Kültür Boyutu
Kültür kavramı, biraz da post-modern mantığın sonucu olarak, sürekli başka türlü anlaşılan bir anlama sahiptir. Bu noktada, İoanna Kuçuradi’nin ve John Tomlinson’un tanımlamaları oldukça yararlı olacaktır.
Kuçuradi, “kültür”ü, tekil ve çoğul olarak iki anlamda ele almaktadır. Tekil olarak kültür; kişilerin insan olarak olanaklarını geliştirebilmelerini ve bu olanaklarını işlemelerini (kendi ruhlarını işlemelerini) (cultivating) sağlayan etkinliklerin tümüdür (1997: 40). Çoğul anlamda kültür ise; sınırları çeşitli açılardan çizilebilen bir insan topluluğunun yaşayışını ve bu yaşayışın görünümlerini (bilim, felsefe, dil, sanat gibi alanlarda o anda ‘modern’ sayılan görüşleri, toplumsal değerleri, kurumları ve işleyişleri) belirleyerek, o toplulukta bir dönem geçerli olan insan ve değerlilik anlayışıdır (1997: 42). Bu çalışmanın konusu bağlamında bu tanımlar arasından öncelikli olan; kültürün çoğul anlamıdır.
Tomlinson da, Kuçuradi’nin ‘çoğul anlam’ dediği gibi; kültürü, insanların simgesel temsil pratikleri yoluyla anlam inşa etmeye çalıştıkları bir yaşam düzeni olarak tanımlamakta ve kültür kavramıyla, insan topluluklarının ya da toplumların, var oluşlarını biçimlendirdikleri ve amaç edindikleri anlamları vurgulamaktadır. Bu yönüyle kendi başlarına amaç olan bu anlamlar, kültürü oluşturup var oluşu açıklayan anlamlardır ve araçsal anlamlardan farklıdırlar (2004: 33-35).
Globalleşmenin kültür boyutunda; belli topluluk ya da toplumların anlamlar dünyasını oluşturan değer, kurum ya da işleyiş biçimlerinin global çapta yaygınlaşması ve zamanla birbirine ya da yalnızca birine dönüşen, türdeşleşen toplulukların/toplumların ortaya çıkması söz konusudur. Kültür, başka bazı kavramları anlamak ve bu anlamaya ilişkin pratiklerde bulunmak demek olup, globalleşme bağlamında öne çıkan bazı eğilim ve kavramların yerel dünyalarda oluşturduğu anlam ve pratiklere işaret etmektedir. Örneğin; dünyanın herhangi bir yerindeki insanlar, çok uluslu şirketlerin ürünlerini tüketmekten ne anlamaktadırlar? Bu tarz bir tüketim, malların bireylerde yarattığı “maddi refah”, “psişik refah” ve “gösteriş” etkileri (Douglas ve Isherwood, 1999: 34) ortaya çıkarabilmektedir. Diğer yandan, çok uluslu şirketlerin ürünlerini tüketmeye, ‘yabancı’ mal kullanmak olarak bakıp, kaynak aktarımının, daha keskin bir deyişle, emperyalizmin bir etkisi olarak da anlam yüklenebilmektedir.
Yine, global çapta yaygınlaşan bir iş yapma biçimi olarak Yalın Üretim tekniğinin bir örgüt için anlamı nedir? İşletmeler bu teknikten verimlilik, maliyetleri düşürme, siparişleri yetiştirme, pazar payını arttırma gibi anlamlar mı çıkarmaktadırlar; yoksa çalışanların tekil anlamda kültürel faaliyetleri için daha çok boş zaman yaratmak ve yabancılaşmalarını önlemek amaçları mı gözetilmektedir?
Globalleşme olgusunun yarattığı anlamlar oldukça karmaşıktır. Buradaki karmaşıklık, bir anlamın, insanların var oluşunu ve yaşam tarzlarını açıklayan bir nitelik taşımasının ötesindedir. Ortaya çıkan anlamlar ve değerler, türdeşleşme bağlamında yalnızca baskın olan kapitalizm ideolojisinin anlamları ve değerleri olarak anlaşılıyorsa, globalleşme belli bir olumsuzluk içeriyor demektir. Bu doğrultuda Tomlinson, girişimcilik, yaratıcılık, cesaret gibi olguları Japon gençlerinin yeni kültürel değerleri olarak gösteren sosyolog Kenichi Ohmae’yi eleştirmekte ve bunların şirket değerleri olduğunu söyleyerek (2004: 30), globalleşmenin kültür boyutunun karmaşıklığına değinmektedir.
Globalleşmenin kültür boyutunda öne çıkan kavramlardan bir diğeri de “yersiz-yurtsuzlaşma”dır. 1990’larda Appadurai, Tomlinson, Canclini, Featherstone gibi kuramcıların geliştirdiği “yersiz-yurtsuzlaşma” (Tomlinson, 2004: 148) ve “yurtsuz” (Bauman, 1999: 16) kavramları globalleşme sürecini tasvir eden önemli kavramlardır. Bu kavramlarla anlatılmak istenen; yaşayan bir toplumsal organizmanın (bir bireyin, bir şirketin ya da bir sosyal örgütün) yerellikten çıkarak global bir duruma ulaşması sonucunda beliren, herhangi bir yerele bağlılığın zayıflaması algısıdır. Bu algı, söz konusu organizmanın, dünyanın herhangi bir noktasında ulaştığı herhangi bir yerelliğe “geçicilik duygusu”yla (Tomlinson, 2004: 149) yaklaştığını ifade etmektedir. Bağlılığın zayıflaması ve geçicilik algısı, global düzenlemelerle dünya çapında serbestliği kurumsallaştırılan çok uluslu şirketlerde daha belirgindir. Hatta çok uluslu (multinational) şirketler, köken ülke dahil olmak üzere herhangi bir yerele bağlılıklarının olmadığı şekilde global karar verebilmeleri nedeniyle, ulus-ötesi (transnational) olarak anılabilmektedirler (Cohn, 2003: 321).
Çok uluslu şirketler için önemli olan; herhangi bir yereldeki üretim ve tüketim koşullarının, onlar için verimlilik ve kârlılığın sürdürülebilirliğini sağlayıp sağlamadığıdır. Çok uluslu şirketler, bu bağlamda globalleşmeye homo oeconomicus olarak bakmakta ve onlar için globalleşmenin anlamı yalnızca ekonomik amaçlar doğrultusunda oluşmaktadır. Çok uluslu şirketlerin toplumsal kültüre ve politikaya bakışları ise daha çok araçsal niteliktedir. Örneğin; Coca-Cola firması, Türkiye’de Ramazan aylarında gösterime giren reklamlarında, geleneksel aile sofralarında (bir kültürel alanda) baş içecek maddesi olarak kendi ürünlerini tanıtmaktadır. Burada Coca-Cola’nın amacı; yerel kültürü desteklemek mi, yoksa satış hacmini arttırmak mıdır? Yine bir örnek olarak, tarım arazisine sanayi tesisi inşa etmenin yasal olmamasına karşın Cargill firmasının bu şekilde bir fabrika kurmasının ardından, Türkiye’de bir yasal düzenleme yapılmış ve çıkan yasa kamuoyunda ‘Cargill Yasası’ olarak anılmıştır. Bu yasa çıkmadan önce ABD Başkanı Türkiye’yi ziyaret ettiğinde Cargill’le ilgili uyuşmazlığın giderilmesi yönündeki temennilerini belirtmiştir. Bir başka örnekte ise, TC Başbakanı Bulgaristan’da yatırım yapan Türk şirketi Şişe-Cam’ın yaşadığı 15 günlük grev gibi durumların önlenmesi için Bulgaristan’ın Enerji ve Ekonomi Bakanı’ndan yardım talebinde bulunmuştur (Yılmaz, erişim tarihi: 29.03.2008). Bu örneklerde görüldüğü gibi; çok uluslu şirketler için politika ve kültür ikincil önemde olup, onlar için globalleşmenin anlamı, global çapta yatırım yapabilmenin önünde sınırlayıcı öğelerin olmaması yönündedir.
Dostları ilə paylaş: |