KRİPTOLOJİK BİLGİLER - C
RAHMAN VE ATMOSFER
Rahman suresi, besmeleden başlayarak en son ayete kadar ÇİFTLERİN sırrını verir. Rahman-Rahim çiftini, birinci âyetteki "Rahman ve kelâmı olan KUR'AN Çifti" izler. 3. ayet, Cinden sonra insan ikilisini; 4. ayet iki türlü beyan (Kitap-hitap) olduğunu; 5. ayet Güneş-Ay ikilisini; 6. ayet Ot-Ağaç biyolojik ikili tasnifini; 7. ayet Yer-Gök ayrışmasını ve terazisinin iki kefesini (8, 9. ayetler), yaratıkların çiftler olduğunu da onuncu ayet ile bildirmektedir.
11. ayette meyve ve (dişili-erkekli hurma) ağaçlarını, 12. ayette eğrelti otu gibi çiçeksiz saman-ot ilişkisini (Yaş-kuru olayı ki yosunlar da yaş gruba girmektedir) ve çiçekli bitkiler biyolojik tasnifini haber verip, 13. ayetten itibaren 31 kez "Rabbinizin hangi nimetini (kudretini) yalanlayabilirsiniz?" diye sormaktadır.
İnsan ve Cin çiftleri de 15. 16. ayetlerde anlatılır. (Yecüc-Mecüc ile benzerliğimiz neyse, Cin-Şeytan cinsleri de bir çift benzer alt ırktır.)
17. ayet, Rabbimizin iki doğunun ve iki batının da Rabbi olduğunu; 19-20. ayetler "İki denizi" bir engelle ayırdığını; 22. ayet denizden İNCİ ve MERCAN ikilisinin çıkarıldığını, 24. ayet denizde DAĞ-GEMİ ikilisinin ilişkilerini; (Buzdağları ile çarpışma Titanic gibi) faciaları; Aysberglerin suda yüzdüğünü, dağ büyüklüğünde gemiler yapılacağı, hem de dağların da buzdağı olarak yüzebileceği, teknoloji ilerlediğinde "Buzdağlarının yüzdürülüp, büyük Sahra gibi çöllere yanaştırılarak, eritilip göller dolusu tatlı su elde edileceğini" de bildirmektedir.
26. ayet, şimdiki yaratılışımızın "Gelip-Geçici" olduğu, yani İKİ KEZ yaratılacağımızı, iki kez öleceğimizi bildirmektedir. 27. ayet Yücelik-Celâl ve nimet ikramı Rabbimizin kalıcı, baki ebedi oluşunu; 29. ayet YER ve GÖK çifti yaratıklara nimetlerini ikram ettiğini; 31. ayet, Cinler ve insanların sorumluluğunu, 33. ayet de bir önce sunduğumuz çiftleri ortaya koymaktadır.
37. ayet (Kızarmış bir gül örneği) çıplak tekilliğin göğü İKİYE YARACAĞINI anlatmaktadır. Devamı ise yine Cin-insan ikilisine yöneliktir.
41. ayette günahkârların ve sevaplıların İKİ AYRI BİÇİMİ olacağı, günahkârların "Alın" ve ayaklarından" yani tepe ve tırnaklarından çifte kavranacağını, 43. ayet Cinlerin ve insanların İKİ ayrı cehennemi olduğunu, 44. ayet Cehennemin alev ve kaynar eriyikler İKİLİSİNDEN tutuştuğunu, bildirmektedir.
46. ayet İKİ Cennetin olduğunu; 48. ayet İKİ türde nimet ağacı olduğunu, 50. ayet orada İKİ kaynak olduğunu, 52. ayet her meyvede İKİ TÜR olduğunu, iki Cennet iki tür Tad; 56. ayet biri dünya kadını (Toprak), diğeri Cennet kadını (Huri=Su) yaratılıştı iki tür dişi cinsi olduğunu, 58. ayet o dişilerin Yakut (Toprak) ve Mercan (Su) ikilisi bir letafetleri olduğunu bildirmektedir.
60. ayet ise iyiliğin mükafatının yine iyilik olduğunu bildirerek, kötülüğün cezasının mutlak kötülük olmadığını, affedilerek iyiliğe çevrileceğini, fakat asla iyiliğin karşılığının kötülük olamayacağını bildirmektedir. Bu iyiliğin karşılığı da 62. ayetin sırrıdır: "BU İKİ CENNETTEN BAŞKA İKİ CENNET DAHA VARDIR!" 64. ayet bu cennetlerin daha koyu yeşil (Açık ve koyu iki yeşil nüansı) ortamını bildirmektedir. 66. ayet bu öteki bir çift pınarı (kaynağı) olduğunu bildirerek sonlanır.
Rahman suresinin çiftler üzerine kurulduğuna ilişkin çok kısa bir açıklama verdikten sonra, şunu anlıyoruz ki, 31 çift nimet kudret SULTANI vardır. Kur'an 19 üzerine kuruludur ama, Rahman'ın ayrıca 31 ve 67 asal sayı şifresi vardır. Yani bu tek asal sayılar üzerine kurulu "ÇİFT ÇİFTLER" vardır.
İLERİ BİLGİLER - 13
ATMOSFER VE KATMANLARI
Öte yandan Kur'an tayf ve katmanlar sayısı 7 üzerine kuruludur. 7 gökten başka, 7 iç-içe dünyadır ki, bunun en altı SİCCİN'dir. 7 göğün doruğu da göklerin bittiği İLLİYYİN'dir.
Zahiri anlamda ise gerçekten yer 7 kattır (Ara katmanlarıyla 28 tanedir.) Yerkürenin içinde ağır metallerin çöküp soğumadıkları için eriyik hâlinde kaldığı ateşten denizler bulunmaktadır. Demir, nikel gibi en ağır metaller daha içte, alüminyum, silisyum daha yukarıdadır. Bunların ara kesitlerde (Yer felekleri) karıştığını, sonra en üstte yanardağının akıttığı lav (Mağma) yani magnezyum katmanları ve ergimiş toprak (silisyum) içerdiğini biliyoruz. Okyanuslar ve karalar, plâkalar hâlinde (Altlarında dibi erimiş, yüzü soğumuş) kıta salları üzerinde yüzerler. Bunun üzerinde türlü kabuk katmanları vardır. 6 bin kilometrelik bu çap boyunca, bizler sadece elmanın kabuğundan da ince bir su küre=hidrosfer ve kaya küre=litosferin bulunduğu bir ince felekte yaşarız.
Maden ocaklarındaki seviye altında yaşamak sıcak yüzünden ve yüksek dağlarımız üzerinde de yaşamak soğuk ve oksijen sıkıntısı nedeniyle imkânsızdır. Hayat, en fazla 6 km.ye kadar mümkün olmaktadır ki, buraya Biyosfer denmektedir.
Bu yükseklikten itibaren giderek oksijen azalır, nefes almak mümkün olmaz. Bu tabaka, üstümüzdeki "Koruyucu tavana kadar ulaşan trapez" (Troposfer) katmanıdır. Su buharı (Bulut ve nem) yükseklerde güneşin kızılötesi denen zararlı ışınlarını emerek durdurur ve koruyucu tavan işlevlerinden birini oluşturur. Hem de radyo dalgalarının uzaya kaçmasını önleyerek bize tekrar yansıyıp gelmesini sağlarlar. Böylece radyo dinlememiz mümkün olur. (Van Allen kuşakları)
Troposferin en üstünde ise, özellikle yanardağ püskürüğü bir toz tabakası vardır. O tabaka, oluşum sırasında yanardağ indifalarının küllerinin yeryüzünden hayatı silmemesi için yaratılmıştır. Bu toz tabakası, genetik olarak bitkileri, canlıları "Devleştirmekte" olan bir "Yukarı yeryüzü" gibidir, Kafdağı da bir anlamda burasıdır.
Onun üstünde ise koruyucu tavanların en önemlilerinden biri olan "OZON" tabakası gelmektedir. Koruyucu tavanın şimdiki yırtığı yüzünden zararlı ışınların süzülüp filtre edilmesi işlemi tehlikeye girmiştir. Oksijenin son limiti olan bu tabaka, dışarıdan gelen zararlı ışınları (O3) molekülü oluşturarak durdurmaktadır. Şimdiki güncel yırtık yüzünden zararlı ışınlar (Kâzif = Şeytanlara taş atmalar) Hasif (Göğün taşlanan şeytandan korunmasında aleyhte açılan gedik) oluşturmaktadır.
Ozon özellikle mor-ötesi denen kanserojen ışınları durdurmaktadır. Bunun sonucu türlü kanser (Özellikle çıplakların can attığı bronzluğun bedeli olan CİLT KANSERİ) ortaya çıkmaktadır. Kanser ve AIDS, çağımızın Dabbetlerinden olup, olağan bir hastalık değil; Mutant MESİH (Hilkat, yaradılış değişmesi) bozulması olayıdır. Yeryüzünde nükleer bomba denemelerinin (ve kazaların) oluşturduğu bu kanserojen radyasyon, zaten uzayda HEP VARDIR. Dolayısıyla ozon yırtığı, bir HİLKAT DEĞİŞMESİ yapacaktır. Nükleer bomba deneyleri ile aerosol (Sprey gazları) ise ozon tabakasını bir de alttan deldiği için, hem insanların hem iklimlerin hilkatinde değişme (MESİH) oluşmaktadır.
ŞEKİL - 1
RİSKLİ GEDİK
Dünyadaki hayatı kozmik afetlere karşı koruyan Ozon tabakası korunma kalkanımızın ilkidir. Dünya Biyosferi denen hayat küremiz ve Cinlerin de salimen yaşamasını sağlayan Ozon zırhı milyarlarca yıldan beri Dünyamızı korumaktaydı. En büyük tahribi insan kendine yapmıştır. Uygarlığın nimetlerinin külfetleri bizi Mor ötesi çok zararlı ışınlara karşı koruyan Ozon ambalajını yırtmıştır. Sprey (Aerosol) yapısında bulunan "Hidro-Fluoro-Karbon" bileşikleri Ozon tabakasını önce inceltmiş sonra yırtmıştır. Dolayısıyla Güneş'ten gelen zararlı etkiler artık bu yırtığın olduğu yerden "içeri buyur edilmektedir". Resimde temsili olarak Dünya üzerindeki ozon yırtığı ye Güneş'ten gelen dehşetli bir alev kolu görülüyor. Olay yalnızca Güneşin zararlı etkileri değildir. Örneğin bir Süpernova patlaması Güneş'ten de kötü bir kozmik rüzgar oluşturacaktır. Kozmik ışınları ve radyoaktiviteyi de dengeleyen Ozon tabakası yırtığının sürüp sürmeyeceği, kendini onarıp onarmayacağı belli değildir. Ne var ki, sprey üretimi artan nüfus ve artan tüketici nedeniyle katlanarak artmaktadır.
Ozonu ise stratosfer tabakası izlemekte ve türlü katmanlar hâlinde Mezosfer denen "Orta katmanlara" ulaşmaktadır. Bunlara harflerle de (Atomun enerji seviyelerine eşit bir) sıralama yapılmakta, ya da (İyonosfer örneğinde olduğu gibi) isim verilmektedir. Böylece 6. gök olan en dış tabakaya Egzosfere ulaşılmaktadır.
Yedinci tabaka ise henüz bulunan MAGNETOSFER olup, çevremizde, magnetik akı kuşaklarından oluşan bir ZIRH'tır. "Göğün korunmuş tavanının en üstü" burasıdır. Ay bile şemsiyemiz altında korunur.
İnsanoğlu şimdilik bu limiti geçecek bir teknolojiye sahip değildir. Çünkü "KOZMİK IŞINLAR" denen çok zararlı, çok girgin ışın bulunmuştur. Kozmik ışınların kaynağı, önceki anlayışla Güneş sanılıyordu. Ne var ki Güneş bile bu şiddetli ışını yaratacak güce sahip değildir. Böylece kozmik ışınların bir kaynağı olmadığı, durup-dururken adeta yoktan var olduğu ya da bir başka yerden "Nakledildiği" kaynağının belirsiz, her nokta olduğu anlaşılmıştır.
İşte bu kozmik ışınların dünyayı bombardıman etmesini MAGNETOSFER önlemektedir. Kozmik ışınlar magnetik akılara yakalandıkları için frenlenirler ve zararlarını biraz olsun azaltırlar. Onlara "Kozmik primer" denmektedir ki, Kur'an'daki adıyla kozmik primerler, ŞIHAB'lardır. "Şeytana taş atmalar" diye bildirilen ve ismen verilen ŞIHABLARI, önceki bandımızın ciltlerinde sunmuştum.
Kozmik primerler, magnetosferden bize gelene kadar törpülenirler ve daha az zararlı olan "KOZMİK SEKONDERLER" halinde yan ürünler oluştururlar. Bu da Kur'an'da Rahman suresinin "ŞUVAZ"larıdır. Dolayısıyla, bilimin kozmik ışın dediği ve primer ile sekonder diye iki aşamada tanımladığı kâinat ışınlarının haberciliğini, yine mübarek âyetler "ŞİHAB ve ŞUVAZ" diye önceden haber vermiştir.
Şıhabın Şuvaz halinde gelmesi yani kozmik primerin kozmik sekonder olması sırasında, bilimin SAĞANAK (Shower) adını verdiği törpülenme olayı oluşur ki, bunu da Rahman suresinin sunduğumuz ayetleri içinde AYNEN SAĞANAK BOŞALMASI biçiminde okuduk. Ayrıca kozmik ışınların yine de yere (ve hatta yer altına) sızmaları NÜFUZ diye yine önceden haber verilmiştir. Dolayısıyla YERYÜZÜ DE, KORUYUCU TABAN olmaktadır.
ŞEKİL - 2
DÜNYANIN MAGNETİK ZIRHI: Magnetosfer
Dünya sanki iki kutbu arasında bir mıknatıs varmış gibi magnetik akılarla kuşatılmıştır. Magnetosfer, dünyanın dışındaki en büyük "Yeryüzüne bağlı" tabakadır. Güneşin ve kozmik ışınların risklerini magnetik akılarından yakalar, böylece ışınlar dünyamıza ulaşmadan durdurulmuş olur. Hayat bu koruma ile başlatılmıştır. Kur'an'da Magnetosfer "Göğe taş atmalar kıldık" ve "Göğü taşlanan şeytandan koruduk ayetleriyle örtülü olarak bildirilmiştir. Magnetosfer, Ozon tabakası gibi "Güneş rüzgârı" etkisindedir. Bu üflenti nedeniyle, magnetosferin Güneş'e bakan yüzünde basıklık, yani akı sıkışması vardır. Bunun tersine olan yüzü ise tam serbest kalır. Bu iç-içe kabuk biçimindeki görünmez magnetik kabukların her bir tabakası zararlı ışınları ve parçacıkları yakalayıp bir alta geçirmezler. Böylece her tabaka bir yoğunluk oluşturur, işte bu yoğunluklara bulucusunun adıyla Van Allen kuşakları denir. Bize en yakın kuşak dünyadan dört bin km; ikinci kuşak 16 bin km yüksekte olup 30 bin km'ye kadar etkisini gösterir. Magnetometre ölçümlerine göre dünyamız tam bir mıknatıs özelliği gösterir. Kuzey kutbundan çıkan akılar Güney kutbundan yutulur. Magnetik çizgileri izleyerek göçmen kuşların yönlerini buldukları ileri sürülmüştür. Yine bu magnetik alanın nedeni dünyanın göbeğindeki demir nikel gibi beş Ferromagnetik elemente bağlanmıştır. Bu elementler dünyanın merkezinde "Dinamo etkisi" yapmaktadırlar.
Kozmik primerler törpülenirken, sağanaklar oluşturup sekonder (Şuvaz) hâline gelirler ve talî-yan ürünler oluştururlar. Bunların yan ürünlerinden biri de ultra-kısa morötesi dalgalar olup; Ozon tabakasında tutulur ve bizler salimen "Korunmuş tavan, güvenceli kubbe" altında yaşamamızı sürdürürüz. Kozmik ışınlar iyonosfere girdiğinde, buradaki atmosfer atomları İYONİZE olarak onları tutarken, iki bilardo topunun çarpışması gibi, biri diğerini fırlatır. İşte bu kâzif olayı da, aynı âyette "NUHAS = İyonize ve hızlandırılmış atom" diye bildirilmiştir. (Buna bakır tanecikleri meali verenler de haklıdır, çünkü Nûhas, bir elementin elektronlarının koparılmış, sükûnet bulana kadar tepkimeye girmiş relativistik hızlarla anlatılan metal-ametal çekirdekleridir.)
Bütün bu saydıklarımız, birer MİKROSKOBİK MERMİ'den başka bir şey değildir. Deler geçerler, hatta bunlardan birinin dünyaya düşmesi "Tunguska-felâketini" aynen oluşturabilir. Üstelik insanlar gibi, CİNLERİ de öldürmektedir.
Kendiliğinden yanan insanlarla; Cinlerin MERDUT olup kendiliğinden yanmaları aynı şeydir:
Cinlerin gerek doğal ölüm biçimleri gerekse Hüddâmcı denen kimselerce yakılması sonucu ölümleri vardır. Cinlerin yakılması alev ya da bildiğimiz ateş ile değil; tıpkı kendiliğinden tutuşan ve hiç bir kalıntı bırakmadan yanan insanlarımızın durumuyla aynı olan "Kozmik ışın" yakmasıdır. (Hüddamcı ya da Cindâr ise, bu kozmik ışınlardan SİMYASAL olan birini "Çağırıp" mermi gibi çarptırdığını öne sürer.)
Hatırlanırsa, daha önceki bandımızda, bazı insanların elektromagnetik aşırı fırtınaya yakalanması, ya da bedensiz astronomi denen astral yolculukta, atmosfer dışına çıkıp orada bir kozmik şihab ile karşılaşması sonucu, kendiliğinden yanma kazaları olmaktadır. Bunun somut örnekleri "Philadelphia deneyinde" kendiliğinden tutuşan (deneylenmiş) tayfalardan bir kısmının alev almasıyla da gözlenmiş ve tutanaklara geçmiştir.
Gökler cinlere yasaklanmıştır: Bunu Kur'an'da bir çok âyet bildirmektedir. (Gökte şeytanlara taş = Şuvaz, nuhas atılması ve göğün taşlanan şeytandan korunması, Mele-i âlâ'ya kulak misafiri olan cinlerin yakıcı Şıhablarla kovalanmaları gibi.) Cinlerin bedeni ile ortak bir bedenimiz vardır: Buna nefsimiz ya da onun göstergesi olan "Biyoelektromagnetik-enerji kalıbı beden" diyoruz ki, bunu da Kirlian fotoğrafçılığı görüntülemektedir. Dolayısıyla bir cinin bu bedeniyle gökte yukarı çıkması ile, bir insanın (trans hâlinde) ASTRAL yolculuk yapması AYNI şeydir ve AYNI TEHLİKELERE açıktır; her ikisi de aynı mekanizmayla kendiliklerinden alev alırlar. Çünkü beden olarak (Düğüm noktası) yeryüzünde; fakat bilinç-beden olarak (Karın noktası) atmosfer dışındadırlar: Bedenleri, "dışarı" taşınmıştır ve dolayısıyla, kozmik bir ışın (Şıhab, Şuvaz, Nuhas) onlara isabet ederek, "Yeryüzüne" sığınsalar bile "Kovaladığı" için yakmıştır.
Kendiliğinden yananların kesinlikle, diğer yangınlarda yananlara benzemeyen bir görüntüsü vardır. Kemik, et vb. gibi HİÇ BİR ORGANİK artık bırakmadan KOMPLİKE YANARLAR ve yok olurlar.
Cinlerin de böyle olağan bir yanma biçimleri vardır. Onlar böyle ölürler. Maddî bedenin yanması "KOZMİK SEKONDER" bir yanıştır; fakat Kirlian bedeninin (Aura, esîrî gövde, biyoelektromagnetik enerji-beden) yanması "KOZMİK PRİMER" bir yanış biçimidir ki, işte buna şaşmaktayız. Bu yanış, ışık saçaklı bedenimizin çok yüksek bir Şıhab isabeti alarak, vital (Hayatî) yanının tutuşması ve yitmesi, cinlerle aynı eceli paylaşmaktır. İşte bu da ileri bir anlamda "Güç ve Kuvvetin ATMAKTA" olduğunun delilidir. Laser ışını gibi delici ve girgin bu bu şıhablar enerji bedeni öldürdüğü için, bunun peşinden maddî bedeni de yakmakta, daha doğrusu birlikte alev alarak ve hiçbir organik iz bırakmadan tutuşup-bitmektedirler.
Morötesi, röntgen ve Laser gibi "LUXON" teknolojisinden de daha girgin yani NÜFUZ edici bu İSABET mekanizması kozmik (Hiperonik, baryonik, nükleonik) yükün iki mislidir ki, hiçbir yük doğada tam sayı olarak biri geçmemelidir. Spin denen dönüleri de 3/2 gibi üstün değerler vermektedir. Kendileri ışık ya da tanecik değil; REZONANS (Delta ya da Nü serisi) birimleridir. Bunların NÜFUZU (Sızma, geçirgenliği, girginliği, içeri işlemesi) her messammata nüfuz edebilen Cinlerden bile çok üsttedir. Cinlere de nüfuz ederek, onları rahatlıkla tutuşturmaktadır.
Bu şiddetli ışınlar, ışık hızının % 99'u hızdadır. Yani cinlerle eşit hızdadır. Bu nedenle de cinler; şıhab, şuvaz ve nuhaslarla HER AN ve eşzamanlı olarak tehdit altındadır. Oysa insan için bu tehdit kaldırılmıştır. Çünkü biz o parçacık ya da ışınların (ışık hızına yakın hızda olmasıyla "Katı rölativistik bölgede, sonsuz genleşmiş zaman birimi") dışında kalmakla, relativiteyi hissedememekteyiz. Dolayısıyla kozmik bu ışınlarla eş-zamanlı olmadığımızdan, bize ŞIHAB isabet etmemektedir. Yani saniyenin milyarlarda-birinden de kısa zamanda doğup-ölen bu rezonanslar bize etkiyecek ZAMAN bulamamakta, fakat Cinlere "Rahatlıkla etkiyecek" zamanı bulabilmektedirler. Gökler bu nedenle cinlere yasak; insanlara "SERBEST"tir. Eğer bilincimiz, yani Kirlian beden ile eşleşen içsel yapımız söz konusu olursa, o zaman cinlerin başına gelen ölüm bizim de ender olarak başımıza gelir ve tutuşturur. (*)
(*) Bu konuları Can - İnsan ve Cin - Şeytan isimli bantlarımızda iyice işleyeceğiz.
ŞEKİL - 3
İLERİ BİLGİLER - 14
"SULTAN GÜÇ,
SULTAN KUVVET"
"EY CİN VE İNSAN TOPLUMLARI. GÖĞÜN ÇAPLARINDAN VE YERDEN (diğerine) NÜFUZ EDEBİLİRSENİZ EDİN. BİLİNİZ Kİ SULTANSIZ NÜFUZ EDEMEZSİNİZ" (Rahman-33)
"SULTANSIZ NÜFUZ EDERSENİZ, ÜZERİNİZE ŞUVAZ (Kozmik sekonder) İLE NUHAS (İyonize tanecikler) SAĞANAĞI BOŞANIR (Kİ) BUNU BAŞARAMAZSINIZ" (Rahman-35)
Âyetler, 14 yüzyıl önceden bizlere, atmosferin üst katlarını bildirmekte, bunları bir gün (ŞİMDİ!) insanoğlunun keşfedeceğine ve bu katların yakıcı kozmik ışın etkisinde olduğuna habercidir. Işınların girgin, yakıcı olduğunu (Kendiliğinden yanan insanlar ve tutuşan Philadelphia deneyi tayfalarını hatırlayınız) Cin ve insanları öldüreceğini açıkça anlatmakta, kozmik primerler (ŞİHAB) sekonderler (ŞUVAZ) hiperon denen nükeonlar (NUHAS) ile tavan arasının dolu olduğunu belirtmektedir.
İkinci anlamda da insanların göklere, uzaya çıkması için gereken kurtulma kuvveti ile ATMAK (Fırlatmak) gücünü sağladığımızda bu SULTAN ÇİFT sayesinde uzaya çıkabileceğimizi gösteriyor ki, çıkılmıştır!
İnsanın uzayın içine, derinliklerine işlemesi (NÜFUZ) başarılmıştır. İnsan "Katmandan katmana" (roket evrimleri, atıcılık tarihçesi itibariyle) BİNDİRİLMİŞTİR.
Bindirilmiştir, çünkü "Yüklenmiş binekler" ile "tabakadan tabakaya nüfuz ederek" çıkmıştır. Bize bu zararlı ışınlardan nasıl kurtulacağımız, korunacağımız ayrıca uzay gemimizin BİÇİMİ tanımlanmıştır.
Çünkü SULTAN aracımız, korunmuş bir taşıt, soyutlanmış bir binek olup, üstelik YÖRÜNGE HESAPLARINI da evrenden kopya çekerek, SEYRETMEKTE = YÜZMEKTE'dir.
İnsanoğlunun balığı taklit ederek gemiciliği, kuşu taklit ederek havacılığı bulması neyse, gezegenleri taklit ederek "YÖRÜNGE HESAPLARINI" bulması da odur.
Türlü yörüngeler vardır: Kimi kuyruklu yıldızlar ve göktaşlarıyla ilgili âyetlerdeki gibi hiperbolik, paraboliktir. Kimi de küçük gezegenler gibi eliptik (FELEK BUDUR!) ve buna yakın dairesel yörüngelerdir. Onların doğal hesapları ile bizim YAPAY UYDULARIMIZIN yörünge hesapları TIPATIP AYNIDIR!
Zariyât-7. ayet doğrudan "Uydu yörüngelerini" bildirmektedir. Bunlar yerden kurtulma hızından küçük, eşit, büyük (Eliptik) ve uzayda yol alan bütün rotaları kapsamaktadır. Âyet daha içreci anlamda doğrudan TÜNELLERİ haber verir.
Sebe-2 ve Hadid-4. ayetler ise yeryüzüne inen, yeryüzünden çıkan, gökten inen ve göğe yükselen her şeyi Rabbimizin bildiğini açıklar ki, bu da ileri ve Cifirsel tefsirle yine uzaya gidip - geleceğimizi, uzayda MEKİK dokuyacağımızın yanında ileri anlamlarda "Tünelleri" sunmaktadır.
En'am -125. ayet ise "İnsanoğlunun göğe çıkmayı tadacağını" açıklar:
"... SANKİ GÖK İÇİNDEN ÇIKARTILMIŞ GİBİ OLUR!"
İnsanoğlunun keşfetmeyeceği, yani tatmayacağı, bilmediği bir şeye niçin örnek verilsin? Âyet gelecekte, insan zürriyetinin "Semaya çıkacağını", oradaki yalnızlık duygusunun yanında havasızlık duygusunu yaşayacağını bildirmektedir. En basit tefsir ile atmosferimizin üst katmanlarında "Oksijen yetersizliği" yine ileri tefsir ile de TÜNELLERE habercilik yapmaktadır.
Hacc-31. ayet ise insanoğlunun uzaya çıkacağını, MEKİK dokuyarak geriye döneceğini açıkça bildiriyor:
"KİM ALLAH'A EŞ KOŞARSA, SANKİ O GÖKTEN DÜŞMÜŞ GİBİDİR!"
Gökten düşmek için "Önce göğe çıkmış olmak" gerekmez mi? Kur'an yalnızca insanın tadacağı, bileceği, bulacağı ve Allah'ın vereceği şeyleri kapsar. Bunun dışındakiler "ĞAYB ÂLEMİ" ve Levhi Mahfuz içinde indirilmemiş olarak saklıdır. O hâlde insanın uzay trafiğini ve uzay kazalarını bu âyetten kavrıyoruz.
Sultan güç, dünyanın kifatı (Kurtulma hızı) üstesinden gelen ivmelendirici her araçtır. Aktarıssemavat ise, üzerimizde bulunan gök katmanlarının, atmosfer tabakalarının kuturları (Çapları) olduğunu bildirmektedir. Dolayısıyla her tabakanın ayrı bir kutru vardır, ayrı çap değerlerine sahiptir. Örneğin magnetosfer, düzgün değildir. Dünyanın güneşe bakan yanında daha basık, ters yönde ise geniştir. Bu sanki bir fasulye tanesi ya da böbreğe benzer.
Sultan güç bir taşıttır aynı zamanda: Uzay modüllerimizin dev roketleri bu Sultan gücün yüzeysel (Afakî) bir göstergesidir. İnsanoğluna böyle bir teknolojiyi vaad eden Rabbimiz, bu nimetimizin hangi nankör görüşle yalanlanabileceğini 31 kez soruyor.
Eğer, bir uzay modülünü korugan biçimde ve atmosferdeki (termosfer) ısınmaya karşı dayanıklı bir teknoloji ile yapamazsak, kaçınılmaz uzay kazalarının olacağını haber alıyoruz. Bunlar cinleri yakan kozmik primer şıhaplar değil; kozmik sekonder ışınlar olan ŞUVAZ'lardır. Yine aynı bölgede, atmosferimizin moleküllerine çarpan bu kozmik ışınlar, molekülleri iyonize etmekte, elektron koparmaktadır. Dolayısıyla iyonosfer, GİZİL ISI (Spesifik olup da yakmayan yüksek ısı) içermektedir. İşte bu, uzay aracının yere dönüşü sırasında, atmosfer ile sürtüşüp, aşırı ısınıp akkor hâle gelmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla dünyaya geri dönen araçlar, atmosferimize 11 derecelik bir eğilim açısıyla girmekte ve kurtulabilmektedir. Eğer bu açı yarım derece saparsa, uzay taşıtı akkor hâle gelir, tutuşur, izi bile kalmaz. Aynı koruyucu tavan, meteorları da böyle parçalayıp yok etmektedir. Sadece 11 derecelik bir eğimle (Kifat) girmemiz bize yaşama şansı tanıdığına göre, bu da SULTAN bir gücün iznidir.
Üzerimize iyonize edilmiş protonların sağanağı, yani boşalması ile kozmik ışınların yerde deneylendiği sağanak (Shower) parçacıktan HABER verilmiştir. Dolayısıyla bu Sultan güçlere baktığımızda, Rabbimizin hiç bir nimetini yalanlayacak hâlimiz kalmamalıdır.
Sultan gücün, korunmuş, izole edilmiş, dayanıklı, hızlı, roket biçiminde olduğunu anlıyoruz. (Silta=Uzun ince ok demektir. Sultan ise saltanat sahibi, yönetmen demektir ki astronotiks pilotluğu anlamı da ortaya çıkar.)
Bu âyetlerle, insanoğlunun "Uzaya çıkacağını, bu risklere karşı BİNEK yapabileceğini" anlıyoruz.
Sultan gücün bütün katmanlar boyunca her kat için ayrı bir karşılığı vardır. Atmosfer içinde "KURTULMA HIZI" sultan güçtür. Daha sonra "Korunmuş tavan, magnetik zırh olan" (Enbiya-32) bölgede onu bekleyen kozmik tehlikeler vardır ve bunların üstesinden gelen teknoloji de bir SULTAN GÜÇ'tür.
Yörünge hesapları da bir sultan güçtür, çünkü bilgi işidir. Yasin-38'de uzaydaki her şeyin kendine özgü bir yörüngesi olduğunu, Zariyat-7'de bu yörüngeler arasında bize SULTANLARIN rotası olduğunu bildirmektedir. Örneğin Ay'a gitmek için, Ay'a varacağımız gün onun nerede olacağını hesaplayarak, Ay'dan başka bir yere gideriz ve sonra biz oraya ulaştığımızda, Ay da bizimle buluşur.
İLERİ BİLGİLER - 15
YASİN'İN KALBİNDEKİ ASTRONOMİ
Yan bilgilerimize başlarken, Yâsin suresinin "Cifirsel" yorumuna girmiş ve Yâsin'in Kur'an'ın kalbi olduğunu; Yâsin'in kalbinin ise 37 ilâ 46 arası âyetler olduğunu açıklamıştık. Bu âyetlerden anlaşıldığı üzere, insanoğlunun uzay serüveni Yâsin'in kalbinde atmaktadır.
Yâsin'in TAM ORTASI 41 ve 42. ayetler olup, bunun önceki dört âyeti ile sonraki dört âyeti, birbirini TERAZİLER! Yani "İki kefenin dengesine" dayanır. Mizan'ın (Terazi) sırrı ise Rahman suresinin 7, 8, 9. ayetlerinde ve Mutaffifin suresi 1. 2, 3. ayetlerdir. Bu âyetler aynı zamanda "Terazi burcunun" Venüs'ün ve vücudumuzdaki ikiz organlarımızın (Bademcik, böbrek, yumurtalık çifti ve testis çifti) yönetmenidir.
Yâsin'in kalbindeki terazinin her iki "kefesi" de kolay bozulan fakat kararlı dengede kalırlar. Bu bir çift "Kefe"nin birincisi Yâsin'in 37, 38, 39, 40. âyetleri; denge göstergesi 41/42. âyetler ve diğer kefe ise 43, 44, 45, 46. âyetlerdir.
Terazinin birinci kefesinin cifirsel ilgilisi Rahman suresidir. İkinci kefe ise İnşikak suresidir. Bu ilişkiyi, özel âyetlerin aynı melek ismini vermesinden anlarız. Örneğin Rahman-5'deki "Güneş, Ay, muayyen bir hesapla döner"; Yâsin-38 ile eş anlamlıdır. Şimdi topluca, "Terazinin birinci kefesini" sunalım:
• "ONLARA GECE DE KUDRETİMİZİN BİR GÖSTERGESİDİR. BİZ ONDAN (Geceden) GÜNDÜZÜ SOYUP ÇIKARIRIZ, ONLAR HEMEN KARANLIĞA GİRERLER." (Yasin-37)
• "GÜNEŞ DE KUDRETİMİZİN BİR GÖSTERGESİDİR Kİ, KARAR TUTACAĞI YERE KADAR YÜZER VE IŞIR. İŞTE BU ÂLİM OLAN (Allah) 'IN TAKDİRİDİR. (Ölçü koymasıdır.)" (Yasin-38)
• "BİZ AY'IN DA SEYRETMESİ İÇİN BİRTAKIM MENZİLLER TAYİN ETTİK Kİ HER TURUNUN SONUNDA KURU VE EĞRİ HURMA DALI GİBİ KALIR." (Yasin-39)
• "NE GÜNEŞ AY'A YETİŞEBİLİR NE GECE GÜNDÜZÜ GEÇEBİLİR, HER BİR ŞEY KENDİ DAİRELERİNDE (Feleklerinde) YÜZERLER." (Yasin-40)
Yâsin'in kalbinin birinci kefesi bu âyetlerden oluşur. Yâsin'in terazisinin "Denge göstergesi" ise aşağıdaki MERKEZİ iki âyettir:
• "ONLARIN ZÜRRİYETLERİNİ, YÜKLENMİŞ BİNEKLERE TAŞITMAMIZ DA YİNE KUDRETİMİZİN BİR GÖSTERGESİDİR." (Yasin-41)
• "ONLARA BUNUN GİBİ DAHA NİCE BİNEKLER YARATMAMIZ DA..." (Yasin-42)
Şimdi de Yâsin'in Terazisinin "İkinci kefesinin" dört âyetini de topluca sunalım:
• "DİLESEYDİK BİZ ONLARI, TAŞITTAYKEN BOĞARDIK DA ONLAR İÇİN NE BİR KURTARICI BULUNURDU NE DE KENDİLERİ KURTULABİLİRLERDİ." (Yasin-43)
• "ŞU KADAR Kİ, ACIDIĞIMIZDAN BİR ZAMANA KADAR GEÇİNMELERİ İÇİN ONLARI KURTARDIK." (Yasin-44)
• "ONLARA, 'MERHAMET OLUNMANIZ İÇİN ÖNLERİNİZDE, ARKALARINIZDA OLAN ÂFETLERDEN SAKININ' DENDİĞİNDE YÜZ ÇEVİRİRLER." (Yasin-45)
• "ONLARA RABLERİNDEN HİÇ BİR DELİL VE GÖSTERGE (Hüccet) GELMEZ Kİ ONDAN YÜZ ÇEVİRMİŞ OLMASINLAR! (Daha önce de hep yüz çevirmişlerdi)" (Yasin-46)
Böylece Yâsin'in kalbinin "İnsanoğlunun astronotluğunun sırrını" taşıdığını anlıyoruz. Terazinin birinci kefesinde "İnsanoğlunun uzay fethetme başarıları" ve ikinci kefesinde de (Buna şükredilmesi ile birlikte, kaçınılmaz uzay kazaları gibi) başarısızlıkları bildirilmektedir.
53. âyet, klâsik anlamda Hz. Nuh'un kavminin suda boğulmasına neden olan "Oksijensizliğin" uzaydaki (Havasız yerlerde olduğu gibi) boğulmayla aynı olduğunu bildirmektedir. Uzayda 30 kadar astronotun ölmesine neden olan kazaların bir kısmı infilâk bile olsa, sonuçta "Boğulmak" nedeniyle ölümler ortaya çıkmıştır. Kozmik hasar alan uzay araçlarının oksijen yitirmeleri sonucu kaza ne kadar hafif olursa olsun, "Boğulmaya" mahkûm olduklarını duymuş olmalıyız. Onlara ne yerden bir kurtarıcı ekip gönderilebilmiş, ne de kendi imkânlarıyla kurtulabilmişlerdir ki, 43. âyet bunu açıkça anlatmaktadır. Eğer her uzay yolcusu boğularak ölseydi, uzay konusu daha baştan kapanmış olacaktı. Fakat âyet, "Dileseydik biz onları taşıttayken boğardık" diye bildirdiğinden; bazı kazalara rağmen uzay insan için serbest bırakılmıştır. İnsanoğlu her kaza için daha iyi önlemler almıştır. Ama ileride daha "Sultan güç"ler aramak zorundadır.
Bundan sonraki uzay faaliyetlerinde de benzeri kazaların olacağı 44. âyet ile anlatılmış, bir kısım kazazedenin ise Allah'ın izniyle kurtarılabileceği bildirilmiştir. Bütün bunları bir "Yorum" olarak değil; yine doğrudan Cifir sonucu sunmaktayım sevgideğer okurlar...
Çünkü bu âyetler, Bakara suresinin 255. ayeti (Âyetel Kürsî) 'nin de ikizidir. Âyetel Kürsi'nin birinci pasajı ile İhlas suresi kardeştirler. İkinci bölüm ise sunduğumuz âyetlerle kardeş olup, şöyledir:
• "ONUN İZNİ OLMADIKÇA, KİM ONUN NEZDİNDE KURTARICI OLABİLİR? O (Allah, onların) ÖNLERİNDEKİLERİNİ ARKALARINDAKİLERİNİ BİLİR."
Şimdi, okuyucu Âyetel Kürsi'nin bu pasajı ile, Yâsin'in 43, 44 ve 45. âyetlerinin KARDEŞ olduğunu sezecektir:
• "DİLESEYDİK BİZ ONLARI, BİNEKLERİNDE BOĞARDIK DA, ONLAR İÇİN NE BİR KURTARICI BULUNURDU, NE DE KENDİLERİ KURTULABİLİRLERDİ. ŞU KADAR Kİ ACIDIĞIMIZDAN BİR ZAMANA KADAR GEÇİNMELERİ İÇİN ONLARI KURTARDIK. ONLARA 'ACINMANIZ İÇİN ÖNLERİNİZDE, ARKALARINIZDA OLAN ÂFETLERDEN SAKININ' DENDİĞİNDE YÜZ ÇEVİRİRLER."
Bu kardeş anlamların ikisinde birden; "Allah'ın izni olmaksızın", kimsenin ne kendini kurtarmasının ne de bir kurtarıcı (Şefaat edici) bulmasının mümkün olmayacağı bildirilmiştir. Burada da en büyük SULTAN GÜÇ VE KUVVET en büyük şefaatçinin Rabbimiz olduğu ortaya çıkar. O "İzin verince, bir sorun kalmamakta"dır. İzni ise bir SULTAN GÜÇ ve KUVVET teknolojisiyledir. Her çağın ya da bir teknolojinin etaplarının (Örneğin ok, mermi, roket aşaması gibi) bir SULTAN karşılığı vardır.
Yine her iki surede de Rabbimiz, "Önlerindekileri ve arkalarındakileri de MUTLAK bildiğini" yinelemiştir. Ön ve arka terimi pek çok derin anlamlar taşımaktadır. Açıktaki ve gizlinin bilinmesi de en önce aklımıza gelir. Bunun yanında öğretimizin tespitleri de önemli olabilir.
Ön ve arka, aslında dört yönün şifresidir. Nasıl ki Sağ=Meymene ve aynı zamanda "Güney" sayılmışsa; yine Sol=Meşeme, şimal yani "KUZEY"dir. O hâlde Kuzey-Güneyi yanımıza aldığımızda ön ve arkamız Rahman suresinde "İki doğu ve iki batı" ile dört yönü oluşturmaktadır. Arapçada, ayak bastığımız yer=arz ve bunun dışında kalan gök=sema olduğundan; Taban-Tavan ilişkisi ortaya çıkar. Taban (Arz), Esfeli safilin ve Siccin ile "Aşağılanırken"; Tavan (Sema), Melei Âlâ, İlliyyin diye mübarek edilir. (Taban, Tavan ve dört yön bize "6 yüzlü bir küpün hacmini" vermektedir.)
Taban yerçekimi ile ilgilidir. Bu, yeryüzü ya da bir gezegen yüzeyi olduğu kadar, tıpkı "Santrifüj rotalarda" olduğu gibi, hızlı dönmenin etkisiyle oluşan yapay bir yerçekimi ile yan duvara yapışmamız, yerçekimini yenmemiz anlamına da gelir. O zaman aşağı ve yukarı kavramı karışır. Zaten ÇEKİMİN olmadığı UZAYDA, yön duygusu yoktur. Birbirine ters duran iki astronotun hangisinin baş aşağı olduğu anlaşılamaz. Ya da motorları duran bir uzay aracında "Aşağı-Yukarı" hissi kaybolur. Ne zaman ki motorlar çalışır da ayağı "Yere basarsa" orası taban, bunun tersi ise tavan olur. Böylece yine "Yukarı ve Aşağı" kavramı karışıp, relâtif olur. Ön ve arka terimleri yer değiştirir veya boşlukta ön-arka duygusu da yok olur. Hangi tarafa dönerse orası "Önü", tersi de arkasıdır ki; bunlar relâtiftir. Aslında "UZAYDA ÇEKİMSİZ ALANDA YÖN YOKTUR". Bu nedenle küre, uzay için "İdeal bir biçim"dir. Çünkü kürenin de önü-arkası, yukarısı-aşağısı, sağı-solu yoktur.
Ayetteki "Önündekiler ve arkalarındakiler" anlatımı, çekimsiz uzaydaki yön duygusunun kaybolması, her yönün bir olmasıdır. Dolayısıyla, evrenin kendisi de "Her yönü birlenmiş" bir Vahdaniyet benzerindedir. Uzaya hangi yönden bakılırsa bakılsın, iki özelliği fark edilir:
Dostları ilə paylaş: |