The miracle of allah



Yüklə 0,86 Mb.
səhifə6/16
tarix28.07.2018
ölçüsü0,86 Mb.
#61444
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16

KRİPTOLOJİK BİLGİLER - B

CİFİRE ÖRNEKLER

Kur'an tertibinde, her âyetin kendi başınalığı vardır. Fakat birbiriyle ilişkilendirilmiş, birbirinin gizli devamlılığını üstlenmişlerdir! Örneğin Yâsin suresinin 83. âyetinin Y ve S harflerinden kurulu 83 çift yeryüzü görevlileri vardır. Y (Yakup, Yunus, Yusuf) S (Süleyman, Sebe, Sema, Secde, gibi) örneğin 42. âyetin Y harfinin simgesi olan Yunus peygamber "Denizaltı" teknolojisi ile (Yunus ve Balina gibi) deniz memelilerinin biyolojik içgüdülenmelerini yönetir. Yunus balığının zekâsı bütün maymunlardan da ileridir. Eğer evrim varsa (!) insanlar maymunlardan değil, yunus balıklarından gelmelidir. Yunus balıklarının Hz. Yunus'a kılavuzluk yaptığı ve onu sevindirdikleri için duasını alarak güler yüzlü oldukları, o günden bu yana insan dostu oldukları; DENİZALTI şifresinden balinaların Yunus peygamberi yuttuğu, tövbe edince de karaya vurarak kustuğu keşfolunmuştur. Balinaların yüzlercesinin toplu olarak karaya vurarak intihar etmeleri, Hz. Yunus'un iadesinin geleneksel bir tekrarı olabilir. Y=Yusuf As. olunca, bu kez 12 gezegenin fethedileceği bildirilmiştir. (Yâsin'deki Güneş'i temsilen Y harfinden babası Yakup ve Ay'ı temsilen S harfinden annesi Sera) kendisi de dünya olan Yusuf As.'ın diğer kardeşleri bilinen 8 gezegen (Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüton) ve daha bulunması gereken (Sümbüle, Mizan gezegenleri) kuşağıdır. Yusuf As. Yâsin'in Y harfini ve Sema ile S harfini üstlenmişlerdir. 42. sure ise Yunus ve Süleyman peygamberin şifresindedir. Süleyman peygamberin S'si aynı zamanda Sebe'nin şifresidir. Sebe ise SB; S=Sefine, B=Belkıs şifrelerinden oluşmaktadır. Sebe suresinin EBCeD ile bulunuşu için, Yâsin'in 42. âyetinin göksel meleği Dımebyail As. (Hindçe Themabiel) 883 EBCeD değerini vermektedir. D=800, (Mebyail ise daha önce bildirdiğimiz üzere 83 olup) toplam Dımebyail isminin eş değeri 883 önce âyet olarak aranır. (Bu sayıda âyeti olan bir sure olmadığından) bu kez KELİME ararız ve karşımıza 883 kelimeli SEBE suresi çıkar. Yusuf (as) 12 kardeş olduğu için 12. âyet okunur. Bu âyetin meleğinin ismi de "Bastyail" olup, ince S (sin) ile okunduğu hâlde, kalın S (Sad) ile yazılmaktadır. (Aynı istisna A'raf 69. âyetteki Bastahda da vardır.) Bu surenin ilk âyetinde "Sâd" vardır. Her sure birbirinin yarısı ve/veya iki katıdır. A'raf ise Meryem'in (19. sure) yarısıdır. Bunun da ilk âyetinde "Sâd" harfi vardır. Meryem ikiye katlanınca ortaya 38. sure olan Sâd suresi çıkar ki, bunun da ilk âyetinde "Sâd" vardır. Sâd suresi hem diziliş hem de iniş sırasında 38. suredir. Bunun Cifir çizelgesindeki karşılığı olan iki Sad harfi çıkınca kalan sayı 36. âyete bizi gönderir. Sin ve Sâd'dan başka bir de peltek S (Se) harfi vardır ki, bunun da karşılığı Enbiya süresidir. (Sâd; Saffat, Saf ve Sâd sûrelerini yönetir. Peltek S harfi ise En'am, Enbiya, Enfâl surelerini yönetir.) Yine 83'den iki tane "S" harfinin farkı çıkarılır ve 81. âyeti okunur. Bütün bu âyetlerin birbirine bağlı gizli Ledünnî ARA sırları da vardır. Örneğin Hz. Süleyman'ın kuşların dilini bilmesi (Sin) neyse Hz. Yunus'un balina-yunus balığının dilini öğrenmesi de odur. Papağanın konuşması Süleyman As.'dan ve yunuslarla konuşulması da Yunus As.dan hikmetlidir. Kuşlar "Havacılık tekniği ve aerodinamizmi"nin; balıklar da "Denizcilik teknolojisi ve hidrodinamizmi"nin şifresidir. Bunların Mesihi (yaratılışı) ise Yunus ve Süleyman peygambere verilmiştir. Aynı zamanda Hz. Davud'a Hadid (Demir) verilmiştir ki bununla zırh yapmıştır. Davud, Salı gününün, Koç burcunun ve Demir'in cifirdeki yeryüzü timsalidir. Süleyman As. ise Cuma gününün, Boğa ve Terazi burcunun ve Bakır'ın timsalidir. Hz. Davut savaşkandır, kumandandır, sapan kullanır. Oğlu Hz. Süleyman ise adaletli, zengin ve güzel sanatlar ile lüks düşkünüdür. Onun atlara düşkünlüğü, At'ın Yay burcunu temsil etmesiyle bir yıldız çekimidir. Zülkarneyn ise ergimiş bakır ve demiri Yecüc-Mecüc kavimleri için SED yapımında kullanmış, TUNÇ'u oluşturmuştur. Kur'an'da başka âyetlerde de Nuhas=bakır zerrecikleri olan ATMOSFER DIŞI kozmik ışınlar bildirilmektedir. Hâdid (Demir) suresi ise demir metalinin, göktaşlarının son durağı olduğunu ve elektromagnetizma ile yıldız kalıntıları ve göktaşlarının niçin demir çekirdek hâline geldiklerini açıklamaktadır. (2. Cilde bakınız.)

İLERİ BİLGİLER - 9

İLK HAVAYOLLARI

Hz. Süleyman'ın emrine havanın sayesinde giden üç değişik tip uçucu taşıt teknolojisi verilmiştir. Tıpkı Hz. Nuh'a Cebrail As.ın gemi yapım hesaplarını ve tekniğini iletmesi gibi, Hz. Süleyman'a da aynı teknoloji iletilmiş olabilir. (Tevrat doğrudan bunu benimser ve Hezakiel peygambere, Kerrubi isimli meleklerin bir aracının indiğini anlatır. Yel'e bir anlamda YAYGI meali verilmiştir ki, klâsik doğuyu veren karikatürlerin konusu olan uçan seccade, uçan halı gibi ÇOK BASİT düşünmek bize yakışmaz.)

Çağımızda uçakla iki saatte aldığımız 3000 km.lik bir yolu otomobille (Yarım gün yolculuk ve yarım gün dinlenme üzerinden) üç günde alırız. Önceki çağlarda ise bu binek hayvanlarıyla yapılırdı. Yayalar saatte 5 km, atlılar tırıs gidişle yaklaşık dört misli yol alırlar. O dönemin tırısı, günümüzde bisiklet ya da deniz araçlarının hızına eşittir. (Normal deniz motorları saatte 20-25 km. yaparlar.)

Gündüzün kısalmadığını, 21 Mart ya da 23 Eylül dönemindeki gibi gece ve gündüzün eşit olduğunu varsayalım. 12 saatte örneğin bisikletle "Silme gidiş" ile 240 km. kat ederiz. Bu bir ayda 7200 km. eder. İki ayda da 14.000 km.dir. Hz. Süleyman'ın "RÜZGÂR DİNAMİĞİNE UYGUN TAŞITI" bu 14.400 km.yi yarım iş gününde (6-4 saatte) almaktadır. Çok basit bir hesapla saatte 2400-3600 km. yapmaktadır. Bu da süpersonik bir uçak ve roketlerin hız limitlerinin göstergesidir.

Şimdi bir başka türlü yaklaşım kuralım:

Bir aylık yol olarak bildirilen SIR, ikinci anlamda Ay'ın bize uzaklığı ve üçüncü anlamda Ay'ın dünya çevresinde döndüğü 28 gün (Bir AY dediğimiz zaman) ve Ay'a bağlı olan dünyanın bu süre içinde uzayda aldığı yoldur.

Ortalama olarak, kuş uçuşu ya da atlı tırısı, ya da bir Ralli bisikleti ya da bir deniz aracının hızı birbirine eşittir ve saatte 28 km. kadardır. Bu araçlar silme gidiş ile günde 666 km ve ayda ise 20 bin km. kat ederler ki, bu da dünyanın ekvator çevresinin TAM YARISI'dır. Diğer yarısı ise karanlıkta kaldığından, Sebe-12'de "Akşam dönüş" biçiminde verilmiştir. Hep giderek bilmeden geri dönmek (aynı noktaya gelmek) ise dünyanın yuvarlaklığını bildirmektedir. Bu yuvarlağın en geniş çevresi de yine 40 bin km. olarak âyette dolaylı bildirilmiştir. Dünyanın yuvarlaklığını haber veren diğer âyetler de vardır. (Örneğin karanlığı günün üstüne bürümek, sarmak, aynı zamanda döndüğünü haber vermektedir. Çünkü gece ile gündüz birbirini dünya döndüğü için izlemektedirler.)

Sunduğumuz üç âyette, üç değişik hıza bağlı 3 yapım teknolojisini anlatan "Rüzgâr taşıtları" bulunmaktadır. Zaten Sebe-12'deki anlatım, üç değişik tefsirle verilmiştir:

A - PLANÖR

Hazreti Süleyman'ın aerodinamik aracı gündüz bir aylık yol, akşam yine bir aylık yol kat etmektedir. Bu havadan hafif (Balon gibi) havaya eşit (Planör gibi) taşıtların yanında, Rüzgâr Cifirine göre iklimlerin yayılma hızını ılımlı rüzgâr (Knot) değerlerini bulutların esintiye göre hızını, meteorolojiyi de haber vermektedir.

B - PERVANELİ UÇAK

Gün doğumundan gün batımına, geçen (Yıllık ortalama 12 saatin) yarısı gidiş olarak bir ay ve yarısı geliş olarak bir ay tutmaktadır ki, bu da UÇAK teknolojisidir. Rüzgârın meleğinin cifiri ile yel değirmenlerinin tıpatıp benzeri olan PERVANE'nin (Uçak ve helikopter olarak) hızını vermektedir.

C - TEPKİLİ UÇAK

Öğlenden ikindiye kadar bir aylık ve ikindiden akşama kadar bir aylık yol aldığı bildirilen bu araç tepkili (Pervanesiz yani jet) olan taşıtları haber vermektedir. Gerçekten de tribünlerden elde edilen ve egzoz bölmesinden dışarı atılan itici güçteki hava, tam bir kasırga oluşturur. Rüzgârın (meleği Demyail As.) Cifirine göre, moleküllerin havada yayılma hızı yani SES'in hızını da haber vermektedir. Gerçekten çağımızda sesten bir kaç misli süpersonik araçlar yapılmıştır. Bunlarla dünyanın çevresi yarım günde dolaşılmaktadır.

Bu âyetlerin uzay boyutlarında da ileri tefsirleri vardır. Bunlar bildiğimiz roketlerden, ışık ivmeli roketlere kadar türlü yorumlar içermektedir. Işık ivmesi söz konusu olduğunda, RELATİVİSTİK olarak, bir günün bir aya eşitlendiği, "zaman aşırı yolculuklar" söz konusu olacaktır. Aksi hâlde "Yıldızlara gitmek hayal" olur. Bir başka tefsirle de Ay'ın kendi çevresinde ve dünyanın çevresinde döndüğü süre içerisinde, güneş çevresinde dönen dünya ile birlikte uzayda kat ettiği yol ve bize uzaklığı olan 384 bin km. de çıkmaktadır. Yakın gelecekte, benzin motoru yerine, Hidrojen (Füzyon) santralli ve artık kanat ihtiyacı duyulmayan dev taşıtlar yapılacaktır. Bunların yanında jumbo jetler bile komik kalacaktır. Hidrojen yakıtlı bu araçlar için doğadaki model, mercek (Mercimek ya da lentil) biçimli bulutlardır. Bu kozmik biçim ideal olup, hem havada hem uzayda saniyede 100 km. yapabilecektir (ki saatte 384 bin km. olup, Ay ile dünya arasını vermektedir).

***


"HIZLANDIKÇA HIZLANANLAR (Egzos ve namlularından) ATEŞ ÇIKARANLAR, SABAH AKININA ÇIKANLAR (bombardımanla) TOZU DUMANA KATANLAR (Pike yaparak) DÜŞMAN BİRLİKLERİ İÇİNE DALIŞA GEÇENLER HAKKI İÇİN..." (Adiyât/1 5)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

"GÜÇ VE KUVVET ATMAKTA'DIR!"

İLERİ BİLGİLER - 10

OK, YAYDAN ÇIKIYOR!..

İnsanoğlunun bulduğu İLK ideal aerodinamik âlet kargıdır. (Mızrak, zıpkın, bıçak vb.) Bu kargı, zamanla OK biçimini alarak "YAY" denen ilk rampasına oturtulduğunda, bu modelin daha hızlı, daha ivmeli, hava direncine daha girgin olduğu anlaşıldı. Ok, spora, avlanmaya, savunmaya-savaşmaya en elverişli tek silâhtı. İslâmın yayılması "OK" doğrultusunda olmuştur. Resulullah'ın mübarek ellerinde; Ok, yaydan çıkmış, batıda Puvatye'ye doğuda Hindistan'a ulaşmıştır. Ok, İslâmın (uzak savaş taktiğinde) ilk cihad aracıdır.

Geleceği tam olarak bilen [?] Resulullah, diğer ümmetlerin kullandığı Mancınık'ı Taif savaşında ilk kez bizzat kullanarak, İslâmın gücünün ve kuvvetinin ATICILIK'ta olduğunu göstermiştir:

"İyi bilin ki güç ve kuvvet ATMAKTA'dır. İyi bilin ki güç ve kuvvet ATMAKTA'dır. İyi bilin ki güç ve kuvvet ATMAKTA'dır!.."

Resulullah, bu öngörmesini üç kez tekrarlayarak, ümmetinin üç dönemi olan üç zaman dilimini, atıcılığın üç etaplı aşamasını anlatmıştır. Bu evrelerden ilki, dönemimizdeki klasik atıcılık (Ok-yay, mancınık) evresidir. Bilindiği gibi mancınık da dev bir ok ve yaydan başka birşey değildir. Ok yerine dev bir zıpkın (ya da gülle, taş vb.); yay yerine de bir rampa içermektedir.

Resulullah, atıcılıktaki ikinci dönemi hem bu hadisle hem de aşağıdaki hadisle yinelemiştir:

"Çocuklarınıza ATICILIĞI öğretiniz, çünkü atıcılık düşmanı kırıp geçirir."

Hadise dikkat edilirse, atıcılık üzerine kurulmuştur. Çala-kılıç, gürz (topuz), balta gibi vuruculuk yerine atıcılıktan (fırlatıcılık) söz edilmektedir.

Öte yandan insanoğlu havai fişeği de bulmuştu ama, bununla ilk roketi ve/veya ilk mermiyi bulduğunun farkında değildi. Barut tepkimeli bu donanma fişekleri, sadece BARIŞ (Şenlik, eğlence, tören) niyetiyle FIRLATILIYORDU. Daha sonra SAVAŞ niyetiyle mermi diye kullanılabileceği akıl edilince, "Silâh icat olmuş, mertlik bozulmuş" gibiydi.

Çakmaklı tabanca ve tüfekleri barutla doldurup, harbiyle sıkıştırır sonra atacağınız çekirdeği (Kurşun, saçma vb.) yerleştirip, barutu ateşlerseniz, İKİNCİ AŞAMADA ATICILIĞI GERÇEKLEŞTİRMİŞ OLURSUNUZ. Daha sonra barut, "Kovan" içine konarak mermi yapıldı ve silahlar da müzelik olmaktan kurtularak, silah tüccarlarının kanlı kazancına peşkeş oldular.

Ok ve yay nasıl ki ağır silah olarak mancınığa esin kaynağı olmuşsa, mucit ve askeri deha Fatih Sultan Mehmed'in de böylesi bir ağır silah ilhamı vardı: Dev namlular, dev saçmalar yapmak!..

Dev toplar ve dev gülleler döktürüp, icadını İstanbul'un surlarında başarıyla denedi.

İlk astronot Lagerli Hasan Çelebi'nin bizzat binip uçtuğu dev havai fişek, aslında ilk jet füzesi ya da ilk balistik insanlı rokettir. Bir anlamda da "Namlusuz, rampasız roket" dönemini başlatmıştı: Topçuluk yanında roket mermiciliği de konveksiyenel silahlar safına katılıyordu: Havan mermileri, bazuka mermileri, işaret fişekleri, sis bombaları, roket atar mermileri, tanksavar-füzesavar (ve daha bir çok şey savar) mermiler, hem vuruculuk hem de deposunda infilak maddesi taşıyıcılığı yapıyorlardı.

Lagerî roketinde "KALEM" biçimini seçmişti. O Kalem ki, Allah'ın "Yaz" dediği kalemdir. O kalem ki, minarelere de roketlere de MAKET OLMUŞTUR...

Kalem ya da minare biçimli bu ilk füzeye sahip çıkamamızı fırsat bilen Almanlar, genel iki savaş boyunca Oberth, Goddard, von Braun gibi "Rakete"çiler eliyle bu teknolojiye kafa yordular ve JET'i bulmuş oldular. Von Braun'un "V serisi" roketleri savaşta Londra'yı; savaş sonrası barışta da "Uzay ve Ay'ı" hedef aldı.

Londra'yı vuran güdümlü V roketleri sadece (TNT denen bildiğimiz klasik ve konveksiyonel) tahrip maddesi ile doluydu. Fakat günün birinde Einstein'ın emriyle Hiroşima ve Nagazaki üzerinde MANTAR gibi atom bombası bitiverdi. Daha sonra yapılan hidrojen bombalarıyla "Yüklenmiş binekler" yani roketler üniformalı insanoğlunun eline geçti. İnsanın insanı yok etme yarışı (kısa-orta-uzun-kıtalararası çok başlıklı diye tasnif edilen seri nükleer kapsül üretimi olan) silahlanma yarışını doğurdu. Dünya dolusu denizaltı ve üsler yetmiyormuş gibi, bu kez "Yıldız savaşları = Starwars" filminin uzayda çekimi yapıldı. Üstelik bu filmin senaryosunda "Nükleer bir savaşın galibi olmayacağı" yazılıdır.

İşte bütün bunlar Resulullah'ın bildirdiği "İYİ BİLİN Kİ GÜÇ VE KUVVET ATMAKTADIR" hadisinin sonuncu tecellisidir. Geleceğe dönüktür. "GELECEK" daha başka hadislerde de iyice vurgulanmıştır ki, bunlardan birini örnek verelim:

"(Gelecekte, kıyamete çeyrek kala dönemi olan) SON ZAMAN YAKIN OLUNCA, GÖKTEN KÂZİF (Fırlatmak atmak ve yerden çöküntü yıkıntı olan) HASİF VE MESİH (Yaratılış normlarının değişmesi, hilkat başkalaşması olan mutasyonlar, yeni türler) VAK'İ OLACAKTIR."

Bu hadiste Kâzif, uzun menzilli balistik füzelerin fırlatılmasıdır. Bu füzelerin havalanması NEDEN ve ETKİ'dir. Füzeler yüklü yani "GÜÇLÜDÜR". Daha sonra hedefini bularak vurur ve orada Hasif yani yıkıntı, çöküntü, krater, çukur, yıkım enkaz oluşturmaktadır. Etkiye tepki; nedene sonuç olarak bu tahrip ortaya çıkmaktadır. Füze patlayana kadar "GÜÇLÜ" dür, çünkü bu güç potansiyeli içinde mevcuttur. Patladıktan ve hasif oluşturduktan sonra da "KUVVETİ" ortaya çıkmaktadır. İşte güç ve kuvvet terimlerinin farkları budur. Güç, nedendir, etkidir, potansiyel birikimdir. Kuvvet ise sonuçtur, tepkidir, kinetik bir deşarjdır. Güç "Yüklenir, biner"; kuvvet ise "Yükünü boşaltır, iner".

Kâzife (Atmaya) karşı hasif (yıkıntı) her mermi için geçerlidir. Ama burada MESİH yani yaratılış değişmesi de söz konusu olunca, klâsik bir yıkıntıdan ötede, nükleer bir felâketin sonuçlarından söz edilmektedir.

Kalıtım birimi olan Genlerin nükleer radyasyon etkisi ile mutasyona uğraması (Radyoaktif ışınların Çernobil paniğinde olduğu gibi doğacak zürriyetin genetiğini etkilemesi) kaygısı vardır.

Mesih, fırlatmak olan neden-etki ve yıkılmak olan sonuç ve tepki dışında kalmaktadır. Mesih'de ne doğal sağlık, ne mutlak yıkım yani ölüm yoktur. Bu radyoaktif yanık, ilik erimesi gibi yavaş bir ölüm ya da yaratılış garibesi kalmak biçimindedir. Yani Kâzifin vurduğuna Hasif olarak kurban gitmeyip de kurtulanlar için "Bir başka yavaş ölüm, biçim değiştirme, hilkat garibesi olma" uyarısı verilmiştir.

Maalesef, hadisler "Nükleer savaşların, nükleer kazaların kaçınılmazlığını" haber vermektedir ki, bunları "Çeyrek kala ve çeyrek geçe kıyamet" isimli eserimizde sunacağız. Buraya o hadislerden birini örnek alarak konuyu açalım:

"Batıdan bir fitne (Batı bloku) gelir. Doğudan bir fitne gelir (Doğu çarları). Her ikisi de Şam'ın içinde (Arap yarımadasının kuzey bölgesi, Ortadoğu-Önasya, İsrail, Yakındoğu) karşılaşırlarsa, o zaman YERİN ALTI, yerin üzerinden daha hayırlıdır."

Bu hadis, bize nükleer fitneyi anlatırken, klasik anlamda, sığınakları; şimdiki anlamda "Nükleer sığınakları" (Yeraltı underground system) tavsiye ederek zararlı radyasyondan korunmamızı salık vermektedir.

"Güç ve Kuvvet her ikisi de ATMAKTAdır" ibaresi daha başka yorumlara da açılır. Güç ile süper güçler (Süper devletler) bildirilerek, ümmetinin de bu yarışta geri kalmaması için nükleer üretim yapacak güce ulaşması istenmektedir. Kuvvet ile de bunun "Caydırıcı bir kuvvet" yani savunma aracı olduğu bildirilmektedir. ("Düşmanla çarpışmayı dilemeyin ama, karşılaştığınızda çarpışın ve kaçmayın" emri uyarınca.)

Barış (Bilim) sözkonusu olduğunda Güç ve Kuvvet, yine bize fizik yasalarını haber verir: Güç=İtici güç ve Kuvvet=Kurtulma kuvveti (Eylemsizlik, gravitasyon ivme ve kaçış hızları) yasalarını dile getirmektedir.

Uzayın fethinde "Atmak=Fırlatmak" için "Güç ve (Ayrıca) kuvvet" gerekmektedir. İlk roketler "Güçlü" değillerdi, dünyanın Çekim KUVVETİ'ne yenilerek GERİ düşüyorlardı. Eğer bu bize yetiyorsa adı jet teknolojisidir. Ama hedefimiz uzay ise atmosfer dışına çıkabileceğimiz Roket teknolojisi gereklidir. O halde "GÜÇLÜ" roketler yapılması istenmiştir.

Atmosfer-içi jet uçuşları ile atmosfer-dışı uzay uçuşları arasında SULTAN bir güç kuvvet FARKI vardır. Sadece yüklenmiş bineklerin biçimleri birbirine benzemektedir: Örneğin jet pervanenin yerini alır. Atmosfer-içi uçuşlar "Rüzgârın kaldırma KUVVETİ" ile araçlarımızın "Yakıt GÜCÜ"nün bir arada oksidasyonu ile mümkün olur. Oksijensiz ortamda motorlar çalışamaz, hava boşluğunda düşerler. İster pilotlu (jet uçakları) ister pilotsuz (güdümlü savaş roketleri) olsun, her iki "Yüklenmiş bineğimiz" de güdük güçtedir. Modern havayollarının dev jetleri de buna güç getiremez. Çünkü sultan güç denen "ÇEKİMDEN KURTULMA KUVVETİ" gerekmektedir. Dolayısıyla burada problem, "ÇOK GÜÇLÜ" dev kuvvetlerin oluşturulmasıdır. Kurtulma hızı yasağını ilk olarak 1949 uçuşu ile von Braun'ın roketi delmiştir. İlk roket üç ana problemin de üstesinden gelmiş, sonra fırlamıştır. Bunlardan biri, oksidasyon (Atmosfer oksijeni) yapamayan uzaya "Sıvılaştırılmış oksijen" tankı eklenmesidir.

İkinci yasak ise "Kurtulma ya da kaçış hızının" sağlanması için çok dev bir "YÜKLENMİŞ BİNEK" imâlatının çözümlenmesidir: Çünkü bu dev apartman boyu ağırlığı yerden kaldırmak için büyük yakıt depoları gerekiyordu. Depolar kalkıştan az sonra tükeniyordu ve gereksiz bir ağırlık olduğu için, bu boş tank ya da birinci kademe boşluğa bırakılıyordu. Böylece daha hafiflemiş ve daha hızlanmış olan roket, hızlanmasını daha da tırmandırıyordu. Sonra bu yakıt tankı tükenince (Boşalmış kademe) uzaya terk ediliyor, İKİNCİSİ devreye giriyordu. Böylece giderek, hem hızlanmış, hem safra bırakıldığı için hafiflemiş, hem de yukarıda çekim kuvveti iyice azaldığı için daha da ivmelenmiş olarak uzay aracı atmosfer dışına çıkabiliyordu.



İLERİ BİLGİLER - 11

"GÜÇ VE KUVVET ATMAKTADIR"

Bir merminin çekirdek ve kovanı neyse, bir uzay aracının da kademeleri ile ana kabini de odur. Ok ucundan mermi yapan insan, bu kez aynı mermisini DEV BOYUTLARDA bir roket yapmıştır. Bütün kademeli balistik birbirinin aynıdır: ATMAKTAdır..!

Resulullah döneminde güç ve kuvvet "OK" ATMAKTA idi. Sonra mermilerin bulunmasıyla, güç ve kuvvet batı âlemine geçtiğinden bütün dünyayı sömürgeleştirdi. Koca Afrika, Amerika kıtasının yağma edilmesinin nedeni, mermi atıcılığının ok-mızrak atıcılığından üstün olmasıdır. Ama mermi de miadını doldurmuştur. Gelecekte ise Laser-Taser-Faser serisi ışık toplarının atıcılığı beklenmektedir.

Bütün konvansiyonel silahlar, klâsik mermiler demode olmuştur ve asıl güç ile kuvvet "Nükleer başlık atmakta" olanın eline geçmiştir. Üstelik bu çok iyi bir şantajdır. Çünkü askeri devletler dönemi bitmiş, yerine ekonomik devletler modeli gelmiştir. Bunlar da "Nükleer yük" bindirilmiş, ROKET denen binekler ile tehdit edilmektedir. Üniformalıların çok sevdiği savaş oyunları, şimdi "YILDIZ-SAVAŞ oyunları" adıyla uzayda sürmektedir. Bütün bunlar "Yüklenmiş binekler" konulu âyetin tecellisidir.

Resulullah'ın "Üç kademeli hadisinde" de bu roketlerin TASTAMAM ÜÇ KADEME olmasının kehaneti vardı: "Güç ve Kuvvet ATMAKTAdır!" Gerçekten kademeli roketler ile "KURTULMA HIZI" barajını aşan KAÇIŞ KUVVETİ sayesinde bir SULTAN güç bulmuş, çekim kuvvetini aşmış, insanoğluna uzay yolunu açmış, tarihi boyunca ilk kez insanoğlu 1949'da koca dünyanın çekimini alt ederek uzaya açılmayı başarmıştır.

Şimdiye kadar yine ÜÇ ASTRONASYON yapılmıştır: Önce yapay uydular-bitkiler ile test edilmiştir uzay... Sonra sıra hayvanat bahçesi kurmaya gelmiştir. Bir köpek, bir maymun ve sonra maymundan türeyen insan: Gagarin!.. (Uzayda Allah'ı bulamamış)

1969'da ise insana "Ay keşfolunmuş"tur. Elbette bu keşfe kadar, insan, yolu üzerindeki fizik yasalarını da keşfetmiştir.

Daha yüzyılımızın başında atoma bile inanılmıyordu. Bilimin sonuna gelindiği sanılıyor, saatte 35 km. hız yapan bir trenin parçalanacağı ileri sürülüyordu. Aynı "Resmî bilim" erbabı, "Sudan ağır bir şeyin yüzemeyeceğini, batacağını" söylerken, daha cümleleri bitmeden, yüzbinlerce tonluk çelik transatlantikler yüzmeye başlamıştı bile...

Aynı mantıkla, havadan ağır bir şeyin uçamayacağı söylendiğinde, bu resmî bilim yobazlarına inat, Eyfel kulesinden, en ünlü gökdelenlerden daha uzun ve daha ağır KADEMELİ ROKETLER uçmaya koyulmuştu bile...

Bu devasa roketleri uçuran SULTAN GÜÇ VE KUVVET bulunmuştu çünkü... Güçlü tepkimeler, kuvvetli motorlar yerçekimi ve göklerin "GÜÇLÜ KUVVET ÇİZGİLERİNDEN" dışarı çıkabilen "Sultan"lardı sanki...

Dünya MERKEZ olduğunda, bizi kuşatan atmosfer katmanları tek tek aşılmaya başlanmış, "Bir tabakadan bir tabakaya bindirileceksiniz" âyeti ile FELEKLER sırrı da tecelli etmişti artık.

Dünya merkez olduğunda, gidilerek "Bir tabakadan diğerine büyüyen küreler" yani FELEKLER bizi kuşatmaktadır. Dünya çekimine bağlı bu iç-içe eş merkezli felekler (Çemberler, daireler) hem atmosfer katları olan "Yakın 7 Gök" yorumunu hem de Çekim (Gravitasyon) yasasına göre, uzaklığın karesiyle ters orantılı olarak azalan (fakat hacımca büyüyen) YERÇEKİMİ FELEKLERİNİ anlatıyordu. Gerçekten de insan "Bir tabakadan diğerine bindirilerek" bu felekleri aşmıştı. Gerçekten de kurtulma hızıyla dünya çekiminden kurtulana kadar giderek hafiflediğimiz çemberler vardır. Bu da dünyanın merkezinden kabuğa şiddetleniyor, sonra yerden göğe doğru giderek azalan çekim daireleri oluyordu. Örneğin 600 km. yukarıda 80 kiloluk bir insan 20 kilo çeker... Buna rağmen, hâlen dünyanın çekim etkisindedir. Çünkü dünyamız, bir cismi saniyede 9,81 metre ivmeyle kendine düşürmeye çalışmaktadır. Dünyanın çekim eşdeğeri bu hızdan aşağı olan her cisim kurtulamaz geri düşer. Ama bu hız aşılırsa, dünyadan kurtulunur. (Sultan kuvvet = Kurtulma hızı)



İLERİ BİLGİLER - 12

SULTAN GÜÇLER

Dünyanın bir çekimi olduğunu bize Tarık-11, 12. ayetler de bildirmektedir. Burada "REC EDEN DÜNYA" çekimi olan ve yukarıda bulutlara daha az çekim uyguladığı için, bulutların ve görmediğimiz bulutlar olan havanın ne yere kapaklanmasını ne de kurtulup kaçarak bizi havasız bırakmasını engellemektedir. Arapçada ayak basılan her yer taban =Arz'dır. Bunun dışındaki her şey de tavan=Gök'tür. Ayet, bize tavanın, tabana bağımlı olduğunu, dünyanın "Çektiğini" bildirmektedir. Dünyanın çekim merkezi olduğunu da Mürselât-25, 26. ayetler açıkça bildirir. (Kifat=Toplanma merkezi olan dünyamızda canlı, cansız bütün varlıkların "Toplandığını" bildirir.) Bu terimlerin Arapça karşılığı, eğilim, yöneliş, odaklanıp toplanmak demektir ki, Gravitasyon dediğimiz Çekimin ta kendisidir. Çekimin bir gel-git dalgası olduğunu (ossilasyonu olduğunu) da Naziat 6. ayet en yalın biçimde anlatır.

"TİTREYEN TİTREYİNCE"

Burada Râcife=Titremek, ossilasyon yaparak sarsılmak anlamındadır. Âyette zahirde "Dünyanın titremesi" ile batında "Gravitasyonun titreşmesi" anlatılmıştır. Râcife, denizdeki yüzey dalgaları olan "Mevce" değildir, sarsılmak da değildir, zelzele hiç değildir. Arapçada Mevce, boyuna (küresel) dalgalardır ki, ses dalgaları, havuza atılan taşın oluşturduğu (aslında küresel) dalgalar gibi, kasılıp-gevşeme değil, salınım olayıdır. Bu enine dalgaların, yani ışık ve diğer bütün elektromagnetik dalgaların yaptığı gibi, kasılıp gevşemek yerine "Karın düğüm" oluşturmak olan Râcife'dir. Mevce, boyuna dalgaları; Râcife ise enine (Transversal) dalgaları anlatmaktadır.

Gravitasyon denen çekim (Cazibe) de enine ve assilasyonik bir dalgadır. (Işık ailesindendir.) Çekimci dalgalar, özellikle karadeliklerde iyice belirlenen "Gel-git" biçiminde tensor gösterirler ki bu da Râcife'nin tam karşılığıdır.

Çekimci dalgalar, bir cismin diğerine hızlanması sırasında ve cisimlerden kaçarak "Çekimci özellik" gösterirler, çekim ortaya çıkar. Bütün evren bu çekim altında "Boyun eğmiştir". Dolayısıyla dünya da kendi çekimine boyun eğmiş, yenilmiş "YER" olmuştur. Dünyadan yükseldikçe, çekim ivmeli olarak azaldığından, uygun hıza ulaşılınca roketlerimiz, dünyanın çekiminden artık GÖK'E çıkabilirler. Yani "GÜÇ" dünyadan, roketimize devir olmuştur. Bunu da başaran roketimizin kurtulma kuvveti olan "Sultan kuvvet"tir. Daha dev, daha güçlü, çok daha büyük bir KUVVET ile nihayet uzaya açılmış oluyoruz. Bu kuvvet SULTAN güç ya da SULTAN KUVVET'tir. Rahman suresinin "BEYNİ" olan 33-36. ayetler bu SULTAN KUVVETİ, bir çift olarak sunmaktadır. Birincisi "Kurtulma hızını aşmak"; ikincisi de "Göğü korunmuş bir tavan yaptık" (Enbiya-32) sırrının bildirdiği SULTAN gücüdür. Rahman suresinin BEYNİ şöyledir:

"EY CİN VE İNSAN TOPLULUKLARI! AKTARIS SEMAVAT (Göğün türlü çaplarından) VE YERDEN (Birinden diğerine) NÜFUZ EDEBİLİRSENİZ EDİN. BİLİNİZ Kİ SULTANSIZ ÇIKAMAZSINIZ. ÖYLEYSE RABBİNİZİN HANGİ KUDRETİNİ YALANLAYABİLİRSİNİZ? SULTANSIZ NÜFUZ EDERSENİZ, ÜZERİNİZE ŞUVAZ (Dumansız alevli ateş olan kozmik ışınlar ve zararlı elektromagnetik radyasyon) İLE NUHAS (İyonize kozmik atom çekirdekleri, baryonlar) SAĞANAĞI BOŞANIR (ki) BUNU (Sultansız) BAŞARAMAZSINIZ. ÖYLEYSE RABBİNİZİN HANGİ KUDRETİNİ YALANLAYABİLİRSİNİZ?"

Ayette, Allah'ın kudret ve nimeti İKİLİSİ bildirilmektedir:

1. Çekim dolayısıyla kurtulma hızının bir SULTAN KUVVET olduğu...

2. Atmosferin katmanları olduğu ve koruyucu tavanın ötesinde de KORUNMUŞ bir binek ile SULTAN GÜCÜN sağlandığı....

Rahman suresi baştan sona, hep "KUR'AN ÇİFTLERİNİN" yani "İkililerin" sırrını taşır. Cin-İnsan ikilisi, Gök-Yer kuturları (Çapları), Nuhas-Şuvaz, bir çift sultan güç, güç ve kuvvet ikilileri gibi...


Yüklə 0,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin