TevhiD (allah’in varliği ve sifatlari)



Yüklə 400,49 Kb.
səhifə7/8
tarix17.11.2018
ölçüsü400,49 Kb.
#83150
1   2   3   4   5   6   7   8
7 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 12-13.

8 Yunus Suresi; Ayet 101

9 Kaf Suresi, Ayet 6-11.

10 Yusuf Suresi, Ayet 105.

11 ibni Ebi Dünya Kitab et-tefekkür'ünde rivayet etmiştir.

12 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 13-15.

13 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 15.

14 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 16-17.

15 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 17-18.

16 Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.

17 NOT Allah'ü tealânm isim ve sıfatlarını tam karşılığı ile İfa* de edebilmek şüphesiz ki insan gücünün üstündedir. Gerek se­lefimizin, gerekse halefimizin âlimleri onun sıfatlarına bir karşı­lık bulabilmenin güçlüğünü idrak ettiklerinden bundan daima ka­çınmışlardır ve bunları olduğu gibi almışlardır. Kendi varlığının birer ifadesi olan isim ve sıfatları da kendi gibi ezeli ve ebedî olduğundan cansız ve sönük kelimelerle ifadesini bulamamakta­dır. Onun tek bir isim ve sıfatı için ciltler dolusu eserler yazıl­sa yine azdır. Bizim burada isim ve sıfatlara bulduğumuz karşı­lıklar kelimelerin lügat anlamı olmaktan başka birşey değildir. Okuyucularımızın bu anlamları Rabbİmizin şanına lâyık bir şekil­de değerlendirmesini istirham ederim. (Mütercim) Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 18-22.

18 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 23.

19 İmamı Nevevi, MüsÜmin şerhinde şöyle söylemiştir. Han­gi hadise olursa olsun söğmeyiniz. Zira söğdüğünüz zaman onu indiren ve onu yaratan faaile, küfrünüz Alîah'ü tealâya-dır. Çünkü onu var eden ve indiren odur. Dehr ise hiç bîr iş yapma gücü olmayan zamandan ibarettir Bilâkis o da Allah'ü tealânın yarattığı bir varlıktan İbarettir.

20 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 24-25.

21 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 25.

22 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 25-26.

23 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 26.

24 Onu, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve İbni Macee rivayet et­miştir.

25 Tân, Hz. Muhammed'den bir hadis rivayet eden kişinin; ri­vayetini geçersiz kılan halterdir. (Ravİnİn yalancı oluşu, tanınmamış olması, daima yanılması.)

26 Senet veya isnat: Hadis rivayet eden ravilerin sıralanma­sından meydana gelen zincire denir.

27 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 26-27.

28 Nevevi ve Hatib bu adamın, Ebu Ayyaş Zeyd bin Samİd el-Ensari ez-Zergi olduğunu söyledi.

29 Bu hadisi Ebu Davud, Tirmizi. Nesei ve Ibnî Macee riva­yet etmiştir.

30 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 27-28.

31 Bakara söresi. Ayet 163

32 Bu Hadisi Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi, ve Ibni' Macee ri­vayet etmiştir.

33 Hasen hadis: Kesiksiz bir senetle adil fakat zabıt bakı­mından sahih hadis ravilerine nazaran biraz daha aşağı derecedeki raviler tarafından rivayet edilen hadistir.

34 Sahih hadis: Sağlam ve her bakımdan mükemmel olan hadistir. Kesiksiz bir senetle Hz. Peygamber'(A.S.) a varan hadislerdir.

35 Üç karanlık, 1) Gecenin karanlığı, 2) batığın karnındaki karanlık, 3) denizin karanlığı.

36 Akim rivayet etmiştir.

37 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 28-31.

38 Buhari'nİn Ebu Hureyre'den rivayet ettiği bir hadis'i şerif malinde Rasülullah şöyle buyurmuştur. «Her çocuk İslâm fıtratı üzerine dünyaya getirilir. Bundan sonra anası, baba-$ı yahudi İse onu yahudi yaparlar, Hıristiyan İse hıristiyan, mecusi (ateşe tapan) ise mecusi yaparlar. Nitekim kusur­suz doğan bir hayvan yavrusu içinde siz kulağı, dudağı, burnu, ayağı kesik olanını hiç görüyor musunuz? Bundan sonra Rasülullah (S.A.V.) bu ayeti okumuştur. Diğer bir hadisi şerif mealinde de «Dinlerin Allah'a en sevgili olanı eğriyi bırakıp doğruya giden ve kolay olan dindir» diye bu­yurmuşlardır. (Bu hadis'i. Buharı, İmam-ı Ahmet, Taberani rivayet etmiştir.)

Ayeti kerimede geçen hanif kelimesinin tögat mânâsı, eğriyi bırakıp doğruya giden demektir. Terim anlamı ise, İbrahim (A.S.) in Allah'ı bir tanıma dinine ad olmuştur.



39 Mevzumuzla ilgisi bulunan ve okuyucumuzun imanını tahkiki iman derecesinde daha da sağlamlaştıracak olan; bir ilim adamını, Allah'ın varlığına İnandıran yedi sebebi buraya aynen alıyoruz.

«İlim ve fen asrının henüz pek başlarında bulunuyoruz ve her yeni gün, kudret ve İlim sahibi bir yaratan tarafından yapılan şeyleri bir parça daha meydana çıkarıyor. Darvin'den sonraki şu doksan sene içinde akla durgunluk veren yeni şeyler bulduk. İl­me has bir tevazu ve bilgiden gelen bir imanla Allah'ın varlığı­nın daha çok farkına varmaktayız ve varacağız.

Aşağıdaki şu yedi sebep şahsen beni Allah'ın varlığına inan­dırmaktadır:

Birincisi: Hiç değişmeyen o riyazi kanunla isbat edebiliriz ki; alemimizin plânını yapan ve onu plâna göre meydana getiren büyük bir kurucu zekâ vardır.

Cebinize, birden ona kadar numaralanmış on tane bir ku­ruş koyun ve şöyle bir iyice de karıştırınız. Şimdi, bu kuruşla­rı teker teker birden ona kadar numara sarası İle çekmeye çalı­şın, her aldığınız kuruşu da tekrar cebinize koyup paraları yeni­den bir iyice karıştırın. Riyazi olarak biliyoruz ki, ilk çekişte bir numaralı kuruşu çekmek ihtimaliniz onda birdir. Arka arkaya bir ve iki numaralı kuruşları çekme ihtimaliniz ise yüzde birdir. Bir, iki ve üç numaralıları müteakiben çekmek ihtimaliniz ise binde birdir ve bu, böylece devam eder gider. Bu kuruşların hepsini sırası ile birden ona kadar çekmek ise inanılmıyacak kadar uzak bir ihtimal, milyonda bir İhtimal olacaktır.

Aynı şekilde, yeryüzündeki hayat için o kadar çok riyazi (matematiksel) ve kati şartlara ihtiyaç vardır ki bütün bu şart­ların sırf tesadüfi olarak tam gerektiği gibi olmalarına ihtimal yoktur.

Dünya, mihveri etrafında saatte bin mil yapar. Eğer böyle ol-mayıpta saatte yüz mil yapacak kadar dönseydi, gündüz ve ge­ce şimdi olduğundan daha uzun otecak, Öyfe olunca da her uzun gün, nebat (bitki) namına ne varsa hepsini yakıp kavuracak, uzun gecelerde eğer kalırsa kalanını dondurup mahvedecekti.

Aynı şekilde, hayatımızın membağı olan güneşin dış taba­kasında hararet on iki bin Fahrenheit'tir. Dünyamızın güneşten uzakliği o şekildedir ki, sönmek bilmeyen bu ateş bizi tam ka­rar ısıtıyor o ka/Jsr. Eğer güneşin bu harareti yarı yarıya azala­cak olsa soğuktan donardık, yansı kadar fazla olsa hepimiz kavrulurdu.

Dünyanın 23 derece bir meyil ile eğri durması mevsimleri meydana getirmektedir. Eğer dünyaya böyle bir meyil verilme-seydi, okyanustan yüksefen buharlar kuzey ve güneye akın eder­ler, kıtaları birer buz parçası yaparlardı.

Ay da dünya'ya şimdiki mesafede olacağına, meselâ sade­ce elli bin mil ötede olsaydı yer yüzündeki medd-ü cezirler Öyle müthiş olurdu ki, bütün kıt'alar günde İki defa su altında kalırdı. Dağlar bile ktsa bir zamanda aşına aşına ortadan silinirdi.

Eğer arzın kabuğu on kademcik kalın olsaydı, karbondiok­sitle oksijeni emer ve bitki denen şeyden eser olmazdı. Yahut da dünyanın etrafındaki atmosfer tabakası daha İnce olsaydı hergün bizden uzakta yanıp tutuşan milyonlarca meteor dünyamızın her tarafına çarpar ve her yeri ateşler, tutuştururdu.

Bütün bunlardan ve daha bir sürü misâllerden anlıyoruz ki, dünya üzerinde hayat tesadüfi değildir Buna milyonda bir bile İhtimal yoktur.

İkincisi: Gayesine ulaşabilmek için hayatın ne yapıp yapıp var kuvveti ile imkânlar araştırması da, herşeyi içine alan o ila­hi hikmetin bir tezahürüdür.

Can denen şey nedir? Şimdiye kadar bunu kimse tamamiy-le anlıyamamıştır. Ne ağırlığı, ne eni, ne boyu var, fakat bir kud­ret olduğu muhakkak büyüyen bir kök, kayayı çatlatır. Bu kuv­vet suyu da toprağı da, havayı da fethetmiştir. Dört hayat un­suru onun emri altındadır. Onların tertiplerini bozar ve tekrar bir­leştirir.

Hayat denen bu heykeltraş, bütün yaşayan şeylere vücut verir, bir ressamdır, her ağacın her yaprağına bir şekil verir ve her çiçeği boyar.

Hayat, bir müzisyendir, her kuşa aşk şarkısına nasıl söy liyeceğini, böceklere binbir ses müziği içinde nasıl anlaşacakla­rını öğretmiştir.

Hayat, yüksek bir kimyagerdir. Meyvaİara, baharata tat, güllere koku verir. Su İle karbonik asitten şeker ve odun yapar, bunu yaparken de mahlukatm teneffüs etmesi İçin oksijeni ser­best bırakır.

Adeta görülmiyecek kadar küçük olan bir protoptazma dam­lasını düşünün şeffaf, pette gibi, hareket kabiliyeti olan ve gü­neşten kudret alan birşey. Bu birtek hücre, bu şeffaf, bulanık damlacık, hayat denen şeyin tohumunu ihtiva etmektedir ve bu hayatı küçük küçük her yaşayan şeye geçirmek kudretindedir. Bu damlacıktaki kudret ve kuvvet bütün nebat, hayvan ve İnsanla­rın sahibolduğu kuvvetten daha fazladır, çünkü bütün hayat on­dan çıkmıştır. Bu hayatı yaratan, tabiat değildir. Ateş püsküren dağlarla tuzlu bîr deniz'böyle bir varlık yaratmaktan çok uzaktır.

Üçüncüsü: Hayvanlarda gördüğümüz anlatış kendilerine ye­gâne destek olarak şevki tabii denilen şeyi bahşeden iyi bir ya­ratan olduğunda hiç şüphe bırakmıyor.

Yavru salamon balığı yıllarca denizde kaldıktan sonra ken­di öz vatanı olan nehire döner, hem de tam doğduğu ırmağın nehire döküldüğü kıyıya...

Onu, böyle noktası noktasına tam eski yerine getiren şey nedir? Eğer bu balığı alıpta aynı nehre dökülen başka bir ırma­ğa koyacak olursanız derhal yanlış bir yolda olduğunu anlayacak, tekrar gerisin geri dönerek asıl nehre çıkacak, sonra nehrin ak­tığı istikâmetin aksine dönerek doğduğu ırmağa doğru yol ala­caktır.

Yılan balığının sırrını çözmek ise daha güç. İnsanı hayret­ten hayrete düşüren bu mahlûklar, nesli üretecek hale geldikleri zaman dünyanın hertarafındaki göl ve nehirlerden; Avrupa'daki-ler -de dahil olmak üzere binlerce mil, okyanusu aşarak kopup gelirler hepsi de Bermuda yakınlarındaki sonsuz derinliklere ge lip, orada yavrular ve ölürler.

Sadece uçsuz bucaksız bir su içinde odluklanndan başka birşey bilmiyorlarmış sanılan mini mini yavrular gerisin geri yola çıkarlar. Sonunda da sadece kendi ana babalarının geldiği aynı sahile ulaşmakla kalmayıp oradan da ana babasının yaşadığı neh­re, göle, yahut da gölcüklere giderler, öyfeki su olan her yerde her zaman sürü sürü yılan balığı vardır. Şimdiye kadar Avrupa-da hiç bîr Amerikalı yılan balığına. Amerika sularında da hiçbir Avrupalı yılan balığına rastlanmamıştır. Hattâ Allah Avrupalı yı­lan balıklarının Ömrünü uzun yolculuklarına göre bir sene kadar yahut da biraz daha fazla uzatmıştır.

Bu kadar kuvvetli bir istikâmet hissinin menşei {çıkış yeri) nedir?

Bir eşek arısı; bir çekirgeyi alteder. Toprakta bir çukur açar. İğnesile çekirgeyi öyle bir yerinden sokarki, böcek ölmez, fa­kat kendini kaybeder. Artık konserve edilmiş bir et gibidir. Son­ra o şekilde yumurtlar ki, yavrular yumurtadan çıktığı zaman gı­dalarını, temin eden bu böceği Öldürmeden ufak ufak koparıp ısırarak yiyecek vaziyettedirler. Ölü bir et yemek yavrucuklar için ölüm demektir. Sonra ana uzaklara uçar ve Ölür. Yavru­larını hiç görmez. İlk eşek ansının da aynı şekifde hareket ettiği muhakkaktır. Yoksa şimdi yer yüzünde böyle bir hayvan mev­cut olmazdı. Böyle esrarlı hareket ve teknikler sonradan edin­me; intibak kelimeleriyle İzah edilemez. Bu, onlara bahşedilmiştir.

Dördüncüsü: insanda, hayvandaki şevki tabiiden daha faz­la birşey vardır: Muhakeme kabiliyeti.

Başka hiç bir hayvan yoktur ki; ona kadar sayabilsin. Yahut da on adedinin manasını karvayabilsin. Şevki tabii, bir flütten çı­kan tek ses gibidir. Güzel; fakat mahdud, halbuki insan kafası or­kestrayı teşkil eden bütün müzik aletlerinden çıkan sesleri İhti­va eder. Bu dördüncü noktayı anlamak İçin fazla uğraşmaya lüzum yok. Çok şükür ki, bu vaziyette olmamızı alem şümul zekadan bir nebze bize de vermiş olması ihtimali ile izah ede cek kadar düşünme kabiliyetimiz var.

Beşincisi: Hayat İçin lâzım İlk şart bu gün bizim bildiğimiz fakat Darvin'in bilmediği birtakım hadiselerde kendini göstermek­tedir. Meselâ Gen harikası gibi. Bu gen denen şeyler o kadar küçüktür ki, yer yüzündeki mevcut bütün canlıları meydana ge­tiren genlerin hepsini bir araya top la sak bir yüksüğü bile doldur­maz. Mikroskopla bile görülemeyen bu genler ve onların ar-. kadaşlan krom ozonlar her canlı hücreye yerleşirler, bütün in­san, hayvan ve bitkileri hususiyetlendirirler. Bir yüksük, iki mil-yan aşan (şimdi üç buçuk milyar) insan nüfusunun ayrı ayrı bütün ferdi hususiyetlerini İçine alamıyacak kadar küçüktür ama bu husustaki hakikatler tereddüde mahal bırakmamaktadır.

Pekâlâ öyle ise gen denen bu şey nasıt olur da bir sürü ecdadın hususiyetlerini içinde gizliyor. Nasıl oluyor da bu ka­dar inanılmıyacak kadar küçük bir yerde ayrı ayrı her birinin psikolojisini muhafaza edebiliyor?...

İşte burada, geni ihtiva eden ve nesilden nesile geçiren hücrede asıl neşvünema başlar. Mikroskopla bile görülemiyen küçücük bir gen, içinde hapsedilen.birkaç milyon atomun böyle yeryüzündeki bütün hayatı kesin olarak idare edebilmesi keyfiyeti sadece yaratıcı bir bilginden sadır olabilecek derin bir ilim ve maharetin eseri olabilir, başka hiçbir nazariyeye imkân yoktur.

Altıncısı: Tabiatın aldığı bazı t et birler bizi, ileriyi görerek evvelden ona göre hazırlanarak çalışan, herşeyi bu kadar zekice idare, edebilen bitip tükenmek bilmez bir zekânın varlığını kabul etmiye mecbur etmektedir.

Senelerce evvel Avustralya'da bir nevi kakitos'dan çit yap­mak İstediler. Avustralya'da kakitos düşmanı bir böcek olma­dığından bitki dev adımlarıyla büyümeğe başladı.

Avustralyalıları telâşa düşüren bu gelişme sonunda Kaki-tesiar enine ve boyuna İngiltere büyüklüğünde bir sahayı kap­ladılar. Yolu üstüne rastlayan şehir ve kasaba halkını yerlerini bırakıp gitmeye mecbur ettiler, çiftliklerini mahvettiler. Buna bir çare bulmak için bütün böcek alimleri dünyayı altüst ettiler. Sonunda yalnız kakitos üzerinde yaşıyan ve başka birşey ye-miyen böcek buldular. Hem de bol bol ve süratle büyüyen ve Avustralya'da hiç düşmanı olmayan bir böcek. Çok geçmeden böcek bitkiye üstün geldi. Artık bugün kakitos gayet mahdut bir sahadadır. Ve belâ olmaktan çıkmıştır. Okadar böcekten de an­cak kakitosu bir baskı altında tutmağa yetecek miktarda kal­mıştır.

Tabiatta böyle ölçüler umumiyette önceden temin edilmiş bulunmaktadır. Çok çabuk ve süratle gelişen böceklerin dünyayı istilâ etmemeleri nedendir? Çünkü onların insanlar gibi ciğerleri yoktur, teneffüs cihazları boru şeklindedir. Böcekler gelişip bü­yürlerken nefes boruları aynı şekilde bir gelişme göstermemek­tedir. Bundan dolayıdır ki, daima küçük kalmaktadırlar. Böyle­ce büyümeleri tahdid edilerek yolları üstüne bir engel konmuş­tur. Eğer onların vücutça gelişmelerinin Cnüna geçilmeseydi, dünyada insan denen şey olamazdı. Arslan kadar kocaman bir eşek ansıyla karşılaştığınızı düşünün bir....

Yedincisi: İnsanın Allah fikrini kavrayabilmesi bile başlı başına bir delildir.

AJfah fikri, insanda mevcut ve yer yüzünde İnsana mahsus ilâhi bir melekenin muhayyele denen melekenin mahsulüdür. Bu melekenin kudret ve kuvveti sayesindedir ki, yalnız insan oğlu, görülmeyen şeylerin varlığına dair deliller bulabilir. Bu kuvvetin. İnsanın Önüne serdiği mazi ve istikbal (geçmiş ve gelecek) bü­tün zamanları içine alan düşüncelerin ucu bucağı yoktur. Bütün tasavvur ve maksatlardan çıkardığı delillerle Allah nerededir ve nedir? Büyük hakikatini sezebilir. Aflah her yerdedir ve herşey-dedir. Fakat bize en yakın olduğu yer kalbimizdir.

Bu, muhayyile zaviyesinden olduğu kadar ilmen ve fennen de doğrudur. Hz. Davud'un dediği gibi, gökler tanrının haşmeti-Dİ ilan eder, gök kubbe de onun yaratmaktaki kudretini isbat eder. (A. Gressy. Morrison. Nevyork) ilim Akademisi Eski Bşk.


40 Rum suresi, âyet 30 - 34.

41 Rum suresi âyet 48-50.

42 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 32-43.

43 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 43.

44 Vücud -Allah'ü tealâ vardır: Allah'ü tealânın varlığı diğer varlıklar gibi başka bir varlık vasıtası ile oimayıp onun vücudu, zatının icabıdır.

Varlığın zıddı olan yokluk (adem) Ailen (C.C.) hakkında mümtenidir. Çünkü varlığı, zatının icabı olan Allah için ne geçmişte, ne de gelecekte yokluk tasavvur olunamaz.



45 Bu, Kur'an-ı Kerimin bir mucizesidîr. Meyvelerin ve çi­çeklerin erkek ve dişi çiftlere malik olarak, yine kendileri ve kendi nevileri içinde döllenme İşlemlerini yapmakta ol­duklarına İşaret buyrulmakta, bu suretle son asnn bu ye­ni keşfi on dört asır evvel haber verilmektedir.

46 Ra'd suresi ayet 2 ~ 4

47 Karanlığı, aydınlığı, uzaması, kısalması.

48 Mümİnun suresi Ayet 78-80.

49 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 43-45.

50 Kıdem: Aliah'ü tealinin ezeli olması demektir. Varlığı üzerine yokluk geçmemiştir. Geçmişe doğru ne kadar gidi­lirse gidilsin cenabı hakkın var olmadığı bir an, bir za­man tasavvur olunamaz. Vücudu, kendi zatının icabı ol­duğu için bir başlangıcı da yoktur. Eğer Allah ezeli ol­masaydı, hadis {sonradan var olmuş)1 olacaktı- Halbuki son­radan.var olan her şey bir mucide, bir yaratıcıya muhtaçtır. Bunun için Aliah'ü tealânın evveli düşünülemez. Kıdem sıfatının zıddı olan hudus (sonradan var olma) cenabı hak için mümtenidir. (Devamı 46. sayfada)'

51 Hadid suresi, ayet 3.

52 Kasas suresi, âyet 88.

53 Rahman suresi âyet 26 - 27.

BekS: Hak tealâmn ebedî olması, varlığının sonu olma­ması, daima var olması demektir. Bir varlık için şayet evvel bir başlangıç-yoksa o zat için aynı şekilde bir son da yok­tur. Aksini düşünmek gülünç olur. Çünkü varlığı kendinden olan bir zatı, sonradan onun yarattığı varlıklar yok edemezler. Beka­nın zıddı olan fena yok olmak-cenabı hak için muhaldir, imkânsızdır.



54 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 45-46.

55 Muhalefettin fifhavadis: Allahü tealâ sonradan vücud bulan varlıklara benzemez. Allah, zatında ve sıfatlarında hiç bir-şeye benzemez. Onun zat ve sıfatlarını, hah ika t en akıl yoluyla tasavvur edebilmek ve ilâhi mahiyetini kavramak mümkün olma­dığından tnahdud olan aklımızla onu nasıl düşünürsek düşü­nelim o bizim düşündüklerimizden başkadır. Zira insan aklı, ancak sonradan var olanları düşünebilir, kavrayabilir.

Vücudu zatının icabı, ezelî ve ebedî olan yüce rabbimiz, son­radan var olan ve bir müddet sonra da yok olan varlıklara as­la benzemez.



56 Ihlas suresi, ayet 1-4

57 Şura suresi, ayet 11.

58 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 46-47.

59 Kıyam binefsihi: Allah'ın (C.C.) başka bir zata veya mekâna muhtaç olmaması demektir. Başkasına muhtaç olma aciz­liğin ifadesidir. Aciz olan bir varlık ise Allah olarmz. Bizim inan­dığımız hak tealâ bütün kâinatta tek başına hükümrandır. Taht ve saltanatında eş ve ortağı yoktur. Emrine aykırı emir verecek bir varlığın olması da İmkânsızdır.

60 Fatır suresi, ayet/5

61 Kehf suresi, ayet 51

62 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 47.

63 Vahdaniyet sıfatı: Bu sıfat AKah'ü tealânın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olduğuna, eş ve ortağı bulunma­dığına. İbadete lâyık tek varlık olduğuna delâlet eder.

islâm dini getirdiği tevhîd ile,

a -İnsanı, esirliğin en müthişi olan, bazı insanları rab edinerek onların arzu ve isteklerini her şeyin üstünde tutmaktan yani kendi cinsi olan İnsana esir olmaktan kurtarmıştır.

b -Allah'ı bir tanıma İnancı ile şirkin bütün nevilerini yık­mıştır. Allah'ın birliğine inanmanın manâsı şudur: «Allah, her-şeyin yaratıcısı ve rabbi, besleyip büyütendir. Herşeyinde tek­dir. Ortağı ve benzeri yoktur, ibadet ancak önad». Ondan baş­ka ibadete lâyık tanrı asla mevcut değildir.



64 Nahl suresi, ayet 51 - 53

65 Maİde suresi, ayet 73-74

66 Enbiya suresi, ayet 25

67 Bu götürmede tek kalır. Üzerinden diğer tanrıların hakimiyetini men etmeye çalışırdı. Bu yüzden aralarında muha­rebe ederlerdi.

68 Müminun suresi, ayet 86-87-88-89-90-91-92.

69 Nemil suresi, ayet 59-64.

70 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 47-50.

71 Kudret ve tekvin sıfatı: Haktealânın 2att hakkında vacip olan kemal sıfatlarından biridir. İcat etmek, yaratmak, bil­fiil vücuda getirmek Allah'ü tealânın bu sıfatı İle olur. Her han­gi bir şeyi var etmek veya yok etmek ona göre müsavidir. Böy­le bir güç ve kudrete sahip olmıyan bir varlık elbette Allah ol­maya lâyık değildir.

72 Hac suresi, ayet 7

73 Kehf suresi, ayet 51

74 Kaf suresi, ayet 38

75 Furkan suresi, ayet 53-54

76 Biri gidiyor yeri|ıe), öbürü geliyor, birim uzaltıyor. Öbürünü kısaltıyor. Hallerinde karanlık, aydınlık, sıcaklık, so­ğukluk gibi değişiklikler yaratıyor.

77 Hayvana mahsus bir çeşit sudan.

78 Nur suresi, ayet 45

79 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 51-53.

80 İrade sıfatı: Lügat manâsı, oirşey üzerinde katar kı­larak onu yapmaya azmetmek demektir insanın bazan birden çok İsteği vardır. Bunlardan biri üzerinde ksrar vermesi, birini seçmesi neticesinde irade sıfatr tecelli eder. Fakat Allah'ü te­alâ İçin aynı şeyi söylemek hata olur. Çünkü bfe,.rabbimİ2:n ha­kikatini anlamaktan aciziz. Ancak diyebiliriz ki;

Yüce rabbimiz tam ve kâmil bir irade sahibidir. Bu kâTn?t» ezelî olan iradesine uygun olarak yaratmıştır. Hiç birşey mec­burî olarak zuhur etmemiştir. Bilâkis O herşeyi, ezelî iradesinin bir tecellisi olarak düediği şekilde ve dilediği zamanda yarat­mıştır. Çünkü O yegânç, hükümrandır. Yukarıda izah edilen ayet­ler de bize bunu gayet açıl; olarak


Yüklə 400,49 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin