The miracle of allah



Yüklə 0,9 Mb.
səhifə6/14
tarix30.07.2018
ölçüsü0,9 Mb.
#64213
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14

Karaboşluk kendi olay ufku içinde, bize donmuş görünür. Oysa "Olay ufku içinde" aslında gerçek bir ışıma olmayan çok silik bir ışıma vardır. Bu silik ışıma, çökme sırasında Schwarzschild çapı ile olay ufku arasında kalan bölgede hapis olmuş "Artık" bir ışımadır. Bu aldatıcı ışıma, karaboşluğun olay ufkuna girdiğimizde bizi kandırarak, sanki karaboşluk "Oradaymış" gibi gösterir. Oysa biz bu donmuş hayale tam çarpacağımızı hesaplarken, o kaybolur. Çünkü bu çökme artığı sentetik bir ışımadır, gerçekte yoktur!..

Bu ilk tuhaflığı aşınca, "Donmuş sandığımız yıldız" birden hareketlenip, dinamik bir göksel varlık oluverir. İşte bu "Hareketlenme", bizim başka bir evrene geçtiğimizin ilk belirtisidir. Bu aşamayı izleyerek, bu yeni evrenin, yani olay ufku denen kürenin keşfine çıkalım.

Biz, bu sırada, merkezdeki kara noktaya düşmekteyiz: Olay ufku küresi, gittikçe yoğuşan katmanlardan, iç-içe giderek, daha farklı katmerli tabakalardan oluşmuştur. "Her tortul tabakadan, bir diğer tabakaya bindiğimizde", derinliklerine işlediğimizde, karaboşluk daha etkin (Aktif, dinamik) olur.

Tek yönlü düşüşümüz nedeniyle, bulunduğumuz tabakanın yüksekliğine bağlı olarak, yine tek yönlü haberleşme yapabiliriz.

Diğer ikizimizin de bizimle birlikte yanımıza geldiğini, fakat bir üst tabakada olduğunu varsayarsak, onun telsiz mesajını alırız ama karşı cevap gönderemeyiz. Bizim altımızdaki tabakada bir üçüzümüz varsa, o, her ikimizin de mesajını alır, fakat bize mesaj gönderemez. Çünkü radyo dalgaları kavis çizerek (Radyant) yıldıza geri döner ve üst katmanlara ulaşamaz.

Karadeliğin "Ölüm merkezine" zorunlu olarak, tek yönlü çivileme düşme ile çekiliriz. Her aştığımız tabakada, kütlemiz sonsuza doğru büyümeye, ağırlığımız artmaya başlar. Her tabakayı geçişimizde ağırlığımız bin, milyon, milyar... katlanarak artar. Çekimin gel-git etkisi de bununla orantılı olarak çok artar.

Ölüm merkezine düşmekten kurtulmak için aradığımız "Enerji ihtiyacı açığı" büyür. Çünkü, enerjinin de kütlesi olduğundan o da ölüm merkezine tutsak olmak zorundadır.

Kısaca, hiç bir biçimde madde ve/veya enerji kütlesi geri dönemez. Sözünü ettiğimiz "Karadelik" mutlak ölümle sonuçlanan ve dönmeyen (Statik noktasal tekilliği olan) bir türdedir. Onun ölüm merkezi olan "Dönüşsüz tekillik", tastamam ortasında yer alan, boyutsuz bir noktadan ibarettir. Bu karanoktanın görevi, yuttuğu maddeyi bileşenlerine çözerek ufalamaktır.

Biz önce işkence aletinde çekilen biri gibi kopup parça parça oluruz. Sonra moleküler yapımız dağılır. Daha sonra et ve kandan eser kalmayacak biçimde atomlarımıza ayrılırız. Bununla da kalmayarak, atomlarımız "Atomaltı Subatomal" yapıya ufalanırlar. (*)

"Yok olmak", bir karadelik içinde, bileşenlerin en küçüğüne ayrılarak oraya sıkışmaktır. Bu sıkışma basıncı çökmekte olan yıldıza daha çok enerji ekler ve çöküşü hızlandırır. Çöküş, "Hilbert uzayı denen" en küçük uzay aralığına kadar sürer. Eğer maddenin "Bileşenlerinin bileşenleri" böyle bir uzayla sınırlandırılmasaydı, her tür karadelik içinde ölüm kaçınılmaz olurdu. Maddenin bileşenleri sınırlı olmasaydı, yutulan tutsak nesne, tekillik içinde daima yeni bir alt bileşenini bulup, sonsuza kadar bir iplik gibi yol alırdı.

(*) "Atom", proton, nötron ve elektron üçlüsünden yapılmıştır. Proton ve nötron ise pion denen Pi-mezonlarından kuruludur. Pion yoğuşmasını daha önce nötron yıldızlar konusunda sunmuştum. Aslında pionlar da kendilerini oluşturan "Kuarklardan kurulu" olduğu için, çözülme süregelir. Bir anlamda, karadelikler küçük kütleliyse "Kuark" yıldızlardır. Eğer daha büyük kütleli ise Rishon, Leptokuark ve bunları da oluşturan en küçük kuantlara dönüşür. Böylece karadelikler "BİRLEŞİK ALAN" makinası oluverirler. Her şey, temelde birlenmektedir. Bir karadeliğe ne ilâve edilirse edilsin, her şey "En küçük bileşeni" neyse ona dönerek temelde birlenir (Vahdaniyete rücû) ve karamaddede her şey özel ve kişisel kimliğini kaybeder (Vahdaniyette yok olmaya rücû). Atom-altı yapı, bir "Sür-git" biçiminde bileşenlerinin en temeli neyse ona çözünür. Karadelik tekilliğinde 10^-14 cm.den sonra çekim etkisi sıkışmanın sonu geldiği için yok olur. Aynı mantıkla, kuantlaşmanın bittiği madde ötesi madde olan ve 1,4x10^-13 cm. diye gösterilen "Mini Hilbert uzayı" başlar. Hilbert uzayı akla gelebilecek en küçük uzay aralığı (Esîr) olup, bunun yanında hiçlik denen sıfır bile "Kocaman bir varlık" oluverir. İşte bu olgu, bütün nefisleri (Yani özel kimlikleri) ortadan kaldırıp, "BÜTÜNLÜK" denen Kuantik ilkeyi gerçekleştirir. Bu aşamada, her şey boyutsuzdur. Özler arasında "Hiç bir mesafe ve ayrılık" yoktur, her şey bitişik ve birbirinin aynıdır. Bundan ölürü İslam'da birlenmek olan Vahdaniyetten söz ediyoruz.

KESİM : 57

SİNGULARİTE

"PERÇEMDEN VE TOPUKTAN YAKALANMAK"

Karadeliğin ölüm merkezi olan noktasal tekilliğin görevi, maddeyi bileşenlerine çözerek onu enerjiye çevirene kadar öğütmektir. Böylece, maddenin imhası (ölümü) ortaya çıkar. Enerji de burada yutulduğu için onun da ölümsüzlüğü lafta kalır. Uzay ve zaman da aynı yere ütüldüğü için "Evrenin ölümsüzlüğü" de bir masal olur.

İşte, bu nokta tekillik, yuttuğu şeyin dört boyutunu önce üç boyuta, sonra iki boyuta ve tek bir uzunluğa indirger. Cismin hacmi, preslenerek önce yüzey olur, sonra da lineer uzunluk oluverir. Bu uzunluk, bir İPLİK biçiminde karadeliğin iğne deliğinden; kalınlıksız, fakat sonsuz uzunlukta çekilmeye başlar. İşte buna "Boyut yitmesi" denir. Hacım ve mekan çözülür, her şey bir iplik gibi tekillik merkezine çekilir. (*)



(*) Bir cismin hızlandırılması sırasında boyunun hareket doğrultusunda kısaldığını sunmuştuk. Şekil 18'den hatırlanırsa, düzgün küp biçiminde bir cisim, ışık hızına doğru hızlandırıldığında, hareket doğrultusu yönünde boyu kısalırken, buna karşılık, eni zıt yönde yayılmaktadır. Işık hızı eşiğinde, bir metre boyundaki cetvelin boyu yarıya iner. Buna karşılık cetvelin eni kalınlaşır. Tam ışık hızında bir cismin boyu sıfır uzunlukta, eni (Yani hareket doğrultusuna dik yöndeki uzunluğu) sonsuz bir tek boyutlu iplik haline dönüşür. Biz, kuantları, ensiz (Sıfır kalınlıkta) noktalar olarak görürüz. Oysa onlar gerçekte sonsuz uzunlukta bir makarna ipliği gibi çekilmiş on boyutlu mini-tünellerdir. Çünkü, ışık hızında, bir kuant "Tekillik" denen sonsuz bir uzunluk haline gelir ve ucu karadeliğe değerek yakalanır. Eğer evrenin üçüncü düzlemine geçseydik, kuantların "noktasal (Boyutsuz) değil; tek boyutlu iplikler olduğunu görecektik. (İleri ciltlerde izleyeceğimiz gibi kuantlar, on boyutlu iplikçiklerdir. Karadeliklerin asimetrik çıplak tekillikleri olan türünde "Gök yarıkları" doğar ki, kuantın dev bir iplik görüntüsünden başka bir şey değildir. Bu konudaki ileri bilgilerimizi, "Çıplak tekillik" konusunda okuyabilirsiniz.)

Bu iplik olup iğne deliğinden geçmenin sorumlusu, elbette çekim kuvvetidir. Karadelik olayında, doğanın en zayıf kuvveti olan çekim, kendinden trilyarlarca kez güçlü, diğer görkemli üç doğa kuvvetini alt ederek, üstesinden gelir. (*)



(*) Çekim kuvveti, iki cismin birbirine yanaşması sırasında ortaya çıkan ve kendini "Gel-Git" biçiminde hissettiren bir "Çekimci dalga"dır. Çekimci dalgalar, bir cisimden kaçarak, çekimci özellik gösterirler. "Süper çekim teorisi" ile çekimci dalgaların "Gravitino" adlı bir kuantik parçacığı olduğu öngörülmüştür.

Yüzmilyar güneş ağırlığındaki bir galaktik karadeliğin merkezinden 200 km. dışarıda (Yani olay ufkundan 1,5-2 km. uzakta ya da Schwarzschild yarıçapından milyon kat uzakta) güvencedeyizdir.

Ama olay ufkuna değdiğimiz anda, çekim gel-git dalgalarının ölümcül etkisine gireriz. Çekim dalgaları, bizi uzatmaya başlar. Normal boydaki bir insanın başı ile ayakları üzerinde çekim farkı çok büyümüş olarak ortaya çıkar. Ayaklarımızda çekim çok etkilidir ve ayakları birleştirip, boyunu bir kaç misli uzatmaya başlar.

Tutsak olmuş insanın iki omuzu da merkeze paralel inmediğinden, omuzlar birbirine bitişmeye zorlanır. Bu çifte etki nedeniyle tutsak olan insan, görülmemiş biçimde uzayıp, incelmeye başlar. Sonra ayaklarındaki çekim katmerli arttığından, ayakları yüz misli uzarken, omuzları bir "Yüksek atlama sırığı" kalınlığında darlaşır.

Çekim, tutsağını bir iplik halinde uzatmaya başlar. Bu tek boyutlu (Eni, derinliği olmayıp, sadece tek bir uzunluk boyutu haline gelen) tutsak, artık kimliğini kaybetmeye başlar ve ayaktan itibaren kendini oluşturan atomaltı bileşenlerin bileşenlerinin bileşenlerine küçülmeye başlar.

Çekimin dayanılmazlığını, daha önce, bir cm. yükseklikteki Nötron yıldız dağına tırmanmaya çalışan bir dağcı örneğinde sunmuştuk. Karadeliklerde ise bu çaba imkansızlaşmıştı. Çünkü hiç bir kalori, enerji ve kuvvet karadelikten kaçmamıza izin veremez. Kaçabilecek tek nesne olan ışık bile karadeliğe yenildiği, yutulduğu için, madde çoktan karadeliğin yemi olmak zorunda kalır.

Gel-git etkisinin bu işkencesini, karadeliğe en yükseklerden düşerken hissederiz. Bu çekim osilasyonundan ötürü karadeliğe yutulan her şeyin, bir "İPLİK" gibi çekildiği görüntüsü ortaya çıkar.

Gel-git dalgalarına olan direncimizi formülize edebiliyoruz: Olay ufkundan itibaren bu direnç giderek kırılmakta ve yutulan her nesne, kimliğini kaybederek, tek tip bir "İPLİK" görüntüsü vererek, karadeliğin "İĞNE DELİĞİNE" girmektedir.

Bir kez tutsak olduk mu, artık bizi (ve her maddeyi) iplik gibi çeken-uzatan bu çekimsel gravitik osilasyon gel-git'i bizi önce atomlarımız düzeyinde "TESBİH" gibi "TEK BOYUTLU" olarak dizer. Daha sonra atomaltı parçacıklarımız daha ince bir tesbih gibi dizilmeye başlar. Sonra da bileşenlerimizin bileşenleri neyse ona doğru daha küçük "TESBİH" gibi diziliriz. Bütün kuantlar tam bir "TEŞBİH" görüntüsüyle peşpeşe dizilerek tekilliğe yutulurlar. Tekillik "İğnenin deliği" olup oraya uzay-zaman boşluğu denmektedir. Orada madde, kendisini oluşturan enerji paketçiklerine, kuant denen tesbih taneciklerine dönüşerek "Aslına rücü" eder.

Bu zorunlu bir gidiştir. Çünkü karadelik, sadece yutar ve çeker. Kaçamama limitinde, ağırlığımız milyar katına çıktığından, 1.80 cm. olan boyumuz da milyonlarca km. uzunluğa "İplik" gibi uzar.

Ayaklarımızda çok şiddetli, başımızda daha düşük bir çekim gel-git'i hissederiz. Boyumuz uzadığından, çekim çekilmesiyle düştüğümüz sürece ayak tabanımız ile başımız arasında "Sınırsız bir uçurum" doğar. Bu da Rahman-41. ayetin ledünnî (Örtülü) sırlarındandır:

* "SUÇLULAR SİMÂLARINDAN (Yani farklı görüntülerinden) TANINIRLAR DA, PERÇEMLERİNDEN VE AYAK TABANLARINDAN YAKALANIRLAR."

Bu ayet açıkça, "Çekim gel-gitinin" yakalamasını karadelik düzeyinde açıklamaktadır. İnsanın en üst limiti, özellikle saçları, en alt limiti de bilindiği gibi ayak tabanlarıdır.

Sözünü ettiğimiz iplik gibi çekilme burada da en üst ile en alt arasındaki uçurumu sunmaktadır.

Bu sınırsız uçurum, tekilliğe doğru, vücudumuzu "Sonsuz" uzatır. Öyle ki kaslarımızın kanı, eti ve organik izlerini bile göremeden "Hiçliğe doğru" un-ufak tozumsu tek bir uzunluk olarak ölürüz.

Böylece bütün vücut kütlemiz, çok kısa bir anda ve TEK BOYUT olarak, sonsuz sıkıştırılma etkisiyle hacmını sıfıra küçültmektedir.

Bu serüven "İğne deliği" olan tekillik noktasında sonlanınca, artık biz de karadeliğin bir parçası haline geliriz. Oradaki mezarımız "Öteki dünyaya" uzatılmış olur. Burada sunduğumuz karadelik, örneğin bir "Karanokta" gibi kesinkes öldüren karadelik tipidir. Böyle bir karadelik, ölüm merkezine bizi sonlu bir anda mâl ederek, mutlaka öldürmüş olur. Çünkü sıkışma bizi en küçük bileşenlerimize ayırmış, karadelik maddesiyle "Eşit" yapıya ulaştırmıştır.

KESİM : 58

KOZMİK SIRLAR

"GÖĞSÜN VE KALBİN DARALMASI"

Her insanın "Kişisel" tüneli, kalbinin ardındaki saklı uzaydadır. Beynimiz "Süper uzay denen misâl âlemine"; fakat kalbimiz, kendi ölüm-doğum (Kara ve akdeliğimizin hortumu olan) "Tüneline" açıktır. Bu tünel; ya Arş'a Mi'rac yolu olan dosdoğru = Sıratal müstekiym = İlliyyin âlemine, yükselir; ya da tersine, esfeli safilin olan Siccin'e aşağılanır. Seçim ise nefsimizin muhtar iradesindedir.

Kalbimiz, Kirlian fotoğraflarında ve "Suptil duble" denen saydam bedenimizde "Sağda" görünmekte ve paranormal kalp atışları aygıtlarda kayıtlanmaktadır. Kalbin, niçin öteki vücut organları gibi Suptil dublede aynı yerde kalmayıp, yer değiştirdiği anlaşılamamıştır.

Sözünü ettiğimiz kalp, bildiğimiz organik kalp değil; onun "Sağa" geçmiş olan KEHF denen mağaraya benzer boşluğudur. Bu boştuk, "Suptil duble" denen "Enerjik ikizimiz" ruhsal durumlarımıza göre genişleyip daralmaktadır. Kederli iken darlaşmakta olan bu kalp boşluğuna uygun olarak, akciğer dublesi de omuzlardan basılarak darlaşmakta ve psikolojik (ya da alerjik bir nefes darlığı) astma ortaya çıkmaktadır.

Kalp ve akciğerler, ayetlerde, birlikte "Göğüs=Sadrek" adını almaktadır. "Göğsün genişletilmesi, göğsün yarılması, göğsün sıkıntıya düşmesi" biçimindeki ayetlerde, tıpkı "Karadelik tekilliğine" çekilen birinin omuzlarından içe bastırılıp preslenmesi gibi bir "Daralma" duygusu doğmaktadır.

• "ALLAH KİMİ DOĞRU YOLA (Sıratal müstakiym ki, iplik gibi dümdüzdür) KOYMAK İSTERSE, ONUN KALBİNİ İSLÂMİYETE AÇAR. KİMİ DE SAPTIRMAK İSTERSE, GÖĞE YÜKSELİYORMUŞ GİBİ (Karadelik tekilliğine çekiliyormuş gibi) KALBİNİ DAR VE SIKINTILI KILAR."

Ayette, "Göğe yükselmek" ile "Gök kapılarından" yani karadeliklerden geçtiğimiz anlatılmıştır. Bu nedenle "Karadeliğe çekilmek" ile "Göğe yükselmek" arasında bir aykırılık yoktur. İkisi de aynı şeydir. Çünkü bir karadelik daima "Gökte"dir; yerde veya burada bir yerde değildir.

Ayetin "Arz=Yer" anlamı, atmosferin yukarı tabakalarında oksijen olmayışını önceden haber vermektedir. (Özellikle, dağ başlarından itibaren bu oksijen yetersizliği bilindiği gibi hissedilmektedir.) Aynı ayetin "Gök = Sema" anlamı da, insanın "Tünelini" kullanarak (ya da bir kaza sonucu kendi tüneline yakalanarak) kendi varlığını "Uzaya taşıması"dır. Bu konuda bedensiz astronomi dediğimiz önceki bilgilerimizi hatırlayabilirsiniz.

Bedensiz astronomi, kozmik rastlantılar sonucu ya da çok güçlü bir elektromagnetik alanda "Bedenle birlikte" dış uzaya iç uzayımızı taşımaktır. Elektrik ve magnetik alanlar dipole olduğunda, yerdeki bir beden ile yukarıdaki bilinç, birbirini çekebilmekte, "Yukarıda" yeniden birleşerek, vücudu uzaya ve/veya uzayı vücuda getirebilmektedir. Kendiliğinden yananların (Yani uzaydan "Şıhab" denen kozmik ışınları isabet alanların) ve ünlü "Philadelphia deneyi" tayfalarının "Uzaylarının donmaları" ve alev almalarından bu mekanizma sorumludur. Yine elektromagnetik şeytan üçgenleri fırtınalarında insan ve taşıt kaybolmaları da bu mekanizmanın doğada kendiliğinden olan biçimidir. İster kendiliğinden ister bir deneyle isterse (Piri Reis'in haritalarında olduğu gibi) bir din disiplini ile "Tünelden yukan uzaya kısa bir mi'rac" mümkündür.

Burada, kişisel tünelimizi yani bizi doğuran, ruh üfleten ve hayat boyunca SAMED'den besleyen "Rızk kablomuzu" kullanmaktayız. Aynı kablo, bizim vâdemiz dolunca, karakabire çeken kara-tüneldir.

Bu kozmik tüneller vücudumuzda kalın halatlar (Aku-atlas) biçiminde izlenebilmektedir. Tünellerden en önemlisi ise, kalbimize giren ve ŞAHDAMARINI TIPATIP İZLEYEN ANA TÜNELDİR. Buradan kalbe ve kalbin içindeki "SIR" perdesi ardından ALLAH'a Mİ'RAC EDEN "En kısa İlliyyin tünel" ile bağlantı kurulur. Kalp tüneli mühürlendiğinde yani kapı yasaklandığında ise, tünel ters yöne, "SİCCİN"e yönelmektedir. Çünkü tüneller dinamiktir ve mutlaka bir yukarı ya da aşağı irtibatlanmak zorundadır.

Doğru yolu seçenler (İlliyyin doğrultusu) için "Öteki evrene yol veren" karadelik kapıları vardır. Fakat aykırı yoldakiler için "Mutlak bir daralma, sıkıntı" vardır. Bu durumu, maddenin ölmesi yanında, maddenin efendisi olan akıl boyutunun (Bilincimizin) maddeye (Cesede) bağımlılığı nedeniyle "Ruhsal sıkıntı=Kabir azabı" olarak da algılarız. Çünkü bilinç boyutunun uzayının "Kuant=Madde bölgesi" uzayından KÜÇÜK olması nedeniyle, bilinci oluşturan yapıyı maddenin "Bileşenlerinin bileşenlerinin" sonuçlanmadığı, sonsuza uzadığı gibi düşünmeliyiz. Böylece ölüm sonrası mekanizma da açığa çıkmış, kabir sefası veya kabir cefası biçiminde ölümden sonraki kaderimiz ortaya çıkmış olacaktır. Madde ile beraber tutsak olan ruh, zamansız bir yolculuğa çıkar. Nasıl ki karadelîk, aslında bir yıldızın "Cesedi" ise, karadeliğin yuttuğu bir canlı da ceset olmak zorundadır. Bilinç bu cesede bağlı kalır, ceset ufalandıkça (Yani karadelik içinde yol aldığı sürece) daima bir alt bileşen bulur ve bu bileşenin mutlaka zaman olarak bir karşılığını bulur. Dolayısıyla "Kıyamet" karadelikleri yok edene kadar, sonu gelmeyen zamanın sonsuz olduğu bir yolculuğa çıkmış olur.

"İYİ" dediğimiz bir insan için, bu durum (Belki de Cennetten açılan bir müjde kapısı olarak gösterilen mekân) bir kapı olarak sonlanırsa, adına "Kabir sefası" denmektedir.

Gerçekten de dönen bir karadelikte, başka bir evrene (Ya da âleme) açılabilen 565 metre boyunda "Nurlu" bir kapı vardır. Nitekim İslâm verileri ve özellikle hadisler, "GÖKLERİN GÖRÜNMEZ KAPILARININ NURDAN BİR HALKASI OLDUĞUNU" bildirmektedir. Öğretimizin gök fizikçileri bu halkayı bulmuş ve ona "HALKA TEKİLLİK" adını vermiştir.

"Göklerin kapısının görünmez olmasının" nedeni, olay ufku denen "Zulmet hicabının" arkasını göstermemesi yani onunla haberleşmemizi sağlayan ışığın çıkmasına izin vermeyip karanlıkta kalmasıdır. Fakat "Dönen" bir karaboşluğun "Olay ufkunun içindeki" biri, bu "Nurlu halka tekilliği" görecektir. Oysa dönmeyen (Statik) bir karadelik tekilliği nokta biçiminde olduğundan "Kapılar" iptal edilmiştir. Dolayısıyla bir "Nurdan kilidi" yoktur.

Dışarıda kalan biri, olay ufku ardındaki bu halkayı göremediği için onu fark edemez. Oysa gerçekte orada "Görünmeyen bir gök kapısı" vardır. Dışarıdaki birine göre, nasıl ki çökmekte olan yıldız donup kalmışsa, bunun yuttuğu bir varlık da sonsuza dek erişemediği tekillikte ebedi bir askıda kalmış gözükür. Oysa o varlık saniyenin yüz milyonda-biri zamanlarda, ölüm merkezine çoktan girmiştir.

Dışarıda kalan gözlemci, aslında ne yıldızın donduğunu, ne tutsak ikizinin heykelleşip asılı kaldığını gerçekte göremez. Bu ancak (Olay ufuksuz) çıplak bir karadelikte görülebilir. Çünkü olay ufkundan dışarı (Haberleşmemizi sağlayan) ışık geri dönemez.

Sunduklarımı, "Dışarıdaki ikizin" olay ufkunu gördüğünü varsayarak anlatıyorum. Bu gözlemlerden en tuhafı da "İplik gibi çekilmek" görüntüsüdür. Bu bir teşbih değil; sözün tam anlamıyla, tam bir ipliktir. Dolayısıyla noktasal biçimdeki bir tekilliğe de "İĞNE DELİĞİ" diyebiliriz. Aslında bu tespitimizi 1400 yıl önce söyleyen bizzat Rabbimizdir. Bunu bir sonraki kesimde izleyebiliriz.

Arz'dan Arş'a Miraç 2

***

[*] BLOG notu: Bknz. AÇIKLAMALAR ( https://ardzarch.wordpress.com/not/ )

***


ONBİRİNCİ BÖLÜM

KESİM: 59

NOKTA TEKİLLİK

"DEVE İĞNE DELİĞİNDEN GEÇMEDİKÇE"

"Nokta tekillik" yani kesinkes dönüşsüz, "SİCCİN" (Vakıa Suresi) biçimindeki tekillik mübarek kitabımızda A'raf Suresi 40. ayette geçmektedir:

• "AYETLERİMİZİ" (delillerimizi, göstergelerimizi, ibretlerimizi, derslerimizi) YALANLAYANLARA VE ONLARI KABULLENMEYİ KİBİRLERİNE YEDİREMEYENLERE, (*) GÖKLERİN KAPILARI (Sonsuz küçük bir nokta olan karadelik tekilliği ki bu kapı değildir, asıl kapı halka biçiminde tekilliktir) ELBETTE AÇILMAZ VE DEVE İĞNENİN DELİĞİNDEN (Noktasal tekillikten) GEÇİNCEYE KADAR ONLAR CENNETE GİREMEZLER. BİZ SUÇLULARI İŞTE BÖYLE (Tek boyuta indirgeyerek de) CEZALANDIRIRIZ."



(*) Monşercilik oynayan güya septik, sözde radikal, kimi ateist kimi münafık resmi bilim entelleri burodaki tanıma uyuyor.

[*] Lütfen okuyunuz: AÇIKLAMALAR

Rabbimizin "İğne deliğinden" söz etmesi, örtülü anlamda "İPLİK" tanımını da beraber getirmektedir. Çünkü iğne ile iplik birbirinden ayrılmazlar, fonksiyon olarak birbirlerini tamamlarlar.

"DEVE" terimi de hem bir bilimsel orantı; hem de devenin eğri biogeometrisinin çekim osilasyonuna benzemesi nedeniyle verilmiş bir şifredir. (*)

(*) Burada sunduğumuz noktasal yani iğne deliği biçimindeki tekillik "Siccin" denen gök kapısını anlatmaktadır. Daha sonra ele alacağımız ve ardından başka alemlere geçeceğimiz "İlliyyin" tipi karadelik ise ulvî gök kapılarıdır.
Nurlu bir halka biçiminde olan bu halka tekillik, dönen bir karadeliğin çökmesi sonucu ortaya çıkar. Sunduğumuz ayete ilişkin yorumuma okuyucu bir tepki göstermemelidir. Çünkü Kur'an (Bilimsiz düz mantıkla) sadece hukuk ve sosyal içeriği bakımından "Apaçık bir kitaptır"; bunun dışında özellikle "Âlimleri muhatap" alan sırlar, ancak bilim mantığıma anlaşılır. Yani bilim bulur ve ayet'e hizmet etmiş olur. Hem bilimi hem cifiri bilmek ise çifte avantaj olup Ankebut-40. ayetin sırrına ulaşmaktır. Sunduğumuz ayetin ikizi "Vâkıa" suresidir. Dolayısıyla, ayetin cifir devamı "Rahman 41"de saklıdır. Devenin iğne deliğinden geçmesi, "Felâ" diye yasaklanmamış, tersine "Hattâ" biçiminde desteklenmiştir. "Felâ" "Kesinkes mümkün değil" demektir. "Hatta" isa "Ta ki" anlamında olabilirliği sunmaktadır. Rahman 41. ayeti "Gökyüzüne çekiliyormuş gibi, kalbin dar ve sıkıntılı kılınmasından" hatırlayınız.

Cifir matriks geometrisinde "Deve" terimi, tipik bir elektromagnetik duran dalga biçimidir. Cifir biliminde, üç boyutlu bir cisim (Matrix) en yalın biçimde, iki boyutlu vefk denen (Kare Matris) cebiri ile gösterilir. En basit ve ilk kare matris 3x3'lük (dokuz kutulu) sayılardır. Bu sayıların hiç biri tekrar edilmeksizin nereden toplanırsa toplansın aynı sayıyı vermektedir. (Şekil-34)

ŞEKİL-34/A-B

mirac_2_sekil_34a_a_b

ŞEKİL-35


mirac_2_sekil_35a

"DEVE=GAMMA DALGASI"

Bu Matris dalga mekaniğine "Ardışık" grafik edilirse şu biçim çıkar: Buradaki dalgada çift hörgüçlü boynuzlu olan bir deve grafiği saklıdır: Bu grafiğin özgün adı "Gimmci=Cemel=Gamma=Deve" dalgasıdır.
Grafik çizilirken, en üstteki eşelde yeralan ardışık (Sıralı) sayılar matriste (Vefkte) hangi sıraya (I, II, III) rastlıyorsa orası işaretlenip, dalga mekaniğine göre şekil sinüsoidal eğriltilir.
Örnekteki kare matris, kolon, sıra ve köşegen olarak simetrik toplama sonucu aynı sayıyı veren ayetteki Cemel=Deve'nin EBCeD'i değeri olan 3+40+30=73'ün determine yazılmasıdır.

ŞEKİL-36


mirac_2_sekil_36a

ŞEKİL-37


mirac_2_sekil_37a

Böylece deve heykeli, önce deve resmi sonra da "İĞNE DELİĞİNDEN GEÇEN İPLİK" oluveriyor. Tıpkı ayetteki gibi:
"AYETLERİMİZİ YALANLAYANLARA VE ONLARI KABUL ETMEYİ KİBİRLERİNE YEDİREMEYENLERE GÖKLERİN KAPILARI ELBETTE AÇILMAZ VE DEVE İĞNE DELİĞİNDEN GEÇİNCEYE KADAR ONLAR CENNET'E GİREMEZLER. BİZ SUÇLULARI İŞTE BÖYLE CEZALANDIRIRIZ."
(Â'raf-40)

İLERİ BiLGiLER - 36

ZAMANIN DOĞASI/ZAMAN KÜRE

Şu ana kadar kesimlerde, karaboşlukların, sadece çekimsel etkilerini vurgulamaya çalışırken (Relativitenin 4. Boyutun olan) zaman çarpıklıklarına, elektromagnetik zaman fırtınalarına değinmedik. Öğretimiz ciltlerinde relativite teoremini (Bir diğer adıyla ikizler çelişkisini) olduğunca anlatmaya çalışmıştım. Şimdi ise, bir karadelikteki zaman açmazlarını, akıl almaz "Zaman kavşaklarını" va "Nedensellik" denen "Yobaz" fiziğin en kutsal ilkesinin karadeliklerde nasıl alaşağı edildiğini göstermek bakımından zaman ile ilgili hatırlatma ve tazeleme kabilinden kısa bir özet veriyorum:

Relativite uyarınca "Uzay ile zaman bir bileşim"dir. Uzay yani mekan 3 boyutludur (En, boy, yükseklik).

Zaman dördüncü bir başka üst boyuttur. Bu dört boyutlu birbirlerinden asla ayrılmazlar. Et-tırnak gibi yapışıktırlar ama, birbirinin aynısı değillerdir.

Evrendeki bütün olayların arasında yer alan, olayları birbirine bağlayan "Zaman" koordinatı "Soyut"tur. Müslüman Zig-zag bilgini Prof. Kozirev, "Zamanın" aynı anda, bir enerji olduğunu bulmuştur. Biri boyut, diğeri enerji olan iki teoremi birbiriyle uzlaştırmak için, "Üç boyutlu zaman" teorisini oluşturmuştum. Buna göre, mekan (Yer) boyutlarında, "Örneğin (a) uzunluğu" eğer bir karadelik tekilliği ardına geçerse (-a) ismini alır.


Yüklə 0,9 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin