştukları ortaklardan münezzehtir, yücedir. Rabb'in gönüllerinin gizlediklerini ve açığa vurduklarım bilir. Allah, O'dur; O'ndan başka tanrı yoktur. Ancak O! Övgü, dünyada ahirette de O'na döndürüleceksiniz.". (Kasas: 68-70)
Başka bir ayette de şöyle buyurur:
"Allah sana bir sıkıntı verirse, onu O'ndan başkası gideremeL.Caııa bir iyilik dilerse O'nun nimetini engelleyecek yoktur. O'nu kullarından dilediğine verir. O, bağışlayandır, merhametlidir.". (Yunus: 107)
Diğer bir ayette de:
"Yeryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, Kitabda bulunmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır. Bu, kaybettiğinize üzeîmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.". (Hadid: 22-23)
Kadere bu şekilde inanmak farzdır. Her mü'min buna kalbinin derinliklerinden inanması gerekir. Geçmiş büyüklerimiz de bu şekilde inanmışlar ve bu, onların işlerinde güzel bir şekilde gözükmektedir. Bir mü'min kendisine gelen belanın onu sapıttırmak için olmadığını, rızkının ve kendine ayrılmış ecelinin yazılmış olduğunu bilirse güre-vini tam bir şekilde yapar. Kulağında da şu ilahi prensip devamlı çınlar.
De ki: "Allah'ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim M evi a m iz d ir, inananlar Allah'a güvensin.". (Tevbe: 51) 122
2) Kendisinde Sorguya ve Hesaba Çekilme Olan İhtiyarî (insan iradesine dayalı) İşler
Bu işler, akıllı ve buluğa ermiş bir insanın, katıksız ve hür iradesiyle meydana gelirler. Bunlar, insanın mükellef olduğu, sevab ve günahın ilgili olduğu işlerdir.
İslâm dini, insanın bir takım güçler, melekeler, istidatlarla yaratılmış olduğunu kesin olarak beyan etmiştir. İnsanın bu gücünü iyiye veya kötüye yönlendirmesi mümkündür. İnsandaki güçlerin tamamı iyiye veya kötüye yöneliktir, denemez.
Bu hüküm şu ayet-i kerimeye dayanır;
"Kişiye ve onu şekillendirene; sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki.". (Şems: 7-8)
Yani Allah, insanı, kendisinden korkmaya veya karşı gelmeye uygun, iyiliğe de kötülüğe de elverişli yaratmıştır. Allah'ın verdiği akıl sayesinde insan; inanç konularında doğruyu yanlıştan, bir takım işlerde iyiyi kötüden, sözlerinde de gerçeği yalandan ayırt edebilmektedir.
Allah, insana doğruyu doğru bilme, yanlışı yanlış bilme, iyiyi yapma, kötüyü terketme, doğru söyleyip yalandan kaçınma gücü vermiştir. İnsanın iyiyi kötüden ayırabilen bir aklı,bir işi yapmaya elverişli gücü, açıkça belli bir metodu varsa -ki işler ayık bir akıl ve serbest hareket edebilen yönelimlerle meydana, gelir- insanın serbest iradesi tesbit edilmişse fiillerindeki hür seçimi gerçekleşmiş olur. Bu şekilde insan ya mü'min ya kafir olur. İsterse iyi işleri yapar, isterse kötü işleri. Hür iradesiyle yaptığı bütün işler mükellef olma sorumluluğu altında gerçekleşmiş ve bu işlerle sevab veya günah elde edilmiş olur.
Bu konuda Kur'ân'da ki bazı ayetlerde şöyle buyuru-lur:
"Şüphesiz ona yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük.". (İnsan: 3)
"Biz ona eğri ve doğru iki yolu da göstermedik mi?". (Beled: 10)
"De ki: "Gerçek Rabbinizdendir." Dileyen inansın, dileyen inkar etsin.". (Kehf: 29)
"Kişiye ve onu şekillendirene, sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki, kendini arıtan saadete ermiştir.". Kendini fenalıklara gömen kimsede ziyana uğramıştır. (Ankebut: 69)
"De ki "Ey İnsanlar! Rabb'inizden size gerçek (Hak) gelmiştir. Doğru yola giren ancak kendisi için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmıştır. Ben sizin bekçiniz değilim.". (Muhammed: 17)r
Kaderin bu çeşit işlere nisbet edilmesi ki bu işler insan iradesiyle teklif çerçevesinde olan işlerdir. Allah'ın ilminin herşeyi tam bir şekilde içine alması, herşeyi kaplaması, demektir. Fakat insanın hür iradesi olduğunu söylemekle işlerimizin ilahî bilgi dairesinden çıkamayacağını söylemek nasıl uyuşabilir, denilebilir?
Buna cevap kolaydır:
İnsan, asık suratlı olarak, aynanın karşısında dursa, ne görür? Elbette asık suratlı olarak, kendi resmini görür. Bunda aynanın günahı nedir? Onun görevi, karşısında duran cismi, şekliyle göstermesidir. Aynanın yaptığı doğrudur. Eğer insan, güler yüzlü dursa, ayna ona, kendini güler yüzlü olarak gösterir.
İlahi bilginin yansıma alanı da aynı şekildedir. İnsanların amellerinde bir hareket meydana getirme ile ilgisi yoktur. O, var olanı ortaya koyma ve açıklama durumundadır. Allah'ın bilgisi işleri takib eder, işler Allah'ın ilmini takib etmez. İlahi bilginin ayrıldığı en uç nokta şudur: O yalnızca şu andaki olayları açığa çıkarmaz, geçmişteki ve gelecekteki olayları da açığa çıkarır.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir.O halde: Kur'ân'da ki: "Allah dilediğini sapıttırır, dilediğini doğru yola eriştirir." Ayetinin manası nedir?
Bu sorunun cevabı şöyledir: Gerçek şu ki sapıtmak veya doğru yolda olmak bir takım önceden meydana gelmiş olay ve sebeblerin sonuçlarıdır. Nasıl ki yiyecekler gıda verir, su harareti keser, bıçak keser, ateş yakar, aynı şekilde bir takını sebebler vardır ki hidayete, bir takım se-bebler de vardır ki sapıtmaya götürür. Doğru yolda olmak güzelişlerin sonucu, sapıtmak da kötü ve çirkin işlerin sonucudur. Hadayet veya sapıtmak Allah'a ancak, bu işin se~ beb-sonuç ilişkisinin kanunlarım koymuş olması açısından isnad edilebilir. Yoksa Allah, insanı sapıtmaya veya hidayete zorlamış değildir.
Aşağıdakiayetler bu konuyu şöyle açıklamaktadırlar:
Hidayete erme konusunda ayetler
"De ki: "Doğrusu Allah, dileyeni saptırır ve kendi] sine yöneleni doğru yola eriştirir." Onlar inanmışlar} kalbleri Allah'ı anmakla, huzura kavuşmuştur. Dikkai edin! Kalbler ancak, Allah'ı anmakla, huzura kavuşurj (Ra'd: 27-28)
"Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette yollarımıza eriştireceğiz." (Ankebut: 69)
"Doğru yolu bulanların ise Allah doğruluklarıml artırır, onların karşı gelmekten sakınmalarını sağlar.".j (Muhammed: 17)
Ayetlerde geçen Allah'ın insanları doğru yola iletme-j si, onlara bir kitapda bulunma, onları iyi işler yapmaya muvaffak kılmasındadır. Bu hidayet nefisle yapılan mücadelenin, Allah'a dayanmanın ve O'nun vahyine ve doğru' yolu göstermesine sımsıkı sarılmanın bir sunucudur.
Sapıtma konusundaki ayetler
"Allah, bu misalle (bir sivr sinek yaratmak da) bir çoğunu saptırır,bir çoğunu da yola getirir. Onunla saptırdığı yalnız fasıklardır ki onlar Allah'la yapılan sözleşmeyi kabulden sonra bozarlar. Allah'ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; zarara uğrayanlar işte onlardır.". (Bakara: 26-27)
"Allah inananları, dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar, zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapar.". (İbrahim: 27)
Abdullah b. Abbas'dan rivayet edilen bir hadisde Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Her kim istiğfarı çok yaparsa o kişinin bütüa darlıklarına bir çıkış yolu, bütün kederlerine bir rahatlık verir. O kişinin rızkıda ummadığı yerden gelir.".
Bundan dolayı Peygamberimiz çok istiğfar ederdi.
Buhari'de Ebu Hureyre'den naklen Peygamberimiz (s.a.v.) :
"Allah'a yemin olsun ki ben, günde 70 kereden fazla Allah'a istiğfar ve tevbe ediyorum." buyurur.
Peygamberimiz ashabına da istiğfarların en iyisini öğretiyordu.
Bir hadisi Şerifte şöyle buyurur:
"İstiğfarın efendisi (en iyisi, üstünü) şudur: "Ey Allah'ım! Sen benim Rabbimsin. Ben, senin kulunum ve ben gücüm yettiği kadar senin vadin ve sözün üzereyim. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Üzerime olan nimetini, ve günahımı itiraf ediyorum. Beni affet, zira günahları senden başka bağışlayan yoktur.". Her kim bu istiğfarı akşam vakti söyler de o gece ölürse cennete girer. Her kim de sabah vakti söyler de o gün ölürse cennete girer. (Buhari)
Nitekim Peygamberimiz istifan bir meclisdeki bağrış-tnalar esnasında söylenenleri Örteceğini de zikreder. Ebu Hureyre'den naklen Peygamberimiz (s.a.v.):
"Her kim bir meclise oturur da orada gürültüsü çok olursa ve oradan kalkmadan şunu söylerse, o mec-lisde olan şeyleri affedilir. "Noksan sıfatlardan münezzeh ve her türlü övgü sana mahsus olan Allah'ım! Ben şehadet ederim ki Senden başka ilah yoktur. Senden af diler, sana tevbe ederim.1". (Tirmizi) 123
3) İyilikler
Ahirette cezayı düşüren üçüncü sebeb iyiliklerdir. Çünkü bir iyilik 10 misli, bir kötülük bir misli ile karşılık
görecektir. Kur'ân'da:
"İyilikler kötülükleri giderir, Duyurulur.". (Hud:114)
Peygamberimiz (s.a.v.) de bir hadisde şöyle buyurur: "Nerede olursan ol, Allah'dan kork! Yaptığın kötülüğün peşinden bir iyilik yap ki onu silsin. İnsanlara da güzel ahlakla muamele et.". 124
4) Dünyevî Afetler
Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur:
"Müslümana ağrı, yorgunluk, hastalık, keder hatta kendisini bunaltan bir iç sıkıntısına varıncaya kadar herhangi fena birşey isabet etmez ki buna karşılık kendi günahlarından bir kısmına keffaret olmasın." (Müslim: Birr/52) 125
5) İlahi Adaletin Gereği
Kıyamet gününde şefaate hak sahibi olanlarm,Al-lah'ın izni ile yapacak oldukları şefaat de ahiretteki cezaları giderir. 126
6) Hiç Şefaat Olmadan Allah'ın Affı Şöyle buyurur:
"Allah kendisine ortak toşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar." 127
7) Diğer Mü'minlerin Hayatta İken
Veya Öldükten Sonra Dua ve İstiğfar Etmeleri128
8) Öldükten sonra Ölüye hediye edilen sadaka
Kur'ân okuma,hacc ve benzeri ibadetlerin sevabı. Ehli sünnet, ölü olan mü'minlerin, hayattakilerin çalışmalarından iki şekilde faydalandıklarında ittifak etmiştir.
a) Ölünün hayatta iken bizzat sebeb olduğu hayırlar Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur:
İnsan, ölünce kendisinden bütün amelleri kesilir. (Amel defteri kapanır). Ancak bu üç şeyden amel kesil-meyip (lehine sevab yazılmaya) devam eder. Devamlı (kullanılan) sadaka (vakıf), faydalanılan ilim (hizmeti), kendisine dua eden iyi bir evlât. (Müslim: Vasiyye/ 14)
b) Müslümanların ölüye dua ve istiğfarda bulunmaları:
Onun için sadaka verip hacc etmeleriyle ona sevap ulaştırabilir.
Namaz, oruç, Kur'ân okumak, zikir gibi bedenle yapılan ibadetlerin sevabının ulaşmasında ihtilaf olmuştur. Ebu Hanife, Ahmed b. Hanbel ve Selef alimlerinin çoğunluğu ulaşacağı, Safi ve Malik ise ulaşmayacağı görüşündedirler.
Ölünün bizzat sebeb olmadığı şeylerin sevabının ulaşacağı görüşündeki Cumhur'un kitab, sünnet, icma' ve kı-yasdan delilleri vardır:
Kur'ân'da şöyle buyurulur:
"Onlardan sonra gelenler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla." derler. (Haşr: 10)
Ayette kendilerinden önce geçen mü'minler için istiğfarda bulunmalarının övülmesi, dirilerin istiğfarıyla ölülerin faydalandığını göstermektedir. Ölüye duanın ulaştığını, cenaze namazında ve sünnetle nakledilen diğer dualarda ve defnedildikten sonraki duada zikredildiğinde ümmet fikir birliği etmiştir.
Ebu Davud'un rivayetine göre, Hz. Osman (ra) şöyle demiştir:
"Peygamberimiz ölüyü defnettikten sonra durur ve şöyle derdi":
"Kardeşiniz için Allah'dan af isteyiniz. Onun için ayaklarının sağlam kılınmasını isteyiniz, zira şu anda o sorgulanıyor" Aynı şekilde Peygamber'imiz kabirleri ziyaret ederken de onlara dua ederdi. Mezarlıklara gidince ashabına şöyle dua etmelerini öğütledi:
"Selam size ey Mü'min ve Müslüman kabir ahalisi! Allah dilerse bizler de sizlere katılacağız. Sizin ve bizim için Allah'dan afiyet istiyoruz."
Müslim'de Hz. Aişe (r. anha) şöyle der:
Peygamberimize, Ölüler için nasıl istiğfar ediyorsun? diye sordum. Buyurdu ki: "Şöyle de: Müminler ve müslümanlar diyarının ahâlisine selam! Allah bizden evvel ölenlerle bizden sonra öleceklere rahmet eylesin! Ve biz de inşallah sizlere muhakkak kavuşacağız." (Müslim: Cenaiz/ 103)
Sadakaların sevabının ölüye ulaşacağına dair Hz. Aişe (ra)'den şu hadis nakledilir:
"Peygamber'imize bir adam geldi ve: Ey Allah'ın Rasûlü! Annem ansızın vasiyyet edemeden öldü. Ben öyle zannediyorum ki eğer konuşabilseydi sadaka verirdi. Şimdi ben onun namına sadaka versem annem için bir sevâb olur mu? diye sordu. Peygamberimiz (sav), "Evet" (olur) diye cevap verdi." (Müslim: Vasiyyet/ 12) Bu hadisin benzerleri hadis kitapları içerisinde içinde çoktur.
Orucun sevabının ölüye ulaşacağına dair olan hadiste Peygamberimiz: "Her kim üzerinde oruç borcu olarak ölürse velisi onun yerine oruç tutar." (Müslim, Buharı)
Hacc sevabının ulaşacağına dair olan hadiste şudur:
"Cuheyne kabilesinden bir kadın, Peygamber'imi-ze gelerek O'na hacc etmeyi adamıştı; fakat hacc edemeden öldü. Ben onun yerine hacc edeyim mi?" diye sordu.
Peygamberimiz (sav) şöyle dedi:
"Onun yerine hacc yap. Söyle bakalım annenin birine borcu olsa da ödeşen sen onu ödemiş olmaz mısın? Allah'a da onun borcunu öde. Allah ödenmeye en hak sahabidir. Bunun benzerleri de çoktur."
Müslümanlar, ölünün -velev ki yabancıya olsun ve bıraktığı maldan olmasın- borcunun ödenmesiyle onun so-rumlulğundan düşeceğine dair fikir birliği etmişler ve bu dinin kurallarına göre olmuştur. Bu da kıyasdır. Zira se-vab, ameli işleyenin hakkıdır. O sevabı bir müslüman kardeşine karşılıksız vermesine kimse engel olamaz. Nitekim, ona hayatında iken bir mal hibe etmeye veya öldükten sonra onun borcunu silmeye, kimsenin engel olamayacağı gibi. "
Ölüye bu tür işlerin sevabının ulaşmayacağını söyleyen, diğer grubdaki alimlerin delillerine şöyle cevap verilir: Ölünün kendisine hediye edilen sevablarla faydalanacağı,aş ağıdaki sebeblerden ötürü şu ayetlerle çelişmez;
"İnsan ancak çalıştığına erişir." (Necm: 39)
"Kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir." (Bakara: 286)
"İşlediklerinizden başkasıyla karşılık görmezsiniz." (Yasin: 54)
Bunun sebebleri şunlardır:
1) Kişi, İslâm'a girmekle, iman kardeşlerine bağlanmakla, çalışmasının sonucu ve güzel ahlakıyla bir takım dostlar edinir, çocuk sahibi olur, eşlerle evlenir, hayırlar yapar ve insanların sevgisini kazanır. Onlar da ona acır, ona dua eder, ibadetlerin sevabını ona bağışlarlar. Bu durumda onun çalışması sonucudur.
2) Kur'ân'ı Kerim, kişinin başkasının çalışmasından faydalanamayacağını beyan etmiştir. Bu ikisi arasında fark vardır. Kur'ân'da, kişinin ancak kendi çalışmasına sahib olacağı,başkasının çalışmasının sahibi ise başkası olduğu haber verilir. Çalışma sahibi ise çalışmasını isterse başkasına sarfeder, isterse kendine saklar.
3) Kur'ân'da ilahî adaleti gerektiren ayetlerden mak-sat,hiç kimsenin başkasının suçundan dolayı cezaya çarptı-rılmayacağı ve sorguya çekilmeyeceğidir. Bundan dolayı amellerde ciddi olunmalıdır. Herkes kendi ameliyle kurtulacaktır. Bu şekilde kişi başkalarının yaptıklarıyla kurtuluşa ereceğinden ümidini keser. Dünyada iken atalarının yaptıklarına güvenenlerin, başkalarının çalışmasından faydalanamayacaklarını ayetler açıkça ifade eder.
Nitekim ölünün dirilerin hediye ettikleri sevablardan faydalanması görüşü, Peygamberimizin şu hadisi ile de çelişmez:
"İnsanoğlu ölünce ameli kesilir. Üç şey müstesna: Devamlı sadaka, dua eden hayırlı evlat, kendisinden sonra faydalanılan ilim."
Bunun sebebi de şudur: Peygamber'imiz başkasının amelinden faydalanma kesilir, dememiştir, böylece kişinin kendi amelinin kesileceğini haber vermiştir. Başkasının ameli, yapan kişiye aittir. Dilerse ölüye hibe eder ve onun amelinin sevabı ölüye ulaşır. Yoksa kendi yaptığı amelin sevabı değil. Bu, insanın başkası adına ödeyerek onu berî kıldığı bir borç gibidir. Halbuki borcu ödenenin borcu ödeyecek birşeyi yoktur.
Malla yapıhan ibadetlerle bedenle yapılan ibadetleri birbirinden ayırarak birinin sevabının ölüye ulaşacağı, diğerinin ulaşmayacağı görüşü tutarlı değildir. Buna cevap olarak şöyle denir:
Peygamberimiz, ölünün yerine oruç tutmayı, geçirli kılmıştır. Bununla birlikte bunda vekillik geçerli değildir. Çünkü sevabı bağışlamak vekillik babından değildir. Nitekim, özel tutulan işçide, başkasını kendi yerine vekil, tayin edemez.
Bütün bunlardan dolayı kabul ettiğimiz ve doğru bulduğumuz görüş, çoğunluğun görüşü olan bedenle yapılan ibadetlerin malla yapılan ibadetlerle beraber sevabının ölüye ulaşacağı görüşüdür,
Kur'ân okumak için bir topluluğu kiralayarak ölüye sevabı bağışlamak işinin selefden ne bir kimse yapmış ne de dinimizin ilim otoriteleri böyle bir şeyi emretmişlerdir. Bu konuda hiçbir izin olmadığından ihtilafsız caiz değildir. Aynı şekilde bir kişiyi, ölü adına namaz kılması, oruç tutması için kiralayıp sevabını ölüye bağışlamak caiz değildir. Ücretsiz olarak, halis niyetle, Allah rızası için Kur'ân okumak ve sevabını Ölüye hediye etmek, namaz ve oruçta olduğu gibi caizdir, makbuldür. 129
Dostları ilə paylaş: |